Bölüm 43
Herkese merhaba,
Bu bölüm öncesi hepinize bir sorum var. Sizce kitap kapağını değiştirmenin vakti geldi mi?
Cevabınız evetse, önerisi olan var mı? Gelen yorumlara göre değişiklik yapıcam :D
Şimdilik keyifli okumalar :)
***
Leave while I'm not looking...
***
BÖLÜM 43:
ŞİMDİ GİDERSEN
Stresle başa çıkmakta oldum olası sorun yaşamış biri olarak, uykularımın ruh halime göre farklı haller alabildiğini yıllar içinde öğrenmiştim. En son ne zaman yaşadığımı hatırlamasam da en güzeli dertsiz tasasız uzun saatler süren, hatta hafta sonuna uzayan derin uykulardı şüphesiz. Rüya bile görmezdim böyle uykularda. Bebek gibi mışıl mışıl uyur, uyandığımda farklı bir insan gibi gözlerimi dünyaya açardım.
Bu kadar mükemmel hissettirmese de normal sayılabilecek herhangi bir günün, sorunsuz biten gecesinde altı, yedi saatlik bir uyku da genelde bana yeterdi. Daha stresli günlerde beş hatta dört saate indiğim oluyor, bu kısa uykulara birbirinden yaratıcı karanlık rüyalar eşlik ediyordu. Hayatımın son dönemine damgasını vuran sonlar ise daha çok bol düşünme ve kafada kurma gerektiren; en nihayetinde de iki, üç saatlik kabus dolu bir savaştan öteye gitmeyen uykulardı.
Ve bir de dün gece vardı. Şu ana kadar deneyimlediğim hiçbir sınıfa girmeyen, gözlerimi açtığım andan beri hala kafamı karıştıran, bu değişik his... Bir ya da iki saat uyumuştum muhtemelen. Yine de dinlenmiş, hatta yeni bir başlangıca uyanmış gibi tazelenmiş hissediyordum. Önceki gece Rüzgar beni kendi halime bırakıp gitmiş olsa işler farklı olur muydu bilmiyordum. Ama o kalmayı seçmişti ve ben hala buna minnettardım.
Özetle dünü şöyle tarif edebilirdim: korkunç bir gün için beklenmedik derecede huzurlu bir son... Rüzgar'la İkimizin de itinayla kaçındığı konulara değinmeden yaptığımız sohbet bir süre sonra o gün yaşananları geride bıraktığımız hoş bir muhabbete dönmüştü. Sabaha karşı salon iyice soğuduğu halde ikimiz de bu durumdan şikayetçi değil gibiydik. Yağmur sesi, şarap ve bayat cips eşliğinde konuşurken Rüzgar'ı aslında ne kadar az tanıdığımı, hatta yanlış tanıdığımı fark etmiştim.
Yaptığımız kötü başlangıca ve o zamanlar bana karşı olan tavrına rağmen zaman içinde onun iyi biri olduğunu zaten öğrenmiştim. Ama Rüzgar'da bundan daha fazlası vardı. Babasına duyduğu sevgiyi ve hayranlığı şu ana kadar bu kadar net fark edememiştim mesela. Sonra Ela geliyordu. Nerdeyse kardeşinden bahseder gibi anlatıyordu Rüzgar onla ilgili şeyleri. Ela'nın ismi geçtiğinde bile gözlerine yerleşen hüznün duyduğu çaresizlikten kaynaklandığını anlamıştım. Herkesten çok belki partnerine yardım etmek istiyordu Rüzgar ve anlatmadığı bir nedenden eli kolu bağlıydı.
Konu asla Rüzgar'ın annesine gelmemiş ya da Meriç'e uzanmamıştı. Şarabın son damlalarını kafaya diktikten birkaç saat sonra farkında olmadan uykuya daldığımda bile gülümsüyor olmam bundandı sanırım. Normal birer insan gibi, normal şeylerden bahsederek, olabilecek en anormal yerde, normal bir gece geçirmiştik. Sanırım bu yüzden sabah güneşi gözümü alıp beni uyandırdığında başım ağrımıyor, aksine dingin ve huzurlu hissediyordum.
Koltuğun diğer ucuna kıvrılmış telefonuyla oynayan Rüzgar hiç uyumuş muydu bilmiyordum; ama onun da geceden kalma durmadığını söyleyebilirdim. Hatta dağılmış saçları ve mahmur gözleriyle henüz yataktan kalkmış havası bile vardı. Uyurken benim üstüme örttüğü montunu ona geri uzatıp gülümsedim. "Dondun muhtemelen değil mi?"
Bana geri gülümsedi. "Geçirdiğim en konforlu gece olduğunu söyleyemem." Montu sırtına geçirirken gülüşü iyice büyümüştü. "Uyandığına göre artık gitsek mi? Yanlış anlama, burada kalmak da çok güzeldi ama, ikimizin de artık sıcak bir eve ihtiyacı var bence."
Sıcak bir ev diye düşündüm... Lale Hanım'ın tepeden tırnağa mermer kaplı malikanesi bu tanıma en az uyan yerdi şüphesiz. Bir an kilometrelerce uzaktaki kendi evime dönmek için inanılmaz bir arzu duyduysam da bunu Rüzgar'a belli etmek istememiştim. "Haklısın." dedim gülümseyip. "Zatürre olmadan gidelim hadi."
O bizden kalan çöpleri toplarken ben de atkımı soğuktan tutulmuş boynuma dolamıştım. Bize güzel bir ev sahibi olan aynalıyı ardımızda bıraktığımızda içimin burkulduğunu itiraf etmek zorundaydım. Garip bir şekilde yalnızlık hissi yine boğazıma oturuvermişti. Yağmur durmuş olsa da toprağa yer etmiş hüzün hala buram buram burnuma geliyordu. Gökyüzü bile ruh halime eşlik ederce suratını asmış, grilere bürünmüştü şu an.
"Seni eve ben bırakırım." dedi Rüzgar çöpleri okulun karşısındaki bidona fırlatırken. Boş sokakta park etmiş tek araba ona ait olmalıydı ve bir dönem filmi setinden kaçırılmış gibi öylece karşımızda duruyordu.
"Beni bununla mı eve bırakacaksın?" dedim hayretle.
"Tanıştırayım." dedi Rüzgar. "Babamın en büyük aşkı Carmen."
Kıkırdadım. Arabalardan anlamasam da bu güzelliğin içine girmemle bambaşka bir dünyaya aitmişim gibi hissetmiştim. "Umarım kız arkadaşıyla takıldığından babanın haberi vardır."
Rüzgar motoru çalıştırırken yandan bana kurnaz bir gülücük attı. "Dışarı çıkmamıza izin vermişti, ama geceyi birlikte geçirmemize ne diyeceğini eve dönünce göreceğiz."
"Ona benim yüzümden Carmen'i eve getiremediğini söylersin o zaman." dedim. "Tüm suç benim. Dışarıda böyle bir güzelliğin olduğunu bilsem gitmen için elimden geleni yapardım."
"İyi ki yapmadın." dedi Rüzgar. Ben anlamadan bakmış olsam gerek açıklama gereği duymuştu. "Yani kafamı dağıtmak bana da iyi geldi."
"O zaman belki bir sonraki yarışma sonrası bunu tekrarlarız." dedim gülerek.
Rüzgar'ın gözleri hemen büyümüştü. "Ben daha çok sıcak bir kantin ve çift kaşarlı tost eşliğinde sohbet etmeyi kastetmiştim."
Kahkaha attım. Yolun devamını tıpkı gece olduğu gibi bizi bekleyen sevimsiz bir hayat yokmuşçasına boş muhabbet ederek ve gülüp eğlenerek geçirmiştik. Tanıdık mahalleye girdiğimiz an Carmen'e çöken sessizlik benim mideme oturan sıkıntıyla aynı nedendendi muhtemelen. Ben ne kadar geciktirmek istesem de sonunda Meriç'le karşılaşma zamanı gelmişti işte. Zaten nereye kadar aynalı salonda saklanabilirdim ki... Elbet birbirimizin gözlerinin içine bakıp tüm çirkinlerle yüzleşmek zorunda kalacaktık.
Bunu bildiğim halde Rüzgar evin önüne park edip motoru durdurduğunda hemen hareket edememiştim. Buzlar köşkü tam karşımdaydı şimdi. Buraya hiçbir zaman tam olarak ısınamamış olsam da daha önce bu kadar uzak, bu kadar mesafeli hissettiğim hiç olmamıştı sanırım. Rüzgar'ın beni izlediğini bildiğim halde gözlerim evin üzerine kitlenmiş tepkisiz duruyordum.
"Seninle gelmemi ister misin?" diye sordu Rüzgar.
Ona bakmadan hayır anlamında başımı salladım. Bu, kimsenin bana yardım edemeyeceği kişisel bir meseleydi. "Sonra görüşürüz." dedim gülümsemeye çalışarak. "Her şey için teşekkür ederim. Sen olmasan..."
Ben devamını getirememiştim, zaten Rüzgar da ne diyeceğimi duymak istemiyor gibiydi. "Bir dahakine sıcak bir yerde..." dedi gülümseyerek.
"Sıcak bir yerde." diye onayladım.
Rüzgar'ın bakışları aniden benim arkamda bir yere çevrildiğinde tam olarak ona veda etmeye hazırdım. Ama o artık benimle ilgilenmiyordu. Gözleri korkuyla büyürken dudakları hayretle aralanmıştı. Ben daha ne olduğunu kavrayamadan panikle kapısını açıp kendini yola attı.
"Ne oldu?" dememe kalmadan onu harekete geçiren şeyi ben de görmüştüm. Lale Hanım peşindeki hizmetçilerle evin kapısından çıkmış koşarak ön merdivenlerden iniyordu. Yanlış iliklenmiş düğmelerinden, makyajsız yüzünden ve saçının halinden alelacele hazırlandığını görebiliyordum. Kesinlikle dehşet içindeydi.
"Lale Teyze?" diye bağırdı Rüzgar bahçeye dalıp kadına doğru koşarken. İlk şoku atlatmış olan ben hemen onun arkasındaydım. Bizi görmesiyle Lale Hanım'ın zor zapt ettiği duruşu tamamen dağılmıştı.
"Rüzgar..." dedi göz yaşları boşalırken. Kollarını tek sığınağı oymuş gibi Rüzgar'ın boynuna dolamasıyla ağlamasının şiddeti artmıştı. Öyle derinden, öyle acıklı geliyordu ki hıçkırıkları korkunun kalbimi sıkıştırdığını hissettim. Kötü bir şey olmuştu. Çok kötü bir şey...
"Lale Hanım ne oldu?" dedim panik içinde. Cevap yoktu. Onun hemen arkasındaki hizmetçi kızlar acıklı suratlarıyla bizi izliyorlardı. "Ne oldu?" diye bağırdım bu kez onlara dönüp. Kimse bir şey söylemedikçe paniğim ve kafamda kurguladığım kötü senaryoların boyutu giderek artıyordu.
"Lale Teyze anlat bize ne oldu?" diye sordu bu kez Rüzgar. Kadının yüzünü ellerinin arasına almış şefkatle gözlerine bakıyordu.
"Rüz... Rüzgar..." diye kekeledi Lale Hanım hıçkırıkları arasında. "Meriç... Meriç kaza yapmış."
İstemsizce bir adım geriledim. Rüzgar "Ne?" diyebilmişti, oysa ben değil konuşmak bir daha nefes alabileceğimi bile zannetmiyordum. Kaza kelimesi beynimde eko yaparak tüm diğer sesleri çürütüyordu şu an. Kaza... Kaza... Kaza... Meriç'in ismiyle aynı cümlede yan yana gelmek için ne kadar da sevimsiz bir harf kombinasyonuydu.
"Lale Teyze Meriç nasıl? Nerde şimdi?" diye üsteledi Rüzgar.
Kadın elinin tersiyle yüzünü kurularken yeni göz yaşları yanaklarını tekrar tekrar ıslatıyordu. "Hastaneye kaldırılmış." dedi hıçkırarak. "Arabasını... bulmuşlar. Kullanılamaz haldeymiş... Beni... ben... beni aradılar."
Ben olduğum yerde felç olup kalakalmış, Lale Hanım bayıldı bayılacak gibi dururken o an aramızda aklı selim bir Rüzgar var gibiydi. "Tamam." dedi. "Tamam, hastaneye gidiyoruz hemen. Hadi binin arabaya."
İşareti alan şoför ve hizmetçi kızlar yardım için öne atıldılar aynı anda. Ama Lale Hanım Rüzgar'ın koluna asılıp ilerlemesini engellemişti. "O evdeymiş yine Rüzgar." dedi feryat içinde. "Meriç yine o eve gitmiş. Ne yaşadı da kaza yaptı ha? Ne oldu? Sakın bu çocuk kendini öldürmeye kalkmış olmasın? Allah'ım yardım et! Yine aynısı oluyor. Meriç'i bir kez daha kaybetmeye dayanamam! Rüzgar dayanamam ben!"
"Tamam!" dedi Rüzgar kadını sıkıca göğsüne bastırıp. "Tamam Lale Teyze. Öyle bir şey olmayacak. Sakin ol lütfen. Önce gidip Meriç'in durumunu öğrenelim. Sonra ben her şeyi düzelteceğim. İnan bana n'olur!"
"Oğlum!" diye haykırdı Lale Hanım sanki onu hiç duymamış gibi. Dizlerinin bağı çözüldüğünde şoför hemen diğer yanında olduğundan kadının koluna girip Rüzgar'a taşımasında yardım etmişti. O ana kadar onu görmeye alıştığım zarafet dolu balerinliğinden eser yoktu Lale Hanım'ın o an. Oğlunu kaybetme korkusuyla delirmenin eşiğine gelmiş, zavallı bir anneydi sadece.
Yardımcılarının Lale Hanım'ı karga tulumba arabanın arka koltuğuna oturtmasını izlerken hayatımda daha korkunç bir acıya şahitlik etmiş miydim bilmiyordum. Ve aynı acı şu an benim de hareketsiz kalmamın nedeniydi. Şoförün arabayı çalıştırdığını gören Rüzgar yanıma dönüp beni de Carmen'e doğru çekiştirdiğinde tepki bile verememiştim.
"Hadi İrem." dedi oturmama yardım edip kapıyı sertçe üzerime kapadığında. Sakin kalmak için insan üstü bir çaba harcadığını görüyordum. Oysa yola çıktığımızda kemerini bile bağlamayı akıl edememişti. Yollar sabahın bu saatinde boş olduğundan neredeyse uçarak Meriç'e doğru yol alıyorduk şimdi. Şiddetle abandığı motor acı bir feryat koparıyor, ama Rüzgar muhtemelen kötü senaryolar fısıldayan iç sesinden başka bir şey duymuyordu.
Aslına bakılırsa onun nasıl araba kullandığını bile bilmiyordum, çünkü benim algılarım işlevini tamamen yitirmişti. Meriç diye düşündüm dehşet içinde. Onunla en son ne konuştuğumuzu bile hatırlamıyordum. Korkunçtu. Kavga, öfke, sinir... Habersiz bir kaza bizi sonsuza dek ayırmıştı belki de ve ondan bana geriye kalanlar bu berbat duygular olacaktı, öyle mi?
Göz yaşlarım dökülmeye başladığında Rüzgar'ın uzanıp elimi tuttuğunu fark ettiysem de ağlamama engel olamamıştım. "İrem..." dedi Rüzgar parmaklarımı iyice sıkıp. "Henüz ne olduğunu bilmiyoruz. Sakin ol, lütfen."
Ağlamayı sürdürdüm. Elimden ve içimden başka bir şey gelmiyordu. Gece eve dönmüş olsam her şey farklı olur muydu? Meriç arkasını dönüp gittiğinde onu durdursaydım kazayı engelleyebilir miydim? Bu sorular ve muhtemel cevapları şiddetle sarsılmama neden oluyordu şimdi. Rüzgar ne derse desin beni sakinleştiremeyeceğini kabullenmiş olmalı konuşmayı kesmiş, ama elimi bırakmamıştı.
Sonsuzluk gibi gelen yolculuğun sonunda süratle hastanenin bahçesine daldığımızda ambulanslardan kurulu bir mezarlığa saplanmış gibi hissettim. Rüzgar'ı taklit edip hemen arabadan inmiş olsam da yer, yön duygum kaybolduğundan olduğum yerde çakılı kalmıştım. Şimdi etrafımız buram buram hastalık kokuyor, havada asılı kalmış başkalarına ait keder benim boğazımda düğümleniyordu. Kim bilir ne acılara şahitlik etmişti bu bahçe... Ve kim bilir bizi nasıl bir acı bekliyordu önümüzde yükselen beyaz boyalı duvarların ardında?
Hemen arkamıza park etmiş araçtan inen Lale Hanım doğrudan merdivenlere yöneldiğinde onu takip etmem gerektiğini bildiğim halde bedenimi felç eden korkudan hemen kurtulamamıştım. Rüzgar'ın da öne atıldığını görmem beynime hareket etmesi için komut verse de adımlarım yürümeyi yeni öğrenmiş bir bebeğinkiler gibi aksaktı. Basamakları çıkmaya çalışan uzuvlarım her an beni yarı yolda bırakacakmış gibi hissediyordum. Acilin resepsiyonunun birkaç metre gerisinde dikilmiş görevli kıza Meriç'in ismini söyleyen Rüzgar'ı izlerken sanki orada değildim bile. Tüm olanlar farklı bir boyutta gerçekleşirken müdahale edemeden izliyordum öylece.
"Gel İrem." dedi Rüzgar belimden itip beni uykumdan uyandırarak. Çekiştirdiği yöne doğru koridorda ilerlerken ne görmeyi beklediğimi bilmiyordum. Kaza demişti Lale Hanım sadece. Ne boyutta olduğunu, nasıl sonuçlandığını söylememişti. Şimdi önümde koşturarak oğluna ulaşmaya çalışırken onun da benden fazlasını bilmediğine emindim.
"Bu oda değil mi?" dedi kapılardan birinin önünde durduğumuzda. Rüzgar'ın onu doğrulamasıyla saniye kaybetmeden içeri dalmıştı. Benim de peşinden gitmem gerektiğini biliyordum. Aradığım tüm cevaplar birkaç adım ötemde, tahta bir kapının ardındaydı. Oysa olduğum yerde kalakalmış, tüm iyi ve kötü olasılıklardan uzak durmaya çalışıyordum.
"İrem gel hadi." dedi Rüzgar bir kez daha yürümem için beni iterek. Sesindeki şefkatten beni anladığını sandığını biliyordum, oysa şu an ne halde olduğumu kimse anlayamazdı. Korkarak başımı odanın içine uzattığımda görmeyi beklediğim dehşet verici görüntüler sadece en katlanılmaz korku filmlerinde olabilirdi.
Lale Hanım'ın "Meriç!" diyerek yatağın üzerine kapaklanmasını göz yaşları eşliğinde, tepki veremeden izledim. "Oğlum... Oğlum benim." diyordu Lale Hanım. Öyle derinden geliyordu ki feryatları Meriç'i sonsuza dek kaybettiğime artık emindim. Bir annenin böyle ağlamasının ne nedeni olabilirdi ki başka? Her şey bitmişti.
"Oğlum... Meriç'im..."
Yer ayağımın altından kayarken hastane odasının zemini tavana karışmıştı bir an için. Olduğu yerde sallanan bedenim Rüzgar'ın desteğiyle devrilmekten kurtulsa da kulaklarımdaki çınlama devam ediyordu. "İrem o iyi." dediğini işittim Rüzgar'ın tüm bu uğultunun arasında. Gözlerimin önünde uçuşan beyaz topçuklar olmasa gerçekte ne olup bittiğini daha iyi anlayabilirdim belki, ama hala tüm renklerin birbirine karışmasına neden olan bayılma hissinden kurtulamamıştım.
Bu arada Lale Hanım ağlamayı sürdürüyordu. "Oğlum..." dedi bilmem kaçıncı kez. "Çok... çok korkuttun bizi!"
Ve o an duymayı asla beklemediğim tanıdık ses odayı doldurdu. "İyiyim anne. Yeter ağlama, lütfen. Başım zonkluyor zaten."
Kafam karışmıştı. Odanın ortasına doğru zoraki bir iki adım attım. Hastane yatağında uyuya kalmış gibi duran Meriç'le göz göze geldiğim halde beynim gördüklerini kabullenemiyordu.
"Sana söyledim o iyi." dedi Rüzgar bir adım arkamdan.
İyi kelimesi göreceli olsa da Meriç gerçekten de onu bulmayı beklediğim gibi makinalara bağlı, komada ya da ölüm döşeğinde değildi şu an. Yüzü gözü kesiklerle kaplanmıştı ve başının etrafını dolanan sargı bezinin altındaki şişlik belli oluyordu ama bunlara rağmen kesinlikle ölümcül bir kazadan kurtulmuş gibi görünmediğini söyleyebilirdim.
"Size kim haber verdi?" dedi bakışlarını zar zor benden Rüzgar'a çevirip.
"Lale Hanım." dedi Rüzgar ayrıntıya girmeden. "Çok korkuttun bizi be oğlum. İyi misin şimdi?"
Meriç alaycı bir ifadeyle bedenini işaret edip "Gördüğün gibi." dedi. "Bir şekilde Azrail'i bile yenmeyi başardım."
"Arabanın takla attığını söylediler." diye araya girdi Lale Hanım. "Kağıt gibi ezilmiş koca cip. Senin kurtulman bile mucize oğlum. Nasıl oldu bu? Neden oldu?"
"Anne..."
"Yine o eve gittin değil mi? Arabanı buldukları yer binanın önü neredeyse. Ne işin vardı yine orada oğlum? O saatte, o halde, bir başına yollarda ne yapıyordun?"
Meriç'in bakışları annesinin sözlerine ne tepki vereceğimizi görmek ister gibi hızla bana, sonra da Rüzgar'a çevrilmişti. O gün bir kez daha Lale Hanım bir evden bahsediyor ve ben yine hiçbir şey anlamadan öylece duruyordum.
Lale Hanım "Meriç konuşsana oğlum." diye üstelediğinde Rüzgar daha fazla dayanamamış olsa gerek yatağın yanına gidip kadının sırtını sıvazlamıştı.
"Lale Teyze bunları sonra konuşalım olmaz mı? Şimdi zamanı değil."
Meriç sıkıntıyla nefes verip gözlerini kapadı. "Evet anne. Sonra konuşalım! Şimdi biraz dinlenmek istiyorum, tamam mı?"
Sesi gerçekten de günlerdir uyumamış gibi çatallanmıştı. İçinden çıkartıldığı araba düşünülünce bu kadarı bile gerçek dışıydı ya, yine de göz altlarındaki morluklar yakından bakınca korkutucu görünüyordu.
"Tamam oğlum. Dinlen sen." dedi Lale Hanım onun alnına sıcak bir öpücük kondurup. Kalmak istediği her halinden belli olduğu halde hemen sonra çıkışa yönelmişti. Ben de bir süre daha boş bakışlarla Meriç'i izleyip Rüzgar gibi kapıya döndüm. Fakat arkamdan gelen ses daha fazla ilerlememi engellemişti.
"İrem sen kalır mısın?"
Nefesimi tutup durdum. Rüzgar ne yapacağımı görmek ister gibi bir an bana bakmış, sonra da dışarı çıkıp kapıyı ardından kapamıştı. Arkamı dönmeden öylece beklediğim birkaç saniye ne söyleyeceğimi düşünmek için yeterli değildi. Zaten bir şey planlamış olsaydım da Meriç'le göz göze geldiğim an unuturdum.
"İrem..." dedi tamamen ona döndüğümde. "Yanıma gelsene."
Ağır ağır ilerleyip yatakta işaret ettiği yere oturdum. Anında uzanıp elimi tutmuştu. "Buraya gelmezsin diye düşünmüştüm." dedi. "Hatta gelmeyeceğine emindim. Söylediklerimden ve yaptıklarımdan sonra... Biliyorsun..."
Biliyordum. Şartlar normal olsa Meriç haklı olabilirdi de. Ama bir arabanın takla atıp perte çıkması kesinlikle normal değildi. "Korktum." dedim dürüstçe. "Lale Hanım kaza geçirdiğini söylediğinde..." Ağlamak istemediğim halde gözlerim yine sulanmıştı. "Başına kötü bir şey geldiğini hatta..."
Meriç iyice parmaklarımı sıktı. Doğrulmaya çalışırken yaşadığı acı yüzüne yansımış, kaşları iyice çatılmıştı. Okşamak için yanağıma uzandığında yüzündeki kesiklerin çok daha derin ve büyüklerinin kolunu kapladığını gördüm. "İyiyim ben, merak etme." dedi söylediğine tezat yorgun bir sesle. "İkinci bir şans kazandım ama neden hiçbir fikrim yok. Benim gibi berbat bir insana neden bir şans daha verirsin ki..."
Belki de hatalarını düzeltmek için diye geçirdim içimden, ama Meriç'e bir şey söylememiştim. Derin bir nefes alıp başını arkasına yasladı ve beni izlemeyi sürdürdü. Bana bakarken aradığı cevapları suratımda bulmak istermiş gibi dikkatliydi.
"Ne düşündüğünü biliyorum." dedi sonunda. Merakla ona bakmıştım. Başındaki sargıya ve çökmüş gözlerine rağmen kırık gülüşüyle yine de yakışıklı görünüyordu. "Bir daha beni görmek istemiyorsun, değil mi?" dedi. "Ben olsam kesinlikle böyle hissederdim."
Bu sabah Carmen'le evin önünde durduğumuzda tam olarak ne planladığımı hatırlamaya çalıştım. Meriç'e söylemek için pek çok söz hazırladığıma emin olduğum halde kazayı öğrendiğim an sıfırlanan belleğimle hepsi toz olup uçmuştu sanki. Birini sonsuza dek kaybetmenin düşüncesi bile tüm diğer gerçekleri silecek kadar kuvvetliydi demek. Yarışma günü, öncesinde yaşanan kavgalar, kırılan kalpler, edilen kötü sözler... Hiçbir anı ölüm korkusunun kalıcı tahribatından kurtulamamıştı. Bomboş bir akılla, sanki ilk defa görüyormuş gibi özlemle bakıyordum şimdi karşımdaki adama.
Meriç baş parmağıyla elimin üstünü okşarken beni izliyordu. "Ben çok kötü bir adamım İrem." dedi. "O kadar kötüyüm ki senin bunu anlayabilmeni bile beklemiyorum."
"Anlamak istiyorum." dedim ikinci kez düşünmeden. Madem her şeye sıfırdan başladığımız andaydık, o zaman yeni açılan bu sayfa geçmişin lekelerinden arınmış olmalıydı.
Benle aynı şekilde düşünüyor olsa gerek "Ben hastayım." dedi Meriç uzatmadan. "Sana bunu en başından söylemem gerekirdi, ama benden korkmanı istemedim. Zaten tedavim de iyi sonuç vermişti. Kendimi yeniden harika hissediyordum. Böyle olacağını bilemezdim."
"Ne hastalığı?" dedim şüpheyle. Evet büyük sorunlar yaşamıştık ama Meriç'in hasta olduğunu düşünmemi gerektirecek bir an hatırlamıyordum.
"Bende bipolar bozukluk var İrem." dedi Meriç sıkıntıyla nefes verip. "Bir nevi kişilik bozukluğu yani. Kontrol edemediğim şekilde davranmamın nedeni bu. Bazen aşırı mutlu, enerjik hatta umursamaz oluyorum. Ama sonra kendimi karanlık düşüncelerin içinde kaybedip olmayan şeylere inanıyorum. Depresyon, kıskançlık, öfke, hatta ölüm... Tüm kötü düşünceler zihnime doluyor ve ben hiçbirine engel olamıyorum. Kendime zarar veriyorum, sevdiklerime zarar veriyorum."
Meriç alt dudağını ısırıp hüzünle gülümsedi. "Aslında tüm bunların geride kaldığına emindim. Tedavi işe yarıyordu evet ama esas sen vardın. Hayatıma girmenle tüm karanlık dağılmıştı sanki. Öyle iyi geliyordun ki bana... Yeniden antrenman yapmak, dans etmek, yarışa hazırlanmak... İyileştiğime emindim. Ben de daha fazla geçmişi hatırlatan o ilaçlara bağlı kalmak istemedim. Sanki hep bir yanım eksik kalıyordu onları içerken. Sakat gibi hissetmekten bıkmıştım."
"Ve ilaçları kullanmayı bıraktın." diye tamamladım filmin sonunu.
Meriç başıyla onaylamıştı. "Belli ki haplara bağlı kalmadan normal bir insan olmam mümkün değilmiş." dedi buruk bir tebessümle. Geçmişin sisli perdesini aralamış gibi bakışları anlamsız bir noktada takılı kalmıştı. "Tüm bunlar nasıl başladı hatırlayamıyorum." dedi. "Belki de hep delirme eğilimim vardı, bilmiyorum. Ama bir dönem, gerçekten dibe vurduktan sonra anormalliğime tıbbi teşhis kondu. Rüzgar'la anlamsız bir kavgaya tutuştuğumuz saçma sapan günlerdi. Yaşananların ne kadarını hasta beynim uydurmuştu ne kadarı gerçekti bilmiyorum bile. Kendimi herkesten soyutlayıp inzivaya çekilmiş ve yavaşça öldürmeye başlamıştım."
"Lale Hanım'ın bahsettiği evde mi?" diye sordum kuşkuyla.
Meriç kafasını salladı. "O ev hastalığımı besleyen tüm karanlık düşüncelerimin yuvası olmuştu. Annem ya da Rüzgar bu kadar uğraşmamış olsa hastanenin kapısından girecek kadar uzun yaşar mıydım bilmiyorum. Ama beni o tımarhaneye kapatarak aslında hayatta kalmamı sağlamışlardı. Sonrası bol sohbetli, ilaç kokteylli bir deli koğuşu hikayesi..."
Yanağıma damlayan göz yaşını elimin tersiyle sildim. Onca zaman aynı evi paylaştığım adamın gerçekte neler yaşadığını hiç fark edememiştim. "Peki neden dün gece o eve gittin?" diye sordum alacağım cevaptan korktuğum halde.
Meriç dudaklarını aşağı sarkıttı. "Gidecek başka bir yer düşünemedim İrem. Etrafıma ve sana verdiğim zarardan sonra kendi bataklığımda boğulmaktan başka şansım kalmamış gibi geldi."
Artık göz yaşlarımı kontrol edemiyordum. Gerçekten de kırılmamış kanat bırakmamıştı Meriç bende. Karşıma geçmiş anlattığı bu hastalık gerçeği olmadan ona kızmak bir nebze de olsa rahatlamama yardımcı oluyordu. Oysa şu an, kendi hareketlerini bile kontrol etmekten aciz, çaresiz bir adama bakıyordum ve bu azaltmak yerine acımı ikiye katlıyordu.
"Canına tak ettiğini biliyorum." dedi Meriç yanağıma uzanıp göz yaşlarımı narince silerek. "Muhtemelen gitmek ve benden uzaklaşmak istediğini söyleyeceksin. Ama benimle kalman için sana yalvarıyorum İrem. Hem de daha önce kimseye yalvarmadığım gibi... Şimdi gidersen nasıl devam ederim onu bile bilmiyorum."
Şimdi gidersem diye düşündüm hüzünle. Mantıklı olan kesinlikle bu olurdu.
"Kolay olacağını söyleyemem, ama deneyeceğime söz veriyorum." diye üsteledi Meriç elimi daha da sıkarak. "Kalmayı seçersen iyileşmek için her şeyi yaparım. Yemin ederim. Doktor, ilaçlar, hatta hastane... Ne gerekirse denemeye hazırım. Yeter ki... yeter ki bu ikinci şansı bana ver İrem."
Daha önce değil birine yalvardığını, birinden bir şey rica ettiğini bile görmediğim Meriç'in şu an karşımda kıvranması korkunç bir histi. Bir yanım onun eline yapışıp sonuna kadar yanında olacağımı söylemek için tutuşsa da içimdeki küçük kız çocuğu hala Meriç'in gözlerine bakarken korkuyla titriyordu.
Meriç "Lütfen..." dediğinde bakışlarındaki çaresizlik olmasa yüreğim bu kadar parçalanır mıydı bilmiyordum; ama aldığı onca darbeye rağmen kalbim hala bu hasta adam için çarpıyor olsa gerek onu bırakıp gitmeye cesareti yoktu.
"Şimdi gidemem zaten." dedim sonunda kararımı verdiğimde. "Sen istesen de gidemem. Çünkü her şeye rağmen yanında kalmak isteyen aptal bir kızım ben."
"Aptal kız." dedi Meriç gülerek. Heyecanla öne uzanıp beni öptüğünde bunun tüm sözlerin ötesinde olduğunu ikimiz de biliyorduk.
Bu aptal kızın başına neler geleceğini ancak zaman gösterecekti. Bildiğim tek şeyse şu an gerçekten gidemezdim. Bu şekilde değil...
***
-BÖLÜM SONU-
Bir bölümün daha sonusuna geldiiiik :)
Size sürprizli bölüm hazırladım. Umarım beğenmişsinizdir. (Üstelik epey de hızlı yazdım bence)
Şimdi sizin fikirlerinizi merak ediyorum. Meriç'in hastalığını zaten az çok öğrenmiştiniz. Peki İrem'e yaptığı bu itiraftan sonra ona karşı düşünceleri değişenler oldu mu?
Ve sizce Meriç'in bu zor hastalığı yenmekle ilgili İrem'e verdiği sözü tutma şansı nedir?
Hadi, kendinizi İrem'in yerine koyup siz nasıl bir karar alırdınız benimle paylaşın.
Beğenilerinizi bırakırsanız şahane olur.
<3 <3 <3
Öpücük
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top