Bölüm 36




I won't tell you it's all butterflies and roses

When I back in time

***

BÖLÜM 36:

YILDIZI DÜŞÜK

           

Kış gelmişti.

İnsanın gönlüne su serpen pastırma yazı bir gecede yerini yağmur, soğuk ve karanlığa bırakmış gibiydi. Tıpkı aptal bir kutlama yemeğinde yönü yüz seksen derece dönen hayatım gibi...

Ellerimi ısıtmak için avuçlarıma sıcak hava üfleyip cebime geri soktum. Lanet otobüs her gün daha çok gecikiyordu sanki. Bu hafta kaç defa derse geç kaldığımın hesabını tutamamıştım. Antrenman uzadığı için kaçırdıklarımı saymıyordum bile. Gel gör ki bir saat sonra girmem gereken çok önemli bir sınav vardı ve ben hala ufukta görünecek o toplu taşıyan tenekeyi bekliyordum.

Sıkıntıyla nefes verdiğimde yüzümün etrafında buhar oluştu. Soğuğun iyi geldiği tek bir şey varsa o da vücudumdaki ağrılardı. Günde kaç saat çalıştığımızı düşününce umduğumdan iyi halde olduğum söylenebilirdi aslında. Sadece eklemlerim sızlıyor, kaslarım ağrıyor, ayaklarımın altında şişip şişip tekrar tekrar patlayan su topları yanıyordu. Vücudumdaki morlukların bu işin doğası olduğuna kendimi ikna etmiştim. Zirveye oynuyorduk sonuçta değil mi? Meriç söz konusu olunca başka bir ihtimal düşünülemezdi.

Federasyon toplantısından sonraki sabah yedide içine çekildiğim cehennem her gün biraz daha genişleyerek tüm hayatımı içine almıştı. Meriç evde soğuk, sokakta öfkeli, salonda ise bir ruh hastası gibi davranıyordu artık. Ağva'dan dönerken beni her şeyin normale döndüğüne inandıran adam bir kez daha hayatımın en büyük kabusu olmuştu. Tek fark, bu kez benim de onunla savaşmayı seçmiş olmamdı.

Değil o yemekte Zehra'nın bana yaşattıklarını konuşmak, o lanet geceden bir daha bahsetmemiştik bile. Meriç Ekrem Hoca'nın sözlerini ona yedirmek için sapkınca çalışırken ben de yılmadan onun tacizlerine meydan okuyordum. O gece aldığım övgüler mi bana bu gücü vermişti yoksa bir kez daha Meriç'in beni nasıl arka plana attığını görmek mi gözümü açmıştı bilmiyordum. Sadece direniyordum. Bu artık kendimi insanlara kanıtlama çabasından öte, öz saygımı geri kazanma savaşına dönmüştü.

Meriç her sabah gün doğmadan uyanıp bodrum katındaki salona iniyor, normal insanlar için uyanma vakti geldiğinde günün ilk antrenmanını bitirmiş oluyordu. Duş alıp okula giderken kaybettiği vakte bile tahammülü yok gibiydi. Aynı yere gittiğimiz halde defalarca beni geride bırakmış, sonra da antrenmana geç kaldığım için azarlamıştı.

Pes etmiyordum. Bazen aynı gün içinde iki, üç kez kampüse gidip gelmem gerekiyor, yine de ses çıkarmadan Meriç'in buyurduğu antrenman programına uyuyordum. Ben geri adım atmadıkça daha da sinirleniyordu sanki Meriç. Duyduklarına rağmen başarısızlığını hala bana bağladığının farkındaydım. Alev'den aldığım her övgüde gözlerinden ateş çıkıyordu. Eskisi gibi bir köşeye çekilip kaderime ağlasam eminim daha mutlu olurdu. Ama bu kez onun günah keçisi ben olmayacaktım.

"Hadi otobüs." dedim sinirle yerimde kıpırdanıp. Bu sınavı da kaçırırsam dersten kalacağıma emindim. Saatin kaç olduğuna bakmak için cebimdeki telefona uzandığımda belki de yolun başında pes etmem gerektiğini düşündüm çaresizce. Tam şu an otobüse binsem de kampüsün kapısından bölüme uzanan yol göz önüne alınınca sınava yetişme şansım yok gibi bir şeydi.

"Allah kahretsin ya!" diye söylendim telefonu cebime sokuşturup. O sırada kulağıma gelen korna sesiyle tükenmiş umutlarım bir an için yeşerse de önümde duran arabayı görmemle hızla yeniden yok olmuşlardı.

Yok artık diye geçirdim içimden. "Caner?"

"Böyle bir şans olamaz." dedi Caner sırıtarak. Spor arabasının sürücü koltuğundayken ona takılan züppe lakabının hakkını fazlasıyla veriyordu. Dirseğini yasladığı pencereden başını bana doğru uzatıp "Okula mı?" diye sordu.

"Evet." diye geçiştirip bakışlarımı otobüsümün gelmesini umduğum yola diktim. Caner'le en son federasyon yemeğinde karşılaşmıştık ve o gece aklıma soktuğu sevimsiz sözleri hala düşünüyor olmaktan nefret ediyordum.

"Hadi gel." dedi aksi tavrımı görmezden gelip. "Okula geçiyorum ben de zaten. Seni de bölüme bırakırım."

Sağ ol, kalsın... demek dilimin ucuna kadar geldi. Ona borçlu olmak istediğim son şeydi. Üstelik arabada baş başa kaldığımızda açacağı konuları düşünmek dahi istemiyordum. Öte yandan, zaman kontrol edemediğim bir hızla ilerliyordu ve sınavı kaçırıp dersten kalma korkusu Caner'le geçecek yarım saatlik bir yolculuktan çok daha korkutucuydu.

Caner "Seni yemem, korkma." dediğinde gözlerimi devirip yolcu tarafına doğru ilerledim.

Koltuğa oturup kemeri takarken Caner o bilmiş sırıtışıyla beni izliyordu. "Sınava geç kalıyorum. Ondan bindim." diye kendimi savundum en sevimsiz sesimle.

Yaşadığım huzursuzluk Caner'in yüzündeki gülüşü büyütmüştü. "O halde tam vaktinde gelmişim desene." dedi gaza basarken. Motor parçalanır gibi gürlerken ben de koltuğa yapışmıştım.

"Senin ne işin var bu saatte burada?" dedim ana yola çıkıp normal bir hızda seyretmeye başladığımızda.

Caner omuz silkmişti. "Tuğçe'yi bıraktım. Bizde kalıyor bu aralar, söylemedi mi?"

"Atladı herhalde." dedim alayla. Caner de sesimdeki imayı anlayıp gülmüştü. Tuğçe'nin bu hayatta en nefret ettiği insan ben olabilirdim ve gerek bakışları gerekse sözleriyle bunu herkese belli etmekten çekinmiyordu.

"Tuğçe'nin arabası bozulmuş." diye açıklamaya devam etti Caner. "Özel dersleri mi ne varmış Alev'le. Benden onu bırakmamı istedi. İyi ki de istemiş."

Caner son sözlerini bariz bir şekilde bana bakarak söylediğinde cevabım sıkıntıyla nefes vermek oldu. Sabret diye hatırlattım kendime. Bu çocuğa sınav için katlanıyorsun. Sabret!

"E, çalışmalar nasıl gidiyor?"

"İyi." dedim öyle olmadığı halde. Caner Meriç'le aramızdaki problemleri tartışacağım son insandı.

"Meriç hala psikopata bağlamadı yani?"

Kaşlarımı çatıp Caner'e baktım. "Ne bilmek istiyorsun Caner?"

Omuz silkti. "İyi olup olmadığını."

Bu cevap beni şaşırtmıştı. "İyiyim." dedim hızla kendimi toplayıp. "Neden kötü olayım ki?"

Ah, nasıl da koca bir yalancıydım. Zaten Caner bu sahte özgüvenimi hiç yememiş gibiydi. Kırmızı ışıkta durduğumuzda doğrudan gözlerime bakıp "Söylediğim şeyi düşündün mü?" diye sordu.

O lanet olası sözleri unutmak ne mümkün diye düşündüm sinirle. Bora'dan kendimi koruyacağım derken Caner'in kollarına düştüğüm andı. İstemediğim halde onunla dans ediyor, Meriç'le ilgili sorularına kaçak cevaplar veriyordum. Elbette  aramızda bir şey olduğunun farkındaydı ve gerçeği benim ağzımdan duymak için kurnaz sorularla üzerime geliyordu. "Ondan hep gelecek zamanda bahsediyorsun." demişti sonunda. "Ama Meriç'le sadece geçmiş zaman olur. Onunla bir gelecek hayal etmekten vazgeç İrem. Şu an bile yanında değil, değil mi?"

Caner'e içimdeki tüm öfkeyi kusmak istemiştim o an. Özellikle de sözlerindeki doğruluk payı ondan daha da nefret etmeme neden olmuştu. Rüzgar bir anda başımızda belirmese belki ağzının payımı verebilirdim. Oysa Caner'in aklıma soktuğu gerçekler bir zehir gibi zihnime yayılıp rüyalarıma yer etmişti.

"Tamam, konuşmak istemiyorsan konuşmayalım." dedi Caner yeniden gaza basıp. "Nasılsa haklı olduğumu göreceksin."

Muhtemelen görecektim. Muhtemelen Caner sözlerinde can acıtacak kadar haklıydı. Ama ben henüz bu konuyu konuşmaya hazır hissetmiyordum. Şu an için mücadele verdiğim büyük bir savaş vardı zaten. Yarışmadan sonra nasılsa gerçeklerle yüzleşmekten daha fazla kaçamayacağım bir an gelecekti. O an geldiğinde de...

"Ne sınavın var?" diye sordu Caner. Sessizliğimi konuyu değiştirerek bozmaya çalışıyordu.

"Ekonomiye giriş." dedim dışarıyı izlemeyi sürdürerek. Kampüse girmek üzereydik ve sınava sadece on dakika kalmıştı.

"Sonrasında buralardaysan yemek yiyelim mi?"

Gözlerimi devirip Caner'e baktım. Pes etmesini istiyordum, ama o şansını zorlamaya devam ediyordu. "Antrenmana döneceğim hemen." dedim. Sert üslubuma alındıysa da yüzünden anlaşılmıyordu.

"O halde bir dahaki sefere." dedi bölümümün önünde durduğumuzda. "Sınavda başarılar."

Bir an geç kalma korkusuyla kapıya uzanıp bir şey demeden arabadan inmiştim. Sonra yaptığım kabalığı fark edip başımı içeri uzattım ve "Teşekkür ederim Caner." dedim. "Gerçekten teşekkürler."

Onun hakkındaki tüm negatif düşüncelerime rağmen günümü kurtaran Caner olmuştu. Benim ona doğru attığım bu beklenmedik adım suratındaki gülüşü bariz şekilde büyütünce hemen kapıyı kapatıp arabadan uzaklaştım. Yanlış bir anlaşılma şu an ihtiyacım olan son şeydi.

Beş dakika diye düşündüm bölümün basamaklarını uçarak çıkarken. Panikle amfiye daldığımda insanlar hala yerlerine yerleşiyorlardı. Derin bir nefes alıp bulduğum boş bir yere kendimi bıraktım. Ve böylece ne kadar bitap halde olursam olayım bir savaşı daha kıl payı kazanmıştım. Tabi atladığım çok önemli bir konu vardı. Geç kalmaktan o kadar korkmuştum ki asıl problemin sınavın zorluğu olabileceği gerçeğini göz ardı etmiştim. Bu şuursuzluğum kağıtların dağıtılmasıyla yok olurken neden Allah'ım diye sitem ettim içimden. Sadece birinci sınıftım ve en azından bazı şeylerin kolay olması gerekmez miydi?

Cevap alay ederce önümde duran sorularda gizliydi aslında. Hayatta hiçbir şey kolay değildi, özellikle de söz konusu bensem. İki saat doğru cevapları arayarak ter döktükten sonra kabullenmiştim. Ben o yıldızı düşük insanlardan biri olmalıydım. Tüm aksilikleri üzerine çekip, bir şansızlıktan diğerine koşan o zavallı insanlardan biri...

Muhtemelen ortalamayı bile geçemeyecek kağıdımı görevliye teslim ederken yorgunluktan bacaklarım titriyordu. Meriç'in kızarmış bir suratla antrenman için beni beklediğini biliyordum. Sınava gittiğimi söylediğimde bunu neden yaptığımı bile anlamamış gibiydi. Dikkatimizi dağıtan her şeyi bir kenara bırakmalı ve yarışmaya odaklanmalıydık ne de olsa.

Tabi bu tek hayatı dans olan Meriç için gayet mantıklı olabilirdi, ama o gün henüz yemek bile yememiş olan ben olduğum yerde sallanıyordum. Tam da bu yüzden midem, otobüs durağına yönelen bacaklarımın kontrolünü ele geçirmiş ve beni çift kaşarlı tosta yönlendirmişti. Önüne kattığı her şeyi yakıp yıkarak süratle ilerleyen hayatımın beş dakika için de olsa bir molaya ihtiyacı vardı. Üstelik nereye gideceğimi çok ama çok iyi biliyordum.

Matematik bölümüne girdiğimde doğrudan Rüzgar'ın gösterdiği gizli saklı kantine uzanan basamakları indim. Koku daha ilk anda beni etkisi altına alıp midemi guruldatmıştı. Sabırsızca önümdeki çiftin çekilmesini bekleyip sıra bana geldiğinde "Bir çift kaşarlı, bir çay." dedim. Şu an bu hayatta beni en mutlu eden şeyin bir tost olması ne acıydı.

Kantinci amca kırmızı plastik tepside çayım ve tostumu uzattığında o hep istediği oyuncağı annesine aldırmış bir çocuk gibiydim. Soğuğa rağmen bahçedeki banklara yöneldim ve en köşeye kuruldum. İlk ısırıkta ağzıma dolan yağlı peynir gerçekten de tüm sorunlarımı silmiş gibiydi.  

Bir yudum tavşan kanı, bir parça tost, yeniden çay, yeniden tost... Yemeğime öyle odaklanmıştım ki çay bardağım boşalana kadar kafamı önümden kaldırmamıştım bile. Sonunda karnım doymaya, kan mideme pompalanmaya başladığında yavaşlayıp yarısı yenmiş tostu tepsiye bıraktım. Az ileride, bir başına oturan Rüzgar'ı da o an görmüştüm. Aramızda kalan masalarda oturanlar kalktığından şimdi apaçık karşımda duruyordu.

Gözlükleri ve üzerine kapandığı kitaplarıyla kendini tüm dünyadan soyutlamış, inek bir öğrenciden farksızdı o an. Gülümsedim. Daha önce onu bu şekilde hiç görmemiştim. Hatta şu an Rüzgar'ın herkesten sakladığı ikizine baktığıma bile yemin edebilirdim. Fazlasıyla... derli toplu görünüyordu. Ve fazlasıyla masum...

Bir an yanına gidip selam vermeyi düşündüysem de önündekilere ne kadar odaklanmış olduğunu göre göre onu rahatsız etmek istemedim. Zaten şimdiden Meriç'ten güzel bir zılgıt yiyecek kadar geç kalmıştım çalışmaya. Kalan tosttan büyük bir ısırık daha alıp çantamı omzuma taktım ve kantine yöneldim. Arkamdan gelen ses beni durdurana kadar sadece iki adım atabilmiştim.

"İrem!" diye seslenen Rüzgar'a dönüp gülümsedim. "Ne yapıyorsun burada?"

"Çift kaşarlı..." dedim omuz silkerek.

Tepkim onu güldürmüştü. Gözlüğünü çıkarıp "Gelsene." dedi karşısındaki boş bankı göstererek.

Okula dönmem gerektiğini, aksi halde hiç istemediğim bir tartışmanın içine düşeceğimi bildiğim halde bu teklifi geri çevirmek gelmiyordu içimden. Sadece birkaç dakika diye kendimi ikna edip Rüzgar'ın yanına doğru ilerledim. "Sen ne yapıyorsun burada?"

"Çift kaşarlı." dedi benim gibi omuz silkip. "Biraz da ders tabi."

Benimle konuşurken gerçekten içten gülümsüyordu ve bu durum benim için yaptığı onca şeyden sonra bile hala garip geliyordu bana. Onunla ilk karşılaştığımız günü ve o zamanlar bana nasıl davrandığını hala hatırlıyordum elbette. Ne kadar da değişmişti her şey o günden bu güne. Beni karanlıklardan çıkartan kahramanım gölgelerin arasında kaybolurken bir zamanlar düşman bildiklerim şimdilerde ışığım olmuştu. Hayat çok garipti gerçekten de.

"Bugün çalışmıyor musunuz Meriç'le?"

"O ne mümkün..." dedim dudaklarımı aşağı sarkıtıp.

Rüzgar attığı kahkahanın ardından ilgiyle yüzümü incelemiş, sonra da bir anda ayaklanmıştı. "Çay içersin değil mi?"

Cevap verme şansım olmamıştı çünkü Rüzgar çoktan kantine yönelmişti bile. Bir süre sonra üzerinde iki bardak çay ve çikolatalı kek olan tepsiyi önüme koyduğunda heyecanlı, küçük bir çocuk gibi görünüyordu.

"Bir üst level'a çıkma zamanı." dedi çatallardan birini bana uzatıp. "Tostu öğrendiğine göre artık bu kantinin ikinci yıldızına geçebilirsin."

Kendisi çatalı keke batırıp koca bir dilimi ağzına atmış, sonra da inanılmaz bir haz alıyormuş gibi gözlerini kapatmıştı. Böyle bir günde beni hiçbir şeyin güldürebileceğini düşünmezken farkında olmadan sırıtıyordum.

"Ye hadiğ sendeğ!" dedi ağzına ikinci lokmayı sokuşturup. Öyle komik görünüyordu ki çatalı yumuşak keke batırıp bir parça kopardım. Lanet olsun ki Rüzgar haklıydı. Bu takıntı haline gelecek türden bir günahtı ve daha ağzımdaki lokma bitmeden ikincisini almak istiyordum.

"Dediğim kadar var değil mi?" dedi Rüzgar halime gülerek.

Elimin kenarıyla ağzımı silip dudaklarımda kalan çikolatayı keyifle yaladım. "Bana bu kötülüğü yaptığın için teşekkür ederim."

"Her zaman."

"Meriç böyle bir şey yediğimi görse çıldırırdı herhalde." dedim bir an aklıma gelen bu korkunç düşünceyle. "Zaten bulduğum kostümden nefret etti. Berbat göründüğümü düşünüyor."

Rüzgar'ın yüzündeki gülümsemeyi korumaya çalışmasını izlemek acıklıydı. Beni teselli edecek sözler aradığını biliyordum. Halbuki buna gerek yoktu. Meriç'in söz konusu dans olduğunda hiçbir filtresinin kalmadığını artık öğrenmiştim. Sözlerine kırıla kırıla kalınlaşan derim daha fazla parçalanmıyordu.

Hala Meriç'in içinde bir yerlerde elimden tutan o güzel kalpli adamın olduğuna inanmasam çoktan kendi yoluma giderdim zaten. Sadece bekliyordum. Yarışma geçecek, günlük hırslar bitecek ve biz Meriç'le çırılçıplak birbirimizin gözünün içine bakacaktık. O an geldiğinde, o gözlerde beni yeniden aşka barıştıran adamı göremezsem işte o zaman her şeyin sonu gelmiş demekti.

"Kostümü yeni mi yaptırdın?" diye sordu Rüzgar.

Maalesef ne öyle bir vaktim ne de o kadar param vardı. "Oya verdi." dedim dürüstçe. "Geçen yarışma için yurtdışından aldığı bir kostüm vardı. Yakışmadığı için hiç giymemiş. O da ben kostümsüz kalmayayım diye bana verdi. Ha bir de Alev'den aldığım var. Alev'in eski öğrencilerinden birinin kostümü... Olur da finale kalırsak onu giyecekmişim."

"Tabi ki finale kalacaksınız İrem. Bu da laf mı..."

Dudaklarımı büzdüm. "Meriç'i bir daha gördüğünde bunu ona da söyler misin?"

Rüzgar bu düşünceyle kaşlarını çatmıştı. "Meriç'in bunla yetineceğini sanmam." dedi. "Sonuçta o zirveye oynayan bir dansçı değil mi? Onun olabileceği tek yer birincilik kürsüsü!"

Son sözleri söylerken Meriç'in ses tonunu ve mimiklerini öyle güzel taklit etmişti ki cümlesindeki korkutucu gerçekliğe rağmen kahkaha attım. Şimdi Rüzgar da benimle birlikte gülüyordu. Tam o sırada masanın üstündeki telefon çalmaya başlamasa başka bir şey diyecek, belki de Meriç'in taklidini yapmaya ve bizi eğlendirmeye devam edecekti. Ama ekrana bakmasıyla yüzündeki tüm renk gitmişti.

Onu bu kadar sarsan kişinin kim olduğunu merak eden gözlerim ANNE yazısını okuduğunda korkuyla büyüdü. Hiç istemediğim halde dahil olduğum olaylar yüzünden Rüzgar'ın annesiyle arasında problem olduğunu biliyordum. Sorunun tam olarak ne olduğunu öğrenememiş olsam da Rüzgar'ın hızla değişen ruh halinden işlerin hala yolunda gitmediğini söyleyebilirdim.

"Açmayacak mısın?" diye sordum çekinerek.

Rüzgar gözlerini telefondan ayırmıyordu. "Hayır." dedi sertçe. Arama bitene kadar ekranı izlemeyi sürdürmüş sonra da telefonu cebine atıp kalan çayı kafasına dikmişti. "Benim derse gitmem lazım artık." dedi masanın üstüne yayılmış kitapları toplarken. Benden ve benimle konuşmak zorunda kalmaktan kaçtığını biliyordum.

"Rüzgar." dedim dostça eline uzanıp. Dokunuşumla toparlanmayı bırakıp yüzüme bakmıştı. O an gözlerindeki hüznün öfkeye karıştığını seçebiliyordum. "İstemiyorsan bana bir şey anlatma." dedim şefkatle. "Annenle aranızda ne geçtiğini bilmeme gerek yok. Ama o senin annen. İstesen de istemesen de bu böyle. Ne hata yapmış olursa olsun bu gerçek değişmeyecek. Ve onu görmezden gelmek daha çok üzülmenden başka işe yaramayacak."

"Bazı hataların telafisi yoktur." dedi Rüzgar sertçe. Elini hızla çekip toparlanmaya devam etmişti.

"Bazılarının da telafisi zamanda gizlidir." dedim pes etmeden. Sözlerim bir kez daha Rüzgar'ın bana bakmasına neden olmuştu. Kelimeleri çok doğru seçmem gerektiğini bildiğimden durup derin bir nefes aldım. "Annen geçmişte bir hata yapmış olabilir." dedim. "Ama insanlar değişir Rüzgar. Annen artık senin kalbini kıran o kadın değil. Yada sen ona kızan, kırılan küçük oğlan çocuğu değilsin. Konuştuğunda sana ne söyleyeceğini ve bunun sana ne hissettireceğini bilemezsin. O yüzden de ileride pişman olmamak için en azından onu bir kere de olsa dinlemelisin."

Rüzgar bir an için gerçekten dediklerimi değerlendirir gibi yüzüme baktı. Kafasında koşturan onlarca tilkiyi gözlerinde görebiliyordum. Biraz daha konuşursam onu annesine doğru bir adım atması ve bu sonsuz iç kavgaya bir son vermesi için ikna edebilirdim belki de. Ama ben daha ağzımı açamadan Rüzgar ayaklanmıştı.

"Antrenmanda görüşürüz İrem." dedi kantine doğru uzaklaşmadan önce.

Lütfen gitme demek geliyordu içimden. Onun bana yaptığı gibi ben de yardım elimi Rüzgar'a uzatmak istiyordum. Oysa oturduğum yerden hiçbir şey yapmadan gidişini izlemekten başka bir şey gelmemişti elimden.

"Görüşürüz." diye mırıldandım o tamamen gözden kaybolduğunda.

Belki de yıldızı düşük olan tek insan ben değildim.


***

- BÖLÜM SONU-

Süratle bölüm yazmaya devam ediyorum. İtiraf ediyorum sizden gelen güzel yorum ve beğeniler daha da hızla bölümleri bitirip yüklemem için beni motive ediyor:)

Yarışmaya bir kaldı. Pek çoğunuzun olmasını istediği gibi İrem sonunda kendi gücünü fark etmeye ve mücadele etmeye başladı. Tabi henüz yolun çok başında. Kanlı yarışmadan sonra durumlar ne olacak hep birlikte göreceğiz.

Ama o zamana kadar uzun süredir yapmadığımız bir şey yapıp favori karakterimizi seçelim hadi:

İREM

MERİÇ

RÜZGAR

ELA

OYA

MEMOJİ

GÜNEY

KUZEY

BELİZ

TUĞÇE

CANER

ALEV

Sonraki bölümlerde görüşmek üzere!

NOT: Lüüüüütfen yorum ve beğeni bırakın. Yazmak için inanılmaz motivasyon oluyor :D

Sizi öpüyorum

E.Ç.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top