Bölüm 76
!!!FİNALE SON 4 BÖLÜM!!!
Geri sayıma devam ediyoruz ve inanın işler çoook ama çok kızışıyor bu bölümde :) Dehşet dolu sahnelerle gecenize renk katmaya geldim diyebilirim. Aslında bölümü yüklemek için hafta sonunu bekleyecektim, ama ben bile heyecandan yerimde duramadım, siz düşünün...
Neyse, daha fazla konuşmuyorum ki hemen olayların içine dalasınız.
Bölüm sonu yorumlarınızı beklerim :)
Öpücük
***
This is a wild game of survival...
***
BÖLÜM 76:
SON PERDE
Rüzgar'dan...
"Oya... Oya bir sakin ol!" diye bağırdım. Telefonun ucunda ağlayıp çığlıklar atan kız nefes almadan konuşuyor ama sözlerinden tek kelime anlaşılmıyordu. Ellerim buz kesmişti korkudan. Kötü bir şey olmuştu, kesin! "Oya ne oldu? Ağlamadan anlat!"
"Rüz... Rüzgar..." diye hıçkırdı kız. "İrem..."
Titredim. İkizler ve Memo neden kaskatı kesildiğimi anlamadan korkuyla beni izliyordu. "İrem'e bir şey mi oldu?" dediğimde hepsi birden ayağa kalktı.
"Abi ne oluyor?"
Kuzey'e cevap veremedim. Çünkü telefonu Oya'nın elinden alan Caner'in sesi vardı şimdi kulağımda. "Rüzgar sakin ol!" dedi kendi sesi sakinlikten epey bir uzak olduğu halde. Muhtemelen yapacaklarımdan korktuğundan söyleyeceklerine beni hazırlamaya çalışıyordu. Hemen sonra ağzından Meriç ismi çıktığında kulaklarımı sağır ettiğini bilmiyor olsa gerek konuşmaya devam etmişti. Oysa ben sadece bazı kelimeleri algılayabiliyordum artık.
Meriç geldi... İrem yok... Gitmişler... Götürmüş... Nerede bilmiyoruz... Mert yaralı...
Telefonu öyle bir sıkıyordum ki alet elimde parçalanmak üzereydi. "Oraya geliyoruz, yoldayız. Sakın salakça bir şey yapma!" dedi Caner kapamadan önce. Onun sesi kesildikten sonra bile bir süre öylece kalmış, titreyen bedenimle boşluğa bakmayı sürdürmüştüm.
"Ne oldu Rüzgar?" dedi Memo çekinerek. Öyle korkunç görünüyor olmalıydım ki sesi titremişti. Bir de kalbimde kopan savaşı görseydi... Aklımda çalkalanan düşünceleri bilseydi... Ona... o şeytana yapmak istediklerimi azıcık tahmin edebilseydi... Ardına bakmadan kaçardı muhtemelen.
Kimseye bir şey demeden kapıya yöneldiğimde fişek gibi önüme uçan Güney "Abi bir dur!" deyip yolumu kesmişti. "Nereye gidiyorsun? Bize de anlat, ne dedi Oya?"
"İrem'e bir şey mi olmuş abi?"
Onlara açıklama yapacak durumda değildim, ama Memo benim yerime "Meriç İrem'i götürmüş..." dedi dehşet içinde arkamızdan. Elindeki telefona bakılırsa Oya dayanamayıp ona mesaj atmıştı benden sonra.
Bu haberle herkesin betinin benzinin atmasını izledim. "Abi..." diyebildi hala karşımda duran Güney, ama cümlesini tamamlayacak başka bir kelime bulamamıştı.
"Rüzgar emin misin?" dedi ona yardıma gelen ikizi. "Bir yanlış anlaşılma olmasın. Meriç bu kadarına..." Ona öyle bir baktım ki Kuzey cümlesini yutkunarak tamamladı.
Güney kolumu tutuyordu şimdi. "Tamam abi bir gel, konuşalım. Anlat bize etraflıca Oya ne söyledi."
"Evet, ben de onu diyorum. Anlayalım önce bir... Ne yapacağımızı düşünelim."
Boş bakışlarla arkadaşlarımın yüzünü inceledim. Tuğçe'yle Beliz kantine indiklerinden şimdi dördümüz baş başaydık. Güney, Kuzey, Memo... Etrafımda etten bir halka çevirmişler, beni sorularıyla deliliğin kalbinden mantığa çekmeye çalışıyorlardı. Her daim akıllı adımlar atan o tanıdıkları adamın az önce öldüğünü hiçbiri fark etmemişti belli ki. Canımı benden alan şeytan kadar duygusuzdum artık ben de. Görmüyorlardı. Kaybedecek bir şey kalmamıştı.
"Önümden çekil Güney." dedim hepsini şaşırtan sakin bir sesle.
"Çekilmiyorum abi." olmuştu Güney'in tepkisi. "Sen de yalnız başına bir yere gitmiyorsun. Önce konuşuyoruz, sonra ne yapılacaksa birlikte yapıyoruz."
Onu duymuyordum. "Çekil Güney!"
Üzerine doğru hareketlendiğimde beni göğsümden ittirmiş, Kuzey'se arkadan koluma yapışmıştı. "Rüzgar, abi... Zorlama. Seni bırakmayız. İstersen sinirini bizden çıkar. Vur, kır... ama seni bırakmayız!"
"Bu artık sizinle ilgili değil!" dedim yumruklarımı sıkıp.
Kuzey öfkeyle beni çekip kendine çevirmişti. "Asıl bu şimdi bizimle ilgili!" diye bağırdı. "Meriç sahiden de böyle bir şey yaptıysa bu ne demek biliyor musun? Sattı demek hepimizi, sattı! Biz ona aile dedik lan! Savundum ben onu sen suçladığında. Yok öyle kardeşlerine kazık atıp gitmek! Birlikte çözeceğiz bu işi. Hangi deliğe girdiyse bulup İrem'i de alacağız, onun da ağzını burnunu kıracağız. Anladın mı!"
"Hem nereye gideceksin ki abi? Nerede olduğunu bile bilmiyoruz..."
Lanet olsun ki haklıydı Memo! Lanet olsun ki o yılanın hangi deliğe girdiğini bilmemin imkanı yoktu. Ama Meriç'i öyle iyi tanıyordum ki, benden önce onun bana ulaşacağına emindim. Oyunun finali için benimle yüzleşmek zorundaydı Meriç. Tam da bu yüzden, kendi rızasıyla onu bulmama izin verecekti.
"Çekil önümden Güney!" dedim sabrımın son zerresiyle.
Çekilmiyordu. Çekilmiyorlardı.
"Abi..." dedi Kuzey. "Gerekirse İstanbul'daki her taşın altına birlikte bakarız. Sokak sokak gezeriz gerekirse. Ama önce bir plan yapalım. Bir düşünelim. Böyle olmaz."
"Gidebileceği yerleri çıkaralım." diye önerdi Memo. "Sonra dağılır bakarız hepsine tek tek."
"Hah, ne güzel dedi Memoji bak. Yazalım, çizelim, kafamızda kuralım önce. Tanıyan bilen herkesi arayıp soralım."
"Lale Teyze biliyordur ya belki." diye atladı Güney. "İlk onu arayalım. Ya da direk evlerini basalım. Belki eve götürmüştür Meriç İrem'i?"
"Bunların Ağva'da mı ne yazlıkları vardı. Oraya da bakarız."
Güney ikizini onayladı. "Bak o olabilir cidden. Uzak, ıssız... Ev de boş duruyordu ne zamandır... İlk oraya gidelim o zaman!"
Arkadaşlarımın canla başla bana yardım etmeye çalıştıklarını bilsem de bu teorilerle sadece boşa zaman harcıyorduk. Görünmez bir hayalet arayarak bulunur muydu? Kendi istemedikçe mezarından çıkar mıydı? Meriç de çıkmayacaktı. Ta ki benim yapayalnız, savunmasız, bir başıma kaldığıma emin olana dek...
"Hiçbirimiz onu bulamayız." dedim kendime bile yabancı, ruhsuz gibi bir sesle. "Ama o beni bulabilir. Bulacak da... Onun istediği benim. O yüzden de kendi bana gelecek. Yeter ki siz çekilin aradan. Şimdi izin ver geçeyim Güney! Gerçekten sabrımı taşırıyorsun!"
Ben kapıya doğru hamle yapınca Güney bir kez daha göğsümden ittirdi. "Yok öyle şey! Gelsin de bulsun seni o zaman. Görsün arkanda kimin durduğunu, kimi karşısına aldığını!"
"Güney!" diye haykırdım onun bana verdiği tepkinin belki on misli bir güçle onu ittirerek. Arkadaşım dengesini kaybedip geriye doğru sendelediğinde hıncımı alamayıp kolumu tutan Kuzey'den de kurtularak tamamen özgür kalmıştım. Tahammülümün bittiği noktadaydım artık. Bu andan sonra önemsediğim tek bir şey vardı. Meriç'e ulaşmak... Ama tam kapıdan çıkacakken bu kez bambaşka bir engel belirivermişti karşımda.
"Rüzgar..." diye bağırdı Oya hıçkırıklar içinde üstüme koşarken. Bir adım gerisinden gelen Caner olduğu yerde kalmış, Oya'ysa boynuma atlayıp ağlamayı sürdürmüştü. "Çok... çok üzgünüm Rüzgar! Meriç... Meriç bunu nasıl... Anlamıyorum... ben çok... çok..."
Elim farkında olmadan Oya'nın sırtına gitse de sözlerine cevap verememiştim. Gözlerim mantıklı bir açıklaması olmadığını bildiğim halde Caner'deydi. Öyle hüzünlü bakıyordu ki şu an, belki de hiç soru sormamak en doğrusuydu.
Oya'nın çıkardığı yürek parçalayan ses ortamdaki gerginliği kırıp herkesin boğazına bir yumru oturmasına neden olmuştu. "Bir dur kızım ya..." dedi Güney de yeniden yanımıza gelip Oya'nın sırtını sıvazlayarak.
"Bulacağız ki İrem'i..." dedi ağladı ağlayacak olan Memo.
Kuzey demir gibi sert bir ifadeyle Caner'e bakıyordu. "Biriniz doğru dürüst anlatacak mı ne olduğunu?"
Oya'nın ağlamaktan iki kelimeyi bile yan yana getiremeyeceğini fark etmiş olsa gerek Caner huzursuzca yerinde kıpırdanıp "Her şey çok çabuk oldu." dedi. "Vedalaşması için Mert'i Oyalara getirmiştim. İrem'le ikisi evin önünde benim arabamın içindeydi. Sonra bir çığlık duyup dışarı koştuk. Çıktığımızda Mert yerde baygındı. İki araba gördük, ama yetişemeyeceğimiz kadar uzaktalardı. Sanırım Meriç zaten İrem'i izliyordu uzaktan. Doğru an gelince de..."
Kuzey bu açıklamadan tatmin olmamış gibiydi. "O arabalarda Meriç olduğunu nereden biliyorsunuz ki?" dedi şüpheyle.
Bunun üzerine Oya zorla kendini üzerimden çekip montunun cebinden buruş buruş olmuş, minik bir kağıt parçası uzattı bana. "Bunu Mert'in üstünde bulduk."
Onun titreyen ellerinden notu alırken benim de ruhum iki dünya arasında sallanıyordu.
"Ne yazıyor?" dedi Memo iyice bana sokulup. Herkesin etrafımda halka olup bir bomba tutuyormuşum gibi korkuyla ellerime baktığı saniyeler içinde kağıdı açtım. Ve o an tüm gelecek berrak bir deniz gibi karşımda belirdi.
Aynalıda bekliyorum kardeşim. Her şeyin başladığı yerde...
"Siktir git lan!" diye bağırdı Güney öfkeyle yumruğunu hayali bir düşmanla savaşır gibi havaya savurup. Kuzey anında benden uzaklaşıp saçlarına yapışmış, Memo korkuyla gerileyip ağzını örtmüştü.
Tam o sırada kantinden dönen kızlar bu dramatik sahneyi görünce "N'oluyor?" diye sordu Tuğçe kuzenine. Caner ona ve Beliz'e kısa bir özet geçerken de, arkadaşlarım etrafımda lanet saçarak Meriç'e sayıp söverken de ben elimdeki kağıt parçasına bakmayı sürdürmüştüm. Tam tahmin ettiğim gibi hayalet beni kendi mezarına davet ediyordu. Belki de ikimizin de mezarı olacak aynaların ortasına...
Tamam diye düşündüm. İstediğin buysa kardeşim...
"Ne yapalım, hemen gidelim mi?" dedi Kuzey kendini topladığında.
"Evet hadi gidelim! Biliyoruz artık yerini!"
"Salak mısınız siz!" diye yapıştırdı Tuğçe. "Kendi ayağınızla Meriç'in tuzağına mı gideceksiniz? İrem'i kaçırmaya bile iki arabayla gelmiş, kaç adam dizmiştir okulun etrafına hayal etsenize!"
Güney ters bir cevap verecekti ki Caner "Tuğçe haklı." dedi. "Bu notu kasten, oraya gidelim diye bıraktı Meriç. Üstüne atlayacağımızı biliyor. Bir şey planlamış olmalı. O yüzden bizi aynalıda istiyor."
"Sizi değil, beni!" dedim kağıdı buruşturup ceketime sokarken. "Notu bana yazdı Meriç. O yüzden hiçbiriniz bir yere gitmeyeceksiniz. Ben tek gidiyorum!"
"Bu daha da salakça!" diye bağırdı Tuğçe. "Tuzak diyoruz, tuzak!"
Bunu ben de biliyordum elbette. O psikopat beni oradan sağ çıkarmayacaktı. Zaten önemli olan da bu değildi. "İrem'e bir şey yapmasını riske edemem." dedim tüm sakinliğimle. "Onun istediği bensem, sadece ben gideceğim. İrem oradan çıktığı sürece gerisinin önemi yok!"
"Önemi yok diyor abi, kafayı yiyeceğim!"
"Şoktan aklını kaybettin herhalde sen abicim!"
Caner tüm sesleri bastırıp "Rüzgar bunu ben halledebilirim." diye araya girdi. "Adam akıllı bir plan yapalım. İrem'i oradan çıkartabiliriz. O şerefsizin de..."
O şerefsizin de icabına bakarız demek istemiş, ama devamını getirememişti. Kulağa bu teklif ne kadar cazip geliyor da olsa, şeytan sol yanımda düşünmeden bu fırsatı değerlendirmemi de fısıldasa başımı iki yana salladım. "Meriç'i senin adamlarına öldürtmeyeceğim Caner. O zaman ondan farkımız kalmaz! Onun hesabını ben kendi ellerimle vereceğim. Zaten Meriç senin adamlarını fark ettiği an İrem'in hayatı tehlikeye girer. Bu işi şansa bırakamam."
İkizler bir ağızdan küfretmeye devam etse de Caner beni anlamış gibi çaresizce suratıma bakıyordu şimdi. Onun bir telefonuyla aynalının önüne etten bir duvar öreceğini ikimiz de biliyorduk. O daha teklif etmeden benim de aklıma üvey babamdan emrindeki köpekleri Meriç'in üstüne salmasını istemek geçmişti. Bu, kalbimdeki intikam ateşine fayda eder miydi bilmiyordum ama Meriç'in adiliğine güzel bir cevap olacağı kesindi. Ah ne kadar da kolay olurdu o zaman işim... Tıpkı Meriç gibi bir pislik olsam tam da bu şekilde davranırdım. Ama ben tüm öfkeme, hıncıma, nefretime rağmen o olmak istemiyordum.
"Tamam..." dedi Caner. "Tamam senin istediğin gibi olsun. Yalnız git sen." İkizler dehşetle ona baktığı halde o tüm ciddiyetiyle devam ediyordu. "Haklısın, bizi fark ederse Meriç ters bir şey yapabilir. Ama fark etmezse... Seni koruyabiliriz Rüzgar. Ya da İrem'i... Gerekmedikçe müdahale etmeyiz. Gerekirse de... Orada oluruz. Sizin için..." Sözleri öyle mantıklıydı ki başımın etini yiyen arkadaşlarımı susturmakla kalmamış, benim de içimdeki vahşi hayvanla çelişmeme neden olmuştu. Kafamı karıştırdığını fark etmiş olsa gerek üstelemeye devam etti. "Oraya yalnız gitmene burada kimse izin vermeyecek Rüzgar. Bunu sen de biliyorsun. O yüzden... izin ver, bir yol bulayım. Ortak bir yol..."
"Kimse İrem'i tehlikeye atmak istemiyor abi." dedi ondan cesaretle Güney. "Asıl o yüzden yanınızda olmamız lazım."
"Bu ibne ilk defa haklı abi. Seni yalnız göndermeyiz oraya."
"Göndermeyiz!"
"Nasıl olacağını sen söyle, ama biz de geliyoruz."
Herkes susmuş korkuyla beni izliyordu şimdi. Vereceğim karar ne olursa olsun arkadaşlarımın inat edip peşime takılacaklarını biliyordum bilmesine de, onları bu tehlikenin içine atacak ya da İrem'in hayatını riske sokacak sözlerin benim dudaklarımdan çıkmak zorunda olması öyle büyük bir yüktü ki... Ailemi peşimden cehenneme sürüklememi bekliyorlardı benden.
Kendimle boğuştuğum işkence gibi saniyelerin sonunda dişlerimi alt dudağıma takıp sesli bir nefes verdim. "Oraya yalnız gidiyorum çocuklar." Arkadaşlarım bir ağızdan itiraz etmeye hazırlanırken eklemiştim. "Ama siz arkadan gelebilirsiniz. Caner'in dediği gibi, görünmeden... Ve gerekmedikçe hiçbiriniz bu işe karışmayacaksınız!"
Sözlerimle ancak bu kadar sevinebilirlerdi muhtemelen. Bir an Güney'in heyecanla küslükleri unutup Caner'in koluna vurduğunu bile gördüm. O eski mutlu zamanlarımızda olsak muhtemelen bu gördüklerim içimin umutla dolmasına neden olurdu. Oysa ruhum gibi suratım da kaskatıydı şu an. Üzerime çevrilmiş şaşkın bakışların altında telefonumu cebimden çıkarıp kulağıma götürdüğümde arkadaşlarım kesinlikle ne yaptığımı anlamamıştı.
"Kimi..." diye başladı Oya, ama o an dudaklarımdan dökülen sözcükler bundan sonraki tüm cümlelerini yok etmişti.
"Geliyorum Meriç."
Karşımdaki yılan kulağıma tıslama gibi gelen sinsi bir kıkırtıdan başka şey söylemedi. Diyeceği ne varsa tüm zehriyle birlikte yüzüme kusacağı anı beklediğine emindim. Öyle olsun bakalım... diye düşündüm çıkışa yönelip. Belki de tam şu an sevdiğim insanların gözlerine bakarken dudaklarımdan dökülecek güzel bir veda cümlesi için en uygun zamandı. Onun yerine sessizce etrafımdaki kaygılı yüzlerde gezindi bakışlarım ve sonra önüme dönüp bilinmez geleceğe doğru cesur bir adım attım.
Sonrası benim hiçbir şey duymadan, tek bir renk görmeden arkadaşlarımın arasından sıyrılıp arabama yürüdüğüm bir boşluktu. Ardımda bir fırtına kopuyordu şimdi muhtemelen. İkizlerin belki de ilk kez Caner'le ortak plan yapmaya çalıştığını, Oya'nın hıçkırıklarının yeniden yükseldiğini, Memo'nun onu teselli ederken sesinin çatlamasını, Tuğçe'nin her şeyi özetleyen karamsar yorumlarını duyuyordum duymasına, ama sonradan bunların hiçbirini hatırlamayacaktım. Kulaklarıma çarpıp sekiyordu mantıklı, mantıksız tüm sözler... Yola çıkıp gaza bastığımda bile gözlerim körlüğün karanlığından sıyrılamamıştı.
Her şeyin başladığı yere gidiyordum. Aynalıya...
Hayatımın neredeyse tamamında her sabah, her akşam aldığım yol belki de ilk kez bu kadar yabancı görünüyordu gözüme. Gece arabanın pencerelerinden kayarak etrafımdan geçerken beni içine içine çeken karanlığa rağmen nasıl yönümü bulabiliyordum emin değildim, ama on beş dakika sonra dans okuluna ev sahipliği yapan siteye varmıştım.
Gariplik daha ilk anda gözüme çarptı. Normalde site güvenliğinin durduğu kulübe bu gece sahipsizdi. Bunun sevgili kardeşimin yaptığı hazırlıklardan belki de en basiti olduğunu biliyordum. Bana barikatı açacak kimse olmadığından arabayı olduğu gibi bırakıp soğuk geceye adım attım. Ortalığın bu kadar sakin olması sadece bir kandırmacaydı. Gölgelerin arasına saklanmış her hareketimi izleyen gözler doğru anın gelmesini beklemek için emir almış olmalıydılar.
Bir planım olmadan, adi hesaplar yapmadan, ilkel beynim ve saldırmaya hazır hayvansal içgüdülerimle okul binasına doğru hızla ilerledim. Kapı elbette benim için aralık bırakılmıştı. İşe yaramayacağını bildiğim halde ışıkların olduğu kutuya uzandım, ama Meriç kendi gibi karanlıklar içinde oynamak istiyordu oyununu belli ki. Okulun lobisi dışarıdan sızan ay ışığıyla bir nebze aydınlanmış olsa da koridor ve salonlar zifiri karanlıktı şimdi. Tam da bu yüzden yan binada aniden parlayan ateş tüm dikkatimi üzerine çekti.
Meriç... diye çığlık attı iç sesim. Beni neyin beklediğini ikinci kez düşünmeden kendimi büyük aynalıya geçerken buldum. Haklıydım. Dostum kılığına bürünmüş şeytan salonun girişindeki koltuklara kurulmuş yeni yaktığı sigarayı tüttürüyordu keyifle. Beni gördüğünde bir iblisinkini andıran gülüşü iyice yüzünde genişledi.
"Kardeşim..."
O an üstüne atlayıp onu çıplak ellerimle boğmam gerekirdi. Oradaydı düşman, tam karşımda, savunmasız... Ama gözlerim cam duvarın ardındaki salona kaydığında kalbim korkuyla tekledi. "İrem..." çıktı dudaklarımdan ümitsiz bir dua gibi. Metrelerce ötemde parkenin üstünde ölü gibi yatıyordu sevdiğim kadın. Saçları yüzünü kapadığından nefes alıp almadığını göremiyordum. Tek seçebildiğim bir hayvanın onun elleri ve ayaklarını halatlarla bağladığıydı. Bir saniye kaybetmeden içeri koştuğumda Meriç'in pis kahkahası peşimden gelmişti. Umursamadım.
"İrem!" dedim bu kez sesimi duyuracak kadar güçlü. Kendimi parkeye, onun yanına attığım gibi başını ellerim arasına almıştım. "İrem... İrem beni duyuyor musun?"
"Kesinlikle seni duymuyor." dedi Meriç alay ederce.
Onun kapıya yaslanmış, keyifle bizi izlediğini bildiğim halde gözlerimi kollarımdaki kızdan ayıramadım. "İrem... İrem buradayım." Yüzüne düşen saçları çektiğim an dudağına aldığı darbeyi fark etmiş, genzimin zehirli bir nefretle yandığını hissetmiştim. Gözlerim yaşarıyordu; ama üzüntüden değil, öfkeden.
Bir kez daha "İrem..." diye seslendiğimde kirpiklerinin hareket ettiğini görmemiş olsam onu bırakıp Meriç'in üstüne atlayacaktım, ama İrem uyanıyordu. Huzursuzca kıpırdanırken bir an nerede olduğunu anlayamadığından yüzü kasılmıştı. Fakat sonra beni gördü. Beni... nerede olduğumuzu... neden burada olduğumuzu... Gözleri korkuyla büyürken "Rüzgar!" dedi dehşetle. Kalkmaya yeltendiyse de el ve ayaklarını tutan ipler buna izin vermemişti. "Rüzgar, Meriç... Meriç yaptı. Tuzak bu..."
Muhtemelen kenardan bizi izleyen pisliği henüz görmediğinden çırpınıyordu İrem. Hala benim için bir kurtuluş olabileceğine inandığını yaşlarla ıslanmış gözlerinden görebiliyordum. "Hişş..." dedim onun saçlarını ve yüzünü sevip. "Geçti... Sakin ol! Sana bir şey yapamaz. Ben buradayım artık İrem. Seni buradan çıkartacağım, tamam mı?"
"Tanrım ne dokunaklı!" dedi Meriç olabilecek en duygusuz sesle. Onun varlığını o an fark eden İrem korkuyla geri sıçramış, ama sırtı bana çarptığından daha öteye gidememişti.
"Hayır..." diye inledi dehşete bana bakıp. "Neden geldin Rüzgar? Neden... bu... bu bir tuzak..."
İrem çılgınca titrerken onu bir kez daha kendime çekmiştim, ama o ne dersem diyeyim beni duyamayacak kadar delice ağlıyordu artık. Koluma sıkıca yapışmış parmakları öyle bir tutuyordu ki beni, bıraktığında elinden kayıp gideceğimi sanıyor olmalıydı. Tam şu an ben de aklımı yitirip korkudan kendimi kaybedebilirdim. Ama kollarımın arasında çırpınan yaralı kuş onun etrafında sağlam bir duvar olma gücü veriyordu bana.
"İrem buradan şimdi gidecek Meriç!" dedim ben de en az onunki kadar düz bir tonda Meriç'e bakarak. "Ve biz seninle hesaplaşacağız. Baş başa!"
Meriç sigarasından son bir fırt alıp izmariti yere attı ve ayağıyla ezdi. Kollarını önünde birleştirdiğinde yüzünde rahatsız edici bir tebessüm vardı. "Çok şekersin Rüzgar'cım, ama oyunun en güzel kısmını bozmana izin vereceğimi düşünmüyorsun sahiden değil mi?"
"Bu seninle benim aramda!" diye bağırdım öfkeyle. "İrem'in burada olmasına gerek yok!"
"Tam tersi! Tam da şu an olduğu yerde kalmalı ve sana yapacaklarımı kendi gözleriyle görmeli. Bunu kendi hak etti. Şimdi herkes gibi o da cezasını çekecek!"
"Meriç!" derken İrem'i bırakıp onun üstüne atılmıştım. Birkaç adımda yanına vardığımda öyle bir yumruk savurdum ki ilk hamlede çenesini kırdığımı umuyordum. Düştüğü yerden kahkaha atan arkadaşımın yakasına yapışıp bir kez daha vurduğumda suratı tamamen kan içinde kalmıştı. Onu öldürmemi istiyorduysa beni insanlıktan çıkarmayı tam olarak başarmıştı. Artık onu parçalara ayırmaktan başka şey düşünemiyordum. Bir canavardım ben de onun gibi. Meriç'in sapıkça ortaya çıkmış dişlerini dökmek için bir kez daha tüm hırsımla ona vurdum.
"Ah..." dedi Meriç ağzındaki kanı yere tükürüp. "Bu... bu baya acıdı işte."
İki büklüm olmasına rağmen hala benimle alay ediyordu. Yeniden yakasına yapıştığımda tüm sinirime rağmen "Neden?" dedim. "Neden bunu yapıyorsun Meriç? Neden böyle olmak zorunda?"
Kendini elimden kurtarıp ceketinin koluna yüzündeki kanı sildi. "Ben de onca zaman aynı şeyi sorup durdum Rüzgar. Neden? Neden? Neden? Rüzgar neden bunu yaptı? Neden böyle olmak zorundaydı?"
"Ben sana bir şey yapmadım Allah'ın cezası! Ne bok yediysen sen kendin yedin! Yaptığın pisliklerin günahını bana mı yıkmak istiyorsun? Tamam! Yık!" Onu göğsünden iki elimle sertçe ittim. "Hadi! Yık bana!" Bir daha ittim. "Erkek gibi yüzüme bak ve senin suçundu de! Diğer her şey gibi bunun içine de ben sıçmadım, sen yaptın de!" Meriç'i bilerek öyle zorluyordum ki üstüne giyindiği canavar kılıfı çatırdamaya başlamıştı. Gözlerindeki boş özgüvenin altında kıvılcımlar uçuştuğunu görebiliyordum. "Sen bir hayal kırıklığısın Meriç!" dedim onu iyice çileden çıkarmak için. "Ailen, arkadaşların, İrem... herkes için bir hayal kırıklığısın sen. Sevginin, aşkın kıymetini bilmeyen bencil bir piç kurususun! Oyuncağını kaybettin diye ağlıyor musun şimdi? Ağla lan! Geber! Belki böyle aklın başına gelir!"
Ve sonunda Meriç çözüldü.
Sessiz kaldığı kısa bir anın ardından yüzüme inen yumruğu öyle sertti ki bir an dünyanın ters döndüğünü hissettim. Önemli değildi. Bu sonunda onun içinde hala bir şeyler hissedebilen insana ulaştığımı gösteriyordu. İrem korkuyla çığlık atsa da ben Güzel... diye düşündüm. Karşımda ölüm saçan bu duygusuz makinanın içinde bir yerlerde hala o hasta, yardıma muhtaç çocuk vardı demek. Ve belki de ona ulaşmam için hala geç değildi.
Darbenin etkisi geçip doğrulduğumda ikimiz de nefes nefese, kan içinde birbirimize bakıyorduk yeniden. "Hayatında herkese zarar verdin sen Meriç!" diye devam ettim onu vurmaya. "Madem bizi buraya getirdin, git de şu aynalara bak. Nasıl bir adama dönüştüğünü kendin gör!"
"Gel kardeşim, gel... Birlikte bakalım nasıl adamlar olmuşuz!"
O benim boğazıma yapışıp aynanın önüne sürüklerken İrem yerde çığlıklar atarak tepiniyordu. Bir yanım Meriç'ten kurtulup ona koşmak, her şeyin iyi olacağını söylemek istiyorduysa da şu an geri adım atamayacağım noktadaydım. Tam aynanın karşısında durduğumuzda Meriç'le yansımalarımız nefretle birbirini süzdü.
"Sen kendine bakınca ne görüyorsun Rüzgar?" diye tısladı Meriç kulağımda. "Bak... bana attığın kazık tam şuradan bizi izliyor. Ne yapayım ben şimdi sana? Alayım mı gözlerinin önünde İrem'i senden... senin onu benden aldığın gibi alayım mı, ne dersin? O boşlukla yaşamak nasıl bir şey görmek ister misin?"
Meriç'in hastalıklı bakışları İrem'in üstüne kaydığında onun beni kıstırmış kolunu tutup çektim ve tek hamlede sırtını aynaya yapıştırdım. Bu kez benim elim onun boğazını sıkıyordu. "Ona bir daha dokunursan yemin ederim seni öldürürüm Meriç." dedim dişlerim arasından. "Seni bu okulun altına gömerim, duyuyor musun beni!"
Meriç'in koyu gözleri beni delecekmiş gibi bakarken birkaç santim önümdeki gülüşü yavaşça dudaklarında büyüdü. "Ya kardeşim..." diye mırıldandı. "Düşüncesi bile adamı hasta ediyor değil mi? O olmadan nasıl yaşayacağını kestiremiyor insan. Yok etmek, parçalamak istiyor." Bu kez onun oyununa gelen bendim. Tam da böyle kendimi kaybetmemi istiyordu Meriç. İrem'in zaafım olduğunun o kadar farkındaydı ki... Onu bana karşı kullanıp delik deşik edecekti ruhumu. "Merak etme." dedi gözleri yeniden arzuyla İrem'e kaydığında. "Ona bir şey yapmayı düşünmüyorum. En azından senin için düşündüğüm sonu gördüğüne emin olana kadar!"
Hayır! diye bağırdı iç sesim, ama dudaklarımdan cılız bir inilti dökülmüştü sadece. O an karnımda hissettiğim keskin acı ve ardından gelen sıcaklık tüm diğer duyguları silip götürecek kadar güçlüydü. Bedenim iki büklüm olurken İrem'in ismimi haykırdığını duydum. "Hayır!" diyordu tekrar ve tekrar. "Hayır Rüzgar! Hayır!" Halbuki kaderi değiştirmek için çok geç kalmıştık.
Meriç bıçağı çekip çıkardığında yüzlerimiz o kadar yakındı ki onun intikam dolu sırıtışıyla iliklerime kadar titredim. Çaresizce Neden? diye düşündüm dizlerimin üstüne düştüğümde. Neden yapmıştı bunu? Kendime itiraf etmesem de, buraya gelirken içimde hala dostum olduğunu sandığım adama ulaşmanın saf umudu vardı belli ki. Ve o umut şu an kopkoyu kan olmuş oluk oluk akıyordu vücudumdan.
"Evet..." dedi Meriç tam o sırada İrem'le ikimiz arasında durup. "Epey bir eğlendiğimize göre, sadede geçelim artık ha, ne dersiniz?" Hemen sonra sanki bir hayalete seslenir gibi başını kapıya doğru uzatmıştı. "Beyler... içeri buyurun lütfen."
***
-BÖLÜM SONU-
Eveeeet.... Zirvede bölüme ara verdikkk.... Nefes nefese, çığlık çığlığa kalanların ellerini göreyim!
Son dört bölümün hakkını veriyorum bence :) Sonraki bölüm gerilime kaldığımız yerden devam edeceğiz elbette. Ama önceeeee size sorular hazırladım. Hadi cevaplayın bakalım :)
* Meriç Rüzgar'ı bıçakladı. Gönüllerin sevgilisi Rüzgar çocuk kan revan içinde ve yaralı artık... Peki Meriç burada durur mu? Ya da işi ne kadar öteye götürür dersiniz? Sizce bu bir göz korkutma mı yoksa Meriç tamamen arkadaşını öldürmeyi göze almış olabilir mi?
*İrem eli kolu bağlı bir köşede kaldı. Meriç Rüzgar'la işi bitince ona ne yapacak sizce? Onunla ilgili başka ne planları olabilir Meriç'in?
* Caner ve diğerleri Rüzgar'ın peşinden geleceklerini söylediler. Ne dersiniz zamanında yetişirler mi? Yoksa geldiklerinde her şey için çok mu geç olacak?
* Peki finalle ilgili fikri olan? Serbest salının bakalım, neler tahmin ediyorsunuz.
Ayrıcaaaaa yazardan özel bir isteği olan da tam buraya yazabilir :)
Hepinizi kocumaaan öperim
SONRAKİ BÖLÜMDE GÖRÜŞÜRÜÜÜÜÜZ
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top