Bölüm +23
Herkese selaaam,
Bu hafta tüm kitaplarıma bölüm yüklemeye baş koymuştum ve işte ilki Aynalı Salon'da geliyor. Size yine eğlence dolu, sürprizli(!) bölüm yazdım :)
Benden en hızlısından yb beklediğinizi biliyorum. Burada belirtmek isterim ki 7/24 yazma halindeyim. (Ve resim bulma tabi - ki bu bazen daha uzun bile sürüyor)
Ve fakat, aynı anda üç kitap yazdığımdan yayınlama sürelerim biraz uzayabiliyor. Yani size olabildiğince hızlı bölümleri ulaştırmak için elimden geleni yaptığımı bilin :))
Şimdi, daha fazla oyalanmadan bölüme dalalım.
Öppücüükk
E.Ç.
***
How do I get you out of my head?
***
BÖLÜM: +23
ÇÖPÇATAN
Cumartesi bir... Yo, hayır... Pazar bir... Pazartesi iki... Salı üç... Çarşamba...
Aklımdan bir kez daha kaç gündür aralıksız çalışma yaptığımızı saymaya çalıştım. Sanırım şu an dördüncü günümüzde olmalıydık. Ki bu da... gösteriye sadece yedi gün kaldığı anlamına geliyordu.
Alev "Hayır! Hayır siz sağdan çıkacaksınız!" diye bağırdığında zekamı matematikle zorlamayı bırakıp hareketlere odaklanmaya çalıştım. Ne kadar yorulduğumuzun sayısal karşılığını bulmanın ne önemi vardı ki zaten. Hem de çalışmanın üçüncü saatine henüz girmişken...
Özetle, yarışmadan sonra sahip olmayı hayal ettiğimiz araya hiç kavuşamamış, federasyon başkanından hocamıza gelen talep üzerine pazar sabahı kendimizi yeniden salonda bulmuştuk. Önümüzdeki Çarşamba gecesi büyük bir sosyal sorumluluk organizasyonu düzenlemeye karar veren federasyon, yarışmaya damgasını vuran okulun da geceyi gösterileriyle sahiplenmesini istemişti. Eski koreografilerimizle, depoda duran kostümlerle pek ala bu isteğe karşılık verebilirdik. Ama hayır, sevgili antrenörümüzün bir kez zirveye oturmuşken oradan inmeye hiç niyeti yoktu.
Böylece her gün dört beş saat süren amansız bir maratona girmiştik hep birlikte. Alev tek başına yetişemediğinden Sergey'i de seferber etmiş, el birliğiyle hızlıca yeni koreografiler çıkarmışlardı. Her gün başka bir terzi gelip ölçümüzü alıyor, prova yapıyor, gösteri için yepyeni kostümler hazırlıyordu. Geriye kalan tek sorunsalsa biz ve yeteneklerimizin bir sınırı olmasıydı elbette. Sıfırdan yepyeni kombinasyonlar öğrenmek yeterince zor değilmiş gibi bir de sık sık çift değiştirdiğimizden alışık olmadığımız partnerlerle dans etmek durumundaydık.
"Beren şimdi sen!" diye bağırıyordu Alev bir anda. Ve saniyeler içinde fikrini değiştirip onun yerine benim çıkmamı uygun görüyor, hemen ardındansa yeniden ilk haline çeviriyordu. Üç günde beynimiz yanmış, aklımız peynir gibi erimişti. Anlıyorduk elbette, hocamız ilahi kusursuzluğun peşindeydi. Unuttuğuysa öğrencilerinin birer fani oldukları ve bu şekilde antrenman yapmaya devam ederlerse değil gösteriyi yarın sabahı bile çıkartamayacaklarıydı.
"Beş dakika mola, sonra baştan alıyoruz."
Ofladım. Elbette Alev'in duymayacağı ve beni görmeyeceği güvenli bir mesafeden. "Vuhh..." demişti Güney alnındaki teri havluyla kurulayıp. "Artık J Balvin'den nefret ediyorum. Baştan baştan, baştan baştan... bir kez daha aynı şarkıyı duyarsam şuraya kusacağım."
"J Balvin bunu duyduğuna çok üzülecek." diye alay etti Tuğçe yandan.
Onun her daim mükemmel görünen altın bukleleri bile bu dayanılmaz mücadeleye yenik düşmüş gibiydi. Tuğçe bu haldeyken biz geri kalan kızların nasıl göründüğünün pek önemi yoktu sanırım. O yüzden gelişi güzel saçlarımı toplayıp Rüzgar'ın uzattığı suyu yudumladım.
Halime gülüp yanağıma yapışmış saçı çekti sevgilim. "Son saatler güzelim, dayan. Sonra eve gidip yarına kadar uyuyabiliriz."
Bu fikir kulağa mükemmel gelse de Güney hemen yetişmişti diğer yanımdan. "Bana bakın bugün de yorulduk diye akşamki planı iptal ederseniz arkadaşlıktan silerim hepinizi, şuraya yazıyorum!"
"Yok!" diye onayladı onu Caner. "Bu gece o mekana gidilecek. Başka yolu yok!"
Kuzey kendinden emin bir ifadeyle başını sallıyordu aşağı yukarı. "Sözümüz söz kardeşim! Merak etme. Sonunda zamanı geldi!"
"Ben yerimizi ayırttım bile." dedi Tuğçe bize bakmak yerine aynada kendini incelerken. "Her zamanki köşemizi vermezlerse mekanı kapattırmakla da tehdit ettim. Her şey kontrol altında yani."
"Kral!" diye bağırdı Güney heyecandan kendini tutamayıp.
Üç gündür bir şekilde Güney'in gecelere akma planından kaçmayı başarmış olsak da daha fazla onu oyalamayacağımızın ben de farkındaydım. "En azından köşedeki koltuklar baya rahat." dedim gülerek. "Oraya kıvrılır uyuruz artık.
Güney en beklemediği kişinin ihanetine uğramış gibi gözlerini kısarak baktı bana ve işaret parmağını yüzüme doğru salladı. "Gözüm üzerinizde İrem Hanım. Hele bir o pistin ortasında seni görmeyeyim bu gece... evde başına gelecekleri sen düşün artık. Şampuanına japon yapıştırıcısı mı koyarım, diş macununa yağlı boya mı sıkarım bilemem."
Yardım ister gibi Rüzgar'a baktığımda ellerini teslim olur gibi havaya kaldırdı sevgilim ve "Güney ne diyorsa o." dedi. Şakadan Rüzgar'ın midesine vurdum, ama ben başka bir şey diyemeden hepimizin bakışları aynı yöne döndü.
"Bence güzel bir değişiklik olur ya hepimiz için." demişti Oya oturduğu köşeden. O ana kadar konuşmanın bir parçası olduğunu hiçbirimiz fark etmediğimizden garip bir sessizlik çökmüştü şimdi. Hoş, yarışma gecesi Oya okula geldiğinden beri o garip sessizlik her daim aramızdaydı ya... Her şey eski haline dönmüş gibi görünse de bir absürtlük olduğunun hepimiz farkındaydık.
Oya artık bildiğimiz kız değildi, orası kesin. Yaşadıklarından sonra gelen idrak ona bambaşka bir karakter kazandırmıştı sanki. Küçük bir kedi yavrusu gibiydi bakışları. Daha sessiz, daha çekingen, daha... nazikti. Kalp kırıcı özgüveninin yerini alan pişmanlık ve hayal kırıklığı zeytin zeytin bakan gözlerinden okunabiliyordu her an, her saniye. Şimdi olduğu gibi hala bu ekibin bir parçası olduğunu bize hatırlamak için yaptığı girişimlerle geçmişti son günlerimiz. Olmadık yerde bir şeyler diyor, komik olmayan esprilere gülüyor, ayrı ayrı hepimize yaranmaya çalışıyordu. Normalde olsa hiçbirimize batmazdı sözleri muhtemelen. Ama kendine hiç uymayan mahzun davranışları ve ürkek sesiyle Oya her ağzını açtığında kaybettiği ilgiyi geri kazanmaya çalışan bir kız çocuğu gibiydi.
Bu ilginin en büyük mağduru Caner'di şüphesiz. Zaten gözleri her an üzerinde değilmiş gibi bir de ona yaklaşmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyordu Oya. Caner'in bu durumdan ne kadar rahatsız olduğunun hepimiz farkındaydık da bir Oya değildi korkarım. Resmen bir zamanlar kapısında köle olduğu kızdan köşe bucak kaçıyordu şimdi arkadaşım. Özellikle Oya'dan en uzak uçta durduğunu, zorunda olmadığı hiçbir zaman onunla konuşmadığını fark etmiştim. Yine de... yedi gün aynı salonun içinde birlikteyken uzaklaşmak bir seçenekmiş gibi durmuyordu. Aralarındaki gerilimden bihaber olan Alev hocanın iki dansta onları partner yapması da işin tuzu biberi olmuştu. Bir yanım bu stresin bitmesini ve her şeyin normale dönmesini istese de diğer yanım Caner sonunda Oya'nın ilgisine yenik düşecek diye korkuyordu.
Genelde ortamı toparlayan Memoji dahil hiçbirimizin normal bir şekilde konuşmaya devam edemediği boğucu saniyelerin sonunda neyse ki hocamız "Geçin yerlerinize!" diye bağırdı. "Kaldığımız yerden devam ediyoruz!"
"J Balvin..." diye söylendiğini işittim Güney'in elini bana uzatırken. Samba'nın ikinci kısmında onunla dans ediyor, hemen ardından Kuzey'e geçiyor ve finali Rüzgar'la yapıyordum. Oğlanlar yerlerinde sabit kalırken biz kızlar bir dairenin etrafını dolanarak eş değiştirdiğimizden Oya ve Caner arka çaprazımdaydı şimdi. Gözlerimi onların üzerinden partnerime çevirmeyi denesem de merakım ağır basıyordu maalesef. Tam geçiş kısmını çalışıyorduk ve koreografiye göre Güney'in etrafında bir tur atıp Kuzey'e ilerlemeliydim. Ki bu da Oya'nın benim yerime geçeceği, Caner'in karşısına ise Beren'in geleceği anlamına geliyordu. Teoride kusursuz görünen bu plan nedense moladan önce bir kez olsun doğru işlememişti. Ve şimdi bir kez daha Azrail'in karşısında canımızı almaması için tüm hünerlerimizi ortaya koymaya çabalıyorduk.
"Beş... altı... yedi... sekiz!" diye bağırdı Alev müzikle birlikte. Ellerini birbirine çarptığı an hepimiz hareketlenmiştik. Sağa adım, sola adım, dönüş, bacak yukarı, etrafından dön... yedi... sekiz... Şimdi Oya'yla burun buruna gelmem ve sonra yeni partnerime doğru ilerlemem gerekiyordu. Oysa karşım boş kalmıştı.
"Kes!" diye çığlık attı Alev aynı anda. Müzik setinin başında duran Sergey anında şarkıyı kapatıp salonu sessizliğe boğmuştu. Bu kez hangimizin hata yaptığını görmek için hepimizin birbirine bakındığı saniyeler sonunda "Oya!" diye gürledi hocamız. "Ne yapıyorsun kızım? Neden bırakmıyorsun partnerinin kolunu? Neden ilerlemiyorsun? Turşusunu mu kuracaksın çocuğun?"
Herkes gibi Oya'ya baktım ben de. Sahiden de Caner'in kolundaydı elleri. Komik olansa Beren'in öteki tarafta, Caner'in diğer kolunu tutuyor olmasıydı. İki kızın arasında öyle çaresiz görünüyordu ki arkadaşım içimden gelen kahkaha atma isteğini dişlerimi yanağıma geçirerek bastırdım. Benden daha patavatsız olan Güney arkama saklanarak kıkırdamıştı. "Allah yardımcısı olsun bu çocuğun."
Olsun valla... diye düşündüm. Oya bu ısrarcı ilgisiyle gerçek bir belaydı cidden. Beren'se... Caner'in onun hakkında ne düşündüğünü hala çözememiştim. Artık kesinlikle daha yakınlardı. Didişmiyor, birbirlerine laf sokmuyor, hatta çoğu zaman birlikteyken eğleniyorlardı. Yine de... Caner'in şu an kendinden başka kimseye değer vermek istemediğini görebiliyordum. Bir kez daha onu ilk tanıdığım zamanlardaki vurdumduymaz, hayatı ciddiye almayan oğlan çocuğuna dönmüştü, ya da dünyaya bunu göstermeye çabalıyordu. Bu değişimin tam da bu kafada olan Beren için sorun olduğunu sanmıyordum. Oysa Oya... bir kez tadını aldığı o masalsı ilgiye yeniden kavuşana dek pes edeceğe benzemiyordu.
"Oya sen Memo'nun yanına geç." dedi Alev eliyle diğer köşeyi işaret edip. "Belli yapamayacaksın bu geçişi, ortada kabak gibi durma bari. Beren sen kal orada, pozdan sonra direk Caner'in yanına geçersin. Evet, baştan alıyoruz."
Oya "Ama hocam..." diye sözlerine başladıysa da Alev'in ikinci çığlığı devam etmesine engel olmuştu. Bir an onun olana el koymuş gibi nefretle Beren'e baktı. Fakat korku ağır basmış olsa gerek hemen sonra kös kös Memoji'nin karşısına geçmişti.
Böylece bir kez daha Samba yapıyorduk. Bu yeni düzenlemeyle nihayet geçiş bölümü hallolmuş, başaramadığımız diğer pek çok kısmı düzeltmekse bundan sonraki iki saatimizi almıştı. Antrenörlerimiz karşısında on dakikalık gösteriyi üç defa baştan yaptıktan ve seyirci karşısına çıkmaya asla hazır olmadığımızı işittikten sonra bugünlük işkencenin sonuna geldiğimizi duyurdu Sergey.
"Samba kostümleri soyunma odasında hazır. Çıkmadan herkes denesin." olmuştu kraliçenin son sözü.
"Şükürler olsun." dedi Güney bir çuval gibi ağırlığını Beliz'in üstüne bırakıp.
Hepimizin hislerine tercüman olsa da Alev'in nefret saçan bakışlarına maruz kalmaktan kaçamamıştı. Gülüşlerimizi yutarak kenara bıraktığımız eşyaları toparladık ve soyunma odasının yolunu tuttuk. Sahiden de kostümlerimiz bizi bekliyordu askıda. İsimlerimize göre ayrılmış ışıl ışıl, kabarık etekli, parlak renkli elbiseler... Bu kadar kısa sürede bunca kostümü hazırlatmayı bir Alev başarırdı zaten. Duş alırken, üstümüzü giyinirken, makyajımızı yaparken bir yandan Tuğçe'nin kostümlerin ne kadar sıradan olduğuyla ilgili söylenmesini dinlesek de benim keyfim yerindeydi.
"Federasyonun gecesi için kıyafet aldın mı?" diye sordu hemen yanımda göz kalemini çeken Beren.
"Hayır..." dedim dürüstçe. "Evdekilerden bir şey giyerim diyordum ama... Alev maskeli balo olacak dedi bugün bir de. Şık bir şeyler giymek gerekir herhalde."
Beren omuz silkti. "Benim evden giyebileceğim de bir şey yok. Kıyafetlerimin çoğu İngiltere'de kaldı. Gerçi, hepsini getirmiş olsam da baloya giyecek bir şey zaten bulamazdım da..."
Güldüm. Bir anda aklıma gelen fikirle Beren'e dönmüştüm. "Acaba gidip bir şeyler baksak mı? Oradan da mekana geçeriz akşam? Ne dersin?"
Bu önerinin ne kadar korkunç geldiğini karşımdaki mavi gözlerden görebiliyordum. Beren daha yeni yeni bizimle takılmaya başlamışken biraz fazla ileri gitmiştim belki de. Bir bahane uydurup beni reddedeceğini düşünürken "Tamam." deyiverdi bir anda. "İstanbul'u pek bilmiyorum. Bana da iyi olur."
"Harika o zaman." dedim neşeyle. Bir süredir ikizlerle yaşadığımdan normalde kiraya ayırdığım paramı biriktirmeyi başarmıştım ve sonunda hazinemi kendimi ödüllendirmek için kullanmanın zamanı gelmişti. Birinciliğimizin ardından doğru dürüst Rüzgar'la kutlama yapacak vaktimiz olmamıştı bu gösteri çalışmalarından dolayı. Ama bir maskeli balo tüm bu haftanın acısını çıkartabilirdi. Kendimi uçuş uçuş bir elbisenin içinde sevgilimin kollarında vals yaparken hayal edince midemin kelebeklerle dolduğunu hissettim.
"Seni kapıda bekliyorum." dedi işi biten Beren eşyalarını toplayıp. Başımı sallayıp sırıtarak rimeli sürmeye devam ettim. Oya aniden sol yanımda belirdiğinde hazırlanmayı bitirmiş, makyaj çantamı kapamaya çalışıyordum.
"İrem..." dedi yine o tatlı, masum kız sesiyle. "Planın var mı şimdi?"
"Şey... aslında..."
Oya beni dinlemeden banka oturmuştu. "Bize gidelim mi? Balo için kıyafet seçeriz benim dolaptan. Saçımızı nasıl yapacağımızı deneriz falan..."
"Oya..." diye başladım. Şimdi ona çok daha iyi bir planı az önce Beren'le -bu sıralardaki en büyük rakibiyle- yaptığımı söylesem ne tepki verecekti? Konunun fazla detayına girmemeye karar vererek "Aslında bir planım var." dedim. "Zaten bu defa yeni bir elbise almak istiyorum ben. Ama dolabındakileri bana resim atarsan seninkini birlikte seçeriz. Hatta yarın çalışmaya getirsene, burada bakıp karar verelim."
Tüm nezaketime rağmen önerilerimin hiçbiri Oya'yı memnun etmişe benzemiyordu. "Tamam o zaman." dedi istediği oyuncağı ona almayan annesini suçlar gibi suratıma bakıp.
Orada kalıp onu teselli edebilir, hatta daha ileri gidip onu da bizimle gelmesi için davet edebilirdim. İyi kalpli, yüce gönüllü İrem kesinlikle bunu yapardı. Oysa ben de Caner gibi içten içe hala Oya'ya kızıyordum sanırım. Kim bilir belki aldığı ders ona sonunda bencil olmamayı öğretmişti. Belki gerçekten yaptığı hataları telafi etmeye çalışıyordu Oya. Yine de... bu değişime inanmak için biraz daha zamana ihtiyacım vardı korkarım.
"Akşam görüşürüz mekanda." dedim çantamı koluma takıp. Bir yandan o bizi fark etmeden Beren'le yola düşme planları yaptığımdan başka bir şey demeden hızla kendimi okulun dışına atmıştım.
Oğlanlar Caner'in arabasının etrafında toplanmış, güneşin altında muhabbet ediyorlardı. Güney'in kolu beni bekleyen Beren'in omzunda, Rüzgar'sa Memoji'nin yanında kaportanın üstündeydi. Doğrudan yanlarına gidip sevgilime sarıldım ve "İzninizle beyler, biz gidiyoruz." dedim. "Balo için Beren'le bir şeyler bakacağız."
"Kız olmak..." dedi Kuzey bana inanamıyormuş gibi. "Şu dersin üstüne kıyafet düşünebilen tek varlıksınız yemin ediyorum."
"Sahiden alışverişe mi gideceksiniz?" dedi Rüzgar hayret dolu bir tebessümle.
"Bence bir daha düşünün!" diye araya girdi Güney. "Nimet'e gitmeyi planlıyoruz. Şu kızcağız o hamburgerin tadını öğrenmesin mi?" Bilmiş bir edayla Beren'e baktığında ben de ne istediğini anlamak için ona döndüm, ama Beren kendini Güney'den kurtarıp yanıma gelmişti.
"İrem'in teklifi biraz daha cazip korkarım beyler. Sizinle akşam görüşürüz."
"Vay... öyle olsun Beren hanım. Acısını akşam çıkartırız pistte nasılsa."
"E sizi bırakayım ben o zaman." dedi Rüzgar hareketlenip. Ona gerek olmadığını söyleyecektim ki Beren benden önce davrandı.
"Şuradan taksiye bineriz biz. Hamburgerler beklemez."
"Zeki kızın hali başka oluyor işte abicim!" dedi Memoji neşeyle.
Diğerlerinin de ona katılmasıyla yollarımızın burada ayrıldığı tasdiklenmişti. Ben sevgilimi öptükten sonra herkesle vedalaşarak oğlanları arkamızda bıraktık. İstikamet dosdoğru İstinye Park'tı. Açıkçası hala Beren'e nasıl yaklaşmam gerektiğini bilmediğimden başta biraz çekingendim. Onun da beni tanımaya çalıştığını biliyordum. Bu ikimiz için de arkadaşlığımız adına ikinci bir aşamaya geçmek demek oluyordu sanırım. Fakat bir kez alışveriş moduna girince, tüm çekingenliğimiz dağılmış, o üst aşamaya ne de kolay geçebildiğimizi fark etmiştim.
Her şeyden önce Beren gerçekten komik bir kızdı. Zekice yaptığı esprilerle beni kaç defa kahkahalara boğduğunu sayamamıştım. Sonra alışık olmadığım bir özgüveni vardı. Girdiğimiz mağazalarda anında ilgiyi üstüne çekiyor, benim asla yeltenmeyeceğim sorularıyla bir diva muamelesi görmemizi sağlıyordu. Sayısız kıyafet giymiş, birbirimize mankenlik yapmış, birden fazla şey beğenip işin içinden çıkamamıştık.
Üç saatin sonunda nihayet balo için giyeceklerimizde karar kıldığımızda bu kez akşam için bir şeyler bakmayı önerdi Beren. Aklımda kesinlikle böyle bir harcama olmadığı halde kendimi anın enerjisine kaptırıp yeni elbiseler denerken bulmuştum. Daha spor, daha günlük, eğlenceli bir elbise vardı şimdi üzerimde.
"Kesin bunu alıyorsun." dedi Beren yandan beni inceleyerek.
"O zaman sen de kesin üzerindekini..." dedim gülerek.
Beren eteğinin nasıl uçuştuğunu görmek isterce temel Samba adımını yapıp etrafında döndüğünde ben de kendimi tutamayıp Bota Fogo yaptım. Sonra birbirimize dönmüş, temel adımı tekrarlamış ve saçlarımızı savurarak yer değiştirmiştik.
"Bence bu elbiseler akşam için iş görür." dedi Beren yeniden yansımasına dönüp keyifle sırıtarak.
Aynanın karşısında yan yana durmuş kıkırdarken sonunda yalnız olmadığımızı akıl edebilmiştik. Şimdi kabindeki tüm gözler üzerimizdeydi. Bir ergen gibi davrandığım için utanarak kendime çeki düzen vermeye çalıştım, oysa Beren halinden gayet mutlu gibiydi.
"Sence yakışmış mı?" dedi en yakınındaki gözlüklü kıza dönüp. Beklemediği bu soru karşısında şoka giren kız bir şey diyemeden görevli çocuk el çırparak yanımıza gelmişti.
"Ay siz ne tatlısınız öyle ya!" dedi gay olduğu her halinden belli olan oğlan. "Dansçı falan mısınız yoksa? Ben de eskiden bale yapıyordum. Ay uzun süredir gördüğüm en güzel yaratıklarsınız yemin ediyorum! Maşallah! Valla bu elbiseleri almadan buradan çıkmanıza izin veremem kızlar. No no no!"
Daha çok güldük. Sonunda oğlanın dediği olmuş, üstelik elbiselerle kalmayıp üstüne onun zorla look'umuza eklettiği aksesuarları da alıvermiştik.
"Bir yıllık alışveriş yaptım." diye yakındım sonunda kahve içmek için oturduğumuzda.
Beren köpüklü içeceğinin üstünden keyifle gülümsedi. "Değmedi diyemezsin ama..."
Doğru diyemezdim. En son ne zaman kendimi şımarttığım böyle bir gün geçirmiştim hatırlamıyordum açıkçası. Mutluluk hormonunun al al olmuş yanaklarımdan fışkırdığını hissedebiliyordum şu an. Doğrudan mekana geçeceğimiz için yeni elbiselerimizi üzerimizden çıkarmamış, hazır ayna bulmuşken makyajımızı da kabinde yapmıştık. Üzerimdekiler, saçım, makyajımla öyle iyi hissediyordum ki kendimi... Sevgilimle buluşmaya fazlasıyla hazırdım.
"Rüzgar baloda seni gördükten sonra inşallah dans edebilir." dedi Beren muzipçe. Sanki düşüncelerimi okumuştu. Bir an o büyülü sahneyi gözümde canlandırıp hayallerde kayboldum. Şapşallığımı fark ettiğimde Beren ilgiyle beni izliyordu.
"Sana bir şey sorabilir miyim?"
"Tabi..." dedim onun ses tonundaki ciddiyeti hissederek. Beren yeniden konuşmadan önce doğru sözcükleri arar gibi beklemişti.
"Nasıl oldu?" dedi sonunda. "Yani... bana anlattığın şu hikaye... Meriç... sana zarar veren, aldatan... Nasıl unutabildin onu? Nasıl hayatına devam edebildin? Rüzgar'a nasıl... yani nasıl bir başkasına aşık olabildin yeniden?"
Bunu Oya, Beliz ya da Tuğçe'den duymuş olsam altında bin bir türlü neden arar, alınır, sinirlenir, ters bir cevap verirdim. Oysa Beren'in bu soruyla bana anlatmadığı geçmişine bir kapı araladığını hissedebiliyordum. Mavi gözlerinde dalgalanan hüzün zar zor dile getirdiği bir yaranın merhemini arar gibiydi.
Kırık bir tebessümle gülümseyip dürüstçe "Bilmiyorum." dedim. "Meriç... yaptıklarıyla güvenimi öyle sarsmıştı ki, istesem de onunla devam edemezdim. Ama... yaralarımı nasıl sardığımı soruyorsan... o zaman tek cevabım Rüzgar olur sanırım. Ben daha ona aşık olduğumu fark etmeden kalbime dokunmuştu bile o. Yeniden birine güvenebileceğimi gösterdi bana. Sevginin, aşkın kırıp dökmek demek olmadığını... Sabırla tüm yaraların kapanabileceğini... Eğer o olmasaydı..." Bu düşünceyle bir an durup yutkundum. "Kesinlikle yine Meriç'i hayatımdan çıkartırdım, ama tamamen iyileşebilir miydim, emin değilim."
Beren bakışlarını kahvesine dikip söylediklerimi düşündü bir süre. Sıkıntıyla nefes verip dudaklarını büzüştürmüştü sonunda. "Sanırım bu hayatımın sonuna kadar lanetlendim demek. Rüzgar gibi bir Romeo bulamayacağıma ya da kimse benim gibi bir çatlakla vakit kaybetmeyeceğine göre..."
"Saçmalama!" dedim hemen elini tutup. "Sen hayatım boyunca gördüğüm en güzel kız olabilirsin. Aynı zamanda en akıllı, en cesur, en komik..."
"Beni övmene gerek yok. Ağlamayı düşünmüyorum."
"Seni övmüyorum." dedim başımı iki yana sallayıp. "Gerçek olan bu Beren. Ve eminim senin değerini bilen bir adam mutlaka gelecek. Ama o gelene kadar kendinden başka kimseye ihtiyacın yok. Bırakmak istediğin kim ya da ne bilmiyorum. Fark etmez de zaten. Seni üzen, kıran, zarar veren bir ilişkiyi bitirecek kadar güçlü bir kızsın sen!"
Beren gülerek gözlerini devirmişti. "Sen böyle konuşunca pelerin takıp uçasım geldi."
Kıkırdadım. "Pelerine gerek yok. Üzerindeki şu elbiseyle yeterince havalısın zaten. Üstelik Romeolar otura otura bulunmuyor. Kalk hadi, bu gecenin başlamasının zamanı geldi. Gidip şu mekanla seni tanıştıralım artık."
Beren de açtığı karanlık konuları kapamaya hevesli olsa gerek sözlerimle anında ayaklandı. Böylece bir anlığına içimizi sıkan konular hızla arkamızda kalırken biz yeniden eğlencesi gelmiş ergen kızlara dönmüştük. Taksi yolculuğu boyunca farklı farklı konular konuşup gülmeye devam ettik. Nihayet elimizde torbalarla mekanın önünde indiğimizde kapıda bekleyenlerin üzerimize yönelen ilgisi Beren'le birbirimize bakmamıza neden olmuştu.
"Bir sürü Romeo..." dedim ona göz kırpıp. Benim Romeo'msa bize ayrılmış köşede tüm yakışıklılığıyla beni bekliyordu.
Bizi görür görmez "Kızlar..." dedi Güney abartılı bir heyecanla ağzını açıp. Beren'in elini yakalayıp etrafında döndürmüştü. "Vay vay vay... Abi ben hep ne diyorum... Kızlar alışveriş yapsın. Rahat bırakın! Alsınlar yani ne istiyorlarsa. Mini elbiseler olsun, etekler olsun..."
Hepimiz onun şapşallığına gülerken Rüzgar beni kendine çevirip öpmüş ve "Eve gitmeye ne dersin?" demişti. "Mekanın bu gece hiç tadı yok zaten. Sana çok daha mükemmel bir eğlence vaat ediyorum."
Onun elleri belimden sırtıma doğru gezinirken sözleri olduğundan da tahrik ediciydi. Bir yanım her şeyi bir kenara bırakıp baş başa kalabileceğimiz bir geceye koşmak için can atıyordu, yalan yok. Ama... "Henüz değil sevgilim." dedim dudaklarımı ıslatıp. "Bu karşı konulamaz teklifi birkaç saat ertelememiz gerekecek. Çünkü bu gece çok ulvi bir görevim var."
"Neymiş o?" dedi Rüzgar tek kaşını kaldırıp.
Arkamı dönüp sırtımı ona yasladım ve o sırada Caner'le muhabbet eden Beren'i işaret ettim başımla. "Juliet'in burnunun ucundaki Romeo'yu görmesini sağlamak."
Rüzgar kesinlikle neden bahsettiğimi anlamamıştı. Oysa ben yol boyu aklımın bir köşesinde pişirdiğim planları uygulamaya geçmeye hazırdım. Neden bu işe daha önce kalkışmadığıma hayret ediyordum açıkçası. Her şey öyle bariz, öyle ortadaydı ki... iki kalbi kırık yaralı ruh... Beren ve Caner... tek ihtiyaçları olan birbirlerini fark etmeleri için biraz motivasyondu. Ki ben de tam olarak bu noktada devreye girecektim. Daha doğrusu gireceğimi zannetmiştim.
Aslında her şey tam da hayal ettiğim şekilde başlamıştı. Beren'i yeni kıyafetleri içinde gördüğünde Caner'in suratında oluşan ifade harekete geçmem için yeterdi de artardı bile. Gözlerini alamamak denen şey bu olmalıydı tam olarak. Caner Beren'e tatlı tatlı mekanımızı anlatırken uzaktan ikisini izlemiş, belki de müdahale bile etmem gerekmeyeceğini düşünmüştüm. Ela'nın neden bu ikisinin birlikte olduğunu düşündüğünü anlıyordum. Öyle doğal bir uyumla hareket ediyorlardı ki... Ah bir de fark etselerdi bunu...
Ama sonra...
Oya geldi. Uzun aradan sonra mekanımızda bir araya geliyorduk ve böyle bir geceye onun da katılacağını nasıl akıl edememiştim bilmiyordum. Üstelik bir kez daha tüm mahzunluğuyla Caner'e yaranma derdindeydi Oya. Biz içkiler içip şakalar yaparken o kibarca gülümseyerek Caner'e göz süzüyor, her fırsatta yanında bitiyor, alakalı alakasız konular açıyordu. Üzerindeki elbiseye, özenle fönlenmiş saçlarına ve bir profesyonelin elinden çıkmış gibi duran makyajına bakılırsa saatlerce hazırlanmış olmalıydı bu gece için. Dürüst olmak gerekirse tüm bu çabanın Caner'i etkilemeye yeteceğini sanmıyordum. Ama... Oya hedefine ulaşmak için tüm sınırları zorlamaya hazırdı. Dans etmeye başladığımızda iş iyice çığırından çıkmış, hatta bir ara Oya'nın kasten Caner'in önünde dans eden Beren'in ayağına bastığını bile görmüştüm.
Bu denli amatör bir çöpçatan olmasam işleri çözmeye gücüm yeterdi belki. Maalesef yetmemişti ve daha fazla sabrı kalmayan Caner bir buçuk saatin sonunda barda gördüğü ilk güzel kızın yanında almıştı soluğu. Tam da dünyaya göstermek istediği yeni kimliği için bulunmaz bir fırsattı bu. Kendini beğenmiş, şımarık bir zengin züppesiydi bir kez daha.
Hikayenin diğer karakteri Beren'se kendi halinde takılıyordu pistin ortasında. Güzelliğiyle etrafında pervane olan heriflerden hiçbiriyle ilgilendiğini sanmıyordum. Sadece egosunu okşayıp yaralarını uyuşturacak geçici ilaçlar peşindeydi.
İrem sıfır - kötülük bir... diye geçirdim içimden kenarda durmuş asık suratımla olanları izlerken. Rüzgar birkaç defa ne olduğunu sorsa da onu tatlı tatlı geçiştirmiş, hala planımı kurtaracak yollar aramıştım. Sonunda ben kenarda dikilirken çözümün bir anda kafama düşmeyeceğini idrak edip kendimi piste attım ve o sırada Memoji'yle dans eden Beren'e katıldım. Bizi gören diğerleri de -köşede oturmuş somurtan Oya dışında- az sonra yanımıza gelmişti. Söz konusu dans olunca mekanın sahibi biz sayılırdık zaten, ama ikizlerin sırayla getirdiği iki tepsi tekila sinirlerimizi iyice gevşettiğinde utanma eşeğimiz tavana vurmuş, saçmalığını düşünmeden yaptığımız hareketlerle kısa sürede tüm ilgiyi üzerimize çekmeyi başarmıştık. Tek sorun benim hala ulvi amaçlarımın kıyısından dahi geçmemiş olmamdı.
"Caner'i de çağırsak mı?" dedim bir anda Beren'in duymasına özen göstererek.
Şapşal Güney üstüne vazifeymiş gibi sırıtarak atlamıştı hemen. "Ne çağıracaksın çocuğu ya. Baksana piyango vurmuş herife, keyfi yerinde. Allah'ım darısı benim başıma!"
Ona öldürecek gibi baktım, ama herkesin kafasında kuşlar uçuştuğundan sevgilim dahil sinirimi fark eden bir Allah'ın kulu olmamıştı. Düşün, düşün, düşün... diye geçirdim içimden. Acaba biraz daha içsem yaratıcılığıma faydası olur muydu? O an aniden gelen bir fikirle Beren'i elinden yakaladım ve bara doğru çekiştirdim. "Hadi, sıra bizde. İçki alalım!"
Beren bu isteğimi gayet normal karşılayıp peşime takılmıştı. Özellikle Caner ve takıldığı kızın yanında durduğumda bile gerçek amacımı anladığını sanmıyordum. Barmen çocukla flörtöz bir muhabbete başlamıştı zorlanmadan. Hiçbir şey değilse de bu işleri daha fazla şansa bırakamayacağımı kabullenmemin zamanı geldi demek oluyordu.
"Caner!" deyiverdim ben de bir anda.
Merakla başını bana çeviren arkadaşım daldığı bir hayalden uyanmış gibiydi. "İrem?"
"Ne yapıyorsun?" dedim sanki belli değilmiş gibi. Zaten bu absürt soruma Caner cevap verememiş; benim kıza, kızın Caner'e, Caner'in bana baktığı saçma bir sessizlik olmuştu aramızda.
"İçkiler hazır!" dedi tam o sırada tepsiyle yanıma gelen Beren.
"Oyun!" deyiverdim onun elindekileri işaret edip. "Oyun oynayacağız. Dansla. Ve tekilayla tabi. Sen de gel hadi. Yani... siz... siz de gelsenize. Arkadaşınla sen."
Ben nezaketen kıza döndüğümde o alay ederce bakmıştı suratıma. "Oyun mu?" dedi gülerek Caner'e dönüp. Sarı saçlarını savurduğunda burnumu yakan parfümü gözlerimi kısmama neden olmuştu.
"Belki sonra." dedi Caner bir kıza bir bana bakıp. İkimizi de kırmak istemediğini biliyordum, ama kızın onun yakasında dolanan elleri benim sözlerimden biraz daha ikna edici olmalıydı.
"Hadi ama..." dedim can sıkmaya başladığımı bile bile. "Sensiz olmaz ki... Birlikte oynarsak anlamı var."
Yüzündeki gülüş sinsi bir öfkeye dönerken kız yeşil gözlerini üzerime dikti bir anda. "Tatlım derdin ne senin? Bir sürü adam var etrafta baksana. Git kendine başkasını bul oyun oynayacak, bu çocuktan ne istiyorsun anlamadım ki?"
Uvvv... diye düşündüm dehşetle. Konu nasıl böyle yanlış bir yere gelmişti ki? Durumu toparlamak için bir şeyler bulmaya çabalarken Caner'in de açıklama yapmaya yeltendiğini fark ettim. Muhtemelen çok iyi arkadaş olduğumuzu, hatta sevgilimin birkaç metre ötede dans ettiğini söyleyecekti. Fakat içkinin etkisiyle özgüveni her zamankinden de fazla olan Beren atağa geçmişti bir kere. Kolunu Caner'in omzuna dolayıp büyük bir hazla sırıttı.
"Tatlım belki de sen başka bir adam bulmalısındır." dedi iyice Caner'e sokulup. "Fark etmemiş olabilirsin ama bu çocuk senin gibi bir kızın boyunu fazlasıyla aşıyor."
"Beren!" dedi Caner dehşet içinde, ama partnerini zapt edemeyeceğini bilmeliydi.
"Anladım, bulduğunu kaçırmak istemiyorsun ama... Şu kıyafetinle senin gibi bir kızı becerecek bir sürü herif çıkar buradan eminim. O kadar zor değil yani."
Ne? dedim içimden ağzım açık olanları izlerken. Tamam, Caner'le kızın arasını ben de bozmak istemiştim ama...
"Seni sürtük!" diye bağırmıştı kız bir anda ayaklanıp. Caner tam zamanında onun elini yakalamasa tırnağı ya Beren'in yüzüne geçecek ya da içki dolu tepsiyi devirecekti.
Beren bu saldırıdan hiç etkilenmişe benzemiyordu. "Arkadaşımı duydun." dedi kaşlarını çatıp. "İnsan gibi açıkladı sana. Oyun oynayacağız. O-YUN! Ve bunun için de Caner'in bizimle gelmesi gerekiyor. Partnersiz dans edemem sonuçta değil mi? Yani... bu durumda uzaması gereken kim oluyor güzelim?"
"Beren keser misin?" dedi Caner omzunun üstünden öldürecek gibi ona bakarak. Ama başka bir şey demesine kalmadan savunduğu kız elinden kurtulmuş ve bir kez daha saldırıya geçmişti. Üstelik bu kez hedefine isabette de başarılıydı. Beren'in elinden kurtulan tepsi öyle bir gürültüyle yere çarptı ki o an mekanda bize çevrilmeyen tek bir bakış yoktu sanırım. Tanrım... işleri nasıl bu hale getirmeyi başarmıştım? Yerin dibine saklanmak istiyordum şu an resmen.
"Kızım sen deli misin?" dediğini duydum Caner'in şok içinde. Sanki karşısındaki sarışın bombanın gerçek yüzünü o an yeni keşfediyor gibiydi. İstemsizce kendini önümüze siper etmişti başka bir saldırı olur korkusuyla.
"Asıl deli olan bunlar!" diye çemkirdi kız öfkeyle. "Al arkadaşlarını da başına çal be! Ne haliniz varsa görün!"
O artık pek de cezbedici görünmeyen bir suratla arkasını dönüp kalabalığı yararak tuvalete koştuğunda hepimiz sessizce ardından bakmıştık bir an. Şoku ilk atlatansa Caner oldu. Yaptığı ilk şey ölüm saçan gözleriyle Beren'e bakmaktı elbette. "Memnun oldun mu yaptığına?" dedi dişlerini sıkıp.
"Seni şu basit kızdan kurtarmamdan bahsediyorsan, evet gayet memnunum, teşekkürler." dedi Beren bilmiş bilmiş. Neredeyse susması için ona yalvaracaktım, çünkü Caner'in kulaklarından dumanlar çıkıyordu şimdi.
"Gecemi berbat ettin!" diye bağırdı öfkeyle. "Ne demeye o lafları ettin ki kıza? Neden karışıyorsun işime?"
"Caner..." diyerek araya girmeyi denedim. "Beren aslında beni savunmak için..."
Neler yaşadığımızı anlamlandıramayan sevgilim ve diğerleri de o sırada yanımıza geldiğinden sözlerim yarım kalmıştı.
"Ne oluyor?" oldu Rüzgar'ın ilk sorusu. "İyi misiniz?"
"O kıyamet de neydi öyle?" dedi Güney ağzı kulaklarında. Tüm bu skandal ona bir hayli heyecanlı gelmiş olmalıydı.
Bir de Oya vardı resimde tabi. Kötü kadının aramızdan ayrılmasıyla yeniden yüzünde güller açıyordu onun da. Kurulduğu köşeden zıplayarak yanımıza gelmişti anında. Kuzey, Memo, Tuğçe, Beliz, hatta Beliz'in sevgilisi hayretle bize bakıyordu şimdi. Görevli çocuğun hızlıca kırık bardakları toparlamasıyla mekanda insanlar normal hayatlarına dönse de biz kolay kolay bu işi kapatamayacaktık sanırım.
"Yanlış bir anlaşılma..." diye söze başlasam da aynı anda Beren de bağırınca herkes ona bakmıştı.
"Kız haklı. Ne halin varsa gör! İyilik yaramıyor sana."
"Ne iyiliğinden bahsediyorsun sen ya?" diye kükredi Caner Beren'in üzerine yürüyerek. Rüzgar önüne geçip onu durdursa da bedeni saldırmak ister gibi öne eğilmişti.
Pes! diye bağırmak istiyordum evrene. Pes ediyordum. Tamam, bu çöpçatanlık konusunun kesinlikle benlik olmadığını görmüştüm. Bir plan bundan kötü eline yüzüne bulaştırılır mıydı? Sanmıyordum. İşler daha da kötüleşmeden yoluna giremez miydi artık? Lütfen Allah'ım dedim. Özür dilerim. Özür! Özür! Özür!
Tanrı katında sesimi duyan var mıydı bilmiyordum. Ama Beren sonunda söz dalaşından sıkılıp arkasını dönmüştü. Derin bir nefes almak üzereydim. Hiç değilse kimse kimseyi boğazlamadan bu gecenin biteceğine inanmak istiyordum. Ama üç adım sonra Beren olduğu yerde kalakalmıştı. Diğerleri gibi ne yaptığını anlamak için onu izledim. Sanki hiçbirimizin görmediği bir hayaleti izliyordu Beren. Nefes almadan geçen saniyelerden sonra ise bir anda yere düşmüştü.
"Beren?" diye bağırdım ne yaptığımı düşünmeden ona doğru koşup.
Peşimden gelen diğerlerinin seslerini duysam da tüm ilgim yerde hareketsiz yatan arkadaşımdaydı.
"Beren düştü."
"Beren!"
"Nesi var? İyi mi?"
"Kendinde değil mi? Beren! Beren! Bizi duyabiliyor mu?"
"Açılın, yer açın! Çekil abicim şöyle, nefes alsın kız."
Yere çöküp Beren'in başını dizlerimin üstüne koydum. "Beren... Beren beni duyabiliyor musun?" Rüzgar bir yerden su bulup bana uzatmıştı o sırada. Ellerimi ıslatıp yüzünü sildim nazikçe ve önüne düşen saçları geri taradım. "Beren... Beren'cim..."
"Ambulansı arıyorum." dedi hemen yanıma çökmüş olan Caner. Beti benzi atmış, korku az önceki öfkesini tamamen silmişti.
"Dur." dedim umutla. "Bak... Kendine geliyor. Beren... duyabiliyor musun beni?"
Beren'in mavi gözleri ağır ağır açılırken bir an nerede olduğunu hatırlayamadığını şaşkın bakışlarından hissettim. Ama sonra... "Burada!" dedi panikle doğrulmaya çalışıp. "Burada, geldi, geri geldi!"
"Ne oluyor?" dememe kalmadan Beren kendini elimden kurtarıp doğrulmuştu. Ona uzanan tüm elleri görmezden gelip bir şekilde ayağa kalktı, ama yerinde duramıyordu. Dehşetle etrafına bakarken korkudan aklını kaçıracak gibiydi. "Burada..." diyordu durmadan. "Gördüm, onu gördüm. Geldi."
"Kim geldi?" dedi Rüzgar onu tutmaya çalışıp, ama Beren sıçrayarak geri kaçmış ve hepimizden uzaklaşmıştı. Sinir krizi geçiriyordu şüphesiz. Bizim kim olduğumuzu bile unutmuştu sanki. Kendini korumak ister gibi kollarıyla bedenini sarıp etrafa bakınmayı sürdürdü. Her an kalabalığın içinden üzerine saldıracak birini bekler gibi titriyordu.
"Beren sakin ol." dedim ona doğru bir adım atım. "Bizimle güvendesin. Kimse sana bir şey yapamaz. Sakin ol!"
Başka bir şey dememe kalmadan arkasını dönüp koşmaya başlamıştı Beren. İnsanlara çarparak çıkışa ulaşmasını ve kendini dışarı atmasını izledim dehşet içinde. Caner ve Rüzgar'sa hemen peşine takılmışlardı.
"Ne oldu ona?" dedi Memoji korkuyla arkalarından bakarak.
"Size bu kızın normal olmadığını daha ilk gün söyledim." diye mırıldandı Oya arkamda kendi kendine.
Maalesef hepimiz onu duymuştuk. Güney, Memo ve ben aynı anda ona öyle ters baktık ki sözlerini yutup bakışlarını yere dikmek zorunda kaldı.
"Ne yapacağız peki şimdi?" diye sordu Kuzey kaygıyla. "Gitsek mi peşlerinden?"
Dudaklarım iyice aşağı sarkmıştı. "Toparlanıp çıkalım biz de hadi."
"Bu saatten sonra hiçbirimiz eğlenemeyiz zaten." diyerek başıyla onaylamıştı Güney beni.
Böylece hızlıca eşyalarımızı kucaklayıp büyük umutlarla başladığımız geceyi ardımızda bıraktık. Dışarı çıktığımızda Rüzgar ve Caner kaygılı suratlarla yola bakıyorlardı.
"Gitti." dedi Rüzgar özür diler gibi bana bakıp. "Yetişemedik Beren'e. Seslendik ama bir taksi çevirip bindi ve gitti."
Başımı destek bulmak isterce onun göğsüne bıraktım. Kendimi daha suçlu hissedemezdim sanırım. Çöküşü başlatan kesinlikle benim planlarım olmuştu. Herkesin gecesini mahvetmekle kalmamış, Beren'in de sinir krizi geçirmesine yol açmıştım. Yere düşüşü, söylediği sözler, gözlerindeki o korku... Günlerce hatta haftalarca kabus görecektim şüphesiz. Üstelik tam olarak ne yaşandığı konusunda hiçbir fikrim yoktu. Ne görmüştü Beren? Ya da... ne gördüğünü sanmıştı da aklını kaçıracak kadar paniklemişti?
"Şimdi ne olacak peki?" dedi Memo kimsenin sormaya cesaret edemediği şeyi sorarak.
Sustuk. Sessizliğe bakılırsa hiçbirimizin verecek bir cevabı yoktu.
***
-BÖLÜM SONU-
"Geldi, gördüm onu, geldi!"
Bölümümüze nokta koyarken hepimizin düşünmesi gereken bu bence: kim geldi? ya da gerçekten geldi mi?
Beren'i aklını kaçıracak kadar korkuttuğuna göre bu aniden hikayemizde beliren kişi -yani Beren eğer gerçekten birini gördüyse- işleri biraz karıştırabilir sanırım. Gerçi... Oya'nın dediği de pek ala doğru olabilir. Belki de Beren hasta. Belki de sadece hayal gördü.
Sanırım tüm bu cevaplar için sonraki bölümü beklememiz gerekecek. Ama bu arada tahminlerinizi benimle paylaşabilirsiniz :)) Sizden gelen fikirleri hikayeye dahil etmeye bayılıyorum. O yüzden elinizi korkak alıştırmayın :D
Şimdilik herkesi öperim. İddia ediyorum sonraki bölümü çok seveceksiniz :) Aşk, heyecan, gizem... ne isterseniz var.
Bölümü beklerken ne yapıcam diyorsanız da, e bir sürü başka kitabım var, onlara bir göz atın derim :D
Kocuman öptümmm
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top