Bölüm 62
Selamlar Aynalı okuyucuları :)
Haftanıza renk katmaya geldim. Hem de bol Rüzgar'lı bir bölümle :)
Keyifli okumalar, bol yorumlar, bir sürü beğeniler <3
Sizi kocuman öperimm
***
And oh, stupid things I do
I'm far from good, it's true
But still I find you
Next to me (next to me)
***
BÖLÜM 62:
BİR İLERİ BİR GERİ
'Selam...'
Selam mı? diye tekrarladım kendi kendime.
Selam... Daha samimiyetsiz bir giriş yapamazdım herhalde. Gönder tuşuna basmadan yazdığımı hemen sildim ve başka alternatiflerle serbest saçmalamaya başladım.
'Teşekkürler.' yazmıştım ilk. Sonra fazla doğrudan konuya girdiğimi fark edip sildim ve 'Bugün yardım ettiğin için teşekkürler.' diye değiştirdim. Öyle duygusuz gelmişti ki bu cümle yeniden sildim ve bu kez 'Nasılsın?' yazdım. Bu şekilde konuşmaya başlamak en mantıklısıydı muhtemelen. Tabi günlerdir suratına bakmadığım birine nasıl olduğunu sormak yeterince garip değilse...
Sesli bir nefes verip başımı yeniden koluma gömdüm. Bu çok saçma... diye söylendim kendi kendime. Onca zaman sergilediğim sevimsiz tavırlardan sonra basit bir teşekkür mesajı ve birkaç sevimsiz emojiyle işlerin düzeleceğine inanmak fazlasıyla çocukça gelmişti bir an. Bir ergen gibi davranmayı bırakmalı ve Rüzgar'ın karşısına geçip onunla yetişkin bir birey gibi konuşmalıydım. Ben bağıra çağıra da olsa neye kırıldığımı gayet iyi anlatmış olabilirdim, oysa Rüzgar'ın kendini bana açıklama şansı hiç olmamıştı.
Belki antrenmandan önce benimle buluşmasını isteyebilirdim. Ya da kampüste görüşebilirdik... Kesin daha rahat konuşurduk o zaman. Hatta onu kantine davet edip bir şeyler ısmarlayabilirdim. Rüzgar'ın çift kaşarlı güzel bir tosta hayır diyemeyeceğini umuyordum. Ya da belki... Belki onun beni götürdüğü film odası? Orada buluşmayı teklif etmek çok mu acayip anlaşılırdı acaba? Yo yo... en iyisi aynalıydı. Kimse gelmeden, şöyle sabah saatlerinde konuşsak... Gerçi o zaman da...
Uyku düşüncelerimden hızlı davranıp beni karanlığın kollarına çekerken hala doğru adımın ne olduğuna karar vermeye çalışıyordum. Öyle derin uyumuş olmalıydım ki yeniden gözlerimi açtığımda hava aydınlanmış, ev arkadaşım başımın altına kanepenin yastığını koymuş ve üzerime battaniye örtmüştü. Ela'nın ne zaman geldiğini de o tüm bunları yaparken nasıl olup da fark etmediğimi de bilmiyordum. Şu an tek hissettiğimse aşırı uyumaktan uyuşmuş uzuvlar ve tutulmuş boynumdu.
Neyse ki saatin dokuzu geçtiğini fark etmemle bedenime pompalanan adrenalin birkaç saniye içinde kendime getirmişti beni. Panikle yerimden fırlayıp dosdoğru duşa koştum. Mert'le tam bir saat belirlememiş olsak da öğleden önce salonda buluşmak için sözleşmiştik. İlk günden çalışmaya geç kalan umursamaz ve tembel bir kız olduğumu düşünmesini asla istemiyordum. Bu korku insanüstü bir hızla hazırlanmam için yeterliydi. Zaten şansıma su ısıtıcı bu sabah çalışmamayı seçtiğinden acele etmekten başka şansım yoktu.
Ne kadar üşüdüğüm gerçeğini umursamamaya çalışarak beş dakikada hızlı bir duş aldım ve havluyu kafama sardım. Ela hala odasında uyuyor olsa gerek ev şu an fazlasıyla sessizdi. Elimden geldiğince parmak ucunda bir odadan diğerine koşarak geçirdiğim yarım saatin sonunda ıslak saçlarımla antrenmana gitmeye hazırdım. Evden çıkarken bir yandan Mert'e yolda olduğumu haber vermek için telefonu bulmaya çalışıyordum; ama aleti elime almamla o sabahki tüm kaygılı düşüncelerim uçup gitmişti.
Uyanır uyanmaz ekranımda Meriç'ten gelmiş mesajlar görmeye alışıktım. Bloklamama rağmen Bora bile hala saçma numaralardan saçma şeyler yazabiliyordu. Oya'nın okulundaki oğlanlarla ilgili havadisleri, Memoji'den ya da Güney'den gelen komik videolar... Caner'in kahve içme teklifleri... Hatta yeni hayatıma girmiş Mert bile... Bunlardan herhangi birini görmek kesinlikle şaşırtmazdı beni. Oysa şu an karşımda duran isim tamamen beklentilerimin dışındaydı.
Rüzgar? dedim hayretle. Parmağım mesajı açmak için uzandığında neyle karşılaşacağımı kesinlikle bilmiyordum. Zaten ne yazdığını gördükten sonra bile bir süre anlamlandıramamıştım. Hem de tek kelimelik, kısacık bir mesaj olduğu halde.
'İyi misin?'
Bir süre gözümü kırpmadan ekrana baktım. Saniyeler geçerken tahmin edileceği üzere mesaj değişmemiş, uzamamış, kısalmamış, ya da içindeki gizli anlam bir anda ortaya çıkmamıştı. Onu ilk gördüğüm andaki kadar sıradan ve basit bir soruydu hala: 'İyi misin?'
İyi miyim? diye tekrarladım içimden. Gözüm mesajın saatine kaydığında şaşkınlığım daha da artmıştı. Gece iki buçuk mu? Belli ki ben mışıl mışıl uyurken Rüzgar hala ayaktaydı. Ve uzun uzun düşünüp ona ne yazacağını bulamayan benim aksime o bana mesaj atmayı seçmişti.
Neden bilmiyorum, ama gülümsedim. Evet, dün gece bana yardım ederek yanımda olduğunu açıkça belli etmişti Rüzgar, ama onca zaman karşılıklı tek kelime etmemişken bana mesaj atma cesaretini göstermesi yine de ilginçti. Bu, dün çıkışta yaşanan sevimsiz olaydan sonra beni gerçekten merak ettiği anlamına geliyordu sanırım. Uzattığı bu zeytin dalını bu kez karşılıksız bırakamazdım. Hele de ilk adımı atması gereken aslında benken...
Otobüs durağına yürürken ona yazacak bir cevap düşünüp bir yandan gülümsemeye devam ettim. Okula varana kadar değişik pek çok alternatifi değerlendirmiş, yine de bir tanesinde karar kalamamıştım. Bunun nedeni kelime dağarcığımın yetersizliği ya da kompozisyon derslerindeki beceriksizliğim kesinlikle değildi. Sadece rahatça konuşmak için Rüzgar'ı bir yere davet etmek istiyordum ve ne bu iş için uygun bir mekan düşünebilmiş ne de bunu acayip duygusal anlaşılmayacak şekilde ifade etmenin bir yolunu bulabilmiştim.
Ve sonra araya Mert girdi. Öyle heyecanlı ve motiveydi ki bize Alev'le bir özel ders bile ayarlamıştı. Üç buçuk saat boyunca yepyeni bir samba koreografisi aldığımızdan olsa gerek tüm bu süre boyunca Rüzgar'a o çok düşünülmüş cevabı hiç verememiştim. Saat bire doğru nihayet Mert'le vedalaştığımda belki Rüzgar'la karşılaşırım umuduyla kampüse geçmeden önce tek tek salonları dolandım. Ama geç saatlere kadar ayakta olan Rüzgar bu sabah dansı es geçmiş gibi görünüyordu.
Çaresiz yeniden otobüse binip bu kez üniversiteye doğru yol almaya başladım. Telefonum hala tüm işlevsizliğiyle, mesaj ekranı açık bir şekilde elimde duruyordu. Bu kadar zor olan ne? dedim kendi kendime sinirle. Alt tarafı bir mesaj atacaksın. Neden yazacak tek bir cümlecik bile bulamıyorsun ki?
"Tamam..." dedim derin bir nefes alıp sonunda ve yazmaya başladım. 'Selam, Mesajını yeni gördüm. Ben iyiyim. Sen? Okuldaysan görüşelim...'
Ve telefon kapandı. AAAAAA! Avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum. Lanet! Lanet! Lanet olsun! Elbette geceyi koltukta sızarak noktaladığımdan telefonu yatmadan şarja takma şansım olmamıştı. Üstüne bir de tüm günü boş boş ekrana bakarak geçirince aletin tüm enerjisini amaçsızca tüketmiş olmalıydım.
"Kahretsin!" dedim başımı öndeki koltuğa vurup. Şimdi bir priz bulup yeniden dünyayla bağlantı kurana kadar beklemekten başka şansım yoktu. Rüzgar'ın muhtemelen onu görmezden geldiğimi ve bilerek mesajını cevapsız bıraktığımı düşüneceğini tahmin edebiliyordum. Her şeyin çözümü kendiliğinden ayağıma gelmişken bu şansı daha kötüye kullanamazdım.
Aptalsın kızım! Ap-tal!
Nihayet kampüse varıp otobüsten indiğimde hala salaklığıma söyleniyordum. İhtimalleri gözden geçirirken ilk aklıma gelen en yakındaki bölümün kantinine oturup telefonumu açmak oldu. Fakat sonra kendimi bile şaşırtan dahiyane bir fikir düşündüm. Adımlarım çift kaşarlı tosta doğru hızlanırken içimden Lütfen... diye geçiriyordum. Lütfen Rüzgar orada çalışıyor olsun. Bugün salona da gelmediği düşünülürse onun kampüste olması fazlasıyla muhtemeldi.
Bu düşünceyle derse yetişmem gerektiği gerçeğini bir kenara bırakıp matematik bölümüne doğru hızlandım. İki kat aşağıya gizlenmiş kantine ulaşana kadar basamakları resmen sekerek inmiştim. Tostla çay bekleyen birkaç öğrencinin arasından sıyrılıp ağaçlar içindeki arka bahçeye çıktığımda gözlerim merakla etrafı taradı hemen. Ama aradığım kişinin orada olmadığını anlamak için saatler harcamama gerek yoktu. Isıtıcılara rağmen soğuk hava nedeniyle bahçe öğrencilerden pek rağbet görmemişti bugün ve banklar sevimsiz bir mesaj vermek için özellikle boş kalmış gibi görünüyordu şu an gözüme.
"Şansım olsa şaşardım zaten..." diye söylendim sinirle. Belki de bu talihsizlik, dersi kaçırmamam için tanrının bir mesajıydı. Suratım asık, kalbim buruk kös kös geri içeri girdim. Bölüme gitmeden bir tostla neşemi yerine getirip getirmemek arasında kaldığım kısa bir anın ardından sırayı beklemek istemeyip basamaklara yönelmiştim ki o an tanrı gerçek cevabını verdi bana. Mucize... diye geçirdim içimden şok içinde. Arkamı döndüğüm an tosladığım kişi çaresizce aradığım insandan başkası değildi.
"Rüzgar?" dedim heyecanla. Sesim olması gerekenden bir hayli yüksek ve neşeli çıkmış olsa gerek, onu şaşırtmıştım.
"İrem?" dedi şüpheyle. Önceki günden beri onunla konuşmaya çalıştığımı bilmediğinden muhtemelen şans eseri karşılaştığımızı düşünüyordu. "Tost yemeye mi geldin?"
Salakça güldüm. "Hayır, hayır. Yani evet aslında. Tost da yemek istiyorum. Ama onun için gelmedim. Yani sadece onun için gelmedim. Telefonum kapanmasaydı gelmezdim belki. Ama kapanınca ben de şansımı deneyeyim dedim. Baksana başardım da... Karşılaştığımıza inanabiliyor musun? Ben inanamıyorum. Çünkü dünden beri öyle aksi gidiyor ki her şey... ama olsun. Sonunda ikimiz de buradayız değil mi?"
Rüzgar kesinlikle dediklerimden tek kelime anlamamıştı. "Tamam..." dedi yavaşça. "Oturacak mısın?"
"Sen?" dedim hemen. "Sen oturacak mısın?"
Kaşları şüpheyle çatılmıştı. "Evet... Aslında biraz burada çalışırım diye düşünüyordum. Neden?"
"Şey..." dedim hayal kırıklığıyla. "Ders çalışacaksan ben seni bölmeyeyim. Yani aslında ben... yani ben belki seninle konuşuruz diye... ben aslında buraya da o yüzden gelmiştim ama... Önemli değil. Yani çalış tabi sen."
"İrem..." dedi Rüzgar yüzünde hayret dolu bir tebessümle. "Tost yersin değil mi?"
Tost mu? "Tost... Tabi ya... tost yerim." Sakinleşmek için derin bir nefes aldım. Aksi halde Rüzgar akıl hastanesini arayacaktı yardım için. Neden bu kadar heyecanlandığımı bile bilmiyordum. Özür dilemek düşündüğümden de zordu korkarım.
"Hadi sen sıcak bir yer bul bize." dedi Rüzgar benim garipliğimi görmezden gelip. "Ben alırım tostları."
Ona olabilecek en normal şekilde gülümsemeyi denedim ve arkamı dönmemle kendime küfrederek bahçedeki masalardan birine yöneldim. Tek yapmam gereken tane tane neden onunla konuşmak istediğimi anlatmaktı ve ben iki kelimeyi arka arkaya getirmeyi bile başaramamıştım. Rüzgar tostlarımız ve çaylarla masaya geldiğinde Tamam... diye düşündüm. Baştan alıyoruz ve bu kez saçmalamak yok."Teşekkürler."
"Önemli değil." dedi Rüzgar karşıma oturup. "Üşümezsin burada değil mi?"
Başımı hayır anlamında salladım. Dışarısı soğuk olsa da tepemizde harıl harıl yanan ısıtıcı yeterince kuvvetliydi. Ve ben heyecandan olsa gerek bir hayli sıcak hissediyordum. "Seni dersinden alıkoymayacağıma emin misin?"
Rüzgar tostundan ısırıp gülümsedi. "Çok dersleri takan biriymişim gibi yanlış bir izlenim mi yarattım yoksa ben?"
Ben de güldüm. "Şu an derste olması gereken birine sorulmaması gereken bir soru bu."
Rüzgar sözlerime tebessüm etse de aramızdaki mesafenin ikimiz de farkındaydık. O gözlerini kaçırıyor, bense bu hayattaki en önemli şey çift kaşarlı tostmuş gibi davranıyordum. Havadan sudan konuşarak hiçbir şey yokmuş gibi hareket etmeye devam edebilirdim, ama konuya giremedikçe gerginliğim de saçmalama potansiyelim de artıyordu.
Tostumun arkasına saklandığım bir iki ısırığın ardından "Rüzgar..." dedim sonunda. "Aslında ben bugün seninle konuşmak istemiştim."
"Mesajım yüzünden mi?" dedi Rüzgar hemen. Yüzü bariz şekilde gerilmişti.
"Hayır... yani o da var ama mesajından önce de zaten seninle konuşmak istiyordum. Gece tam sana yazarken uyuya kalmışım. Mesajını sabah gördüm ama dansa gidince cevap veremedim ve dersten sonra şarjım bitince de..."
"Buraya o yüzden mi geldin?" dedi Rüzgar merakla. "Beni bulmak için?"
"Genelde burada çalışıyorsun değil mi..."
Sözlerim kesinlikle Rüzgar'ın yüzündeki karamsar gerginliği silmişti. "Benimle karşılaşmak bile istemediğini sanıyordum." dedi daha çok soru sorar gibi.
Dudaklarımı aşağı sarkıttım. "Benim konuşmak istediğim konu da buydu aslında." Tostu bırakıp ellerimi önümde kavuşturdum. "Sana söylediğim ve yaptığım şeyleri düşününce... ben belki... belki biraz fevri davranmış olabileceğimi fark ettim. Yani gerçekleri benden sakladığın için sana kızmakta haksız olduğumu sanmıyorum ama... o öfkeyle sana haksızlık ettim sanırım. Sen anlatmaya çalıştın; ama ben neden, niye öyle davrandığını duymaktan kaçtım. Belki de sana kızgın olmak daha kolay geldi. Bilmiyorum. Ne olursa olsun ben... özür dilerim."
Oh... söylemiş ve kurtulmuştum işte. Rüzgar'ın havaya kalkmış kaşlarına ve büyümüş gözlerine bakılırsa kesinlikle beklediği bir şey değildi bu itirafım. Bir süre dudakları aralık bir halde beni izledi. Sonunda o da tostu tepsiye bırakmış, gözlerini benimkilere dikmişti.
"İrem..." dedi tüm ciddiyetiyle. "Benden özür dileyeceğin bir şey yok. Senin yaptığın yanlış değildi. Nedeni ne olursa olsun gerçeği bilmek hakkındı ve ben senden sakladım. Aslında seni koruduğumu düşünüyordum ama sonra düşününce... Aynısını sen bana yapmış olsan belki senden daha bile çok kızardım. O yüzden de..."
"O yüzden de bunu artık arkamızda bırakabilir miyiz?" diye araya girdim. Rüzgar muhtemelen başka şekilde cümlesini tamamlamayı planladığından merakla bana bakıyordu şimdi. "Hayatımdaki her şey bir anda değişti ve bu beni çok korkutuyor Rüzgar." dedim onun sözlerinden cesaretle. "İnandığım, güvendiğim her şey sarsıldı. Hayatımda ilk kez kendi ayakları üstünde durmak ne demek öğreniyorum. Ve gerçekten güvenebileceğim insanlara her zamankinden daha çok ihtiyacım var. Dostlarıma ihtiyacım var. Ve sen benim sözlerime, yaptıklarıma rağmen hep benim yanımda oldun. Hatta başlarda beni sevmesen bile..." Dudaklarımı büzerek gülümsedim. "Seninle aramızın bozuk olmasını istemiyorum."
"Ben..." dedi Rüzgar, ama devam edememişti. Düşünceli bakışlarından bir an sözlerimle onu rahatsız ettiğimi düşünüp huzursuz oldum. Belki de tahminimden daha kırıcıydı ona karşı tavrım ve benimle eskisi gibi olmaya hazır değildi Rüzgar. Ya da belki bu arkadaşlığı Meriç'le dostluğu arasında bir sorun olarak görüyordu.
"Yanlış bir şey mi söyledim?" dedim çekinerek.
Rüzgar'ın masanın üzerinde dolanan bakışları anında bana çevrilmişti. "Hayır... Hayır. Ben sadece bunu duymayı beklemiyordum."
"Ben de söylemeyi..." dedim dürüstçe.
Rüzgar gülümsedi. Onu en son ne zaman böyle içten gülerken gördüğümü hatırlamıyordum bile. Annesinin düğünündeydi belki... Belki de her şey mahvolmadan önce Carmen'le beni eve bıraktığı o anlarda...
"Ben de seninle aramızın bozuk olmasını istemiyorum İrem." dediğinde bir süredir kalbimde taşıdığım koca bir kütlenin buharlaştığını hissettim. Onun gözlerinden gerçekten söylediği gibi hissettiğini görebiliyordum. Yine de hala aklımda kalmış, içimi kemiren bir soru vardı.
"Bunun Meriç'le arkadaşlığın için sorun olmayacağına emin misin?" dedim korkarak.
Rüzgar'ın yüzü Meriç'in ismini duymasıyla ciddileşse de bu gerginlik konuşurken sesine yansımamıştı. "Korkarım Meriç ne yaparsa yapsın ne kadar saçmalarsa saçmalasın her zaman hayatımın bir parçası olarak kalacak." dedi buruk bir tebessümle. "Atsam atılmıyor, satsam satılmıyor. Özellikle de şu aralar... Ama..." Derin bir nefes alıp bana doğru eğildi. "Daha fazla onun kıçını toplayan kişi ben olmayacağım. Bu hayatta herkes kendi hatalarının yükünü taşımak zorunda. Meriç de bu yükü tek başına taşıyacak bundan böyle. Cezasını çekecek. Şu an çekiyor da zaten."
"Benim yüzümden onunla yine karşı karşıya gelebilirsin, biliyorsun değil mi?" dedim sıkıntıyla. İçimdeki korku ağzımdan bir anda dökülüvermişti. Ama benim aksime Rüzgar sakin görünüyordu.
Şefkatle gülümseyip "Yolun sonunda ne var bilmiyorum İrem." dedi. "Bu yolda karşıma ne çıkacağını da bilmiyorum. Aranızda ne yaşanır, Meriç'i affeder misin, tüm yaşananlar geride kalır mı... Bunu hiçbirimiz söyleyemeyiz. Ne sen ne ben ne de Meriç... Ama ne olursa olsun, bu yolda ne yaşanırsa yaşansın hiçbir şeyin seninle arkadaşlığımızı etkilemesine izin vermeyeceğime emin olabilirsin. Yani... sen de istediğin sürece."
Vay be...
Bu sözlerin üstüne şimdi ne denirdi ki? Öyle etkileyici, öyle kuvvetli şeyler söylemişti ki Rüzgar ağzımdan çıkan ne kelime olursa olsun hak ettiği karşılığı veremeyecektim ona. Hele de o gri-mavi bakışlarıyla benden ne cevap geleceğini duymayı beklerken... Beni de, çocuksu kaygılarımı da bir kez daha olgunluğuyla ezmişti Rüzgar. Utandığım belli olmasın diye mecbur şakaya vurdum ben de.
"Felsefe mi okuyorum demiştin sen? Edebiyat mıydı yoksa?"
Onunla dalga geçtiğimi düşünmüş olsa gerek gözlerini devirip tostunu geri eline aldı Rüzgar. "Evet, bence de fazla ağır bir konuşma oldu." dedi ekmekten koca bir ısırık koparıp. "Özetle söylemeye çalıştığım şuydu: Meriç'in saçmalamaları umurumda değil. Sonunda aramız düzeldiği için mutluyum ve böyle kalması için elimden geleni yapmayı düşünüyorum."
Kıkırdadım. Kendi tostumu yerken bir yandan onun sözlerini, bir yandan Caner'le yaptığımız konuşmayı düşünüyordum. Bu hayatta herkes kendi hatalarının yükünü taşımak zorunda diye hatırlattım kendime. Ben, Meriç, Caner, ikizler ve diğer herkes... Korkarım bu ilahi adaletin en basit, en anlaşılır haliydi.
Rüzgar'ın dediği gibi geleceğin ne getireceğini kestirmek zordu. Şu an Meriç'le yeniden karşı karşıya geldiğimizi bile hayal edemiyordum. Ama yaptıklarından sonra Caner'in bile affedilebileceğini düşünen ben, gün gelir belki Meriç'in yaptıklarını da anlamayı başarabilirdim. Oldukça uzak gelecekte bir gün...
"İleride ne olur ben de bilmiyorum Rüzgar." dedim dürüstçe. "Meriç'i affedebildiğim bir an gelir mi emin değilim. Ne yaparsak yapalım ikimizin de tarihten silemeyeceğimiz şeyler yaşadık. Zaten belki olay geçmişi düzeltmeye çalışmak değil de gerçeklerle yaşamaya alışmaktır. Belki ben de bir gün ona bakarken korkmamayı ya da ondan nefret etmemeyi öğrenebilirim."
İtirafımla Rüzgar'ın bakışları daha da yumuşamıştı. Yüzünde hüzünlü bir tebessümle, sanki hislerimi anlamaya çalışır gibi beni izliyordu. "Bana yıllar sonra annemi dinlemeyi öğreten sensin." dedi sonunda. "Aklıma soktuğun delice fikirler yüzünden öfkemi bir kenara bırakıp ona gittim ben onca aradan sonra. Senin sayende yeni bir başlangıç yaptım. Bence farkında olduğundan çok daha bağışlayıcı bir kalbin var senin. Hatta çoğu zaman benim anlamakta zorlandığım kadar bağışlayıcı... ve merhametli ve sevgi dolu ve biraz da..."
"Tamam bu kadar yeter." dedim gülerek. "Bunlar bile baya abartılı oldu." Rüzgar'ın haklı olduğu noktalar olduğunun farkındaydım, ama kalp kırıklıklarını tamir ettiğimiz böylesine güzel bir günde daha fazla bu ağır konularla tadımı kaçırmak istemediğime emindim. Ben de "Bugün salona gidecek misin?" diye sordum konuyu değiştirmek için.
Rüzgar da benim gibi düşünüyor olsa gerek hemen başını sallayıp Meriç tartışmasını geride bırakmıştı. "Ela'yla koreografi bakacağız biraz. Sen? Dersten sonra dönecek misin salona?"
"Hayır." dedim çayımı yudumlayıp. "Akşam büyük gün, Ela'nın barda çalışmaya başlıyorum." Bu gerçek beni düşündüğümden daha fazla rahatsız ediyor olsa gerek uzun, sesli bir nefes vermiştim. "Dürüst olmak gerekirse biraz korkuyorum. Daha önce hiç çalışmadım. Hele de bir bar da hiç... O yüzden bugün başka bir şeye konsantre olabileceğimi sanmıyorum. Zaten sabah salondaydım, dans ettik epey."
Rüzgar'ın bakışları kaygılıydı. "Seni bu kadar huzursuz ediyorsa gitme İrem." dedi. "Orada çalışmak zorunda değilsin."
"Zorundayım." Zorundaydım. "Para kazanmam lazım Rüzgar. Annemlere ayrı bir eve çıktığımı söyleyemedim. Hayatımda dans olmasaydı belki bir şekilde harçlığımla kirayı karşılayabilirdim, ama özel dersler, yarışmalar, kostüm, ayakkabı derken buna şu halimle para yettiremem. Mert'i bulmam benim için büyük şans ama aynı zamanda büyük de bir yük. Daha ilk günden ders ayarlamış bize Alev'le. Tabi ki ona neden yaptın böyle bir şey diyemedim. Bütün koreografileri sıfırdan almamız gerekiyor ki bu saatlerce özel ders alacağız demek. Dürüst olmak gerekirse bu bardaki işin bile yetip yetmeyeceğini kestiremiyorum."
Rüzgar gerçeklerden hoşlanmasa da bana hak verdiği belliydi. "En azından yalnız olmayacaksın." dedi teselli etmek isterce. "Ela seni sahipsiz bırakmaz orada."
Bunu ben de biliyordum. Zaten bu kadar kolayca bu iş imkanının üstüne atlamış olma nedenim maddi zorunluluklardan çok bu güvendi. "Umarım Ela'nın başına dert açmam." dedim yüzümü buruşturup. "O olmasa bu işi bana vermeyeceklerine eminim. Patronuna karşı benim yüzümden zor durumda kalırsa..."
"Saçmalama..." diyerek sözümü kesti Rüzgar. "Her şey yolunda gidecek merak etme. Buradaki tek sıkıntı bundan sonra her gece bir değil iki kişi için endişelenmek zorunda kalacak olmam. Onun dışında sorun olacağını sanmıyorum."
Güldüm. Rüzgar'ın değer verdiği insanlar için ne kadar endişelenebildiğini benimle konuşmak için eve geldiğinde bizzat görmüştüm. Dürüst olmak gerekirse onun benim için bu kadar kaygılanması o zaman da şaşırtıcıydı şimdi de... Ama Rüzgar'ın babasıyla birlikte Ela için yaptıklarını bildiğimden onun arkadaşı için nasıl, neden ve ne kadar korktuğunu anlayabiliyordum. Cevabını bildiğim halde "Ela'yı çok seviyorsun değil mi?" deyiverdim.
Rüzgar başını sallarken bakışları yumuşamıştı. "Onunla aynı evde büyümedik, ama kardeşim olsa ancak böyle hissederdim sanırım. Beni deli ettiği, onu boğazlamak istediğim zamanlar olmuyor desem yalan olur; ama..." Rüzgar kendi düşüncelerine döndüğü kısa bir anın ardından gülümsedi. "Evet onu anlatabileceğimden çok seviyorum sanırım."
Bu onun düşünceli bakışlarından ve yukarı kıvrılmış dudaklarından öyle belliydi ki... Bir süre Ela hakkında sorular sorup ev arkadaşımla ilgili yeni bilgiler öğrenmeye devam ettim. Rüzgar'ın özellikle onun babasıyla olan problemlerine değinmediğinin, üzücü konulardan itinayla uzak kaldığının farkındaydım. Daha çok nasıl dans etmeye başladıklarını, neden zamanla çok iyi partner olduklarını ve neden ayrılmayı asla düşünmediklerinden bahsetmişti. Fakat önceki gün Caner'den öğrendiğim yeni bilgiler ışığında Rüzgar'ın anlattığı tüm hikayeler yeni sorular doğuruyordu zihnimde.
"Peki Ela'dan önce?" diye sordum. "Oya'yla dans ediyordun değil mi?"
Rüzgar konuyu sinsice nereye çektiğimi anlamamış olsa gerek hemen "Evet." dedi. "Baya bir birlikte dans ettik aslında. Ama iyi bir partner değildik. Kavga ediyorduk, birbirimizi kontrol etmeye çalışıyorduk, öyle olunca da yerimizde saymaya başlamıştık. Ve sonra ayrıldık."
"Ve sen Ela'yla partner oldun, o da Caner'le?"
İşte şimdi Rüzgar'ın yüzü ciddileşmişti. "Evet öyle oldu." dedi bakışlarını benden önündeki çaya kaçırıp.
Hiçbir şeyi bilmiyor gibi onun ağzını aramaya devam edebilir, istediğim cevapları almaya çalışabilirdim. Ama nedense Rüzgar'ı bu şekilde kandırmak hiç doğru gelmiyordu. Ben de lafı dolandırmadan "Caner bana dün biraz sizden bahsetti." dedim. "Sen, Oya... aranızda geçenler falan... ikizler ve Meriç'in size ne yaptığını..."
Rüzgar gözlerini kısmış bana bakıyordu şimdi. "Caner'in anlattıklarına mı inandın?" dedi hayretle.
Onun ses tonundan ne ima ettiğini fark etmiştim elbette. Caner'in hikayeyi kendi işine geldiği şekilde anlattığını ve beni kandırdığını düşünüyordu Rüzgar. "Merak etme." dedim hemen onu rahatlatmak için. "Caner'in sonrasında neler yaptığını da biliyorum. Meriç'e ve ikizlere... Hatta muhtemelen hikayenin senin duymadığın kısımlarına da hakimim. Caner gittikten sonra neler olduğuna. Her şeyin nasıl mahvolduğuna ve sonra nasıl toparlandığına..."
"Toparlandığına mı?" dedi Rüzgar kaşlarını çatıp. "Sana toparlandığını söyledi yani Caner?"
"İşleri düzeltmek için neler yaptığını..."
Rüzgar sinirle güldü. "Meriç'e bakınca toparlanmış bir adam görüyor musun sen İrem? Sence o dönem yaşadıkları şeylerden sonra o ya da ikizler asla eskisi gibi olabilmişler midir?"
Yutkundum. Rüzgar'la daha henüz aramızı düzeltmişken konunun gittiği yer de onun ses rengindeki değişim de hoşuma gitmemişti. Belki de bazı hatalar umduğum gibi konuşarak telafi edilemeyecek derin yara izleri bırakıyordu. Ve belki ben gereğinden fazla aceleci davranıyordum bu yaraları iyileştirmek için.
"Haklısın." dedim sakince. "Caner'in yaptıkları doğruydu demek istemedim zaten. Sadece onun da bir hikayesi olduğu..."
"İrem..." diyerek sözümü kesti Rüzgar. "O çocuğu neden dinlediğini bile bilmiyorum. Neden sana yanaşmasına izin veriyorsun anlamıyorum. Caner hayatında olmasını isteyeceğin biri değil, inan bana."
Sıkıntıyla nefes verdim. "Sakin ol Rüzgar. Sadece onu anlamak istedim. O da bu hikayenin kurbanlarından biri en nihayetinde. Hatasının bedelini çekmiş yıllarca. Hala da çekiyor. Tıpkı Meriç ya da ikizler gibi..."
"Yapma İrem!" dedi Rüzgar. Artık kesinlikle sakin değildi ve sesi beklediğimden de yüksek çıkmıştı. Onu yeterince tanımasam neredeyse beni Caner'den kıskandığını düşünecektim. Kendi de kontrolü kaybettiğini fark etmiş olsa gerek eliyle ensesini ovalayıp sakinleşmeye çalıştı. Derin bir nefes alıp yeniden bana döndüğünde gözlerinde koyu gölgeler dans ediyordu. "Onu tanımıyorsun." dedi. "Hem de hiç!"
"Tanımaya çalışıyorum." dedim omuz silkip. Amacım Rüzgar'ı daha da kızdırmak değildi, ama Caner'le ilgili ne dersem diyeyim onu sinirlendirmekten kaçamayacaktım korkarım.
"Anlamıyorsun!" dedi dişlerini sıkıp. "Bir planı, bir çıkarı olmasa Caner senin yanında olur mu sanıyorsun? Meriç'i delirteceğini bildiği için seni kullanıyor! Ve sen onun seni etkilemesine izin veriyorsun!"
İşte şimdi ben de kızmaya başlıyordum. "Kendimi bile bile ona kullandırdığımı mı ima ediyorsun?" dedim aksini duymayı umarak. Ama Rüzgar geri adım atacağa benzemiyordu.
"İma etmiyorum." dedi sinirle. "O çocuğun sana yanaşmasına izin vererek yaptığın tam olarak bu. Seni kullanmasına izin vermek... Bilmiyorum, belki sen de Meriç'ten bu şekilde intikam alacağını düşünüyorsun, Caner'le birlikte olarak..."
Yok artık!
İşte bu acıtmıştı. Bir süre ne diyeceğimi bulamadan öylece Rüzgar'a bakakaldım. Buraya gelirken aklımdaki konuşmanın bu olmadığını kesinlikle söyleyebilirdim. Sakin kalmak ve Rüzgar'ın benim için endişelendiği için böyle bir tepki verdiğine inanmak istiyordum. Ama Meriç'le ilgili sözleri ve benim Caner'le onu kıskandırmaya çalışacak kadar basitleşebileceğimi düşünmesi...
Canımı gerçekten yakmayı başarmıştı Rüzgar.
Ne beklemiştim ki? Rüzgar'ın kardeşim dediği, her hatasına göz yumup koruyup kolladığı dostunu, Meriç'i tamamen bir kenara bırakıp bana karşı tarafsız olmasını mı? Olmuyordu işte, olmayacaktı. En ufak bir sürtüşmede bile yine tarafını belli etmişti Rüzgar. Bu durumda bana da pılımı pırtımı toplayıp kendi çöplüğüme dönmekten başka seçenek kalmıyordu korkarım.
"Tost için teşekkürler." dedim bir anda. Masanın üstündeki eşyaları çantama tıkıştırırken Rüzgar dehşetle ne yaptığımı izliyordu. "Konuştuklarımızı boş ver." dedim ona bakmadan. "Buraya gelmem hataydı. Aramızda Meriç varken arkadaş olabileceğimizi düşünemem de... Ne olursa olsun sen hep onun gözünden bakacaksın olaylara. Zaten senden aksini istemek haksızlık olurdu. Suç bende..."
"İrem!" dedi Rüzgar da ayaklanıp. "Bunun Meriç'le alakası yok."
"Gerçekten mi?" dedim şok içinde. "Neyle ilgisi var o zaman Rüzgar?"
Tam karşımda durmuş çatık kaşlarıyla bana bakarken Rüzgar milyonlarca şey söylemek istiyor ama iki kelimeyi bile yan yana getirip derdini anlatamıyor gibiydi. Sanki gerçek düşüncelerinin ağzından kaçıp kurtulmasını engellemek için alt dudağını öyle bir ısırmıştı ki ağzının kan tadıyla dolduğunu tahmin edebiliyordum. Neden bu kadar çaresiz görünüyordu? Neden o korkunç lafları ettikten sonra şimdi basit bir cevabı bile veremiyordu?
"Neyle ilgisi var Rüzgar?" diye üsteledim bu öfkenin nedenini ondan duymak için. Söyleyeceği tek bir mantıklı açıklama aramızdaki tüm yanlış anlamayı çözebilir, bugüne yeniden güzel bir gün olarak devam etmemizi sağlayabilirdi. Tek ihtiyacım olan onu yanlış anladığımı söylemesi, aslında benim için endişelendiğini anlatmasıydı. Oysa Rüzgar bir süre daha sessizce beni izlemiş, sonra da burnundan soluyarak bakışlarını kaçırıp yere dikmişti.
Demek bugünün kaderinde böylesine karanlık bir son vardı. Öyle olsun... diye düşündüm nefretle. Öyle olsun!
"Caner'le birlikte değilim." dedim arkamı dönüp gitmeden önce son kez Rüzgar'ın gözlerine bakıp. "Ama bir gün yeniden biriyle birlikte olursam bunu Meriç'i kıskandırmak için yapmayacağıma emin olabilirsin."
Ve nokta!
Rüzgar'ın tek kelime daha etmesine izin vermeden kantinden çıkmış, bölüme kadar olan yolu koşarak yürümüştüm. Kendimi aksine inandırmak istesem de aynı huzursuzluk şimdi eskisinden de şiddetli bir halde mideme oturmuştu. En azından bu kez elimden geleni yaptığımı biliyordum. Denemiş, çabalamış, kaybetmiştim.
Teşekkürler kader...
Bir kez daha tek başıma neden ayakta kalmak zorunda olduğumu hayat göstermişti bana. Şimdi yapılacak şey belliydi. Konsantre olmalı ve tüm enerjimle önümdeki savaşa hazırlanmalıydım.
Bu gece büyük bir gündü.
Ve savaşıntüm cephelerinde kaybetmiş olan ben, bu kez kazanmak zorundaydım.
***
-BÖLÜM SONU-
Herkese güzel geceler :)
Bu bölüm TEAMRüzgar için geldi ve elbette İrem'le Rüzgar'ı birlikte görmek isteyen herkese:) Tam olarak istediğiniz gibi bitmediğini biliyorum, o yüzden sonraki bölüm de Rüzgar'a devam. Bu kez onun gözünden görelim bakalım neden böyle tepki verdi heeer şey tam yoluna girmişken.
Tahmini olan varsa duymak isterim. Acaba Meriç'i korumak mı Rüzgar'ın derdi? Yoksa Caner'in İrem'in yanında olmasına kızmasının başka nedenleri olabilir mi? Hadi ne düşünüyorsunuz bana yazın.
Veeee Meriç'i okumak isteyenler... Sizi unutmadım. Çok yakında sırf sizin için bir bölüm geliyor. Bir de karanlık prensimizin gözünden görelim bakalım olayları.
Son olarak TEAMCANER... çok yakında Rüzgar ve Caner arasında kalacaksınız korkarım. Seçim yapmaya hazır olun. Benden söylemesi :)
Beğeni, yorum, mesaj, sevgi... Hepsini beklemedeyim :)
Şimdilik herkesi öperim
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top