10. Bölüm: Temizlik

Baht kelimesinin başına kara kelimesinin eklendiği gün ben doğmuşum. Bedeviler ne zaman bahtsız olarak nitelendirildiyse o gün ben adım atmaya başlamışım. Lanet kelimesini ilk kim kullanmaya başladıysa meğer ben onun soyundan geliyormuşum. Murphy kanunları resmen benim için bulunmuş. Böyle diyorum çünkü bu kadar şansız bu kadar bahtsız adeta belayı bir mıknatıs gibi kendime çekmemin başka bir açıklaması olamazdı.

Karşımda içip de kendine gelemeyen ayyaşlar gibi kahkaha atan bitirim ikiliyi parçalamama ramak kalmıştı. Sinirden gözlerim seğiriyor stresten bir yandan da dudaklarımı kemiriyordum. Tabii bununla birlikte Selma'nın sürdürdüğü şeftali pembesi ruj da yok olmaya yüz tutmuştu. Tam o sırada iyi insan lafının üzerine gelirmiş sözünün vücut bulmuş hali olan kankam Selma ve Emre çıkageldi. Tabii ikiside koşarak geldiğinden ve yüzlerinin kireç gibi olmasından da anladığım kadarıyla yine bir musibetin daha altına imzalarımızı atmış olduk.

"Orhan amcam gelmiş. Hatta yanında da Adnan Bey var. Başınız büyük dertte," dedi Selma panikle. Nedense şaşırmamıştım. Çünkü benim başımın belaya girmeden sonuçlanabileceği bir durum kesinlikle olamazdı. Mutlaka ceza almalıydım ki bu gidişle her yıl bir ceza almadan mezun olamayacaktım.

"Şimdi ne olacak?" diye sordu Emre. O da başımızı sürekli derde sokmamızdan son derece sıkılmıştı. Hayıflanarak sorduğu soruya ne cevap vereceğimi bilememiştim. Tek bildiğim Soral ile Korkmaz'ı öldürmek istediğimdi. Resmen karşımda bu durumdan zerre pişmanlık duymayan iki zır deli vardı.

"Bilmiyorum. Ama bildiğim bir tek şey var. O da babamların bizim bu sefer kesinlikle canımıza okuyacak olduğu," dedim sıkıntılı bir nefes verdiğim sırada. Sanki ortaya değil de havaya konuşmuşum gibi Korkmaz Bey omuz silkti. "En fazla ne olabilir ki?" dediğinde sinirden kolunu tuttuğum gibi ayağa kaldırdım. Daha sonra Soral'ı da oturduğu yerden kaldırıp ikisini de tuttuğum gibi okula geldiğimizden beri meskenimiz olan dekanın odasına doğru yola koyulduk. Bahçedeki ve özellikle de koridordakilerin bakışlarının altında dekanın odasına etkileyici bir giriş yaptık. Tabii buna ne kadar etkileyici denilebilirse...

Dekan biz daha kapısından içeriye girer girmez bize öldürücü bakışlar atmaya başlamıştı bile. Git gide bizden nefret ettiği belliydi. Ama yine de multi milyarder babalarımızın okula yapmış olduğu yüklü miktarda bağışa karşılık sesini çıkaramaz olmuştu. Sıkıntılı bir nefes verip dekanın ampul gibi parlayan kel kafasına diktim gözlerimi. Bunu yapmak sebepsizce rahatlamama neden olurken babamla göz göze gelmek yutkunmama ve hatta ecel terleri dökmeme neden olmuştu.

"Adnan Bey ve Orhan Bey bu sefer en ağır cezayı almaları gerektiğini düşünüyorum. Bu okula geldiklerinden beri kaçıncı olay oldu sizde biliyorsunuz. Her biri için uzaklaştırma kararı çıkarmayı talep ediyorum," dediğinde dekan hepimize işte şimdi elime düştünüz hepinizi bitireceğim bakışları atarken ben sadece sesli bir şekilde yutkunmakla yetindim. Üstelik dekanın verdiği gazla birlikte keskin bakışlarını birer ok misali bize yönelten babam cezamızın çok ağır olacağının sinyallerini veriyordu.

Dekan sinirle tekrar bize dönünce bu sefer içeri namıdiğer yılışık girdi. Tabii ağzı yüzü birbirine girmiş bir halde... Hepimizin bakışları bir anda ona dönmüştü. Özellikle de Korkmaz ile Soral'ın bakışları hiç hayra alamet değildi. Aralarında bulunduğum Korkmaz ve Soral gelen yılışığa yiyecekmiş gibi bakmaya başlayınca "Sakin olun," diyerek küçük bir uyarıda bulundum. Fısıltıyla ve özellikle de keskin bakan bakışlarımla birlikte yaptığım uyarıyı dikkate almalarını umuyordum.

Bir süre sonra biraz olsun yatışan bitirim ikili dekanın gür çıkan sesiyle tekrar bakışlarını dekana çevirdi. Dekan "Siz ikiniz!" diyerek gürlediğinde bize doğru tehditkar bir tavırla parmak sallamayı da ihmal etmemişti ki Korkmaz o parmağa baktıkça hiç iyi şeyler düşünmediğini bakışlarıyla gayet açık bir şekilde belli ediyordu. Sırf bu yüzden onu kolundan tutup kenara çektim. Gözlerini bana dikmiş sakinleşmek için derin derin nefesler almaya başlamıştı. Tam o sırada dekan odadaki herkesi şoka sokacak şeyi söyledi.

"Siz nasıl büyük elçinin oğlunu döversiniz?" diye esip gürlemeye başladığı sırada üçümüz de birbirimize baktık. Ardından bakışlarımızı sinirden domatese dönen dekana çevirdik. Hepimiz aynı anda "Büyükelçi mi?" diye sorduğunda dekanın yüzü bu sefer patlıcan moruna dönmüştü. Sinirden hop oturup hop kalkıyordu. Ama sırf babalarımızın bakışlarına maruz kaldığı için tek kelime dahi edemiyordu. Aslında sırf bunu bildiğimiz için rahattık.

"Ben şimdi ne diyeceğim büyük elçiye?" dedi bu sefer dekan. Bağırırken sesi o kadar inceliyordu ki Amerikan filmlerindeki çığlık atan kızlar gibiydi. Gülmemek için kendimi zor tutarken az daha kendi tükürüğümde boğuluyordum. Odanın kapısı aralanmış dekanın lafı biter bitmez iyi insan lafının üstüne gelirmiş sözüne tam uyan büyük elçi içeri girmişti.

Hepimizin korku dolu gözleri aniden gelen misafire çevrilmişti. Sanki odaya büyükelçi değil de korku filmlerinin olmazsa olmazı maskeli seri katil girmiş gibi bakıyorduk. Dekan ise bizim aksimize ecel terleri dökmeye ve yüzünde biraz daha zorlarsa muhtemelen çenesini çıkaracak kadar geniş bir gülümsemeyle büyükelçiye baktı.

"Başak tercüme eder misin?" dedi dekan bir yandan gergin bakışlarıyla beni yoklarken. Bunun üzerine bir adım öne çıkıp büyükelçinin dekanın gösterdiği yere oturmasını söyledim. Ama sonra büyükelçi bu halimize gülmeye başlamış hatta hepimizi şoka sokarak Türkçe konuşmaya başlamıştı.

"Biri bana olayı en başından anlatabilir mi?" diye sorduğunda herkesin şaşkın bakışları büyükelçiye çevrilmişti. Hatta dekan bile beş saniye içinde kekeme olmuştu. "Tabii ki hemen anlatıyorum," demesi bile üç saat sürmüştü. Ecel korkusu dedikleri bu olsa gerek...

"Oğlunuz James'e İtalyanca ders anlatması için Başak kızımızı görevlendirdim." Dekanın sözleri gözlerimi devirmeme yetmişti. Benim için kızım diye bahsetmesi ama okuldan atmaya yer araması birbirleriyle oldukça çelişen davranışlardı. "Tabii Başak kızımız görevini layığıyla getirmiş ama Soral ile Korkmaz oğlumuz yaşanan tatsız bir tartışma sonrası çocuğunuzu dövmüşler efendim."

Dekanın olayı yumuşatmak için harcadığı çaba gözlerimi yaşartıyordu. Utanmasa Korkmaz ile Soral'ı tutup bağrına basacaktı ki büyükelçi delici bakışlarını bize çevirmek yerine James'e çevirdi. Bu durum hepimizi şaşırtsada asıl olay ne yazık ki bu değildi.

"Benim anlamadığım asıl olay James'e Başak kızımız neden İtalyanca ders anlatıyor?" diye sorduğunda hepimiz şaşkın şaşkın büyükelçiye bakıyorduk. Dekanın bakışlarına şaşkın demek biraz hafif kalırdı.

"Ne demek istiyorsunuz?" diye sordu dekan en dayanamayarak. Bu soruyla büyükelçinin kalın kaşları bilmiş bir ifadeyle çatıldı.

"James için İtalyanca ders anlatılmasına gerek yok demek istiyorum." Büyükelçinin bu cümlesinin üzerine delici bakışlarını oğluna çevirmesiyle hepimiz olayı anlamaya çalışıyorduk.

Dekan "Nasıl yani? Oğlunuzun sadece İtalyanca bildiğini sanıyorduk," dediğinde büyükelçi başını olumsuz anlamda sallayarak kıkırdamıştı.

"Bu da nereden çıktı? James akıcı Türkçe konuşur. Üstelik yazar da," dediğinde sinir bozukluğuyla gözlerimi yumdum. Bunca zaman boşu boşuna mı bunca eziyete katlandım ben? Üstüne üstlük beni salak yerine koymasını saymıyordum bile!

Bu duruma sinir olan bir tek ben değildim. Gözlerimi açtığımda Korkmaz'ın sinirden yumruğunu sıktığını fark ettim. Eklem yerleri sıkmaktan bembeyaz olmuştu. Soral ise ayağıyla belli bir ritim tutturmuştu. İçinden sabır çektiğine emindim.

Delici bakışlarımı James'e yönlendirdiğim sırada sinirden kuduran Korkmaz olaya müdahil olmuştu. "Sayın büyükelçim," diyerek cümlesine başladığında muhattabımızın kahverengi gözleri yanı başımdaki Korkmaz'ı buldu.

"Sizin bu yılışık oğlunuz Başak'ı rahatsız ediyor. Üstelik sadece onu değil bizi de rahatsız ediyor," dediğinde susması için kaş göz işaret yapıyordum. Ama Korkmaz efendi yine kendi bildiğini okumasının yanında beni takmıyordu bile.

Korkmaz "Oğlunuza aşırı kıl oluyorum. Hem de öyle böyle değil. En sonunda dayanamadım. Dövdüm. Pişman mıyım? Asla! Yine olsa yine döverim," dediğinde babamın ve dekanın onaylamaz bakışlarıyla karşılaşmıştı.

Bense Korkmaz'ı bu söylediklerinden dolayı parçalamak istiyordum. Resmen büyükelçinin gözü önünde özür dileyeceği yerde neler söylemişti. Sinirden her an tırnaklarımı onun balon gibi şişkin koluna batırabilirdim. Bunu yapmamak için kendimi oldukça zor tutuyordum.

Sadece bununla da kalsak iyi. Söyledikleriyle cezamızı on kat katladığının farkında bile değildi. Bunun düşüncesi bile beni germeye yetmişti. Sıkıntılı bir nefes verdim. Korku dolu gözlerle dekana bakarken James hepimizi şaşırtarak konuşma cüretinde bulundu.

"Baba şimdi bunlar burada söylenecek sözler miydi? Neden sırrımı ifşa ediyorsun?" dediğinde Korkmaz daha çok sinirlenmişti. Her an James'e bodoslama dalabilirdi ki bizi şaşırtarak büyükelçi bu işe bir el atmıştı.

"Sen sus! Eşek sıpası! Az bile dövmüşler seni! Yalan söylemenin cezasını da ayrıca çekeceksin!" Büyükelçi keskin bakışlarıyla James'e ayar verirken Korkmaz bu durumdan oldukça keyif alıyordu.

Dudakları keyifle yukarıya doğru kıvrılmış gözlerindeyse zafer kazanmanın verdiği gururlu ifade belirmişti. Tabii bu ifadesinin yerini babalarımızın bize çevrilen sinsi bakışları yüzünden dehşete bırakması çok da uzun sürmemişti.

Adnan Bey otuz iki diş sırıtarak oğluna baktı. "Oğlum yaptığın şey konusunda seninle her ne kadar gurur duysamda ne yazık ki bu durum ceza alacağın gerçeğini değiştirmiyor," dediğinde büyükelçi bile bu sözlere bıyık altı gülmeye başlamıştı. Tabii bizim dışımızda Adnan Bey'in sözlerini şaka sanan sadece kendisi olduğu için böyle yapması gayet doğaldı.

Adnan Bey'in sözleriyle şok olmuş dekan öylece bakıyordu. Korkmaz kendinden emin bir şekilde gülerken bense hayretle iki deli adama bakıyordum. Kan bağının deliliği de nesillere aktardığını bu baba ile oğul sayesinde bir kez daha anlamış oldum.

"Cezanızı buldum," dedi tam o sırada babam. Korku dolu gözlerimizi bu sefer babama çevirdik. Babam gayet kendinden emin ve sinsi bir gülüşle Adnan Bey'e döndü.

"Ortak şunların suyunu çıkarmaya ne dersin?" Onun bu teklifiyle içimden isyan nidaları yükseliyordu. Kim bilir aklından bizim için ne çeşit bir işkence yöntemi geçiyordu. Gözlerim babamın üzerinde gezinirken Adnan Bey bu teklifi oldukça çok sevmişti.

"Varım derim," dediğinde olaya bu seferde büyükelçi dahil oldu. "Bende sizinleyim beyler," diyerek ortalığı iyice karıştıran büyükelçiyle birlikte sesli bir şekilde yutkunmaktan kendimi alamadım.

Şer ittifakının kurulmasıyla yüzünde sinsi bir sırıtışla ellerini ovuşturan Adnan Bey'e korku dolu gözlerle baktım. Yanı başındaki büyükelçinin yüzündeki ifade bile bununla birlikte şeytani bir hal almıştı ki babam açtı ağzını yumdu gözünü.

"Cezanız bu hafta sonu okulu baştan aşağı temizlemek." Onun bu sözleriyle dördümüz dehşete kapılmış bir şekilde babama bakıyorduk. Bu arada dördüncümüz dayak yediği halde cezadan payını alacak olan James'den başkası değildi.

Bu cezayı dekan dışındaki üç adamda beğenmişti. Onun araya girişiyle içimde küçük bir umut belirivermişti ki onun aleyhimize konuşası tutmuştu. "Bu ceza çok iyi Orhan Bey ama üstüne iyi bir disiplin cezası da alsalar çok iyi olur."

"Dekan Bey!"

Babalarımızın resmen sen karışma ikazıyla yerine oturan dekan tıp oynamaya karar verdi. Hatta ağzına hayali bir fermuar çekerek yerine geri oturması bir olmuştu. Babam, Adnan Bey ve büyükelçi sinsi bakışlarını bize çevirdi. "Karar verildi. Size şimdiden kolay gelsin gençler."

*******

Ölmüştük ama arkamızdan ağlayanımız yoktu resmen. Babalarımızın bize uygulayacağı ceza tarifesinin Çin işkencesinden farkı yoktu. Sıkıntılı bir nefes verdim. Hafta sonu olmuş muhteşem üçlü olarak ellerimizde kovalar ve bir dolu temizlik malzemesiyle okul yolunu tutmuştuk.

"Bence en üst kattan başlayalım," dedi Soral. Onun bu önerisiyle bile ağlayasım gelmişti. "Bu bütün hafta sonu sürecek!"

İsyan nidam Korkmaz öküzünü güldürürken elimdeki yer silme sopasıyla onu gebertmemek için zor duruyordum. Gerçi her an James aramıza teşrif edebileceğinden tüm hıncımı ondan çıkarmak daha cazip gelmişti.

Bu mükemmel ötesi fikrimin öznesi biz okulun kapısının önünde durduğumuzda yanımızda belirivermişti. Onunda elinde bir dizi temizlik malzemesi vardı. Korkmaz onu gördüğüne o kadar çok mutlu olmuştu ki göz bebekleri bir anlığına ortadan kaybolmuştu.

James'in de aramıza katılmasıyla dördümüz birlikte en üst kat olan üçüncü kata çıktık. Koridorda ilerleyip en sondaki sınıfa girdik. Ellerimizdeki malzemeleri yere bırakıp derin bir of çektik. Korkmaz bıkkın bir sesle "Ben toz alırken Soral süpürsün ve Başak sende yerleri sil. Bu zibidi de cam silse fena olmaz," dediğinde kısık gözlerle ona baktım.

İşbirliğini kendi çapında yapan Korkmaz'ın yanındaki silme kovasını alıp ters bir bakış attım. Ardından kovayı onun göğsüne sertçe bastırıp iterken "Emrin olur Bey'im," demeyi de ihmal etmedim.

Bu sözlerim onu güldürmüştü. Her zamanki ruh hastası yanı yine gün yüzüne çıkmıştı. Kahverengi gözleri benim mavilerimde gezinirken tek kaşımı kaldırmış kucağındaki kovayı geri almıştım.

Kovayı aldığım gibi lavaboya gittim. Kovayı musluğun altına koyup suyla doldurmaya başladım. Su ağır ağır kovaya dolarken sabırsızlıkla lavabonun kenarında parmaklarımla ritim tutuyordum.

Tam kova ağzına kadar dolduğunda musluğu kapattığım sırada aynadan birinin beni izlediği hissine kapıldım. Başımı bu hissin etkisiyle yavaşça kaldırmamla beraber arkamdan bana bakan bir çift mavi gözle yerimden sıçramam bir oldu.

"Korkuttum mu?" diye sordu Soral. Onun bu sorusuyla birlikte cevabı ne yazık ki olumlu olduğundan kıkırdamıştım. "Biraz," diye mırıldandığımda yüzüme mahçup bir ifadeyle baktı.

"Niyetim ağır kovayı sen taşımaya kalkmadan önce gelip almaktı." Onun bu açıklamasıyla birlikte kovayı alabilmesi için kenara geçtim. Soral ise yanıma gelip dolan kovayı musluğun altından aldı. Ağır kovanın sapından tuttuğu gibi yanımdan geçip giderken bense arkasından bakmakla yetinmiştim.

Bir süre sonra boşluğa daldığımdan lavabodan çıkıp üç baş belasının olduğu sınıfa girdim. Korkmaz'ın bize rastgele dağıttığı görevleri yapmaya başladık. James camları siliyordu ki Korkmaz'ın ikide bir laf sokması yüzünden her an bu işten bıkıp kendini aşağıya atabilirdi.

Deniz gözlü Soralcığım yerleri tozları süpürüyor, Korkmaz öküzü ise James'e laf sokmaktan fırsat buldukça muzip bir gülüşle birlikte beni izliyordu. Tabii bende Soral'ın hemen arkasından yerleri paspaslamakla meşguldüm.

Sıkıntıdan her an patlayabilirdim. Yer silme sopasıyla yerde tuhaf şekiller çizerken en sonunda dayanamadım. "Of bu böyle giderse günlerce sürer," diyerek sıkıntılı bir nefes verdiğim sırada Korkmaz'ın kahverengi gözleri benim maviş gözlerimi bulmuştu.

Anlaşılan mızmızlanmam Korkmaz'ı gıcık etmişti. Bunu James'in bana attığı çapkın bakışlara karşı şiddet içerikli tehditler savurmamasından anlamıştım. Tıpkı mahalleli koca karılar gibi elinde bezle ellerini beline koydu.

"Daha iyi bir fikriniz varsa dinliyoruz Başak Hanım." Onun bu sözleriyle tek kaşımı havaya kaldırıp düşünmeye devam ederken aklıma gelen parlak fikirle heyecanlanıp konuşmaya başladım.

"Buldum," dedim birden. Üç ızbandutun bakışları da bir anda beni bulmuştu. Her biri gözlerime beklentiyle bakarken "Bizimkileri çağıralım onlar bize yardım ederse işimiz daha çabuk biter," diye mırıldandım.

Bunun üzerine Korkmaz "Mantıklı ama dekan ne olacak? O aptal herif okulun kameralarını tek tek kontrol bile edebilir," demiş yüzümdeki gülümsemenin solmasına neden olmuştu ki son dakika aklıma gelen cinlikle bilmiş bir şekilde baktım.

"Olabilir. Ama dekan yardım alamazsınız diye bir şey demedi. Teknik olarak dördümüz hafta sonu okulu temizlemiş olacağız." Kafam yine zehir gibi bakışları atıp bizim tayfayı arayan Korkmaz'a baktım. Korkmaz iki kol gücünü de yanımıza çağırırken biraz olsun rahatladığımı hissediyordum.

Yaklaşık on beş dakika içinde Selma ile Emre yukarıya yanımıza geldi. Selma her zamanki bakımlı halinden ödün vermezken gözlerim bir onun bir Emre'nin üzerinde gidip geliyordu. Kafamın içinde gezinen küçük çöp çatan bu manzarayı oldukça beğenmişti ki konsantrasyonum Korkmaz öküzü ile yerle bir olmuştu.

"İkişerli gruplanıp katları bölüşelim. Selma ve Emre birinci katı alsın," demesiyle yılışık James'in yanımda bitmesi bir olmuştu. Anlaşılan yediği dayak az gelmişti.

"Benim hakkımdaki gerçeği artık bildiğine göre seninle birlikte grup olalım mı?" diye sordu sırıtarak. Gözlerimi devirdim. Bakışlarımı ona çevirdiğimde son derece atletik vücuduyla kollarını şişirmiş dişisini etkilemeye çalışan Arizona kertenkelesi gibi davranmaya başlamıştı.

Yüzünde genişçe bir gülümsemeyle bana doğru yaklaştı. Onun bu çabası ister istemez gözlerimi yaşartıyordu. Ama ne yazık ki bu işin sonunda üzülen yine kendisi olacaktı.

"Hem," dedi James. Aklına gelen fikirle kıkırdamış meraklı bakışlarım onun yüzünde gezinmeye başlamıştı. "Bu iş bittikten sonra bana ısmarladığın gibi bende sana bir şeyler ısmarlayabilirim," dediğinde duraksamıştım.

Dümdüz bana yürümeyi geçmiş motor takmışçasına uçmayı tercih etmişti. "Ben almayayım canım," dedim sırıtarak. Bu cümleden normal bir insan reddedildiğini anlarken James ve onun gibiler canım kelimesine takılabiliyordu ne yazık ki!

"Canım demek," dedi gülerek. Onun bu sırıtmasına karşılık bıkkın bir nefes vermekle yetinmiştim ki o yürek yiyerek Korkmaz'a baktı.

"Biz Başak ile bu katı temizleriz." James'in bu cümlesiyle bizim öküz birden öfkeli bir boğaya dönüşmüştü. Dudaklarından histerik bir kahkaha çıkarken araya girmem gerektiğini hissediyordum.

"Dayak yemeye doyamadın anlaşılan! Seni Başak ile tek bırakacağımı kim söyledi? Senin başında bizzat ben olacağım!" dediğinde James sesini kesmek zorunda kalmıştı.

Bu durumda geriye bir tek Soral ile ben kalmıştık. Yani bunun anlamı ikimizin grup olacağıydı. Yüzüme kocaman bir gülümseme yayılırken bu düşüncemi Korkmaz tasdikledi.

"Soral senle Başak ikinci katı hallederken biz James kardeşimle üçüncü katı alıyoruz," dediğinde James'in omzuna bir tane geçirmişti. Bu dostane tavrı gözlerimizi yaşartırken hepimiz görev yerlerimize dağılmak üzere harekete geçtik.

Yüzümde zafer kazanmış bir ifadeyle Soral ile beraber ikinci kata indik. Sevinçten ceylan gibi seke seke gittiğimi de söylemem gerek. Görende koca bir katı temizlemek yerine Soral ile yemeğe çıkıyorum sanırdı.

Soral elindeki kovayı ilk girdiğimiz sınıfın kapısının önüne bırakırken hiç vakit kaybetmeden işe koyulduk. O yerleri süpürürken bende hemen peşinden silmeye başlamıştım.

Elimde paspasla yerleri yavaş yavaş silerken Soral'ın seslenmesiyle yer silme sopasını kenara bırakmış ona doğru yürümeye yeltenmiştim ki keşke böyle bir şey yapmasaydım. Çünkü bildiğiniz üzere ben bu dünyadaki en şanssız insan olarak Guinnes Rekorlar kitabına adımı altın harflerle yazdırmış bulunmaktayım.

Adımımı tam ona doğru atmıştım ki ayağım kaymış dudaklarım küçük bir çığlık dökülmüştü. Kaygan zemine kıç üstü yapışmaktan Soral'ın son anda belimi kavrayan eliyle kurtuldum.

"İyi misin?" diye sordu dehşete kapılmış mavi gözlerini gözlerime diktiğinde. Hangisinin beni daha çok heyecanlandırdığına karar verememiştim. Belimi kavrayan sıcak parmaklarımı? Yüzümü yakan sıcak nefesi mi? Yoksa deniz mavisi gözleri mi?

Deniz mavisi gözlerine bakarken nefesimin kesildiğini hissettim. Heyecandan gümbür gümbür atan kalbim her an onun kollarında bayılabileceğimin sinyallerini veriyordu. Yutkundum. Onun balon gibi şişkin kollarından destek alarak gerisinin geri doğruldum.

"İyi misin?" diye sordu tekrar. Bunun üzerine kendime geldiğimden emin olduktan sonra gülümsedim. "İyiyim. Sen olmasan az daha yere yapışıyordum."

Bu söylediklerim onu güldürmüştü. Allahım bir insanın gülümsemesi bile mi güzel olur? Kendi kendime Soral'a yükselirken "Kendine daha çok dikkat etmelisin," diye mırıldandı.

Kıkırdadım. "Sen varken buna çok da gerek olduğunu sanmıyorum," dedim birden. Bu sözlerimle Soral'ın yüzüne sempatik bir gülümseme yayılırken ben utançtan patlıcan moruna dönmüştüm. Mahçup bir tavırla ona bakarken yüzümün aldığı şekil onu daha çok güldürmüştü.

"Sana burası bitti diyecektim. Ama sen az daha kendini sakatlıyordun." Onun böyle demesiyle yüzümü kızıl saçlarımın arasına sakladım. "Deme öyle. Çok utanıyorum," dedim kendime engel olamayarak.

Yüzümün aldığı renkle gülen Soral diğer sınıfa geçmek için kovayı yerden aldı. Bunun anlamı Başak'ın acıklı aşk hikayesinin tam da şu anda bitmiş olduğuydu. "Hadi bakalım daha çok işimiz var," dedi Soral.

Sıkıntılı bir nefes verip onunla birlikte yandaki sınıfa geçtim. Yaklaşık üç saatte katımızın işini bitirdik. Daha doğrusu biz mi katın işini bitirdik yoksa kat mı bizim işte orası tartışılırdı. Temizlik yapmaktan anamız ağlamış en sonunda Soral ile birlikte giriş kata inmiştik.

Oraya indiğimizde bir de kimleri gördük dersiniz? Gözlerim fal taşı gibi açılmış az ileride birbirlerine hayran hayran bakan ikiliye baktım. Bizim varlığımızı fark etmeleriyle gözlerini bize çeviren Emre ve Selma da en az bizim kadar şaşkındı.

Selma Hanım "Bizde kendi katımızı bitirince buraya indik," diyerek sözcükleri eveleyip gevelemeyi tercih etmişti. Ona bilmiş bir şekilde baktım. Ben çöp çatanlığı bizzat kendisinden öğrenmişken bana bu numaraları yutturamazdı.

Selma'nın açıklamasıyla evde görüşeceğiz bakışımı attım. Mahçup mahçup bana bakan Selma'nın ardından Korkmaz ile James de aramıza dahil oldu. Onların da aramıza katılmasıyla son katıda halledip arabaya geçtik. Daha doğrusu Selma Hanım beni ekip Emre'nin arabasıyla giderken geride kalanlar olarak biz de Korkmaz'ın arabasıyla gittik.

Arkada benle Soral otururken önde bana çapkın bakışlar atmaya bile hali olmayan James Bey oturuyordu. En az onun kadar yorgun olduğumdan yumuşak arabanın koltuklarında beş dakika kadar kısa bir sürede uykuya geçmem bir oldu.

*******

Uyandığımda Soral'ın omuzunda uyanmıştım. Onun karanlıkta parlayan mavi gözlerine bakıp gülümsedim. "İyi uyudun mu?" diye sordu gülümseyerek. Onu başımla onayladım. "Hem de bebekler gibi..."

O bu sözlerimle birlikte etkileyici bakışlarıyla beni yeniden etkilerken doğruldum. Arabada sadece ikimiz vardık. "Herkes nerede?" diye sordum en sonunda.

"Sen uyuyunca uyandırmak istemediler. Onlar kafede. Bende seni tek bırakmak istemedim. Bu yüzden senin yanında kalmayı tercih ettim." Onun bu sözleri kıkırdamama neden olmuştu.

O ise beni şaşırtarak kucağımdaki ellerimi avuçlarının arasına alıp gözlerime baktı. "Senin yanımda olduğum için çok mutluyum," dedi bal kadar tatlı sesiyle. İçimin eridiğini hissettim. Gecenin karanlığında sadece ikimizdik.

Kendimi dünyanın en şanslı insanı olarak hissettiğim bir anı yaşıyordum ki içimden onu ne kadar sevdiğimi bir de onun gözlerine bakarak söyledim. Seni seviyorum Soral. Seni seviyorum deniz gözlüm.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top