Bölüm 68
Güzel geceler :)
Evet hala uyanığım, çünkü size bölüm yüklüyorum, çünkü bütün hafta sonu çalışmam lazım ve başka bölüm yazamayacağım korkarım. Ama bu sonraki haftaya kadar idare eder sanırım :D
Keyifli okumalar, öpücükler
***
But still I find you there... Next to me...
***
BÖLÜM 68:
BİRAZ CESARET
Rüzgar neredeyse tüm poşetleri sırtlanmış az ötemde yürürken ben derin derin nefes alıyordum. Temiz ve soğuk havaya çıkmak bedenimdeki uyuşukluğu anında süpürmüş, bugün tam performans çalışan beynimin panik sinyalleri saçmasını ise durduramamıştı. Otoparka yöneldiğimizde otobüslerde sürünmeyeceğimiz için sevinsem de içten içe birkaç metre kare alan içinde nasıl hayatta kalacağımı düşünüyordum.
Rüzgar ilk kez gördüğüm siyah bir arabanın önünde durduğunda "Ne yapıyorsun?" diye sordum. Oysa o bana cevap verene kadar bagajı açmıştı bile. "Carmen'e ne oldu?"
"Bu... yeni." dedi Rüzgar sıkılarak. "Annemden... Bana bir hediye almak istemiş. Dün eve döndüğümde kapının önümdeydi. Bugün anneme geri götürecektim aslında, o yüzden bununla geldim okula."
"Bunu yapma!" dedim hemen. "Annen senin için bir şey almak istemiş işte. Neden geri vermek istiyorsun ki?"
Rüzgar poşetleri bagaja yüklemeyi bitirince tüm bezginliğiyle bana baktı. "Bu tartışmayı şu an yapmasak. Gerçekten araba pek umurumda değil." Suçlu bir çocuk gibi dudaklarımı birbirine bastırıp başımı salladım. "Geç hadi."
O şoför koltuğuna yerleşirken ben de öne, onun hemen yanına oturup kemerimi takmıştım. Arabanın içi gıcır gıcır, kokusu yepyeniydi. Dikkatimi bu tip ayrıntılara verip yol boyunca normal davranmaya devam edebilirdim belki. Fakat hareket etmemizle işlerin umduğum kadar kolay olmayacağını fark etmem bir olmuştu. Havadan sudan konuşmak istiyor, ama en sıradan kelimeleri bile bulamıyordum bugün. Olabildiğince Rüzgar'a bakmamaya çalışsam da gözlerimin bir türlü bana itaat etmemesi biyolojik bir hataydı şüphesiz.
"Müzik açabilir miyim?" dedim bir an panikle. Sesim gereğinden fazla heyecanlı çıkmış olsa gerek Rüzgar meraklı bir tebessümle bana bakmıştı.
"Tabi..." dedi orta konsoldaki düğmelere uzanıp. "Kendin keşfetmen lazım ama... ne nerden açılıyor hiçbir fikrim yok."
Bana iş olsun da... diye düşündüm keyifle. Önümdeki bu zorluk yol boyunca kendi iç sesimle mücadele etmekten kurtaracaktı beni en azından. Böylece küçük bir çocuk gibi kurcalamaya başladım karşımdaki karmaşık konsolu. On dakika içinde arabanın elektronik sistemine verdiğim zararı umursamadan dokunmatik ekrandaki her köşeye itinayla dokunmuştum neredeyse. Mantıklı bir radyo kanalı bulma çabam cızırtılar ve hışırtılarla kesilmese amacıma ulaştığımı bile söyleyebilirdim. Ama bir yanlışlık vardı.
"Dur şuradan frekansı değiştireceksin." dedi o ana kadar bana sabreden Rüzgar sonunda. Parmağını öne uzatmasıyla istemeden benimkine dokunmuş, tüm bedenim anında elektriklenmişti. Elimi alev almış gibi hızla geri kaçırdığımda hayretle yüzüme baktı Rüzgar.
"Sen yap, ben bozacağım yoksa." diye uydurdum gülümsemeye çalışarak. Halbuki tek düşünebildiğim bu temasla zihnime hücum eden görüntülerden kurtulmaktı. Muhtemelen Rüzgar kafasında bende ne gariplik olduğunu sorguluyordu şu an. Yine de sonunda bir müzik kanalında durduğunda bir şey dememiş, dikkatini yeniden yola vermişti.
Imagine Dragons'dan Next to Me çalıyordu şimdi. Ah... aptalca şeyler yapıyorum. İyi olmaktan çok uzağım, bu doğru. Yine de... hala seni yanımda buluyorum... Evren bu şarkıyı özellikle karşıma çıkartıp bana mesaj vermek istemiş gibiydi.
Yine de... hala seni yanımda buluyorum...
Şarkı devam ettikçe camın ötesinde akan İstanbul'un gerçekliği azalıyordu sanki. Hafızamdan görüntüler notalarla uyumlu bir ahenkle gözümün önünde oynuyordu art arda. Ne de güzel anlatıyordu şarkı durumumu aslında. Daha önce hiç kafa patlatmadığımdan gerçeği idrak etmem mümkün olmamıştı sanırım. Oysa şimdi oldukça net görüyordum. Yaptığım tüm salakça şeylere, başımızdan geçen tüm savaşlara rağmen Rüzgar hep yanımdaydı. Ben öfkeye kapılıp ondan vazgeçtiğimde bile o kalmayı seçmişti.
Ah... seni her defasında hayal kırıklığına uğratıyorum. Yerle bir ediyorum seni. Ve yine de... hala seni yanımda buluyorum.
Yandan çaktırmadan Rüzgar'a baktığımda bu huzur verici yüze tahmin ettiğimden de fazla alıştığımı düşündüm büyük bir korkuyla. Gördüğüm rüya mı beni bu denli duygusallaştırmıştı bilmiyordum, ama daha önce sahip olmadığım bir kaygı göğsüme oturmuştu şimdi. Rüzgar'ın bir yere gideceği yoktu elbette, yine de uzanıp elini tutmak için inanılmaz bir istek duydum bir anda.
"Sen iyi misin?"
Ha, ne? "İyiyim." dedim kendimi toparlayıp. "Neden öyle dedin?"
Yandan şüpheci bir bakış attı Rüzgar. "Bu kadar uzun süre sessiz kaldığın hiç olmamıştı da ondan."
Derin bir nefes aldım. Aklımı okumak gibi süper güçleri olmadığı için şükretmem gerekiyordu sanırım. "Hala uykum var." diye yalan söyledim. "O filmi atlatmam en az birkaç gün sürecek."
"Kendin kaşındın ama..."
Sahiden de ben kaşınmıştım. Rüzgar'ı yalnız bırakmayacağım diye şövalyeliğe soyunmasam belki o çarpık rüyayı görmez, aklımı olmayacak fikirlerle ve zehirli korkularla doldurmazdım. "Bir daha hatırlat da sana hiçbir projende yardım etmeyeyim." dedim sesimin normal çıkmasına gayret ederek.
Rüzgar başıyla onaylarken gülümsüyordu. Az sonra iki yanı dev çam ağaçlarıyla kaplı virajlı bir yola saptığımızda camını aralayıp temiz havayı içine çekmişti.
"Çok güzel..." diye mırıldandım onu taklit edip. Etrafımızı kuşatan orman öyle kudretli görünüyordu ki dünyevi hiçbir sorunun bu ilahi güzellik karşısında önemi olamazdı sanki.
"Memolar'ın evini görene kadar bekle." dedi Rüzgar.
"Biliyorum... Ela anlattı biraz. Görmek için sabırsızlanıyorum."
Neyse ki karanlık yolda devam eden yolculuğumuz tahminimden hızlı sona ermiş, on dakika kadar sonra ormanın içine gizlenmiş sitenin yüksek korumalı girişinden Memo'nun ismini vererek geçmiştik.
"Bu evler gerçek mi?" dedim cevap belli olduğu halde.
Rüzgar arabayı park etmekle uğraştığı halde şaşkınlığımla eğlenmeyi ihmal etmemişti. "Gerçek ve arkadaşın onlardan birinde yaşıyor. Hem de kendini bildi bileli..."
"Amma şanslı arkadaşlarım var." diye mırıldandım arabadan inerken. Gözlerim hala karşımdaki ağaçtan evi inceliyor, beynim şu yaşıma kadarki bilgi birikimiyle gördüklerini örtüştürmeye çalışıyordu. Rüzgar bagajdan aldığı paketlerle girişe yöneldiğinde ben de onu takip ettim. Çaldığımız kapıyı saniyeler sonra koca bir sırıtışla Oya açmıştı.
Bizi gördüğünde söyleyebileceği tonla şey vardı şüphesiz. Merhaba... Hoş geldiniz.... N'aber çocuklar... Ama Oya "Birlikte mi geldiniz?" demeyi seçmiş, yüzündeki sırıtış anında zoraki bir tebessüme dönmüştü. "Ela yok mu? Siz nereden geliyorsunuz böyle?" gibi sorularla durumu toparlamaya çalışsa da ben sesindeki hasedi yakalamıştım. Normalde olsa hala Rüzgar'ı benden kıskandığı için ona bozulabilirdim. Ama gördüğüm rüyanın vicdan azabı Oya'nın tepkisini görmezden gelmemi sağlamıştı.
"Ela sonradan gelecek." dedi Rüzgar Oya'yı es geçip doğrudan içeri yönelerek. Onu takip edip evin içine girmemle bambaşka bir masal alemine adım atmıştım sanki. Salondaki dev çam ağacı ve etrafına yaydığı ışıltı antreden bile göze çarpıyordu. Muhtemelen özellikle loştu ortam ki minik yıldızlar gibi parlayan ışıkların güzelliği ortaya çıksın. Duvardaki süsler, koridora sıralanmış irili ufaklı mumlar, tavandan sarkan kar taneleri... Kalbimin heyecanla çarpmasına engel olamadım. Bu, gerçekten güzel bir gece olacaktı, hissedebiliyordum.
"İrem!" dedi o sırada koşarak yanıma gelen Memoji. Oya'nın aksine olabilecek en samimi karşılamayla bana sarılıp kendine çekmişti. "İyi ki geldin. Bu geleneğin bir parçasısın sen de artık!"
Öyleyim sahiden de diye düşündüm neşeyle. "Ne kadar güzel süslemişsiniz evi."
"Annem o konuda bir dünya markasıdır." diye böbürlendi Memoji. "Yurt dışından taşıyor tüm süsle..."
"İrem!"
Uçarak yanımıza gelen ve kayarak tam aramızda duran Güney Memo'nun hikayesinin ortasına düşüverdi bir anda. Kafama kırmızı bir Noel şapkası geçirip boynuma parıltılı bir süs dolamış, sonra da bir çocuk sever gibi burnuma vurmuştu. "Ay sen ne tatlı oldun öyle bakayım..."
"Hoş geldin İrem."
"Hoş bulduk Kuzey." dedim sabırla kenardan kardeşini izleyen arkadaşıma. Güney muhtemelen her geleni aynı serenatla karşıladığından ona baygınlık gelmişti. Oysa ben bu abartılı neşeden şikayetçi değildim. Kalabalığın içinde olmak, bu coşku, dört bir yandan gelen sesler Rüzgar'la baş başayken yaşadığım stresin dağılmasına yardım ediyordu. Muhtemelen filmin, anın ve o karanlık odanın etkisiyle ruhum bambaşka bir illüzyona kapılmıştı. Ama bu sanal gerçeklikten uzaklaşmanın zamanı gelmişti artık.
Böylece "Gelin hadi." diyen Memo'nun yanında antreden de güzel görünen salona adım attım. Şimdi tüm bu büyüye romantik bir şömine, onun üstüne asılmış örgü çoraplar ve birbirinden güzel yiyeceklerle dolu tabaklar eklenmişti.
"Vay..." diyebildim sadece. Düzeltiyordum, bu gece sadece güzel değil, harika geçecekti. Ve sanırım bu, önümüzdeki yılın da muhteşem olacağı anlamına geliyordu.
"Böyle olmaz yalnız." dedi Güney mutfaktan kaptığı bira şişesiyle yanımıza geldiğinde. "Kazaklarınızı giymemişsiniz hala."
O an Rüzgar ve benim dışımda herkesin üzerinde birbirine benzer şeyler olduğunu fark ettim. Alışılmış kırmızı, yeşil, beyaz renklerinde; bol geyikli, kar motifli, sevimli yeni yıl kazaklarıydı bunlar.
Muhtemelen torbaları mutfağa yerleştirmekle meşgul olan Rüzgar tam o sırada salona dönmüştü. "Yine mi aynı şaklabanlık." dedi bezgince. "Hani geçen yıl artık büyüdüğümüzü kabullenip bu geleneğe bir son verme kararı almıştık."
Memoji omuz silkti. "Gel de bunu anneme anlat."
"Bence çok sevimli ya." dedim ismimle birlikte koltuğun üstünde beni bekleyen kazağımı elime alıp. Arkadaşlarım yıllardır aynı şeyi yaptıklarından bu gayet normal geliyordu onlara, ama benim için her şey öyle yeniydi ki sırıtmaktan ağzımı kapatamıyordum resmen. Kazağı üstüme geçirip şapkayı geri kafama taktığımda iyice yeni yıl ruhuna bürünmüştüm.
Başımı kaldırmamla Rüzgar'la göz göze gelene kadar tamamen normale bağladığıma emindim aslında. Oysa o gülümseyerek beni izlerken dudaklarımda oluşan kıvrılma isteğine karşı koyamamıştım. Önceden de hep böyle mi bakıyordu acaba? Yoksa bu da beynimin bana oynadığı yersiz oyunlardan biri miydi?
"İrem limonlu kekten anlar mısın?" dedi tam o an koluma giren Güney. Beni mutfağa doğru çekiştirirken Memo söylenerek peşimizden geliyordu.
"Oğlum evde bir taburu doyuracak kadar yemek var."
"Ama hiçbiri limonlu kek değil." diye söylendi Güney. Evin güzel mutfağına girmemizle Memoji'nin taburluk yemek derken ne kastettiğini de anlamıştım. Salondaki masaların üstündeki yiyecekler sadece atıştırmalıktı demek. Oysa burada doğal bir afette eve sıkışmamız halinde bizi bir ay idare edecek kadar yemek vardı.
"Gerçekten bunca şeye rağmen kek mi istiyorsun?" dedim hayretle Güney'e.
Ama o sırnaşık bir kedi gibi kafasını omzuma yaslamış "Lütfen İrem, lütfen lütfen lütfen!" demişti. "Oya'dan da isteyebilirdim ama o hayatında hiç mutfağa girmediğinden içine limon yerine kabak falan koyar diye korkuyorum."
"Ha ha ha..." diye söylendi koca iki kaseyi cips ve patlamış mısırla doldurmakta olan Oya. Elindekilerle salona geçerken kasten Güney'e çarpıp en aksi bakışını atmıştı.
"Tamam..." dedim dolaplara yönelip. "Bu kadar istiyorsan... ne yapabilirim bakayım."
Korkunç bir aşçı olduğum gerçeği bir yana kek yapmak bir yanaydı. Daha küçük bir çocukken bile annemle mutfağa girip farklı tarifler denerdik. Belki de yapabildiğim tek yenilebilir şey olduğundan yıllar içinde kendimi iyice geliştirmiştim bu alanda. Güney haklıydı bence de... Tonlarca yemek de olsa hiçbiri fırından taze çıkmış bir kekin evi saran sıcaklığıyla rekabet edemezdi. Ve yeni yıl gecesi kesinlikle bu emeği hak ediyordu.
Böylece çalışmaya başladım. Memo malzemeleri ve kap kacağı bulmama yardım ederken Güney bir yerden sonra sıkılıp salona dönmüştü. Oya arada bir bana bakmaya gelse de herhangi bir şeyi o yapamazken benim yapıyor olduğum gerçeğine tahammül edemediğinden olsa gerek daha çok içeride takılmayı tercih ettiği ortadaydı. Dürüst olmak gerekirse, benim için pek de sorun değildi bu. İçeriden gelen müziğe eşlik ederek kendi halimde keki hazırlarken üzerimdeki kıyafetler ve burnumdaki hamur kokusuyla çocukluğumun en mutlu anlarına dönmüş gibiydim.
Tüm malzemeleri aklımdaki sırayla metal kaba doldurmuştum ki "Sen de mutfakta fena değilmişsin." dedi dış dünyadan bir ses. Başımı kaldırmamla bir kez daha Rüzgar'la göz göze gelmiştim. Mutfak kapısının eşiğinde, kollarını önünde bağlamış beni izliyordu. "Yemek yapamıyorum dememiş miydin sen?"
"Yapamıyorum." dedim ilgimi karıştırdığım bulamaca vermeye çalışarak. "Kek başka, yemek başka..."
Şu an muhtemelen gülümsüyordu Rüzgar ve bu dünyanın en doğal şeyi olsa da ben özellikle görmekten kaçınıyordum. Allah'ım... Ne ayıptı bu yaptıklarım, düşündüklerim... O her zamankinden farklı davranmıyordu ki ben böyle farklı hissediyordum. Şu aklımın içindekileri bir duysa ne düşünürdü Rüzgar acaba hakkımda? Resmen arkadaşlığa ihanetti bu. İhanet!
"Yardım edeyim mi?" diye sorduğunda neyse ki Hayır! dememiştim panikle -ki kesinlikle öyle bir potansiyelim vardı.
"Limon kabuğu rendeleme işine ne dersin? En sevmediğim kısmı o."
Rüzgar bunu bekliyormuş ve en sıkıcı işi bile benim için yapmayı kabullenmiş gibi ikiletmeden tezgahın arkasına, benim yanıma gelmişti. Hala ona bakmamaya çalışıyordum, ama aramızdaki mesafenin kapanmasıyla tanıdık koku bir kez daha burnuma gelip beni sinema odasının karanlığına çekmişti.
"Kaç limon istiyorsun?"
"İki yeter." dedim. O rendeyi eline aldığında önceki hayatında muhtemelen pastanede çalışan mükemmeliyetçi ruhum anında müdahale etmişti. "O kadar derine gitme. Tadı acı olur yoksa. Bak şöyle."
Rüzgar rendeyi elinden alıp ona nasıl yapması gerektiğini göstermeme ses çıkarmadı. Çünkü yaptığım işe değil bana bakıyordu. Neden bana bakıyordu ki? Hem de böyle ilgiyle... İşte yine aynı şey diye düşündüm panikle. Yine yanlış anlıyor, yanlış yorumluyordum. Sadece bakıyor işte! diye söylendi iç sesim. Ne var bunda? Sen de önüne bak hadi ve saçmalamayı kes!
Mantığımın sesi her zamanki gibi doğruları söylüyordu. Yine de... Rüzgar'ın samimi bakışına karşılık vermeden edememiş, bir an öylece onun yüzüne bakakalmıştım. Ne kadar güzel bir rengi vardı aslında gözlerinin. Hep bu renk olmalıydı da ben şimdiki gibi bir merakla hiç ona bakmamıştım şüphesiz. Kendine gel salak kız diye çıkıştı bir kez daha iç sesim iş giderek garipleşmeye başladığında. Neyse ki Rüzgar'la aramızdaki bu sessiz iletişim Güney bir anda kapıda belirene kadar sürmüştü.
"Ela geldi!" diye duyurdu sevinçli haberi. Sanki onun varlığı havadaki görünmez sis bulutunu dağıtmış, gerçek hayata yeniden gören gözlerle bakmama sebep olmuştu. Hızla kendimi toparlayıp tezgah el verdiğince Rüzgar'dan uzaklaştım. Zaten az sonra Ela onda görmeye alışık olmadığım bir neşeyle mutfağa dalmıştı.
"Oo.... kazaklar şahane! Bu sene olmayacak diye çok korkuyordum. Bana da ayırdınız değil mi?"
Bu yeni yıl olayını gerçekten seviyor olmalıydı. Hazırladığım çiğ karışıma parmağını daldırmasıyla yüzü anında aydınlanmıştı. "Limonlu mu bu?"
Güney şımarık bir edayla kolunu Ela'nın omzuna attı. "Limonlu tabi ya... İrem benim için yapıyor. Neyse ki bu geceyi herkesten daha çok düşünen, aşırı yakışıklı ve zeki bir arkadaşınız var da böyle şeyleri akıl ediyor."
Ela dümdüz olmuş dudaklarıyla ters bir şey söylemek için Güney'e dönmüştü ki "Çocuklar..." dedi bir kez daha eşikte beliren Memoji. "Üç tane kız geldi. Parti için gelmişler. Sizden biriyle ilgileri olabilir mi?"
"Yes!!!" dedi Güney ellerini çırpıp anında Ela'dan uzaklaşarak. "Şimdi gerçek parti başlasın bebek!" O Memo'yu es geçip ana kapıya yöneldiğinde biz geride kalanlar anlamadan birbirimize bakmış, sonra merakımıza yenik düşüp Güney'in peşine takılmıştık.
Şimdi hepimiz antrede hiç tanımadığım üç kızla birlikte dikiliyorduk. "Aylin, Nil ve Ceren..." dedi ağzı kulaklarında kızları tanıştıran Güney. "Okuldan arkadaşlar... Düşündüm ki bu sene partiyi biraz daha renklendirip şöyle tüm dertleri tasaları arkamızda bırakabiliriz."
Son sözlerini söylerken Rüzgar'a bakmasından bu sürprizin en çok onu mutlu etmek için hazırlandığını söyleyebilirdim. Tam da Güney'den beklenecek bir haylazlıktı bu. Garip olansa benim Rüzgar'ın ne tepki vereceğini bu denli merak ediyor olmamdı. Gözlerimi kaçamak bir şekilde ona çevirdim elimde olmadan. Suratındaki şaşkın ifadeden Rüzgar'ın böyle bir hediye beklemediği açık olsa da sarışından esmere geniş bir yelpazeyle önümde duran üç güzel kıza baktığımda onun etkilenmemesi için hiçbir neden göremiyordum.
Kızlar hep bir ağızdan "Selam!" dediklerinde "Hoş geldiniz." diye karşılık verdi şaşkınlığına rağmen kibar bir ev sahibi olmaya çalışan Memo. Onlar Kuzey, Rüzgar ve Oya'yla kızların peşine takılıp salona girerken biz Ela'yla geride kalmıştık.
"Geri zekalı!" dedi Ela Güney'i bir anne gibi yakasından mutfağa çekiştirerek. "Oğlum sen ne yapıyorsun?"
"Ne yapıyormuşum?"
Ela kıpkırmızıydı. "Neden tanımadığımız etmediğimiz kızları sokuyorsun aramıza çocuk? Sırası mıydı azmanın? Bu geceyi mi buldun yani?"
"Ne azması ya..." diye kendini savundu Güney. Sesini alçaltıp duyan var mı diye arkasına bakmıştı. "Kendimiz için yapmadık herhalde. Kardeşimiz mutlu olsun, dünkü dramayı unutsun, bir kendine gelsin diye yaptık."
"İyi bok yediniz!" dedi Ela tezgahtaki patlamış mısırdan bir avuç alıp ona fırlatarak. "Bir sorsanıza önce oğlum. Rüzgar'ın böyle bir şey istediğini ne biliyorsun?"
"Sen içerideki kızları görmedin galiba ablacım..." dedi Güney pişmiş pişmiş. Sözleriyle bir avuç daha mısır yemişti kafasına. Ama haklı olduğunu kabul etmek zorundaydım. Kızlar gerçekten dikkat çekiciydi ve içlerinden biri bile Rüzgar'a yaşadığı sıkıntıyı unutturacaksa denemeye değerdi. Sanırım... Nedense bu ihtimal Ela'nın öfkesi gibi olmasa da içimde garip bir huzursuzluk yaratmıştı.
"Fesuphanallah..." diye söylendi Ela Güney'i kapıya doğru ittirip. "Yürü hadi yürü. Bir bok yedin bari başında dur!" Son anda arkasını dönüp "Hadi İrem." dediğinde kek karışımını işaret ettim.
"Şunu fırına koyup geliyorum hemen."
Sahiden de öyle yapmıştım. Tabi olabilecek en ağır şekilde hareket edip süreci bokunu çıkartacak kadar uzattıktan sonra... Nedense yabancı işgali altındaki salona dönmek hiç içimden gelmiyordu artık. Ne yazık ki, bitmiş karışımı tekrar tekrar karıştırdıktan, dakikalarca fırının ayarlarını kurcaladıktan ve ortalığı itinayla temizledikten sonra tüm kaçış planlarım tükenmişti. Ben de el emeğimi fırında pişmeye bırakıp çaresiz kalabalığa karıştım.
Herkes farklı bir köşede takılıyordu şimdi. Oya ve Kuzey kızlardan biriyle ayakta, Güney diğer kızla yemeklerin önünde; Memoji, Ela ve Rüzgar'sa son kızla koltuktaydı. Dönen muhabbetlerin yüzeyselliğini ilk bakışta anlamış olsam da sinsi bir kıskançlık dürtüsünün midemin kasılmasına yol açtığını inkar edemezdim. Benim için kutsal olan bir alana tecavüz edilmiş hissinden kurtulamıyordum bir türlü. Bu gece için hayal ettiğim tam olarak bu değildi.
Hiçbir gruba dahil olamadan ayakta dikildiğim kısa bir anın ardından Oya'nın yanına doğru ilerledim. Yeni kız Kuzey'in sorularından birine cevap vermekle meşgul olduğu halde durup bana gülümsemiş ve elini uzatmıştı. "Ben Ceren..."
Ne şekersin Ceren... diye geçirdim içimden hasetle. Onun parlak, pembe dudakları bana biricik Barbie'miz Tuğçe'yi çağrıştırmıştı. "Selam, ben de İrem." dedim içimden hiç gelmemesine rağmen yeni yıl ruhuna yakışır bir misafirperverlikle.
Sonraki yarım saati hiç merak etmediğim halde Ceren'in hangi bölümde olduğunu, aslında danstan ne kadar hoşlandığını ama bir türlü zaman bulamadığını, onun yerine neler yaptığını dinleyerek geçirmiştim. Bir yerden sonra sıkılıp kendini içki ve cipse veren Oya'nın da yanımızdan ayrılmasıyla Kuzey'le geceyi geçirmek istediği kız arasında koca bir engel gibi kaldığımdan keke bakma bahanesiyle mutfağa döndüm.
Fırından çıkardığım kek sıcak, kokusu iç gıdıklayıcıydı. Güney elimde dumanı tüten kekle salona dönmemle "Allah!" diye üzerime atlayarak teşekkürünü en iyi şekilde göstermişti aslında, ama aramıza katılan yabancılarla ortamın samimi sıcaklığı eksilere düştüğünden ağızda dağılan bu aromalı hamur parçası bile havayı yumuşatmaya yetmemişti.
Ela sanki kızların bizim takıma dahil olmadıklarını gözlerine sokmak isterce kazağını bir forma gibi üstüne geçirmiş, olabilecek en itici bakışıyla Rüzgar'ın yanında oturan kızı süzüyordu. Hoş, Nil kod adlı arkadaşın gözü yanındaki oğlanın üzerinde fazlaca zaman geçirdiğinden ona yöneltilmiş bu soğuk savaşın farkında olduğunu sanmıyordum.
Ben ortadaki yiyeceklerden kendime güzel bir tabak yaparken Ela yanıma gelip "Elimde kalacak bir gün bu çocuk." diye söylendi. Mini hamburgerlerden birini olduğu gibi ağzına tıkmış, şişesinde kalan birayı da kafaya dikmişti. Sertçe lokmaları çiğnerken muhtemelen Güney'i parçalara ayırdığını hayal ediyordu.
"Amacına ulaşmış gibi görünüyor ama..." dedim onun gibi popomu masaya yaslayıp yüzümü koltukta kızlarla sohbet eden oğlanlara dönerek. "Baksana Rüzgar gerçekten daha iyi görünüyor şimdi."
"Saçma!" dedi Ela hemen. "Rüzgar iki çırpı bacak gördü diye mutlu olup dünyayı mı unutacak yani? Öyle bir adam mı Rüzgar hiç?"
Değildi sanırım. Yine de... şimdi herkesi etrafına toplamış olan Güney halının üstünden anlattığı hikayeyle kızları kahkahalara boğduğunda onun dudakları da yukarı kıvrılmıştı. Mutluluktan öldüğünü söyleyemezdim, ama sabah onu bulduğumuz içine kapanık çocukla da alakası yoktu şimdiki halinin. Belki de koltuğa sığma bahanesiyle iyice yanına sokulmuş olan kızın becerisiydi bu. Sanırım arkadaşım için sevinmeliydim.
Sevinmiyordum.
Ağzıma koca bir lokma tıkıp ikinci hamburgerine geçmiş Ela gibi sinirle çiğnedim. Tam o sırada Oya da yanımıza gelince hallerinden bir hayli memnun oğlanlar ve onları kıskanan kadınlar olarak ikiye ayrılmıştık istemsizce.
"Aptal Güney..." dedi Oya da sinirini yemeklere yöneltip. "Ve aptal Memoji... Aptal erkekler!" Patates kızartmasıyla doldurduğu tabağını didiklerken o da bizim gibi bir maç seyrediyormuşçasına oğlanlara bakıyordu. "Bence bir bahane bulup kızları postalayalım." dedi gayet normal bir şeyden bahsediyormuş gibi. "İşimiz çıktı, annemiz çağırdı falan der evden göndeririz. Sonra da gecemize keyfimizce devam ederiz."
Ela ondan hiç beklemediğim halde Oya'ya katılmıştı. "Mantıklı. Hadi yapalım. Hangimiz başlasın?"
Oya öncü olmaya dünden razıydı. Ama tam çocuklara yönelecekken Güney neşeyle bize seslenmişti. "Ee... geleneksel tombala turnuvamıza başlasak mı artık kızlar, ne dersiniz?"
"Diğerlerini de bekleyelim ya." diye önerdi Memoji. "Daha Mert gelecek, Beliz gelecek, Tuğçe gelecek... Onlarsız olmaz ki."
"Bu kızlarla da olmaz ama..." diye homurdandı Oya yanımda. Kendi kadehini yeniden şarapla doldururken benimkini de es geçmemişti.
"Geleneksel tombala turnuvası ne ki?" diye sordu kızlardan Ceren.
Güney sanki bu anı bekliyormuş gibi oturduğu yerde gururla dikelmişti. "Kimsede bulamayacağınız bir tombala oynama şekli!"
"Tombala gibi ama daha fazlası!" diye destekledi Memoji heyecanla. Şimdi ben de neden bahsettiklerini merak etmeye başlamıştım. Aslında Güney oyunu anlatmak için ayaklanmıştı, ama tam o sırada kapı çalınca dikkati dağıldı.
"Tuğçe geldi!" dedi neşeyle kapıya koşan Memoji.
Ela hemen yanımda "Sanki yeterince cadı yoktu ortamda." diye söylendiğinde elimde olmadan kıkırdadım. Fakat Barbie'nin aramıza katılmasıyla öncekinden bile soğuk bir poyraz esmişti salonda. Beklenenin aksine bu etkiyi yaratan kendisi de değildi üstelik. Etrafımdaki tüm bakışlar onun hemen ardından içeri giren Caner'in üzerindeydi şimdi.
"Bir bu eksikti..." diye mırıldandı Ela birasından koca bir yudum alırken. "Hadi bakalım Robin Hood, topla bakalım şimdi pirincin taşını."
Yutkundum. Kafamı şarap kadehine sokup büyük bir lokmayla boğulmayı denediysem de hala hayattaydım ve bu sabah gayet normal gelen kararlarımın beklenmedik sonuçlarıyla yüzleşmemin zamanı gelmişti.
"Ne işi var bunun burada?" diye çıkıştı Kuzey de ikizi gibi ayaklanıp. Kendi muhitlerine dadanan köpeği kovalayacakmış gibi ikisi de dikelmişti şimdi.
Derin bir nefes aldım. "Çocuklar..."
Ama Güney konuşmama izin vermemişti. "Niye geldin lan?" diye çıkıştı Caner'in tam karşısına geçip.
Caner zaten bu tepkiyi beklermiş gibi sakindi. "Ben davet edildiğim yere gitmeye çalışırım genelde." derken bakışları bana kaymış, ama sinirden kafası atmış ikizler muhtemelen bunu fark etmemişti.
"Senin davet edileceğin tek yer bu evin arka kapısındaki çöp bidonu olur canım." dedi Güney sinirle Caner'in üstüne yürüyüp. "O da evdeki tüm artıkları attıktan sonra..."
"Bir dur abi..." dedi arayı bulmaya çalışan Memoji. Caner'le Güney'in arasına girmeyi başarmıştı ama ikizler sakinleşeceğe benzemiyordu. Sıra Kuzey'deydi bu kez.
"Meriç'in yokluğundan cesaret bulduysan biz onu aratmayız sen merak etme." dedi öfkeyle. "Geldiğin gibi güzelce paketlemeyi biliriz seni."
Allah'ım işler iyice zıvanadan çıkıyordu. "Çocuklar..." dedim bir kez daha ve daha yüksek sesle. Herkes bir anda bana baktığında "Onu ben çağırdım." diye eklemiştim. Ela'nın gözlerini kapatıp başını öne eğdiğini gördüğümde başımın belada olduğunu anlamış olsam da durumu düzeltmek için artık çok geçti.
"Ne yaptın ne yaptın?" dedi Güney dehşetle.
Oya kollarını önünde bağlamış hükümsüz yargılamak için hazır bekliyordu. Kuzey onun hemen ardında hayal kırıklığıyla karışık bir öfke, Memoji'yse çaresizlik içindeydi. Caner tam o an kuzeninin yanından geçip benim karşıma gelmemiş olsa işleri izah etmek daha kolay olurdu belki. Oysa şimdi üzerimdeki tüm öfkeli bakışların altında niyetimin aslında iyi olduğunu ispatlamam gerekiyordu.
"Düşündüm ki..." diye başladım korkarak ama Güney konuşmama izin vermemişti.
"Düşünme İrem, böyle bir şeyi düşünme! Ya da düşün! Düşün ki bir daha böyle salakça bir hata yapma! Sen... sen nasıl çağırırsın bu herifi ya?"
"Hayır sanki durumu bilmiyor..." diye homurdandı Oya gözlerini devirip.
Kuzey beni kınayarak başını iki yana sallıyordu. "Tam da Meriç'in gittiği günü mü seçmen gerekiyordu gerçekten?"
Gözlerimin yaşardığını hissettim. Bu insanların arkadaşım olduğunu ve yapmaya çalıştığım şeyi anlayacaklarını düşünerek hata etmiştim korkarım. "Düşündüm ki..." diye tekrarladım bu kez daha da cılız çıkan sesimle.
Güney muhtemelen beni yeniden susturacaktı, ama şimdiye kadar ağzını açıp tek kelime etmemiş olan Rüzgar "Yeter!" dedi tam o an. Bakışlar anında ona çevrilmişti. Güney'e doğru ilerlerken bana değil Caner'e ve ikizlere bakıyordu. "Siz buraya istediğinizi çağırabildiğinize göre İrem de kiminle birlikte olmak istiyorsa onunla gelir." dedi tam ortalarında durduğunda. "Uzatmayın! Keyfimiz kaçmasın."
"Ama..."
"Yeter dedik işte Güney." diye çıkıştı bu kez Ela. "Hadi herkes dönsün yerine. Daha tombala oynayacağız. Barbie... kazağını giyeceksen koltukta."
Tuğçe "Sağ ol canım kalsın." deyip koltuğa yöneldiğinde Caner bana, bense Rüzgar'a bakmıştım. Herkesin önünde beni savunduğu halde yaptığım sürprizden ez diğerleri kadar rahatsız olduğu çatık kaşlarından ve kasılmış çenesinden belliydi. Onunla ve diğerleriyle konuşup yanlış anlamayı çözmek istiyordum, ama ben daha adım atamadan Rüzgar Nil'in yanına dönmüş, Güney arkası bana dönük olacak şekilde kendini halıya bırakmış, Kuzey'se ikizinin yanına yerleşmişti. Oya Caner'e attığı uzun ve manidar bakışa rağmen onunla ya da benimle konuşmak yerine diğerlerine katıldığında dışlanmanın ne demek olduğunu iliklerime kadar hissettim.
"Aferin çekirge." dedi Ela yorgun bir sesle. Hemen sonra dudaklarını aşağı sarkıtıp diğerlerinin yanına geçmişti.
Bir anda bana karşı dönen dünyayı hiçbir şey yapamadan öylece izlerken söyleyeceğim tek bir kelime bile yoktu artık.
"Şimdi neden her yıl bu kutlamayı es geçtiğimi hatırladım." dedi Caner yandan bana bakıp. İçinde olduğumuz durumla alay etme çabasını takdir etsem de başarılı olmadığını söylemeliydim. O da benim kadar, hatta belki benden de beter hissediyor olmalıydı şu an. "En azından içki olduğunu söyle." dedi.
"En azından içki var..." diye mırıldandım kendi kendime. "Gel hadi."
Ben kendi ellerimle karşıma aldığım arkadaşlarımı salonda bırakıp mutfağa yöneldiğimde Caner de peşimden gelmişti. İçeride muhabbet yavaş yavaş yeniden başlarken bize bir başımıza içmekten başka seçenek kalmamıştı korkarım.
Kadehlerimizi kırmızı şarapla doldurduğumda "Yeni başlangıçlara ve değişime..." dedi Caner benim o sabah ona söylediğim sözlerle alay ederce.
Omuz silktim. "Cesaret etmeye... " Ve kadehimi onunkine tokuşturdum. "Yeniden başlamak için..."
-BÖLÜM SONU-
Yeni yıla girmemize bir kala, size yeni bölüm yükledimm :) sonraki bölüm saatler gece yarısını vurduğunda sizi kocuman bir sürpriz bekliyor olacak.
Ama önce, biraz ortalığı karıştırmam gerekecek korkarım :) Şu Caner mevzusunu bir çözelim değil mi? E bir de Rüzgar yanlış anladı bu İrem'i... Ona da bir el atmak lazım. Sonra Oya var... uslanmaz ikizler var... ortalıkta dolanan kızlar var... Bakalım, bir şekilde çözücez :)
O zamana kadar, limonlu bir kek gibi sıcacık kalmanız dileğiyle...
Yorum, beğeni, sevgi... Hepsinden beklerim <3
Öpücük
E.Ç
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top