Bölüm 51

Herkese selam, 

Öncelikle hepinize teşekkür ederim. Bir önceki bölüme bir sürü beğeniler yorumlar bıraktınız, ben de gaza geldim hafta sonu gelmeden bölümü bitirmeyi başardım :)))))

Şimdiden hepinize keyifli okumalar :*

Not: şarkı çok güzel, bence dinleyin :D

***

I can't be the only one, who's lonely tonight...

***

BÖLÜM 51:

TEK BİR DOĞRU

Rüzgar'dan...

Sıfır...

Dur!

Bir, iki, üç, dört... Nefes al.

Beş, altı, yedi, sekiz... Daha derin bir nefes al. Sakin ol.

Dokuz, on, on bir, on iki... Odaklan. Aklını koru.

On üç, on dört, on beş... Nefes al ve yine al ve yine al.

On altı, on yedi...

Olmuyordu.

Öfkemi zapt etmek, nefretimi bastırmak ve hareketlerimi kontrol etmek için verdiğim insan üstü mücadeleye rağmen ellerimin titremesini bir türlü durduramamıştım. Bildiğim, duyduğum hiçbir teknik o an içimdeki şiddet eğilimli hayvanı ehlileştirmek için yeterli değildi. Yalnız başıma kalsam belki boğazım parçalanana dek haykırır, kalbimde kopan kıyameti bir nebze dinginleştirirdim. Oysa İrem az ilerimde yüzü gözü kan içinde otururken insanlığımı bile kaybetmek üzereydim.

Ela'nın odasındaydık. Daha doğrusu, sarhoş babasının şiddetinden kaçtığı günler Ela'nın bize sığınıp kaldığı odaydı burası. İçinde bir yatak, eski bir gardırop ve tahta bir masadan başka şey olmamasına rağmen babam burayı değiştirmeye hiç yeltenmemiş, başka bir amaç için kullanmayı da hiç düşünmemişti. Ela'ya yıllar içinde iyice bağlandığını ve onu asla sahip olamadığı kızı gibi gördüğünü biliyordum. Ama şu an bir anda kapısında beliren, hiç tanımadığı İrem'e de aynı özveriyle yardım etmeye çalışıyordu sevgili babam.

"Tamam." dedi sandalyeyi yatağın ucunda oturan İrem'in tam karşısına çekip. İlk yardım çantasını ayağının dibine koymuş, ılık su dolu kabı kucağına yerleştirmişti. Sakinliğine ve durumu ustalıkla idare etmesine bakarak bana kıyasla harika bir iş çıkardığını söylemeliydim. Belki de yüzünde morluklarla bize gelen Ela'dan böyle durumlara alışıktı. Ama ben... kesinlikle öfke kontrol problemi yaşıyordum şu an.

Ela için de sayısız kez uykusuz kalmış, defalarca sinirimden duvarları yumruklamıştım. Ama bu gece olanlar farklıydı. Bu gece yaşanan tüm günahların suçlusu bendim. Meriç'in bana ne kadar öfkeleneceğini bile bile İrem'in düğüne gelmesine izin vererek tüm bu kıyameti ben körüklemiştim.

Bilmiyorum, belki de içimde Meriç'le inatlaşmak isteyen şımarık bir çocuk vardı. Farkında bile olmadan ona bir ders vermek istemiştim belki de... Ama sırf benimle bir davete katıldı diye İrem'i hastanelik edeceği aklıma nasıl gelebilirdi ki? Nasıl yapmıştı Meriç? Gördüğü onca tedaviye, aldığı onca ilaca rağmen nasıl sevdiği kızı bu hale getirecek kadar kendini kaybedebilmişti? Aklım hala almıyordu.

"Önce yaranı temizleyeceğim." dedi babam İrem'i çenesinden tutup. Suya daldırdığı bezi alnına değdirmesiyle İrem'in acıyla inlemesi bir olmuştu. "Tamam... Tamam sakin ol. Acıyor biliyorum. Ama ne kadar derin kesildiğini görmem lazım. Dayanabilecek misin?"

İrem alt dudağını ısırıp gözlerini kapamıştı. Başını bu acıyı kabullendiğini söylemek için sallarken buna tezat yaşlar gözlerinden süzülüyordu. Yumruklarımı sıktım. Babam ağır ağır pıhtılaşmış kanı temizlerken ben ağzımdaki kekremsi tatla, hiçbir şey yapamadan onu izliyordum. Hayatımda daha çaresiz hissettiğim birkaç an daha olmuştu muhtemelen.

"Aferin sana." dedi babam bezi kaseye bırakıp. İrem'in başını iki eliyle tutup kendine doğru eğmişti. Dikkatle incelerken ben de onun mimiklerinden durumun ciddiyetini anlamaya çalışıyordum, ama babam sonunda İrem'i bıraktığında gülümsüyordu. "Dikiş atılmasını gerektirecek kadar büyük bir kesik yok, merak etme. Şimdi mikrop kapmaması için ilaç sürüp üzerini kapatacağım. Azıcık yanabilir, ama hemen geçecek. Tamam mı?"

İrem bir kez daha başıyla onayladı, ama bu kez gözlerini kapamamıştı. Sanırım ben diğerini tercih ederdim; çünkü onun ıslak, ela bakışlarından yayılan onlarca duygu altından kalkabileceğimden çok daha ağırdı. Göz göze geldiğimizde ona kendini iyi hissettirecek bir iki kelime etmek istesem de kurumuş dudaklarımdan ses bile çıkmamıştı.

"İşte bu kadar." dedi babam işini bitirdiğinde. "Bir de şu ellerine bakalım mı?"

İrem muhtemelen acıdıkları için ellerini avuç içleri tavana bakacak şekilde dizleri üstüne yerleştirmişti. Babam narince kesiklere dokunduğunda yüzünü buruşturup kendini çekmek istediyse de babam bileklerini tutuyordu. Bu işkencenin hiç bitmeyeceğini düşünerek geçen dakikalar boyunca babamın İrem'in eline batmış camları temizlemesini izledim. Acı öyle büyük olmalıydı ki sessizce ağlayan İrem bir yerden sonra iniltilerini kontrol edemez olmuştu.

"Bitti, tamam." dedi babam benim bile daha fazla dayanacak gücüm kalmadığında. "Güzelce temizledim, sardım. Ellerini fazla kullanmazsa bantlar baya idare eder."

İrem savaştan çıkmışa benziyordu şu an, ama en azından babamın sakin, olumlu tavrıyla onu ilk bulduğumda yaşadığı sinir krizlerini atlatmış gibiydi. Babam yanağını okşayıp o güven dolu koca gülüşüyle ona baktığında zar zor duyulan bir sesle "Teşekkür ederim." dedi.

"Şimdi sana söz verdiğim o sıcacık kahvenin zamanı." dedi babam ayaklanıp. Kucağındaki kaseyle ilaç çantasını alıp kapıya yönelmişti. "Rüzgar sana Ela'nın kıyafetlerinden versin. Burada birkaç parça eşyası hep olur. Havlu da getireyim sana ben ama elini suya sokmadan önce eldiven tak ki sargıların ıslanmasın. Bizim banyoda köşede kutusunu görürsün. Sarıkızın ne zaman eve sızacağı belli olmuyor, ondan bulunduruyorum hep."

İrem'in dudaklarında onu bulduğum andan beri ilk kez tebessüme benzer bir kıpırtı dolandı. Sarıkız'ın bizim bahçenin uğrak misafiri sokak kedisi olduğunu bilmediğine emindim. Yine de soru sormadan başını sallamıştı. O Sarıkız'ın şu an burada olup benim asla veremeyeceğim neşeyi İrem'e getirmesini isterdim. Oysa az sonra odada İrem'le baş başa kaldığımızda bu iş tamamen bana düşecekti ve ben kesinlikle ne diyeceğimi bilmiyordum.

Babam odadan çıkmadan önce özellikle benle göz göze gelmiş, tek bir bakışıyla aklından geçen her şeyi anlatmayı başarmıştı. Şimdi susuyorum, ama neler döndüğünü konuşacağız Rüzgar Bey. Başına nasıl böyle bir bela aldın anlatacaksın. Ve tabi bunun gittiğin düğünle ne alakası olduğunu da...

Gözlerimi babamdan kaçırıp dolaba doğru hareketlendim. "Bir bakayım Ela ne bırakmış bizde." Haftada bir evimize gelen Ayşe ablanın yıkayıp ütülediği üç beş parça eşya arasından düz bir eşofman altı, beyaz bir tişört ve hırka seçip çıkardım. "Bunlar iş görür sanırım. En azından rahat edersin."

Kıyafetleri yanına yatağa bıraktığımda "Teşekkürler." dedi İrem çatallı sesiyle. Gözleri yerde olduğundan bir an benimle konuşmak istemediğini düşünsem de kısa bir duraksamadan sonra devam etmişti. "Ben... senden özür dilerim Rüzgar. Babanı bu işe karıştırmak hiç istemezdim. Senin başına iş çıkardığım yetmezmiş gibi onu da uğraştırdım. Ben... böyle olacağını bilseydim..."

"İrem..." dedim hemen sözünü kesip. "Özür dilemesi gereken sen değilsin. Bu olanların hiçbiri senin suçun değildi!"

İrem hüzünle gülümseyip omuz silkti. "Eğer doğru karar vermiş olsaydım... yani zamanında gerçekleri görebilseydim..."

Yaptığı hatayı dile bile getirmek istemiyor olsa gerek dudağını ısırmıştı. Onun kendini suçlayarak karşımda ezilip büzülmesine tahammül edemiyordum. Bu olaydaki en günahsız insandı İrem ve yine de hatanın kendinde olduğunu düşünebiliyordu.

Lanet olsun!

Gidip Meriç'i öldüresiye dövmeden içimdeki öfkeden kurtulamayacaktım korkarım. Hemen şu an yollara düşüp Lale Teyze'nin evine sürmem için yanıp tutuşan bir canavar vardı içimde. Bunun yerine mantıklı davranmamı haykıran iç sesimi dinleyerek derin bir nefes aldım ve babamın boşalttığı sandalyeye oturup nazikçe İrem'in sargılı ellerini tuttum.

"İrem... Yaptığın hiçbir seçim senin bu gece yaşadıklarını mantıklı bir kılıfa sokamaz. Yanlış olan Meriç'le birlikte olmak istemen ya da onu sevdiğin için yanında kalmayı seçmen değil. Sen böyle olacağını bilemezdin ki." Sıkıntıyla nefes verip ensemdeki saçları çekiştirdim. "Bu olanlar için birini suçlayacaksan kendini değil, beni suçla. Sen Meriç'i yeterince tanımıyor olabilirsin, ama ben... ben tanıyorum ve benim düşünmem gerekirdi. Ben onun neler yapabileceğini defalarca kez gördüm. O düğüne gelmene asla müsaade etmemeliydim. Üstüne bir de seni onunla yalnız bıraktım. Keşke orda olabilseydim de..."

Korkunç bir küfür savurmamak için dişlerimi sıktım. Aldığım derin nefes bile sakinleşmem için yeterli değildi ya İrem'in gözlerinin yeniden sulandığını görmek kendimi tutmama yardımcı olmuştu.

"Sanırım sen de benim gibi Meriç için diğerlerinden farklı olduğumu zannettin..." diye mırıldandı İrem göz pınarından kurtulan arsız bir damla yavaşça yanağından süzülürken. "Onun için özel olduğumu falan düşünmüş olmalısın. Ya da bana herkesten farklı davranacağını... Sen de benim kadar safsın demek..."

"Onun için farklı olduğunu biliyorum." dedim ikinci kez düşünmeden. Bu kesinlikle doğruydu, ama maalesef gerçekler bununla bitmiyordu. "O herhangi biri değil İrem. Meriç hiçbir zaman senin hayal ettiğin gibi bir sevgili olmayacak. Bunu gerçekten istese bile... o..."

"Onu ancak izin verdiği kadar sevebilirim değil mi?"

Omuz silktim. "Meriç zarar göreceğini bile bile yanında kalmayı seçeceğin biri. Bana bak, annesine ya da en yakınındakilere bak! Güya onun kardeşiyim ben ve daha geçen gün birbirimizi öldürüyorduk az daha. Üstelik inan bu ilk kez olmuyor." Acıyla gülümsedim. "Meriç'in derdi kendiyle. Seni, beni ya da diğerlerini ne kadar severse sevsin her zaman bu sevgiye üstün gelen bir canavar var içinde. Sadece bazı zamanlar bu canavarı kontrol etmeyi başarıyor."

Sözlerimi bitirmemle İrem delice titreyen dudaklarını birbirine bastırmıştı. Yeni bir ağlama krizinin yaklaştığını kızaran yüzünden görebiliyordum. "Ama ben ona aşığım." dedi göz yaşlarına boğulmadan hemen önce. Karşımdaki minik beden can çekişirce sarsılırken o an belki de yapabileceğim tek şeyi yaptım ve yatağa oturup İrem'e sarıldım.

Keşke hasta bir adama kendini kaptırmış zavallı kalbi için elimden bir şey gelseydi. Daha en başında İrem ettiğim acımasız lafları dinleyip Meriç'ten uzak dursa bugün belki bambaşka bir hayatı olurdu. O günlerde partner olmamalarını istememin tek nedeni dostumu korumaktı. Oysa şimdi asıl düşünmem gerekenin İrem olduğunu görüyordum. Bir an için onun Meriç'i iyi edecek tek insan olduğunu sandığım doğruydu. Ama Meriç'in ruhuna işlemiş şeytanları yenebilecek sihirli bir ilaç yoktu. Artık emindim.

"Neden bunları bile bile hala onu seviyorum?"

Göğsüme kapanmış ağlayan İrem'in saçlarını okşayarak "Çünkü kime aşık olacağımızı seçebilseydik hayat çok sıkıcı olurdu." dedim.

Daha bu sözler dudaklarımdan dökülürken bunun kendim, annem, Meriç, hatta tanıdığım herkes için ne kadar doğru olduğunu fark etmiştim. Bir zamanlar Beliz için ölmeyi düşündüğüm olmuştu. Annem bir adama duyduğu sevgi uğruna ailesini hiçe sayabilmiş, Oya onu hiç sevmeyeceğimi bile bile yıllarca kalbine söz geçirmeyi başaramamıştı. Ve İrem, sonunu bile bile gözlerimin önünde kendini uçurumdan aşağı bırakmak üzereydi. Aşk kesinlikle mantıklı seçimlere kulak asmıyordu.

İrem inledi. "Kalbim acıyor Rüzgar."

Ona daha sıkı sarıldım. "Biliyorum. Ve bu acı hemen geçmeyecek. Hep yanlış seçimler yapmış biri olarak şunu söyleyebilirim ki zaman senin kontrol edemediğin bir hızla ilerliyor ve bir bakıyorsun ki o acı belli belirsiz bir sızıya dönmüş. Ama kalbin gibi zamanı da kontrol edemezsin İrem. Sabretmek zorundasın. Doğru kararı vermek için kendine zaman ver."

"Tek bir doğru yok mu zaten?" diye sitem etti İrem. "Her şey yeterince açık değil mi? Sen kendin söyledin. Meriç asla benim hayal ettiğim gibi bir adam olmayacak. Şu ana kadar bunu kabullenmek istemesem de bu gece olanlardan sonra daha fazla kendimi kandıramam. O halde neden arkamı dönüp hayatıma devam edemiyorum? Tüm... tüm bunlar benim için çok fazla. Acıya dayanamıyorum."

Bu o kadar belliydi ki... İrem olduğundan da zayıf ve çaresiz görünüyordu şu an karşımda. Bu kadar göz yaşından sonra hala nasıl ayakta kaldığını bile bilmiyordum. Boynunda ve kollarında o an fark ettiğim morluklar kendimi daha da berbat hissetmeme neden olmuştu. Yaşadığı fiziksel acının üstüne binen bu duygusal çöküntüyü taşımanın ne anlama geldiğini sadece tahmin edebilirdim.

Sahi, bu gece olanlardan sonra ona ne tavsiye vermeliydim? Meriç'in sakinleşmesini beklemesini mi? Aşkına inanıp her şeye rağmen arkasında durmasını mı? Kendim bile Meriç'e olan tüm inancımı kaybetmişken, İrem'in yaralı yüzüne baka baka ona her şeyin düzeleceği yalanını söylemeye cüret edebilir miydim gerçekten?

Üstelik hala yüreğimi darlayan sırrı İrem'e anlatmayı becerememiştim bile. Belki... yani bir ihtimal, Meriç'in onu aldattığını bilse karar vermek daha kolay olurdu İrem için. Uğruna cayır cayır yandığı adamın o gözyaşı dökerken nerede olduğunu öğrendiğinde kalbine zincir vurmayı becerebilirdi belki.

Bu gece değil diye uyardı iç sesim hemen. Her şeyin üstüne İrem'e bir de böyle bir haberi veremezdim. Bir süre daha bu yükü tek başıma taşımak zorundaydım korkarım. Böylece tüm düşüncelerimi kendime sakladım ve onu çenesinden tutup bana bakmaya zorladım.

"İrem..." dedim kararsızlığımın sesime yansımamasına özen göstererek. "Hemen şu an bu acıya son vermek istiyorsun, biliyorum. Keşke öyle mucizevi bir çözüm olsa ve her şeyi sana unutturabilse. Ama yok. Söz konusu aşk olunca hiçbir sorunun tek bir cevabı olmaz zaten. O yüzden kendine zaman vermen lazım. Hiçbir şeye hemen karar vermek zorunda değilsin. Düşün. Kendini dinle. Ne istediğine emin olana kadar bekle. Zor biliyorum ama yalnız değilsin. Ben varım. Oya, Memo, ikizler... Hepimiz yanındayız."

İrem başını salladı. "Biliyorum... İyi ki varsınız."

Ben yanaklarını kaplayan göz yaşlarını silerken pırıl pırıl parlayan ela gözleriyle bana bakmıyor olsa belki kendimi daha iyi hissedebilirdim, oysa İrem'i izlerken ona ihanet ettiğim duygusu her saniye biraz daha midemi yakıyordu. Tam o sırada babam elinde tepsiyle içeri girmemiş olsa dilimin ucuna gelen ne varsa dökülecektim muhtemelen.

"Ve kahve hazır." dedi babam koca gülüşüyle odanın havasını bir anda değiştirerek. "Yanına bisküvi de koydum, belki acıkmışsındır."

Ben toparlanıp parmaklarımı yüzünden çekince İrem de babama dönüp elinden geldiğince gülümsemişti. "Keşke uğraşmasaydınız. Çok teşekkür ederim."

Babam tepsiyi komodinin üstüne bırakıp İrem'e doğru eğildi. "Teşekkürlük bir şey yok. Sen daha iyisin değil mi?" Öyle olmadığı halde başını sallamıştı İrem. "Güzel o zaman." dedi babam yeniden kapıya doğru hareketlenip. "Şimdi biz çıkalım, sen üstünü değiştir, kahvenle bisküvilerini ye, sonra da güzelce uyu. Banyo koridorun sonunda. Havlunu da oraya bıraktım. Başka bir şeye ihtiyacın olursa biz aşağıdayız zaten."

"Tamam." diye mırıldandı İrem.

Neden bilmiyorum, ama onu yalnız bırakmak istemiyordum. Sanki arkamı döndüğümde rüzgara kapılarak uçup gidecek narin bir yaprak gibiydi. Ama babam kapıya ulaştığında çaresiz ben de ayaklandım. Son anda dayanamayıp İrem'e dönmüş ve "İstersen kalabilirim." demiştim, ama o hemen başıyla itiraz etti.

"Ben iyiyim, sadece uyumak istiyorum."

Rüyasında onu bulacak karabasanların gerçek hayatın kabuslarından daha az can yakacağını düşünüyor olmalıydı. Çaresiz babamın peşine takılıp basamakları inmeye koyuldum. Aşağı indiğimiz an sorgunun başlayacağını bildiğimden özellikle ağır hareket ediyordum. Ama babam beni şaşırtarak önce en üst dolapta sakladığı viskiyi çıkarmış, ardından da ikimizin önün birer kadeh koymuştu.

"Buna ihtiyacın varmış gibi duruyor." dedi bardağı doldururken.

Üzerimdeki gömleğin bir yakasını daha açıp kadehi yudumladım. O an iç buhranıma boğazımı yakan bu zehirden daha iyi gelebilecek bir şey düşünemiyordum doğrusu. Bugünü tamamen unutmak için bu içkiden bir mahzen dolusu içmem gerekse de ilk lokmanın genzimde yarattığı sıcaklık hoşuma gitmişti.

"Ee..." dedi babam mutfaktaki bar sandalyelerinden birine tırmanıp.

"Ee..." diyerek taklit ettim onu.

Gözlerini kısmış hareketlerimi izliyordu. "Gecen pek umduğun gibi geçmedi sanırım..."

"Geçmedi." dedim içkiden koca bir yudum daha alıp.

"Anlatacak mısın yoksa üst katımızda neden her yanı yara bere içinde bir kız olduğunu tahmin mi edeyim?"

"İrem..." dedim sıkıntıyla nefes verip. "İsmi İrem..." Ben şimdiden boşalan bardağımı doldurarak zaman kazanırken babam sabırla konuşmamı bekliyordu. "Bizim okulda dans ediyor. Tanımaman normal. Yeni sayılır. Meriç'in partneri." Ve sevgilisi... diye geçirdim içimden, ama bu geceden sonra bunu söylemeye dilim varmamıştı.

"Bu şu Ankara'dan gelen kız değil mi?" diye sordu babam kaşlarını çatıp. "Meriç'i partnerlikten vazgeçirmek için bir tarafını yırttığın hani ..."

Elbette babam o dönem kopardığım yaygarayı hatırlıyordu. Aldığı karar yüzünden Meriç'e ne kadar kızdığımı kaç gece benden dinlemişti kim bilir? Şimdi tüm varlığımla karşı çıktığım bu kızın bizim evde ne aradığını merak etmesinden daha doğal ne olabilirdi ki?

"İşler değişti." dedim dürüstçe. "İrem kötü biri değil, yanılmışım."

"Peki..." dedi babam sakince. Devam etmem için gözümün içine bakıyordu.

Dolu dolu bir yudumla ciğerlerime kadar yandıktan sonra "Şu an benim yüzümden bu halde." dedim. "Bugün... yalnız kalmamam için benimle düğüne geldi. Onu vazgeçirmeyi denedim aslında. Bunun sorun olacağını biliyordum, ama o illa yanımda olmak istedi. Korktuğumu biliyordu. Korkuyordum da zaten..." Sesli bir nefes verdim. "Ama o kadar da kötü değildi düğün. İrem'in iyi ki yanımda olduğunu bile düşündüm, yalan değil. Sonra onu eve bıraktım. Her şey öyle normaldi ki düşünemedim. Kendi arkadaşımın neler yapabileceğini tahmin etmem gerekirdi. Oysa ben bir geri zekalı gibi İrem'i onun ellerine bıraktım."

Öfke yeniden ateş basan bedenimde can buluyordu. İkinci kadehi de kafama dikip alevlerin nefretimi yakmasını ve beni uyuşturmasını bekledim. Olmuyordu. Şişeye yeniden uzandığımda babam benden önce davranıp içkiyi eline almıştı. "Bunu ona Meriç mi yaptı yani?" dedi önce kendi, sonra benim bardağımı doldururken.

Başımı salladım. "Tam olarak ne olduğunu bilmiyorum. Lale teyze beni arayıp çağırdığı için geri döndüm. Meriç'in kendini kaybettiğini söylediğinde yine ortalığı birbirine kattığını ya da en kötü basıp gittiğini düşünmüştüm. Sonra İrem bir anda karşıma çıktı. Gördüğün gibi yara bere içindeydi. Ona bunu Meriç yapmış baba! İrem benle düğüne geldi diye hem de... Kıskandı mı, ne düşündü bilmiyorum. Nasıl kendini bu kadar kaybedebildi? Aldığı ilaçların hiç mi etkisi yok... anlamıyorum."

Şimdi babam da karanlık düşüncelere dalmış gibi görünüyordu. Bir süre sessizce elinde çevirdiği bardağı izledikten sonra "İrem'le Meriç'in arasında partnerliğin ötesinde bir şey var mı?" diye sordu. Başımı sallamamla yüzündeki kasların daha da gerildiğini fark etmiştim. Aramızdaki sessizlik uzarken her an biraz daha huzursuz oluyordum. Ağır ağır içkisini yudumlayan babam başka bir zamana gitmiş gibiydi şimdi.

"Ne düşünüyorsun?" diye sordum merakla.

Sesli bir nefes verdikten sonra doğrudan bana baktı ve "Seni" dedi kaygıyla.

Anlamamıştım. "Beni mi?"

Gözlerini benden ayırmadan başını salladı. "Sen bir şey hissediyor musun bu kıza karşı?"

Mideme yumruk yediğimi hissettim. "Sen ne dediğinin farkında mısın baba? Nerden çıktı şimdi bu?"

"Rüzgar..." dedi babam. "Meriç hasta, bunu ikimiz de biliyoruz. Onun sağlıklı davranmayacağını bile bile yine de İrem'i o düğüne götürdün. Neden?"

"Ben... ben onun böyle saçmalayacağını nasıl düşünebilirdim ki baba?" dedim öfkeyle. "İrem benim arkadaşım. Sadece birkaç saat için yanımda geldi."

"Ela da senin arkadaşın." diye üsteledi babam. "Oya senin arkadaşın. Eminim başka arkadaşların da vardır. Neden İrem Rüzgar?"

"Çünkü o biliyordu." diye savundum kendimi. Sinirden ayağa kalkmıştım. "Annemle aramda olanları bir tek o biliyordu. Ama ben anlattığım için değil. Hiç istemediğim halde en olmadık yerde karşıma çıktığı için! Bir başkasından benle düğüne gelmesini isteyemezdim baba. İrem'den de istemedim zaten. O zorladı, o yanımda olmak istedi."

"Rüzgar..."

Sinirle güldüm. "Neden böyle düşündüğünü biliyorum. Beliz gibi olacağını sanıyorsun değil mi? Yine aynı salaklığı yapmamdan korkuyorsun. Neyim ben? Arkadaşının her sevgilisine göz diken bir orospu çocuğu mu?" İçkiyi kafama dikip kadehi öfkeyle tezgaha çarptım. "Beliz tek seferlik, aptalca bir hataydı, hata! Bedelini de fazlasıyla ödedim zaten."

Babam da ayaklanmıştı şimdi. "Rüzgar." dedi bana uzanıp. "Sakin ol. Ben hiçbir zaman sana hata yaptığını söylemedim ki. Birini sevmenin doğrusu yanlışı yoktur. Sen Beliz'e tek başına aşık olmadın. O da senle birlikte olmayı seçti." Babam tam karşıma geçmişti şimdi. "Kime karşı ne hissedeceğini kontrol edemezsin oğlum. Böyle bir şeye karışmak da bana düşmez zaten. Ben... ben sadece yine üzülmenden korkuyorum. Hepsi bu..."

Bazı günler babamın bu kadar olgun bir adam olmamasını dilerdim. Onla kavga etmek, inatlaşmak, şımarık bir çocuk gibi saçmalamak kendime daha az kızmamı sağlardı belki. Oysa babam yine tüm ağırbaşlılığıyla karşımda durmuş normalde kıyısından köşesinden geçmeyeceğim bir düşünceyi zihnime sokmayı başarmıştı. Sözleri yüzünden ondan nefret etmek istiyor, ama sadece kendime daha çok öfkelenebiliyordum.

Gözlerimi ovalayıp bir anlığına kendi içime dönmeyi ve sakinleşmeyi denedim. Babamla yeniden göz göze geldiğimizde eskisinden de yorgun hissediyordum artık. "Ben o yoldan bir kez geçtim baba." dedim bezgince. "Bunun nelere mal olduğunu yaşayarak öğrendim. Sen buna hata demiyor olabilirsin, ama bence hatadan da öte bir aptallıktı yaptığım. Bir daha aynı yoldan gidecek değilim."

Babam başını salladı. "Öyle diyorsan..."

"Bak, bu gece için teşekkür ederim. Ama bu konuyu konuşmak istemiyorum. Böyle bir şeyi bir daha söylemeni de istemiyorum. Lütfen!"

Sanki teslim olmuş gibi ellerini kaldırdı babam. "Tamam, tamam sustum. Bir daha da konuşmak yok."

"Seni de bu işe karıştırdığım için üzgünüm. Keşke..."

"Hişş..." dedi babam elini omzuma koyup. "O ne demek, tabi ki karıştıracaksın. Senin canını sıkan her şey benimkini de sıkar. Biliyorsun."

Biliyordum elbette. "Sağ ol baba." dedim huzursuz bir tebessümle. "Ben artık odama çıksam olur mu? Biraz yalnız kalmak istiyorum."

Babam o sıcacık gülüşüyle başını sallamıştı. "Ben biraz daha buradayım. Uyku tutmazsa falan..."

Uykunun uzağından yakınında geçmeyeceğime emindim ya yine de "Sanmam." dedim. "Gözümü açık tutacak halim yok." Basamaklara yönelmiştim ki babamın sesi son kez ona bakmama neden oldu.

"Meriç her hata yaptığında onu kurtarmaya devam edemezsin Rüzgar. Unutma olur mu?"

Ne bir şey diyebildim. Ne de tepki verebildim. Tek yaptığım daha da ağırlaşan kalbimle üst kata çıkmak ve ışığı bile yakmadan kendimi yatağa bırakmak olmuştu. Yorgundum. Hem de çok... Babam birkaç dakika içinde kaç doğru laf etmişti? Bunların kaçını dinlemeli, kaçını duymazdan gelmeliydim? Şimdi bile aklımı zor zapt ediyordum. Peki onun zihnime ektiği tohumlar zehirli bir sarmaşık gibi tüm düşüncelerimi sararken nasıl mantıklı bir adım atacaktım ben? İrem'in dediği gibi tek bir doğru vardıysa, neden kendi doğrumu bir türlü bulamıyordum?

Neden?

Gece güne, ay güneşe, yıldızlar bulutlara dönene kadar aklımda aynı sorularla camın ötesindeki belirsizliği izledim boş gözlerle. Sonunda uyku beni bulduğunda sadece daha çok kabus getirmişti. Korkarım bundan böyle beni bekleyen tek doğru da buydu zaten. 

***

-BÖLÜM SONU-

Gelen yoğun istek üzerine Meriç'i bu bölümlük saf dışı bıraktım :p 

Rüzgar'a yoğunlaştığımız, biraz iç dünyasını dinlediğimiz bir bölüm oldu. O yüzden hadi onun hakkında dedikodu yapalım. 

Rüzgar babasının laflarına aşırı sinirlendi. Peki sizce hiç doğruluk payı yok mu bu sözlerin? 

Siz Rüzgar yerinde olsanız, hele de Beliz gibi bir hata varken geçmişinizde, aynı yanlışı bir kez daha yapmaya cesaret edebilir miydiniz?

Yoksa Rüzgar'ın babası gibi kalbin söz dinlemeyeceğine inananlardan mısınız siz de? Belki de Rüzgar nereye sürüklendiğinin farkında  bile olmadan en istemediği yöne doğru ilerliyor.

Ben sanırım aradayım.  Ne İrem ne de Rüzgar olmak istemezdim şu durumda, çünkü söz konusu aşkken tek bir doğru asla yok bence.

Hadi yine bana düşüncelerinizi yazın, sohbet edelim.

Kocuman öpücükler

E.Ç. 

:*



Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top