FİNAL
FİNALİN FİNALİ
KAÇINILMAZ SON
VEDA VAKTİ
Aylardır devam eden birlikteliğimizin sonunda, tüm bölümler ve ek bölümlerin ardından, masalın bittiği yerdeyiz. Üzücü biliyorum. Bir daha burada yazamayacak olmak çok garip. Ama bu kez içim rahat, gözüm arkada değil. Her karakterin hakkını verdiğimizi düşünüyorum. Umarım siz de öyle hissediyorsunuzdur. Çünkü bundan sonra başka hikayelerde buluşacağız sizinle :)
Ama önce...
Son bir Aynalı sefası için sizi bölümle baş başa bırakıyorum.
Keyifli okumalar
E.Ç
***
Vivir mi vida
***
BÖLÜM: +50
CESARET
Aynalı salon...
İstikametimiz buydu. Eski okulumuz, sayısız gündüz ve gecemizi geçirdiğimiz ev, her şey yanıp kül olmadan önceki yuvamız... ve şimdi yeni buluşma noktamız.
Aynalı salon...
Kürkçü dükkanına dönen bir tilki gibi hissetmem normaldi sanırım. Biraz gergin, çokça heyecanlı, ama en çok da umutluydum. Benim için her şeyin başladığı yere, yepyeni bir başlangıç yapmaya gidiyordum bugün. Kırmızı diye düşündüm kendi kendime gülümseyip. Kırmızı kesinlikle çok doğru bir seçimdi böylesi bir dönüş için. Yeniden doğuşun rengiydi. Enerji doluydu, capcanlı, ateş gibi...
Bir süredir neredeyse her gün okula gittiğimizden kendi adetlerimizi oluşturmuştuk. Sabahları yoldan simit almak, Starbucks'a uğrayıp ekibe kahve götürmek gibi. Ama bunlardan en önemlisi Güney'in ruh haline göre değişen müziklerine katlanmaktı. Neyse ki bugün keyfi bir hayli yerinde olan arkadaşım bizi neşeli Latin şarkılarıyla ödüllendirmeyi seçmişti. Davulun her vuruşu zaten dışarı fışkırmak için yer arayan enerjimi bir çıta daha yükseltiyordu. Arka koltukta Samba yapmaya başlamış Güney kadar olmasam da oturduğum yerde bacaklarım dans etmeye başlamıştı bile.
Yarım saat sonra okulun önüne park ettiğimizde kendini ilk dışarı atan da Güney'di şüphesiz. Ya sabır çekerek onu takip eden Ela'nın arkasından içeri girdik biz de Rüzgar'la el ele. Suratlarımızdaki aptal sırıtış lobiye adım attığımız an büyük bir şaşkınlığa dönüşmüştü.
"Rüzgar?" dedim karşımdaki duvarda asılı dev tabloya bakarak. Geçen sene bu okula ilk geldiğimde yaşadığıma benzer bir büyü sarmıştı bedenimi. Rüzgar ve muhteşem Paso Doble pozu asılıydı duvarın en ortasında. Onunla ilk karşılaştığım anı ve yaşadığım hayranlığı hala hatırlıyordum elbette. Ama bu kez verdiği pozda ona eşlik eden dansçı bendim. Son yarışmada çekilmiş fotoğraflarımızdan biriydi bu. Her an sevinç göz yaşlarına dönebilecek kahkaha dudaklarımdan kaçtığında yandan beni izleyen Rüzgar'la göz göze geldik.
"Bundan haberin var mıydı?"
Başını iki yana salladı Rüzgar gülümseyerek. Tadilat sırasında okulun her köşesinde birlikte çalışmış olsak da bu son detayı sürpriz olarak bırakmaya karar vermişti demek Caner. Tıpkı eskiden olduğu gibi okulun en iyi dansçılarının siyah beyaz resimleri kaplıyordu girişteki duvarları şimdi. Ama artık eskilerinin yanında yeni yüzler de vardı. Caner, Beren, Mert ve... ben. Çok uzun süre gerçekleşmesini beklediğim imkansız bir hayale bakmak gibiydi karşımdaki manzarayı izlemek. En iyi dansçılar... diye düşündüm. Alev'in yıldızları... Finalistler... Türkiye birincisi... Rüzgar... ben...
Heyecandan nereye koyacağımı bulamadığım ellerim dudaklarımı örttü ağlamadığımı garantilemek için. Hemen sarmıştı sevgilimin kolları beni arkamdan. "Seni hak etmek için ne yaptım bilmiyorum, ama iyi ki benimsin." diye mırıldandı çenesini omzuma koyup. Başımı çevirdiğimde dudakları anında benimkini bulup sıcacık bir öpücük kondurmuştu. "Hep benim ol, olur mu?"
Sanki başka şansım vardı da? Ama Güney bir parazit gibi araya girip ona cevap vermemi engelledi yine. Kendi fotoğrafını kesinlikle beğenmemişti. "Çok şişman çıkmışım." diye söyleniyordu. "Ve kısa... ve çirkin! Domuz gibi görünüyor suratım da! Hayır başka fotoğraf mı yoktu? Neden bana sorulmadı? Profil resmimdeki poz var? Onu neden kullanmamışlar ki? Bir de kabak gibi girişte duruyor..."
"Kendi haline bırakın." diye mırıldandı Ela bahçeye yönelip. Dediğini yapıp el ele takip etmiştik onu Rüzgar'la. Organizasyon büyük aynalıda olacak diye konuşmuştuk, ama Caner bahçeyi de es geçmemişti. Ortada uzun, ahşap bir masa duruyordu çeşit çeşit yemekle bezenmiş. Üzerimizdeki kıyafetlerle uyumlu kırmızı çiçeklerle donatılmıştı çimenlerin ve masanın üstü. Kır davetlerinde kullanılan ışıklar asılıydı bir uçtan diğerine; yere serpiştirilmiş büyük mumlarla birlikte bir masal diyarına çevirmişti okulu.
Meltemle salınan kurdelelerin arasından aynalıya girdik. Bahar bahçeden buraya taşmış gibiydi; çiçekler ve mumlar devam ediyordu salonun içine kadar. Stüdyomuz, cam bir panelle ayrıldığı oturma alanı, bar, L-koltuk, önündeki sehpa... Zamanda yolculuk yapıp geçmişe gitmiş gibiydim şimdi bir kez daha. Sadece... paralel bir evrendi bu. İyilerin kazandığı, kötülerin kabul edilmediği, sadece mutlu sonların yaşandığı çok ama çok güzel bir alternatif dünya...
Ve o dünyanın ortasında son hazırlıkları yapan Caner, Beren ve Kuzey üçlüsü vardı. Beren bara kadehleri dizerken Caner içkileri dolaba yerleştiriyordu. Kuzey'se müzik setinin başında kesinlikle içinden çıkamadığı bir müzik seçme sorunsalı içindeydi.
"Geldiler!" dedi bizi ilk fark eden Beren neşeyle.
Caner anında bize dönüp gülümsemişti. "Hoş geldiniz gençler. Tam zamanında!"
"Neler yapmışsınız oğlum böyle?" dedi Rüzgar hayranlıkla etrafı inceleyerek. "Dün bıraktığımızda bambaşka bir haldeydi burası."
"Ufak tefek şeyler işte." dedi Caner bıyık altından gülerek, ama neşesi Güney'in yumruğunu bara koymasıyla yarım kalmıştı.
"Derhal girişteki fotoğrafımın kaldırılmasını talep ediyorum!" dedi Güney tüm ciddiyetiyle. "Resmen bir karalama kampanyasıdır bu. Okula giren herkes ilk o fotoğrafı görecek. Sonra ne olacak ha? Güney'in kollar yine bomboş... Hayır beni kıskanıyorsun diyeceğim, fıstık gibi kız arkadaşın da var artık. Nedir yani bu, garezin kime arkadaşım senin? Tamam senden daha seksiyim, daha yakışıklıyım ama, olmaz ki..." Soluklanmak için durdu Güney, sonra Beren'e dönmüştü. "Güzelim çok gerildim, bana şuradan bir bira uzatsana."
Bir an onun ciddi bir konu yüzünden sinirlendiğini zannettiğine emindim Caner'in. Ama Güney'in neden bahsettiğini anladığında bir an kendini tutsa da sonra hepimizle birlikte kahkaha atmaya başlamıştı. "Gülmeyin!" diye uyardı Güney parmağını üzerimize sallayıp. Çok geçti, sinirlerimiz bozulmuştu bir kere. Birkaç dakika sonra Memoji elinde koca bir torbayla kapıda belirdiğinde makyajım akmasın diye gözlerime biriken yaşları siliyordum.
"Ne kaçırdım?" dedi Memo neşeyle. Ama hiç beklemediği anda, yabancı bir kol omzuna dolanınca diyeceği her şeyi unutup korkuyla sıçramıştı.
"Merak etme yakışıklı!" dedi Mert hemen dibinden. "Ben henüz şimdi geldiğime göre hiçbir şey kaçırmış olamazsın. Parti daha yeni başlıyor. N'aber gençler?"
Memoji dehşet içinde ona bakarken Mert koca gülüşüyle selamladı hepimizi ve bara gidip Beren'in normalde Güney için açtığı birayı elinden aldı. Gözleri zevkle parti süslerini gezdikten sonra Caner'in üstüne konmuştu. "Yakmışsın buraları!" dedi şehvet dolu bir sesle. "Kırmızılar, mumlar falan... Seksi çocuk seni... insanın içi kıpır kıpır oluyor valla."
Caner değil de bir başkası olsa bu sözlere utanıp sıkılabilirdi. Tıpkı huzursuz bakışlarını yere dikip olduğu yerde küçülmüş Memoji gibi. Oysa Caner tek kaşını kaldırıp "Elimizden geleni yaptık." demiş ve Beren'i kendine çekip boynuna bir öpücük bırakmıştı.
"Ay yay yay!" dedi Mert dilini şaklatıp. "Çılgın seni!" Bu meydan okuma fazlasıyla hoşuna gitmişti. Birasını yudumlarken bıyık altından gülüyordu bir yandan. Muhtemelen Rüzgar'la bana ya da Güney'e sataşacaktı bir sonraki saldırısında. Nihayet bir müzikte karar kılıp yanımıza gelen Kuzey'i fark ettiğindeyse anında ona yöneldi okları. "Mösyö, prensesiniz gelmemişler henüz?"
Kızarma sırası bu defa Kuzey'deydi. Her ne kadar yaşananlar benim için durumu yeterince açıkça ortaya koymuş olsa da diğerlerinin onun Tuğçe'ye ilgi duyduğunu anladığına emin değildim. Ama Mert aşk meşk konularında bir uzmandı ve Kuzey'in kalın derisi altına sızıp benim bile göremediği detaylar yakalamıştı. Kuzey'in kaşları çatılır, yüzü bariz şekilde kızarırken Caner yetişti neyse ki imdadına.
"Tuğçe'ye özellikle yarım saat geç söyledim buluşma saatini. Şoförü haber verecek zaten yaklaşırken."
"Sen tatlı mısın ya!" dedi Mert hayranlıkla Caner'i süzüp. "Bu düşünceli haller, romantik organizasyonlar falan... Ben nasıl kaçırdım geçen sene bu çocuğu hazır kapılmamışken?"
Sorusu banaydı, ben de oyununa katılıp Rüzgar'a sarıldım ve tüm bilmişliğimle "Gözünü yanlış adama dikmiştin de ondan." dedim.
Kahkaha attı Mert. Onun Rüzgar'ı ne kadar beğendiğini ve Rüzgar'ın bundan ne kadar rahatsız olduğunu bilen Ela ve Caner gülmemek için dudaklarını ısırmış, Güney ıslık çalarak tepki vermişti. Sevgilim azarlayarak bakıyordu şimdi bana. "İrem..." dedi gözlerini kısıp. Kuzey'se ilginin üzerinden dağılmasının rahatlığıyla derin bir nefes almıştı. Kendimi Rüzgar'dan güzel bir zılgıt yemeye hazırladım. Ama kimse başka bir şey diyemeden ekibin geri kalanı kapıdaydı.
"Hello herkese!" dedi Beliz neşeyle. Bu şen şakrak girişi güzel bir karşılamayı hak ediyordu ya hemen arkasındaki Oya'nın varlığı bir anda beton gibi ortamıza çöküvermişti.
"Size de hello!" dedi Mert kimsenin konuşmadığını fark edince.
"Selam." oldu Oya'nın çıkarabildiği tek kelime. Resmi olarak ekibe ve okula dönmek için icazetimizi almış olsa da güvenimizi hemen geri kazanamayacaktı. Bunu gayet iyi biliyor, o yüzden gözleri yerde geziyordu. İçimizde ona en kızgın olanımız Memoji'ydi şüphesiz. Beren ve Caner çok daha büyük bir düşmandan kurtulup yeni bir hayata sıfırdan başlamayı seçmişlerdi. Oya sadece kötü bir anıydı onlar için. Oysa Memoji yıllarını geçirdiği partnerinin ihanetine uğramıştı. Bir parçasını kaybetmiş gibi hissediyordu muhtemelen.
Yine de... içimizde en merhametli, en yumuşak kalpli olan da oydu. Gönlü el vermemiş olsa gerek gergin sessizliği kırıp soğukluğu dağıtmak için öne atmıştı kendini. "Gelirken bir şeyler aldım ben de. Her şey var dediniz gerçi ama, bunlar Tuğçe'nin en sevdiği pastaneden."
"Şu Oreo'lu cheesecake'ten mi yoksa lan?" dedi Güney anında ayağa fırlayıp.
"O ve daha bir sürü şey..." dedi Memoji gururla ve torbayı Beren'e doğru uzattı.
"E hadi madem, yardım edin de açalım şu kalanları da. Gençler siz de görevinizin başına. İçki servisi sizde bu gece!"
"Hay hay patron!" dedi Güney ona biçilen görevi keyifle kabul ederek. Kuzey ikizinin peşinden hareketlenmiş olsa da aklı bambaşka bir yerdeydi. İç güdülerim değildi üstelik bunu söyleyen, onun devamlı kapıya kayan gözleriydi. O gözer ki on dakika sonra Caner sonunda "Gelmişler!" dediğinde yuvalarından fırlayacaktı neredeyse.
"Ne yapıyoruz şimdi?" dedi Mert keyifle ellerini birbirine çarpıp. "Nasıl karşılıyoruz prensesi?" Aslına bakılırsa, geri kalan her şeyi organize etmiş olsak da bu kısmı hiç düşünmemiştik. Hepimizin yüzündeki boşluğu gördüğünde şaka mı yapıyorsunuz? der gibi baktı bize Mert. Zihninde bambaşka yerlere gittiği iki kısa saniyenin sonundaysa "Durun aklıma bir şey geldi!" dedi heyecanla.
Biz daha neyin peşinde olduğunu soramadan içeri, müzik setinin başına koşmuştu. Caner Tuğçe'yi karşılamak için kapıdan çıkacağı sırada onun arkasından bağırdı. "Oyala kuzenini olabildiğince. Zaman kazandır bize."
Tam olarak ne için zaman? diye düşünüyordum ki Salsa ritmi yükseldi salondan. Müzik anında damarlarına karışmış yanaklarına tatlı bir pembelik, dudaklarınaysa haz dolu bir gülücük getirmişti Mert'in. Sekerek yanımıza koştu geri ve "Hadi." dedi. "Kapıya doğru bir tünel oluşturun. Kızlar sağda erkekler solda. Hepiniz Rueda'yı biliyorsunuz. Şimdi onu biraz modifiye edeceğiz." Biz şok içinde ona bakarken Mert olayı daha nasıl renklendirebileceğini düşünerek etrafı tarıyordu. "Aha!" dedi sonunda köşedeki süslere yönelip. "Kızlar bileklerine bu kırmızı tüllerden bağlasın." Hiçbirimiz hareketlenmeyince "E hadi!" diye bağırdı Mert onu çileden çıkarmışız gibi bakarak.
Anında öne atılmıştık hepimiz. Bizden beklediği şey konusunda hiçbirimizin tam bir fikri yoktu ya yine de denileni yapıp bileğimizden sarkan tül bantlarla partnerlerimizin karşısına geçmiştik az sonra.
"Kuzey kutbu sen buraya!" diyerek yanına çağırdı Mert ortalarda bir yerde Beren'in karşısında duran Kuzey'i. "Gelen hatun senin partnerin değil mi? Geç bakayım sen en başa."
Yüzüne yansıyan tüm gerginliğe rağmen ikiletmeden en başa geçmişti Kuzey. Artık karşısı Tuğçe için boştu. Bense iki adım önümde duran sevgilime bakıyordum sırıtarak. Mert'in aklından her ne geçiyorsa bizi fazlasıyla eğlendireceğine emindim. Ela'yla çalıştığımız barı dansıyla alt üst ettiği gece hala aklımdaydı. Ya da yılbaşı gecesi Caner'le düştüğümüz berbat durumdan bizi kurtardığı enteresan tombala oyunu... Mert'in kafası kesinlikle bizimkinden farklı çalışıyordu ve aramıza döndüğü için ne kadar mutlu olduğumu fark ettiğim anlardan birindeydim.
"Evet..." dedi Mert Ela'nın karşısına geçip. "Hareketler çok basit çocuklar. Rueda gibi düşünün. Amaç kızları bir sonraki erkeğe geçirmek. Tek farkı bir çemberi dönmeyeceğiz de bu tünel boyunca ilerleyeceğiz, ve kayarak salona ulaşacağız. Şimdi... Ela'cığım..." Mert elini önüne uzattığında ikiletmeden tutmuştu Ela. Onu Rueda'da olduğu gibi Salsa temel adımlarıyla yanına geçirip kendisi Ela'nın konumuna kaydı Mert. "İşte bu kadar basit. Ve her geçişin arasına komutlar ekleyeceğiz şimdi. Deneyelim hemen!"
Onun talimatıyla ellerini partnerine uzatmıştı herkes. Bir ve ki, üç ve dört... Bir ve ki, üç ve dört... Kendini müziğe bırakmak için olduğu yerde kıvranıyordu bedenim hissedebiliyordum. Uzun süredir şöyle gerçekten tadına vararak dans etmemiştik hiçbirimiz. Ve şimdi, kutlayacak onca şey varken ayaklarımı, kollarımı zapt edemiyordum daha fazla. Neyse ki Mert'in komutu gecikmeden gelmiş, hepimiz aynı anda harekete girmiştik.
Bir ve ki, üç ve dört ve... Bir ve ki, üç ve dört...
Az sonra tam da Mert'in söylediği gibi yer değiştirmiş, Memoji'nin karşısına geçmiştim. Durmadım. Durmadık. "Devam!" diye bağırıyordu Mert de bizimle birlikte dansı sürdürürken. "Amacımız Tuğçe'yi salona sokmak çocuklar. Tünel boyunca stüdyoya doğru ilerleyecek kızlar, erkekler de onları takip edecek. Sonra halka olup bildiğiniz Rueda'ya geçeceğiz."
Kulağa fazlasıyla mantıklı geliyordu bu. Hızla salonun girişine doğru ilerlerken Mert'in ne yapmaya çalıştığını tamamen anlamıştık. Bir dansçı selamıydı resmen bu. Mert'in iki saniye içinde uydurması bir yana, oldukça da tatlı bir sürprizdi. Tuğçe'yi kuru kuru karşılamaktansa onu muhtemelen çok özlediği Latin adımlarıyla aramıza davet edecektik yeniden. Herkesle tek tek dans ettikten sonra salonda yerini alacaktı prenses.
Vay be! diye düşündüm ilk denememiz şaşırtıcı derece iyi gittiğinde. Etrafımdaki yüzler benim kalbimdeki heyecanı yansıtan bir sevinçle birbirine bakıyordu şimdi. "Vuhu!" diye bağırmıştı Güney ellerini çırpıp. Herkes baştan almak için sabırsızlanıyordu eminim. Maalesef ki ikinci bir pratik için vaktimiz yoktu. Muhtemelen Caner okulun girişinde kuzenini oyalamak için duygusal bir konuşma yapmaktaydı, ama onun da sonsuza dek devam edemeyeceğini biliyorduk.
"Herkes başlangıç pozisyonlarına!" diye bağırdı bunun fazlasıyla farkında olan Mert. Hepimiz hızla kendi partnerimizin karşısında ilk konumumuza geçmiştik. "Komutumu bekleyin!" diye uyardı Mert gözlerini üzerimizde gezdirip. "Kuzey Tuğçe'nin elini tutana kadar herkes yerinde temel adım yapıyor. Öne geri öne geri, çok basit. İkinci komutumla ilerliyoruz. Hazır olun çocuklar!"
Alt dudağımı ısırdım ve elimi Rüzgar!a uzattım. Yarışma öncesindeymişim gibi kıvılcımlar çakıyordu tenimde. Tam o an müzik değişmiş, Marc Anthony'den Vivir Mi Vida çalmaya başlamıştı bir de. Sözler ilahi bir mesaj taşıyordu sanki.
Voy a reír, voy a bailar
Vivir mi vida, la la la la
Voy a reír, voy a gozar
Vivir mi vida, la la la la
Kahkaha atacağım, dans edeceğim
Hayatımı yaşayacağım la la la la
Kahkaha atacağım, keyfini süreceğim
Hayatımı yaşayacağım la la la
Aynen öyle! diye düşündüm ilk dörtlük bittiğinde. Şimdi dans etme, kahkahalar atma ve hayatın tadını çıkarma zamanıydı hepimiz için. Ve davulun ilk bum tam tamlarıyla Tuğçe de kapıda belirmişti. Caner'in elini tutuyordu. Biz kızlar gibi kırmızılar içindeydi o da ve kesinlikle ona pençesini geçirmeye çalışmış ölümü üzerinden silkelemişti. Kuzeninin yaptığı sürprizin yarattığı şaşkınlık ve şok hala ıslak gözlerindeydi ki onu karşılamak için hazır bekleyen bizleri gördüğünde dudakları daha da hayretle açıldı.
"Siz..." dediğini işittim sadece.
"Mi gente!" diye çığırmıştı Mert aynı anda. İhtiyacımız olan fişek buydu. Hepimiz aynı anda ilk adıma geçmiştik. Öne geri, öne geri, öne geri, öne geri, bir ve ki, üç ve dört. Caner kendi kendine hareket eden Beren'i gördüğü an yokluğunda kurduğumuz düzeni anlayıp tünelde yerini almıştı. Bu da işin kalanını Kuzey'e bırakıyordu. Tüm bakışlar üzerindeyken bedeninin nasıl kasıldığını görebiliyordum arkadaşımın. Yine de iki adımda Tuğçe'nin önüne varmış, onu bir Vals'e davet eder gibi hafifçe eğilerek serenat yapmıştı.
Tuğçe'nin bir şeyler söylediğini oynayan dudaklarından fark etsem de duymam imkansızdı. Zaten onun sıranın başında, Kuzey'in karşısında yerini almasıyla asıl olaya geçme zamanımız gelmişti.
"Hoba!" diye bağırdı o an Mert neşeyle.
Ve Rüzgar'ın yönlendirmesiyle temel adımın ardından dönüp bir sonraki yerime geçtim. Tıpkı bir trenin lokomotifleri gibi ilerliyorduk şimdi. Havaya kalkan her kolda bileklerimize bağlı tüller havalanıyor, tam bir geçit törenine çeviriyordu bu dansı. Mert'in komutları işi sadece daha eğlenceli kılmak içindi ve kesinlikle işe yarıyordu. Az sonra tüm oğlanları geçmiş benden önceki diğer kızların yanında yerimi almıştım. Artık stüdyonun içindeydik ve ilerlemeye devam ediyorduk. Mert'in söylediği gibi bir çembere döndüğümüzde Tuğçe de parkeye adımını basmıştı. Sıranın sonunda kalan oğlanlar hemen peşinden içeri girip halkayı kapadı ve böylece Barbie'yi dairenin ortasında bırakmış olduk.
Bir an ne yapacağını bilemedi Tuğçe. Aslına bakılırsa, hiç birimizin sonraki adım konusunda fikrimiz yoktu, buraya kadar kurgulamıştık sürprizi sonuçta. Ama sonra yine günü kurtardı Mert ve Kuzey'i arkasından ortaya doğru ittirdi. Elbette ya, Tuğçe'yle ikisinin solosundan daha mantıklı ne vardı ki şu an.
Böylece bir ay sonra ilk kez gerçek bir dans için elini partnerine uzattı Kuzey. Salsa hiçbirimizin uzmanlaştığı bir tür değildi, ama kısıtlı bilgileriyle bile profesyonel Salsacılara taş çıkartırdı Kuzey'le Tuğçe. Az sonra ortamızda dönmeye başladıklarında hiçbirimiz yerimizde duramıyorduk artık. Islıklar, alkışlar, tezahüratlar... Kahkaha mıydı Kuzey'in her daim ince bir çizgi gibi duran dudaklarında gördüğüm yoksa? İlk kez gerçekten yaşadığını hissediyor olabilir miydi arkadaşım?
Ne diyebilirdim ki... Aşk çok başka bir güçtü. Yeri geliyor insana asla yapmam dediği hatalar yaptırıyor, yeri geliyor ulaşılmaz bir rüya aleminin kapılarını aralıyordu. Şimdi etrafımı saran şu halkaya baktığımda hepsinin en az bir kez o hatalardan birini yaptığına emindim. O zavallıların en başında ben geliyordum şüphesiz. Düşmüş, kalkmış, daha beter düşmüş, daha hızlı kalkmayı öğrenmiştim. Hafızama kazınan tek bilgiyse iniş çıkışların asla bitmeyeceği; ama kalbinde aşk, yanında dostların olduğunda bu çöküşün uzun sürmeyeceğiydi.
Tuğçe ve Kuzey'in halkaya geri katılmasıyla yeniden Rueda'ya başladığımızda bir kez daha o arkadaşlığın görünmez büyüsü dolanıyordu birbirine dokunan ellerimizde, çarpışan bakışlarımızda, paylaştığımız kahkahalarımızda. Rüzgar'ın karşısına her geldiğimde yeniden evime dönmenin sıcaklığıyla huzur buluyordum. Sanırım o yüzden müzikler birbirini kovalarken kimse bu bağı koparıp da durmaya yeltenmemişti.
Bir saatin sonuydu sanırım Mert'in albümü bitip de salon sessizliğe gömüldüğünde. "Tamam yeter." demişti Caner aynı anda duruma müdahale edip. "Tuğçe'yi ilk günden hastanelik edeceğiz bu gidişle. Hadi biraz ara verelim, yiyecek içecek bir sürü şeyimiz var bahçede. Beyler, görevinizin başına!"
Harika geliyordu sözleri kulağa. Zaten Güney "Zevkle!" deyip kendini bara atmıştı hemen. Bir süre sonra bir elimde şarap kadehi önümde çeşitli yiyeceklerle dolu bir tabak vardı. Bahçedeki uzun masaya kurulmuştuk hepimiz. Tepemizdeki lambalar ve ışıl ışıl mumlarla büyülüydü ortam. Müziğin tatlı tınısı stüdyodan bize ulaşıyor, ağaçlara asılı kırmızı tüller salınarak notalara eşlik ediyordu.
Herkesin, ama herkesin yüzünün güldüğü, kelimelerin kahkahalarla taşındığı o kusursuz andaydık. Hani çok ama çok mutlu olur insan da elindekini kaybetmekten delice korkar ya... İşte tam o an! Ama bu gece korkular bile bizi saran kalkanı aşamıyordu. Herkes Tuğçe'yle ilgili bir anısını anlatırken ağzım kulaklarımda izliyordum her bir arkadaşımı. İçimden dolup taşan sevgi şarabın etkisiyle bin katına çıkmıştı sanki. Öyle tatlıydı ki dile dökülen anılar...
"Bir kere Kuzey çok hasta olmuştu." diye anlatıyordu Güney. "On beş yaşında falandık demi lan? Kardeşim diye demiyorum o zaman da aynı böyle domuz gibi ketum. Ateşi olmuş kırk küsur, sesini de çıkarmıyor. Tuğçe antrenman yapacağız demiş buna, karşı çıkmak ne demek tabi, haşa! Baktım hazırlanmış köşede bekliyor, ama sokakta kalmış kedi yavrusu gibi, tir tir."
"Ne alakası var ya!" diye homurdandı Kuzey başını içkisine gömüp.
Ama Tuğçe girmişti araya. "Hatırlıyorum tabi ki o günü." dedi hafif bir tebessümle Kuzey'i izleyerek. "Eve bir çıktım, bayıldı bayılacak Kuzey. Hala bir şeyim yok diyor."
"Tuğçe ortalığı birbirine kattı tabi. Bir telefon, üç tane doktor geldi yarım saat içinde eve. Baktılar olmuyor, sarıp sarmalayıp götürdüler bunu hastaneye. On gün mü kalmıştı orada?"
Başıyla Güney'i onayladı Tuğçe. Hala Kuzey'in üstündeydi gözleri, ama ifadesine gölgeler çökmüştü şimdi. "On gün kalmıştı." dedi. "İlk beş gününde kendinde değildi. Bizi duyduğunu sanmıyorum. Doktorlar duymadığını söylüyorlardı. Yine de her gün ona aynı şeyi söylemeye devam ettim."
"Sakın ölme." diye mırıldandı Kuzey. Başını kadehinden kaldırmamış, sadece belli belirsiz tebessüm etmişti.
Sakın ölme... diye düşündüm. Bu tam da Kuzey'in Tuğçe'ye söylediği şeydi vurulduğunda. Demek o sözler... Aslında onlar...
Tuğçe'nin dudağının kenarı hafifçe yukarı kıvrılmıştı. Ben düşüncelerimde daha ileri gidemeden "Sakın ölme..." diye tekrarladı. "Peki o bana ne söyledi dersiniz?"
Şimdi başını kaldırmıştı Kuzey. Ne söyleyeceğini zaten biliyordum. Sözcükler onun dudaklarından dökülürken kalbimin hafiflediğini hissettim.
"O kadar kolay değil!"
Gülüşü yüzüne yayıldı Tuğçe'nin. Kadehini Kuzey'e doğru kaldırmıştı. "O kadar kolay değil!"
Birkaç saniye bahçeye çöken sessizlikte onların birbirleriyle bakışmasını izledik. Havadaki aşk gül gibi kokuyordu burnuma ve bahar ve mutluluk ve umut ve... Sonunda hepimizin kalbini ısıtan düşünceyi ıslık çalarak ifade etmişti Mert. "Haydi kadehler havaya o zaman!" diye bağırdı neşeyle kolunu kaldırıp. Az sonra bardakların şıngırtısı sarmıştı bahçeyi.
"Tuğçe'nin aramıza dönmesine!" dedi Ela keyifle.
"İyilerin kazanmasına." dedi Beliz saçlarını savurup.
"Arkadaşlığımıza!" dedim dayanamayıp.
"Aşka!" dedi Mert olabilecek en baştan çıkartıcı sesle.
Ama son noktayı Caner koymuştu. "İkinci şanslara ve yeni başlangıçlara!"
Ona baktık hepimiz merakla. Sözleri güzeldi, ama neden bahsettiğini anlayamayan sadece ben değildim belli ki. Üstelik Caner ayağa kalkmıştı şimdi. En uçta oturmasına rağmen sandalyesinden uzaklaşıp masanın başına geçti ve tek tek her birimize baktı dikkatle.
"Hayırdır inşallah..." dedi Memoji merakla.
"Pastadan dansöz çıkmasının zamanı mı geldi yoksa?" diye daldı Güney lafa. Yine kendi kendine gülerken Ela'nın fırlattığı bir avuç fındık onu susturmuştu.
"Çocuklar..." diye başladı Caner onu umursamadan. Sesindeki ciddiyet az sonra herkesin derin bir sessizliğe gömülmesine neden olmuştu. İşte bir sürpriz daha geliyor... diye düşündüm elimde olmadan. Beren'le mi ilgiliydi? Ya da Tuğçe... Belki de kendisiyle... Caner'in gözleri benimkileri bulduğundaysa tüm olası düşünceler uçtu beynimden, bomboş kaldı zihnim. Neler oluyordu?
"Geçen yılbaşını hatırlıyorsunuzdur." diye devam etti Caner bakışlarını benden ayırmadan. "Hani bir anda kutlamanızın ortasına düşüşümü, şu muhteşem tombala oyununu..."
Mert "Benim tombala oyunum!" diye yanında oturan Memoji'ye böbürlenirken ben sandalyemde dikleştim istemsizce. Elbette hatırlıyordum o günü. Hepimiz hatırlıyorduk. Beren hariç herkes oradaydı o gece. Bıçakların çekildiği, eski yaraların yeniden açıldığı o kanlı anları nasıl unutabilirdik ki... Ne de müthiş bir yıl sonuydu öyle... ve ne harika bir başlangıç olmuştu yeni yıla... Peki neden Caner tam da böyle bir anda o geceye götürmek istemişti bizi?
Sanki düşüncelerime cevap verir gibi "O gece olmasa şu an burada olmazdık sanırım." dedi Caner kırık bir tebessümle. "En azından... benim yanınızda olmayacağım kesin. O gecenin öncesinde hepinizin nefret ettiği bir adamdım ben. Yıllarca içimizde korkunç bir öfkeyle yaşadık her birimiz. Nefretimizin bize ne kadar zarar verdiğini göremeyecek kadar kördük. Ama o gece... İrem bana inanmayı seçti ve hepimize bir ders verdi. Aynı geçmişe tutunarak yeni bir başlangıç yapamıyor insan. Ve yeniden başlamak çok ama çok büyük bir cesaret gerektiriyor."
Durdu Caner. Şarabından bir yudum alıp kadehi masaya bırakmış, bir süre yerde gezinen bakışları aldığı derin nefesle yeniden bize dönmüştü. "O gece hepiniz çok kızdınız İrem'e." dedi özür dileyerek bana bakıp. "Oysa omuzlarımızdaki yükü görüp onu kaldırmak isteyen tek kişiydi İrem. Bana ikinci bir şans verdi. Hepimize ikinci bir şans verdi. Ve ben..." Yutkundu. "Bu gece onun kadar cesur olup onun yaptığını yapmak ve omuzlarımızdaki yükü kaldırmak istiyorum. Yepyeni bir başlangıç için..."
Sessizlik dilin ucuna gelmiş binlerce farklı kelime, form almamış sayısız cümle ve asla konuşulamayacak düşüncelerle doluydu. Sen ne yaptın Caner? diye sormak istiyordum ben de. Aklıma gelen tek bir ihtimal ve mantığımın onun ne kadar imkansız olduğuyla ilgili yaptığı uyarılar vardı zihnimde.
"Umarım o gece İrem'e kızdığınız kadar kızmazsınız bana."
Caner'in sözleri düşüncelerimle çarpışıp beni yeniden bu ana getirdi. Geçiş öyle hızlı olmuştu ki o an kapıda beliren siluetin bir an benim hayal ürünüm olduğunu düşündüm. Ama gölge hareket ediyordu ve az sonra ışıkların altına gelmesiyle bir değil iki kişi olduklarını görmüştük. Yanımda Rüzgar'ın neredeyse ayağa kalkacak kadar dikeldiğini, masanın etrafında herkesin öne kaydığını hissetsem de ben tepki veremedim. Beklenmedik konuklarımız Caner'in yanında durana dek nefes almayı bile bırakmıştı ciğerlerim.
"Merhaba..." dedi hem çok tanıdık, hem de bir o kadar yabancı ses.
"Merhaba." diye eklemişti yanındaki kız. Türkçe'ydi sözleri, ama aksanı yüzünden İtalyanca gibi gelmişti kulağıma.
Geçen bir ayın hepimiz gibi onlara da yaradığına şüphe yoktu. Meriç... çok daha sağlıklıydı artık, neredeyse eski günlerdeki gibi. Bastonu hala elindeydi elbette, ama her an devrilecekmiş gibi durmuyordu en azından. Yaraları iyileşmiş, ciğerlerindeki hasarın sesine etkisi neredeyse kaybolmuştu. Ve Sophie... onu hep en kötü anlarda görmüştüm bugüne kadar. Aslında ne kadar güzel bir kız olduğunu ancak fark ediyordum. Can bedenine geri dönmüş, yüzüne renk gelmişti.
Hiç kimsenin cevap vermediğini fark eden Caner sesli bir nefes verdi. "Onlardan gelmelerini ben istedim. Türkiye'ye bugün döndüler. Bu gece burada olabilmek için..."
İtirafının ağırlığı öyle büyüktü ki görünmez bir güçle oturduğumuz yerlere mimlenmiştik hepimiz. Kimse hareket edemiyor, ağzını açamıyor, gözünü bile kırpamıyordu. Sahiden de o yeni yıl kutlamasına dönmüş gibiydim şimdi. Ama bu kez bombayı bırakan tarafta değil, onun etkisiyle parçalara bölünen insanların arasındaydım. Ancak anlıyordum, böyle bir anda insanı işlevsiz bırakan zihinlerimizde yükselen duvarlardı. Arada kalmışlık... Duyguların ve mantığın arasına sıkışıp kalmak...
Ama bu gece farklı diye uyardı iç sesim hemen. Caner'i bir anda düşmanlarının önüne atmam gibi değildi Meriç'in karşımıza çıkması. Onunla ilk kez yüzleşmiyorduk. Tüm defterleri bir kez masaya yatırmış, hepsinin küle döndüğüne emin olmuştuk zaten. Öfke, nefret, kin, hayal kırıklıkları... o küllerin arasındaydı hep. Ödemek istediği borçlardan çok daha fazlasını üstlenerek kendi elleriyle yok etmişti geçmişin gölgelerini Meriç. Bu geceyse yeni bir başlangıçtı. Yeni bir karşılaşma, hesapta olmayan bir buluşma, cesur bir adım... Meriç'in üzerimizde dolanan bakışlarında umudun pırıltılarını görmemek imkansızdı.
Peki ben ne hissediyordum? Böyle bir sürprizi beklemediğim kesindi. Meriç... onca zaman sonra yeniden... karşımızda... Hem de hiç dönmemek üzere hayatımızdan çıkmışken... Bir yanım -çok uzun süre geçmişin karanlığında yaşamış yanım- hala kızgın olmam gerektiğini söylüyordu. Meriç'e bakarken ruhumu yoklayan tonlarca farklı duygunun hepsine galip gelmeliydi öfkem... Oysa bir rüyanın içinde süzülür gibi etrafımdan akıyordu anılar. Garip bir şekilde acıtmıyordu artık hiçbiri. İçinde olduğumuz an geçmişin karanlığına geçit vermeyen bir kalkan gibiydi.
Bu gece yeni bir başlangıç için toplanmıştık hepimiz bu masanın etrafına. Tüm izlerinden kurtulmuş eski okulumuz gibi, ölümü yenip hayata dönmüş Tuğçe gibi, Beren'le yeni bir geleceğe merhaba diyen Caner gibi, sonunda evlerine dönen Ela ile Mert gibi, dostluğun kazanmaktan çok daha önemli olduğunu öğrenen Oya gibi, aşkın beklemeye gelmeyeceğini en acı şekilde keşfeden Kuzey gibi, yeni seçimlerin eski borçları silmesine izin verip vicdanıyla barışan Rüzgar gibi ve...
Benim gibi diye düşündüm belli belirsiz bir tebessümle. Kırık bir kalple, ne aradığından bihaber, genç bir kız olarak yola çıkmış İrem gibi... O çocuk genç bir kadındı artık. Pek çok yara bereyle düşe kalka da olsa ilerlemeyi sürdürmüş ve atladığı her tümsekte aşkı, arkadaşlığı, aile olmanın ne anlama geldiğini biraz daha keşfetmişti. Tüm bu yaşanmışlıklardı bana bu masadaki sandalyelerden birinde oturma şansı kazandıran. İyisiyle, kötüsüyle başıma gelen olaylardı. Meriç'ti, az ötedeki aynalı salondu, içindeki insanlardı... Hangi birine kızabilirdim ki onlar sayesinde sonunda bu ailenin bir parçası olduğumu bile bile.
Kızamıyordum da zaten. Gecenin üzerime yapışmış şekerli aroması tüm kötü ihtimalleri silecek kadar güçlüydü. Dakikalar önce attığım kahkahaların çizgileri dudaklarımın kenarındaydı hala. Sohbetimizin tınılarıyla sıcacıktı bedenim. Geri dönmeyi reddediyordu. Geçmişi reddediyordu. Bu, yeni bir gündü. Yeni bir gece. Yeni bir başlangıç.
"İkinci şanslara ve yeni başlangıçlara!"
Uykudan uyanmış gibi ayıldım bir anda, bakışlarım merakla masanın karşısına döndü. Tuğçe elindeki kadehi Caner'e doğru kaldırmıştı. Bir mantra gibiydi cümlesi. Sanki zihnimde şekillenen kelimeleri benim yerime o dile getirivermişti. Yeni başlangıçlara diye yankılanıyordu sesi kulaklarımda, zihnimde, ruhumda. İkinci şanslara, yeni başlangıçlara, yeni başlangıçlara, yeni başlangıçlara...
Düşünmeden ben de kaldırdım kadehimi. "İkinci şanslara ve yeni başlangıçlara!"
Gülümsüyordum. Meriç'in hayretle Tuğçe'den bana çevrilen bakışları çok uzun süre sonra ilk kez başımı çevirme isteği yaratmamıştı bende. Nasıl? der gibi bakıyordu gözleri. Gerçekten mi? diye haykırıyordu aralık dudakları. Ama hızlı bir cevap geldi ona masanın öteki ucundan.
"İkinci şanslara ve yeni başlangıçlara!"
Ela'ydı konuşan. Mert takip etmişti onu hemen yüzünde bilmiş bir tebessümle. Beren, Beliz, Oya, Memoji, hatta Güney kadehlerini kaldırmışlardı saniyeler içinde. Artık sadece Kuzey ve Rüzgar'ın elleri masadaydı. Çaprazımda Kuzey'in kendiyle derin bir savaşta olduğunu görebiliyordum. Başımı yana çevirdiğimde benzer bir mücadele içinde bulacağıma emindim Rüzgar'ı da. Ama onun yüzü sakindi. Kadehi hafif hafif çeviriyordu saat yönünde. Hepimizin onu izlediğimizin farkındaysa da bu onu rahatsız etmiyordu sanırım. Başını kaldırıp Meriç'e dönene kadar ne düşündüğünü, ne yapmayı planladığını kestirmek imkansızdı.
Derken, çok hafifçe yukarı kıvrıldı önce dudağının bir kenarı. Gelecekten ödünç alınmış bir tebessümdü bu. Cesur bir adımdı. Yeniden umut etmenin cüretiydi. Gamzelerini ortaya çıkarmak için yeterli değildi belki; ama kesinlikle ümit vadediyordu. Rüzgar'ın eli havaya kalktığında kuşlar da bir örtü gibi masayı sarmış gölgeyi havalandırmıştı sanki.
"İkinci şanslara ve yeni başlangıçlara!" dedi sevgilim bir şarkı gibi yumuşacık.
"İkinci şanslara ve yeni başlangıçlara!" diye mırıldandı onu takip eden Kuzey.
Gözlerimin yaşarmasına engel olamamıştım. Daha ne yaptığımı bile fark etmeden elim Rüzgar'ınkini tutuyordu. Parmakları anında benimkilerin üstüne kapanıp sıkmıştı. Meriç'in de göz yaşlarını gülüşünün ardına saklamaya çalıştığını görebiliyordum. Dişi alt dudağına geçmişti ağlama isteğini geri bastırmak isterce. Caner'in boş iki kadehi şarapla doldurup onlara uzatmasını izlerken yaşadıklarına hala inanamadığı öyle belliydi ki sersemlemiş yüzünden.
Ne söylediğimizi anlamadığı halde ondan önce uzanmıştı Sophie kadehe, bir kolunu Meriç'inkine geçirip güven verici bir şekilde gülümsemişti sevgilisine. "C'omon Miro!" dedi Caner'in havada kalmış elini işaret edip. Hadi Miro.
Kısa bir an yanındaki kızı izledi Meriç hayali bir pencereden gerçek dünyaya bakar gibi. Sonra yavaşça Caner'e dönmüş, şarabı alıp kadehi yukarı kaldırmıştı.
"İkinci..." Yutkundu. "İkinci şanslara... ve..." Gözünden kurtulan yaşla başı önüne düşse de hemen kaldırdı yeniden. "İkinci şanslara ve yeni başlangıçlara!"
Hepimizin kolu havadaydı artık. Ben de ağlıyordum, diğerleri de. Ama bu kez özgürce, sözlerimizi kutlamak için akıyordu yaşlar. Arkadaşlarım gibi şarabı dudaklarıma götürdüğümde bir yemin gibi tekrar ediyordum aynı sözleri zihnimde. Yeni bir başlangıçtı bu. Hep birlikte adım atma cesareti gösterdiğimiz şahane bir geleceğin ilk anı.
"Madem öyle..." dedi Caner bir kez daha kadehini masaya bırakıp. "Bu yeni hayatımız için biraz hayal kuralım ha, ne dersiniz?"
Sözleriyle muzipçe gülümseyip anında ayaklanmıştı Beren. Caner'in dudaklarına minik bir buse bırakıp aynalıya doğru koşturdu. Az sonra yanımıza geri döndüğünde koca bir çöp poşeti taşıyordu. Masanın etrafında dönerek torbanın içinden çıkardığı paketleri her birimizin eline bırakırken hiçbirimizin bir fikri yoktu neler olduğu konusunda.
O sırada "Herkes ayağa!" dedi Caner şaşkınlığımızdan duyduğu keyfi gizlemeye çalışmadan. Sonunda Beren yanına gelmiş, son paketleri Meriç ve Sophie'ye verip geriye kalan iki tanesini de Caner ve kendisine almıştı. Elindeki plastiği yırtarak açıp buruş buruş bir kağıt parçası ortaya çıkardı Caner. Bu arada hepimiz sözlerine uyup sandalyelerimizin arkasında ayağa kalkmıştık.
"Şimdi bu yeni başlangıç için dilek dileyeceğiz." dedi Caner elindeki şekli bir fener haline getirip. Ancak anlamıştım Beren'in dağıttığı paketin ne olduğunu. Kalbimi sıcacık yapan bir heyecanla kendi fenerimin paketini yırttım hızla, iki ucundan çekiştirdiğimde buruşuk kağıt gerçek formunu kazanmıştı. Aynı paketin içinden çıkan çakmak bir elimde, fenerim diğerinde masanın etrafındaki arkadaşlarıma bakıyordum şimdi. Herkes öyle mutluydu ki... Aldığımız hediye basit bir kağıt parçası değildi de geleceğe dair tüm umutlarımızı taşıyan bir hazineydi sanki.
"Hazırsa herkes..." dedi Caner çakmağı fenerin altına tutup. Aynı anda etrafı bir panik sarmıştı.
"Bir dakika ne yapıyoruz ilk?"
"Ne dileyeceğim ki şimdi ben?"
"Nasıl yakılıyor bu lan?"
"Sadece çakmağı mı tutacağız şuraya?"
"Biriniz benim yerime şunu yakar mısınız?"
Ben de Rüzgar'a dönmüştüm benzer sorularla. Çocuksu heyecanıma sıcacık gülümseyip "Gel." dedi. "Önce seninkini yakalım."
Olduğum yerde sevinçten zıplayacaktım neredeyse. Sevgilim fenerimi yakmama yardım ederken diğerleri de kendi hayallerini gökyüzüne ulaştırmak için çabalıyordu çevremde. Kısa süre sonra ortaya çıkmıştı ki bu iş kesinlikle yalnız yapılamıyordu. Neyse ki birbirinden üstün onlarca el vardı etrafta.
Herkesten önce başarılı olup fenerini havalandırmayı başaran Ela'nın desteğini alan Mert'ti. "Yes!" dedi büyük bir hazla ellerini birbirine çarpıp. Hemen gözlerini kapatıp duymadığımız, ama dudaklarından takip edebildiğimiz bir duaya başlamıştı. Ne dilemişti, ne çağırmıştı hayatına bilmiyordum ama işi bittiğinde sonunda huzura ermiş gibi bir nefes verdi.
Sonraki şanslı isim Oya'ydı. Fenerini havalandırmış olmaktan çok Memoji'nin ona yardım etmiş olmasından etkilenmiş gibiydi. Belki de dilediği şey de tam olarak buydu. Arkadaşlarını geri kazanmak...
Beliz, ben, Beren, Memoji derken yavaş yavaş havalanıyordu tüm fenerler. Gece uçuşan hayallerle, geleceğe uzanan beklentilerle dolmuştu az sonra. Kendininkini gökyüzüne bıraktıktan sonra yanağıma sıcacık bir öpücük bıraktı Rüzgar ve "Hep benim ol." diye mırıldandı kulağıma bugün ikinci kez. Ona benzer bir dileğin az önce benim kalbimden çıktığını söylemedim. Bunun yerine kollarımı boynuna dolayıp onu öpmüştüm.
Tuğçe az ötemde hala kendi fenerini yakmakla uğraşıyordu bu arada ama Güney'in yardımı kesinlikle faydasızdı. "Aşkınıza ara verip yardım etmeye ne dersiniz?" dedi yandan bize laf atıp. Rüzgar'la gülüşüp onlara yönelmiştik anında. Ben Tuğçe'ye, o da Güney'e.
"Ne dileyeceğini düşündün mü?" dedim feneri onun yakabilmesi için tutarken.
Tüm dikkatini elindeki işe verdiğinden kaşları çatılmış olsa da sözlerimle dudakları yukarı kıvrılmıştı Tuğçe'nin. "Bir şeyler düşündüm işte." dedi omuz silkip.
"Kim bilir, belki bir başkası da seninle aynı şeyi dilemiştir bu gece." dedim tüm riskleri göze alıp. Tuğçe'nin feneri kafamdan geçirmesi fazlasıyla olasıydı biliyordum. Caner'in Kuzey'le ilgili ona yaptığı imaları hep şiddetle savuşturmuştu Tuğçe. Oysa bu kez gülüşü bariz şekilde yüzüne yayılmıştı.
"Belki..." diye mırıldandı sonunda feneri tutuşturmayı başardığımızda. "Hadi... gönderelim artık şu şeyi havaya!" Derin bir nefes almıştı dileğini gökyüzüne bırakmadan önce ve iki saniye sonra uçarak uzaklaşıyordu fener gerçekleşeceği ana doğru.
Ve böylece yepyeni umutlarla adım atıyorduk yeni hayatımıza. Yolculuğun bundan sonra daha kolay olacağını söylemezdi kimse. Tökezlemeyeceğimizi, kendimizi tozun toprağın içinde bulmayacağımızı... ama yaşamak da düştüğün yerden kalkıp, üstünü başını silkeleyip bir sonraki çukura doğru ilerlemekten ibaret değil miydi zaten? Önemli olan yerde ya da ayakta geçirdiğin tüm o anların hakkını verebilmek ve ilerlemeye devam edebilmekti. Cesaretle ve aşkla... Ve biz de tam olarak bunu yapacaktık.
Bu düşünceyle döndük büyük aynalıya. Geçen yıl yeni hayatıma adım attığım salonda şimdi bambaşka bir yaşam başlıyordu benim için. Ayaklarım bu parkeye ilk bastığında yönünü kaybetmiş, kendi kalbini dinlemek yerine başkalarına kulak veren ürkek bir kız çocuğuydum. Şimdiyse kendi değerini bilen ve bunu dünyaya göstermekten korkmayan güçlü bir kadındı İrem. Aşkı, arkadaşlığı, en önemlisi de kendimi bulmuştum bu yolculukta. Her daim benimle olan ve olmaya devam edecek olan tek şeyse danstı. Dans... Tutkum, kalp çarpıntım, heyecanım, başlangıç noktam, yolum, amacım...
Ve ben de dans ettim. Hepimiz ettik. Ta ki güneş yeniden dünyayı ışığa boğup beklenen yeni günü getirene dek...
Bir-ki üç cha cha bir...
***
-KİTABIN SONU-
Ve sonsuza dek mutlu yaşadılar diyor ve masalımıza burada noktayı koyuyorum :)
Söyleyecek çok şey var. Şu an bu satırları okuyorsanız tam 135 bölümdür benimle bu yolculuğu paylaşıyorsunuz demektir.
TEŞEKKÜRLER! TEŞEKKÜRLER! TEŞEKKÜRLER!
Bu emeğiniz için diyebileceğim tek şey bu. Çok ama çok teşekkürler! Siz olmadan Aynalı Salon asla aynı olmazdı. Yorumlarınızla bana yön verdiniz, desteklediniz, motive ettiniz, yazma gücüm oldunuz.
Aynalı'yı bitirme girişimimi, nasıl bitiremediğimi, ek bölümlerle geri gelişimi, ek bölümlerin ikinci bir kitaba evrilişini biliyorsunuz hepiniz. Kitabın tam anlamıyla tamamlanmadığını hissettiğimden içimden gelen bir sesle devam etmiştim. Çok da mutluyum bu şekilde ilerlediğim için. Şu an gönül rahatlığıyla noktalıyorum kitabımı. Tüm karakterlere, tüm açık konulara hakkını fazlasıyla verdiğime inanıyorum :) Kitapta da yazdığım gibi, borçlar ödendi, eski defterler kapandı, yepyeni bir hayat başladı.
Ben artık bir parçam haline gelmiş tüm karakterlerimle vedalaştım, ama size burada veda etmiyorum. Daha pek çok hikayede sizinle buluşmayı diliyorum :)
Başka öykülerde, başka hayatların, başka hayallerin peşinden birlikte koşmak temennisiyle...
Hepinizi çok ama çok öpüyorum.
Sevgiler
Ezgi Çağlar
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top