19. Bölüm: Tatlı Sürprizler

(6. Yıl...)

Selma'nın düğününün ardından zamanı biraz ileriye saralım. Hayatımın olayını bu son senede yaşadığımdan bu seneye ışınlanıyoruz. Zaman atlamasıyla son sınıfa geçtik. Korkmaz ile Defne birlikte, Selma ile Emre ise evleneli iki buçuk hatta üç yıl olmuştu. Cicim aylarını aşmış didişmeye başlamışlardı. Tabii şu sıralar didişmekten çok Selma'nın yerli yersiz triplerinden sadece Emre değil bizde nasibimizi alıyorduk.

Birinci dönemin bitişiyle hep birlikte geçirdiğimiz oldukça eğlenceli geçen bir ara tatilden çıkmıştık. Okulun bitmesine şunun şurasında beş ay kalmıştı. Hala altı yılın nasıl bu kadar hızlı geçtiğini düşünüyordum. Bu süre zarfında çok güzel anılar biriktirmiş, doktorluk için başarılı bir tescil yapmıştım. Son bir dönemim kalmıştı. Bu dönemin bitişiyle her şeyin ne kadar çok değişeceğinden habersizdim.

"Başak!" diye cırladı Selma. "Hadi artık kalk!" diye de eklerken gözlerimi gece çok geç yattığımdan dolayı çok zor açabilmiştim. Şu an Selma'nın kanepesindeydim. Gece onun evinde kalmış dedikodudan cehennemi garantileyeceğimiz uzun bir sohbetin ardından eve dönmek yerine koltukta sızmıştım.

Kanepeye oturup yarı uykulu bir halde "Tamam kalktım," diye mırıldandım. Bunun üzerine Selma Hanım saçlarını havalı bir şekilde savurarak hazırlanmaya odasına gitmişti. Dün geceden çantama tıkıştırdığım bluzu banyoda üzerime geçirip saçlarımı da tepeden sıkı bir at kuyruğu olacak şekilde bağladım. Hazırlanmaya bile halim yoktu.

Banyodan çıktığımda Selma ile Emre hazırlanırken kahvaltı sofrasını kurmak üzere mutfağa etkileyici bir giriş yaptım. Ama nasıl bir giriş? Gözlerimi açık tutabilmek için bantlamam gerektiği kanısına varmamı sağlayan şey yüzümü mutfak kapısına küt diye vurmam olmuştu. Sabah sabah çekiciliğim üstümdeydi. Tabii ki de bu öyle akla geldiği gibi bir çekicilik değildi. Belayı bir mıknatıs gibi kendime çekmemden bahsediyordum.

"Ah!"

Kafamın şimdiden balon gibi şiştiğini hayal edebiliyordum. Ama bunu önemsemiyordum. Çünkü buna bile vaktim yoktu. Bir an önce kahvaltımızı yapıp okula yetişmemiz gerekiyordu. Sinir bozukluğuyla devasa buzdolabının kapağını araladım. Yumurtaları ve bir dizi kahvaltılığı çıkardıktan sonra üstün körü sofrayı hazırladım. Daha sonra Selma'nın en sevdiği yumurtadan yapmak için kapta yumurtayı çırpmaya başlamış bir yandan da tavaya yağ koyup ocağa yerleştirmeye çalışıyordum.

Yumurtayı tavaya dökmek için kepçeyi elime aldığım sırada mutfak kapısında sosyetik güzelimiz belirivermişti. Mutfağa gelen hanımefendi yüzünü buruşturunca ne olduğunu anlayamamıştım bile. Gözlerini kısmış yüzüme tiksinerek bakıyordu. "Of her taraf yağ kokuyor. Midem bulandı," dedi Selma burnunu tıkarken.

Selma öğürmeye başlamış bunun sonucunda mutfaktan uçarcasına çıkmıştı. O koşarak lavaboya giderken bense yanma aşamasına gelen yağın altını kapatmış onun peşinden gitmiştim. Selma kendini tuvalete kilitlemişti. Kapıyı tıklatırken "Selma iyi misin?" diyerek ondan olumlu bir cevap almayı bekliyordum. Bir süre ondan hiç cevap alamadım. İçeride bayılıp kalmış olabileceği ile ilgili içime düşen kurt aklımı kemirmeye başlamıştı ki kapının kilidinin dönme sesi duyuldu.

Selma başını usulca kapının arasından uzattığında güzel yüzünün solduğunu fark ettim. Rengi kireç gibiydi ve yüzündeki fondoten bile bu rengi bastırmaya yetmiyordu. "Bana öyle vebalıymışım gibi bakma. Ben iyiyim," diye mırıldandı. Kendi kendine zor da olsa gülümsese de sesi bile onu ele verecek kadar çatallaşmıştı. Selma küçüklüğümüzden beri hasta olmaktan nefret ederdi. Olduğundaysa bunu inkar edip huzursuzluk çıkarırdı. Tıpkı şu anda da olduğu gibi...

"Peki," dedim ve kollarımı göğsümde kavuşturdum. Bitkin bakan mavi gözlerine baktım. Göz altlarında bile ne kadar halsiz ve yorgun olduğunu belli eden çukurlar vardı. Eğer bunu ona söylersem muhtemelen paniğe kapılıp fondoten markasına tazminat davası açardı. Yutkundum. Gencecik yaşımda mahkeme salonlarında Selma'nın arkasından koşmak işten bile değildi.

Selma'nın "Kahvaltıyı evde yapmayalım. Benim midem çok bulanıyor. Arabada bir şeyler atıştırabiliriz," demesiyle saçma hayalimde buhar olup uçmuştu. Onu başımla onaylayıp mutfağa geçtim. Kahvaltılıkları gerisinin geri dolaba yerleştirmiş sonrasında da mutfaktaki ufak çaplı dağınıklığı hızlıca toplayıp tekrar Selma'nın yanına geçtim. Selma kocasının hazırlanmasını koltukta iki seksen yatarak bekliyordu.

Elinin tersini alnına yerleştirmiş bu haliyle dramatik filmlerdeki ayılıp bayılan kızlara benziyordu. Üstüne bir de mızıldanmaya başlaması aklıma acil servisteki Karadenizli teyzeyi getirmişti. İster istemez kıkırdadım ve Selma Hanım'ın yanına kıvrıldım. "Daha iyi misin?" diye sordum gülümseyerek.

Selma sanki ona bu soruyu sormamışım da sanki yüzüne karşı okkalı küfürler savurmuşum gibi bakıyordu bana.  Birden mezarından hortlak gibi fırlamış "Dalga mı geçiyorsun!" diyerek cırlamıştı. Korkudan iki adım geri çıkmak şöyle dursun az kalsın koltuktan kıç üstü yere yapışıyordum.

"Her an üzerine kusabilirim!" diyerek elini ağzına götürdü Selma. Ardına bile bakmadan banyoya koşuşunu hayretler içinde izlemiştim. Aklıma birtakım ihtimaller gelmiyor değildi tabii.

"Kızlar çıkalım mı artık," diyerek odadan çıktı. Selma da bununla birlikte surat asarak banyodan çıkmış ayakkabılarını giymeye başlamıştı. Bende askıdan çantamı alıp omzuma astıktan sonra Selma'nın kolundan tutmuş onu kolundan sürüklemek suretiyle aşağıya indirmiştim.

Selma öne kocasının yanına oturmuş bense arkada dün gecenin yorgunluğunu üzerimden atamadığım için uyuklamaya başlamıştım. Selma'nın evi okula bizim ev kadar yakın olmasada kısa bir yolculuğun ardından okula varabilmiştik. Emre arabayı okulun önünde bir yere park ederken Selma ile bende arabadan inmiştik. Emre enişte karısının çantasını almışken benimkini de almıştı. Üçümüz birlikte fakülte binasına doğru yürümeye başladık.

Selma oldukça halsiz görünüyordu. Emre onun belinden tutmasa her an yere yığılabilecekmiş gibi bir hali vardı. Sabahtan beri iki kez kusmuş olmak onu halsiz bırakmıştı. Enerjisi düşüktü ve teni solgundu. Onu daha önce hiç böyle görmemiştim. Üçümüz fakülte binasından içeri girdik. Emre, Selma'yı belinden tutmuş sınıfa doğru götürüyordu. Bende peşlerinde civciv misali yürümekten başka bir şey yapamamıştım.

Sınıfa girdiğimizde Emre, Selma'yı yalnız bırakmamak için onun yanına otururken bende onların arkasında oturan Soral'ın yanına geçtim. Deniz gözleri beni görünce mutluluktan ışıl ışıl parlıyordu. "Canım," dedi ve kolunu omzuma atıp beni kendine çekti. Başım onun omzuna yaslıydı. Emre'nin Selma'nın yanında oturması işime bile gelmişti. Kıkırdadım. Soral'a sıkıca sarıldım ve bize kök söktüren hoca gelene kadar huzurla onun kollarında bekledim. Ders başladığında her şey gayet normaldi. Ta ki son on dakika kala Selma bir anda kapıya doğru koşana kadar...

Hoca da dahil olmak üzere kimse onun neden tek kelime bile etmeden koşarak sınıfı terk ettiğini anlayamamıştı. Hocadan müsaade isteyip Selma'nın peşinden koridora çıktım. Ama Selma ortalarda yoktu. Onun yine lavaboda olabileceği aklıma geldi. Koridorun sağ tarafındaki kızlar tuvaletinin kapısını araladığımda Selma'nın tuvaletten çıktığını gördüm. Teni bembeyazdı ve üstelik dudaklarındaki pembe tonun yerini soluk mora bırakmıştı.

Selma lavaboda elini yüzünü yıkarken uzun saçları ona mani olmasın diye saçlarını ellerimin arasına topladım. Endişeli bakışlarım aynadaki yansımasını buldu. Ayakta durmaya bile hali yoktu. Birkaç dakika geçmeden tuvaletin kapısından Emre'nin sesi duyuldu. Selma'yı ne kadar merak ettiğini daha yüzünü görmeden anlayabiliyordum.

Selma'ya destek olmak için kolumu beline doladım ve onu tuvaletin dışına çıkardım. Emre bizi görünce rahatlamıştı. Selma'yı kolunun altına alıp "Sarışınım neyin var?" diye sordu. Selma son derece halsiz olduğundan ağzını açıp tek kelime edememişti. Onun yerine ben "Onu hastaneye götürelim. Sabahtan beri bu üçüncü oluyor ve o iyi değil," diyerek gözlerimle Selma'yı işaret etmiştim. Bunun üzerine hepimiz Selma'yı da alıp yan taraftaki fakülte hastanesine gittik.

Emre karısının kanını alırken bizde koridorda onları bekliyorduk. Zira kendileri sarışınının canını yakmalarını bahane edip yakışıklı intörnün karısının kanını almasına izin vermemişti. Selma'nın kanı alındıktan sonra sedyeye yatırdık. Halsizlikten baygın düşmüş saniyesinde uyuyakalmıştı. Defne ile birlikte Selma'nın yanına geçtik. Uzun saatler kan testinin çıkmasını bekledik.

İntörnlerden biri sonuçlarla yanımıza gelene kadar az daha bende sıkıntıdan fenalaşacaktım. Emre sabırsızca "Neyi varmış?" diye sordu. Bunun üzerine "Endişelenecek bir şey yok," diyerek genç çocuk sonuçlara kısaca bir göz gezdirirken Emre'nin sabırsızca yerinde gidip geldiğini fark ettim.

"Nasıl endişelenecek bir şey yok? Ver bir de ben bakayım," diyerek sonuçları bizim yaşımızdaki çocuğun elinden gözünü bile kırpmadan tuttuğu gibi çekip aldı Emre.

"Her şey gayet normal. Sadece beta HCG normalden baya yüksek."

Emre'nin konuşmasını noktalamasıyla hepimizde ampuller daha yeni yanmıştı. Hepimiz daha yeni yeni gözlerini açan Selma'ya bakıp "Selma hamile," demiştik. Emre elinde sonuçlarla donup kalırken Selma duyduğu müjdeli haberle bitkin de olsa gülmeye başlamıştı. "Emre baba oluyorsun!" diye bağırdı Korkmaz. Bağırmasındaki amaç cici babayı kendine getirmekti.

Emre kendine gelince hastaneyi inletecek kadar yüksek sesle "Baba oluyorum!" diye bağırıp Korkmaz ile Soral'a sarılmıştı.

Korkmaz "Amca olduk Soral," derken Defne ile birlikte üç kalasın sevinç naraları atışını izliyorduk. Defne ile birlikte Selma'nın elinden tuttuk. Teyze oluyordum. Teyze...

Tatlı anne adayımız kendine geldiğinde ilk ultrason muayenesini ben yapmıştım. Bebeğin henüz daha bir aylık ve iyi olduğunu hocamızla da tasdikledikten sonra hastaneden çıkmış hep birlikte bizim eve geçmiştik. Bu güzel haberi bizimkilere de vermemiz gerekiyordu. Hepimiz koltuğa ip gibi dizilmiş Selma ile Emre'nin müjdeyi amcamla yengeme vermesini bekliyorduk.

Selma heyecandan tek kelime edemediği için çantasından çıkardığı ultrason fotoğrafını doğrudan annesine göstermeyi tercih etmişti. Yengem birden salya sümük ağlayarak daha belli bile olmayan torununa bakarken amcam olayı çok sonradan anlamıştı. Emre ise "Torun geliyor," diyerek müjdeyi asıl söyleyen kişi olmuştu.

Miniğin varlığını bu şekilde öğrendik. O günden sonra ise Selma tam bir obur oluvermişti. Kısacık okul yolunda üç tane simidi mideye indirmiş sonrasında yolda gördüğü karpuz arabasıyla bizi karpuz almaya yollamıştı. Karpuzcu hamile arkadaşım için bir dilim ayrıca kesip eline vermişti. Selma iştahla karpuzunu yerken "Sence de biraz abartmıyor musun?" diye sormaktan kendimi alamamıştım.

"Hayır bunlar az bile. Hepsi bebeğim için."

Selma karpuzundan iştahla bir ısırık daha aldığı sırada "Hem ben görürüm seni anne olunca," demeyi de ihmal etmemişti. Elinde karpuz tutan birini ciddiye alamıyordum. Özellikle de o kişi Selma olunca...

"Karpuzun bitince haber ver de çöpünü atalım," dedi Emre. Selma bir süre sonra bitirdiği bir dilim karpuzun kabuğunu atması için Emre'ye uzatırken bende çantamdaki ıslak mendillerden birini ellerini silmesi için Selma'ya uzattım. Emre arabayı kenara çekip çöpü atmış sonrasında okula gitmiştik.

Okula vardığımızda Soral'ın yanıma gelişiyle boşboğaz Selma'nın da konuşası tutmuştu. "Sen bu kıza ne zaman evlenme teklifi edeceksin? Artık evlenin de düğününüze gelelim. Bak ben anne oldum ama siz hala evlenemediniz," dedi Selma bu duruma ne kadar içerlediğini sadece söyledikleriyle değil mimikleriyle de belli ederek.

Soral Selma'ya gülerken "Var bizimde planlarımız sen merak etme. Hem düğünde şahidimizde sen olursun," demişti. Verdiği sözün ne kadar tehlikeli sonuçları olabileceğinin farkında değildi tabii. Selma onun sözleriyle küçük bir çocuk gibi ellerini çırparken bense umutsuzca onu izlemekle yetinmiştim. Derse girdiğimizde ise bana bu sahnenin yalnız yaşanmasını diletecek birtakım olaylar olmuştu. Neler olmadı neler...

Her şey sınıftaki sevimsiz Ceyda'nın "Hocam, Selma koca kız olmasına rağmen hala ilkokulda kalmış. Resmen derste yemek yiyor," demesiyle başlamıştı. Çenen çekilsin Ceyda!

Yan sıradan gelen şikayet üzerine hoca Selma'ya baktı. "Selma bu doğru mu?" diye sorduğunda bizim geri zekalı kızımız ne yapsa beğenirsiniz? Elinde emip durduğu yarım limonu yüzsüzce havaya kaldırmıştı. Bunun üzerine olaya bizzat müdahale etmem de farz olmuştu. Yerimden kalkıp hocaya Selma'nın hamile olduğunu ve onu mazur görmesini rica ettiğimi söyleyip yerime geri geçtim.

Şükürler olsun ki hoca insaflı çıktı. Derse kaldığı yerden devam ederken Selma bu sefer rahat durmayıp yan sıradaki kıza "Geberteceğim seni," diye dişlerinin arasından tısladı. Bunun üzerine ders arasında kız bizim burnumuzun dibinde bitti tabii.

Kız kendini yırtıp olay çıkarmaya başlayınca da Selma bütün ders emip derman bırakmadığı limondan kalan kabuğu hışımla kızın kafasına fırlattı. Olay bununla da kalsa iyi. Ceyda ile Selma birbirleriyle alevli bir laf dalaşına girince "Selma çabuk şu geri zekalıdan özür dile yoksa elimden bir kaza çıkacak," diyerek Selma'yı bu saçmalığa bir son vermeye davet ettim etmesine de olay kolay kolay kapanacağa benzemiyordu.

Selma'nın ve Ceyda'nın birbirlerine söyledikleri sözler ortalığı daha da kızıştırıyordu. Ceyda bir anda Selma'nın saçına yapıştı ve bu yaptığı benim için bardağı taşıran son nokta oldu. Kimse benim arkadaşıma elini kaldırmazdı. Üstelik arkadaşım hamileyse...

Ceyda'nın elini tutup Selma'nın saçlarını kurtardım. Sonra kendime engel olamayarak kolunu çevirdim. Ceyda ortalığı birbirine katarken ateş saçan gözlerimi onunkilere dikmiştim. Bu da yetmeyince bu sefer saçlara yapışan taraf ben olmuştum. Tam kızı yolarken bir el belimi kavrayıp beni oradan uzaklaştırdı. Soral beni sırtına alıp koridora çıkardığında "Daha işim bitmedi!" diye cırlamıştım. Koridordaki herkes dönüp bize bakmaya başladı.

Soral beni güvenli bölgeye çekince yere indirip gözlerime baktı. "Önce sakin ol. Kızı yoldun yolacağın kadar," dedi Soral beni sakinleştirmeye çalışırken.

"O kaşındı."

Mızıkçılık yapan çocuk misali kollarımı göğsümün altında bağlamış surat asmaya başlamıştım. "Küstün mü?" diye sordu Soral. Bunun üzerine yarım bir ağızla "Küstüm," diye mırıldandım. Soral gülerek bana arkadan sarıldı. Gönlümü alması çok da uzun sürmedi. Tabii benim mezun olacağım sene okkalı bir ceza almam da...

Selma için aldığım cezalar yetmezmiş gibi birde üstüne üç ay kahrını çekmiştim. Selma Hanımın hamilelik kaprisleri artık canıma tak etmişti. Bununla da kalmayıp durmadan aşeriyor ağzı bir an bile boş kalmayacak şekilde tıkınıyordu. Sadece tek bir öğünde dünya kadar yemeği midesine indiriyordu.

Akşam vakti sırf Selma'nın yemekle birlikte beynimizi de yememesi için onların evinde film gecesi yapma teklifini geri çevirmemiştik. Hepimiz tam filme konsantre olurken Selma bir şey isteyip tabiri caizse filmin içine ediyordu. Anlaşılan hormonları hamilelere göre bile fazla çalışıyordu.

"Emre şu kadının kazağını görüyor musun?" diye sordu Selma.

"Evet."

Emre kafasına yediği şaplakla inlerken Selma tüm çirkefliğiyle "Kadına bakma kazağa bak!" diye cırladı. Çocuğu iki dakikada hayattan soğutmayı başarmıştı.

"Kırmızı yeşil giyinmiş. Ay canım karpuz çekti."

Selma'nın böyle giderse bebek yerine karpuz doğuracağı şeklinde içimde ciddi şüphelerim vardı. Emre bütün gün mutfakta meyvelerle oyalanmak durumunda kaldığından onun yerine mutfağa ben geçmiştim. Onlarca çeşit meyveden karpuzu bulup bir kaba doğradım. Daha sonra salona geri gidip karpuzla dolu kabı Selma'ya uzattım. Kendileri karpuzuna kavuşunca hafiften çıkmış olan karnına tabağını dayamış iştahla tıkınmaya başlamıştı.

Koca bir kap dolusu karpuzu midesine indirdikten sonra boş kabı yanı başındaki sehpanın üzerine bıraktı. daha sonra şişkin karnını okşamaya başladı. Bu arada Selma'nın bir kızı olacak ve umarım huyu annesine benzemez.

"Ay gördünüz değil mi? Öldürdü kadını cani adam!"

Selma'nın saniye başı filmi bölmesi sadece beni değil Korkmaz'ı da çıldırtıyordu. Sabır çekerek Defne'ye bir şeyler fısıldıyordu. Tam bu esnada ağlama krizlerine giren Selma ile birlikte hepimiz şok olmuş bir şekilde ona bakmak durumunda kalmıştık. Ağlaması çok da uzun sürmedi. Bunun sebebi yeniden aşermiş olmasıydı.

"Ay Emre!" diye ciyakladı. Hepimiz acaba yine ne isteyecek diye tetikte bekliyorduk.

"Kana bak! Ay! Canım çilek çekti! Böyle kıpkırmızı!"

İçimden sabır çekip tekrardan yeni meskenim olan Selma'nın mutfağına etkileyici bir giriş yaptım. Poşetlerden birinde çilek olmalı diye geçirdim içimden ama o kadar poşetin birinde bile çilek yoktu. Muhtemelen kalan son çileği de dün yemişti. Derin bir iç çekerek içeri geçtim. Selma'ya acı gerçeği pat diye söyleyiverdim.

"Evde hiç çilek kalmamış."

Selma hışımla yattığı yerden oturur pozisyona geçerken yüzünde dehşet ifadesi vardı. "Ne demek yok! Alsanıza ya! Aşeriyorum diyorum! Bebeğimin yüzünde çilek lekeleri mi olsun?" diyerek ajitasyonuna daha doğmamış kızını da katmıştı.

"Selma sakin ol hayatım," dedi Emre. Bir yandan gülümseyerek Selma'yı yumuşatmaya çalışıyordu. Tabii bu çabasının pek de bir yararı olmamıştı. Selma'nın suratı beş karıştı.

"Melisa yavrum sen üzülme annem. Bunlar madem bize çilek almıyor. Biz de gider kendimiz alırız," derken karnını okşamayı da ihmal etmemişti.

Tam o esnada "Tamam tamam ben alırım," dedi Soral ayağa kalkarken. Bunun üzerine Selma sevinçle "Melisa, kızım görüyorsun dimi? Seni bir tek bu Soral amcan seviyor," dedi. Sözleriyle müstakbel baba adayıyla ikinci amcaya laf soktuğunu anlamak zor olmadı. Selma'ya bıktım senden bakışları atıp Soral'ı tek başına bırakmak istemediğimden onunla beraber gecenin kör vaktinde çilek almaya dışarı çıktık. Gerçi bu saatte açık manav nereden bulacaksak.

Soral ile beraber sokağın başındaki manava gittik. Tabii ki de kapalıydı. Bu saatte manav ne arasın? Kapalı manavın tentesinin içinden bana bakan çilekleri görünce Selma'nın çenesiyle uğraşmaktansa biraz alır parasını da bırakırım diye düşündüm. Bu düşüncemi faaliyete geçirmek için uzanıp bir avuç aldım. Yanına da yüz lira bırakıp görevimi başarıyla tamamladığımı düşünürken elimi çekmemle alarm ötmeye başladı.

Gece gece tüm mahalleyi ayağa kaldırmamız yetmezmiş gibi korku dolu gözlerle Soral'a baktım. "Şimdi ne yapacağız?" diye sordum panikle. Soral ise her ne kadar ileri görüşlü olsa da sırf benim için "Korkma sakin ol," diyivermişti. Tabii söylemesi kolay! Sakin olduk da ne oldu? Tabii ki nezarethanelere düştük! Daha şimdiden doğmamış yeğenim Melisa için mapuslara düşmüştüm.

"Soral," dedim dudak bükerek. Hemen yan tarafımdaki parmaklıkların arasındaki Soral'a baktım. Parlak mavi gözleri gözlerimdeydi. Halimize gülmemek için kendini çok zor tutuyordu. Parmaklıkların arasından elimi tutup gülümsedi.

"Merak etme kurtulacağız buradan," dediğinde elimi tutup üzerine küçük bir öpücük kondurdu. Öpücüğün etkisiyle saniyeler içinde eriyip buhar oldum. Ama tabii bu romantik anımız da kısa sürdü. Nezarethanenin kapısından içeriye yanında polis ile beraber babam girmiş. Son senemde de belaya bir kez daha bulamış oldum.

"Kızım."

"Baba," dedim sesimin ağlamaklı çıkmasına özen göstererek.

"Merak etmeyin. Çıkıyorsunuz. Manavın sahibiyle konuştum. Hatta manavı satın aldım."

Babamın sözleriyle olayı daha da dramatize ederek "Aslan babam," diye şakımayı da ihmal etmedim tabii. Polisin bizi nezarethaneden çıkarmasıyla babama sarıldım. Sarıldım sarılmasına ama bu işin cezasını da ayrıca evde çekeceğimin farkındaydım. İşlemleri hallettikten sonra babam ve Soral ile beraber karakoldan çıktık.

Babamın arabada bana gönderdiği tehditkar imalara Soral'ın yanımda olmasından dolayı sırıtmakla yetindim. O bizi şoför ile Selmaların evinin önüne bıraktıktan sonra eve geri döndü. Soral ile beraber kısa günün karı olan kucağımızda çileklerle Selma'nın dairesinin ziline bastık.

"Neredeydiniz siz? Benim yavrum çilek istiyor!" diye cırlayarak kapıyı açan kişi Selma'ydı. Onca olayın üzerine böyle karşılanmayı hak etmemiştik. Sırf hamile diye sesimi çıkarmamıştım. İçeri girer girmez bin belaya bulaşmamıza sebep olan çilekleri mutfakta yıkayıp bir kaba koydum. Daha sonra beynimi götüren Selma'ya çilek dolu kaseyi verip tekrar koltukta Soral'ın yanına oturdum. Başımı omzuna yaslamış kolumu onun kolunda dolamıştım.

Selma çilekleri iştahla mideye indirirken "Çilek çok güzel," diye iç çekmişti. Halinden gayet memnun görünen Selma'ya baktım ve kendimi daha fazla tutamayarak gülmeye başladım. O çilekler için ne işlere bulaştığımızı bir öğrense...

Sanki iç sesimi duymuş gibi Soral birden "Bu arada biz nezarethaneden geliyoruz," diyivermişti. Bu söylediğiyle Korkmaz az daha içtiği çayla hakka doğru gidiyordu. Defne panikle Korkmaz'ın sırtına vurdu. Son dakika bir yudum suyla kendine gelen Korkmaz şok olmuş bir şekilde "Hadi be!" diye bağırdı. Herkes filmin son dakikasını izlemeyi bırakmış bize bakıyordu.

Olayları kısaca anlattım. Bizimkiler kahkahalarla bu olanlara gülmeye başlamıştı. En sonunda derin bir iç çekip "Babam kurtardı bizi. Hatta manavı satın aldı Selma için. Manavın bundan sonraki adı Melisa," diyerek de olanları anlatmış oldum. Selma sevinçten kıkırdarken bile çilek yemeye devam ediyordu.

"Canım amcam ya! Nasıl da düşünceli!"

Selma kasesinde kalan son çileği de mideye indirdikten sonra "Sanırım doydum," diye mırıldandı. Boş kasesini kenara koymuş mutlulukla karnını ovuyordu. Bende en sonunda dayanamayıp "Sonunda Selma," diyiverdim. Hatta "Bir beni yemediğin kaldı," diye de ekledim. Eklemez olaydım. Selma bana çirkef bakışlar atarak "Sen benim lokmalarımı mı sayıyorsun?" diye bağırdı.

Sesi beynimi kanatan tiz bir çatal cızırtısına benziyordu. Yüzümü buruşturdum ve içimden "Şunları söyleyen dilimi eşek arıları soksaydı," diye geçirmekten kendimi alamadım. Bir dakika içinde anamdan emdiğin sütü burnumdan getirmişti.

"Şaka yaptım!" dedim en sonunda.

"Şaka olsa iyi olur!"

Selma'nın ciyaklamaları şükürler olsun ki hamilelik sayesinde son buldu. Göz kapakları ağırlaşmaya başladı. Artık direnemeyecek ve dolayısıyla da cıngar çıkaramayacağı bir noktadaydı. Yavaş yavaş kendisini ele geçiren miskinliğe teslim oluyordu. Başını usulca kocasının dizlerine yasladığında hepimiz onu izliyorduk. En sonunda Selma daha fazla dayanamayıp Emre'nin kucağında uyuyakalınca hepimiz derin bir oh çektik.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top