Bölüm 80

-FİNAL-

Ve sonunda o kaçınılmaz andayız. 

Ne kadar ağırdan da almaya çalışsam her güzel şeyin bir sonu oluyor sanırım :') İlk bölümden bu ana kadar benimle kalan siz güzel okurlar... hepinizi düşündüğünüzden de çok seviyorum. Sizin yorumlarınız, düşünceleriniz, sorularınız, itirazlarınız, desteğiniz, sevginiz olmasa Aynalı asla bugünkü halinde olamazdı. Bu benim değil, hepimizin kitabı oldu sayenizde. Ve ben bu güzel deneyime hiç doyamayacağımı biliyorum. 

O yüzden de... lafı burada kesiyor ve sizi keyifle okumanız için son kez bölümle baş başa bırakıyorum. 

Herkese kocuman sevgiler, öpücükler.

E.Ç.


***

Dance me to the end of love.

***

BÖLÜM 80:

VE ÖYLE DE OLDU

Lütfen...

Neredeyse koşuyordum. Lütfen sen ol...

Bana el sallayıp dikkatimi üzerine çekmeye çalışan kızlara bakmadan girişe yöneldim. Lütfen Allah'ım... Doğru görmüş olayım, lütfen!

"İrem!"

Arkamdan seslenen hakemlerden biriydi, ama ona bile cevap vermeden hızla kapıdan girdim. Herkes dışarıda olduğundan okul binasının içi sakin, odalar kimsesizdi.

Bir umut... bir adım... bir adım daha...

Hızla koridorda ilerlerken tek tek salonların önünden geçiyor, her defasında Rüzgar'ı görme hayaliyle başımı içeri uzatıyordum.

İlk hüsran...

Boş olduğu kesin ilk beş altı salonu ardımda bırakıp yürümeyi sürdürdüm. Cam duvarların arasından, yeşillikler içinden ilerlerken her adımımda farklı anılar beliriyordu gözlerim önünde. Bir köşede, geçmiş hayatını geride bırakıp cesurca İstanbul'a gelmiş İrem vardı. Bora... ona karşı duyduğu çocuksu, saf aşk... ve bu aşkın başına açtığı onca dert...

Ve İrem büyüyordu gözlerim önünde. Bu kez Meriç hayatına giriyor, tüm bildiklerini alt üst ederken masumiyetini de götürüyordu. Tutku vardı şimdi İrem'in kalbinde. Daha önce deneyimlemediği bir arzu, tehlikeli bir aşk... Ölümden başka bir seçenek hiç olmamıştı belki de bu karanlık yolun sonunda. Ama ancak şu an anılarımda gezerken böyle net görebiliyordum bu gerçeği.

İlerlemeyi sürdürdüm. Kalabalık ve müzik geride kaldıkça sessizlik etrafımı sarıyor, rüya dağılıp acı gerçek biraz daha üzerime kapanıyordu. Stüdyoların arasından, cam koridordan geçerken bu kez Rüzgar'a kaymıştı düşüncelerim. Onu hayal etmek bile kalbimdeki korkunun hafiflemesini, içimin ısınmasını sağlıyordu ya... yokluğu tüm bu güzel duyguları silmek için bir adım ötemde beklemese bir de...

Neredesin?

Koridor dik açıyla kıvrıldığında mutlak sonla inatlaşırca hızımı artırdım. Orada olmalıydı Rüzgar. Doğru hesapladıysam tam şu köşedeki salonda görmüştüm bir anlık yansımasını. Ellerim titriyordu. Lütfen...

Yıkım...

Girdiğim stüdyo en az diğerleri kadar boştu. Bir an yanlış düşünmüş olabileceğime kendimi inandırıp hızla yandaki salona geçtim. Ve sonra onun yanındakine...

Yine kırıklar... bıçak gibi keskin bir acı... alışılmış son...

Rüzgar yoktu. Muhtemelen hiç olmamıştı. Muhtemelen de bir daha olmayacaktı. Haftalarca bekledikten sonra o ışığı gördüğüme inanmamı isteyen aklım bana oyunlar oynamıştı sadece. Ve son haftalarımın, son günlerimin alışılmış kekremsi tadı vardı şimdi yine ağzımda.

Bir-ki üç... bir-ki üç...

Kaderin bir oyunu olsa gerek, bahçeden kulağıma ulaşan müzik tam da şu an nefis bir Vals'e dönmüştü. Sıcacıktı... yumuşacık, büyülü... Tıpkı her notada biraz daha zihnimde belirginleşen anılar gibi... Belki de bundan böyle tek gerçeğimin hafızama takılı kalmış bu eski görüntüler olacağını kabullenmenin ve onlarla yetinmenin zamanı gelmişti.

Gözlerimi yumdum.

Bir-ki-üç... bir-ki-üç... diye eşlik ettim müziğe içimden. Ayaklarım hareketlenirken bedenim de uzaktan salona sızan melodiyle salınmaya başlamıştı. Bir an tüm mantığımı, tüm yakıcı gerçekleri bir kenara bırakıp yeniden Rüzgar'la ilk vals yaptığımız ana dönmeyi denedim.

Bir-ki-üç... bir-ki-üç...

Şimdi mekan değişmiş, okul yok olmuş, bir tek ayağımın altında kayan parke ve ruhumu okşayan müzik kalmıştı. Uçuyordum tek başıma. Ne belimde Rüzgar'ın güven veren eli, ne de karşımda onun gülüşü vardı. Karanlığın içinde bir zamanlar sahip olduğumu bile fark etmediğim ışığı yeniden bulmak için salınıyordum.

Bir-ki-üç... bir-ki-üç...

O zaman da bu kadar acıklı mıydı çalan şarkı acaba? Yoksa benim kalbim fazla mı kırık döküktü artık? Notaların ardına saklı o hüzünlü tınıyı ancak fark ediyordu bedenim. Elim son bir dönüş için havaya kalktığında sanki kavuşmaya çalıştığım hayal tam karşımda beni bekliyormuş gibi koca bir umutla gözlerimi araladım. Oysa kendi yansımamla karşı karşıyaydım bir kez daha. Müziğin son notasıyla birlikte başım selam için öne düşmüş, gerçek hayat hayalleri tek bir kalp çarpıntısı kadar hızla tüketmişti.

Derin bir nefes aldım şimdiki ana dönebilmek için. Hiç beklemediğim ses tam da o an kulağıma ulaşmıştı. Arkamdan gelen alkışın sahibini görmek için merakla başımı çevirdim. Beni kimin bu halde yakaladığını düşünmeye başlamış olan beynim tüm bedenime panik sinyalleri verip yanaklarımın kızarmasına neden olmuştu. Oysa tek bir görüntüyle tüm uzuvlarım bir daha hiçbir komuta itaat etmeyecekmişçesine kaskatı kaldı.

Zamanın durduğu, tüm fizik kanunlarının anlamını yitirdiği o anlardan birindeydik şimdi. Bedenim oksijensiz de yaşayabileceğini kanıtlarca tüm yaşamsal fonksiyonlarını askıya almıştı. Dudaklarım aralık, nefes almadan, hareket etmeden, gözümü dahi kırpmadan öylece duruyordum. Cam duvarın ardında, yeşilliklerin arasında zihnimden kopup önüme düşmüş bir görüntü dalgalanıyordu, ama ben gerçek olduğunu kabullenip ona doğru küçücük bir adım bile atamıyordum.

Rüzgar... dedi zihnim beni harekete geçirmek için. Mantıklı ses felç olmuş bedenimi çözmeye yetmemişti. Öylece bana bakıyordu karşımdaki hayal ve ben diğer zamanlarda olduğu gibi onun buharlaşıp yok olmasını beklerken kılımı dahi kıpırdatamıyordum. 

     

Sonunda o yerinden kalkıp bana doğru hareketlendiğinde bile gördüklerinin gerçek olduğuna inanmamıştı kalbim. O sırada yeniden başlayan vals ezgisi adeta karşımdaki manzaranın bir masal olduğunu doğruluyordu.

"Bu okulun en iyi dansçısının burada bir başına dans ediyor olması hiç adil değil." diye mırıldandı Rüzgar tam karşımda durduğunda.

O belimden tutup beni kendine çektiğinde öyle şok içindeydim ki dans pozu aldığımızı bile fark edememiştim. Ama sanki bu dünyanın en doğal şeyiymiş gibi elimi havaya kaldırıp öne attığı adımla Vals'e başladı Rüzgar. Yüzümden bir an bile ayırmadığı bakışlarından ya da ifadesiz suratından ne düşündüğünü anlamam imkansızdı. Zaten ben de uzun cümleler kurup ona sorular soracak halde değildim.

"Geldin." dedim çıkan azıcık sesimle.

"Geldim." dedi Rüzgar dansa devam ederken. Beni müzikle birlikte geriye doğru yatırmış, göz göze kaldığımız kısa bir anın ardından doğrulup salonda dönmeyi sürdürmüştü.

Bir-ki-üç... bir-ki-üç...

Zihnim sanki gerçekliğe tutunmasını sağlayan tek şey buymuş gibi adımları saymayı sürdürüyordu. Bu koku, bu sıcaklık, bu dokunuş... Hepsi bildiğim, hepsi aşina olduğum hislerdi. Yine de... kollarında sağa sola salındığım adamın varlığını kabullenemiyordu bedenim.

Notalar birbirini kovalar, müzik yükselip alçalırken ne Rüzgar başka bir şey demiş ne de ben konuşmaya cesaret edebilmiştim. Ta ki dakikalar ardından şarkı sona erdiğinde Vals müziği yerini yumuşak bir geçişle Salsa'ya bırakana ve biz durana dek.

Şimdi ikimiz de birbirimize bakıyorduk. Rüzgar beni bırakmadığından hala onun kollarındaydım ve söyleyebileceğim bir milyon söz dilime yapışıp kalmıştı. Yanlış bir şey dediğim anda görüntü değişecek ve ben aynaların ortasında bir kez daha kendimle baş başa kalacaktım sanki. Daha fazla sessiz kalamayan kalbim benim yerime konuşmasa asla cesaret edemezdim muhtemelen. Oysa kelimeler bir anda döküldü dudaklarımdan.

"Seni bekledim."

Rüzgar o yumuşacık bakışlarıyla bakıyordu bana. "Biliyorum." diye mırıldandı. "Öyle olmasa gelemezdim."

Dudaklarının kenarları öyle tatlı bir açıyla yukarı kıvrılmıştı ki onu izlemekten kendimi alamadım. Rüzgar'ın parlak gözlerine bakarken kendiminkilerin karıncalandığını hissediyordum.

"Peki kalacak mısın?" diye sordum ürkek bir kuş gibi titreyerek. Bu davetten ya da bugünden bahsetmiyordum elbette, Rüzgar da bunu biliyordu. Beni biraz daha kendine çekip aramızdaki azıcık mesafeyi de kapadı.

"Gitmeyi denedim." dedi kırık dökük bir tebessümle. "Buradan başka bir yerde yapabilseydim, inan giderdim de. Ama olmadı. Olmuyor."

Bu düşünceyle kalbimin korkuyla çarpmasına engel olamadım. "Gitme!" dedim ani bir panikle. "Gitmeni istemiyorum Rüzgar. Lütfen."

Gülümsedi. Hala dans pozunda havada duran elimi bırakıp yanağımı okşamış, sonra da yüzüme düşen perçemi kulağımın arkasına takmıştı. "Beni dinlemiyor musun sen? Ben hiçbir zaman buradan başka bir yerde olmadım ki..." Burnunu yanağıma sürttüğünde titreyen bedenimi sakinleştirmek için gözlerimi kapadım. "Senden uzak kalmamın tek nedeni kendimden kaçmaya çalışmamdı İrem. Ama sen zaten hep benimleydin. Nereye gidersem gideyim, ne kadar uzağa kaçarsam kaçayım... hep bu kokuyu duydum ben. Kendimi doğrusunun gitmek olduğuna, sana verdiğim zararı ancak bu şekilde geri döndürebileceğime inandırmak için her yolu denediysem de yapamadım. Yapamıyorum. Sensiz olmuyor."

Yanağımdan süzülen yaşa inat eder gibi arsız bir kahkaha kaçtı dudaklarımdan. "Sensiz de olmuyor." diye mırıldandım.

Bu kez Rüzgar gözlerini kapamış, yüzüme küçük buseler bırakmaya başlamıştı. Acele etmiyor, sanki birbirimizden uzakta geçirdiğimiz zamanı geri kazanmaya çalışıyordu. İtiraz edecek değildim. Her dokunuşunda tenim biraz daha ısınıyor, kalbim biraz daha sıkışıyordu. Sonunda dudakları dudaklarımı bulduğunda ben de gözlerimi yumdum. Sözsüz bir şarkı gibiydi onunla öpüşmek. İnsanı içine alıyor, tüm ruhunu sarıp sarmalıyor, bir milyon farklı duyguyu aynı anda yaşamanı sağlıyordu.

Daha önce de öpmüştüm onu, ama bu kez farklıydı. Hastane önündeki gibi korkuyla tutunduğum bir sığınak değildi Rüzgar şu an, ya da ben her an elinden uçup gidecek bir gelincik değildim onun için. Belki de ilk kez yalnız ikimiz vardık dünyada. Ve ilk kez aramızda görünmez duvarlar, etrafımızda dikenli teller yoktu. Ürkmeden, çekinmeden seviyorduk birbirimizi. Aç, susuz kalmış ruhum yeniden besleniyordu duyguların en güzeliyle. O kadar inanılmaz geliyordu ki hala bu yaşadıklarım. Onca zaman bekledikten sonra böyle bir mucizenin bir anda beni bulması...

Sonunda Rüzgar'ın dudakları benimkilerden uzaklaştığında gözlerine bakmaya cesaret edip "Neden?" diye sordum. "Neden şimdi döndün? Neden dün değil ya da başka bir gün?"

Rüzgar elini yüzümden çektiğinde tüm büyüyü bozduğumu düşünüp bu lanet soruyu hiç sormamış olmayı dilemiştim, ama o ceketinin iç cebine uzanıp bir kağıt parçası çıkardı. "Bunu buldum..." dedi bana uzatıp. Parmakları arasında sallanan bir fotoğraftı, benim fotoğrafım...

"O gece..." diye mırıldandım. Bardan çıktıktan sonra birlikte sabaha kadar Beyoğlu'nun sokaklarında dolaşıp Rüzgar'ın projesi için fotoğraf çekmiştik. Bu elimdeki de onun aralarda bana doğrulttuğu kamerasından çıkan karelerden biri olmalıydı. O an, o gece ne kadar mutlu olduğumu bu resim kadar güzel anlatabilecek bir söz, bir ifade olduğunu sanmıyordum. Bilmiyorum, belki farkında olmasam da ta o zamanlarda karşımdaki oğlana vurulmuştum ve neye sahip olduğumu ben bile anlamamışken bu fotoğraf tüm saklı gerçekleri tek bir çerçevenin içine hapsetmişti.

"Bu sabah bir anda karşıma çıktı." dedi Rüzgar da benim gibi elimdeki resme bakarken. "Sanki biri bana mesaj vermek için oraya bırakmış gibi öylece masamda duruyordu. Ve ben gülüşünü yeniden görünce.... O geceyi, seni, mutluluğumu hatırlayınca... Uzak durmak istediğim şeyin sen değil, bu güzelliği bozan karanlık olduğunu anladım. Kaçmak çözüm değildi, devam edebilmem için yüzleşmem gerekiyordu. Ben de Meriç'le son kez konuşmaya gittim."

Rüzgar'ın ne dediğini idrak edemediğim kısa bir an için kalbimin korkuyla kasılmasına engel olamadım. Oysa o dudaklarını aşağı sarkıtmış devam ediyordu. "Mezarlığa gitmek düşündüğümden de zor oldu. Uzun süre arabada oturup sanki gerçekten onunla konuşabilecekmiş gibi söyleyeceklerimi planladım. Baktığım soğuk bir taş da olsa öfkem öyle büyüktü ki bir an yapamayacağımı düşündüm; kaçmak, kendi dört duvarıma geri dönmek istedim. Bu fotoğraf hala elimde olmasa belki yapardım da. Ama... senin de dediğin gibi, artık olmaz İrem... Artık sensiz yapamam. Yapamıyorum."

Şimdi yeniden bana bakıyordu mavi-yeşil gözleri. Üstelik bu kez hüzünle değil umutla parladıklarını görebiliyordum. Uzun süredir boğazıma takılmış kurtulmayı bekleyen kahkahanın dudaklarımdan kaçmasına engel olamadım. Parmaklarım üzerinde yükselip kollarımı Rüzgar'ın boynuna doladığımda bu kez onu öpen bendim. O kadar özlemiştim ki onu... Düşündüğümden bile fazla...

Gözlerimi açmayı başaramıyor, durmak istemiyor, sadece bu anı ve sonsuza dek bu anda kaldığımı hayal edebiliyordum. Hayat bizi sıyırıp geçse, dünya bizsiz dönmeye karar verse hiç itirazım olmazdı doğrusu. Belimi sıkıca kavramış elleri ve sırtımda gezinen parmaklarıyla Rüzgar da benim gibi kendini kaybetmeye hazırdı şu an, biliyordum. Ve bu gerçek beni daha da hızla sınırların dışına sürüklüyordu. Zaman ve mekan anlamını yitirmeye başlamıştı. Rüzgar'ın ağır bir uyuşturucu gibi çarpan kokusuyla öyle bulanmıştı ki zihnim okulun ortasında, onca insanın bir adım ötesinde olduğumuz gerçeğini bile umursamıyordum.

Ama benim aksime kendine hakim olmayı başaran Rüzgar az sonra durmuş, yavaşça dudaklarını benimkilerden ayırmıştı. Yine de hala bir soluk uzağımda, bir kalp çarpıntısı mesafedeydi. "Biraz daha beni böyle öpmeye devam edersen bu daveti tamamen unutmak zorunda kalacaksın." dedi beni daha da delirten bir sesle. Benim gibi nefes nefeseydi o da. Aralık dudakları da gözleri gibi her şeyi unutup kendimi yeniden onun sıcaklığında kaybetmem için davet ediyordu beni. Ne kutlama ne de dışarıdaki insanlar umurumdaydı aslında; tam şu an Rüzgar'ın elimden tutup beni kaçırmasını hiçbir şeyden daha çok isteyemezdim. Yine de... upuzun bir solukla delice çarpan kalbimi sakinleştirdim ve gülerek alnımı onunkine yasladım.

"Eğer bu bir veda partisi olmasaydı..." diye mırıldandım. "Dışarıda seni benim kadar görmek isteyen bir sürü insan olduğunu bilmeseydim... Seni böyle öpmeye devam edeceğime emin olabilirsin. Ama... Ela seninle son bir dansı hak ediyor bence. Ve diğerleri en az benim kadar çok beklediler seni. O yüzden de..."

Rüzgar içimde yeniden onu öpme isteği uyandıran bir gülümsemeyle yanağıma birkaç küçük buse daha bırakmış ve sonra tamamen uzaklaşıp tutmam için elini uzatmıştı. "Madem öyle... Gidip bu partinin en iyi çifti olduğumuzu herkese göstermeye hazır mısın?"

En iyi çifti diye düşündüm heyecanla elimi ona uzatırken. Partiye gelmiş iki arkadaş olduğumuzu da kastediyor olabilirdi, beni sevgilisi olarak gördüğünü de, dans partneri olacağımızı da... Üçüne de itirazım olmadığından onun yanında salondan çıkıp cam koridora adım attım. Rüzgar'ın parmakları arasındaki elimden tüm bedenime sıcacık bir güven yayılıyordu. Arada bana kaçamak bakışlar atan yanımdaki yakışıklı prens dakikalar önce içinde kaybolduğum karanlıktan bambaşka bir masal alemine sürüklemişti beni. Yeşillikler içindeki yeni okulumuz ancak şimdi gerçekten güzel görünüyordu gözüme. Bahçeye çıkmamızla baharı yeniden keşfetmiş bir kelebek gibi pırpırdı kalbim.

Kalabalığa karıştığımız an Rüzgar'ın elimi bırakmasına hazırlandığımdan üzerimize çevrilen ilk meraklı bakışta kendimi çekmeye çalıştım, oysa Rüzgar şimdi daha sıkı kavramıştı parmaklarımı. Merakla ona baktığımda kendinden emin bir ifadeyle bana gülümsüyordu. Benimle olduğunu, benimle olacağını herkese göstermek ister gibiydi. Bu öyle garip bir duyguydu ki benim için. Ne Bora'nın ne de Meriç'in elimi böyle sıkıca tutacak, herkesin karşısına böyle gururla çıkacak cesareti olmuştu.

Oysa Rüzgar... o sırf bana bakarken bile sahiplenildiğimi hissediyordum. Tek bir gülüşüyle o güvenli duvarları arasına saklıyordu beni de... Halbuki parlayan güneşin altında öyle kusursuz görünüyordu ki... yanında ben değil başkası da olsa yine tüm dikkati üzerine çekerdi. Buna rağmen şu an tüm dünyadaki en önemli varlık benmişim gibi gözleri bana takılmıştı ve sahip olduğu bu güzelliği herkes görsün ister gibiydi.

Sanki üzerimizdeki ilgiden keyif alır gibi elimi bırakıp kolunu omzuma attı ve beni biraz daha kendine çekti. Aynı anda bana doğru eğilip kulağıma konuşmuştu. "Bir daha düşündüm de... bence bu kalabalıktan kurtulup içeride yaptığımız şeye dönmeliyiz. Ela anlayacaktır."

Koca bir kahkaha patlamıştı kalbimde. Ama dudaklarımı birbirine bastırıp bu eşsiz sevinci meraklı gözlerden saklamaya çalıştım. Zaten yeterince ilgi vardı üzerimizde. İnsanlar Nasıl? diye düşünüyorlardı, emindim. Rüzgar... İrem'le birlikte ha? Neden? Nasıl? Az ileride davete henüz teşrif etmiş Zehra Bora ikilisi bizi fark eder etmez anında konuşmayı kesip şaşkınlıklarını gizleme gereği duymadan diğer hakemlerle birlikte bakışlarını üzerimize dikmişlerdi.

Rüzgar sol elini kaldırıp onlara salladığında "Ne yapıyorsun?" dedim dehşetle, ama o sırıtıyordu.

"Ne yapıyorum?" dedi bana dönüp ve beni daha da şoka sokarak dudağımın kenarına herkesin göreceği şekilde tatlı bir buse bıraktı. Belki de gerçekten onun önerisini dinleyip hala vakit varken kaçıp gitmeliydik. Gözlerimi önümde tutmaya çalıştığım halde Bora'nın yüzünün kıskançlıkla kızardığını, Zehra'nın tepeden bakarak bizi süzdüğünü, Rüzgar'a hayran kızlarınsa hasetle beni lanetlediğini görmüştüm.

"Buradan beni sağ çıkarmayacaklar." diye mırıldandım kendi kendime.

Tepkim Rüzgar'ı daha da güldürmüş, beni iyice kendine çekmesine neden olmuştu. "Denesinler ve görsünler o zaman."

Başımı hayretle ona çevirdiğimde yeniden beni öpecekmiş gibi gözleri dudaklarımdaydı. Ama tam o an kulağımıza tanıdık sesler ulaştı.

"Lan!" diye bağıran muhtemelen Güneydi.

Memoji kahkaha atıyordu. "Rüzgar geldi oğlum!"

"Rüzgar mı?"

"Abi! Sonunda ya!"

"Ya Rüzgar..."

Rüzgar zor da olsa bakışlarını yüzümden ayırdı ve üzerimize doğru hareketlenmiş arkadaşlarımıza döndü. Daha o ağzını açamadan bir anda etrafımız sevgi seliyle sarmalanmış, çocuklar hep bir ağızdan konuşmaya başlamıştı.

"Gel buraya gel de bir sarılalım şöyle güzelce!" dedi Güney kendini Rüzgar'ın üstüne atıp. Muhtemelen hala varlığını hissettiren yaraları yüzünden Rüzgar'ın yüzü bir an kasılsa da bozuntuya vermeden herkesle sırayla kucaklaşmıştı. Sıra Ela'ya geldiğinde kız önce azarlar gibi bakıp mesafeli durmuş, fakat bu oyunu sadece birkaç saniye sürdürebildiğinden sonunda Rüzgar'la karşılıklı gülmeye başlamışlardı.

"Bana onca dil döktür, gelmeyeceğim diye tuttur, sonra bir anda karşımıza çık! Oh, ne ala valla... Allah'tan gidiyorum. Kendime şöyle mülayim, dediğimi yapan, vur ensesine al ekmeğini bir partner bulacağım. Bu ne böyle kardeşim?"

"Gel buraya gel!" dedi Rüzgar onu susturup kendine çekerek. "Sonra çok özleyeceksin beni haberin yok!" Ela'yı kolları arasına sıkıştırıp göğsüne bastırdığında bir an ikisinin de gözlerinin yaşardığını fark ettim. Kabullenmek istemesek de ayrılık vakti yaklaşıyordu. Ama kendini hızlı toplayan Ela oldu ve şakayla Rüzgar'ı itti. "Dur be dur! Senden başkasıyla partner olamayayım diye öldüreceksin beni!"

Hep birlikte kahkaha attık. O sırada yanımıza gelen Tuğçe ondan beklenin aksine herhangi birimize sırf zevkine laf sokmamış, doğrudan Rüzgar'a sarılıp "Sonunda." demişti. Devamını getirmese de bu tek kelimenin peşinden herkesin aklındaki şey geliyordu aslında. Sonunda aramıza döndün...

"E..." dedi Güney kolunu Kuzey'in omzuna atıp. "Kadro tamamlandığına göre hakkını veremesek mi şu güzelim okulun?"

"Verelim kardeşim! Doğrusun!"

"O zaman dans bebek!" diye bağırdı Memo muhtemelen Güney'i taklit etmeye çalışarak. Üzerine hiç yakışmayan bu tavır hepimizi daha da güldürmüştü.

Tuğçe "Gel sen gel..." deyip onu kalabalığın ortasına doğru çekiştirdiğinde bir an ben hayretle gördüklerimi izledim, oysa onları hemen Ela'yla Kuzey takip etmiş, Caner'se Oya'yı konuşturmadan beraberinde sürüklemişti.

"Zaman fetih zamanı!" dedi Güney parıl parıl parlayan gözleriyle doğrudan Dilara'ya yönelip. Dakikalar içinde her ne söylediyse kızı güldürüp dans etmeye ikna etmişti.

"Şaklaban." dedi benim gibi onu izleyen Rüzgar gülerek. Az sonra Beliz'in de Can'la ortada dans edenlere katılmasıyla diğer herkesi kenara kovalayıp şovun hakimiyetini ele geçirmişti bizim ekip. Ben onların neşelerini uzaktan izleyerek bile eğlenirken Rüzgar'ın yanıma sokulduğunu fark etmemiştim.

"Düşünüyorum da..." dedi arkadan belime sarılıp başını omzuma koyduğunda. "İkimizin de artık dans edecek bir partneri yok. Mert gitti. Ela gidiyor." Rüzgar'ın buram buram yayılan kokusuyla tüm algılarım tepe taklak olduğundan bir an tepkisiz kalmıştım. "Ne düşünüyorsun? Yani... belki ben yokken Alev'le konuşmuşsunuzdur bile. Senin aklında biri var mı? Bir partner..."

Dürüst olmak gerekirse yaşanan onca şey arasında kendime yeni bir partner bulmayı düşünecek vaktim pek olmamıştı. Başımı iki yana sallarken Rüzgar beni belimden tutarak kendine çevirip "Aslında benim aklımda bir var." dedi. "Çok, çok iyi bir dansçı... Ve çok ama çok güzel... Öyle güzel ki... İnsan karşısında o varken nasıl dans edeceğini bilemiyor. Ama daha ona sorma şansım olmadı."

Ne? dedi hemen içimdeki küçük, kıskanç kız çocuğu. Kesin Rus! demişti daha olgun, başka bir ses. Rus dansçı kızların güzelliğini de yeteneğini de bilmeyen yoktu camiada. Ya da belki başka bir kulüpten, bambaşka bir kızdan bahsediyordu Rüzgar. Her koşulda sözleriyle midem ezilmişti.

"Sanırım artık onunla konuşma vakti geldi." diye devam etti Rüzgar. "Yoksa bir başkası elimden kapacak. Bunun olmasını hiç istemem."

Gülüşümü korumaya çalışsam da yüzüme yansıyan kusma isteğini engelleyememiştim muhtemelen. Çünkü beni izlerken Rüzgar gerçekten eğleniyormuş gibi görünüyordu. Bir adım daha bana yaklaştı ve yüzüne ciddi bir ifade takındı. Şimdi aklımın içini okumak ister gibi doğrudan gözlerimdeydi gözleri.

"Benim partnerim olmak ister misin İrem?"

Yanlış duydun, yanlış duydun, tabi ki yanlış duydun...

Yanlış duymamıştım. Öyle bir bakıyordu ki Rüzgar şu an bana, kolları arasından kayıp düşecektim neredeyse. Dudaklarım aralansa da bu soru karşısında verebileceğim tüm cevaplar aklımın farklı köşelerine kaçmış gibiydi. O Rüzgar'dı... Parkelerin Rüzgar çocuğu... Bir güneş... Bir ilah... En tepede, en yüksekteydi onun yeri. Ve şimdi bana partneri olup olmak istemediğimi mi soruyordu? Yok daha neler...

"Ama sen mükemmelsin..." dedim şok içinde. Onun hakkında düşündüklerimin onda birini bile anlatmıyor olsa da sözlerim Rüzgar'ı güldürmüştü.

"Mükemmel değilim İrem..." dedi yanağımı okşarken. "Mükemmele yakın bile değilim. Ama sen partnerim olursan... deneriz. En iyisi olmak için elimden geleni yaparım." Durup bir an dudaklarını birbirine bastırdı. "Ama tabi... sen bir başkasını düşünüyorsan... Yani ben seni zorlamak istemiyorum..."

Hıçkırır gibi güldüm elimde olmadan. "Başkasını mı?" dedim hayretle. "Sen Rüzgar'sın..."

Bunu anlamamış gibiydi. "Ve?"

Gülüşüm daha da büyüdü. Kollarımı boynuna dolarken onu öpmemek için kendimi zor tutuyordum. "Şu etrafına bak ve bana burada seninle dans etmek istemeyecek tek bir kız göster..."

Ben gözümle çevremizdeki kalabalığı göstersem de Rüzgar beni izlemeyi sürdürmüştü. "Etrafıma bakmak istemiyorum." dedi. "Benimle dans edip etmeyeceğini merak ettiğim tek bir kız var."

Bu bir şaka olmalıydı. Belki de evren beni ne kadar zorladığını fark edip bir sürpriz yapmaya karar vermişti bir anda. Salak bir kız gibi sırıtıyor, istesem de ağzımı kapatamıyordum. Rüzgar kaşları havada bir cevap vermemi beklerken "Evet..." dedim sonunda. "Evet, evet ve evet. Tabi ki... Senin partnerin olmayı her şeyden çok isterim."

Rüzgar mahcup bir tebessümle başını önüne eğdi. Yemin ederim biraz daha böyle kalbimi hoplatan hareketler yapmaya devam ederse kimseyi umursamadan onu öpecektim herkesin ortasında. 

Bir an yeniden göz göze geldiğimizde onun da aynısını yapacağını düşündüm. Ama o boynundaki ellerimi tutup "O zaman bu dansı bana lütfedersin diye düşünüyorum." dedi. Geri geri dans eden arkadaşlarımızın arasına doğru yürürken beni de beraberinde sürüklüyordu. Bir yandan bedeni çalan salsa müziğine eşlik etmeye başlamıştı bile.

"Ve onur konuğu aramıza katılır!" dedi Tuğçe bizi görür görmez. Onun sözleriyle herkesin başı anında bize doğru çevrilmişti. Rüzgar ona göz kırpan Ela'ya gülümseyip beni etrafımda döndürdü ve dansa başlamak için karşısına geçirdi. Şimdi biz de neşeli salsa ritmiyle sağdan sola sallanıyorduk. Hava, müzik, arkadaşlarımın enerjisi... Her şey o kadar güzeldi ki... bahar kalbimde tomurcuklanıyordu adeta.

İlk şarkı bitene dek hala bir hayalin içindeymişçesine Rüzgar'ın komutlarına uyum sağlamıştım. İkinci şarkıyla müziğin tadına varan bedenim açılmaya başlamış, üçüncü şarkıda ise ruhum uzuvlarımın kontrolünü tamamen ele geçirmişti. Dönüyor, sağdan sola uçuyor, saçlarımı savurup adımlarımla ritmi yaşıyordum. Rüzgar'la daha önce defalarca dans etmiş olsam da bu kez farklıydı. Her başımı çevirişimde onun gülen gözleriyle karşılaşıyor, her yakınlaşmamızda kokusuyla zaman mekan kavramını biraz daha yitiriyordum. Öylesine bir kutlamada öylesine bir dans yapmamıza rağmen çevremizdeki herkesi imrendirecek kadar iyiydi Rüzgar. Ve seçebileceği onca kızın arasından, yaşadığımız onca şeye rağmen, beni seçmişti.

Müzisyenler hız kesmeden çalmaya devam ederken arkadaşlarımız partner değiştirerek dans ediyor, Rüzgar'sa benim elimi asla bırakmıyordu. Korkarım beni kimseyle paylaşmaya niyeti yoktu. Ah... Ne de güzel bir şeydi bu... Ne acayip bir histi... Gözlerim onun ışıltısından başka bir şey seçmiyordu ki zaten. Saatler geçse de yorulmadan, sıkılmadan onun kollarında dans edebilirdim. Ama müziğin bir kez daha değişmesini fırsat bilen Güney bir anda en ortaya geçip ellerini havaya kaldırarak hepimizin dikkatini üzerine çekmeyi başarmıştı.

"Yoksa... yoksa... yoksa zamanı geldi mi?" diye bağırdı heyecanla.

Neden bahsettiği konusunda hiçbir fikrim yoktu, ama diğerlerinin de o sırada çalmaya başlayan şarkıya aynı tepkiyi vermesinden anladığım kadarıyla bu parçanın arkadaşlarım için bir anlamı vardı.

"Beyler bayanlar herkesi halkaya alalım!" dedi Memoji o sırada dans ettiği Beliz'i önüne çekip. Ben hayretle herkesin partneriyle bir daire şeklinde dizilmesini izlerken Rüzgar da diğerlerine katılmamız için beni yönlendirmişti. Az sonra kızlar içte, erkeklerse dışarıda kalacak şekilde bir çember oluşturmuştuk hepimiz.

"Ne yapıyoruz?" dedim merakla Rüzgar'a bakıp.

Gülüşü yüzünde iyice yayılırken "Rueda..." demiş sonra da beni ilk adımı atmam için yönlendirmişti.

Rueda'nın ne olduğunu biliyordum elbette, hatta isminin tekerlek anlamına geldiğini bile okumuştum bir yerlerde. Yine de bu dansa hakim olduğumu söyleyemezdim. Salsa adımlarına dayanan Rueda grup halinde yapılan bir danstı. Kızlar her hareket arasında dönerek partner değiştirirken erkekler karşılarına gelen kızı yönlendiriyor, her turda hangi hareketin yapılacağını ise genelde çemberden bir erkek belirliyordu. Öyle görünüyordu ki bizim grubun lideri doğuştan bu iş için yaratılmış olan Güney'di ve heyecanla verdiği ilk komutla ben kendimi bir sonraki partnerimin kollarında bulmuştum.

"İrem..." dedi Caner beni liderimizin söylediği hareketi yapmak için yönlendirerek.

"Vay..." dedim onun gülüşüne karşılık vererek. "Şu haline bak. Bu, okula döneceğin anlamına mı geliyor yoksa?"

"Bakacağız..." dedi Caner ve göz kırpıp beni sonraki partnerime yolladı.

Kuzey, Güney, Can, Memoji... Sırayla tüm oğlanları gezmiş ve sonunda yeniden kendimi Rüzgar'ın karşısında bulmuştum. Çiçekler uçuşuyor, müzik içimi kıpırdatıyor, aşk kalbimi ısıtıyordu. Mutluluktan ağlamak deyimi gözlerimde biriken yaşları açıklamaya yetmezdi ya hissettiğim eşsiz duygular bahar polenleri gibi ruhumdan taşıp gökyüzüne saçılmak istiyordu o an.

Güney'in sesiyle bir oğlandan diğerine atlayarak dans ederken sahip olduğum ailenin güzelliğinin bir daha farkına varmıştım. Sevgi dolu Memoji, mantığımın sesi Ela, her daim neşe kaynağım ikizler, bana nasıl güçlü durulacağını gösteren Tuğçe, en yeni dostum Caner, aşkı anlamama yardımcı olan Oya, şımarık kız kardeşim Beliz, bu okul, dans, bu şehir, etrafımı saran bu insanlar... ve pek tabi baş kahramanım Rüzgar... Her biri öyle farklı, öyle büyük bir yere sahiplerdi ki kalbimde... Aramızda ne yaşanırsa yaşansın bu ekibin bir parçası olmanın verdiği gücü artık ben de ruhumun ta en derinlerinde hissediyordum.

O sırada göz göze geldiğim Ela da benle aynı şeyi düşünüyor olsa gerek bizimle son anlarını her şeyiyle hafızasına kazımak ister gibi çılgınca tadını çıkarıyordu dansın. Gülüyor, kahkaha atıyor, ellerimizi ayaklarımızı sanki sadece dans etmek için yaratılmışlar gibi oradan oraya savuruyor, her notada biraz daha bütünleşiyor, her adımda biraz daha birbirimize kenetleniyorduk. Az sonra Alev ve Sergey'in de halkamıza katılmasıyla tam bir aile olmuş, etrafımızı sarmış meraklı gözlere inat tek bir kalp olarak atmayı sürdürmüştük.

Gün geceye dönerken aklımda dönüp duran tek bir şey vardı: Teşekkürler...

Yaşadığım her şey, yolda öğrendiğim tüm dersler, geçtiğim ve kaldığım tüm sınavlar için teşekkürler...

Bir zamanlar mükemmel bir dansçı olduğunu sanan berbat bir genç kızdım.

Evet, hatalar yaptım. Büyük hatalar. Aşık olmak kadar büyük ve kaçınılmaz... Bir adama inanmak kadar safça ve anlaşılmaz...

Ama...

Takıldığım tüm çakıl taşlarıyla ve üzerinden atlamayı başardığım tüm engebelerle daha büyük, daha bütün, daha güçlüyüm artık.

Sonu olmayan bir yolculuktayım hala. Hayatın bundan sonra karşıma ne getireceğini söyleyemem. Yine de... artık biliyorum, mükemmel olmak zorunda değilim. Hiçbir şey mükemmel olmak zorunda değil.

Tam da bu yüzden, mutlu olmayı seçiyorum. Sadece mutlu olmayı...

Ve öyle de oldu...

***

-SON-

Ve gözümde yaşlarla Aynalı'ya burada bir nokta koyuyorum :) Yazmayı uzatırsam tehlikeli ölçüde duygusallaşabilirim, o nedenle bölümün başında dediklerimi kısaca tekrarlamak istiyorum sadece. 

HEPİNİZE ÇOK ÇOK ÇOK AMA ÇOK TEŞEKKÜRLER!

Bir kitabı kitap yapan onun okurları ve bu yolculukta ben olabilecek en harika okurlara sahiptim. 

Taaam da bu nedenle, benim gibi Aynalıya doyamayan siz sevgili okurlar için küçük, mini minnacık sürprizler hazırladım. Eskisi kadar sık görüşemesek de ek bölümlerle sizi bu çılgın dans dünyasını yaşatmaya devam etmeyi umuyorum :) Biliyorum merak ediyorsunuz, karakterlere ne olacak, okul bu yeni evinde nasıl işleyecek, Rüzgar ve İrem'in ilişkisi nereye gidecek, Caner Oya'nın kalbini kazanacak mı ve pek tabi aramızdan ayrılan Meriç'in yeri nasıl dolacak... Sorularınızı bu ek bölümlerle  zamanla cevaplayacağımı umuyorum. İlk bölüm ne zaman gelir şimdilik ön göremiyorum, ama pek uzatmamaya çalışacağım. Ve o an geldiğinde emin olun büyük bir bombayla gelecek bölüm.

Bir kez daha

HEPİNİZİ ÇOOOOK SEVİYORUM.

Lütfen kitapla ilgili tüm fikir, yorum, önerilerinizi paylaşın benimle. Kitabı yazarken nasıl sizden bol bol ilham aldıysam düzenlerken de aynısını yapmak isterim :)

Tüm hayallerinizin gerçek olması dileğiyle. 

Öpücükler, sevgiler, kelebekler...

E.Ç.

<3 

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top