17. Bölüm: Defne ile Korkmaz

(3. Yıl...)

Tıp fakültesinde üçüncü yılımıza girmiştik. Eğitim hayatımız tam tıkırında devam ediyordu. Doktorluğa adım attığım yolun yarısı bitmişti bile. Aşk hayatımda da sorun yoktu. Soral'ın benim ruh eşim olduğundan emindim. Onunla çok güzel geçen bir yılı daha geride bırakmıştım. Her şey gayet güzel gidiyordu. Fakat Defne ile Korkmaz için ne yazık ki aynı şeyleri söyleyemeyeceğim.

Akşam saatleriydi. Kızlara Soral ile buluşacağımı bahane edip dedikodu saatimizi ekmiş onun yerine Korkmaz ile okulun yakınlarındaki kafede buluşmuştum. Korkmaz beni kafeye çağırdığından bu yana tek kelime etmemişti. Karşımda bir şeyler söylemek için kıvranıyordu. Onu daha önce hiç bu kadar gergin görmemiştim. En sonunda bu durağanlığı bozmak için hamlede bulunmuştum.

"Korkmaz beni buraya çağırdığına göre bana bir şey söylemek istiyorsun. Bu çok belli. Hadi söyle," dedim onu cesaretlendirmek için. Korkmaz söylediklerimle sıkıntılı bir nefes vermişti.

"Başak ben ne yapmam gerektiğini bilmiyorum," dedi Korkmaz birden. Yüzündeki sıkıntılı ifadeyi artık saklamaya gerek duymuyordu. Korkuyordu. Bu durumda onu geriyordu. Çenesini sıkmıştı.

"Onu kaybetmek istemiyorum. Ama bunun için ona ne söylemem gerektiğini de bilmiyorum."

"Konu Defne öyle değil mi?" dedim sıkıntılı bir nefes verdiğim sırada. Beni başıyla tasdikledi ve önündeki bitki çayından bir yudum aldı. Ona bu çayı zorla ben söyletmiştim. Onu gergin geçen bir sohbetin sinirini alıp rahatlaması için bitki çayı içmeye de tabii ki ben ve benim meşhur katır inadım zorlamıştı. Korkmaz çaydan bir yudum alıp yüzünü buruşturdu. Benden şimdiden nefret ettiğini yüzündeki ifadeden görebiliyordum.

"Bak Korkmaz. Seninle açık konuşacağım," dedim kollarımı masaya dayayıp doğrudan onun gözlerinin içine baktığım sırada. Bu konu ikisini de etkiliyordu ve ben her şeyi söylemek zorundaydım.

"Bildiğin üzere yemekhane bir aya bitecek," dedim ve acı gerçeği bir avazda kurtulmak için bülbül gibi şakımaya başladım.

"Defne tekrar İtalya'ya dönmeden önce ona hislerinden bahset. Selma'nın kınası bu hafta ve zaten iki hafta sonra da düğünü var. Bu yüzden fazla zamanın kalmadı."

Yüzüme sağ ol Başak beni çok rahatlattın der gibi bakıyordu. Gerginlikten dudaklarımı kemiriyordum ki Korkmaz'ın hali benden de beterdi. Ama buna rağmen felaket tellallığımı konuşturmuştum. "Defne, Selma için kalır demeyi çok isterdim. Ama hem kına hem de düğün bu vakit içerisinde olacağı için yemekhanedeki görevi biter bitmez tası tarağı toplayıp gider," dediğimde onu tokatlamış olsaydım daha az canını yakardım.

"Elini çabuk tut ve ona onu sevdiğini söyle. Hem merak etme. Kaçık da olsa Defne seni dinler. Ayrıca benden duymuş olma onunda sende gönlü var."

Dediklerimi dikkatlice dinleyen Korkmaz başıyla beni tasdiklerken "Tamam onunla konuşacağım," demişti. Birlikte bir süre başka konular hakkında sohbet ettikten sonra gözlerim saate kaydı. Bu sefer Selma beni kesin öldürecekti. "Benim acilen eve gitmem lazım. Bir kız gecesini ektim ve bunun cezası idama kadar gidiyor," dedim çantamı omzuma takarken.

Korkmaz bu söylediğimle kendini tutamayarak gülmeye başlamıştı. "Geldiğin için teşekkürler," dedi ve birlikte kafeden çıktık. Korkmaz beni evin önünde bırakmıştı. Arabayı Allah'tan kimse görmemiş böylece bu işten de ucuz yırtmıştım. Anahtarımla kapıyı açıp usulca merdivenlerden çıkmaya başladım.

Şanslıysam kız gecesine yetişebilirdim. Aksi bir durumun sonuçlarını düşünmek dahi istemiyordum. Muhtemelen Selma benim için özel olarak Testere filmi setini eve taşırdı ki bu bile yutkunmama yetmişti. Eve girdim ve topuklarımı vura vura merdivenleri çıktıktan hemen sonra kendimi odama attım. Odama girdiğimde bizim sarışın kardeşlerin çoktan pijamalarını giymiş yatağın üzerinde dedikodu ortamını oluşturmuş olduğunu gördüm.

Selma pembe ayılı pijamalarını giymişti. Bunun anlamı bu seferki kız gecesinin fena geçeceğiydi. "Bensiz pijama partisine nasıl başlarsınız?" dedim abartılı bir tepkiyle. Selma kıkırdamıştı. "Pijamalarını giy çabuk. Büyük dedikodu var," dedi Selma. Anlaşılan dedikodunun öznesi Defne'ydi. Yüz ifadesine bakılırsa birazdan Selma'ya fena dalacaktı.

Sırf bu anı kaçırmamak için bile dolaptan ilk çıkardığım pijama takımını üzerime geçirmiş bütün bir gün tokanın arasında işkence çekmiş kızıl saçlarımı azat etmiştim. Pijamaların insanı gevşettiğine dair bilimsel bir tez yazmam gerektiği kanısına vardığımda dedikodulardan geri kalmamak adına bizim ikilinin yanına oturdum. Kucağıma yumuşacık yastığı da aldığımda benden mutlusu yoktu.

"Dedikodu zamanı kızlar!" diye viyakladı Selma. Evlenene kadar her geceyi kız gecesi olarak geçireceğimize yemin etmemiz olmasaydı çoktan uykuya geçmiş olabilirdim. Bunun anlamı iki hafta boyunca sabahlayacağım ve muhtemelen bir ders uyuyakalacağımdı.

"İlk önce Defne ile başlıyoruz," dedi Selma işaret parmaklarıyla abartılı bir şekilde onu işaret ederken. Defne'nin kafasında hayali bir spot ışığı yandığını görebiliyordum. Belki de gerçekten iyi bir uykuya ihtiyacım olduğundan aklımı yitiriyordum.

Selma ile birlikte beklentiyle Defne'ye baktık. Sebebini her ne kadar anlamasam da Defne'nin yüzünde ağlamaklı bir ifade vardı. Sanki dokunduğum an su balonu gibi patlayacak ve içindeki tüm gözyaşları bizi de ıslatacakmış gibi görünüyordu. Defne yutkundu. Böyle basit ve insani bir hareketi yaparken bile acı çeker gibi bir hali vardı.

"Defne," dedim onu kendine getirmek için. Tabii bunu yaptığıma saniyesinde pişman olmuştum. Sanki uzun zamandır bu anı bekliyormuş da ben adını söyleyerek buna vesile olmuşum gibi bir anda ağlamaya başlamıştı. Hatta ağlamaktan da öte içinde ne var ne yok gözyaşları aracılığıyla dışa dökülmeye başlamıştı.

"Ne oldu kuzum sana?" dedim Defne'yi teselli etmek için sırtını sıvazlarken. Ben onu teselli etmeye çalışırken boş boğaz Selma ise duygudan yoksun olduğunu belli ederek "Ne olacak? Maşa koca ayıya aşık oldu," demiş bununla birlikte bende kucağımdaki yastıkla bir tane kafasına patlatıvermiştim. Defne ise onun bu söylediğinden sonra daha çok ağlamaya başlamıştı. Katıla katıla ağlayan birini nasıl kendine getirebileceğimi hiç bilmiyordum. Selma da bu konuda bana hiç yardımcı olmuyordu. Lanet!

"Zevzeklik yapma! Kızın halini görmüyor musun?" dedim Selma'ya susması için gözümle uyarıcı bakışlar attığım sırada. Selma kendisine gönderdiğim sinyali sonunda almış ağzına hayali bir fermuar çekip sesini kesmişti. Defne ise burnunu çekti. Uzanıp baş ucumdaki komodinin üzerinden aldığım mendil kutusunu ona uzattım.

Yatağımın yanındaki komodinin üzerinde neden mendil kutusu olduğunu anlamamıştım. "Neden koca bir mendil kutum var?" diye sordum en sonunda dayanamayarak. Selma ise "Sen gelmeden önce tam üç kere ağlama atağı geçirdiği için böyle bir tedbir almak zorunda kaldım," dedi. Bunu o kadar rahat söylemişti ki bir an ruhsuz bir vampirle kuzen olduğumu falan düşünmüştüm.

"Ben ne yapacağımı bilmiyorum. Bir ay sonra dönüyorum."

Defne şükürler olsun ki ağlamayı kesip anlatma safhasına geçebilmişti. "Neyi ne yapacaksın?" diye sordu Selma. Aklımdan geçeni onun dile getirmiş olması işime bile gelmişti. İkimizde beklentiyle Defne'ye baktık. Defne derin bir iç çekti. "Kızlar ben daha önce hiç böyle hissetmemiştim. "Ben galiba," dediğinde gerisini getirememişti.

"Sen galiba ne?"

Selma pür dikkat dedikodusunu beklerken sabırsızlandığını ve artık konuşması gerektiğini böyle dile getirmişti. Defne ise bir çırpıda "Aşık oldum!" diye haykırdı. Selma ile birlikte ilk başta dumura uğrasak da sonrasında sevinçten çığlık atmıştık. Açıkçası uzun zamandır Defne'den bir itiraf beklesek de bize tek kelime etmemiş en sonunda da bunu bağırarak dile getirmişti.

"Yerinizde olsam çok fazla sevinmezdim."

Onun bu sözüyle birlikte dut yemiş bülbüle dönmemiz çok sürmedi. "Ben düğünün akşamına uçak biletimi aldım. Bu iş olmayacak. Gideceğim ve giderken de arkamda bir enkaz bırakmak istemiyorum. Ona boş bir ümit veremem," dediğinde ne diyeceğimi bilememiştim. Defne tekrar ağlamaya başlamıştı. Medet beklercesine Selma'ya baktım. Kafasının içinden ne geçiyor, yine ne düşünüyordu da şu an sessiz kalabildiğini merak ediyordum.

"Bak. Gitmeye kararlı mısın? Kesin dönüş yapabilirsin."

"Gitmeliyim. Oradaki düzenimi bırakamam."

"Gitmeyebilirsin. Hem ben seni tanıyorsam sende geri dönmek istemiyorsun."

Defne ümitsizce ağlarken tek yapabildiğim iç çekmek olmuştu. O gece konudan konuya atlayarak Defne'nin neşesini yerine getirmeye çalışmaktan yorulmuş en sonunda üçümüzde benim yatağımda sızıp kalmıştık. Ertesi gün kızlarla beraber kına gecesi için Selma'nın mağazadan ayırttığı kaftanı almaya gittik.

Selma mutluluktan uçarken Defne ise ölü gibiydi. Ağlamaktan gözleri balon gibi şişmişti. Morali desen yerlerdeydi. Psikolojisi desem o zaten hiçbir zaman yerinde olmamıştı. Onun için elimden gelen her şeyi yapmaya hazırdım. Fakat o bana bir çıkar yol vermiyordu. Üstelik tek çıkışın da kapısını kendisi kapatırken maalesef elimden hiçbir şey gelmiyordu.

"İşte kınada giyeceğim kaftan bu," dedi Selma. İşaret ettiği pembe ve taşlı kaftana baktım. Oldukça şeker bir şeydi. Selma paketlenen kaftanın poşetini aldığında bu seferde seçtiği gelinlik modelinin son provasını yapmak üzere gelinlikçiye doğru yola koyulduk. Selma gelinlikçideki kadınla ayırttırdığı gelinlik hakkında konuşurken bende fırsattan istifade Defne'yi bir köşeye çekmiştim. Ayarı ya şimdi verecektim ya da hiç!

"Defne," dedim uyarıcı bir tonda. Eğer şimdi ciddiyetimi görmezse sonrasında ikna olması imkansız bir boyuta ulaşırdı.

"Korkmaz ile konuşman gerekiyor. İkinizde ölü gibisiniz ve bu işe bir an önce bir son vermek zorundasınız. Mekan bakmaya gittiğimizde bir fırsatını bulup onunla bu konuyu konuşacaksın. Burada kalacaksın. Seni orada tutan bir şey yok. Ama seni burada tutan biri var ve onun için bir fedakarlık yapman gerek."

"Bilmiyorum," dedi Defne gelinlik mağazasındaki koltuklardan birine çökmeden hemen önce. Defne kuş misali koltuğuna tünediğinde tam da evde kalmış kız kuruları gibi ağlayarak etraftaki gelinlikleri inceliyordu. Bense gördüğüm her gelinlikle deniz gözlümü anımsıyordum. Acaba günün birinde bende Soral ile bu yola girebilecek miyim diye düşünmeden edemedim.

Tam o sırada "Nasılım?" diyerek kabinden çıktı Selma. Gözlerim onun gelinliğine takılı kalmıştı. Uzun tül eteğinin kesimi onu prenses gibi göstermişti. Deniz kabuğunu anımsatan göğüs detayı ve omuzlarındaki fırfır detayıyla mükemmel görünüyordu. Ona gözlerim dolu dolu baktığım sırada gelinlikçiye sözleştiğimiz üzere yengem girmişti.

Yengem ile beraber Defne'nin yanına çömdüğümüzde Selma karşımızda durmuş gelinliğini göstermek için kendi etrafında iki tur dönmüştü. Yengem kendini tutamayarak ağlamaya başlamıştı. Bir yanımda salya sümük ağlayan Defne'nin üzerine diğer yanımda yengemin ağlamaya başlamasıyla acil durum mendilinden birer tane ellerine tutuşturuvermiştim.

"Büyüleyici görünüyorsun," dedim mendilleri verme işini bir kenara bırakıp gelinimize bakarken. Selma yanıma gelip heyecanla bana sarıldı. Aşırı duygu yoğunluğundan her an bende kendimi yırtmak suretiyle ağlamaya başlayabilirdim. Defne ise benim yerime bunu layığıyla yerine getiriyordu.

Kendini en sonunda dışarı atmıştı. Yengem ise "Bu kıza ne oldu birden?" diye sormuştu. Bu soruyu sormakta haklıydı. Otuz iki diş sırıtıp "Kardeşi evleniyor diye duygusallaştı," diye bir yalan atıverdim. Boş atmakta bu oluyordu. Yengem anlayışla başını sallamış Selma ise gelinliği çıkarmak üzere kabine girmişti.

Gelinlik işini de hallettikten sonra yengemle yolları ayırmış ekibin bizi almasıyla önceden internetten baktığımız bir iki mekanın sahipleriyle konuşmak üzere yola koyulmuştuk. "Kızlar burası nasıl?" diye sordu Emre. Gösterdiği mekanı incelerken Selma gayet halinden memnun görünüyordu.

"Burayı beğendim. Kına için de düğün içinde uygun," dedi Selma gülümseyerek. Sıra burayı kiralamaya gelmişti. Mekanın sahibiyle gerekli organizasyonu ayarlamak için tam konuşmaya gidiyorduk ki yerden hızla geçen şey ile kızlarla çığlığı basmıştık.

"Fare!"

Şimdiden gördüğüm şeyle vücudumun kaşındığını hissediyordum. Masaya çıktığımda Selma ile Defne de benimle beraberdi. Üç koca kız masanın tepesinde yerde gezinen küçük tüylü şeye korkuyla bakıyorduk. Üçümüz ağlamak üzereydik ve bu da yetmezmiş gibi senkronize bir şekilde çığlık atıyorduk. Tabii sözde sevgililerimiz olacak üç kalas durmuş bize bakıp bakıp kahkahalarla gülüyordu.

"Emre! Allah cezanı vermesin Emre!" diye ortalığı inleten tabii ki de Selma'ydı. Selma sinir krizi geçirirken Emre hala gülüyordu. Bende hızımı alamayıp en sonunda patladım.

"Soral! Sen gülmeye devam et! Bundan bir kurtulayım ben sana göstereceğim ama gülmek neymiş!"

Ayı diye dalga konusu olan Korkmaz bile gülmeyi kesip Maşasını kucaklayıp mekanı terk etmişti. Tabii ben fareyi gördükçe kriz geçirmeye devam ediyordum. "Soral fare var diyorum!" diye yaygarayı koparınca sonunda beni kucaklamıştı. Tabii hala gülüyordu. Gülerken "Sana köpek yerine fare mi alsaydım acaba?" diye sorması da ayrı bir sinirimi bozmuştu.

Kendimi daha fazla tutamayarak bu soruyu sorduğuna saniyesinde pişman olmasını sağlayarak omzuna bir tane geçirmiştim. Soral yüzünü buruştururken "Çok pisliksin ya. Çıkar beni buradan," dedim. Soral beni mekandan çıkardı. Kucağından indiğimde hepimiz ümitsizce gerisinin geri arabaya doluştuk.

Sıradaki mekanında fiyaskoyla sonuçlanmamasını umarak diğer mekana geçtik. Burası bir öncekinden daha büyük ve daha güzeldi. Her yerde renkli çiçekler vardı. Pembe gelin tahtını gören Selma çoktan mest olmuştu. "Burası olsun!" dedi heyecanla. Bunun üzerine mekan sahibiyle sıkı bir pazarlık yapıp mekanı tuttuk.

Yorucu geçen bir günün ardından yakınlardaki bir çay bahçesinde mola vermeye karar verdik. Soral, Emre, Selma ve ben bir masaya geçerken Defne ile Korkmaz ise bir şeyler konuşmak üzere gözlerden uzaktaki bir başka masaya geçmişti.

(Defne'den...)

Korkmaz ile özel bir konu hakkında konuşmak istediğimizden herkesten uzakta boş bir masaya geçtik. İkimizde ruhu çekilmiş gibi görünüyorduk. Çökmüştük. Özellikle dün geceden beridir kendimi gerçek bir yıkık gibi hissediyordum. Yutkundum. Korkmaz ise "Seninle önemli bir konu hakkında konuşmak istiyorum Defne," demişti.

Konunun ne olduğunu aslında ikimizde biliyorduk. Şişmekten bavul gibi olmuş gözlerimi ona diktim ki bu sandığımdan daha zor olmuştu. Korkmaz gücünü toplamak adına derin bir nefes aldı. Ardından "Bana ne tepki vereceğini hiç bilmiyorum. Ama ben artık bunu söylemek zorundayım," demişti.

Onu daha önce hiç bu kadar gergin ve endişeli görmemiştim. Karşımdaki sandalyeden bir anda kalkmış yanımdaki sandalyeye geçmişti. Benim sandalyemi tutup kendine çevirdi. Sonrasında "Ben seni seviyorum," diyiverdi.

Gözlerine bakakaldığım sırada sözlerine kaldığı yerden devam etti. "Ben seni seviyorum Defne. Hatta sevmekten de öte ben sana aşık oldum," dediğinde yüzünde tatlı bir gülümseme belirmişti.

"Bütün bir yaz seni düşündüm," dedi Korkmaz. Gözlerime bakarken sanki hep birlikte tatile gittiğimizde günbatımını izlediğimiz denize bakıyormuş gibi bakıyordu. Öylesine derin ve sıcaktı bakışları.

"Rüyalarımda seni gördüm. Hatta bazı geceler uyuyamadım gelip pencerenin önünden seni izledim," dediğinde sanki onun için itiraf etmesi zor bir şeyi söylüyormuş gibi bir hali vardı. Yüzündeki gülümsemeye takıldı gözlerim. Etkileyiciydi. Hatta bunu sırf başıma kakmaması için ona söylemek istemesemde onu oldukça yakışıklı buluyordum. En çok da dışarıdan bakınca sert görünen ama yanımdayken bir çocuk kadar uysal oluşunu seviyordum.

"En çokta sana aldığım ayıya sarılıp uyuduğun zamanı anımsıyorum. Seni öyle görünce içimde beliren mutluluğu tarif bile edemem Defne. Ben seni işte bu kadar çok seviyorum."

O kadar ağlamama rağmen dolu gözlerle ona bakıyordum. Bu anı çok düşünmüştüm. Birçoğunda Korkmaz'ın öküz öküz evimi basıp beni çıldırttığı bir ilanı aşk hayali vardı. Ama şimdi durum bundan oldukça uzaktı. O da beni seviyordu. İkimizde birbirimizi seviyorduk. Hislerimiz adı aşk olmuştu.

"Bende sana aşığım," dedim yanağımdan süzülen bir damla yaşla. Korkmaz'ın yüzündeki gülümsemenin yerini keyifli bir kıkırtı almıştı. Ellerimi avuçlarının arasına aldı. Alnını alnıma dayadı ve huzurla soluklandı. Gözlerimi kapattım. Elimin birini onun yanağına koyup gözlerimi kapattım. Sıcak teni parmaklarımın hemen altındaydı.

Bunu ona yapma dedi iç sesim. Onu ümitlendirme dedi ama ben çoktan kalbime teslim olmuştum. Uzanıp yanağına uzun bir veda busesi bıraktım. Geri çekilip gözlerine baktım ve "Bana biraz zaman ver. Çünkü ben ne yapmam gerektiğini gerçekten bilmiyorum," dedim.

"Ben biliyorum," dedi Korkmaz kendinden emin bir şekilde.

"Aşıksan fedakarlık yapman gerekir. Ben seni her zaman burada bekliyor olacağım. Senden tek isteğim bunu iyi düşünmen..."

Gözümden düşen iki damla yaşla başımı olumlu anlamda salladım. "Düşüneceğim," diye mırıldandım ve elimi yanağında gezdirdim. Kısa sakallarını okşadım. Gözlerinin büyüsüne kapıldım ve kalp atışlarımın her sesi susturuşuna şahit oldum. Usulca elimi tutup avucuma öpücük kondururken içim eriyordu. Şimdi bir karar vermek zorundayım. Ya kalbimi ardımda bırakarak gidip hayatıma kaldığı yerden devam edecektim ya da burada kalıp ona teslim olacaktım. Hangisini seçmeliyim?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top