Bölüm 69

Güzel pazarlar sevgili Aynalı okuyucuları :)

Ben bugün işe gidicem mecbur, ama siz evlerinizde, sıcacık kahvelerinizle çok keyifli bir bölüm okuyacaksınız. Neden mi? Çünkü azmettim ve yeni bölüm yükledim size :) 

Bölümden önce ya da bölümün son kısmında multimedyadaki şarkıyı dinlemenizi şiddetle öneririm :) Okuyunca anlayacaksınız ;)

Bol kalpli öpücükler..


***

Why, you and I?


***

BÖLÜM 69:
NEDEN?

Suçunu çekmesi için mutfağa kapatılmış bir çocuk gibiydim şu an tam olarak. Okulun camını birlikte kırdığım haylaz sıra arkadaşım Caner'le müdürün odasına girip cezalandırılmayı bekliyorduk sanki. Tek farkımız yarısına geldiğimiz şarap şişesi ve kırık bir camdan daha büyük olan problemlerimizdi.

Ev sahibi ve aramızdaki en iyi niyetli insan olarak Memoji arada bir ne yaptığımıza bakmak için yanımıza geliyor, nezaketen içeri dönmemiz için ısrar ediyordu. Ela da ondan farksız değildi. Bir insanın birası her beş dakikada bir bitmiyorsa mutfağa yaptığı ziyaretlerin nedeni biz dışlanmışlar için duyduğu üzüntü olmalıydı.

Ama grubun geri kalanı kesinlikle Caner'e yardım ve yataklık suçundan beni görünmez bir demir hücrenin arkasına kapatmışlardı. İçlerinden arada bir mutfağa gelen olsa da ya Oya gibi bana gözlerini deviriyor, ya da Güney gibi Caner'e tehditkar bakışlar savuruyordu. Herkesin ortasında bizi savunan tek insan olarak Rüzgar da olaya daha fazla karışmamaya karar vermiş olsa gerek, savaşın tüm cephelerinde Caner'le tamamen bir başımıza kalmıştık. Caner birkaç defa çekip gitmeyi teklif ettiyse de ONA izin vermememin nedeni yalnız kalmaktan korkmam değildi. Sadece bu şekilde mağlubiyeti kabullenmek istemiyordum. Gece burada, bu şekilde bitmeyecekti.

"Ciao tutti!"

Kapı zilinin ardından içeriden gelen coşkulu ses mutfağın kasvetli sessizliğini kırdığında ben Instagram'daki arkadaşlarımın yeni yılı nasıl geçirdiğine bakıyor, Caner'se çenesini eline yaslamış boş boş kadehini izliyordu.

Dakikalar önce yaşanan hiçbir şeyden haberi olmayan Mert'in eve girer girmez ilk cümlesiydi bu. Ciao tutti! Selam millet... Tüm neşesi ve enerjisini geceye katmak için geldiğini sonraki konuşmalarından duyabiliyordum. Ama Memoji'nin tüm samimiyetine rağmen havadaki gerginliği ve salondaki yokluğumu hissetmiş olsa gerek az sonra yanımdaydı.

"Baby doll... Mutlu yıllar! Hadi sarıl bana!"

"Selam Mert..." dedim sesimin hissettiğim kadar berbat çıkmaması için çabalayarak. O her zamanki samimiyetiyle beni kucaklayana kadar Noel şapkasının hala kafamda olduğunu unutmuştum.

"Bu ne şeker böyle ya..." dedi Mert neşeyle. "Kırmızı kostüm düşünebiliriz demek... Sana yakışıyor baby!" Şapkamın altından sarkan saçlarımı düzelttikten hemen sonra Caner'e dönüp gülümsemişti. "Sana da merhaba tatlım..."

Yakışıklı çocukları gördüğünde Mert'in sesine yansıyan o şekerli tat vardı yine tonunda. Elini Caner'e doğru uzattığında "Seni görmek ne güzel..." dedi. Daha önce karşılaştıklarını sanmıyordum. Muhtemelen Mert sadece kur yapmaya çalışıyordu. "Ee..." dedi yanımdaki bar taburesine tırmanıp. "Özel bir şey konuşmuyordunuz değil mi?"

Caner'le birbirimize baktık. "Pek bir şey konuştuğumuz söylenemez." dedi Caner içkisinden bir yudum daha alıp. "Daha çok lanetin dağılmasını ve bir anda herkesin bizi yanlış anladığını kabullenip aralarına almasını bekliyoruz."

Sözleriyle aklı sıra benim hala tutunduğum hayalimle dalga geçiyordu. "İsteseler de istemeseler de sonsuza kadar kaçamazlar." dedim sinirle. "Bu konu konuşulacak ve çözülecek! Er ya da geç."

"Valla senden önce konuşmadan baya bir idare etmiştik." dedi Caner bir yudum daha içip. Zar zor kazandığı umudun kaybolduğunu, bana olan güveninin sarsıldığını hissediyordum. Bir şey yapmam lazım diye düşündüm sıkıntıyla. Bu gece sahiden de böyle bitemezdi.

O sırada evin kapısı bir kez daha çalmış, ama bu defa bizim tarafımızı tutacak biri değil, tam tersi kuyumuzu kazmakla en çok ilgilenecek insan gelmişti. Beliz... diye tasdikledi beynim onun şuh sesi mutfağa kadar ulaştığında. Neyse ki bizim yanımıza gelmektense salondaki kalabalığa katılmak daha ilginç gelmişti ona.

"Ee..." dedi Mert kolunu omzuma atıp. "Sorun nedir kuzum? Tüm bu drama... hem de yeni yıl akşamında..."

Nereden başlayıp nasıl anlatsaydım ki acaba? "Özetle, uzun süredir devam eden salakça bir kavgaya son vermek istedim." dedim. "Ama elime yüzüme bulaştı her şey."

"Yüzün gayet güzel görünüyor tatlım, merak etme." dedi Mert yanağımı sevip. Ya Türkçe deyimlerle arası iyi değildi ya da benimle kafa buluyordu. "Ne kavgasıymış bu peki? Seninle mi ilgili yoksa şu yakışıklı çocukla mı?"

O boştaki parmağını Caner'e doğru salladığında "Buradaki herkesle alakası var." diye araya girdim. "İkizler de Caner de saçma hatalar yapmışlar geçmişte. Tek ihtiyaçları olan şey birbirlerini dinlemek ve geçmişi artık geride bırakmak. Ama bir türlü beceremiyorlar."

Mert gözlerini kısıp burnumun dibine girmişti. "İçkiyi denedin mi?"

Gözlerimi devirdim. "Dalga geçme lütfen. Bu gerçekten ciddi bir konu."

"Dalga geçmiyorum ki. Gel hadi!"

O bir anda ayaklandığında benim de bileğime yapışıp uçarak sandalyeden inmeme neden olmuştu. Tezgahın arkasına geçip açılmamış içki şişelerinden hangisini seçeceğini düşündü bir an için. Votka ve tekilada karar kıldığında yeniden yanıma gelip elimi tutmuş, başıyla da Caner'e işaret etmişti. "Gelin bakalım tatlılar. İşler nasıl düzeltilir görün bakalım."

Mert beni çekiştirdiğinden peşinden gitmekten başka şansım yoktu. Ama Caner de hemen arkamızdan geliyordu. Mert'in planında bir umut ışığı mı görmüştü, yoksa sadece yalnız kalmak mı istemiyordu bilmiyorum. Sanırım her koşulda sonucu az sonra öğrenecektik.

Salona girmemizle bıçak gibi kesilen konuşmaların yerini dolduracak bir adet Mert vardı neyse ki yanımızda. "Happy new year everyone!" diye bağırıp saniyesinde tüm dikkatleri üstümüze çekmeyi başarmıştı. Herkese mutlu yıllar...

Tüm dünyanın bize karşı olduğunu bile bile ben böyle gösterişli bir giriş yapmayı aklıma dahi getiremezdim, oysa Mert her zamanki rahat tavrıyla bir asırlık dava aslında hiç de önemli değilmiş gibi davranıyordu. Oturma grubunun etrafına, halının üstüne, minderlere ve sandalyelere yayılmış arkadaşlarımın bakışlarından onunla hemfikir olmadıklarını söyleyebilirdim. Yine de hiçbiri Mert'in tam olarak ne yaptığını kestiremediğinden sesini çıkartmamıştı. Henüz...

Mert beni önüne geçirip arkamdan kollarıyla bedenimi sardığında gelecek kötülüklerden fiziksel olarak da beni korumak ister gibiydi. Bir adım gerimizde kalmış olan Caner'e yandan bir bakış atıp "Duydum ki çözülmesi gereken bir yanlış anlaşılma varmış çocuklar." dedi sözlerine tamamen zıt bir neşeyle. "Neyse ki bir sürü içki ve ben varım."

"Sağ ol kardeşim, ama bizim çözecek bir derdimiz yok." dedi Güney hemen oturduğu yerden.

Kuzey ikizini desteklemişti. "Şu arkandaki arkadaşa söyle gitsin, sorunsuz gecemize devam edelim."

"Cık cık cık" Mert'i göremesem de tam önünde ona yapışık durduğumdan başını iki yana salladığını hissedebiliyordum. "Öyle olmaz kardeşim." dedi Güney'i taklit ederek. "Yıl dönümü karması diye bir şey duymadın mı sen hiç? İnan böyle bir günde kimsenin kalbini kırmak istemezsin. Tam yeni yıl gecesi kırılan kalbin acısı tam on yedi yılda çıkar. Orta yaşlı bir adam olana kadar kızları, aşkı, seksi unutabilirsin yani."

Mert'in bunu hemen şu an uydurduğuna emindim. Yine de sözleriyle Güney'in kafasını karıştırmayı başarmış gibiydi. Herkes kuşkuyla birbirine bakınırken "O yüzden bu işi benim yöntemimle çözeceğiz." dedi Mert elindeki şişeleri sallayarak.

Beliz alaycı bir kahkaha attı. "Kafayı bulup her şeyi unutacak mıyız yani?"

"Biz onu hep yapıyoruz valla."

"İşler öyle içerek çözülseydi..."

Herkes bu kadar üstüne gelirken Mert'in geri adım atacağına neredeyse emindim. Oysa o beni sımsıkı tutmaya devam ediyordu. "Olay içmekte değil." dedi bir sır verir gibi. "Oyunun kendisinde."

"Oyun mu oynayacağız yani?" dedi Nil neşeyle. Hala Rüzgar'ın yanında oturduğu gerçeğini görmezden gelsem bile yine de hala onu dövmek istiyordum sanırım. Hayır ona ne oluyordu ki yani? İçimdeki yelloz Seda Sayan kameralara bağırmaya hazırdı şu an: hayır, kimsin sen kızım, kimsin?

"Bizim kendi geleneksel tombalamız var ama?" dedi Memo o sırada. "Farklı oynuyoruz biz, kartları değiştirerek falan. Özel yani..." Oyuncağı elinden alınmış bir çocuk gibi dudakları aşağı sarkmıştı.

"Tamam işte." dedi Mert aynı neşeyle. "Biz de tombala oynayacağız zaten. Daha önce hiç bilmediğiniz bir şekilde hem de."

İkizler uflayarak gözlerini devirmişti, ama Beliz "Bir şans verelim bence ya..." dedi yayıldığı köşeden.

Hemen sonra belki de dünya tarihinde ilk kez gerçekleşen bir mucize olmuş, Ela da Beliz'in fikrine katılmıştı. "Ben varım."

"Ben de!" dediler Nil ve Ceren sanki onlara sormuşuz gibi.

Az sonra Tuğçe sadece elini kaldırarak oyuna katılacağını belirtmiş, Memoji "Ben denerim." diye eklemiş, Oya'dansa "Deneyelim madem." çıkmıştı.

Mert "Ya sen yakışıklı?" diye laf attığında Rüzgar bir an arada kalmış gibi görünse de sonunda dudaklarından isteksiz bir "Tamam." döküldü. Asla bana bakmıyor, sanki özellikle gözlerini elindeki içkide tutuyordu.

"O zaman geriye bir tek siz kalıyorsunuz çocuklar." dedi Mert başıyla ikizleri işaret edip. "Naz yapmayın hadi. İki eğlenip bir kadeh bir şey içeceğiz diye korkmuyorsunuz herhalde değil mi?"

Kuzey'le Güney birbirlerine bakıp ayrı ayrı küfürler mırıldanmışlar, ama sonunda "İyi tamam." demişlerdi.

Tombala oynamanın durumumuzu nasıl çözeceği konusunda hala hiçbir fikrim olmasa da Mert'e güvenmek istiyordum. Hoş... başka yapacak neyim vardı ki zaten?

"Yeppa!" diye bağırdı bu sırada Mert neşeyle. Sonunda beni bırakıp herkesin ortasına doğru ilerlemişti. Teatral bir dönüşle başını savurup "Herkesi ayağa, etrafıma rica edeceğim." dedi. "Bir daire olalım beyler bayanlar. Memocum, shot bardakları alalım lütfen."

Memo ona verilen görevi gerçekleştirmek için hızla mutfağa koştururken diğerleri nazlanarak da olsa verilen komuta uyup Mert'in etrafına dizilmişlerdi. Caner'le birbirimize bakarak geçirdiğimiz saniyelerin ardından çekinerek biz de halkaya katıldık.

"Herkese bardaklarını dağıtalım Memo'cum." dedi Mert bir orkestra şefi gibi elleriyle onu yönlendirerek. "Ve sonra herkes kendine bir partner seçsin."

"Kızlarla erkekler eşit sayıda değil ki?" dedi Tuğçe bilmiş bilmiş hemen ama Mert'in cevabı çabuktu.

"Ben kızlar erkeklerle partner olsun mu dedim kuzum?" Hemen sonra bakışlarını hepimizin üzerinde gezdirmişti. "İstediğinizle eşleşebilirsiniz çocuklar. Ama think wisely!" İyi düşünün... "Bu odada en çok kime güveniyorsunuz?"

"Kendi partnerime tabi ki..." dedi Beliz Güney'in karşısına doğru ilerleyerek. Ama Oya hemen onun yanında durduğundan ikizlerin eğlenceli tekini tek hamlede kapmıştı. Beliz de bozuntuya vermeden Kuzey'in yanına yerleşti. Ela tahmin edileceği üzere Rüzgar'a yöneldiyse de onu kimselere kaptırmamaya ant içmiş gibi bir hevesle çocuğun dibinde biten Nil buna izin vermemiş, Ela da attığı ölümcül bakışlarla Memo'nun karşısında geçmişti. Tuğçe doğrudan oyunun mimarıyla partner olmak istemiş olsa gerek şimdi Mert'in önündeydi. Herkes eşleştikten, Ceren'le Aylin de birbirine kaldıktan sonra geriye benim için pek de yapacak bir şey kalmamıştı.

"Sanırım benim için bu sorunun cevabı başından belli." diye mırıldandı Caner karşıma geçip. Gözleri bir an için Oya'ya kaysa da hızla kendini toparlamıştı.

"Sanırım..." diye mırıldandım normal şartlar altında onun Oya'yı herkese tercih edeceğine nerdeyse emin olduğum halde. Ne ironikti ki Oya zamanında ona akıl almaz bir oyun oynamış, belki de tüm kaderini değiştirmiş olan Güney'e güvenebilirken onu hayatındaki her şeyden çok sevmiş olan Caner'e hala karşı duruyordu.

"Şimdi bardaklarımızı dolduruyor ve birer tombala kartı çekiyoruz." dedi Mert o sırada. "Tuğçe'cim kartları dağıtalım lütfen. Sonra da içkileri dolduracağız. Senle ben bu oyunun kalbi, ruhu, hakemleri ve her şeyiyiz."

Tuğçe kesinlikle bu sorumluluğu beklememişti. Mert'in hususi asistanı olarak Tuğçe'yi seçmesine sevinsem de bunu neden yaptığını bilmiyordum. Tüm bu oyun saçmalığıyla nereye varacağını da kestirmem imkansızdı. Yine de shot bardağımı doldururken bana göz kırptığında ona inanmayı seçmeye karar verdim. Zaten şimdikinden daha fazla ne kaybedebilirdim ki?

"Kurallar çok basit." dedi Mert ortamızda ağır ağır dolanarak. "Ben numaraları çekeceğim, Tuğçe de her turda bardaklarınızın dolu olduğuna emin olacak." Tuğçe itiraz edecek olduysa da Mert eliyle onu durdurdu. "Çekilen numara kartınızda varsa bir soru hakkı kazandınız demek. O hep içinizi yiyip bitiren soruyu partnerinize sorabilirsiniz artık." Sinsice sırıttı. "O cevaplamak istemezse shot'ı kafaya dikebilir. Ama eğer siz onu illa da konuşturacağım derseniz hem onunkini hem de kendi içkinizi kafaya dikmek zorundasınız."

"İlk turdan kafayı bulacağız desene." dedi Ela sırıtarak.

Mert ona çapkın bir öpücük atıp devam etmişti. "Her çinko olduğunda çinkoyu yapan istediği kişiyle partner değiştirebilir. O zamana kadar eşinizle kalmak ve oyunun kurallarına uymak zorundasınız. Son kural: oyun bozanlık yapan evi terk eder, yeni yıla da yalnız girer." Mert iki elini havaya doğru açıp sırıttı. "Herkes hazırsa..."

Onun el işaretiyle olduğumuz yere partnerlerimizle karşılıklı kalacak şekilde çökmüş; kartımızı önümüze, içkimizi elimize almıştık. Ve böylece oyun başlıyordu. "Beş." dedi Mert.

Bir an için herkesin birbirine baktığı gergin saniyelerin ardından "Ben de var." dedi Oya.

İlk talihli o olduğundan herkesle birlikte partneri Güney de ne yapması gerektiğini düşünüyordu şimdi. "Sanırım bana bir şey sorman gerekiyor." diye önerdi çekinerek.

Oya kararsız kalmış gibiydi. "Tamam..." dedi. "Söyle bakalım. Beliz'le partner olmasaydın bu gruptan kiminle olurdun?"

Güney beklediğinden kolay bir soruyla karşılaşmış gibi sırıttı. Gözleri önce düşünmeden bana kaymıştı, fakat Caner'in varlığını hatırladığı an söyleyeceği şeyden vazgeçip "Seninle." dedi. "Tabi ki seninle partner olmak isterdim."

Gözlerimi devirdim. Ne de korkaktı Güney. "Kırk sekiz." demişti bu arada Mert yeni bir numara çekip.

"Bende var." dedim hemen heyecanla. Aynı anda Nil'in büyük sevinci benim mütevazi neşemi bastırınca tüm gözler o yöne çevrilmişti.

Diğer herkes Nil ve Rüzgar'la ilgilendiğinden "Sor bakalım." dedi Caner rahatça. O kızın Rüzgar'a ilk aşkıyla ilgili salak bir soru sorduğunu kulağımın kenarıyla işitsem de dikkatimi Caner'e vermeye çalıştım.

"İkizlerle barışmaya hazır mısın?"

Caner lafı hiç dolandırmadan suratına çarptığım bu sorudan rahatsız olduysa da belli etmiyordu. Kırık bir tebessümle elindeki bardağı dudaklarına götürdüğünde uzanıp shot'ı ondan aldım ve önce onunkini sonra kural gereği kendiminkini kafaya diktim.

"Waaaow!" dedi ne yaptığımı gören Mert. "Birileri aradığı cevapları almak için her şeyi yapmaya hazır."

Dikkatlerin yeniden bize çevrildiğini fark ettiğimden sorumu herkesin duyacağı şekilde bir daha tekrarladım. "İkizlerle barışmaya hazır mısın?"

Caner hayretle bana bakıyordu şimdi. "Üçüncü turdan sonra kafayı bulacaksın bu gidişle." dedi azarlarca.

Omuz silktim. "Cevabı alayım."

Caner yan gözle önce Kuzey, sonra Güney'e bakmış sonra da sesli bir nefes vermişti. "Denemeye hazırım."

İkizlerin homurdandığını duyduysam da bozuntuya vermedim. Sanırım Mert'in ne yapmaya çalıştığını yavaş yavaş anlıyordum. O numaralar çekmeye devam ederken tek yapmam gereken ayık kalmak ve doğru soruları sorarak inatçı arkadaşlarımı gerçeklerle yüzleştirmekti. Fakat oyun ilerledikçe kanımdaki alkol seviyesi hızla artmış, tıpkı diğerleri gibi benim de sorularımın ayarı kaçmaya başlamıştı.

Kendime her numara çekildiğinde ulvi amacımı yeniden hatırlatmaya çalışsam da dört bir yanımdan kulağıma takılan cevaplarla arkadaşlarımın iç dünyalarını keşfe çıkmış gibi hissediyordum kendimi. Memoji hayatta en korktuğu şeyin şeftali olduğunu söylemişti mesela. Meyvenin ismini ağzına almak dursun tarif ederken dahi kaşıntı tutmuştu çocuğu. Sonra Beliz'in hala birlikte uyuduğu bir oyuncak balığı olduğunu öğrenmiştim. Güney'in ilk aşkının adı Ezgi'ydi. Kuzey yıllarca astronot olmak istemişti. Vesaire vesaire...

Sonunda yeniden kartımda bir numara çıktığında "Nihayet." dedim. Caner'i konuşturayım ya da sorularından kaçayım derken dört belki beş shot içmiştim bile.

"Sor bakalım." dedi bana göre gayet ayık görünen Caner.

Oyalanmama gerek yoktu, çünkü zaten en başından bu sorunun geleceği anı planlamıştım. "Oya'ya karşı hala bir şey hissediyor musun?" dedim doğrudan gözlerinin içine bakarak.

Caner bir duyan oldu mu görmek için panikle etrafına bakındı, ama iyice kafayı bulmuş olan arkadaşlarım kendi alemlerinde dolanıyorlardı şimdi. "Cevap ya da shot." dedim onu iyice kışkırtmak için. Onun gözleri Oya'ya kaydığında bir an bana karşı dürüst olacağını zannetsem de bakışlarını hemen geri kaçırıp ben müdahale edemeden bardağı kafasına dikmişti.

Yaptığı kesinlikle oyunbozanlıktı, ama üstüne gitmedim. Susarak her şeyi anlatmıştı zaten Caner. Şimdi düşününce, bana ettiği iltifatları, attığı lafları ve yaptığı jestleri en başından beri benim değil de bir başkasının gözüne sokmak için, onun fark etmesini umarak yaptığını görebiliyordum. Bir noktadan sonra beni de arkadaşı olarak sevmiş, gerçekten yardım etmek istemişti belki. Yine de... onun ilgisini çekmeye çalıştığı tek bir kız vardı. Tek bir kız olmuştu hep. Ve muhtemelen hep olmaya devam edecekti.

"Elli yedi." dedi bu arada düşüncelerimi bölen Mert. İçkiden şaşı bakıyor olabilirdim, ama kesinlikle bir sırayı tamamladığımı idrak edecek kadar ayıktım hala.

"Çinko!" diye bağırdım kendim de şansıma inanamayarak. Bu partnerimi değiştirebileceğim anlamına geliyordu yani. Nedense bu işte bir bit yeniği olduğunu ve bu başarımın numaraları çekmekte olan Mertle bir bağlantısı olabileceğini düşünsem de sessiz kaldım. Şimdi oyun sırası bendeydi.

"İrem'ciğim..." dedi Mert abartılı bir serenatla. "Seçim senin. Kiminle partner olacaksın?"

Herkes merakla, biraz da kaygıyla bana bakıyordu şimdi. Çünkü, benim seçtiğim kişinin partneri Caner'le eşleşmek zorunda kalacaktı. Gözlerim halka şeklinde oturan arkadaşlarımı yavaşça tararken Rüzgar'a gelince istemeden yavaşladım. Onu Nil denen kızdan kurtarabilir, merak ettiğim soruların cevaplarını doğrudan ondan alarak bir taşla iki kuş vurabilirdim. Bu fazlasıyla çekici, bir o kadar da bencilce bir karar olurdu korkarım. Tıpkı Ela ya da Memoji'yi seçmemin kolaya kaçmak olması gibi...

"Güney..." dedim sonunda. "Güney'le partner olmak istiyorum."

"Hayır!" diye itiraz etmişti Oya hemen. Ama Mert'le göz göze gelmesiyle kuralları hatırlamış olsa gerek dudaklarını şımarık bir kız çocuğu gibi aşağı sarkıtarak ve ayaklarını sürüyerek Caner'in yanına geldi. Bana attığı bakışlarda tek bir mesaj vardı: Bittin sen kızım!

Bakalım onunla konuştuktan sonra da böyle mi hissedeceksin diye düşündüm munzur bir tebessümle. Ela'yla göz göze geldiğimizde onun da benimle aynı şeyi yakaladığını ve gülümsediğini fark etmiştim.

"Tam bir baş belasısın." dedi Güney karşısına yerleştiğimde.

Dudaklarımı büzdüm. "Evet genelde öyle diyorlar, haklısın. Ama iyi bir arkadaş olduğumu söyleyenler de var."

Güney gözlerini devirdi. Tam o sırada Mert'in söylediği sayı kendi kartındakilerden biri olunca bilmiş bilmiş bana sırıtmıştı. "Hazır mısın soruna?"

"Sor gitsin?" dedim. Gözlerinden bana bir ceza vermeye hazırlandığını görebiliyordum ve bu tam da ihtiyacım olan şeydi.

"Tüm bu yaptıklarından sonra itiraf etmeye hazırsın bence." dedi fazlaca yüksek bir sesle. Diğerlerinin bize dikkat kesildiğine emin olana kadar beklemiş, sonra da "Caner'le aranda ne var söylese!" demişti.

Salonu kuşatmış ölüm sessizliğinin içinde benim sesimin yükselmesi ve o sakladığım büyük sırrın açığa çıkması gerekiyordu şu an sanırım. Oysa benim anlatacak bambaşka bir hikayem vardı.

Güney, diğerleri gibi içkime uzanıp sorudan kaçmamı beklediyse de ben "Tamam." dedim. "Her şeyi itiraf etmeye hazırım."

O zafer kazanmışçasına gülümserken şimdi herkes oyunu bırakıp benim söyleyeceklerime kilitlenmişti. Caner'in çatık kaşlarla beni izlediğini yan gözle görsem de aldırmadım. "Başta ben de sizin gibi Caner'e uyuz oluyordum." dedim çakırkeyif olmanın haklı rahatlığıyla. "Çünkü onu sadece sizin anlattığınız kadar tanıyordum. Ama sonra... hikayenin hiçbirinizin bana anlatmadığı kısmını ondan dinledim."

Güney "Yalanlarına inandım diyorsun yani..." deyince Mert araya girmişti. "Hişş! Cevaplara müdahale etmiyoruz."

Gözlerimi Güney'den daha mantıklı olan Kuzey'e çevirdim. "Diyorum ki... sizin ondan nefret etmeye hakkınız olduğu kadar, onun da sizden nefret etmeye hakkı olduğunu öğrendim. Ve aranızdaki hikayenin sizin düşündüğünüz şekilde bitmediğini..."

"Saçmalık..." diye başladı Güney ama Mert yine onu susturup büyük final için topu göğsüme atmıştı.

Bu şansı kullanıp bu kez gözlerimi herkesin üzerinde dolaştırırken en çok Oya'nın üzerinde oyalandım. "Hiçbiriniz nasıl diye sorgulamamışsınız, ama o eski hayatlarınıza dönmenizin tek sebebi yine Caner. Yeniden bursunuzu almanızın, size şantaj yapan kadından kurtulmanızın, Lale Hanım'ın tek başına o okulu açmasının..."

"Nasıl yani?" dedi Oya hayretle Caner'e dönüp.

"Meriçler'in okulundan mı bahsediyorsun?" dedi Memo.

Beliz "Yok artık!" demişti gözlerini belerterek.

"Caner berbat bir insan olabilir." diye devam ettim onları umursamadan. "Ama yaptığı tüm kötülükleri bir şekilde düzeltmeye çalışmış en azından. Peki sen Güney... hiç eşekliğin için ondan özür diledin mi? Sen Kuzey? İki insanın hayatıyla oynamak değil miydi sence yaptığınız? Bunu telafi etmek için ne yaptın sen? Siz? Ya da Meriç?"

İkizler de diğer herkes gibi sessizdi şimdi. Caner kimseyle yüzleşmek istemediğinden bakışlarını yerde tutuyordu. Oya karşısındaki adamı izlerken muhtemelen daha önce hiç bakmadığı gözlerle onu gördüğünden çatık kaşlarından kafasının ne kadar karıştığı belli oluyordu.

"Sizi çok seviyorum çocuklar..." dedim bakışlarımı yeniden ikizlere çevirip. "Ama... geçmişte yaptığınız şey... akıl almaz... O yüzden Caner ne kadar korkunçsa siz de öylesiniz benim için. Ve ben her şeye rağmen sizin iyi yanınızı görüp hala arkadaşınız olmak istiyorsam aynı şansı Caner'e de verebilirim bence. Hepimiz verebiliriz..."

Son sözlerimi söylerken yeniden Oya'ya dönüp hüzünle gülümsemiştim. Ama o hala şüpheyle Caner'e bakıyordu. Yüzünden tam olarak ne düşündüğünü çıkarmam mümkün değildi. Ya söylediklerime kesinlikle inanmamıştı, ya da ufacık bir kısmının bile gerçek olma ihtimaliyle dehşete düşmüştü. Elindeki içkiyi bir anda kafaya diktiğinde Caner yavaşça bakışlarını yerden karşısındaki kıza çevirdi, sonra da aynı şeyi yapıp bardağın dibine vurdu.

Onları gören diğerleri de aynı şeyi yapınca herkesin çözümü elindeki içkide bulduğu sessiz birkaç dakika geçirdik. Hemen sonra Caner yavaşça ayağa kalkmıştı. Herkes merakla ne yapacağını izlerken hayır diye düşündüm. Tam şimdi gidemezsin! Ama Caner için bu kadarına dayanmak bile fazlasıyla büyük bir adım olmalıydı.

"Yıllar sonra yeniden burada olmak... değişikti." dedi tam olarak kimseye bakmadan. Arkasını dönmeden son anda gözlerinin Oya'ya kaçmış olması onun suçu değildi elbette. Ben yerimden kalkmaya yeltenince eliyle belli belirsiz bir hareket yapıp beni durdurdu ve başka bir şey demeden evden çıkıp gitti.

Yeniden sessizlik...

Şimdi geri kalanlarımız birbirimize dahi bakmıyorduk. "Sanırım oyunu burada bitirebiliriz." dedi Mert neşeli tavrını korumaya çalışarak, ama o bile sarsılmış görünüyordu. Herkes yavaş yavaş yerden kalkıp salonun değişik köşelerine dağılırken ben de şöminenin başındaki tuğlaların üstüne çöktüm. Kesinlikle daha fazla içmemem gerektiğini bilmeme rağmen boş kadehlerden birini şarapla doldurmuştum.

Memo açtığı müzikle ortamın neşesini geri getirmeyi denediyse de bu o kadar kolay olacağa benzemiyordu. Bir kere kuzeninin gidişinin ardından Tuğçe de pılını pırtını toplayıp bir şey demeden evden ayrılmıştı. Oya kesinlikle duyduklarını sindirmekle meşguldü şu an ve içkinin yardımı olacağını düşünmüş olsa gerek yeni bir şişe açıyordu. Kuzey Rüzgar'la arka bahçeye sigara içmeye çıkmış, yancı kızlar onların peşine takılmıştı. Her şeye rağmen halinden hala memnun görünen Mert Memo'yla koltukta muhabbet ederken az önce yaşananlar bir onu etkilememiş gibi keyifle tabağındakileri yiyordu.

"Bu yaptığın şey gerçekten çok cesurdu." dedi Ela yanıma geldiğinde.

"Cahil cesareti..." dedim suratımı asıp. "Pek bir işe yaradığı söylenemez. Sadece herkesin benden nefret etmesini sağladım."

Ela yeniden Aylin'in yanına dönmüş olan Güney'i izlerken gülümsüyordu. "Bana baya bir işe yaramış gibi geldi halbuki. Şunların haline baksana... Hayatlarının tokadını yediler sayende. Merak etme bu ders ikizleri yola getirir zamanla. Anlarlar sana yanlış yaptıklarını."

Kendimi bile şaşırtarak Ela'nın sözlerine gülümsedim. Yine de ona hak vermem için biraz daha zaman geçmesi gerekmişti. Bir saate yakın salonun bana uzak köşelerinde, çoğunlukla benden gözlerini kaçırarak takılan Güney sonunda yanıma gelene kadar Ela'nın haklı çıkacağına dair inancım olmadığını bile söyleyebilirdim. Oysa ben bu geceki beşinci tabağımı hazırlarken Güney bir kedi gibi usulca yamacımda bitmişti.

"Sana hala kızgınım." dedi doğrudan. "Muhtemelen sen de bana kızgınsın. Bu da ödeştik anlamına geliyor. O yüzden öpüşüp koklaşıp barışabiliriz. Çünkü kafam şu an çok güzel. Ve yeni yıla şuradaki güzel kızla dans ederek girmek istiyorum. Kafamda bin bir pişmanlık ve vicdan azabıyla değil. Yani demek istiyorum ki... seni affediyorum. Sen de beni affetmek ister misin?"

"Ben sana küs değilim ki Güney..." dedim hüzünle.

"Ama benim de korkunç biri olduğumu söyledin."

Sıkıntıyla nefes verip elimi onun omzuna koydum. "Sadece insanların siyah ya da beyaz olmadığını görmenizi istedim. Nasıl sen bembeyaz değilsen Caner de simsiyah değil. Ve senle Kuzey gibi o da ikinci bir şansı hak ediyor."

Güney bir an dediklerimi anlamaya çalışır gibi suratıma bakmış, sonra da gözlerini devirmişti. "Sarhoş biri için fazla felsefiksin... Bunları ayık kafayla yeniden konuşabilir miyiz?"

Güldüm. "Eğer bu sözünü unutmayacaksan..."

İşaret ve orta parmağını birbirine dolayıp elini havaya kaldırdı Güney. "Sözüm söz..." Sonra bana sarılmış, iki dolu kadehle beğendiği kızın yanına dönmüş ve hayal ettiği gibi onunla dans etmeye başlamıştı. Önce sadece ritme ayak uydurarak sallanıyorlardı. Ama partinin ağır havasından gına gelmiş olan Mert'in de aralarına katılmasıyla gece renklenmeye başlamıştı. Beliz Memoji'yi daha eğlenceli bir müzik açması için kandırıp çekiştirerek ayağa kaldırdığında artık onlar da çalan müzikle tepiniyorlardı salonun ortasında.

Ceren ve Nil sonunda partinin başladığını düşünmüş olsalar gerek arka bahçeden koşarak içeri daldılar. Kuzey hemen kızların peşindeydi, oysa Rüzgar'ı görememiştim. Bir an onun hala bahçede bir başına takıldığını düşünsem de kapıdan dışarı başımı uzattığımda bunun doğru olmadığını görmüştüm. Acaba ben fark etmeden o da mı gitmişti?

"Rüzgar yok!"

Kendimi koltukta yattığı yerden müziğe eşlik eden Ela'nın yanına bırakmıştım bezgince. Ne dediğimi anlamadan bana bakınca tekrarladım. "Rüzgar yok. Nerede sen biliyor musun?"

Surat ifadesine bakılırsa kesinlikle bilmiyordu ve kafasının güzelliği mantıklı bir cevap bulmasını geciktiriyordu. "Rüzgar yok ne demek?" dediğinde sıkıntıyla nefes verdim.

"Gitti galiba..."

Ela kaşlarını çattı. "O öyle haber vermeden gitmez. Sıkılmış, yalnız kalmak istemiştir ama buralardadır."

"Yok işte kızım!" diye üsteledim. "Bahçede de yok."

"E göle gitmiştir belki..." dedi Ela neden bahsettiğini bilmem gerekiyormuş gibi. Ama öyle boş bakmış olmalıydım ki devam etme ihtiyacı hissetti. "Ya bu sitenin içinde bir göl var. Oraya gideriz bazen yeni yıla girerken. Sucuk falan yaparız ateşte. Ama bu sene asıl bombayı sen patlatınca ona sıra kalmadı tabi." Ben dudaklarımı aşağı sarkıtınca Ela sırıttı. "İyi oldu böyle iyi... Sıkma canını. Rüzgar'ı da merak etme sen. Bunaldı da kaçtı belli ki bizim deli. Yalnız kalsın azıcık bırak. Keyfi yok zaten biliyorsun."

Biliyordum. "Ama gece yarısına çok az kaldı." dedim sıkıntıyla. "Ya yetişemezse? Orada yalnız girecek..."

Ela hayretle bana bakarken sırıtıyordu. "E kap getir madem. Robin Hood değil misin sen? Bu kez de benim Rüzgar oğlanımın elinden tut."

Koltuktaki yastığı sinirle ona fırlattım. "Nerede bu göl söyle hadi."

Ela bir süre daha benimle eğlenmeyi sürdürse de sonunda göle nasıl ulaşacağımı tarif etmişti. Tabi muhtemelen tek başıma orayı asla bulamayacağımı, karanlıkta düşüp bir yerimi kırabileceğimi, herkes içkili olduğundan kimsenin beni kurtarmaya gelmeyeceğini söyledikten sonra... Sözleri fazlasıyla tehditkar olsa da şu an göl denen yere gitme fikri bu evde kalmaktan daha cazip geliyordu.

Böylece montumu üzerime geçirip arka bahçeye çıktım ve Ela'nın bahsettiği kapıdan ağaçlı bir yola geçtim. Geniş aralıklarla dizilmiş lambalar sağ olsun tamamen zifiri karanlıkta kaldığım söylenemezdi, ama ışığın ne kadar yetersiz olduğunu bir süre sonra sağımı solumu tamamen yitirdiğimde anlamıştım.

Hay lanet! dedim üçüncü kez bir dala ya da taşa basıp düşme tehlikesi geçirdiğimde. Belki on dakikadır yürüdüğümden artık kaybolduğuma neredeyse emindim. Şimdiye Ela'nın bahsettiği açıklığa ulaşmış olmam, o anlata anlata bitiremediği gölü görmüş olmam gerekirdi.

Görmemiştim. Zaten iki adım ötemi bile doğru dürüst seçebildiğim söylenemezdi. Dördüncü kez ayağım bir ağaç parçasına takıldığında evren salaklığımı cezalandırmak istemiş olsa gerek bir an havada asılı kaldıktan sonra elimin üstüne yere kapaklanmıştım.

"Ah!"

Ağzımdan sadece bu inilti çıkabildi. Toprağa bulanmış ellerimi birbirine sürterek temizlemeye çalışırken bu gecenin girdiğim en berbat yeni yıl olduğunu düşündüm hüzünle. Yaralıydım, karanlıktı, kaybolmuştum ve yapayalnızdım. Fakat sonra... peri kızı gibi nokta şeklinde bir ışıltı belirdi az ileride. Başımı azıcık kaldırmamla ışıkların devamını da görmüştüm. Bu heyecanla acımı bir kenara bırakıp ayağa kalktım ve karşımdaki yeni umuda doğru ilerledim.

Az sonra sahiden de ağaçların arasında saklı kalmış olan göle ulaşmıştım. Ela neyle karşılaşacağımı anlatmaya çalışmıştı aslında, ama o dünyanın en iyi şairi olsaydı da şu an karşımda uzanan manzarayı gözlerimle görmeden neden bahsettiğini anlamazdım muhtemelen. Yeni yıla özel gölü çevreleyen tüm çam ağaçlarının üstü ışıklandırıldığından yıldızlar yer yüzüne inmiş gibi duruyordu şimdi. Dallar rüzgarla kıpırdadıkça suyun üstündeki parıltılar da dans ediyordu. Az önce gördüğümü zannettiğim peri kızları bile kuytu köşelerden çıkabilirdi her an.

Ve tüm bu sihrin ortasında yapayalnız, koyu bir gölge vardı. Sırtı bana dönük olduğu halde onun kim olduğunu durduğum yerden bile söyleyebilirdim. Tüm akşamı kaçarak geçirdiğim halde neden şimdi burada, bu tehlikeli sularda boğulmaya gelmiştim bilmiyordum. Yine de öne doğru ilerledim.

"Bizimle kalmadığın için sana kızacaktım ama bu manzarayı görünce..."

Ben kendimi iskelenin ucuna, Rüzgar'ın hemen yanına bıraktığımda o hayretle bana bakmıştı.

"İrem? Burada ne yapıyorsun?"

"Ben de aynı şeyi sana soracaktım." dedim hala toz toprak içinde olan üstümü silkelerken.

Rüzgar tüm ciddiyetiyle benim hareketlerimi izliyordu. "Ne oldu sana?"

"Düştüm..." dedim gülerek. "Ela beni korkutmaya çalışıyor sanmıştım, ama sahiden de engebelerle dolu, tehlikeli bir yolculukmuş buraya gelmek..."

Rüzgar bana doğru dönüp anında elime uzanmış ve avuçlarımı kendine çevirmişti. "İyi misin? Bir şey oldu mu?"

İyi miyim? diye düşündüm bir an yine kal gelmiş gibi boş boş ona bakarak. Caner'di ikizlerdi derken araya dünyevi problemler girmiş olsa da Rüzgar'ın temasıyla kulaklarımda yeniden başlayan uğultuya bakılırsa hala aynı kafa karışıklığı aklımı kurcalıyordu.

Ellerimi yavaşça onunkilerden çekerken "Harikayım, merak etme." dedim. "Yeni yıl gecesinden ne bekliyorsun deseler tam da böyle bir geceyi tarif ederdim."

Rüzgar sözlerimin altındaki kinayeyi anlamış gibi yandan bana baktı. "Kimsenin sana karşı kötü bir niyeti yoktu İrem. Sadece bu... bir gecede çözmeyeceğin kadar karmaşık bir konu. İnsanların seni bir anda anlamasını bekleyemezsin."

"Ama sen anladın." dedim hemen. "Sen beni savundun."

Rüzgar'ın çenesi kasılmıştı. "Bunu senin için önemli olduğunu düşündüğüm için yaptım." dedi. Bakışlarını benden kaçırıp göle çevirmişti. "Belli ki Caner senin için önemli. Ben sadece... diğerlerinin buna saygı göstermesini istedim. Sonuçta bu senin hayatın... Kiminle istersen..."

"Rüzgar..." diyerek sözünü kestim daha fazla devam etmesine dayanamayınca. Tanrım... Demek o da diğerleri gibi her şeyi yanlış anlamıştı. Bu işe bir nokta koymanın zamanı gelmiş de geçiyordu.

"Evet." dedim dikkatini çekmek için. "Ben Caner'i önemsiyorum. Evet, dediklerine, anlattıklarına inanıyorum. Evet, onu tanıdıkça daha da doğru geliyor arkadaşlığımız. Ama... ne senin ima ettiğin ne de diğerlerinin düşündüğü gibi bir şey var onunla aramızda. Hadi ikizler şuursuz, hadi Oya bu konuda duygusal... sen de mi görmedin onun Oya'ya nasıl baktığını?" Hüzünle gülümsedim. "O eski hayatını isteyen, hala aynı kızı seven, çok yalnız bir çocuk Rüzgar. Hikayeyi benden bile iyi biliyorsun sen muhtemelen. Sen de o oyunun bir kurbanıydın. Caner'i, Oya'yı, neler yaşandığını gördün. Tek istediğim bu yanlışa bir dur demekti. Hepsi bu. Caner'i sevmiyorum. Hiç sevmedim. Ve sevmeyeceğim. Yani... o düşündüğün anlamda..."

Rüzgar yeniden bana çevirmişti bakışlarını. Sanki yeterince dikkatli bakarsa doğru söyleyip söylemediğimi anlayabilecekti. Onun tüm sözlerimin üstüne hala bana şüpheyle bakıyor olmasına katlanamıyordum. "Şu an buradayım değil mi?" dedim gülerek. "Senin ya da diğerlerinin düşündüğü gibi olsa sence de bambaşka bir yerde, bir başkasıyla olmam gerekmez miydi şimdi?"

Rüzgar'ın dudağının sağ kenarı hafifçe yukarı kıvrıldı. "Neden peki?"

"Neden peki ne?"

Rüzgar bana dönmüştü şimdi tamamen. "Neden buradasın?" dedi gözlerini milim oynatmadan.

Neden? Neden? Neden? Sahi... ben neden buradaydım? Tüm arkadaşlarım şöminenin başında sıcacık içkilerini yudumlar, dans ederek yeni yıla geri sayarken ben bu karanlık ve soğuğun ortasında ne yapıyordum?

"Neden?" dedi Rüzgar bir daha.

Dudaklarımı ıslatarak zaman kazanmayı denesem de doğru cevap bir türlü dilimin ucundan öteye gidememişti. Bu kadar alkollü olmasam bir şey fark eder miydi, emin değildim. Bir süre daha mantıklı bir açıklama duymayı bekleyerek bana bakan Rüzgar tam başını çevirmişti ki "Çünkü..." dedim. "Kimse yeni yıla yalnız girmemeli." Cebimden çıkardığım telefonu ona doğru uzatıp saati gösterdim. "Bak... sadece birkaç dakika kaldı gece yarısına. Ben de gelemeseydim, tüm yılı yalnız geçirmek zorunda kalacaktın. Buna izin mi verseydim yani?"

Rüzgar'ın kaşları hayretle havaya kalktığında kurnazca gülümsedim. "Gerçi sanırım bu tüm yılı benimle geçireceksin anlamına geliyor..."

Rüzgar'ın gecenin karanlığında bile yüzüme diktiği bakışları ışıl ışıldı. "Sanırım bununla baş edebilirim." dedi yumuşacık bir tebessümle. O hiçbir şey yapmadan öylece karşımda durduğu halde sanki rüyamdaki gibi bana uzanmış da tenime o sıcak buselerinden birini bırakmış gibi hızlanmıştı kalbim. Bir an göğsümdeki baskıya dayanamayacağımı hissedince panikle ayaklandım.

"Hadi." dedim elimi ona uzatıp. "Madem yeni yıla yalnız giriyoruz, en azından dans edelim ki bu yıl bol danslı geçsin."

Rüzgar ona uzattığım eli tutup tek hamlede ayağa kalksa da yüzünde alaycı bir ifade vardı şimdi. "Benim zaten kendimi bildim bileli tüm yıllarım danslı geçiyor." dedi tam karşıma geçip.

"Olsun." dedim omuz silkip. "Belki bu birlikte daha çok dans edeceğimiz anlamına geliyordur."

"Belki..." dedi Rüzgar. Ben gelişigüzel bir şarkı açıp telefonu yere bıraktığımda elimi tutup "Bu müzikle ne dansı yapmamız gerekiyor peki?" dedi gülerek.

"Sadece dans." dedim. "Normal insanlar gibi." Ve elini bırakıp kollarımı boynuna doladım. Rüzgar bir an ne yaptığıma anlam veremese de ne kastettiğimi anlayınca belime sarılmıştı. Başımı onun omzuna yaslayıp hala ışıl ışıl parlayan ağaçlara baktım.

Fonda yumuşacık çalan şarkı Neden? diye soruyordu. Neden sen ve ben? Neden seni seviyorum, bilmiyorum.

Why do I love you?

This I don't know...

Cevap aslında bir sonraki dizede gizliydi. Aşkın nedenlere ihtiyacı olmaz. Aşk, neden diye sormaz...

Love don't need reasons

Love don't ask why

Uzakta bir yerde havai fişeklerin patırtısı duyulduğunda başımı kaldırıp Rüzgar'a baktım. O da aynı tebessümle beni izliyordu şimdi. Sanki ikimiz de ortak bir sırrı paylaştığımızı biliyor, ama bunu birbirimize dahi itiraf edemiyorduk.

"Yeni yılın kutlu olsun." dedi Rüzgar gülümseyerek.

"Senin de." dedim. Ah bu damarlarımdaki alkol... Öyle yanlış hissettiriyor, öyle garip fikirleri normalmiş gibi gösteriyordu ki... Birkaç santim uzağımdan beni içine içine çeken ışığa doğru sürüklüyordu resmen beni. Bu isteğe direnmek için başımı yeniden Rüzgar'ın omzuna yasladığımda bu kez gözlerimi kapamıştım.

Bu koku, bu müzik, bu his, bu gece... Hepsinin aklımda tam da şu anki haliyle kalmasını istiyordum. Yarın uyandığımda bu yaptığıma delice pişman olacağımı bildiğim halde bir anda "Çünkü senin yanında olmak istedim..." diye mırıldandım.

Rüzgar da ben de hangi sorunun cevabını verdiğimi biliyorduk. O yüzden ne o bir şey demiş ne de ben başka şey eklemiştim. Ama onun belimdeki ellerinin beni daha da sıkı sardığını hissettim sözlerimden sonra.

Şarkının son notaları çınlarken sözlerle aynı şeyler geçiyordu içimden de. Sen ve ben... aşk neden diye sormaz...

You and I

Love don't ask why

Love don't ask why..

-BÖLÜM SONU-

TA DAAAA.....

Ve harika sonla haftayı kapadım bence :D

Hızla evden çıkmam lazım, o yüzden bu bölümün yorumlarını, dedikodularını size bırakıyorum :) konuşacak çok şey var. irem... caner... rüzgar... ikizler... oya...

Hadi bana yazın :D benim de hafta sonum şenlensin

öppücüüüükkkkk

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top