Bölüm +15
Herkese güzel pazarlar,
Evlerimizdeyiz, evde kalıyoruz, o halde bol bol okuyabilir, hayaller kurabilir, yepyeni dünyalar keşfedebiliriz. Tam da bu yüzden söz verdiğim gibi dur duraksız yazıyorum bu ara size. Hafta sonunuza bolca dans, aşk, tutku ve biraz da entrika getirmeye geldim. Aynalı'da heyecan kaldığı yerden devam ediyor. Kahveleri, çayları koyalım, müziği açalım ve keyif başlasın.
Hepinize zevkli okumalar.
E.Ç.
***
This is how we do it...
***
BÖLÜM: +15
İŞTE BÖYLE
Hırsından çatlamak... hem de orta yerimden... İşte hissettiğim tam olarak buydu. Midemden tüm vücuduma genişleyen yanma hissinin az sonra tenimde yarıklar açacağına ve o yarıklardan tüm öfkemin fışkıracağına emindim neredeyse. Her şey bu kadar güzel giderken... Tam da hayallerimdeki gibiyken gece... Olacak iş miydi bu Allah aşkına?
Zoraki el çırpan Güney ya da adımlarıyla ritim tutan Memoji gibi rol yapmak bile gelmiyordu içimden Oya'yla dans eden Kaan'ı izlerken. İstenmeyen bir bakteri gibi sızmışlardı aramıza ve şimdi dünya umurlarında değilmişçesine keyifle dans ediyorlardı halkanın ortasında. Kaan doğaçlama hareketler ustasıydı zaten, şimdi de çalan müziğe anında uydurduğu adımlarla mükemmel bir uyumla eşlik ediyordu. Oya'ysa sergilediği hareketleri yer yer gösteriden seçiyor, yer yer Samba adımlarıyla dansını renklendiriyordu. Tüm gece kendi içine kapanıp surat astıktan sonra ışıkların ona çevrilmesiyle içindeki yıldız kabuğundan bir anda sıyrılmıştı sanki.
"Anlamadım ben, bu çocukla mı çıkmaya başladı Oya?" dedi Ela tek kaşını kaldırıp.
Omuz silktim. "Orası epey karışık. Yer yüzünde teknik olarak Kaan'ın asılıp sulanmadığı tek bir dişi sinek bile yok. Bizim kızlar da sırayla oltasına düşüyor işte."
"Enteresan..." diye mırıldandı Ela dudaklarını aşağı sarkıtıp. "Bana sorsan kesin gay derdim."
Güldüm. "İstemeyerek Oya'yla ikisini basmamış olsam haklısın derdim belki, ama sana garanti edebilirim ki tercihi erkekler değil. Hatta kızların ilgisine muhtaç, narsist, megalomanyak herifin teki Kaan ve Oya bunu nasıl göremiyor anlamıyorum. Hem de gözünün önünde Caner..."
Dudağımı ısırıp durdurdum kendimi. Caner az ileride tüm olgunluğuyla olanı biteni sakince izlerken benim bu denli delirmem anormal gelmişti bir an. Arkadaşımın kaşları çatılmış, kolları kendini korumak isterce göğsünde bağlanmıştı, ama öylece duruyordu işte. Oysa ben... Sinirden kanım kaynıyordu. Sevdiğim birinin bu şekilde haksızlığa uğramasına tahammül etmek aşırı ekşi limonlu bir dondurma yalamaya benziyordu ve ben o son lokmayı Oya'nın üzerine kusmamak için kendimi zor tutuyordum.
"Çocuk iyiymiş yalnız." dedi Ela muhtemelen benim içimde patlayan yanardağlardan bihaber olduğundan. Ona öldürecek gibi baktığımdaysa güldü. "Ne var, yalan mı söyleyeyim. Herkes benim Rüzgar'ım gibi hem iyi dansçı hem güzel kalpli olamaz ya... Bu hem pislik hem yetenekli demek ki."
Maalesef... diye geçirdim içimden. Kaan da kendimi ona beğendireceğim diye tüm hünerlerini ortaya seren Oya da gerçekten iyi dansçılardı ve birlikte yakaladıkları uyumu inkar etmem imkansızdı. Atlıyor, zıplıyor, yerlerde sürünmekten, havalara uçmaktan kaçınmıyor ve tüm bunları müziğin vuruşlarına harika uyduruyorlardı. Hip Hop özgür bir danstı ne de olsa. Aynı zamanda da dinamik, sürükleyici, merak uyandırıcı... Tüm sinirime rağmen ben bile sonraki adımı ilgiyle beklemekten kendimi alamıyordum. Kaan'ın şarkı sözlerini anında yakalayıp bir mizansen yaratması ve teatral bir kurguyla sergilemesi koreografilerin sınırları içinde dans etmeye alışmış biz Latin dansçılar için kafesinden kurtulmuş bir kuşun havada süzülüşünü izlemeye benziyordu adeta.
Buna rağmen müzik sona erip Kaan Oya'yla sırt sırta dansını bitirdiğinde hiçbirimiz az önceki gibi coşkulu bir tezahüratla karşılık vermemiştik. Alev Hoca'nın abartılı şakşaklarını az da olsa destekleyen Güney ve Ela'nın alkışları dışında seranın üzerine bariz bir gölge oturmuştu şimdi. O gölge, Kaan Oya'nın eline uzanıp öpücük bıraktığında genzimden aşağı yoğun bir zift gibi kayıp midemi yaktı.
Caner'in istemsizce bakışlarını yere çevirdiğini gördüğümde destek bulma umuduyla Rüzgar'a baktım. O tanıdığım en büyük kahramandı ne de olsa, bugüne kadar sevdiği kimsenin zarar görmesine izin vermemişti. Ama kahramanım şu an içten içe kendi düşmanıyla mücadele ediyor olsa gerek, kaskatı kesilmiş bir ifadeyle Rüya'nın üzerindeydi gözleri. Bariz bir ilgiyle onu izleyen Rüya'nın...
Sıradaki şarkı otomatik olarak başlayıp ortamı geren boğucu boşluğu doldurduğu halde kimse hareketlenmemişti bu kez. Kaan şovunu yapmış olmanın sevimsiz gururuyla kenara çekilse de aramıza bıraktığı zehir hala oradaydı. İçten içe köklerimizi çürütmüştü sanki.
"Bu partiyi ben düzenlediğime göre istediğimi kovma hakkım da var değil mi?" dedim bu kez desteği Ela'dan almaya yeltenip.
Onu güldürmüştüm. "Bence bırak kalsınlar." dedi Ela muzipçe tek kaşını kaldırıp. "Onları sokağa atmaktan çok daha eğlenceli bir şey var: o da kimin çöplüğüne girdiklerini göstermek!"
Nasıl olacakmış peki o? diyecektim tam. Savaşmaya en başından hazırdım ne de olsa. Fakat ben ağzımı açamadan Ela'nın ilgisi başka yöne kaymış, aynı anda halkada bir hareketlilik hissetmiştim.
Beren... diye düşündüm heyecanla. Hepimiz şaşkın bakışlarla ve biraz da şok içinde ne yaptığını izlerken o önce pijamasının altını çıkarmış sonra da ağır ağır ortamıza doğru ilerlemişti. Elbette bir tek o ve özgüveni yıkabilirdi kendini beğenmiş Kaan'ın yarattığı duvarları. Çıplak kalmış uzun ince bacaklarıyla attığı sert Paso Doble adımları benim için bile öyle davetkardı ki düşmanlarımızı unutup önümdeki manzaraya kilitlendim. Altında sadece siyah, mini bir şort olmasından rahatsız değil gibiydi Beren. Müzikle mükemmel bir uyum içinde solo yaparken sanki aylarca çalışılmış bir gösteriyi sergiliyor gibi kusursuzdu. Birkaç sekizlik kendi halinde salınıp ondan önce bu piste ayak basmış herkesi hafızalardan sildikten sonra doğrudan Caner'e yönelmişti.
Beren partnerinin tam önünde baştan çıkartıcı bir dansa başladığında "Ulu Tanrım..." diye iç geçirdiğini işittim Güney'in. Sahiden de ulu Tanrım... diye düşündüm. Neler oluyordu böyle? En az bizim kadar şaşkın görünen Caner ne tepki vereceğine karar verememiş gibiydi. Bir adım gerilemek istediğinde Beren onun boynuna sarılıp kulağına bir şeyler fısıldamış, birkaç saniye gözlerinin içine baktıktan sonra da elinden tutup ortaya çekmişti.
Caner'e ne dediğini, aralarındaki o bir anlık bakışmada hangi düşünceleri paylaştıklarını hiçbirimiz bilemezdik elbette. Ama Caner ikna olmuş olsa gerek, az sonra partnerinin oyununa ayak uydurmuş, olduğu yerde bedeniyle Paso Doble ritmini tutan Beren'in etrafını adımlamaya başlamıştı. Müzik yükselip büyük bir davul vuruşuyla es verene kadar Caner dans etmekten çok ortalıkta dolaşır gibiydi, fakat o son nota geldiğinde bir anda arkasına döndü, Beren'i belinden yakaladı ve koreografilerini başlatacak o ilk poza girdi. Göz göze, burun buruna, nefes nefese...
"Kafam karıştı." dedi Ela ilgiyle. "Bu ikisi ne ayak şimdi? Sevgililer desem... Oya ne o zaman?"
Gözlerimi önümden ayıramadığımdan sadece başımı iki yana sallayabilmiştim. "Kesinlikle sevgili değiller. Hatta normalde pek iyi geçindiklerini bile söyleyemem. Zaten Caner'in gözü Oya'dan başkasını görmüyor maalesef."
"Enteresan..." diye mırıldandı Ela. "O zaman sadece sevişiyorlar demek." Dehşetle ona baktığımda omuz silkip sırıttı. "Ne? Benim gördüğümü sen görmüyorsun galiba kuzum. Şu elektriğe bakar mısın! Bu ikisinin arasında bir şey yaşanmadıysa şimdiye kadar ben de bakireyim."
"Yok artık!" dedim onlar adına yersizce utanarak. Ama Ela'nın sözleri karşımda koreografilerini sergileyen Caner ve Beren'e bambaşka bir gözle bakmama neden olmuştu. Kim olduklarını bilmeden bu çifti izliyor olsam tutkulu bir aşk hikayesine şahitlik ettiğimi düşünürdüm ben de muhtemelen. En başta Beren, sonra da ona tüm varlığıyla eşlik eden Caner alev alev yanıyordu şu an sahnede. Çok güzellerdi ve aynı zamanda çok da tehlikeli. Ortak düşmana karşı meydan okuyan tek bir bedenmiş gibi hareket ediyorlardı resmen. Paso Doble zaten sert, keskin ve güçlü bir danstı. Bir de Caner'in öfkesi Beren'in kıvraklığıyla birleşince...
"İşte buranın kimin çöplüğü olduğu aynen böyle gösterilir." dedi Ela keyifle.
Sözleriyle bir süreliğine unuttuğum Kaan ve Oya'ya çevrilmişti bakışlarım yeniden. Ah... ne de güzel bir hazdı onların suratlarına yerleşmiş o boş, şaşkın ifadeyi görmek... Sanırım artık Beren'in Caner'in kulağına ne fısıldadığını biliyordum. Geri çekilmek yerine öne çıkıp savaşmasını istemişti Beren partnerinden ve bu konuda onun yanı başında durmaktan da geri kalmamıştı. Caner onu son poz için hızla etrafında döndürüp dizine yatırdığında zaferi kazanmış bir imparatoriçe edasıyla kendini tamamen onun kollarına bıraktı.
"Helal be! Helal size be!"
"Müthişsiniz!"
"Abi çok iyiydi ya! Duramıyorum resmen yerimde!"
Alkışlar, bağırışlar, ıslıklar... İçimden kahkaha atmak geliyordu. Ellerimi havaya kaldırıp neşeyle bağırdım ben de diğerleri gibi. Beren ve Caner onları kutlayan kalabalığı hemen selamlamak yerine önce ayağa kalkmış, burun buruna birbirlerinin gözlerine baktıkları birkaç saniyenin ardındansa Caner partnerini döndürerek geri çekilmişti. O kısa bakışmada aralarında sözsüz bir diyaloğun geçtiğine ve birbirlerini tebrik ettiklerine emindim. Bir yanım arkadaşımın Oya gibi bir kız için hala kendini kanıtlamaya çalışmasına üzülüyor olsa da en azından geri çekilip yenilgiyi kolayca kabul etmediği için mutluydum.
"Bu kızı tuttum ben valla." dedi Ela alkışları arasında. Ona katılmamak ne mümkündü. Dünyanın en zor insanı da olsa bu gece yaptığı şu hareketten sonra Beren hepimizin kalbinde başka bir yer kazanmıştı şüphesiz. Caner'i sahiplenmesi, kendince onu koruyuşu, küllerinden bir Anka gibi doğması için verdiği destek... Ay yay yay! Rüya ve Kaan'ın buza döndürdüğü kalbim yeniden ısınmıştı resmen. Bir an hayal alemimde yarattığım romantik bir senaryoyla kendi kendime sırıttım.
"Bence hazır bu ikili pisti ısıtmışken noktayı koymamızın vakti geldi."
Ha, ne? diyemeden öne çekildiğimi hissettim. Rüzgar elimi yakaladığı gibi sonraki şarkının ilk notasıyla kendini ortaya atmıştı. Yandan yandan bana gülümserken Sıra bizde... diyordu sanki. Beren'le Caner'in başladığını biz bitirelim ve düşmanları sonsuza dek kovalım topraklarımızdan.
Kovalım sevgilim diye düşündüm sırıtışım tüm suratımı kaplarken. Şansıma kıpır kıpır bir Cha Cha şarkısı başlamıştı. Rüzgar nazikçe elimi bırakıp benden uzaklaştığında ben de notaların ağır ağır uzuvlarımda gezinmesine müsaade ettim. Acele etmek istemiyordum. Her anın, her bakışın, her duruşun ayrı bir tadı vardı ve ben aşık olduğum adamla dans ederken, tüm kıskanç gözlere inat her bir salisenin tadını çıkartacaktım.
Gözlerimi kapayıp müziği ruhumla dinledim. Damarlarım ısınıyor, sıcak kan bacaklarımdan ayaklarıma akıyordu. Pa... pa... pa-pa-pa... Ta... ta... cha-cha-cha... Şarkı bedenime yazılıyordu sanki an be an. Koreografilerin önemi kalmamış, ben dansın kendisi olmuştum. Bir süre tek başıma ahenkle salındıktan sonra piyanonun vuruşuyla durup partnerime baktım. Rüzgar büyük bir hazla beni izlerken kendi şovumu yapmam için geri çekilmişti. Ne zaman ki doğru anın geldiğini anladı, birkaç adımda aramızdaki boşluğu doldurup elimi yakaladı ve arkadaşlarımızı selamlar gibi New York'a açıldık.
Rüya'nın tam da benim karşıma denk gelmesi ilahi adaletin güzel bir cilvesiydi şüphesiz. Tarifsiz bir keyifle saçlarımı ona doğru savurdum ve Rüzgar'ın beni sonraki adıma taşımasına izin verdim. Çoğunlukla koreografimizden kesitler yapıyorduk, ama sevgilimin aralara kattığı adımlara verdiğim yaramaz karşılıklarla Alev'i bile şaşırttığımıza emindim. Nasıl Beren ve Caner sadece dans etmemiş adeta meydan okumuştu; biz de her adımımızla bu açık mesajın mührünü basıyorduk şu an. Burası bizim çöplüğümüzdü!
Hızlandıkça ve hareketlerin büyüklüğü arttıkça kulağıma gelen alkışlar ve bağırışlar da artıyordu. Belki de hiçbir antrenmanda yakalayamadığım bir özgüven gelmişti bedenime anın enerjisiyle. Normalde defalarca deneyip dengeyi bulamadığım hareketler şu an kusursuzca çıkıyordu bacaklarımdan. Kollarım, ellerim kendi kendine süzülen kanatlara dönüşmüş, adımlarım hiç olmadığı kadar serileşmişti.
"Hadi bu işi bitirelim." dedi Rüzgar şarkı piyano soloya doğru evrilirken. Müziğin değişimiyle beni kendi etrafımda döndürmeye başlamıştı. Bir, iki, üç, dört... Tüm renkler, sesler, duygular gözümün önünden akıyordu saat yönünde. Çok iyi bir çiftten görüp defalarca denemiştik bu hareket serisini Rüzgar'la, ama her defasında benim onun kucağına devrilmemle noktalanmıştı. Nasıl böyle bir şeye tam da Rüya'yla Kaan'ın önündeyken cesaret etmişti sevgilim bilmiyordum. Belki de her zamankinden farklı dans ettiğimi o da fark etmiş, bu kez her şeyin başka olacağına inanmıştı.
Haklıydı da. Dönüyor, durmadan adımlarını takip ediyor, yükseliyor, alçalıyor, ama bedenimin kontrolünü asla kaybetmiyordum. Sonunda seri tamamlanıp Rüzgar'la dudak dudağa kaldığımızda gözlerinde öyle bir hayranlık vardı ki şarkının arasında da olsak uzanıp beni öptü. Koreografi devam etmiyor olsa ben de onun boynuna sarılıp bunun kısa bir busede kalmaması için her şeyi yapardım. Fakat saniyeler içinde şarkının son parçasını tamamlamak yeniden için hareketlenmiştik.
Artık tamamen çılgına dönmüş olan seyircimiz elleri havada alkışlıyor, şarkıya eşlik ediyor, isimlerimizi bağırıyordu. Son bir kez Rüzgar'la ayrılıp hepsine selam verir gibi dairenin etrafını dolandık Cha Cha adımlarıyla. Müzik sona ererken yeniden bir araya gelmiş, dopdolu bir sekizliğin ardından da güçlü bir pozla noktayı koymuştuk. Rüzgar çöktüğüm yerden beni kaldırıp kendine çekti ve bu kez hiç acele etmeden uzun uzun öptü. Normalde kızarırdım belki, oysa şu an herkes görsün istiyordum. Aşıktık. Delice hem de... Ve bunu bozacak hiçbir güç yoktu.
Biz selama açılırken eğlenceli bir salsa şarkısı başlamıştı bile. Öyle büyük bir neşe patlaması yaşıyordum ki aniden aklıma gelen muzip fikirle Rüzgar'ın eline uzandım ve "Ela'yla da dans etmek zorundasın." dedim. Bu sevgilimin gözlerinde parlak bir şimşek çakarken ikiletmeden öne ilerledi ve Ela'yı yakaladığı gibi ortaya çekti. Bu hayatta Rüzgar'ı kıskanmayacağım hiçbir dişi varlık yoktu sanırım. Buna rağmen Ela'yla ikisini yeniden yan yana görmek, dans etmeye başladıklarında aralarında oluşan o görünmez bağı hissetmek... Eskiden dinlediğim güzel bir masalı hatırlamaya benziyordu.
Herkes benim gibi düşünüyor olsa gerek bir süre hayranlıkla onları izledik. Danslarının ortasında ise Güney enerjisini daha fazla bastıramamış "Hadi artık hep birlikte dans edelim!" diye bağırmıştı.
Cevabı hemen ikizinden geldi "O zaman Rueda time baby!"
Bu sanki hepimize verilmiş bir komutmuşçasına aynı anda öne atıldık. Ben en yakınımdaki Memoji'nin yanına geçmiş, Güney Beliz'i, Kuzey Beren'i, Canerse Tuğçe'yi partner olarak seçmişti. Oya Beliz'in sevgilisine düştüğünü anladığında yüzünde oluşan o komik ifadeyle eğlenmemem gerektiğini biliyordum, iyi bir insandım ben. Yine de içimden gelen sırıtma isteğini bastıramadım. Alev Hoca'nın da ne yaptığımızı anlamamış Kaan'ı kurtarmasıyla tam bir halka olmuştuk. Fakat son anda Rüzgar'ın anne ve babasının dışarıda kaldığını fark eden Ela koşarak onları aramıza çekiştirmiş, kendisi Cüneyt Bey'i partner olarak alırken Rüzgar da annesinin elini yakalamıştı.
"Kendini bana bırak anneciğim." dediğini işittim Rüzgar'ın.
"Cüneytciğim benim ellerimde güvendesin biliyorsun." diye onayladı Ela da.
İki ebeveyn de şu an öyle panik, öyle tatlı görünüyorlardı ki... Ettikleri itirazlar itinayla Ela ve Rüzgar tarafından reddedildiği için az sonra pes etmiş, halkamızın bir parçası olmuşlardı.
"Komutlar benden beyler bayanlar." diye duyurdu Güney o an keyifle. "Ve başlıyoruz. Ve bir, ve-ki, ve üç ve dört ve... ho...ba..."
Ve başlamıştık. Bir süre Memoji'nin neşesine ortak olup onunla dans ettikten sonra gelen komutla sıradaki partnerim Güney'e geçtim. Bu işi yönetiyor olmaktan öyle zevk alıyordu ki, elimi havada yakalayıp hızla yanına çekmişti beni. Salsa adımlarıyla bir partnerden diğerine kayarken bir çark gibi dönüyordu ekibimiz şimdi. Müzik kıpır kıpır, enerjimiz zirve, keyfimiz tam yerindeydi. Bir anlığına kaybettiğimiz büyü birlikte hareket etmenin gücüyle yeniden dolmuştu kalplerimize. Az sonra sıra Kaan'la partner olmaya geldiğinde bile kötü hissetmiyordum artık. Onun hareketlere uyum sağlama çabasına şahitlik etmek öyle eğlenceliydi ki... Beni bir türlü düzgün yönlendiremediğinden hareketleri kendim yapıp Beliz'in sevgilisine geçtim.
Sanırım on dakikadan fazla bir süre aralıksız dans ettik. Hiçbirimizin durmaya gönlü yoktu zaten, şansımıza gelen ikinci şarkı da Salsa olunca tam gaz devam etmiştik dönüp durmaya. "Yeter!" diye inledi sonunda Rüzgar'ın annesi. Kahkahalar içindeydi, ama kan ter içinde kalmış, hatta birazcık perişan olmuş olduğunu görebiliyordum. Rüzgar onu kendine çekip başının üstüne öpücük bıraktığında içimin yağlarının eriğini hissettim.
Tam da o an, finale en çok yakışacak şarkı doldurmuştu serayı. "Mert!" diye bağırdık hep bir ağızdan. Sanki aramızda olamadığını hissetmiş de ilahi yollarla bu parçayı yollamıştı bize. Artık arada sırada, ancak o aradığı zamanlarda konuşuyor olsak da hafızalarımızda yer etmiş o muhteşem arkadaşlığını unutma şansımız yoktu hiçbirimizin. Bir gece bize öğrettiği grup dansı da bu unutulmaz hediyelerinden biriydi şüphesiz. Şarkıyı duyduğumuz an konuşmamıza bile gerek kalmadan hepimiz arkalı önlü dizilmiştik bile. Bu kez Kaan küçük düşmemeye karar vermiş olsa gerek Alev hoca ve Rüzgar'ın ailesiyle kenarda kalmayı seçmişti.
"This is how we do it..." diye şarkıya eşlik etti Tuğçe ve Kuzey aynı anda. Biz bu işi böyle yaparız!
Ne yaptığımızdan bihaber olan Beren bir an geri çekilecek olduğunda Caner'in onu tutup gitmesine izin vermediğini fark ettim. Bu kez partnerini sahiplenme sırası ondaydı. O Mert'in bize öğrettiklerini Beren'in kulağına anlatırken yeniden umutlandığımı hissettim. Neden onları birlikte görmek bu denli hoşuma gidiyordu bilmiyordum. Tamamen kendi kendime gelin güvey olduğuma da emindim. Yine de...
"This is how we do it!" dedi arkadan belime sarılan Rüzgar. Annesini bırakmasıyla benim yanıma gelmişti.
Ve işte bu gece son bir kez daha dansa başlıyorduk. Tıpkı bir zamanlar Mert'in yaptığı gibi tekrar ettim içimden. Sağ, sağ, sağ-sol-sağ! Aynı dört hareketi ileri geri, sağa sola tekrarlamaktan ibaretti dansın çoğu. Öğrenmesi kolay, yapması bizim gibi profesyonel dansçılar için çocuk oyuncağıydı. Yine de hep birlikte tek bir vücut misali hareket ederken mutluluğumuzun birleşip katlanarak büyüdüğünü hissetmemek elde değildi. Daha üçüncü sekizlikte tüm seriyi bizden iyi yapan Beren'in de ekibin bir parçası olmasıyla artık düşünmeden salınıyorduk müzikle. Kollar havaya kalkıp iniyor, saçlar savruluyor, partnerlerimizin etrafından kayarak geçerken çıkardığımız sesler notalara eşlik ediyordu.
Sanırım böyle bir geceye hepimizin öyle ihtiyacı vardı ki, bizi bir araya getiren Rüzgar'ın doğum günü olsa da çok daha büyük bir enerjiydi açığa çıkan. Güney'in uydurduğu oyunla içimizdekileri serbestçe dökmüş, Rueda'yla kendimizi bulmuş ve bu final dansıyla arkadaşlığımızın gücünü hatırlamıştık. Şarkı sona ererken herkesin ışıl ışıl gözlerle ve kocaman gülücüklerle birbirini alkışlıyor olmasının nedeni kesinlikle buydu.
"Gel kız buraya!" dedi Kuzey beni göğsüne bastırıp. "İyi ki akıl etmişsin, iyi ki toplamışsın bizi buraya! Sen de iyi ki doğdun be abi. Sen de gel, kucaklayasım geldi valla."
Onlar Rüzgar'la birbirine sarılırken ağzım kulaklarımda gülümsedim. Etrafımda herkes sarmaş dolaş anın keyfini çıkartıyordu şimdi ve bu neşede Kuzey'in dediği gibi azıcık bile katkım olduğunu bilmek inanılmaz bir mutluluktu.
"Şu sakladığınız içkilerle abur cuburları ortaya çıkarmanın zamanı gelmedi mi artık öğretmenim?" dedi Güney küçük bir çocuk edasıyla burnumun dibine girip.
Sırıtarak onu ittirdim. "Şuradaki dolaplarda hepsi. Yardım edin de getirelim hadi."
"Millet siz de uyku tulumlarını serin bakayım. Organizasyonumuz bendenizce bizzat seçilmiş şa-ha-ne filmlerle devam edecek. Yemek ve içecekler müessesemizdendir. Az sonra şuradaki masalardan temin edilebilir."
Güney ellerini ağzının iki yanına yerleştirip bir megafondan konuşuyormuşçasına yaptığı anonsunun ardından koluma girdi ve birlikte seranın arka duvarına yaslanmış kolilerin yanına gittik. Ne yaptığımızı anlayan ve elimizin kolumuzun şişelerle ve torbalarla dolduğunu gören diğerlerinin de bize yardıma gelmesiyle kısa sürede tüm çıkınımızı paketlerinden çıkarıp masaların üstüne yaymıştık. Şimdi tüm uyku tulumları açılmış, projeksiyona bakacak şekilde yerleri kapladığından büyük bir Fas düğününü andırıyordu seranın için.
Kendimi Rüzgar'ın yanına atmaya ve gece boyu bir daha hiç kalkmamaya hazırdım, ama onun annesiyle yere oturmuş gülerek bir şeyler konuştuğunu görünce bu anı bozmaya kıyamadım. Ben de bu durumu fırsat bilip bir köşeye oturmuş tek başına telefonuyla oynayan Caner'in yanına yerleştim. Arkadaşım kesinlikle keyifli görünmüyordu.
"Yaptığın her şey için teşekkür edeceğim ama bana da surat asarsın diye cesaret edemiyorum."
Caner hafifçe tebessüm edip bana baktı. "Neden sana surat asayım ki?"
Omuz silktim. "Bu gece pek gülümsediğini görmedim ve bu beni biraz endişelendiriyor."
"Ben iyiyim." dedi Caner bakışlarını yere dikip. "Parti çok iyi oldu sayende. Sen takılma bana. Yorgunum biraz o kadar."
Bir süre sessizce onu izledikten sonra eline uzandım. "Canının yandığını biliyorum Caner. Ama sen elinden geleni yaptın. Çok uzun zamandır deniyorsun. Belki de bir mesajdır bu. Artık önüne bakman, hayatına devam etmen için bir mesaj... Şu an göremiyorsun evet ama inanılmaz güzel fırsatlar var önünde. Dansın, Beren'le partnerliğin..."
"İrem..." Caner kaşlarının altından bana bakınca susmak zorunda hissettim. "Bunları konuşmak istemiyorum. En azından bu gece. Olur mu?"
Olmaz demek istiyordum. Konuşmak, anlatmak, arkadaşım gerçekleri görene kadar susmamak... Bunun yerine "Nasıl istersen." dedim buruk bir tebessümle. "Ama ben buradayım unutma olur mu? Ne zaman konuşalım dersen..."
"Biliyorum..." dedi Caner elini benimkinin üstüne koyup. "Ama... Senin şu an Rüzgar'ın yanında olman gerekmez mi?"
"Baksana..." dedim hala annesiyle muhabbet eden sevgilimi gösterip. "Öyle tatlılar ki araya girmeye kıyamıyorum. Rüzgar daha yeni keşfediyor bu sevgiyi. Bırakalım da tadını çıkarsın doya doya."
Caner başıyla beni onaylamıştı. "Sen gerçekten de iyi bir kız arkadaşsın İrem."
Onun aklının yeniden kendi iç dünyasına ve aşk hayatındaki problemlere kaydığını hissetmiştim. Caner'in derdine derman olamayacağımı anladığımdan en azından neşesini yerine getirebilirim belki diye taktiğimi değiştirmeye karar verdim. "Ee... Sizin bu Beren'le dansınızı ne yapacağız peki? Yarışmada hepimizi geçerseniz şaşırmayacağım valla."
"Saçmalama lütfen."
Ona şakadan omuz atıp kaşlarımı çattım. "Valla bu gece izlediklerimden sonra seni arkadaşlıktan rakibim statüsüne yükseltmem gerekir aslında ya..."
"Ben değil Beren iyi olan İrem." diye itiraz etti Caner, ama az da olsa ono tebessüm ettirmeyi başarmıştım. Aynı yoldan ilerlemeye ve arkadaşımın kafasını dağıtmaya devam edecektim ki bir gölge hissettim üzerimizde.
"Benden mi bahsediyorsunuz yoksa?" Beren yanımıza oturup kucağına doldurduğu cips paketlerini ortamıza bıraktı. "Al bakalım, sana bira aldım."
Gülüşümü kendime saklamaya çalışarak Beren'in şişeyi Caner'e uzatışını izledim. Tanrım... bir tek ben mi görüyordum karşımda duran potansiyeli? Arkadaşımın ihtiyacı olan her şey iki adım ötesindeydi aslında. Gel gör ki...
"Benim daha sert bir şeye ihtiyacım var şu an." dedi Caner ve Beren'i eli havada öylece bırakıp bir anda ayaklandı. Bunu kabalığından ya da kötü niyetinden yapmadığını biliyordum. Sadece canı yanıyor, yarasının üstüne ne basacağını bulamıyordu.
"Sen?" dedi Beren şişeyi bu kez bana uzatıp. Duruma bozulduysa da kesinlikle belli etmemişti.
Gülümseyip elinden aldım ve birayı açıp yudumladım. "Tepkisi sana değil biliyorsun." dedim nedense Caner'i savunmam gerektiğini hissettiğimden. "Canı biraz sıkkın. Bu gece de..."
"Canının neden sıkkın olduğu belli." dedi Beren delici mavi bakışlarını az öteye oturmuş keyifle muhabbet eden Kaan ve Oya'nın üzerine dikip.
Ondan bu kadar açık bir şekilde durumu duymayı beklemediğimden kekeledim. "Yani.. aslında... Caner her şeyin farkında. Sadece zamana ihtiyacı var. Önüne bakması için ve..."
"O işler öyle olmuyor maalesef." diye araya girdi Beren. "Zaman da başkaları da insana kalbindekileri unutturmuyor." Ne demek istediğini açıklamak yerine şişeyle dudaklarını örtmeyi tercih etmişti. Benimle paylaşmadığı geçmişine ait hayaletlerin onun da gözlerinde dolandığını ve bu yorumu o isimsiz canavarları düşünerek yaptığını görebiliyordum. Umut verici bir şey söyleyip bir kez daha ağzımın payını almakla onu kendi haline bırakmak arasında kalmıştım ki Ela tam zamanında yanımıza gelip oturdu.
"Güney'in bu filmi seçmesine senin izin vermediğini söyle lütfen!" dedi başıyla ekranı işaret edip. O sırada giriş yazıları akmakta olan düşük bütçeli bir uzaylı istilası filmiydi ve elbette Güney bana hazırladığı seçkiyi önden göstermemişti. Filmler bahane, toplaşmak şahaneydi ne de olsa.
"Maalesef tüm kontrolü ona bıraktım." dedim sahte bir hüzünle Ela'ya bakıp.
Gözlerini devirip birasını yudumladı. "Tüm gece benimle muhabbet etmek zorundasınız o zaman. Aksi halde sabahı edemeyeceğiz. Bu arada biz tanışmadık. Ben Ela."
"Beren." dedi Beren ona uzanan ele karşılık vererek.
"Şahane dans ediyorsun Beren. İyi ki ben buralardayken sen yoktun. Kendimden soğudum seni iki kez izleyip."
Beren muhtemelen devamlı duyduğu bu iltifatlara karşı kendi tepkisizliğini geliştirmişti. Konuyu hafif bir tebessümle geçiştirip tamamen kendinden Ela'ya çevirdi; ona nerede, neler yaptığını sordu ve böylece yepyeni bir muhabbet açtı. Şikayetim yoktu açıkçası, Ela'nın herkese iyi gelen rahat üslubu kısa sürede Beren'in de kabuğunun kırılmasını sağlamıştı. Sohbet keyifli, kızlarla takılmak eğlenceliydi. Aklımın hala sevgilimde olduğunu inkar edemezdim, ama şimdi de Caner'in onun yanına oturduğunu gördüğümden bu kez de onları baş başa bırakmaya karar verdim. Zaten biraz sonra Tuğçe'nin de yanımıza çökmesiyle tam bir kız dedikodu takımı olmuştuk.
"Güney'e bu filmi değiştirmezse onu öldüreceğimi söyledim." dedi Tuğçe sinirle. "Sanırım ikna oldu. Az sonra kurtulacağız bu işkenceden." Burnundan soluyordu, ama nedense bu sinirinin kuzeniyle aynı sebepten olduğunu hissediyordum. Birkaç defa bizim yaptığımız muhabbete girmeyi denediyse de aklı da gözleri gibi Oyaların üzerindeydi. "Gitmeyecek herhalde bu Kaan..." dedi sonunda dayanamayıp. "Hayır hem davetsiz gel hem yüzsüzce yayıl... Oh ne ala..."
"Davet eden belli..." dedi Beren de bakışlarını ikiliye dikip.
"Aralarında bir şey var belli ki..." dedi Ela omuz silkip. Her zamanki gibi oldukça mantıklıydı, ama gerçekçi sözleri Tuğçe'nin kıpkırmızı kesilmesine neden olmuştu.
"O çocuğun herkesle arasında bir şey var." dedi dişlerini sıkıp. Zannediyorum kısa süre öncesine kadar kendinin de o herkesten biri olduğunu fark etmişti sonunda. "Ama durun." dedi iyice gözlerini kısıp. "Bu çocuğa da dersini verecek biri var elbette. O zaman böyle gülebilecek mi hep birlikte göreceğiz."
"Aklından ne geçiyor?" dedim çekinerek. Entrikalar kraliçesine bir sonraki satranç hamlesini sorduğumun farkındaydım. Zaten Tuğçe de bana cevap vermek yerine porselen yüzüne sinsi bir tebessüm yerleştirmeyi tercih etmişti. Geldiği gibi hızla yanımızdan kalkıp eşyalarını bıraktığı köşeye gitti ve birkaç dakika içinde her şeyini toparlayıp serayı terk etti.
"Tanrı sizi korusun!" dedi Ela hepimiz gibi onun ardından bakarken.
"Okulu hepimizin başına yıkacak değil mi?" dedim kaygıyla gülümseyerek.
Ela sırıtmıştı. "Valla Kaan'ın o binanın ortasında kalacağı kesin de sizin payınıza ne düşer emin değilim."
Birinin Kaan'a cezasını verecek olması bana kendimi iyi hissettirmeliydi belki. Oysa şu an kesinlikle iyi hissetmiyordum. Bakışlarım Beren'e kaydığında kaygım daha da arttı, çünkü hala sessizce aynı yere bakıyordu Beren.
"Neden bir başkasının bu işi çözmesini bekleyelim ki?" dedi sonunda kendi kendine konuşur gibi. "Benim çok daha iyi bir fikrim var."
Ona ne, nasıl diye soramadan Beren yanımızdan kalkmıştı bile. Önce masadan iki şişe almış sonra da doğrudan Kaanlara doğru ilerleyip ortalarına oturuvermişti.
"İşte bu Güney'in filminden çok daha eğlenceli." dedi Ela sırıtarak.
Katılmıyordum. Bu tam bir kıyamet alametiydi. Beren aramızdaki mesafeden bile açıkça seçilen bir ilgiyle yanaşmıştı Kaan'a. Bira şişesini çocuğun eline tutuşturup kendininkine vurduğunda hiç de gerçekçi olmayan şuh bir kahkaha attı. Oya'nın suratına oturan dehşete hak vermemek ne mümkündü? Bu kız gerçekten rolünü kusursuz oynuyordu. Biz Ela'yla bir belgesel edasıyla onları izlerken Beren önce büyüsüyle avını etkisi altına almış, onu güzelliğiyle kör, tatlı diliyle sağır etmiş ve rakibi daha ne olduğunu anlayamadan hedefini tam boynundan kıskıvrak kavramıştı. Av artık onun ellerindeydi.
Filmde çalan müziğe eşlik etmek için ayaklandığında Kaan'ı da beraberinde çekerek herkese, en çok da Oya'ya gösteriyordu gerçekleri: Kaan gibi karaktersiz bir adamı elde etmek bu denli kolaydı işte. Şimdi Caner'in, Rüzgar'ın ve hatta diğerlerinin bile ilgisi Kaan'la dans eden Beren'in üzerindeydi. Sevgilim oturduğu yerden soru soran gözlerle bana baktığında sadece omuz silkebildim. Ne de olsa tam olarak dans denemezdi bu izlediğimize. Beren Kaan'ın boynuna sarılmış kulağına bir şeyler fısıldarken gecenin sonrasında yaşanacakları hayal etmek pek de zor değildi. Müzik bittiğinde Beren Kaan'ı içkilerin olduğu masaya sürüklemiş, ardı ardına doldurduğu shot'larla ve kahkahalarıyla onu geri dönülmez bir etki altına almayı başarmıştı.
"Bu kız kesin deli." dedi çaktırmadan onları izlemeye çalışan Ela ilgiyle. "Baya baya hayranıyım artık Beren'in. İdol gibi bir şey benim için. Sen git, Oya'nın koynundan çocuğu al, kaldır, kendine bağla, kızı da dımdızlak ortada bırak. Pes!"
Deli değil diye düşündüm kaygıyla. Tam tersi fazlasıyla zekiydi Beren ve bu oyunu neden oynadığını açıkça görebiliyordum. Oya öylece bir başına kalmıştı onu bıraktıkları köşede. Kırılmış, aldatılmış ve yapayalnız hissediyor olmalıydı şu an. Caner'se sadece birkaç adım ötesinde, prensese kol kanat germek için öylece duruyordu.
"Kendince ona yardım ediyor." diye mırıldandım hüzünle. Caner'in prensesine kavuşabilmesi için ortadaki çakıllardan kurtuluyordu Beren aklınca. Ve bunun için iki kez bile düşünmeden kendini feda etmeyi seçmişti. Sonunda her ne dediyse, nasıl bir alternatif sunduysa Kaan'ı gitmeye ikna etti ve kimseye bir şey demeden montlarını giyip seradan çıktılar. Caner, Oya, Rüzgar, biz... konuyu uzaktan yakından yakalamış kim varsa arkalarından bakıyordu şimdi.
"Sahiden de iyi bir fikri varmış." dedi Ela şaşkın. "Helal olsun."
Olsundu olmasına da... Peki sonra? Bizi neler bekliyordu tüm bu gördüklerimizden sonra?
***
-BÖLÜM SONU-
Kapışma tam gaz devam ediyor. Oya-Tuğçe savaşına bir de Beren eklendi böylece. Kaan kapanın elinde kalacak gibi duruyor. Duruyor da... Bizim prenses Tuğçe meydanı başkasına bırakır mı sizce? Bence hepimizin büyük bir bombaya hazırlıklı olması lazım. Tahminler varsa alayım :)
Sonraki bölüme kadar güvende, sağlıklı ve mutlu kalın <3
Sizi seviyorum
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top