🎗8 ''UMUTSUZLUĞUMUN RENGİ''🎗
MULTİMEDİA: Seha Okuş - Hasretinle Yandı Gönlüm
GÜNÜMÜZ ''UMUTSUZLUĞUMUN RENGİ''
Saatler sonra İstanbul'a vardığımızda üzerimde inanılmaz bir yorgunluk, tarif bile edemeyeceğim bir şekilde umutsuzluk vardı. Bugün günlerden Cuma, kendimi toparlayıp okula dönemem için önümde koca bir kırk sekiz saatim vardı. Ama bu sefer yine her zaman olduğu gibi kolay toparlanabileceğimi sanmıyordum. Yine hayal kırıklığı ve umutsuzluk.
Ayaz'la ayrıldığımızdan beri yaşadığım iki duygu. O kadar yoğunlar ki kendim olmaktan ne zaman vazgeçtim onu da hatırlamıyorum. Kendimi eve attığımda gece yarısından bir tık öndeydi zaman, her yer zifiri karanlık. Yaklaşık beş senedir kendim den başka kimse yoktu hayatımda ne bir dost ne bir arkadaş nede bir aile. Sadece sahne ve öğrencilerim vardı, bir de Burcu terapistim. Zamanın bana karşı oynadığı oyunu onun ve verdiği ilaçlar sayesinde azda olsa atlatmıştım. Her gün, her Allah'ın günü en az üç saat olmak kaydıyla giderdim yanına. Başlarda yedirememiştim kendime. Ben bu hale nasıl geldim? Sorusunu kaç kez sordum Burcu'ya ya da kendime bilmiyorum. Burcu'nun yardımından sonra bana tek iyi gelen şeyin yazmak olduğunun farkına varınca yazmayı ilerlettim ve bir kitap yazmaya başladım. Ne kadar iyi olduğunun önemi yoktu benim için, ben yazıyordum ve yazdıkça rahatlıyordum. Kim bilir belki bir gün raflarda yerini alır.
Elime kâğıt kalem aldığımda, yazmaya başladığım andan itibaren harfler benim için şekil alıyordu sanki benim için dans ediyorlardı ve ne hissediyorsam onu yazmamı sağlıyorlardı. İlk andan bu zamana ne varsa döküyordum içimi, nasıl tanıştım, neler yaşadım. Kuru bir çınar gibi nasıl sallandığımı anlattım, köklerim sağlam değildi sıkıca tutunamadım zamana, hayata. Umutsuzluğa esir düştüm.
Yazdığım her bir satırda yeniden yaşadım geçmişimi. Peki şimdi.
Neredesin sevgili? Neden yoktun Ankara'da? Kiminlesin? Bensiz nesin? Ben buralarda sensiz ölüm kokuyorken? Sen hangi papatya bahçesinde yeşeriyorsun. Burcu'nun yurt dışında olması beni daha çok kötü yapıyordu. Sanki bana iyi gelen onun muhabbeti ya da merhametiydi. Ve bunun karşılığında ona tonlarca para veriyordum, garip değil mi?
Hiçbir insan, bir insanla dertleşmek için tonlarca para öder mi? Neden bu kadar yalnızdım ben? Hem yüreğim hem de dostluğum geçmişimde kalmış tırmalıyordu beni, vücudum kan revan kırık aynalara bakıp, ''Sen bunu hak ettin Alen'' diyebilmesine rağmen rahatlamıyordu benliğim.
Bir aşk, hayatında en önemli olan iki kişiyi birden kaybetmene nasıl sebep olabilir ki? Aşkla hep kayıp mı verilir yani?
Yüreğime batıyor sevgililer, evliler, çiftler.
Bana inat her yerde karşımdalar.
Bilmediğim başka bir ceza boyutu mu bu?
Sevmiyorum hafta sonlarını, okul olmadığı zamanlarda kendimi dinlemek yoruyordu beni. Beynimi kemiren onca şey, güçsüz kılıyordu beni. Hayatımda tutunduğum iki şey, beni ben yapıyor ama aynı zamanda beni benden alıyordu, sahne ve satırlara kustuklarım. Kaç kalem tükettim yokluğunda bilmiyorum, ya da kendim olmaktan kaç oyunda vazgeçtim belli değil. Bu yüzden devam ediyorum ya eğitmenliğe, unutuyorum benliğimi, kişiliğimi.
Her ne kadar benden geriye bir şey kalmasa da yaşamaya çalışıyordum.
Tam toparlandım derken yine darmadağın olmayı başarmıştım. Üstelik Burcu'nun ''Hayır kesinlikle gidemezsin'' Demesine rağmen gitmiştim Ankara'ya. Ama giderken hiç böyle hayal etmemiştim.
Son zamanlarda her istediğim oluyormuş gibi, bir de bunun olacağına, iyi geleceğine inandım.
Zaman çalıyor benliğimden beni, çözülemiyorum.
Başımı ellerimin arasına alıp saatlerce camdan dışarıyı izliyorum. Geçen araçların modellerini, renklerini söylüyorum. Birde kaç tane aynı model geçti onu sayıyorum.
Yo merak etmeyin ben iyiyim.
Deli misin sen? Demeyin boşuna, siz hiç aşkından deliren birilerini gördünüz mü?
Deli ama oyuncu.
Bir kendime oynayamıyorum şu oyunu.
Okulun başlamasına daha yirmi sekiz saat var.
Benimse elimde tükenmişliğim.
Bir kâğıt parçası ve tükenmez dedikleri kalem.
Bu bile yalancı, kalem bile.
Tükenmez diyorsun ama oda tükeniyor.
Tükenmez kalem değil, tükenen kalemimle yazıyorum bu satırları hece hece.
Aklımın almadığı sorular ile boğuşmaktan sıkılmıştım. Kendim olmaktan vazgeçtiğim yere, sahneye gidip biraz çalışsam fena olmayacaktı. Bir anda karar verip kendimi sokağa attım. Okul ve evimin arasında çok fazla mesafe yoktu, yürüme mesafesi ile sadece on dakikamı alıyordu. Okula gitmeden önce her sabah yaptığım şeyi yapıp öyle gidecektim. Koşmak.
Evet koşmak, her sabah okula gitmeden erken kalkıp koşu parkında üş beş tur atıp öyle geçiyorum okula. Hem sabah mahmurluğunu üzerimden atmama destek oluyordu hem de bedenen sahneye hazırlıyordu beni. Bugünde koştuktan sonra gidecektim okula.
Arada bir pazar günleri beni okulda görmeye alışkınlardı. Yadırgamıyordu kimse. Alışmıştı herkes deli hallerime. Kerem Bey bile çok ayrıntıya girmiyordu artık. Zaman geçti, yaşlandı. Emekliliğini istiyor son zamanlarda ama kararsız hala. Oda benden bu ara.
Şöyle bir düşünüyorum da Kerem Bey ile yaklaşık on dokuz senedir tanışıyor ve çalışıyoruz. Şimdiye kadar sadece tedavi gördüğüm zamanlarda görmedim onu, üç ay mı beş ay mı? Emin değilim.
Git gide daha da hızlanıyordu adımlarım, yürümekten koşmaya geçmiştim bile. Bunu çoğu zaman fark edemiyordum. Sanırım beynim benden çok bedenime hükmediyor gibiydi. Bu sefer saymadım kaç tur olduğunu ve okulun yolunu tuttum.
'' Kolay gelsin Recep Bey''
''Sağ olun hocam, yine Pazar çalışması mı?''
''Evet, biraz öyle oldu. Yarına hazırlık diyelim''
''Gösteri ne zaman hocam az kaldı galiba''
''Sayılır, Recep Bey sayılır.''
''İyi çalışmalar''
Recep bey güvenlik personelimizdi. Adamcağız o kadar alışmıştı ki bu duruma peşimden gelmiyordu bile. Bakmayı böyle sakin karşıladığına, başlarda sağlam kavga etmişizdir.
''Giremezsiniz''
''Girerim''
''Giremezsiniz''
''Girerim''
En sonunda Kerem Bey girmişti devreye. Tabii bu olayın üzerinden belki iki sene geçmiştir. Yoksa iki ay mıydı? Her neyse. Sonunda atmıştım kendimi salona. Müzik sesi kulaklarımı tırmalayacak kadar yüksekti. Ancak böyle duymuyordum kendimi. Kol saatimin alarmını iki saate ayarlamış ve amfiye bağlamıştım. Bu günlük iki saat yeterdi. Bu alarm çalmazsa, sabaha kadar dans edebilirdim. Sorunsuz. Sahne de kendimi bir sağa bir sola yönlendiriyordum. Parmak uçlarımı hissetmemeye başladığım anda dolmuştu vaktim. Şimdi ise gitme vaktiydi. Yine kendi benliğimde baş başa kalma vakti gelmişti. Tek kelime etmeden, hiçbir yere uğramadan eve attım kendimi. Sıcak bir duşun ardından şekersiz bir kahve yaptım kendime. Son zamanlarda tarih tekerrür etmeye başlasa da beynimde, biliyordum. Merve yoktu karşımda ve bu köşe bizim köşemiz değildi. Eski düzenimden pek fazla bir şey kalmamıştı geride. Kocaman bir iç çektim, kapattım gözlerimi ve yaslandım arkama. Bu şekilde ölene kadar kalabilirdim. Kahve kokusu ve yalnızlığım. Kapı ısrarla çalıyor fakat duymamazlıktan geliyordum. Bu sessizliğin içinde öyle bir çalıyordu ki tıpkı sessizliğimin çığlığı gibi.
''Açmazsam susmayacaksın değil mi?'' Diyerek sinirle kalktım ve kimin geldiğine bakmadan açtım kapıyı.
''Burcu''
''Kıracaktım iki dakika daha açmasaydın, neredesin ya?''
''Kendimi dinliyordum''
''İyi yapıyorsun, kendini dinlemek yok demedik mi?''
''Engel olabilseydin sen olurdun değil mi? Demek ki olunamıyormuş''
''Neyse. Nasılsın demek için gelmiştim. Konuşamadık''
''Çabuk dönmüşsün, kalacaksın sanıyordum birkaç gün''
''Değişiklik oldu. Geldim''
''Anladım''
''Boş ver beni. Nasılsın? Yani Ankara olayından sonra''
''Bilmiyorum Burcu, çok ama çok karışığım. Sığmıyor içime bir şeyler. Boğuluyorum sanki. Can vermek istiyor bedenim ama ruhum müsaade etmiyor gibi''
''İlaçlarını alıyor musun?''
''Sakinleştiricileri mi?''
''Evet''
''Pek sayılmaz''
''Ne demek pek sayılmaz. Ya okulda atak geçirirsen yine''
''O kadar da değil merak etme. Ben anlıyorum kendimi. Sadece düzenli kullanmıyorum''
''Olmaz Alen, bak geçen sefer atlattık ama bir daha olursa eğitmenlik yapamazsın. Sahneden ayrı kalırsın. Bunu nasıl göze alırsın''
''Böyle bir şeyi asla göze alamam biliyorsun ama merak etme beni. Şimdi iznini istesem olur mu? Yeni bölümü yazacağım bugün''
''Öyle olsun bakalım. Kendine iyi bak''
''Sende iyi bak''
Burcu'yu yolcu ettikten sonra masama oturarak başladım kaldığım yerden satırlara gözyaşlarımı bırakmaya, kim bilir belki bir gün bu satırları okuyarak bana sorduğum soruların cevabını verebilirsin. Bunlar son sözlerim değildi. Devamı gelir mi? Ya da nasıl gelir bilemedim şimdi?
''Neyi bilemeyecek missin Alen? Şimdi mi aklına geldi aşkın, sevgin? Bu satırlara kustuğun her olumsuz cümlede senin parmağın var biliyorsun değil mi?''
''Yine mi sen? Sen bende bitmemiş miydin kızım? Nereden çıktın?''
''Ben sen bittiğinde biterim biliyorsun değil mi? Benim ben iç sesin, kendine gel''
''Seni dinlemek istemiyorum''
''Tabii istemezsin, doğru söyleyeni diye bir laf var ya hani''
''Susar mısın? Yoksa ben susturacağım. Ne iç sesmiş be!''
''Susturursun tabii, hadi iç iç çekinme iç ilacını''
Yine mi başlıyoruz ya, Allah'ım yardım et bana. Ben ne günah işledim? Nerede ne hata yaptım ben kendim dahil herkesi kaybettim.
Satırlarımı takip eden gözlerinize, hikâyeme fırsat verip okuyan yüreğinize,
Yorumlarınızı ve oylarınızı benden esirgemezseniz sevinirim
Sağlıcakla kalın💖
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top