Bölüm +2
DA-YA-NA-MA-DIM!
Güya size aralıklarla ek bölüm atacaktım ya...
Olmadı.
İç ses: Ezgi, sen bu hikayeyi bitirdin, devamlı Aynalı'ya dönüp yazmaya devam edemezsin. Başka kitapların var, yetiştirmen gereken işler var!
Ezgi: Haklısın iç ses.
İç ses: Hala yazıyorsun Ezgi.
Ezgi: Şu sayfayı da bitireyim sonra zaaaten yazmıcam ki...
İç ses: Sayfa bitti Ezgi.
Ezgi: Taam valla bu son.
İç ses: Ezgi?
Ezgi: Elizabeth?
İç ses: Kes artık.
Ezgi: Sen kes artık!
Veeeeee işte sonuç:
BUYRUNUZ SİZE YENİ BİR BÖLÜM :))))
Yorumlarla beni şımartmak isterseniz hayır demem :D
Hadi keyifli okumalar :)
***
I only want you...
***
BÖLÜM +2:
KIZLAR VE OĞLANLAR
On sıfır sıfır...
Ekranımdaki saatin yüzüme vurduğu gerçek buydu. Rüzgar'dan gelen merak dolu mesajlar ve cevapsız aramalarla birlikte elbette...
Sıkıntıyla nefes verip en üstteki mesaja tıkladım. Öyle görünüyordu ki sonunda dünyanın en anlayışlı adamını bile çileden çıkarmayı başarmıştım. Ne diyebilirdim ki... Rüzgar haklıydı. Birlikte yemek yiyip mekanda arkadaşlarımızla güzel bir gece geçirme fikri benden çıkmıştı. Tabi bu, Kaan o koca hırsıyla aramıza düşmeden önceydi. Son birkaç haftada muhtemelen beşinci ya da altıncı kez çalışma uzadığı için Rüzgar'la yaptığımız planın içine ediyordum. Ve bu iş artık özür dileyerek kurtulamayacağım kadar can sıkıcı bir hal almıştı.
Rüzgar'a ne yazacağımı düşünürken tüm gün çalışmaktan ağrımış belimi esnettim. Sabahtan beri aralıksız dans ediyorduk. Sadece yemek yemek için durmuş, onun dışında küçük molalar hariç popolarımızı yere koymamıştık. Üstelik alışık olmadığım bir dansı yapmaya çalıştığımdan daha önce var olduklarını bile bilmediğim kaslar şu an ağrı sinyalleri gönderiyordu.
"İrem soyunma odasına geçiyorum, geliyor musun?"
"Evet, evet sen git, ben de geliyorum birazdan." dedim Oya'ya bakmadan. Gözüm hala sevgilimin mesajındaydı. Rüzgar'ın cümlesinden rahatlıkla hissedilen sitemi görmezden gelmeye çalışarak 'Daha şimdi bitti canım.' yazdım. 'Hazırlanıp kızlarla gelirim ben.'
Muhtemelen telefon elinde beklediğinden Rüzgar anında yazdıklarımı okumuş, az sonra da telefonum çalmıştı. Derin bir nefes alıp "Alo..." dedim en sevimli sesimle. "Biliyorum, bana kızgınsın. Biliyorum çok uzadı. Biliyorum ben dünyanın en ama en korkunç sevgilisiyim! Ama hemen hazırlanıyorum ve uçarak geliyorum. Sonra da planladığımız gibi tüm geceyi birlikte geçiriyoruz. Ne olur kızma bana, ne olur, ne olur, ne olur!"
Ben taramalı tüfek gibi konuşurken Rüzgar sessiz kaldığından bir an panikledim, ama kulağıma onun gülüşü ulaşmıştı az sonra. "Sana neden kızayım ki?" dedi o sıcacık sesiyle beni daha da şaşırtarak. "Seni almaya geleyim mi diyecektim."
Ilık bir bahar rüzgarının kalbimin etrafında estiğini hissettim. "Yok, hiç gerek yok. Ben kızlarla gelirim. Tuğçe'de araba vardır zaten."
"Emin misin?" diye üsteledi Rüzgar. "Hemen gelebilirim."
Gelebileceğini biliyordum. Hala zaman zaman onun beni böyle sahiplenmesine şaşırsam da Rüzgar'ın kanatları altında olmaya fazlasıyla alışmıştım korkarım. Bir yanım onu bir an önce görmek için yanıp tutuştuğu halde hislerimi kendime saklayıp "Gerçekten gerek yok." dedim. "Sen bana yiyecek bir şeyler sipariş et yeter. Kurt gibi açım. Seni bile yiyebilirim."
Rüzgar'ın hattın öbür ucunda kıkırdamasıyla midemde yüz binlerce kelebek havalandı. "Buna itiraz etmeyeceğim sanırım."
Ben de güldüm. "O zaman... Az sonra görüşürüz."
"Dikkatli ol, olur mu?"
"Merak etme!" dedim neşeyle. Elbette merak edecekti ve ben bunu biliyor, bu durumdan garip bir mutluluk duyuyordum. Ne de olsa Rüzgar'dı o. Her zaman, her koşulda sevdiklerini korur, kollar, onlar için endişelenir, en iyi ve en kötü ihtimalleri onlar yerine düşünüp tüm adımları onlar yerine atardı. Ve ben bu eşsiz adama daha önce kimseye olmadığım kadar aşıktım. Telefonu kapadıktan dakikalar sonra bile hala sırıtıyor olma nedenim buydu sanırım. Onunla geçirdiğimiz zamana kayan aklım güzel anılara öyle dalmıştı ki ben hayal alemimde gezinirken salonda tek başıma olmadığımı ancak başımı çantamdan kaldırınca fark ettim.
"Toparlanıyor musun?"
"Evet." dedim kalan birkaç parça eşyamı da çantaya tıkıp. "Sen daha çalışacak mısın yoksa?
Kaan oturduğu koltuktan hayır anlamında başını salladı. Yine o bilmiş tebessüm vardı suratında. Muhtemelen benim kendimi Rüzgar'a kaptırıp dünyadan soyutlandığım dakikalarda o üzerini değiştirip hazırlanmıştı bile. Hoş, kendine has tarzı olan bir çocuktu aslında Kaan. Çalışkandı, yetenekliydi, eğlenceli sayılırdı. Onla yaptığımız antrenmanlarda sayesinde pek çok yeni şey öğrendiğimi de itiraf etmeliydim. Yine de... Kaan'ın bakışlarında, konuşmasında ya da aşırı özgüvenli duruşunda bana öyle aşina gelen bir şeyler vardı ki, onun etrafında olmak bir zamanlar tattığım kekremsi duyguyu yaşatıyordu yeniden. Ve elbette zihnimden silmek için her şeyi yaptığım birini hatırlatıyordu bana.
Salonda onunla yalnız kalma fikri garip bir şekilde bu huzursuzluğu tetiklediğinden toplanma işini hızla tamamlayıp kapıya yöneldim. "Yarın çalışmada görüşürüz o zaman."
Ben olabildiğince içten bir tebessümle arkamı dönmüştüm ki "Aslında..." dedi Kaan. "İkimiz de aynı yere gidiyoruz sanırım." Ben anlamadan ona bakınca "Tuğçe beni bu geceki buluşmanıza davet etti." diye eklemişti.
Sadece "Ya..." diyebildim.
Tam da Barbie'den beklenecek bencillikte bir hareketti bu. Bizim oğlanların neredeyse hepsinin gıcık olduğu bir adamı kimseye sorma gereği bile duymadan aramıza sokmaya karar vermişti demek. Suratımda böcek ezmiş gibi bir ifadeyle Kaan'ın yüzüne bakakaldığım saniyelerin ardından "Süper..." diye mırıldandım. "Orada görüşürüz o zaman."
Bir kez daha kaçarca çıkışa yönelmiştim, ama Kaan'ın sesi yeniden durmama neden oldu. "Arabalıyım ben, istersen birlikte gidebiliriz."
"Şey... biz Tuğçe'yle gideriz herhalde. Onda da araba vardır. Yine de sağol."
Kaan'ın kaşları yukarı kalkmıştı. "O benimle geliyor ama... Demin kendisi öyle dedi yani..."
Aman ne güzel! dememek için kendimi zor tuttum. "Hımm..." gibi anlamsız bir ses döküldü dudaklarımdan onun yerine. "Tamam o zaman, ben bir Oya'yla da konuşayım... Ne yapacağımıza bakalım."
Bu kez geri dönmemek üzere kendimi koridora atmıştım. Soyunma odasına ulaşana kadar önümdeki ihtimalleri değerlendirerek bu işten bir çıkış yolu aradım. Her şeyi fazlasıyla abartıyordum belki ama... O mekana, bizim çocukların yanına Kaan'la giriş yapma fikri nedense doğru hissettirmiyordu. Ne yazık ki bu şekilde düşünen bir ben olmalıydım, çünkü kıyafetlerini giyip çoktan makyaja geçmiş olan Oya ve Tuğçe keyifle muhabbet ediyorlardı o an.
"İrem..." dedi Oya aynadan beni gördüğünde. "Nerede kaldın? Hadi hazırlan çabuk, çıkacağız birazdan. Kaan götürecekmiş bizi."
"Tuğçe'yle gideriz diye düşünmüştüm." dedim sanki az önce Kaan'ın sözlerini hiç duymamış gibi.
O sırada dolgun dudaklarını parlak pembe bir rujla boyamakta olan Tuğçe bana bakmak yerine kendini inceliyordu. "Bugün arabayı almıyorum." dedi allık fırçasına uzanıp. "İçince başıma kalıyor sonra. Hem Kaan'la gitmek dururken..."
Tuğçe ve Oya yandan birbirlerine kurnaz bir bakış atıp kıkırdadıklarında umutsuzca gözlerimi devirdim. O an onların oyununa ayak uydurmaktan başka şansım yoktu. Zaten beni bekleyerek vakit kaybetmek istemediklerinden duştan çıkıp hızla üstümü giyinmiş, iki dakikada makyajımı yapıp saçlarımı bile kurutamadan peşlerine takılmıştım.
"Kızlar..." dedi okulun önündeki arabasına yaslanmış telefonunu kurcalayan Kaan bizi görünce. Tek tek üzerimizde dolaşan bakışları bir beni rahatsız etmişti sanırım. Şu duruşu, tavrı, ifadesi öyle sevimsiz anıları çağrıştırıyordu ki bana... Kendimi hızla arka koltuğa atıp kapıyı kapadım. Ön sırayı kimseye bırakmayan Barbie elbette hemen Kaan'ın yanında yerini almış, Oya da bu durumdan pek memnun olmayarak benim yanıma yerleşmişti.
Tam şu an Rüzgar'a mesaj atmam, düşmanla seyahat ettiğimi söylemem ve az sonra onun gecemizin ortasına bomba gibi düşeceğini haber vermem doğru olurdu. Ve ben bunu gayet iyi bilmeme rağmen telefonu elimde evirip çeviriyor, yine de iki kelimeyi yan yana getirip yazamıyordum. Bu kaygılarımdan tamamen bihaber olan arkadaşlarım hangimiz Kaan'la daha çok konuşacak yarışına girdiklerinden başımıza gelebilecekleri tamamen unutmuş gibiydiler. Oysa ben şimdiden Rüzgar'ın, Caner'in, ikizlerin hatta Memoji'nin bile yüzlerini görebiliyordum.
Dehşet...
İşte az sonra yaşanacakları anlatan kelime buydu. Yine de bir türlü elim o mesajı atmaya gitmiyordu. Rüzgar'a haber verip onu huzursuz etmekten mi çekiniyordum yoksa bana söyleyeceklerini duymaktan mı emin değildim. Derin bir nefes alıp dikkatimi gecenin ışıklarıyla birlikte can bulan İstanbul'a vermeyi denedim.
Neyse ki Oya bir süre sonra Kaan'ın yeterince onu fark etmediğini düşünüp koltukların arasından başını öne uzatmış, ben de dahil olmak istemediğim muhabbetten tamamen soyutlanmıştım. Tuğçe de Oya da konuşma konusunda öyle motiveydiler ki, çoğu zaman dinlemeden sadece yorum yapıyor, seslerini yükseltip birbirlerini bastırmaya çalışıyorlardı. Abartılı kahkahalar, gerdan kırmalar, göz süzmeler... Arkadaşlarımın Kaan'ı etkilemek için ellerinden gelen her şeyi yaptıklarını görebiliyordum. Ama aradan geçen on dakikanın sonunda Kaan Bey'e etrafındaki iki güzel kadının ilgisi yetmemiş olsa gerek bir anda dikiz aynasından bakışlarını bana dikmişti.
"İrem hep böyle sessiz midir?"
Doğrudan gözlerimin içine bakıyor, yukarı kıvrılmış dudaklarıyla kurnazca bana gülümsüyor ama güya bu soruyu Tuğçe'yle Oya'ya soruyordu. Ne de komikti. Gayet aşina olduğum bu basit numaraların benim üzerimde hiçbir işe yaramadığını bilmediği gibi sadece sevimsiz anıları çağrıştırdığından da bihaberdi şüphesiz. Oysa ben bu konuda master yapmış bir adamla aylarımı geçirmiş; oyunun her kuralını, tüm hileleri, tüm numaraları bizzat yaşayarak öğrenmiştim. Kaan'ın neden ısrarla benimle konuşmaya çalıştığını o kadar iyi anlıyordum ki... Etrafında ona ilgi göstermeyen tek kız benken kazanılacak bir zafer gibi görüyordu beni şüphesiz. Daha önce de birkaç kez derste şansını denemiş, ama onca öğrencinin arasında sözlü sataşmalardan ileri gidememişti. Karşısına koyduğum her duvarda biraz daha hırslandığını görsem de şu ana kadar bunun umursamam gereken bir problem olduğunu hiç düşünmemiştim. Ama bu gece, belki de ilk kez Kaan gerçekten sinirimi zorluyordu.
"Yorgunum." dedim kızların benim yerime cevap vermesine fırsat vermeden.
Sesimdeki soğuk tınıdan mı yoksa aynadan onunkilere karşılık diktiğim sert bakışlarımdan mı bilmiyorum, Kaan gerçek cevabımı anlamış gibi hafifçe başını sallayıp kızlarla başka bir muhabbete geçmişti. Hala dudaklarında dolanan o bilmiş tebessüm midemin kasılmasına neden olsa da yolun kalanını sosyal medyada dolanarak geçirip dikkatimi başka şeye vermeyi başardım. Nasılsa gösteri bittikten sonra geriye ne hip hop ne de Kaan kalacaktı benim için. Neyse ki...
Oya ve Tuğçe'nin meydan muharebesiyle devam eden yirmi yorucu dakikanın ardından sonunda mekanın önüne gelmiştik. Arabanın sol tarafında oturmuyor olsam beni bekleyen tehlikeyi belki daha aşağı inmeden görebilirdim. Oysa Kaan durduğu an panikle kendimi dışarı attığımdan girişte sigara içmekte olan arkadaşlarımı ancak onlarla göz göze geldiğimde fark etmiştim.
"Aa kızlar geldi." dedi Güney. Kendini tutsa da içinden Hem de bu pezevenkle birlikte... diye geçirdiğine yemin edebilirdim. Sanki az önce suratına sert bir top yemiş de kendini toplayamamış gibi görünüyordu şu an ve bu şaşkınlığı kesinlikle bizle değil, bakakaldığı Kaan'la ilgiliydi.
Rüzgar... diye düşündüm korkuyla. İnsanın bakmaya doyamadığı bir Yunan heykeli gibi hareketsiz duruyordu sevgilim Güney'in hemen yanında. Dudaklarının arasında kendi kendine yanmaya devam eden sigaradan yükselen dumanların ardında keskin hatları daha da korkutucu görünüyordu şimdi. Saatlerdir istediğim tek şey onunla olmak, kendimi onun güvenli kollarına atmakken daha ben adım atamadan sert bakışları hemen yanımda dikilen Kaan'a kaymış, beni olduğum yere mimlemişti. Beklenen kıyametin teninin altında fokurdadığını görebiliyordum.
"Hello beyler!"
Oya abartılı bir neşeyle onlara doğru yürüyüp kolunu Kuzey'in omzuna attığında bile oğlanlardan hiçbiri gözünü aralarına sızan yabancı maddeden ayırmamıştı.
"Hayırdır?" dedi Kuzey sanki arkadaşlarının hislerine ortak bir soruyla cevap bulmak ister gibi.
Tuğçe hemen öne atlayıp Kaan'ın koluna girmişti. "Bu gece Kaan da bizimle takılmaya geldi. Süper değil mi?"
Kesinlikle değildi ve bunu sevgilimin yüzünden gayet net görebiliyordum. Daha önce kimseyle ilgili iyi bir şey dediğini duymadığım Tuğçe Kaan'la ilgili övgü dolu açıklamalar yaparken Rüzgar soru soran bakışlarını benimkilere dikmiş, bir açıklama arıyordu. Dudaklarımı büzüp çaresizce omuzlarımı kaldırdım. Tüm bu olanların benim kontrolüm dışında geliştiğini anlamış mıydı bilmiyordum, ama yere attığı sigarayı ayağıyla ezerken ona ne açıklama yaparsam yapayım mutlu olacakmış gibi durmuyordu.
"Kızları bu saate kadar çalıştırdım." diyordu bu arada Kaan. "Siz de kusura bakmayın. Planlarınızı bozduk biraz herhalde ama iyi bir gösteri kolay çıkmıyor sonuçta."
"Ya ne demezsin..." diye mırıldandı Güney kendi kendine.
Kaan kendi sözlerinden başka şey duymasını engelleyen egosu yüzünden onu fark etmemişti bile. "Neyse ki şov şahane olacak." diye devam ediyordu heyecanla. "Bu kadarını beklemiyordum açıkçası. Hepinizin ününü duymuştum tabi ama... Herkes çok yetenekliymiş sahiden. Kızlar var ya... uuu... inanılmazlar cidden. Her gün daha da şaşırtıyorlar beni. Tuğçe çok güçlü, Oya çok hızlı. İrem çok..." Kaan es verip bana baktığında ben de nefesimi tutup lütfen saçmalama diye geçirdim içimden. Oysa o bir süre daha bana bakmış ve sonunda "o kadar tutkulu ki..." demişti.
Aynı anda üzerime çevrilen tüm bakışların altında zorla yutkundum. Tuğçe altına tonla korkutucu duygu gizlediği sahte tebessümüyle beni izlerken öyle tehditkardı ki dikkatimi Rüzgar'a veremiyordum bile. Muhtemelen bu gece daha yarısına bile ulaşamadan biri Kaan'ı dövecek, Barbie'nin gazabı hepimizi yakacak, Oya da kıskançlıktan ortadan ikiye çatlayacaktı. Kaan'ın bir sanat projesiymişçesine biz öğrencilerinden sabaha kadar bahsedebileceğini gözlerinden görebiliyordum. Neyse ki Tuğçe bu muhabbetten sıkılmış, ilgiyi yeniden üzerine çekme ihtiyacı hissetmişti.
"Hadi Kaan." dedi onu içeri doğru çekiştirerek. "Üşüdük burada ayakta bekle bekle. İçeri girelim de gerçek eğlenceyi orada gör sen."
Aklı olan herkes onun yanındaki adamla flört ettiğini anlardı. Kaan'ın da bunu idrak edemeyecek kadar aptal bir çocuk olmadığına emindim. Sadece egosunu besleyen bu ilginin tadını çıkartıyor, bir yandan da yeni eğlenceler için gözünü açık tutuyordu. Kolundaki kızla mekana girerken bile önce Oya'ya sonra bana o çapkın bakışlarından atmasının nedeni de buydu şüphesiz. Ne kadar tahmin edilebilir... Ne kadar yazık...
Esas oğlanı Tuğçe'nin kaptığını düşünen Oya panikle "Hadi girelim biz de içeri!" diyerek Kaan'ların peşine takıldığında ikizler de asık suratlarla onu takip etmişti. Bense hala aynı yerde kıpırdamadan benim gibi hareketsiz duran sevgilime bakıyordum.
Derin bir nefesle aramızdaki mesafeyi kapatıp onun tam önünde durduğumda Rüzgar'ın beni tersleyeceğine neredeyse emindim. Suçlu bir kız çocuğu gibi gözlerimi onunkilere dikip azarlanmayı bekledim. Ama Rüzgar sessiz kalıp beni izlemeyi sürdürmüştü. Neden konuşmuyordu? Bana iki kelime dahi edemeyecek kadar sinirli miydi yani?
Sonunda cesaretimi toplayıp "Biliyorum." dedim sıkıntıyla. "Gece pek hayal ettiğin gibi olmadı. Önce geç kaldım ve sonra da..." Dudaklarımı birbirine bastırıp bakışlarımı ayaklarıma diktim. Böylesi Kaan'ın ismini söyleyip Rüzgar'ı iyice sinir etmekten daha doğru gelmişti. "Sana bu geceyi telafi edeceğimi söylesem de artık inanmazsın sanırım değil mi? Sonunda kaçıncı kez oluyor bu..." Sesli bir nefes verip çekinerek ona baktım yeniden. "Özür dilerim Rüzgar. Gerçekten... Şu gösteri saçmalığına girmeyi kabul etmem hataydı ama işte... Alev Hoca isteyince ben... Yani dansıma da faydası olur diye... kabul etmiş bulundum. Bu kadar abartacağını bilemezdim ki sonuçta. Hem belki kabul etmesem Alev yine de zorlardı beni. Biliyorsun nasıl sinirleniyor istediği olmayınca. Zaten Tuğçe'yle Oya evet demişti bir kere. Şimdi benim onları yarı yolda bıraktığımı düşünsene. O da olmazdı. İnan, ben de çok yoruldum. Görüyorsun canım çıkıyor. Sabah, akşam demeden çalıştırıyor Kaan bizi... Bilmediğim de bir dans... Ağrımayan tek yer kalmadı sırtımda. Ama bitiyor, az kaldı. Biraz daha dayanırsak... Yani gösteriden sonra zaten ben bir daha..."
"İrem..."
Nefes almadan saçmaladığımı ancak Rüzgar'ın sesini duyunca fark etmiştim. "Yetmez mi?" dedi Rüzgar tek kaşını kaldırıp. Şaşkın şaşkın ona baktım. "Anladım." dedi sakince. "Durabilirsin artık." Ben kuşkuyla onu incelerken o beni daha da şoka sokarak belimden tutup beni iyice kendine çekmişti. İlgiyle yüzüme bakıyordu şimdi.
"Bu kadar mı?" dedim hayretle. "Bir şey demeyecek misin? Bana kızgın değil misin?"
Rüzgar dudaklarını emin değilmiş gibi büzüştürse de tebessümünü saklayamamıştı. "Belki biraz..." dedi kaşlarını çatıp. "Ama tüm bu anlattıkların yüzünden değil."
"O zaman Kaan..."
"Kaan..." diye tekrarladı Rüzgar.
Suratım daha da asılmıştı. "Onun burada olmasını ben istemedim Rüzgar. Tuğçe davet etmiş. Ben de buraya gelmek için mecbur onun arabasına bindim."
"Biliyorum." dedi Rüzgar. "Ama bana haber vermedin. Arasan anında seni almaya gelirdim, biliyorsun."
Haklıydı. Haklı olduğunu biliyordu. Buna rağmen o an yanağımda dolaşan parmakları öyle yumuşak dokunuyor, bakışları tenimi öyle sevgiyle okşuyordu ki kendimi daha da kötü hissediyordum. Daha önce Kaan'la ilgili duyduğu rahatsızlığı birden fazla kez bana söylemiş, bense her seferinde onu geçiştirmiştim. Oysa bu gece Kaan'ın açıkça sergilediği kartlarından sonra onun nasıl bir adam olduğunu umursamama şansım kalmamıştı korkarım.
"Özür dilerim." dedim korkunç bir suçluluk duygusuyla.
Rüzgar başını iki yana sallayıp bana doğru eğilmişti. "Özür dilenecek bir şey yok." dedi burnunu yanağıma sürtüp. "Sadece sen, ben ve öldürülmesi gereken adamlar var. Ve maalesef sayıları çok fazla."
Ben hayretle ne dediğini anlamaya çalışırken o dudaklarını dudaklarıma bastırmıştı. Bir anda bedenimi kuşatan sıcaklığı, burnuma dolan kokusu ve ruhumu sarmalayan varlığıyla nefesimin kesilmesine engel olamadım. Kollarım ben fark etmeden onun boynuna dolanmıştı bile. O ana kadar yaşadığım tüm kaygılar tek bir dokunuşuyla kolayca yok olabiliyordu demek.
"Seni çok seviyorum İrem." dedi Rüzgar öpmeyi bıraktığında. "Ve seni çok kıskanıyorum. Sanırım bununla baş etmenin bir yolunu bulmam lazım. Aksi halde sahiden katil olacağım bir gün."
"O konuda birlikte tedavi olmamız gerekebilir." dedim muzipçe. "Benim de bu kıskançlığı idare etme konusunda pek iyi olduğum söylenemez... Ve sanırım işe şu kızı öldürmeyerek başlamak zorundayım. Nasıl dayanacaksam artık..."
Rüzgar girişe yaslanmış hayranlıkla onu süzen kıza attığım bakışı görünce öyle bir gülümsedi ki midemin alev aldığını hissettim. Hemen sonra hala boynunda duran ellerimi tutmuş ve minik bir busenin ardından "Hadi o zaman." demişti. "Bütün kızları ve oğlanları bir kenara bırakalım ve gidip bana söz verdiğin şu geceye başlayalım artık. Hem... bu gece ulvi bir görevimiz daha var."
"Neymiş o?" dedim merakla.
Rüzgar beni beraberinde mekanın içine sürüklerken yandan kurnaz bir bakış atıp göz kırptı. "Yaralı bir kalbe yardım eli uzatacağız diyelim."
Kesinlikle anlamamıştım. Onun yanında olduğum sürece nereye, neden gittiğimizi anlamama da gerek yoktu zaten. Önemli olan tek şey o an duyduğum güven ve gözlerimin önünde ışıldayan yıldızlardı.
Hadi bakalım... diye düşündüm. Bütün kızları ve oğlanları bir kenara bırakalım ve gidip şu geceye başlayalım artık...
***
-BÖLÜM SONU-
Ta daaaaa :D Yüzünüzde tatlış bir tebessümle bölümü bitirdiğinizi umuyorum :) Bu da benden size güzel bir hafta sonu hediyesi olsun. Rüzgar ve İrem'i okumak isteyenler umarım mutlu olmuştur.
Normalde bu bölüm bir tık daha uzayacaktı, ama kontrolü elden kaçırınca danslı sahneler sonraki bölüme kaldı, artık idare edin.
Son olarak yeni karakterimiz Kaan'ı çekiştirelim hadi biraz. (Ay kitap bitmiş hala niye karakter sokuyorsam araya, huyum batsın!) Neyse, siz yine de bana yazın :D
Öperim hepiniziiiiiii
Yorum, sevgi, aşk.... hepiciğini beklerim.
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top