Bölüm 32
Can we start to slow it down?
***
BÖLÜM 32:
DENİZE DÜŞEN
Bulutlar sizce de fazlasıyla yere yakın değil miydi bugün? Yoksa ben mi gökyüzüne süzülmüştüm de dünya ve gerçekleri küçücük görünüyordu olduğum yerden? Pembe gözlüklerle hayatımı izliyordum sanki. Her şey sihirli, her yer büyülüydü. Tıpkı yanımda oturan adam gibi...
Meriç... diye düşünerek iç geçirdim. Onunla ilgili hayal kurduğumu fark etmiş gibi bakışlarını yoldan üzerime çevirmişti. Gülümseyişi hep böyle güzel miydi yoksa geçirdiğimiz geceden ve bu muhteşem sabahtan sonra gözüme öyle mi gelmeye başlamıştı bilmiyordum. Ama ona bakmak nefes almamı zorlaştırıyordu.
Meriç'le zamanın akışı kuantum fiziğiyle dahi açıklanamayacak kadar karmaşıktı. Çatı katında ettiğimiz kavga yıllar önceymiş gibi geliyor, sabah beni uyandırırken omzuma kondurduğu öpücükse sonsuzluk hissi veriyordu. Tüm yaşanmışlıklar beş boyutlu bir düzlemde birbirine karışmıştı ve ben şu an sadece sol elimin üzerindeki sıcaklığa konsantre olabiliyordum. O sabah Ağva'da Meriç'in kollarında uyanmış, onun kollarında nehrin üzerinde oynaşan güneşi selamlamış, gözlerimi kuş sesleriyle kapatıp bir kez daha onun kollarında açmıştım. Mutsuzluklar tutkuların içinde erirken gözyaşlarım kuruyup toprağa karışmıştı bir kere. Artık sadece sonbahar yağmuru gibi kokuyordu hava. Ve bu bahar dondurucu bir kışın habercisi olsa da damlaların altında dans ederek fırtınanın göbeğine doğru fütursuzca sürükleniyordum.
Önceki gece antrenman sonrası çıktığımız yolculuğun beni şu an olduğum noktaya getireceğini elbette öngörememiştim. Dans ilişkimizi bitirecek konuşmamın sonunda evde karalar bağlamış, geleceğimi düşünüyor olmam gerekirdi şu an. Oysa Ağva'da baş başa geçirdiğimiz tarifsiz gecenin ve eşsiz sabahın ardından beyaz ciple derse doğru tam gaz yol alıyorduk. Meriç daha ağzımı açtığım ilk an beni tesiri altına almamış olsa belki mantıklı açıklamalarımla onu da bu ayrılığın doğruluğuna ikna edebilirdim.
Edememiştim.
Okula girdiğimiz an insanların bakışlarında yakaladığım şaşkınlık kendi yaşadığım şoktan farksız olmadığından onları anlıyordum. Elbette önceki gün olanlar kulaktan kulağa yayılmış, olayın yalan yanlış türlü versiyonları dansçılar arasında dedikodu kazanı kaynamasına neden olmuştu. Şimdi herkes gerçekten mi der gibi bakıyordu bana. Nasıl olduğumu soranların aslen ne düşündüklerini gözlerinden okuyabiliyordum. Gerçekten sana yaptıklarından sonra onunla dans mı edeceksin? demek istiyorlardı. Hele de dudağındaki yara kabak gibi yaşananları gözüne sokarken...
Soyunma odası daha önce görmediğim bir ilgiyle üzerime sorular yağdıran kızlarla doluyordu. Nasıl olmuştu, neden olmuştu, ne yapacaktım? Asıl merak ettiklerinin ben değil de Meriç olduğunun elbette farkındaydım. Prenslerinin bundan böyle benimle dans edip etmeyeceğini merak ediyorlardı. Onun boşa çıkması için beni kasten oracıkta boğabilirlerdi bile. Sürtükler... On dakikanın sonunda kendimi minimum cevapla oradan kurtarıp salona atmayı başarmıştım, ama bu kez de tanıdık yüzler sarmıştı etrafımı.
"Seni merak ettik İrem." demişti Memoji kaygıyla. İkizlerden Kuzey gerçekten endişeli görünüyor, Güney'se yapmaya çalıştığı esprilere rağmen ne durumda olduğumu anlamaya çalışıyordu. Hepsinin aklında aynı soru işareti olduğunu görebiliyordum. Rüzgar'ın benimkilerle buluşan düşünceli bakışları bile kendimi yeniden sorgulamama neden olduğundan benimle konuşmaya yeltenmediği için minnettardım. Korkarım aldığım kararla kendimi de arkadaşlarımı da hayal kırıklığına uğratmıştım. Bıçak gibi kesen sözlerine, acımasız hareketlerine ve gözlerini kör eden hırsına rağmen Meriç'e olan sevgim bir kez daha kendimi aynaların karşısında onun elini tutarken bulmama neden olmuştu. Ve bu kararın sonuçlarını herkesle birlikte ben de görecektim.
"İrem!" diye bağırdı Oya beni fark ettiğinde. Koşarak üzerime gelirken gözleri bir an az ötede ısınan Meriç'e kaymış, ama kötü bir şey düşündüyse de belli etmemek için hemen yüzüne kocaman bir gülücük yerleştirmişti. "Bakayım bir dudağına. Nasıl oldun? Hala canın yanıyor mu?"
"İyiyim. Geçti gitti bile, merak etme."
Sesimin bu kadar normal çıkmasını Oya gibi ben de beklemiyordum. Yersiz mutluluğum elbette onun ilgisini çekmişti. "Geçmiş belli, belli!" dedi manidar bir tebessümle. "Gece güzel dinlendin galiba." Gözleri bariz bir şekilde Meriç'e kaydığından ne ima ettiğini elbette anlamıştım.
"Fena değildi." deyip onun muzip sırıtışına ortak oldum.
Konuşmanın gittiği yer şimdiden ateş basmama neden olduğundan başka bir şey demesine izin vermeden ısınma bahanesine sığınıp kendimi aynanın önüne atmıştım. Yeni bir gün, son bir şans... diye geçirdim içimden esnerken. Her şeye rağmen bir kez daha denemeye hazırdım. Meriç bana bir söz vermişti ve ben bir şekilde onun aklının başına geldiğine kendimi ikna etmeyi başarmıştım. Kalbimdeki yersiz umudun başıma neler açacağını bilmesem de Meriç karşıma geçip elimi tuttuğunda doğru kararı verdiğime neredeyse emindim.
O gün gerçekten de her şey farklıydı. Meriç son birkaç haftadır ben dahil herkesin ondan nefret etmesine neden olan davranışlarından sıyrılmış gibi görünüyordu. Her şeyden önce sakindi. Ani patlamaları kaybolmuş, fevri çıkışları yerini mantıklı yorumlara bırakmıştı. Kendini kaybedip canımı yaktığı pek çok çalışmadan sonra sanki yolun başına dönmüştük de yeniden o ilk günkü yumuşak tavırlı adamla dans ediyordum. Alev'in çığlıklarını bile duymadan bir hayal aleminde süzülür gibi koreografimizin adımlarını tekrarlıyorduk. Kulağımda çalan notaların üzerinden birlikte süzülüyorduk adeta. O değil biz olmuştuk ve tek bir ruhla hareket ediyorduk. Meriç uzun zaman sonra ilk kez kendi başına değil benimle dans ediyor, benimle aynı duyguları yaşıyor, benimle aynı rüyada salınıyordu.
Ve böylece hayat bir anda bambaşka bir şekle bürünmüştü benim için. Aynı problemleri yaşayacağız korkusuyla girdiğim her çalışmadan yüzümde güller açarak çıkıyor, her defasında Meriç'e olan güvenimi biraz daha pekiştiriyordum. Alev hala canımıza okuyor, Beliz hala canımı sıkmaya devam ediyor, Tuğçe ise her zamankinden fazla soktuğu laflarla beni hayattan bezdirmeye çalışıyordu. Nedense artık bunların hiçbirinin bir önemi kalmamış gibiydi. Göz altımda morluklarla dolaştığım korkunç günlerin ardından yeniden aynadaki yansımamla birbirimize gülücükler atar olmuştuk. Ders sonunda gittiğimiz hamburgerciden, salonun girişindeki koltuklara yayılıp yaptığımız muhabbetlere kadar her şeyden ama her şeyden inanılmaz keyif alıyordum.
Meriç'in aklının başına gelmesi için sağlam bir dirsek yemem gerektiyse ne olmuştu yani? Sonunda anlamıştı işte. Rüzgar'ın endişeli bakışlarını hala zaman zaman üzerimizde hissetsem de umursamıyordum. Bir haftanın sonunda Meriç'in düzeldiğine ikna olmuştum. Zaman zaman durgun denebilecek kadar sakindi artık. Kaygıları azalmış, gerginliği yerini dinginliğe bırakmıştı. Koşturarak, itip kakarak, birbirimizi hırpalayarak dans etmiyorduk. Belki öncekine göre biraz daha yavaştık, ama böylesini her koşulda tercih ederdim.
Böylece hayatımdaki en büyük sorunun çözülmesiyle ilgim önümdeki ikinci büyük probleme kayabilmişti. Elbette yaklaşmakta olan federasyon yemeğinden bahsediyordum. Alev dahil etrafımdaki herkes için bu etkinlik katılmak zorunda oldukları sıkıcı bir gövde gösterisinden başka bir şey değildi. Dans camiasında yerini kanıtlamak isteyen her kulüp, her antrenör, her iyi dansçı, tüm hakemler ve federasyon çalışanları şüphesiz orada olacaktı. Bense çok büyük ihtimalle karşılaşacağım tek bir insanı düşünüyordum dehşet içinde.
Bora...
Onun da orada olacağına öyle emindim ki yemeğe gitmemek için her türlü şeyi denemeye hazırdım. Bulduğum en iyi ve ilk bahane giyecek kıyafetim olmamasıydı. Ama Oya bunun hiç de büyük bir sorun olmadığını söylemiş, sonra da ertesi günkü çalışmaya beş farklı elbise getirerek dediğini kanıtlamıştı.
İkinci denemem dersler ve gerçekten yaklaşan sınavlarımdı. Evde kalmalı ve çalışmalıydım. Çalışmalıydım da sevgili arkadaşlarım neden önümde koca bir hafta sonu varken özellikle cuma gecemi bu işe ayırmam gerektiğine ikna olmamışlardı. Maalesef haklılardı.
Son olarak Meriç'i kenara çekip dürüst olmaya karar vermiştim. Neden korktuğumu anlayacağını umuyordum. Bora'yla neler yaşadığımı ondan daha iyi bilen yoktu ne de olsa. Ama ben daha ağzımı açamadan Meriç yemekte dans etmemiz gerekebileceği haberini vermişti. Federasyon bir kaç okuldan kısa gösteriler yapmalarını istemiş, son performansımızdan sonra da talih kuşu Meriç, ben, Rüzgar ve Oya'nın başına konmuştu. İşte bu gerçek bulabileceğim tüm bahaneleri öldürüyordu.
Böylece kaderime boyun eğip o korkunç ana doğru yuvarlanmaya başlamıştım. Meriç'le her şey yeniden yolunda giderken gösteriye çıkamayacağımı söyleyip ilişkimizi tepe taklak etmek istemiyordum. Üstelik partneri olarak onu o kurtlar sofrasında yalnız bırakamazdım. Hele de ilk yarışmamız bu kadar yakınken ve Meriç'in kendini kanıtlamak için ne kadar uğraştığını bilirken...
Öyle yada böyle o lanet yemeğe gidiyordum. Cuma sabahı midemde şiddetli bir ağrıyla uyandığımda bir an bunun evde kalmak için muhteşem bir neden olduğunu düşünsem de kapımda beliren yakışıklı prensim özel derse gittiğini, saat yedi gibi beni almak için geri döneceğini söylemişti. Elbette ona hayır diyememiştim. Tam da bu yüzden şu anda üzerimdeki siyah askılı elbiseyle evin önünde dikiliyordum. Oya'nın getirdiklerinden en sade olanı seçtiğim halde sahneye çıkacak bir assolist kadar rüküş hissediyordum kendimi. Belki de en başında ondan bir cenaze kıyafeti istemeliydim kokteyl elbisesi yerine...
"İrem..." dedi Meriç sonunda beyaz cipiyle önümde durup karşıma dikildiğinde. Belime sarılıp beni iyice kendine çekmişti. "Neden bu kadar güzel oldun ki?"
Öyle gergindim ki iltifatı karşısında sadece gülümsemiş, öpücüğüne zar zor karşılık vermiştim. "Gel bakalım." dedi kapımı açıp arabaya binmeme yardım ederken. Ona smokini içinde ne kadar yakışıklı olduğunu söylemek, yemek yerine baş başa kalabileceğimiz bir yere gitmeyi önermek istiyordum. Mesela her şeye yeni bir başlangıç yaptığımız Ağva'ya dönmek ne kadar da harika olurdu. Ama asidik stres midemle birlikte ses tellerimi de eritmişti. Zar zor nefes alıyor, zar zor gerçek dünyaya odaklanabiliyordum. Aklım tek bir çarpışma anına takılı kalmış, acımasız oyunlar oynuyordu.
"Keyfin yok gibi?" dedi Meriç yanağımı okşayıp.
Yeniden gülümsedim. "Şu gösteri işi beni strese sokuyor. Bir de herkes orada olacak."
Herkes ve Bora... diye geçirdim aklımdan, ama Meriç sözlerimdeki gerçek mesajı almamıştı. "Yapma!" dedi elime uzanıp sıkarak. "Sen birkaç hafta sonra birinci olmak için yarışacaksın İrem. Bu aptal gösteriden mi korkuyorsun?"
Sadece yutkunabildim. Meriç'in bir süredir su yüzüne çıkmayan hırsının bir an için de gözlerinde çaktığını görmek az sonra Bora'yla karşılaşacak olmam kadar korkutucuydu. Neyse ki Meriç'in ilgisi hızla dağılmış, başka bir dans okuluyla ilgili duyduğu dedikoduyu anlatmaya dalınca konu değişmişti.
Davetin verildiği otele kadar onu dinleyip kesinlikle ilgilenmediğim bir olay hakkında yorumlar yapmaya çalıştım. Her göz kırpışımda, her nefes alışımda aklım yeniden tehlikeli sulara kayıyor, beni bekleyen geceye dair yeni ve bir öncekinden daha kötü felaket senaryoları üretiyordu. Sonunda beyaz cip durduğunda neredeyse arabadan inemeyecek kadar bitap haldeydim. Stresten oyun hamuruna dönmüş bedenim ve titrek uzuvlarımla ayakta durmaya çalışmak hiç bu kadar zor gelmemişti.
"Üzerinizdekileri bıraktıktan sonra merdivenlerden üst kata çıkabilirsiniz." dedi kapıda bizi karşılayıp vestiyere yönlendiren görevli. Ceketimle şalımı bırakırken bir yandan Meriç'le el ele salona girersek insanların hakkımızda neler söyleyeceğini düşünüyordum. Neyse ki sevgili Meriç toplum içine her çıktığımızda olduğu gibi aramızdaki samimiyeti anında dans partnerliği seviyesine indirmiş, elini nazikçe belime yerleştirip beni basamaklara yönlendirmeyi yeterli bulmuştu. Başka bir zaman olsa buna bozulur muydum bilmiyorum, ama o an, adım attığımız kalabalığın ortasına bir bomba gibi düşmediğimiz için minnettardım.
"Ne kadar çok insan var." diye mırıldandım sesli düşündüğümü sonradan fark ederek. Dansla uzaktan yakından ilgisi olan herkesin bir şekilde davette olacağını biliyordum elbette. Bu kadarını ise kesinlikle beklememiştim. Yemeğin verileceği salonun önüne yerleştirilmiş bistrolar pek çok tanımadığım simayla çevriliydi. Kokteyl için erkenden gelmiş olan davetlilerin şampanya ve samimiyetsiz gülücükler eşliğinde sohbet ettiklerini görebiliyordum. Birkaçının bakışları bize çevrildiğinde bir an bana selam vereceklerini düşünsem de Meriç'in karşılık vermek için havaya kalkan eli her defasında çaresiz gülüşümü dudaklarımda sahipsiz bırakmıştı.
"Bunları niye çağırmışlarsa..." diye söylendi Meriç belki önünden geçtiğimiz onuncu bistroya başıyla selam verirken. Onun herkesi tanımasından çok herkes onu tanıyor ve bir şekilde onunla ilgileniyor gibiydi. Meriç'e haddinden fazla samimi bir öpücükle merhaba diyen kızı dişlerimi sıkarak göz ardı etmemin üzerinden bir dakika geçmeden neyse ki kendi arkadaşlarımızı bulmuştuk.
"İrem yıkılıyorsun!" dedi Oya beni görür görmez. Onun üzerindeki gece mavisi tuvalete nazaran benim siyah askılı elbisemin hiçbir havası olmasa da arkadaşımın samimi gülüşü içimi ısıtmıştı.
"N'aber millet?" dedi Meriç o sırada yanından geçen garsonun tepsisinden kırmızı şarap kapıp. Onu taklit edip ben de kendime bir kadeh almış, stresimi azaltır umuduyla doğrudan dudaklarıma götürmüştüm.
"Bu sene ne olmuş buraya ya?" dedi Memoji etrafına bakıp. "Hayatımda ilk kez görüyorum bu insanların yarısını."
"Şov yapıyor federasyon, şov!" dedi Güney gülerek.
"Alev'i gören oldu mu?"
"Az önce geldi." dedi tam o sırada arkamızdan masaya yanaşan Rüzgar. O da Meriç gibi şık bir smokin giymişti ve lüzumsuz yakışıklılığıyla etraftaki kızların ilgi dolu bakışlarının anında bizim bistroya çevrilmesine neden olmuştu. Oya'nın hemen yanımda iç çektiğini işittim.
"Oğlum bir git şuradan ya!" dedi Güney dudaklarını sarkıtıp. "Tam ne güzel Rüzgar yok derken gelip kısmetimizin içine ettin yine."
Memoji onun haline gülmüştü. "Fena mı oğlum, sayesinde kızlar bu yöne bakıyor. Belki sana da bir şey çıkar bu vesileyle."
Kuzey kardeşinin saçlarını karıştırmak için yeltenince herkes güldü. Bense sadece tebessüm edebiliyordum. Yanlış bir şey göreceğim korkusuyla başımı oynatamıyordum bile. O anki tek sığınağım elimdeki kırmızı şaraptı ve onu da heyecandan kendimi dahi korkutacak bir hızla mideye indiriyordum.
Yarım saati arkadaşlarımı dinlemeye çalışarak ve onların esprilerine güler gibi yaparak geçirdikten sonra ikinci kadehimin de dibini görmüştüm. Nihayet yemek salonunun kapıları açıldığında ve masamıza doğru yürümem gerektiğinde bunun pek de doğru bir hareket olmadığını etrafımda dönen dünya sayesinde idrak etsem de artık çok geçti. Arkadaşlarımın ortasında bir nokta gibi ilerlerken kalabalıktan olabildiğince kendimi soyutlamış, sonra da boş bulduğum ilk sandalyeye kendimi atıvermiştim. Meriç hemen sağ yanımdaydı. Oya ise diğer tarafımda.
"Çok gergin görünüyorsun." dedi Oya bana sokulup. "Her şey yolunda mı?"
Neden kimsenin bu davetin benim için ne kadar zor olduğunu düşünemediğini bilmiyordum. Belki de ben hariç herkes Bora'yla yaşadığımız skandalı unutmuştu. Belki de sadece fazlasıyla paranoyaktım da herkesin beni süzdüğünü uyduruyordum.
"Tuvalete gitmem lazım." dedim Oya'ya söyleyecek bir yalan düşünemeyince. Hemen sonra fişek gibi yerimden kalkıp onun peşimden gelme ihtimalini yok etmiştim. Neyse ki salonun kalabalığına rağmen kadınlar tuvaletinde tanıdığım kimse yoktu. Bir süre klozet kapağının üzerinde oturup nefes alış verişimi düzenlemiş, ardından soğuk suyla içkinin yol açtığı mide bulantısı ve baş dönmesini hafifletmeye çalışmıştım.
"Allah'ım n'olur yardım et." diye mırıldandım ıslak ellerimle ensemi ovalarken. Şu an kusmam belki de başıma gelebilecek berbat şeyler arasında en üst sıralarda yer alıyordu. "Sakin ol İrem... İyisin... Sakin ol..."
Derin bir nefes alıp birkaç saniyeliğine gözlerimi kapadım. Her şeyi yoluna sokabilirdim. Evet, bunu yapabilirdim. Sadece biraz paniklemiştim o kadar. Daha şimdiden kendimi toparlamıştım bile. Bir iki lokma bir şey de yersem daha iyi hissedeceğime neredeyse emindim. Hem Bora istese de beni bu kalabalıkta bulamazdı ki. Sonra Meriç vardı. Arkadaşlarım vardı. Onlarla olduğum sürece güvendeydim.
Güvendesin İrem! Her şey yolunda!
Yada belki de değildi. Başım dik tuvaletten çıkarken sahip olduğumu zannettiğim cesaretim ne yazık ki birkaç adım bile ilerlemeden yerini daha büyük bir paniğe bırakmıştı. Arkadaşlarımın beni beklediğini zannettiğim masanın başında şu an bir başımaydım ve ben tuvalette saklanırken dev insan kalabalığı yemek salonunu yutmuş gibi görünüyordu.
Sandalyeler neredeyse boşalmış, kokteyl düzeni şimdi masaların arasına taşınmıştı. Yemek kimsenin umurunda olmasa gerek insanlar gruplar halinde içkileriyle ayakta takılıyorlardı. Sohbet öyle koyu olmalıydı ki sahnedeki müzisyenlerin çaldığı yumuşak ezgileri bile bastıran uğultu duvarlarda çınlıyordu. Daha girişken birkaç çift sahnede dans etmeye başlamıştı bile. Benim dışında herkes nasıl da güzel uyum sağlamıştı bu korkunç ortama.
Meriç'i bulma ve ona sığınma umuduyla etrafa bakınsam da şansımın çok düşük olduğunun farkındaydım. Peki ben ne yapmalıydım şimdi? Ezik bir asosyal gibi sandalyeme oturup internette zaman mı öldürmeliydim? Yoksa kendimi pistlere atıp gecenin inceldiği yerden kopmasına izin mi vermeliydim? Belki de ben...
"İrem..."
Aklım fikir üretmeyi bıraktı. Tıpkı yaşamsal fonksiyonlarına ara veren bedenim gibi o da şoka girmişti şüphesiz. Nefes alamıyordum. Bora... dedim içimden korkuyla. Yanılmadığımı biliyordum. İsmimi bu dudaklardan duymak dikenli tellerin üstüne gözü kapalı düşmeye benziyordu. Arkamı dönersem başıma neler geleceğine öyle emindim ki neredeyse olduğum yere oturup ağlayacaktım. Onunla yüzleşemezdim. Hele de bunca insanın ortasında.
Kaç diye komut verdi beynim çaresizce. Kaç, git, duymamış gibi yap!
Ne kadar da acınası ve aynı zamanda harika bir plandı bu. Nefesimi tutup hızla kalabalığa karışmaya hazırlandım. Ama adım dahi atamadan bir kez daha ismimi işitmiştim. Hem de bu kez bambaşka birinden.
"İrem..." dedi bir anda önümde beliriveren Caner. "Yine göz kamaştırıyorsun." Ben daha ne yaptığını anlayana kadar elime uzanıp dudaklarına götürmüştü. "Bu gece benimle dans etmek zorundasın. Aksi halde kalbimi çok kıracaksın..."
Caner'in kalbinin kırıklığı zerre kadar umurumda değildi. Ama arkamda bekleyen tehdit... Başımı çevirdiğimde karşılaşacağım dehşet... İşte o gerçekti ve ben henüz bu gerçekle yüzleşmeye hazır değildim. "Tamam." dedim sıkıntıyla nefes verip. "Dans edelim. Hadi."
Caner sesimdeki heyecanı muhtemelen yanlış yorumlamıştı. O, zafer dolu bir gülücükle beni piste doğru götürürken sadece o an için tehlikeden kurtulduğumu biliyordum. Denizde boğulmayı yılanla dans etmeye tercih etmiştim. Ve bunun sonuçları olacaktı. Kesin.
***
- BÖLÜM SONU-
Evet efendim, bir bölümün daha sonuna geldik. Meriç yeniden eski haline dönmüş gibi.
Fırtına öncesi sessizlik mi desek, ne desek?
Peki ya asıl şimdi kopacak kıyamet hakkında ne düşünüyorsunuz? Bir yanda Bora, öbür yanda Meriç, üstüne bir de Caner...
Şimdi bu İrem ne yapsın?
Sonraki bölüme kadar yorumlarınızı bekliyorum :)
Şimdilik kocuman öpücükler...
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top