Bölüm 55
SÜRPRİZ!
Hafta bitmeden size yeni bölüm yazdım, üstelik pek de uzun oldu :D
Herkese bol keyifli okumalar. Umarım beğenip bol bol yorum bırakırsınız :)
Güzel bir hafta olsun hepinize.
Öpücük
***
This superficial love thing got me going crazy...
***
BÖLÜM 55:
ÇARPIK AŞKLAR ÜÇGENİ
Aptal olma! Aptal olma! Aptal olma!
Yastığa başımı koyduğum anda, tüm gece tavanı izlerken, sonunda uykuya dalmayı başardığımda ve gün doğumuna yakın gözümü açtığımda aklımda hep aynı şey vardı.
Aptal olma!
Alev'in benle yaptığı tokat gibi konuşmanın ardından kendimi daha iyi hissetmem gerekiyorduysa da taktiği bende işe yaramamış, sadece gelecekte beni bekleyen hüsranı açık bir şekilde görmemi sağlamıştı. Bunu değiştirmek için verdiği taktiklerse öyle delice, öyle akıl almazdı ki artık hayatımın kontrolünü tamamen kaybetmiş gibi hissediyordum. O salona geri dönmek mi? Hem de ona anlattığım onca şeye rağmen... Alev bir kaçıktı, ama ben henüz delirmemiştim.
Yine de tamamen verimsiz bir sohbet geçirdiğimiz söylenemezdi. O bar taburesinden kalktığımdan beri Ela'yı aradığımda ona neler söyleyeceğimi kurguluyordum kafamda. Evet, onunla çok yakın arkadaşlar olduğumuz söylenemezdi. Hayatlarımızın benzediğini de iddia edemezdim, ama ikimizin de içinde olduğu durumun bizi bir şekilde bir araya getirebileceğini umuyordum. Tek sorun, tüm dans camiasından köşe bucak kaçarken Türkiye'deki en iyi dansçıyla ev arkadaşı olmaya çalışmamdı. Onun Rüzgar'ı kardeşi gibi gördüğünden bahsetmiyordum bile...
Saat sekize kadar odanın içinde dolanıp önceki geceden kalan yiyecekleri tırtıklayarak vakit geçirmeye çalıştım. Dokuz olduğunda duşa girip giyinmiş, hayatımın gidişatını belirleyecek görüşme için daha fazla bekleyemeyecek hale gelmiştim. Salondaki rahat koltuğa yerleşip ekranda Meriç'ten gelmiş tüm yeni mesajlarla aramaları kapattım ve rehberden Ela'nın numarasını buldum.
"Hadi bakalım..." dedim derin bir nefes alıp. Son zamanlarda telefonlardan yana şansım hiç yaver gitmediğinden nedense içimde Ela'nın da beni cevaplamayacağına dair kötü bir his oluşmuştu. O yüzden daha ikinci çalışta tanıdık ses "İrem..." deyince bir an söylemeyi planladığım her şeyi unuttum.
"Ela... gü... günaydın." diye kekeledim. "Rahatsız etmiyorum değil mi?"
"Yok canım." dedi Ela'nın uzaktan gelen sesi. Sanki bir yandan başka bir şeylerle uğraşıyormuş gibi arkadan gürültüler geliyordu. "Ben... seninle bir konuda..." diye başladım, ama Ela araya girmişti.
"Alev Hoca dün yazdı bana. Kalacak bir ev arıyormuşsun değil mi?"
"Evet." dedim hemen. "Senin de ev arkadaşı aradığını söyleyince..."
Ela tam o sırada elinden telefonu düşürmüş olsa gerek önce sesi tamamen uzaklaştı sonra da ettiği küfür kulağımda yankılandı. "Pardon, bir yandan hazırlanmaya çalışıyorum da..." dedi sıkıntıyla. "Şimdi İrem, bence sen gel burayı bir gör. Senin hayalindeki gibi bir ev olduğuna pek emin değilim çünkü. Eğer hala kalmak istersen ondan sonra konuşuruz. Olur mu?"
"Ta... Tabi!" dedim heyecanla. "Ne zaman geleyim?"
"Ben şimdi işe gidiyorum. Beş gibi dönmüş olurum. Attığım konuma gelirsin, eve bakarsın, aklına yatarsa da kalırsın tamam mı?"
"Harika!" dedim muhtemelen Ela'nın anlamlandıramadığı bir neşeyle. "Görüşürüz o zaman."
"Tamam." dedi Ela ve bir saniye bile oyalanmadan telefonu kapadı.
Şimdi tek yapmam gereken beşe kadar kalp krizi geçirmeden nasıl zaman geçireceğimi bulmaktı. Derslerime gitmek bir an için harika bir seçenek gibi dursa da aklım bu kadar doluyken tek kelime anlamayacağımdan bu gereksiz uğraş ve masrafa girmekten hemen vazgeçtim. Üstelik Meriç'in delice beni aradığı düşünülürse kampüsü de basmaması için hiçbir neden yoktu. Kaldı ki bendeki bu şansla okula girdiğim an Rüzgar ya da ikizlerle karşılaşacağıma da neredeyse emindim.
Teşekkürler, kalsın! dedim kendi düşüncelerime. En iyisinin bu otelin güvenli yalnızlığında herkesten uzak kalmak olduğuna karar vermem için sadece önümdeki birkaç farklı seçeneği düşünmem yetmişti. Böylece aşağı inip kahvaltı etme fikrini değerlendirmeye başladım. Bir buçuk saatin sonunda açık büfedeki her şeyi yiyip odama dönmüş, şimdi eskisinden bile fazla atacak enerjim olduğundan bu kez de şansımı otelin spor salonunda denemeye karar vermiştim.
Aslında koşu bantlarını, ter kokan salonları ve kaslı adamların güç savaşları arasında spor yapmayı sevmezdim. Ama bir, bu lüks gym kesinlikle gittiğim hiçbir mahalle salonuna benzemiyordu ve iki, kalp atışlarımı yükseltmenin gerçekten sinirlerime hakim olmama yardımcı olduğunu fark etmiştim. Bedenim hala zayıf, Meriç'in verdiği zarar hala hissedilir cinstendi. Yine de parkeden uzak kalmış ayaklarım yeniden hareket etmenin heyecanıyla kontrolsüz bir performans sergilemişti koşu bandında.
Yüzüm kıpkırmızı, nefes nefese ve ter içinde odama döndüğümde artık kesinlikle kendimi iyi hissediyordum. Geniş küvetin içinde, sıcak suyun altında gözlerim kapalı oyalanırken mantığım durmadan aynı uyarıda bulunuyordu aslında: Hemen sevinme! Bekle ve gör! Kesin bir sorun çıkacak! Yine de bu karamsar içses içimde yeşeren umuda engel olmayı başaramamıştı. Hiç aklıma gelmeyen Ela'yla ev arkadaşlığı ihtimali sanki karanlıklar içinden doğan bir güneş gibiydi. Banyo sırasında da sonrasında hazırlanırken de bu rüyanın kabusla sonlanmaması için evrene pozitif mesajlar göndermeyi sürdürmüştüm.
Tam odadan çıkmadan "Hadi bakalım İrem." dedim aynadaki yansımama. "Bu işi halletmeden dönmek yok!"
Ela'dan gelen konumu telefonumda açıp kullanacağım vasıtaları düşündüm. En azından artık harçlığım yatmıştı ve kartımı yükleyebilirdim. Gururla bir bankomatın önünde durup bir miktar para çektim ve metronun basamaklarını sekerek indim. Öyle heyecanlıydım ki Ela'nın attığı adrese neredeyse bir saat erken gelmiştim.
Mecbur apartmanın önündeki beton duvarın üstüne oturup beklemeye başladım. Oldukça işlek bir sokaktaydı ev. Mahallenin manavı, pek güven vermeyen market, dönerci, tuhafiyeci, tesisatçı, börekçi... İnsan tüm ihtiyaçlarını buradan ayrılmadan giderebilirdi sanırım. Lale Hanımların nezih sitesindeki burnu büyük zenginlerle uzaktan yakından alakası yoktu buradaki insanların elbette. Belki de tam da bu yüzden kendimi daha iyi hissetmeme neden olmuştu.
Önümden geçenleri gözlemleyerek geçirdiğim bir saatin sonunda uzaktan koşturarak gelen Ela'yı seçti gözlerim. "Gelmişsin bile..." dedi Ela yanıma ulaştığımda. Doğrudan apartman kapısına yönelmişti. "Gel hadi. Ne zamandır bekliyorsun?"
"Çok olmadı." diye yalan söyledim. Karanlık ve eski binanın döner merdivenlerini tırmanırken burnumu yakan nem ve küf kokusuna odaklanmamaya çalışıyordum. Dördüncü kata geldiğimizde nefes nefese kalmış, ama sonunda durmuştuk.
"Özellikle asansörsüz bir apartman seçtim." diye takıldı Ela. "Formda kalmama yardımcı oluyor."
Güldüm. Soğuk duruşu altında onun iyi niyetli, hatta eğlenceli bir kız olduğunu hissetmiştim, ama şu ana kadar Ela'nın bu özelliklerini Rüzgar'dan başka ortaya çıkarabilen olmamıştı sanırım.
"Eve hoş geldin." dedi önden kendi girip ayakkabılarını çıkartırken. Onu taklit edip kapıyı ardımdan kapadım ve botlarımı çözüp salona geçen Ela'yı takip ettim. Kesinlikle küçük bir evdeydik. Hatta mütevazi kelimesinin bile abartılı kaçacağı türden mütevazi bir evdi bu. Kare oturma odasında eski bir koltuk, eski bir televizyon, mutfağı odanın geri kalanından ayıran eski bir masa ve yerde eski bir halı vardı. Duvardaki eski perdeleri de düşünürsek oldukça eski mobilyalarla döşenmiş, bir hayli eski bir evde olduğumu söyleyebilirdim.
Tepkilerimi kontrol etmeye çalışmama rağmen yüzüm gerçek duygularımı ele vermiş olsa gerek "Pek hayal ettiğin gibi değil, değil mi?" dedi Ela.
"Yo, hayır." dedim hemen. "Çok sevimli bir evmiş."
Ela durumu kurtarma çabama kahkaha atmıştı. "Senden başka bu eve kimsenin sevimli diyeceğini sanmam." dedi mutfak tezgahına yönelip. "Ne içersin? Ya da şöyle sorayım, çay içer misin? Başka bir şey kalmamış."
"Çay süper olur." dedim masaya yaslanıp. Az sonra Ela önüme eski iki kupada sallama çay ve eski bir tabak içinde Petibör bisküvi koymuş, sonra da sandalyeye oturmuştu.
"Çok acıktım." dedi bisküvilerden birini çaya batırıp. "Otursana sen de..."
Bana denileni yapıp karşısına yerleştim ve sıcak çaydan bir yudum aldım. Kireçli suyun tadı ağzımda kekremsi bir his yaratsa da gülümsemeyi sürdürmüştüm. "Teşekkürler. Yani hem çay için hem de yardım ettiğin için."
Ela ağzındaki ikinci bisküviyi yutmaya çalışırken beni izliyordu. "Benimle ev arkadaşı olmak isteyecek kadar çaresizsin yani." dedi gülerek. "Anlat bakalım."
Acıyla gülümsedim. "Alev Hoca söyleyene kadar ayrı eve çıktığını bile bilmiyordum. Duyunca... Yani senin de ev arkadaşı aradığını... Benim de kalacak bir yer bulmam gerektiğinden..."
Saçma sapan konuştuğumun farkındaydım, ama olanlardan bahsetmeyeceğim diye debelenirken anca bu kadar oluyordu. Ela bir süre anlamaya çalışır gibi sessizce bana bakmayı sürdürdü. Sonra "Dışarıda fark etmemişim," dedi. "Yüzün harbiden kötü olmuş."
Demek Meriç'in yaptıklarından haberi vardı. Bir an Alev'in tüm havadisi tek bir mesaja nasıl sığdırdığını düşündüm. Ama hemen sonra anlamıştım. "Sana Rüzgar mı anlattı?"
Ela başını salladı. "Sen onların evden basıp gittikten sonra panikleyip beni aradı. O zaman konuştuk. Olanları kısaca anlattı. Meriç'i, sana yaptıklarını falan... Ben tabi nerede olduğunu bilmiyordum senin. Diğerlerini de aramış herhalde, onlar da bir şey söyleyemeyince valla geberiyordu az daha meraktan Rüzgar. Sen bana yazınca hemen ona haber verdim de anca o zaman biraz rahatladı."
"Ela..." dedim sıkıntıyla ama o devam etmişti.
"Yaptığı eşekliğin farkında merak etme. Benden de bir güzel azar yedi." Kurnazca gülümsedi. "Ama Rüzgar iyidir İrem. Görebileceğin en iyi insanlardan biridir hem de... Öfkeni ona değil, sana bunları yapan adama çevir bence."
Dudaklarımı birbirine bastırdım. Ne konuşmak ne de hatırlamak istediğim bir ana aitti yüzümdeki izler. Elim istemsizce alnımdaki yaraya uzanınca Ela yaşadığım sıkıntıyı fark etmiş gibi sesli bir nefes verip "Nasıl olduğunu biliyorum." dedi. "İnsan kendini salak gibi hissediyor. Birinin sana bunu yapmasına nasıl izin verdiğini sorguluyorsun. Değersiz hissediyorsun. Ama... bazen oluyor işte. Düşünüp durma yani, faydası yok. Olan olmuş madem yoluna bak sen."
"Öyle yapmaya çalışıyorum." diye mırıldandım. "Eve de bu yüzden ihtiyacım var."
"Ev bu." dedi Ela kollarını iki yana açıp. "Gez, dolaş, hoşuna giderse senindir. Baştan uyarayım, güzel bir apartman değil. Garip komşuların olacak. Sen de fark etmişsindir çoğu zaman pis kokar. Su tam ısınmıyor. Arada böcek çıktığı da oluyor. Meriçlerin saraydan sonra sana nasıl gelir bilmem. Ama başını sokacak bir yer arıyorsan ki arıyorsun diye anlıyorum, bence işini görür."
Duyduklarım bir nebze içime kaçmama neden olsa da Ela'nın dediği gibi başımı sokacak bir yere ihtiyacım vardı ve bu yaşamsal ihtiyaç tüm diğer gerçekleri bastırıyordu. "Bence kesinlikle iş görür." dedim kendi sözlerime inanmaya çalışarak.
Ela ayaklanmıştı. "Gel o zaman, odanı da gör, son kararı öyle ver." Onun peşinden kalkıp koridora geçtim ve en sondaki kapıya doğru ilerledim. "Burası tuvalet, burası benim odam..." diye anlatıyordu Ela bir yandan. "Şu dipteki de senin olacak kalmaya karar verirsen. Mobilyalı tuttuğum için evde ne vardıysa o şekilde şu an. Yani başka bir şey istersen kendin alman lazım. Ama bu bile yetiyor bana."
Bu duyduklarımdan sonra kendimi öyle korkunç bir görüntüye hazırlamıştım ki kutu gibi minik, sade, tertemiz bir odayla karşılaşınca dudaklarımda istemsiz bir tebessüm belirdi. Buraya fazlasıyla büyük gelmiş pencereden içeri sızan güneş içimde yeşeren umudu iyice güçlendirmişti. Bir yatak, eski bir masayla sandalye ve iki kapılı bir dolaptan başka hiçbir şey yoktu karşımda belki, ama bunlar bile kendimi bu evde yaşadığımı hayal etmeme yetmişti.
"Benim odam bundan biraz daha büyük." diye açıkladı Ela. "Ama bu oda kadar aydınlık değil. Üstelik burası daha sıcak oluyor, çünkü altta bebek odası var ve sanırım sadece burayı ısıtıyorlar."
Tüm içtenliğimle gülümsedim. "Harika! Gerçekten... Harika!"
"Abartma istersen." dedi Ela halime gülerek. "Ama bence de yaşanılabilir bir yer. Sen burayı bulana kadar gezdiğim evleri görseydin... Aslında bir ev arkadaşım olduğunu sanarak burayı tutmuştum. Yoksa tek başına altından kalkabileceğim gibi değildi. Ama sonra hatun beni satınca öylece kalakaldım. İki vardiya çalışmaktan geberip gideceğim biraz daha birini bulamazsam. Sabah ayrı akşam ayrı işte çalışıyorum şu an parayı yettirmek için."
"Ki bu da bizi asıl konumuza getiriyor." dedim çekinerek. "Kirayı duymaya korkuyorum."
"Eğer niyetliysen senin payına düşen beş yüz. Artı ev giderlerini bölüşürüz. Mutfak harcaması da ortak. Alınan her şey ikiye bölünür. Onun dışında kimse kimseye karışmaz. Misafir getiren diğer kişi evdeyse odasında ağarlar. Birbirimizin hayatına burnumuzu sokmadığımız sürece gül gibi yaşar gideriz."
Bundan iyisi can sağlığı diye düşündüm. Harçlığımla ay sonunu yettirmekte epey zorlanacağım kesindi, ama İstanbul'da bundan daha iyi bir alternatif bulamayacağıma da neredeyse emindim. Kaldı ki kime güvenip kiminle eve çıkacaktım, dansta gördüğüm üç beş kişiden başka arkadaşım mı vardı?
"Tamam." dedim merakla cevabımı bekleyen Ela'ya gülümseyip. "Kabul ediyorum. Yani... kolay olmayacak tabi ama artık hayatımda dans olmadığına göre bence idare edebilirim. Bir de senin gibi iş bulabilirsem..." İşte o zaman kendi ayakları üstünde duran gerçek bir savaşçı kadın olurum diye tamamladı beynim heyecanla.
Ela sıkmam için elini uzatmıştı. "O zaman anlaştık yeni ev arkadaşım!"
Sırıttım. "Anlaştık ev arkadaşım."
"Bu dans konusunu ayrıca konuşalım yalnız, öyle dans yok artık falan demekle olmaz. Canavar gibi dansçısın. Elbet geri dönecek, babalar gibi de dans edeceksin! İş için de belki ben sana yardımcı olabilirim. Geceleri çalıştığım bir bar var, eğer korkmam dersen seni sahibine çıtlatabilirim. Eleman almaktan bahsediyordu zaten. Beni de sevdi, oradan bir şey çıkabilir."
"Ela muhteşem olur bu!" dedim hemen. Daha önce değil bir barda, okul kantininde çalışmışlığım bile yoktu, ama paraya olan ihtiyacım düşünülürse meslek öğrenme konusunda dünya rekoru kırmaya hazırdım. "Ne olursa yaparım." dedim. "Pek bir deneyimim yok ama..."
"Sarhoşa servis yapmanın ne deneyimi olacak ya..." dedi Ela neşeyle. "Merak etme o iş bende. Söz vermeyeyim yine ama sanırsam halledebilirim."
Allah'ım... Gerçekten yüzüme bakmaya karar vermişti ve ben hala işlerin böyle yolunda gidebildiğine inanamıyordum. Derken Ela "Yalnız senden istediğim bir şey var." dedi. Kahretsin, erken sevinmiştim demek. İşte şimdi geliyor diye düşündüm. Kesin öyle bir şey söyleyecekti ki Ela hayallerim yıkılacak, ümitlerim son bulacak, sevincim kursağımda kalacaktı.
Ela'nın sesi de yüzü gibi ciddileşmişti şimdi. "Benim başımda bir bela var İrem." dedi. "Ailevi bir sorun da diyebilirsin. Özetle babamın nerede olduğumu öğrenmemesi lazım. O yüzden bu evin yerini kimseye söylemedim. Yani etrafımızdaki kimseye... Burada yaşadığımı bilen tek kişi Rüzgar. Öyle de kalmasını istiyorum. Güvenlik için... Anlıyorsun değil mi?"
Derin bir oh çektim. "Ben de ama bir ay sonra buradan çıkman lazım falan diyeceksin sandım bir an." dedim elimi korkuyla çarpan kalbimin üzerine koyup. "Tabi ki kimseye söylemem Ela. Zaten dedim ya, salona dönmüyorum, danstan da kimseyi göreceğimi sanmıyorum bir daha."
"Yine aynı saçmalık." dedi Ela gözlerini devirip. "Neyse bunu konuşacak bol bol vaktimiz olacak nasılsa. Benim hazırlanmam lazım şimdi. Önce salon, sonra bar. Bu işler yüzünden biraz daha antrenman yapamazsak Rüzgar kıçıma tekmeyi basacak."
Ela gülerken ben sadece tebessüm edebilmiştim. Onları salonda çalışırken, şakalaşırken ya da sadece boş boş muhabbet ederken düşünmek kalbimde bir yerin sızlamasına neden olmuştu. Bir daha dans etmeyeceğini söylemek yapmaktan daha kolaydı korkarım. Yaşamsal problemleri çözer çözmez hayatta kendimi en mutlu hissettiğim yerden, parkeden, aynalardan, sahne ışıklarından uzak kaldığımı bana unutturacak ve kendimi oyalamamı sağlayacak bir şeyler düşünmeye başlamalıydım belki de.
"Unutmadan şunu da vereyim." dedi Ela çekmecenin içinden ikili bir anahtar setini bana uzatıp. "Ne zaman istersen yerleşebilirsin. Ben olmasam da sorun değil. Sonuçta artık burası senin de evin."
İçimden taşıp yüzüme yansıyan neşe koca bir gülüşe döndü. "Gerçekten ne diyeceğimi bilmiyorum Ela. İki gün önce tek düşünebildiğim kaçıp aileme sığınmaktı. Dün hiçbir çarem olmadığına neredeyse emindim. Oysa şimdi bir evim, belki bir işim ve yeniden umudum var."
Ela elini kaldırdı. "Lütfen bir kez daha teşekkür etme. Bu kadar duygusallık bana fazla geldi bile! Hadi odama geçtim ben artık. Sen keyfine bak."
Sadece "Tamam." dedim daha etmeyi planladığım tonla farklı teşekkür olduğu halde. Ela beni yeni odamda bırakıp çıktıktan sonra bile hemen oradan ayrılamamıştım. Bir yatak, bir dolap ve bir masa diye düşündüm etrafımı incelerken. İnsanın birkaç parça eşyayla bile kendini bu denli özgür hissedebilmesi ne garipti. İlk kez sadece bana ait bir evim olacağı içindi bu duygu belki de... Dünyanın en küçük, en basit yeri de olsa benim evimdi işte. Düşecek, kalkacak, çabalayacak ama kendi ayaklarım üstünde, dilediğim gibi yaşayacaktım.
Bu düşüncelerin verdiği heyecanla avcumdaki anahtarları iyice sıkıp odadan çıktım. Apartmandan metroya doğru yürürken güneş alçalmaya başladığı halde hava daha bir sıcak gelmişti bana. Sanırım hayatla arama girmiş koyu perdeler sonunda aralanıyordu yeniden.
Otele kadar kulağıma bir müzik takıp bir hayalden diğerine kaydım. Hemen değil ama çalışmaya başlayınca odama birkaç parça eşya bile alabilirdim belki. Bir ayna mesela. Kitaplık, birkaç çerçeve, minik çiçekler... Üzerine yayılıp kitabımı okuyabileceğim pofuduk bir halı da hiç fena olmazdı doğrusu. Acaba o çok istediğim yavru kediyi de alabilir miydim sonunda?
Mütevazi düşlerim ve ben otelin gösterişli lobisine birlikte daldık. Anında etrafımı kuşatan lüks bile basit hayallerimin içimde yarattığı elmalı turta tadını bozamamıştı. Bir an önce eşyalarımı toplamak ve bu soğuk zenginliği ardımda bırakmak için aceleyle asansöre yöneldim. Koltuk gruplarından birinde oturmuş telefonuyla oynayan Caner'i tam o sırada fark etmiştim.
Bir yanım görmemiş gibi yapıp doğrudan odaya çıkmamı söylese de daha insaflı tarafımı dinleyip ona doğru yaklaştım. "Lütfen yeni geldiğini söyle."
Caner başını ekrandan kaldırıp bana gülümsedi. "Tamam, yeni geldim."
Koltuğa öyle bir yayılmıştı ki yalan söylediğini biliyordum. Hafif bir vicdan azabıyla karşısına oturup dudaklarımı büzüştürdüm. "Berbat bir yalancısın." dedim. "Ne yapıyorsun burada?"
"Otelde işler nasıl gidiyor bakmaya geldim."
Sahiden mi der gibi başımı yana eğdim. "Hala berbat bir yalancısın."
Caner güldü. "Neden soru sorup duruyorsun o zaman? Tabi ki seni görmeye geldim. Belli değil mi?"
Tamam, belki de yalan söylemesine izin vermeliydim. Bu dürüstlüğün hoşuma gittiği tam olarak söylenemezdi. "Aslında ben de sana nasıl haber vereceğimi düşünüyordum." dedim konuyu değiştirmek için. "Otelden ayrılıyorum. Yeniden evim var artık."
Caner belli ki bu haberi beklemiyordu, dudaklarındaki gülücük yarım kalmıştı. "Evin mi var?" diye sordu kuşkuyla. "Meriçlere mi dönüyorsun yoksa?"
"Hayır!" dedim hemen. "Bir daha asla o eve girmem! Kendi evim var artık. Odam daha doğrusu... Ela'yla ev arkadaşı oldum. O birini arıyordu, ben de kalacak bir yer. Anlaştık."
Öyle heyecanlıydım ki bir çırpıda her şeyi anlatıvermiştim. Ama Caner duyduklarından aynı şekilde mutlu olmuşa benzemiyordu. "Bu benim tanıdığım Ela mı?" dedi tek kaşını kaldırıp. "Hani başı beladan hiç kurtulmayan."
"O ne demek şimdi?" diye çıkıştım Caner'in yorumundan huzursuz olup. Ani tepkimle yüzündeki alaycı ifade hemen değişmişti.
"Benim bildiğim o kızın baya bir problemi var." dedi daha ciddi bir ses tonuyla. "Gerçekten Meriç'ten sonra bir de böyle bir sorunla uğraşmak istediğine emin misin?"
Sinirle gülümsedim. "Pek fazla alternatifim yok değil mi?"
"Her zaman başka bir alternatifin var İrem. İstediğin kadar burada kalabilirsin mesela. Neden başka bir yer bulmaya çalıştığını anlamıyorum."
Ben de Caner'in böyle bir şeyi kabul edeceğimi nasıl düşünebildiğine inanamıyordum. "Bir otel odasında yaşamaya devam edemem." dedim. "Hem de devamlı sana borçlu kalarak... Sokakta kalmasam böyle bir şeyi asla kabul etmezdim zaten!"
Caner'in yüzü yumuşamıştı. Oturduğu koltukta bana doğru eğilip "Kaldığın oda zaten bana ait İrem." dedi. "Ayda yılda bir kullanırsam kullanıyorum. Diğer zamanlar hep boş. Borç morç yok yani!"
"Tamam işte, orayı ayda yılda bir ne için kullanıyorsan aynen devam et sen. Burası bana çok fazla zaten Caner. Ben artık kendimden başka kimseye bağlı kalmak istemiyorum. Ve şu an için Ela yakaladığım en büyük şans."
Caner sıkıntıyla nefes verdi. "Yanlış düşünüyorsun ve yanlış bir adım atmak üzeresin. Başka şansların da var ama sen sırf inat ettiğinden boşu boşuna saçma sapan bir yerde yaşamayı düşünüyorsun. Hem de Ela gibi bir kızla!"
"O saçma yer benim bundan sonraki evim olacak." dedim omuz silkip. "Ela da bundan sonraki ev arkadaşım..." Sinirlendiğim belli olmasın diye ayaklanmıştım. Caner kimdi ki beni eleştirme hakkını kendinde buluyordu. Bu tavrı bile verdiğim kararın doğruluğunu kanıtlar cinstendi. Sırf bana bir kez yardım etti diye bir başkasının hayatım üstünde söz sahibi olmasına daha fazla izin vermeyecektim. "Şimdi eşyalarımı toparlamam lazım." dedim. "Sonra odadan çıkarım zaten. Bir an önce evime yerleşmek istiyorum. Her şey için teşekkür ederim sana da. Görüşürüz."
"Dur bir dur." dedi Caner de koltuktan kalkıp. Karşıma geçip ilerlememe engel olmuş, sonra da suçlu bir çocuk gibi ellerini cebine sokmuştu. "Yanlış anlıyorsun beni İrem. Seni kızdırmak için söylemiyorum bunları. O insanları senden daha uzun süredir tanıdığım için söylüyorum. Az çok seni de tanıdım. Sen onlardan farklısın. Sadece yardım etmeye çalışıyorum."
Ufladım. "Caner gerçekten ben daha fazla olumsuz bir şey duymak istemiyorum. Sonucu ne olursa olsun bu işi tek başıma halledeceğim. Evet, senin sayende sokakta kalmaktan kurtuldum. Sana minnettarım. Hep de minnettar kalacağım. Ama hepsi bu! Ne yapacağıma, nasıl yapacağıma ben karar vereceğim. Tamam mı?"
"Tamam..." dedi Caner hemen. "Tamam haklısın. Özür dilerim. Senin hayatın, senin kararın. Bana bir şey demek düşmez. Yani eğer sen gerçekten böyle istiyorsan..."
"Böyle istiyorum." diye araya girdim hemen.
Caner başıyla onayladı. "O zaman istediğin gibi olsun. Ama en azından ne zaman istersen buraya dönebileceğini bil olur mu? İşler umduğun gibi gitmezse yani..."
Caner bana böyle süt dökmüş kedi gibi bakarken ona sinirli kalmak zordu. Hele de hala onun sayesinde kaldığım otelin lobisinde dikilirken... "Tamam." dedim sonunda. "Teşekkür ederim. Aklımda tutacağım bunu. Şimdi gidebilir miyim?"
Caner bir şey isteyecekmiş gibi dudaklarını büzmüştü. "En azından bu gece için burada kalsan? Zaten sen toparlanıp çıkana kadar hava kararacak. Bu saatte eve gitsen de yerleşemezsin ki."
"Nedenmiş o?"
"E ses falan olur. Komşular sinirlenir. İlk günden tüm apartmanı karşına alırsın. Bir kez mimlendin mi bitti bu iş zaten. Sonra al başına belayı. Zindana çevirirler valla hayatını. Yeni ev bulmak için dört dönersin söyleyeyim ben." Gözlerimi devirsem de gülümsememe engel olamamıştım. "Hem belki birlikte yemek yeriz." dedi Caner tepkimden umutlanıp. "Hava atmak gibi olmasın ama çok ünlü bir şefimiz var."
"Otelleriniz ve şirketleriniz ve evleriniz ve arabalarınız ve Allah bilir daha neleriniz var Caner. Hava atmak için bir tane şefe ihtiyacın yok yani."
Caner sırıttı. "Şefin elinden yemek yemiş olsan böyle düşünmezdin. Tam da bu yüzden kalmak zorundasın. Hadi lütfen! Madem yeni bir hayata başlıyorsun, bunu kutlayalım." Ben etrafıma bakınarak bu teklifi değerlendirirken "Hadi..." diye diretti Caner. "Restoranda beklerim seni ben. İlla önce işlerini halletmek istiyorsan yani... Yemeği beğenmezsen de kalkıp odana gidersin. Israr yok, zorlama yok. Ne diyorsun?"
"Uf, tamam." dedim sonunda. "Eşyalarımı bırakıp geliyorum."
Caner kollarını yana açıp bana serenat yaparak geri geri ilerledi. "Şefe çok zorlu bir misafiri olduğunu söyleyeyim ben de o zaman."
Şaklaban... diye geçirdim içimden. Caner tanıştığımız ilk andan beri bana karşı ilgisini gizlemediğinden bu flörtöz hareketlerini garipsemiyordum. Beğendiği her kızı elde edebileceğini düşünen, şımarık, çapkın bir erkek çocuğuydu o sadece. Ama ısrarla bana yardım etmeye çalışması, beni düşünmesi, verdiğim kararları sorgulaması hangi oyunun parçasıydı kestiremiyordum. Benim gibi yüzlerce kıza asılıp yüzlercesinden anında karşılık bulabilecekken hiçbir şey vadetmeyen benimle vakit kaybetmesi o kadar saçmaydı ki... Neyse ki Caner'e gelene kadar düşünmem gereken tonla sorun vardı ve otelden ayrıldığım an onunla hiçbir bağım kalmayacağı için sadece yiyeceğim yemeğe odaklanıp bu lüks hayatın içindeki son gecemin tadını çıkarabilirdim.
Böylece odaya çıktım, valizden restorandaki rüküş kadınlar arasında en az sırıtmamı sağlayacak siyah, dümdüz bir elbise seçtim ve aynanın karşısına geçtim. Yeniden sağlıklı, genç bir kız gibi görünmemi sağlayacak mucizevi bir peri ana odaya uğramadığı sürece güzel görünmemin imkansız olduğunu anladığımda göz altımdaki morlukları kapatıp hafif bir allık sürmekle yetinmiştim. Hala yorgun ve solgun durmama rağmen on dakikanın sonunda olabilecek en iyi şekilde yeniden aşağı inmeye hazırdım.
Önce asansör, sonra lobideki yönlendirmeleri takip ederek restoranın kapısına ulaştığımda ait olmadığım bir yere gelmenin huzursuzluğu midemde kıpırdanmaya başlamıştı. Kapıdaki görevliye Caner'in ismini vermemle kızın suratında beliren dehşetle karışık şaşkınlığı kesinlikle uydurmuyordum. Neyse ki Caner de üzerindeki gömlekle ortamdaki diğer herkese kıyasla oldukça sade ve normal görünüyordu o an. Beni görür görmez ayağa kalkmış, benim için fazlasıyla abartılı hareketlerle sandalyemi çekip oturmamı beklemiş, sonra da kendi yerine geçmişti.
"Buranın bu kadar lüks olduğunu bilsem kesin yemeği reddederdim." dedim huzursuzca etrafıma bakınıp.
"İstersen masayı odaya da hazırlatabilirim..." dedi Caner hemen. Bir an şaka yaptığını düşünüp hayretle ona baktım, ama o gayet ciddi görünüyordu. "Ya da istersen başka bir yere gidebiliriz." dedi. "Gerçi onca hazırlığın boşa gittiğini duyunca Mesut şef epey üzülür muhtemelen... Sonuçta tüm gün senin için çalıştılar."
Midem iyice kasılmıştı. "Lütfen tüm mutfağı buna seferber etmediğini söyle."
Caner omuz silkti. "Sen bana cevaplarını duymak istemediğin şeyleri sormaktan vazgeç, ben de yalan söylemekten kurtulayım."
İç çektim. Gerçekten de Caner'i anlamaya çalışmak başlı başıma bir uğraştı. "Seninle yemek yemeyi isteyip istemeyeceğimi bile bilmiyordun." dedim. "Ya sana haber vermeden basıp gitseydim? Onca uğraş boşa gitmeyecek miydi?"
"Ya teklifimi kabul etseydin?" dedi Caner kurnazca. "Ki ettin... Ve karşımdasın. Her zamanki gibi çok güzelsin. Belki bu kez numaranı bile verirsin bana. Bence denemeye değerdi. Sence?" Ben gözlerimi devirince tepkime güldü. "Şarap içersin değil mi?"
Başımı salladım. Caner öyle deneyimli bir çapkındı ki ona laf yetiştirmem imkansızdı. Ben de ona direnmek yerine keyfime bakmaya karar verdim. Tam olarak kendi isteğimle gelmemiş olsam da sonuçta bu bir kutlama yemeğiydi değil mi? Yepyeni bir hayatın ilk adımını atmıştım bugün. Yeni ev, yeni arkadaşlar, yeni bir yol...
"Şerefe..." dedi Caner garson kırmızı şarapları doldurup yanımızdan çekilir çekilmez. Kadehimi onunkine vurduğumda "Geleceğe." diye eklemişti gözlerini benimkilerden ayırmadan.
"Yeni bir başlangıca." diye ekledim ve koyu kırmızı şarabı yudumladım. Boğazımdaki sıcaklık ve damağımdaki tat bir an için gözlerimin kapanmasına neden olmuştu. Ela'yla konuştuktan sonra kalbime yerleşen umudun hala aynı şekilde içimi titrettiğini hissedebiliyordum.
Üç saat...
Tam üç saat boyunca zamanın nasıl geçtiğini anlamadan sadece yemiş, içmiş, sohbet etmiş ve gülmüştüm. Bilerek odada bıraktığım telefonum da yanımda olmadan saati kontrol edebileceğim hiçbir yer yoktu. O gece gerçekten eğlenmemi sağlayan o gün bana yeniden göz kırpan hayat mıydı, çakır keyif olmama neden olan bir şişe şarap mıydı yoksa Caner'in hoş sohbeti miydi bilmiyorum. Ama zaman hızla geçer ve önümüzdeki tabaklar durmadan yenileriyle değişirken bir süreliğine de olsa son birkaç günde başıma gelen saçmalıkları unutmuştum.
Gecenin en beklenmedik sürprizi Caner'in de eskiden dans ettiğini öğrenmekti şüphesiz. Her ne kadar onu şimdiki haliyle aynalı salonda hayal edemesem de anlattıkları ve bildikleriyle kısa sürede beni doğru söylediğine ikna etmeyi başarmıştı. Bu, salondaki herkesin onu nasıl bu kadar iyi tanıdığını ve Caner'in neden hala bütün organizasyonlara geldiğini de açıklıyordu.
"Bu Açlık Oyunları'nın ortasında daha fazla kalmak istemedim." dedi Caner ona neden dansı bıraktığını sorduğumda. "Bir de partnerim Tuğçe'ydi tabi."
Güldüm. Hatta kahkaha attım. "Bu her şeyi açıklar. Yani onunla partner olsam ben de dansı ikinci günde bırakırdım herhalde. Tuğçe travmasına yakalandığında kaç yaşındaydın peki?"
"Lisede falandım herhalde. Baya bir ergendim, sadece onu hatırlıyorum." Caner şarabından sağlam bir yudum aldı. "Ben Oya'ya Oya Rüzgar'a aşıktı. Öyle böyle aşk değil ama... deliler gibi.. Tam bir pembe dizi dramı."
"Yok artık!" dedim açık kalmış ağzımı kapamayı başarınca.
Caner eski anılarını yeniden yaşıyor gibi uzakta bir noktaya bakıyor, bir yandan da gülümsüyordu. "Çok saçmaydı her şey. Neyse ki dışarıdaki hayatı fark edip kendimi o çukurdan kurtarmayı başardım."
Kaşlarımı çattım. "Bana pek kurtarabilmişsin gibi gelmedi ama... Katılmadığın hiçbir davet, izlemediğin hiçbir yarışma yok Caner."
"Tüm çocukluğunu geçirdiği yerden öyle kolay kopamıyor insan. Hala görüştüğüm bir sürü arkadaşım var. Bir de içinde olmayınca bu camiadaki saçmalıkları izlemek daha zevkli. Bu kadar entrikayı başka nerde bulabilirsin ki."
O sırıtınca ben hayretle gülümsedim. Aklımdaki soruyu kendime saklamakla paylaşmak arasında gidip geldiğim kısa bir sürenin sonunda "Peki Oya?" dedim. "Belki de onun için kopamamışsındır danstan. Yoksa hala ona karşı bir şeyler mi hissediyorsun?"
Caner bilmiş bilmiş gülümsedi. "Sence öyle olsa sana bunları anlatır mıydım? Oya çocukluk aşkıydı. Yaşandı, bitti. Ama dans camiasında skandallar bitmez. Benim de en büyük eğlencem hala bu açıkçası."
Ona inanıp inanmamak konusunda kararsız kalmıştım. Ama o konuyu uzatmama izin vermeden kadehini benimkine çarpıp "Dans dünyasının çarpık aşklarına." diye fısıldadı. Bu sözleriyle benim Bora'yla olan geçmişime de Meriç'le sonlanan absürt ilişkime de atıfta bulunuyordu şüphesiz. Rüzgar, Beliz ve Meriç aşk üçgenini ya da az önce öğrendiğim Caner, Oya, Rüzgar çıkmazını da unutmamak lazımdı tabi ki. Bir an için duygularımı çarpık bir aşk olarak adlandırmasına tepki verecek oldum, ama Caner'in ilgisi o sırada başımın üstünde bir noktaya kaymış, aynı anda dudaklarındaki sırıtış büyümüştü.
"Çarpık aşk demişken..." dedi alt dudağını ısırıp.
Onun neye takıldığını görmek için omzumun üstünden dönüp arkama baktım. Alev! diye çınladı beynimde bir ses. Hemen yanında sima olarak çok tanıdık gelen, ama kim olduğunu çıkaramadığım bir adam vardı. Ya bizi fark etmemiş ya da görmezden gelmişler; doğrudan en kuytu köşedeki masaya yönelmişlerdi.
"Adamı tanıyor musun?" dedim gözlerini kısmış Alevlerin masasını izleyen Caner'e.
İçkisini kafaya dikip "Tabii." dedi. "Sevgili amcam... biricik kuzenim Tuğçe'nin de babası..."
Anlamamıştım. Zaten izlediğim adam sevgilisiymiş gibi Alev Hoca'nın elini tutmuş hararetle bir şeyler anlatmaya çalışırken bu adamın Caner'in iddia ettiği kişi olduğuna inanmam imkansızdı. "O..." diye başladıysam da Caner cümleme devam etmeme izin vermedi.
"Evli elbette. Yengemle... Ama bu Alev'le uzun süredir birlikte olmalarına engel olmuyor tabi."
"Nasıl yani?" diye sordum dehşetle.
Caner hala umursamazca gülümsüyor olsa da bunun gerçek hislerini gizleyen bir kılıf olduğunu görebiliyordum. "Herkes biliyor. Herkes de göz yumuyor." dedi omuz silkip. "Bu oteli amcam işletiyor. Alev'i de yıllardır herkes tanır burada zaten. Yengem ilk ne zaman onları yakaladı bilmiyorum. Herhalde burada görmüştür. Ben öğrendiğimde lisedeydim. Dans okulunu da Alev'e amcamın açtığını öğrendikten sonra bir daha derse gitmedim zaten." Sinirle güldü. "Saf kuzenim daha yeni keşfetti biricik babacığının yediği haltları. Hala kabullenme aşamasında."
Bir süre ne diyeceğimi bilemeden dehşetle onu izledikten sonra "Caner bu korkunç." dedim dürüstçe. "Ben... çok üzgünüm. Tuğçe'nin böyle bir şeyle uğraştığından haberim yoktu."
Caner omuz silkip şişede kalan son şarabı da kadehine koydu ve kafasına dikti. "Sen yine bu öğrendiklerini bilmemeye devam et. Böylesi herkes için en iyisi."
"Merak etme, kimseyle konuşacak değilim. Yine de... Üzgünüm."
İkimizin de sessiz kaldığı süre boyunca kadehimde kalan şarabı ağır ağır yudumladım ve etrafımı sarmış tonla hikayeden nasıl böylesine bihaber yaşayabildiğimi düşündüm. İki gün öncesine kadar Meriç'in gerçek yüzünü görememiş, Caner'in Oya ve Rüzgar'la geçmişini ancak bu gece öğrenmiş, Alev Hoca'nın çalkantılı aşk hayatını ise az önce keşfetmiştim.
Hakikaten de çarpık aşklar kesişim kümesi gibiydi hayatım. İnandığım tüm karakterler sahtekar, yalancı bellediklerimse mağdurdu. Kimin haklı kimin haksız olduğu karman çorman olmuştu artık bu hikayede. Öylesine yanlıştı her şey. Ve ben muhtemelen haksız yere damgaladığım o insanlardan birinin yüzüne bakıyordum şu an. Bu düşüncelerle bir anda Caner'e dönüp "Telefonu versene." deyiverdim.
Caner bir an ne istediğimi anlamasa da masada duran aletin kilidini açıp bana uzatmıştı. Muhtemelen sonradan başıma iş açacağını bildiğim halde o an için doğru olduğuna inandığım şeyi yapıp rehberi açtım, numaramı tuşlayıp kaydettim ve telefonu Caner'e geri uzattım.
"İrem diye kaydettim." dedim. "Umarım başka İrem yoktur telefonunda."
Caner şaşkındı. "Bana numaranı mı verdin yani?"
Ayağa kalkıp gitmeden önce gerçekten içten gülümsedim. "Bu gece için de tüm yardımların için de teşekkürler Caner. Eğer benim yapabileceğim bir şey olursa ben de sana yardım etmek isterim."
Caner bir ekrana bir benim suratıma bakıyordu. "Bir kahve harika olurdu mesela." dedi sonunda.
"O zaman sonraki kahve benden." dedim. "İyi geceler."
Kalkıp çıkışa yöneldiğimde ne peşimden gelmiş ne de o gece Meriç gibi sayısız mesajla beni taciz etmişti Caner. Çarpık aşklar üçgeninde kendine bir yoldaş arayan yaralı bir ruhtu o da belki de. Bizim yollarımız onunla asla birleşmeyecek olsa da bu bir seferlik kesişme için minnettardım.
Artık hazırım diye düşündüm o gece yastığa başımı koyduğumda. Şu birkaç günde yaşadıklarım, gördüklerim, öğrendiklerim beni bambaşka bir İrem yapmış; yepyeni bir gerçekliğe hazırlamıştı. Büyümek zorunda kalmış, büyümüştüm.
Yarın yepyeni bir gün, yepyeni bir hayat başlıyordu.
Ve ben hazırdım.
***
-BÖLÜM SONU-
Ron ron ron ron ron!
Yepisyeni bir hayat öncesi bir final bölümü gibi oldu :) İrem artık kendi ayakları üstünde duracak. En azından deneyecek. Elbette onu pek çok zorluk bekliyor. En azından ilk adımı atmış gibi.
Şimdi geriye dans, Meriç, Rüzgar gibi mini minnacık sorunlar kalıyor.
Sizce İrem ne karar verecek? Dansa dönmek, Meriç'le barışmak, Rüzgar'ı affetmek... Hangisi ya da hangileri olur dersiniz?
Peki ya Caner'le ilgili yeni öğrendiğiniz bilgilerle ilgili neler düşünüyorsunuz?
Hadi bana yazın, bol bol konuşalım :D
Öpüücük
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top