Fırtına - 2

Cem, 517.00932297-Epsilon

[TÜRK BİLİM ADAMI ÖLÜ BULUNDU]

Bilim insanları tarafından kabul edilmeyen ve kanıtlayamadığı tezleri uçuk kabul edilen "Bilim Adamı D.E." apartman dairesinde ölü bulundu. Evreni...

Değerli gördüğü bir bilim adamının acı intiharının bu şekilde lanse edilmesi Cem'i üzdü. "Bu kadar basit mi silinip gitmek?". Deniz vaz mı geçmişti? Başarısızlığı kaldıramamış mıydı? Pekala kirli bir sebepten öldürülmüş de olabilirdi. Saate ne olduğunu düşündü Cem. Acaba Deniz ölürken saati incelemiş miydi? Teorisine takıntılı şekilde bağlanıp kanıtlamak istemişti belki de. Emin'le iletişime geçmek istese Emin onu ciddiye alır mıydı acaba? Belki çalışmalarını gösterebilirdi. Eğer saat çalışıyorsa bu muazzam bir şey diye düşündü. Bu projenin içinde olmak, detaylarını öğrenmek istiyordu, ama bu tehlikeli olabilirdi. Eğer teoriyi kanıtlayacak bir şey buldularsa, Emin kendini ön plana çıkarmak için ortağını aradan çıkarmış olabilirdi. Ama eğer durum bu değilse, Cem devrim niteliğinde bir buluşun içinde yer alabilir hatta değerli bir akıl hocası da kazanabilirdi. Bilgisayarını kapattı ve bunu daha sonra Hayat'la konuşmaya karar verdi. Perdeleri açıp küçük evinin penceresinden dışarıyı izledi. Akşam vakti bile canlı bir mahallede oturuyordu. Üniversiteye pek uzak değildi, ayrıca kafelerin ve kütüphanelerin bol olduğu bir yerdi. Bir kaç arkadaşı olsa da o hem rahat çalışabilmek hem de kız arkadaşıyla rahat olabilmek için tek başına eve çıkmaya karar vermişti. Geniş bir çalışma masası ve sıkıldığı zaman oynadığı televizyonuna bağlı oyun konsolu vardı. Salonla bitişik olan mutfağında birikmiş bulaşıkları genelde ancak Hayat geleceği zaman yıkıyordu. Perdeyi açık bırakıp televizyonun karşısındaki koltuğa oturdu. Telefonunu çıkarıp Hayat'a mesaj attı. Mesajına döndüğü zaman ertesi gün buluşmak istediğini söyledi. Oturup konuşmaları gerekiyordu. Bu trajik olay önemli bir keşfin üstünü örtmemeliydi, ama kendisine de zarar gelmesi hoş olmazdı.

Off

"Bu kadar karamsarlık yeter". Konsolunu açıp oyun oynamaya ve kafa dağıtmaya karar verdi. Canını sıkmak hiç ona göre değildi. Zeno ile dövüşmek keyfini yerine getirirdi belki.

Aslı, 517.00932297-Delta

Lunaparkın girişinde arabadan indiler. Buraya gelmeyeli uzun zaman olmuştu. Böyle şeyler için biraz büyümüş olsalar da hâlâ gençlerdi sonuçta. Lunapark şehirden biraz uzakta, sahil kenarında büyük bir eğlence mekanıydı. Şehrin her tarafından görülebilen devasa bir dönmedolaba da ev sahipliği yapıyordu. Kartlarını almak için gişeye gittiler ve ödeme yapıp içeri girdiler.

+Evet ne yapalım şimdi peki?

-Bilmeem gondola falan mı binsek?

+Hadi.

Gondola doğru ilerlerken lunaparkın bir kısmının çevrildiğini, inşaat halinde olduğunu gördü. Yeni bir alet yapıyorlardı heralde. Acaba nasıl bir şey diye merak etti Aslı. Bittiği zaman görmek istiyordu.

Gondol sırasına geçip durmasını beklediler. İleri geri sallanan geminin orta kısmındakiler olması gerekenin aksine uç noktadakilere göre daha korkmuş duruyorlardı. Belki de korktukları için oraya oturmuş olabilirlerdi. Onlar yerlerinde otururken uçtakiler ellerini kollarını sallayıp "baass baass" diye bağırıyorlardı. Komik bir görüntü olduğunu düşündü Aslı. Gondol ağır ağır yavaşlayıp durdu. "Hadi gel" dedi Emre, hafiften korkmaya başlayan Aslı'ya. "En öne hadi hadi". Gondol hafif hafif hareket etmeye başlarken çok heyecanlandı ve Emre'ye sokuldu. Emre elini tutunca biraz olsun rahatladı, elini iyice kavradı.

+Korkmaa bunun güvenliğinden emin olan bir sürü mühendis vardır kesin.

Bunu zaten biliyordu aslında ama yine de yüz üstü yere cakılacakmış gibi hissederken heyecanlanmıştı. Gondol bir süre hareket ettikten ve Emre "aaa öleceğiz bak şimdi" gibi cümlelerle Aslı'ya takıldıktan sonra iyice rahatladı ve o da ellerini kaldırıp eğlenmeye karar verdi. Bir süre sonra gondol durdu ve indiler. Hala biraz bacakları titriyordu ama alışmıştı.

+Şimdi neye biniyoruz? Sen seç bu sefer.

-Hadi şu balerine gidelim o zaman.

Park aletleri arasinda bir o tarafa bir bu tarafa gezip ne kadar alet varsa hepsine binip indikten sonra hava iyice bulutlanmış, kararmaya başlamıştı. Buraya son geldiğinde bu kadar çok vakit gecirmemiş, dönmedolaba da binememişti. Bu sefer binmek istiyordu. Dönmedolaba bakarken sabahki kuşu gördü. Gri bulutların altında direkte dikilmiş, sanki ona bakıyordu. Acaba gerçekten aynı kuş mu diye düşündü. Bu kadar şeker bir günün içine kendisini sokmuş çirkin şey. Şeker demişken, lunaparka gelip de pamuk şeker yemeyelim mi?

+Hadi dönmedolaba gidelim, beklerken de pamuk şeker yeriz.

-Olur.

Pamuk şeker alıp sıraya geçtiler. Sırayı beklerken Aslı bir parça pamuk şeker koparıp Emre'nin ağzına tıktı. Ağzı yüzü şeker içinde kalınca kendini tutamayıp gülmeye başladı.

+Ne gülüyorsun senin suçun bu aaa

Emre de aynı hareketi yapıp Aslı'yı şekere bulayınca yüzlerini mendille temizlemek zorunda kaldılar. Dönmedolap sırası gelince kabine oturdular. Kabin lunaparkın üstünden geçip yükselirken, insanlar ve şehir gittikçe küçülüyordu.

+Daha önce hiç dönmedolaba bindin mi?

-Hayır.

Aslı kafasını kaldırdı ve aya baktı. Hava yeni kararmaya başlasa da ay oradaydı.

+Ay çok güzel...

-Benim manzaram daha güzel.

Aslı kıkırdayıp yüzünü Emre'ye çevirdi, bir elini yanağına koydu.

+Dudağında şeker kalmış.

Emre de elini Aslı'nın yanağına koydu.

+Senin de.

Aslı Emre'yi öperken, belki de utandığından, izleniyormuş gibi hissetti.

Deniz, 517.00932297-Delta

+Bahsettiğin iş pastanede garsonluk değil heralde di mi?

-Ha ha yok artık, kahvaltı yapmadığını tahmin ediyorum?

+Yani..

Emin pastanenin önüne park ettiği arabasından kemerini çıkarıp indi. Deniz kemer takmamıştı, çok da umrunda değildi nasıl olsa. Ne olacaktı ki? Saat cızırdardı, bir kaç gerçeklikte öldüğü düşünülürdü belki biraz hastaneyle uğraşırdı. Arabadan inip pastaneye yürürlerken Deniz sigara almak için markete gitti, o sırada Emin de oturup iki çay iki poğaça sipariş etti. Siparişler tam ayarlanmış gibi Deniz'le birlikte yetişti. Deniz çayından bir yudum alıp konuşmaya başladı.

+Eee anlat bakalım neymiş bu iş?

-Amcamı hatırlıyorsun değil mi? Bizi eleman olarak göndermiş. İncelememiz hesaplamamız gereken planlar varmış. Parçacık fiziği olmasa da fizik sonuçta.

+Amelelik yani.

-Biraz.

Deniz poğaçasını hızlıca bitirip hemen sigarasını yaktı, derin bir nefes aldı. "Lanet kuş yüzünden sigarasız kaldık". Sanki bir haftadır sigara içemiyormuş gibi keyiflendi.

+Ne zaman gidiyoruz peki?

-Çayı bitirelim gideriz

Sigarayı ve çayı bitirdikten sonra hesabı ödeyip kalktılar. Emin arabayı çalıştırıp park ettiği yerden hızlıca yola çıktı. Deniz acaba kuşa da bir şeyler alsam mı diye düşündü, daha sonra istilacısının kendi başının çaresine bakması gerektiğine karar verdi. Eve gittiği zaman tekrar kovmayı deneyebilirdi belki. Sahilden usulca yansıyan güneş gözünü alınca denizi izlemeye başladı. "Akşam çok güzel görünecek...". Bu güzel manzara kim için acaba diye düşündü. Ne henüz ortaya çıkmamış yıldızlar ne tüm görkemiyle ışıldayan güneş ona parlamıyordu. İyice bulanmış ve silikleşmiş düşünceleri içinde hayat tarafından soyutlanmıştı sanki. Bu dünya ona değildi. Düşünceleri arasında kaybolmuş denizi izlerken araba yavaşlayıp durdu. Gökyüzü de iyice bulutlanmaya başlamıştı, akşam fırtına kopacak heralde diye geçirdi içinden.

+Geldik.

Deniz iş yapacakları yere baktı ve bunalmış gözlerle Emin'e baktı.

+Uzatmana gerek yoktu palyaço olarak işe de başlayabilirdik.

-Ne mızmızlandın ama ha. İş iştir işte.

+Doğru, pardon kusura bakma.

-Canın sıkkın galiba? Akşam konuşalım istersen?

Deniz olanları Emin'e anlatmayı düşündü. Olabilirdi aslında ama kendi işine başkasını karıştırmak istemiyordu, en yakın arkadaşı olsa da. "Bakarız" diye düşündü "Akşam olsun konuşuruz bir şeyler.".

+Akşam konuşuruz.

Ofise geçip proje başıyla konuştular, yeni bir makinenin güvenliği ve çalışırlığı konusunda inceleme yapmaları gerekiyordu. Planları alıp çalışmaya koyuldular. Planlarda pek de güvenli gözükmeyen makine aslında güzel planlanmıştı ancak bazı hesaplarda tutarsızlık olmasının yanı sıra bazı detaylar hiç planlanmamıştı. Mühendislerle görüşmeleri ve bir kaç şeyi yeniden çizdirmeleri gerekecek, iş biraz uzun sürecekti. En azından inşaatın temeli ve kalıbı atılmış, çalıştıkları yer yüksek manzarası olan hoş bir geçici ofisti. Akşama kadar çalışması çok sıkıcı olmamıştı. Emin ince hesapları incelerken Deniz sigara içmek için inşaatın arasından balkona benzeyen bir açıklığa çıktı. "Yeni bir lunapark aleti... Sürekli böyle şeylerle uğraşan insanlar var ha?" Sigarasını yakıp gökyüzüne baktı. Ay'ın ışıkları devasa dönmedolabın üstünden parlıyor, lunaparkı aydınlatıyordu. Elini çenesine dayayıp dönmedolabı izledi. Son geldiğinde binmek nasip olmamıştı, çok hoş gözüküyordu ama artık binmek de istemiyordu. Anlam veremediği şeyleri hatırlatıyor, kötü hissettiriyordu ona.

Ha?

+Aslı...?

Deniz haklıydı, bu güzel gün onun için değildi. Ama kim için olduğunu görebiliyordu.

Cem, 517.00932297-Epsilon

+Heeey

Ellerini sallayıp Hayat'a burdayım diye işaret etti. Kampüsün önüne almaya gelmişti onu. Hayat yanına gelince sarılıp, yürümeye başladılar.

+Ee nereye gidiyoruz?

-Aç mısın?

+Yaani.

-Ben açım.

Hayat bu dümdüz cevaba kıkırdadı ve yürümeye devam ettiler. Cem normalin aksine derin düşüncelere dalmışa benziyordu. Kendini saatin çalışıp çalışmadığını, Deniz'e ne olduğu düşünmekten alamıyordu.

+Canın mı sıkkın senin?

-Ha? Hayır yok canım elin elimde değil mi zaten?

+Haha ne düşünüyorsun peki böyle derin derin?

-Şöyle ki kafamı kurcalayan ve olasılıkları zorlayan bir durum var. Hala gerçekliğine inanamıyorum.

+Ne gibi?

-Sen nasıl bu kadar güzel olabilirsin ki?

Düşünceleri arasında kaybolmuşken bile bir anda gelivermişti içinden. Kendi kendine yüzü güldü tekrardan. Oturup yemek yedikten sonra açacaktı konuyu. Tek başına kafasına göre de davranabilirdi tabi ama bir çift oldukları için hayatı ve kararları paylaşmaları gerektiğini düşünüyordu. Hayat'ın hoşuna gitse de bu cevaba tatmin olmamıştı.

+Yemekten sonra konuşuruz, düşünme şimdi çok önemli bir şey yok.

-Peeki.

Yemek için güzel bir ev burgercisine oturdular, sipariş verdikten sonra beklerken Hayat bir yandan Cem'in telefonunda birlikte fotoğraflarına bakıp telefonu kurcalıyor bir yandan da haftasını anlatıyordu. Bazen kafelerde sohbet ederken ilginç buldukları şeyleri konuşurlardı, Cem arada kendini tutamayıp fizik anlatmaya başladığı zaman Hayat çok anlamasa da dinlerdi. Hoşuna gidiyordu aslında çünkü konuşurken nasıl gözlerinin parladığını heyecanlandığını görebiliyordu. Hayat biraz daha telefonda dolaştı.

+...Merdiven altında keşler kediyi yemişler...

-Ha?

Cemi aniden adrenalin bastı, heyecanlandı ne diyeceğini bilemeyip kekelemeye başladı. Hayat ne olduğunu anlayamadı, görmemesi gereken bir şey mi görmüştü? Ne anlama geliyordu ki bu?

+Na.. Nasıl oldu? Ne zamandır peki? Neden daha önce söylemedin? Yoksa öldüm mü? Hayır ölsem nasıl söyleyeceğim ki..

-Ne? Neden bahsediyorsun sen?

+Zaman diyorum zaman hangi zamandan geldin? Nasıl çalışıyor peki? Neden geldin?

Ardı ardına garip sorular sıralarken ne diyeceğini bilemeyip düğümleniveriyordu. Hayat gülümsedi.

+Ha?

-Şifre, şifreyi ne zaman öğrendin?

+Ne şifresi Cem neden bahsediyorsun?

-Merdiven altında keşler işte.

+Notlarında gördüm ya.

-Ha, peki.

Az önce yerinde duramayan sevgilisi şimdi hayalkırıklığı yüzünden okunan bir ifadeyle yerine oturunca Hayat kahkaha attı. Cem üzgün bir ifadeyle ona baktı.

+Tamam tamam özür dilerim. Zaman yolcusu tanımak için şifre mi düşündün?

-Şimdi değiştirmek zorundayım ama.

Burgerler gelince neşesi tekrar yerine geldi. Kocaman sulu bir köfte erimiş peynir ve kızarmış soğanların içinde onu bekliyordu. Bu devasa şey insan ağzına sığacak gibi değildi ama ısırmanın bir yolunu buldu. Burgerini ve Hayat'ın patateslerini bitirdikten sonra ellerini silip konuşmaya başladı.

+Evet Hayat'ım konuya gelelim.

Az önce kurcalanan telefonunu aldı ve haber sayfasını açtı. Haberi okuttukdan sonra düşündüklerini, Emin'e ulaşmak istediğini ama bunun doğru ya da tehlikeli olup olmayacağını bilemediğini söyledi.

+Peki bu adam seninle konuşmak isteyecek ya da kabul edecek mi seninle? Yakın zamanda arkadaşı ölmüş sonuçta.

-Bilemiyorum ama bu bir keşif olabilir! Yeri yerinden oynatacak şeyler öylece fark edilmeden depresif bir adamın onu görmeyen gözleri arasında çürüyebilir! Bu bir intihardan fazlası bence. Deniz teorisine saplantılı bir adamdı ve onu test etti. Belki başka bir gerçeklikte çoktan ismini duyurmuş olabilir, biz bu konuşmayı farklı şekillerde çok kez hatta belki sonsuz kez yapmış olabiliriz. Hem Emin arkadaşının boşuna ölmediğini hatta belki ölmediğini öğrenebilir.

+Bunların hepsi olsa bile, sen böyle bir projenin altından kalkabilecek misin? Öğrenciyiz daha.

-Deneyeceğim, denemek istiyorum.

+Ya sana bir şey olursa?

-Dikkat ederim adam öldürmek öyle kolay mı? Hem bu adamlar bilim insanı! Ortağını öldürmüş olamaz... Heralde. Hem seni bırakıp hiç bir yere gidemem ki!

+Bunu yapmak zorunda mısın?

-Geleceğimiz değişebilir!

+Peki ama bana söz ver.

-Söz! Ne sözü?

+Birlikte olacağımızın, kendi kendine başına iş açmayacağına söz ver.

-Bitanem, sana söz veriyorum. İyi ve birlikte olacağız.

Deniz, 517.00932297-Delta

Havadaki uğursuzluktan kararmış, şişmiş bulutlar artık dayanamamış olsa gerek ki kuvvetle esip gürlüyorlardı. Yağan yağmur yeryüzündeki her bir noktaya lanet etmiş, intikam alırcasına nefretle çakılıyordu. Şenlik onun için olmasa da kopmakta olan bu fırtına Deniz'e olmalıydı. Sırılsıklam olmuş sokakta yürürken nefes almaktan düşünmekten nefret ediyordu. Kendini kapatıvermek hiç bir şey duymamak görmemek hissetmemek istiyordu. Sanki ruhu göğsünü yırtıp, defolup gitmek kaçmak için yırtınıyor ve başarısızlığında boğuluyordu.

+Bu kadar kolay ha? Her şey bu kadar anlamsız! Her şey bu kadar değersiz!

Tetiği çektiği gün duvara fırlattığından yarı kırık olan telefonu, tek kelime etmeden defolup gittiğinden beri çalıyordu. Ekranı ıslandığından kapatmakta zorlandığı için telefonu aniden duvara çarpma dürtüsüne son anda engel oldu. Telefonu sıkıp zorla kapattıktan sonra cebine tıktı. Neden fırlatmamıştı ki? Hiç bir şeyin zerre değeri yoktu zaten. Ne telefonun ne yaşamanın ne hayallerin ne de sevginin verilen sözlerin edilen lafların HİÇ BİR ŞEYİN EN UFAK ANLAMI YOK. Yaşamak denen kaçamadığı aptal kafese olan nefretinden, daha üzerinden neredeyse vakit geçmeden gördüğü yüreğine saplanan manzaradan, hiç bir şeyi değiştirecek gücü olmamasından sinirleri kafayı yemiş, hissettiği iğrenç dayanılmaz duygudan yaşlanmış gözlerini, akan yaşlarını tutamıyor sokağın ortasında yüzünü yağmur sularıyla saklayarak tek başına oturup delirmek üzere evine doğru yürüdü. Bağırmak istedi. Gökyüzüne, yeryüzüne her şeye haykırmak bu kadar çaresiz hissettiği için nefret kusmak istedi. Yukarıya baktı, yüzünü yağmur damlalarıyla yıkarken sadece yılmış hissetti kendini. Yorulmuş, bıkmış, tükenmiş... Yürüdüğü boş geniş arazide tek tük tek katlı binalar ve direkler arasında bir kaç tane insan hiç bir şey olmamış gibi, fırtınadan kaçarak gidecekleri yere, hayatlarına yetişmeye çalışıyorlardı. Bazıları elinde şemsiyeyle, bazıları açıkta. Bazıları tek başına, bazıları diğerleriyle. O dışında herkes koşar adım gidiyorlardı. O ve yakınından geçtiği, fırtınayı umursamadan kocaman ağaca yaşlanmış hararetli bir telefon konuşmasının ortasında gibi görünen adam dışında herkes. "Salak" diye düşündü, "Çarpılacaksın". "Fırtına koptuğunu görmüyor mu? Konuşacak başka ye-"

CZZZZT

+Ha?!

Aniden saate baktı, değişmişti!

CZZZZT

+Tekrar değişti!

Aceleyle adama baktı, ölecek miydi? Gerçekten böyle saçma bir şekilde silinecek miydi? Onu kurtarabilirdi! Koşup adamı yere devirebilir, belki hızlıca tehlikeden uzaklaştırabilirdi. Ne yapması gerektiğine hızlıca karar vermeye çalışıp panik olurken sakinleşti. "Önemi yok". Adamın saçlarının dikelmeye başladığını görünce kendini yere fırlatıp kulaklarını avuçlarının arasına aldı. "Yaşamanın da, silinmenin de bir önemi yok.". Yere kapaklanırken anlayamadığı bir irkelti içini kapladı. Belki de insan olmaktan kaynaklıydı, tamamen anlamsız olsa da, ölmek yaşamaktan daha acısız olsa da yine de gözlerini açtı adama dönüp bağırdı.

+HEEEEEEY!

Her yer beyaz bir sessizlikle kaplandı. Yağmurun sesi kesilmişti. Boşunaydı. Anlamsızdı, yaptığı da hissettikleri de her şey anlamsızdı. Bembeyaz boşluğun içinde huzurlu hissetti kendini. Anlamsızlık acı dolu değildi aslında, can yakan anlam aramaya çalışmak, çırpınmaktı. Ağacın altında kızarıp silinen adamın da huzurlu olduğuna inandı.

GÜMMMMMM!

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top