Bölüm 53

Herkese selam,

Aslında bu hafta Wattpad'e küstüm. Kırgınım. Sıralamalarımı değiştirdiler, bir şeyler yaptılar bütün okunmalarım azaldı. Nedeğnnnn :( Çok mutsuz oldum.

Yine deeeeee....

En hızlısından size bölüm yüklüyorum. Çünkü sizi de yazmayı da çok seviyorum :D

Ne diyelim, daha güzel günlere inşallaaaaah...

Öpücükler, keyifli okumalar

:*

***

Devil, devil...

***

BÖLÜM 53:

KÖTÜ ADAM

           

Cahil cesareti... Sanırım benim fütursuzca attığım adım için kullanılan tanım buydu. Kendimi önüme çıkan ilk taksiye atarken sonraki on saniyeden ötesini düşünememiş olan beynim tekerler döndüğü an beni bekleyen gerçek tehlikenin farkına varmıştı.

Beş parasızdım. Telefonum yoktu. Soğuktan korunmamı sağlayacak bir montum bile yoktu. Büyük gelen ayakkabılarım ve üzerimdeki emanet kıyafetlerle bir evsizden farksız görünüyordum muhtemelen. Dikiz aynasından beni kesen taksici yüzü gözü yara içinde, durmadan ağlayan bu kızı neden arabasına aldığını düşünüyordu şüphesiz.

İşin en acıklısıysa kendi ayaklarıyla katilinin kollarına koşan bir kurbandan farksız olmamdı. İstanbul'da evim dediğim tek yere doğru süratle yol alırken aklıma gidecek başka hiçbir yerin gelmemesi kaderin bir oyunuydu kesin. Evet, verdiğim anlık kararla hayatıma sıfırdan bir başlangıç yapmayı seçmiştim. Ama o başlangıç için önce hayatımı mahveden adamla yüzleşmem ve yüklerimden kurtulmam gerekiyordu demek.

"İleriden sağa dönelim." dedim daha bir gün siteye girdiğimizde. Daha bir gece önce canımı kurtarmak için bu sokaklardan geçmiş, tam da şu an durduğumuz yerde Rüzgar'la karşılaşmıştım. Zihnimden bir türlü atamadığım görüntüler eve yaklaştıkça gerçekliğe üstün geliyordu sanki. Taksiciye "Şu beyaz ev." dediğim halde gözlerim ağlayarak o evden gecenin karanlığına atlayan zavallı bir kızdan başka şey görmüyordu.

Sanki yeniden aynı ana dönmüş olan kalbim öyle delice çarpıyordu ki kriz geçirmek üzereydi korkarım. Titrememi kontrol etmeye çalışıp kendimi telkin ettim. Bir şey yapamaz. Ondan korkmuyorum. Artık bana bir şey yapamaz. Eşyalarını alıp çıkacaksın. Hepsi bu! Yapamaz. Sana bir şey yapamaz! Korkmuyorum! Ondan korkmuyorum!

Bu bir yalandı.

Ölümüne korkuyordum şu an. Ne yazık ki ne yöne gideceksem gideyim, yol bu evde başlıyordu. Derin bir nefes alıp gözyaşlarımı kuruladım ve "Siz burada bekleyin, paranızı getirecekler." dedim kapıyı açmadan önce. Taksicinin ardımdan homurdandığına emin olsam da kulaklarımdaki uğultu duymama engel olmuştu. Bahçeye adım attığım an neredeyse arkamı dönüp geri arabaya saklanacaktım. Ama ya sonra? dedi hala biraz da olsa mantıklı düşünebilen beynim. Cesaretimi korumaktan ve devam etmekten başka şansım yoktu.

Zile basmak yerine kapıyı tıklatıp bekledim. Her daim ortalıkta koşturan hizmetçilerden birinin beni duyacağına emindim, zaten nefesimi tutarak geçen saniyelerden sonra kapı aralanmıştı.

"İrem Hanım?" dedi kız şok içinde. Olanlardan sonra kendi ayaklarımla eve dönmemi beklemediği hayretle büyümüş gözlerinden belli oluyordu. Yüzümdeki yaraları ve başımdaki sargıyı incelerken karşımda iyice küçülmüştü sanki.

"Evde mi?" dedim içeri adım atmadan önce.

Aksi olabileceğini düşünmediğimden kız başını iki yana sallayınca şaşırmıştım. "Meriç Bey çıktılar. Yarım saat oldu sanırım. Lale Hanım da peşinden gitti. Evde değiller."

Güzel diye düşündüm. Demek hayat hala bana yer yer yardım ediyordu. "Taksiyle geldim. Adama ödemesini yapar mısınız? Üzerimde para yoktu."

"Tabi, tabi İrem Hanım." dedi kız panikle içeri koşturarak.

Onun açık bıraktığı kapıdan antreye adım attım. Muhtemelen bütün gece çalışan kızlar yaşanan felaketin tüm izlerini silmişlerdi, oysa ben hala baktığım her yerde cam kırıkları ve kan görüyordum. Delice titreyen bacaklarım hareket etmeyince Fazla vaktin yok! diye uyardı beynim. Meriç muhtemelen Rüzgar'ın tüm itirazına rağmen ona gitmişti ve orada olmadığımı anladığı an kürkçü dükkanına geri dönecekti. Tanrının bana verdiği şansı kaybetme lüksüm olmadığından paniğimi kontrol altına almaya çalışarak merdivene doğru ilerledim.

Her basamak öncekinden daha berbat bir anıyı çağrıştırıyor, sırtımdan akan soğuk terle bedenim titriyordu. Yine de durmadım. Kendimi odama atıp kapıyı kapamamla dolaba gitmem bir olmuştu. Her şeyin en başında, tüm umutlarımı doldurup yollara düştüğüm kırmızı bavulum onca zaman bu anın geleceğini bile bile sessizce beklemiş gibi duruyordu. Kıyafetlerimi raflardan, askılardan alıp içine tıktıkça zamanı geri sarıyormuş gibi hissetmiştim.

Otobüs terminali, bir köşede beni bekleyen Meriç, eve ilk giriş anım, bu odadaki ilk gecem, okula gittiğimiz ilk gün, Alev'le ilk karşılaşma, ilk ders, ilk hüsran, ilk umut, ilk kalp çarpıntısı, arkadaşlık, aşk, bambaşka bir tutku, zafer, çöküş, yeniden hüsran, hayal kırıklığı, ihanet ve mutlak yıkım... İstanbul'daki hayatımın özeti bundan ibaretti işte. Ve az sonra bu odayı ardımda bırakıp yeniden yollara düştüğümde her şeyin başladığı otobüs terminalinden başka beni bekleyen bir gerçek kalmayacaktı.

Tüm eşyaları valize tıkmayı başardıktan sonra üzerimi değiştirip Ela'nın emanet giysilerini dolapta Oya'dan kalan güzel kıyafetlerin yanına koydum ve montumu üzerime geçirdim. Muhtemelen Meriç'ten kaçarken antrede düşürdüğüm el çantam içindeki değerli tüm eşyalarımla komodinin üzerinde duruyordu.

Şarjı bitmiş telefonum, kimliklerim, limiti tamamen dolmuş bir adet kredi kartı, bomboş kalmış bir hesaba ait banka kartı, hala içinde para olduğunu umduğum İstanbulkart ve otuz lira...

Ve böylece muhteşem bir gerçekle daha yüzleşmiş oluyordum. İstanbulkart'ta olduğunu umduğum üç beş kuruşla terminale ulaşmayı başarsam bile otobüs bileti alacak param yoktu. Bugün günlerden pazardı ve normal şartlarda harçlığımın yarın yatması gerekiyordu. Elbette kafamda bir şişenin kırılacağını hesaba katmadığımdan paramı zar zor ay sonunu çıkartacak şekilde harcamıştım. Düğüne giderken taksiye verdiğim para da öngörülemez giderlerden biriydi tabii. Annemleri bir terslik olduğu konusunda şüphelendirmeden onlardan harçlığımı erken yatırmalarını isteyemezdim.

Tanrım... başka bir çıkış yolun yok muydu sahi? Gözlerimin yeniden acımaya başladığını hissediyordum. Genzimde yanan acıyı derin bir nefesle bastırıp sakin ol dedim kendime. Önce buradan çıkmaya bak. Gerisini sonra düşünürsün. Burundan derin bir nefes... ve sonra bir daha... Bir yandan iç sesim dırdırcı bir papağan gibi tekrarlıyordu. Önce buradan çık İrem. Buradan çık İrem! Kaç!

Bir küçük cebi bile zor dolduran zimmetimi montumun iç gözüne sıkıştırıp sırt çantamı omzuma taktım. Bir saniye bile düşünmeye vakit bulsam durumumun ne kadar acıklı olduğunu idrak edip ağlamaya başlayacağımı bildiğimden oyalanmadan valizi ayağa kaldırıp koridora doğru ittirmiştim.

"İrem Hanım, biz yaparız." diyerek yardıma yetişen hizmetçileri elimle durdurup tüm ağırlığına rağmen valizi merdivenden aşağı sürükledim. Kızlar merakla antreye doluşmuş, benim çırpınışımı izliyorlardı şimdi. "İrem Hanım Lale Hanım'ı beklemeniz daha doğru olmaz mı?" diye sordu içlerinden biri çekinerek. "Gitmenizi istemeyecektir."

O hasta oğluna benden daha salak bir kurban bulamayacağı içindir demek geldi içimden, ama patronlarının gazabından korkan bu zavallıcıkların bu öfkemi hak edecek tek bir günahları yoktu. Yine de onlara kendimi açıklamak için bile durmaya cesaret edememiştim. Koşar adım bahçeye çıkmam tıpkı dün geceki kaçışım gibiydi.

Normalde ağrıdan zor hareket ettirdiğim bacaklarım adrenalinin etkisiyle beni uçarca durağa götürüyordu şimdi. Hangi yöne bindiğimin şu noktada pek de bir önemi yoktu. Sadece bu suç mahallinden uzaklaşmaya odaklandığımdan hala uzun vadeli bir plan yapmamıştım. Lütfen diyordum bir yandan içimden. Gitmeme izin ver. Lütfen otobüs gelsin.

Ve sahiden de beş dakika geçmeden otobüs gelmişti. Belki de fırsatım varken çok daha büyük bir şey istemeliydim tanrıdan. Kartı okuyucuya tutarken bakiyemin kalmadığını herkese ifşa edecek o sevimsiz sesi bekleyerek kalp krizi geçirdiysem de korktuğum olmamış, az sonra otobüsün arkasında bir köşeye yerleşmiştim. Bu kampüse gitmek için kullandığım hattı. Tebrikler İrem, bu durumda okula gidiyorsun dedim kendi kendime. Başlangıç için fena bir yer sayılmazdı. Telefonumu şarj edebilir, sakinleşip sağlıklı düşünür ve ne halt edeceğimi bulabilirdim.

Başımı soğuk cama yaslayıp gözlerimi kapadım. Otobüsün mayıştıran tıngırtısı bir süre sonra kalp çarpıntımı hafifletmiş, sakinleşmek hüznün yeniden mideme oturmasına neden olmuştu. Belki de akıl sağlığımı korumak için durmadan koşmak en iyisiydi. Zira durup olanları hatırladığım an karamsar düşünceler sarmalına geri dönüyordum.

Perişan hissettiğim, sahte avuntularla kendimi sakinleştirdiğim ve sonra daha beter paniklediğim yarım saatlik sevimsiz bir yolculuğun sonunda nihayet kampüse gelmiştik. Ee, şimdi ne yapıyoruz? diye geçirdim içimden. Sırt çantamla beraber idare etmeye çalıştığım ağır valizi okulun Arnavut kaldırımlı yollarında sürüklemek bu denli zor olmasa belki en doğru kararı vermek için oyalanabilirdim. Ama kan ter içinde kaldıktan ve zaten sınırlı olan tüm enerjimi de bitirdikten sonra az ilerideki kafeye girmekten başka şansım kalmamıştı.

İçimden çeşitli küfürleri ardı ardına sıralayarak valizi ve çantamı bir köşeye yığıp üzerimi çıkardım ve kendimi sandalyeye bıraktım. Ellerimdeki sargıların kan içinde kaldığını ancak o an fark ediyordum. Tüm koşturmaca ve çekiştirme arasında kesikler yeniden açılmış olmalıydı. Parmaklarım istemsiz alnıma uzandığında sargının hala orada olduğunu hissettim, ama göremesem de onun durumunun da pek iç açıcı olduğunu sanmıyordum.

Kan oturmuş dudaklarımı yalayıp burnumun ucuna kadar gelen sızıyı bastırdım. Henüz kendimi bırakma lüksüm yoktu. Hala hiçbir planım olmadan, okulun ortasında bir kafede, öylece oturuyordum. Sesli bir nefes verip çantamdan şarj aletini çıkardım ve işe dünyayla aramdaki tek bağı yeniden hayata geçirerek başladım. Bunun o kadar da doğru bir karar olmadığını saniyeler geçmeden anlamıştım.

102 cevapsız arama mı? dedim dehşet içinde. Bir o kadar sesli mesaj ve Whatsapp uyarıları...

Önce Lale Hanım bana ulaşmaya çalıştığından ilk aramalar ona aitti. Bir noktadan sonra Meriç ilacın etkisinden kurtulmuş olsa gerek ondan gelen sayısız arama ve mesajlar takip ediyordu Lale Hanım'ınkileri.

İrem lütfen aç!

Neredesin?

Konuşalım mı?

İrem! Aç şu telefonu!

Yalvarırım İrem...

Özür dilerim... yalvarırım aç...

Onun yazdıklarına hızla göz atmış, ama sesli mesajları dinlemeye cesaret edememiştim. Zaten Meriç'in sayısız aramaları arasında annemin ismini görmek bir an için geri kalan her şeyi unutturmuştu. Panikle yalandan bir hikaye uydurup önceki gece uyuya kaldığımı, çok özür dilediğimi, şimdi okulda arkadaşlarla olduğumu, bu arada onu çok özlediğimi söyleyen bir mesaj attım anneme ve gerçek ruh halimi hiç de yansıtmayan bir sürü gülücüklü emoji koydum.

Ve bu problemi de halletmem beni listemdeki son sorunsala, yani Rüzgar'ın aramalarına ve mesajlarına getiriyordu. Evden çıkmamla telefonuna sarılmış olmalıydı o da. Meriç'inkiler kadar dramatik olmasa da onun mesajlarının teması da duyduğu pişmanlık ve benimle konuşmak istemesi üzerineydi.

Sinirle mesajlardan çıkıp son arananlarda Oya'yı buldum. Şu an bana yardım edebilecek tek kişi oydu. İkizlerin Tuğçe'yle olma riskini Memo'nunsa Rüzgar'a haber verme ihtimalini göze alamazdım. Hadi Oya! diye geçirdim içimden telefonu kulağıma götürdüğümde. Başka bir şey dilememe fırsat kalmadan aradığım kişiye şu an ulaşamadığımı söylemişti ses.

"Nasıl ya!" dedim panikle. Beklediğimden yüksek çıkan sesim kafedeki tek tük öğrencinin de bana bakmasına neden olmuştu. Oya'nın daha önce telefonunu kapadığını hiç görmemiştim. Nasıl kapatabilirdi ki zaten, hayatının yüzde doksanını sosyal medya hesaplarında yaşıyordu. Bir yanlışlık olmasını umarak bir daha denedim. Aynı ses, aynı mesaj, aynı hüsran...

Kahretsin Oya, hayattan bağını kesecek bugünü mü seçmiştin gerçekten? Artık ağlamak değil, avazım çıktığı kadar bağırmak ve hayata isyan etmek istiyordum. Bu kadar da bir kulun üstüne gidilmezdi ama...

Bir an gözlerim kararınca başımı kollarıma gömüp bir süre öylece durdum. Yaşadığım onca şeyden sonra ağzımdan tek lokma girmediğini kendince anlatmaya çalışıyordu bedenim korkarım. Cebimde kalan son paranın otuz lira olduğu düşünülürse ona hak ettiği mükellef ziyareti çektirmemin pek imkanı yoktu, ama en azından bayılmamı engelleyecek bir gıda takviyesinde bulunabilirdim. Vücudumun her noktası ayrı sızladığından ağır ağır bankoya gidip guruldayan midemi tatmin edecek bir şeyler bakındım.

"Merhaba. Ne istersin?" demişti kasadaki çocuk neşeyle. Heyecanı yüzümü görene kadar sürmüştü maalesef. Onun kafamdaki sargıya nasıl baktığını görmezden gelip "Şu peynirli sandviçten. Bir de filtre kahve." dedim. Ama çocuğun ilgisi benden arkamdan gelen sese kaymıştı.

"Bana da aynısından lütfen. Hepsini buradan alabilirsin."

Gerçekten mi? diye düşündüm beynim duyduğum sesin sahibini algılar algılamaz. Yavaş yavaş tanrının benimle alay ettiğini düşünmeye başlıyordum.

"Sence de bu bir işaret değil mi?" diye sordu Caner. "Yani devamlı burada karşılaşmamız?" Ama yüzündeki gevrek sırıtış biz göz göze gelene kadar sürebilmişti. "İrem? Ne oldu? Kaza mı yaptın?"

Onun gibi bir şey diye düşündüm sıkıntıyla. Bir açıklama yapmayı düşünmediğimden oğlanın uzattığı tepsiyi almıştım. "Sağ ol Caner. Bir dahakine ben öderim."

Arkamı dönüp masaya dönmeye kalksam da Caner önüme geçip yürümeme engel oldu. "Dur, dur, dur. Ne yapıyorsun sen pazar pazar burada, hem de bu halde? Ne oldu sana böyle İrem?"

"Sana ne Caner?" dedim ne kadar ters olduğumu umursamadan. Kimseyle, özellikle de Caner'le dertleşecek durumda değildim. "Çekilir misin?"

Caner kaşlarını çatmış yüzümü inceliyordu. Gözleri masada bıraktığım eşyalarıma kaydığında muhtemelen bir kaçak olduğumu anlamıştı. "Bir yere mi gidiyorsun?"

Sıkıntıyla nefes verdim. "Caner... lütfen çekilir misin? Ayakta zor duruyorum zaten." Yalan değildi. Sabahtan akşama antrenman yaparak geçirdiğim günlerden bile daha bitap hissediyordum şu an. Neyse ki Caner halime acımış olsa gerek bir kez daha yanından geçmeye çalıştığımda beni durdurmamıştı. Bir an ondan kurtulduğumu düşünsem de az sonra kendi tepsisini almış karşımda oturuyordu.

"Ne yapıyorsun?" dedim bezgin bir şekilde.

"Antrenman öncesi yemek yiyorum." dedi omuz silkip. "Basket takımında olduğumu söylememiş miydim?"

Ufladım. "Atladın herhalde."

O merakla bana bakarken lokmalar ağzımda büyüse de açlık utanç duygusundan çok daha kuvvetliydi. Peynirli sandviç lokma lokma boğazımdan mideme inerken enerji damarlarıma pompalanıyordu sanki.

Son lokmamı da büyük bir yudum kahveyle yutmamı izleyen Caner "Ee.." dedi. "Anlatmayacak mısın?"

"Anlatmayacağım." dedim telefonuma uzanıp. Ben masadan kalktığımda Meriç'ten gelen yeni aramaları ve mesajları kapatıp bir kez daha Oya'nın ismine dokunmuştum. Lanet olsun ki aradığım numaraya hala ulaşılamıyordu.

"Kahretsin." dedim kendimi tutamayıp telefonu sertçe masaya çarparak.

"Oya'ya şimdi ulaşamazsın." dedi sakince hareketlerimi gözlemleyen Caner.

Anlamamıştım. "Nedenmiş o?"

"Şu an uçakta da ondan. Paris'e gidiyorlar."

"Paris mi?" dedim hayal kırıklığı içinde. "Ne Parisi ya? Sen nereden biliyorsun ki?"

"Oya'nın annesi otel tavsiyesini annemden aldı da ondan. Evlilik yıldönümü kutlaması için mi ne..."

"Allah kahretsin!" dedim dehşetle Caner'e bakarak. "Ne zaman dönecekler peki?"

Caner bu isyanımın nedenini anlamışa benzemiyordu. "Bilmem birkaç güne herhalde. Neden ki?"

"Bu... bu olamaz." diye mırıldandım. "Bu kadar olamaz! Allah'ım... Şimdi ne yapacağım?"

Panik öyle can yakıcıydı ki karşımdaki Caner'i de bedenimdeki acıları da unutturmuştu bana. Güvendiğim, tutunabileceğim tek dal gözlerim önünde paramparça oluyordu ve yapacak hiçbir şeyim yoktu. Tam şu an yeniden hıçkırıklara boğulsam kimse beni suçlayamazdı herhalde. Kendi kendime konuştuğumun farkında bile değildim.

Sargılı elimi hıçkırıkların kaçmasını önlemek için dudaklarıma götürmemle Caner'in bileğime uzanması bir olmuştu. "İrem? Tam olarak ne oldu? Kim yaptı sana bunu? Meriç'ten mi kaçıyorsun yoksa?"

Ona itiraz etmek, beni rahat bırakmasını söylemek istiyordum. Ama o an telefonda bir kez daha Meriç'in mesajı belirince bu planım suya düşmüştü.

Yalvarırım ara beni İrem. Çok pişmanım.

"Sana bunu o mu yaptı?" dedi Caner kocaman açılan gözlerini ekrandan yüzüme çevirdiğinde.

"Neden şaşırdın?" diye çıkıştım sinirle. "Sen değil miydin her fırsatta beni ona karşı uyaran?"

"Ben seni aldatacağını kast etmiştim, yüzünü gözünü dağıtacağını değil."

Sinirle güldüm. "Merak etme onu da yaptı."

Caner'in kaşları çatılmıştı. Onun karşısında aciz görünmek istediğim son şey olsa da göz yaşlarımı tutamıyordum artık. Sakinleşmek ve bu geceyi geçirecek bir yer bulmalıydım. Bir otele gidip ödemeyi sonradan yapacağımı söylesem kabul ederler miydi acaba? Yoksa kartı verdiğim an ret gelince beni kapı dışarı mı atarlardı?

"Oya'yı neden arıyorsun peki?" diye sordu Caner.

Yaşadığım dramın içinde gereksiz bir dış ses gibi zırt pırt düşüncelerimi bölmesinden sıkılmıştım. "Ne istiyorsun benden Caner?" dedim. "Rahat bırak beni lütfen. Zaten bir sürü derdim var."

"Onu görebiliyorum." dedi Caner arkasına yaslanıp. Dikkatle beni izlerken yaşadıklarımı mantıklı bir senaryoyla aklında birleştirmeye çalışır gibiydi. Kafeye giren iki oğlan ona seslenene kadar sessizce karşımda oturup düşünmeyi sürdürmüştü.

"Oğlum, hadi! Geç kalıyoruz antrenmana. Seni bekliyoruz bir saattir."

"Siz gidin!" dedi Caner omzunun üstünden çocuklara dönüp. "Bugün gelmeyeceğimi söylersiniz koça."

Oğlanlar muhtemelen Caner'in benim gibi gözü yaşlı bir kızla, okulda bir kafede, hem de valizlerin ortasında pazar pazar ne yaptığını anlamamıştı. Bir süre şaşkın şaşkın baktıktan sonra "Peki." deyip gittiler.

"Niye onlarla gitmiyorsun ki?" dedim sinirle. Neden ona öfkelendiğimi bile bilmiyordum.

"Sen en son ne zaman aynaya baktın?" dedi Caner sabırla. "Sahiden bu halde seni bırakıp gideceğimi mi düşünüyorsun?"

"Sana ne ya! Sana ne!" diye bağırdım kontrolümü tamamen kaybedip. Bana acıyan insanlardan da yardım ettiğini iddia edip sonra gerçek yüzünü gösteren yalancı adamlardan da gına gelmişti. Bu hayatta en yakınındakine bile güvenemeyeceğimi bu kadar açıkça öğrendikten sonra kimseye, özellikle de Caner'in iyi niyetine inanacak değildim. Bir anda ayaklanıp toparlanmaya başladım. Montumu üzerime geçirirken ellerimi fazla zorlamış olsam gerek acı dişlerimi sıkmama neden olmuştu.

"Ne yapıyorsun şu an?" dedi Caner oturduğu yerden. Bana kıyasla hala oldukça sakindi.

Onu umursamadan atkımı kendimi boğazlamak ister gibi boynuma dolayıp çantayı omzuma taktım. "Ne gibi görünüyor? Buradan gidiyorum!"

Caner bir süre daha ses çıkarmadan debelenmemi izledi, ben valizi çekmeyi başaramayıp düşürünce daha fazla dayanamamış olsa gerek kalkıp bavulu yerden aldı. "Tamam, gittiğin yere götüreyim seni o zaman. Valizi bile taşıyamıyorsun daha."

Gittiğim yere diye düşündüm. İşte cevaplanması gereken en büyük soru buydu: bu zavallı İrem nereye gidiyordu? Telefonum bir kez daha çalmaya başlayınca öfkeyle susturup tamamen kapadım. Bu kez arayan Rüzgar'dı üstelik ve Caner'in ekranın üstündeki ismi yakaladığını fark etmiştim.

Başka soru sormasını engellemek için "İstemez sağ ol." dedim valizi elinden çekiştirip. "Kütüphaneye gidiyorum zaten. Sana iyi günler."

Caner bavulumu almama izin vermemişti. Gözlerini gözlerime dikmiş dikkatle yüzümü incelerken her zamanki alaycı tavrını ilk kez bir kenara bırakmış gibi görünüyordu. "Seni dokuz olmadan kütüphaneden atacaklarını biliyorsun değil mi?" dedi şüpheyle. Muhtemelen o an öğrendiğim bu gerçeğin suratımda yarattığı hayal kırıklığı öyle barizdi ki sıkıntıyla nefes vermişti. "Kalacak yerin yok. Meriç'ten kaçtığından eve dönemiyorsun. Oya telefonlarına çıkmıyor. Belli ki Rüzgar da sana ters bir şey yapmış ki onunla da konuşmuyorsun. Ve nedense diğerlerini aramak da istemiyorsun. Doğru mu?"

Ne muhteşem bir özetti bu. İlk kez Caner'i terslemek yerine sustum. Ben sessiz kaldıkça onun sözlerini doğruladığımı biliyordum, ama ne onla ne de hayatla mücadele edecek gücüm kalmamıştı. Zaten Caner bir süre daha beni izleyip sonunda  "Tamam." demişti. "Tamam...  Kalacak yer kolay. Ama önce şu yaralarına falan baktıralım. Elin hiç iyi görünmüyor. Kafandaki bant da açıldı açılacak."

Bezmiştim. "Caner..." dedim sıkıntıyla. "Yardımını istemiyorum. Neden anlamıyorsun?"

"Hikayedeki tüm kahramanlar seni hayal kırıklığına uğratmış İrem. Bir seferlik de olsa kötü adama şans versen ne kaybedersin?"

Meriç ve Rüzgar'ı kastediyordu şüphesiz. Onları kahramanım olarak görecek kadar salak olduğum doğruydu. Öyle büyük yanılmıştım ki pişmanlığı kalbimden silmek belki bir ömür sürecekti. Peki ya kötü adam hakkında da yanıldıysam? O zaman ayağıma kadar gelen şansı, tek kurtuluş fırsatını geri tepmiş olmayacak mıydım?

"Hadi..." dedi Caner kararsız kaldığımı fark edip. "Ne kadar kötü olabilir ki?"

Sahi ne kadar daha kötüye gidebilirdi işler. Bir süre bakışlarım yerde sessizce düşündükten sonra derin bir nefes alıp "Size gelmem." dedim.

Caner onca düşünmeden sonra ağzımdan çıkan şeyin bu olduğuna inanamıyormuş gibiydi. "Bize mi?" dedi gülerek. "Bizim kaç tane otelimiz var biliyor musun sen?"  Sözlerini çok rahat yanlış anlayabilecekken o an burnu büyüklük yapmaya çalışmadığına emindim. Sadece espri yaparak beni güldürebileceğini sanıyordu. "Gel hadi." dedi. "Arabayı kütüphaneye bıraktım."

Caner geçmem için yol verdiğinde huysuz bir kız çocuğu gibi somurtarak önünden dışarı çıkmıştım. Tüm aksiliğime rağmen hala dudaklarında bir tebessümle yanımda kaldığına inanamıyordum. Elbette bunun da altında yatan gizli bir neden vardı. Bir daha asla kimseye güvenmeyecek olan kalbim Caner'in iyi niyetli olma ihtimalini değerlendirmiyordu bile.

Yine de...

Günün sonunda o kötü adamdan başkası kalmamıştı yanımda. Gidecek bir yeri, arayacak bir arkadaşı ya da gerçekleri anlatabileceği bir ailesi olmayan, çaresiz bir kız olarak bir sefer olsun ben de oyunu kuralına göre oynayacaktım.

En kötü ne olabilirdi ki?

-BÖLÜM SONU-

Hikayenin bu noktadan sonra farklı bir yöne gideceğini söylemiştim. Farklı karakterleri daha çok okuyacağız, onları daha yakından tanıyacağız. Caner de bol bol karşısınıza çıkacak karakterlerden biri.

Ne dersiniz bu kötü çocuk sizin kalbinizi kazanabilir mi zamanla?

Peki ya İrem'inkini?

Ve sizce İrem'e neden yardım ediyor olabilir? Bencil, kimsenin sevmediği, şımarık bir zengin züppesi olarak biliyoruz onu. Acaba bu dış dünyaya gösterdiği kişinin altında bambaşka bir insan olabilir mi?

Hadi bana yazın, biraz mutlu olayım.

Öpücük

E.Ç.

x)

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top