⚜️İki Yol⚜️
1413 Senesi - Bahar Mevsimi
BRESNA DÜKALIĞI
Petrov Aile Konağı
Bahar gelmesine rağmen Bresna'da havalar hiç ısınmamıştı. Kıta'nın en kuzey bölgelerinden birinde bulunuyordu Bresna ve buranın insanı sıcak havayı ancak güneydeki komşusu Melbros'a gittiğinde kısmen görebiliyordu. Soğuk hava Düşesin kürklü pelerin kullanmasına sebep oluyordu. Bahçede çiçeklerle ilgilenip biraz gezindikten sonra içeri girdiğinde çıkardığı pelerini hizmetçisi İrelia'ya uzattığında eline sıkıştırılan rulo kağıtla gözleri ışıldadı. Fakat bu ışıltı aşktan değildi.
"Ben odamda olacağım. Rahatsız edilmek istemiyorum."dedi neşeyle. İrelia başıyla onayladığında Düşes merdivenleri hızla çıktı. Odasına girdi. Köşedeki pencerenin önüne yerleştirilen sandalyeye oturdu. Konağın yer yer erimiş karla kaplı bahçesi önünde uzanıyodu. Gökyüzü kapalıydı. Güneş henüz gözükmüyordu. Bu manzaraya elindeki mektup eşlik edecekti.
Kalbimin sahibi Çiğdem,
Gittiğinden beri günlerim öyle yalnız, öyle mutsuz geçiyor ki sensiz kaldığım her an hayatımın anlamsızlığa karışan bir günü demek oluyor. Sensiz burada nefes alamıyorum. Sarayın duvarları üstüme yıkılıyor sanki.
Senden benim metresim olmanı isteyemem. Sana bu sıfatı yakıştırmalarına müsaade etmem. Bana geri dönebilmen için evlenmemiz şart. Kuralların ne dediği umurumda değil. Geçmişin umurumda değil. Sen benim, ben de seninim. Bunu hiçbir güç bozamaz. En kısa zamanda güzel haberlerle geleceğim ve seni alacağım.
İmparator evliliğimize daha sıcak bakıyor. Senin akıllı bir kadın olduğunu ve işe yarayabileceğini söylüyor. İmparatoriçe fikirlerini kendine saklamayı öğrensin artık. Bu işin olacağını biliyorum. Bizden sakın vazgeçme sevgilim.
Gerbena Prensi Nikolai Ryvosiov
Düşesin yüzüne tatmin olmuş bir gülüş yerleşti. Mektubu rulo yaptı ve avucunda tutmaya başladı. Gözleri bahçede gezinirken düşüncelere daldı.
Bir zamanlar Aspargon'da esnaftan birine aşık olduğunu hatırlıyordu. Deri tüccarının oğlu Emir Bey. Henüz on altı yaşındaydı fakat bu on dokuz yaşındaki genç onun aklını başından almıştı. Çarşıya her indiğinde onu görmeden dönmezdi. Bazen gizli gizli görüşürlerdi. Sohbetleri o kadar ilerlemişti ki onunla evleneceğine emindi.
Zaman sonra Yaman Han'a bu konuyu açtığında Yaman Han usulca gülümsemiş onun için başka planları olduğunu söylemişti. Müge Hanım bu ilişkinin bir geleceği olmayacağını defalarca vurgulamıştı. Fakat o inanmıştı. Emir Bey'in sevdasına, aşkına inanmıştı.
Günün birinde onu çarşıda göremeyince ne olduğunu merak etmişti. Evlendiğini ve İlgibey'e taşındığını söylemişlerdi. Birkaç gün önceki düğününü anlatmışlardı ona. Hiç tanımadığı adamların karşısında gözyaşlarını tutamamış ortada bırakılmanın getirdiği yıkımla yere çökmüştü. Müge Hanım onun yanına geldiğinde "Sana onunla bir geleceğin olamayacağını söylemiştim."demişti.
O ise "Sen yaptın."demişti. "Onu sen evlendirdin! Neyle zorladın onu?"
"Düğün masraflarını karşılayacağımı ve İlgibey'de iki katlı bir konak tahsis edeceğimi söylediğim an seve seve kabul etti kızım. Gördüğün üzere aşkının değeri bu kadarmış."diye yanıtlamıştı onu acımasızca.
O günden sonra bir daha kimseyi sevmeyeceğine ant içmişti. Bresna'ya gönderileceğini öğrendiğinde haftalarca karşı çıksa da bir şey değişmemişti hayatında. Onu buraya göndermişlerdi. Çariçe Tunay'ın aksine daha iyi bir evliliği vardı. Bunu inkar edemezdi. Fakat Dük de diğer erkekler gibi sadakatsizdi. Metresleri hizmetçileri arasından bile olabiliyordu. Bunu kırmaya çalışmıştı. Aspargon'da harem düzeni olduğunu düşünmeye çalışmıştı. Ama gerçek önündeydi. Dük bir han değildi, olamazdı.
Oğlu doğduktan bir yıl sonra kardeşi Elçin'in aşık olduğu adamla evlendirildiğini öğrenmişti. Ablası Bengü zaten Müge Hanım'ın göz bebeğiydi. Yanında tutmuştu onu. Ayça ise kraliçe olmak için gönderilmişti. Elçin prensesti. O ve Tunay ise sömürgelerde ayakta kalmaya çalışan iki kadındı.
O gün bu hayatta tam anlamıyla yalnız olduğunu anlamıştı Düşes. Hayatının kontrolünü eline alması gerektiğini de. Ona verilene razı gelmeyeceğini biliyordu. Seçeneklerini gözden geçirdiğinde Düşesliğin ona yetmeyeceğini, İmparatoriçe olana dek durmayacağını biliyordu.
Dükün ona verdiği en harika şey oğlu Boris'ti. Müge Hanım Boris'in geleceğini düşün demişti. Boris'in geleceği belliydi: Bresna Dükü olacaktı ve o İmparatoriçe olduğunda bunu hiçbir kuvvet değiştiremeyecekti.
Kapının hızla açılmasıyla yerinden zıpladı. Dükün hışımla içeri girip üstüne yürüdüğünü görünce avucundaki mektubu kol yenine sokuşturdu ve ayağa kalktı. "Şerefimi iki paralık ettin! İnsan içine çıkamaz hale geldim senin yüzünden!"diye bağırdı Dük Maksim. Düşes Çiğdem'i kollarından yakaladığı gibi sarsmaya başladı. "O Yegor bile beni ciddiye almıyor artık! Alay ediyor benimle! Aile adımıza leke sürdün! Seni pis fahişe!" Eli havaya kalktığında,
"Baba."diyen Boris'i duydular. Maksim'in eli havada kaldı. Çiğdem'in korkusuz gözlerine bakıyordu. Dudaklarını ısırırken avucunu sıktı ve elini indirdi. "Baba neden bağırıyorsun?" Kapıya döndüler. Küçük Boris kapının kanadına saklanmış korkarak anne ve babasına bakıyordu.
"Bağırmıyor ki."dedi Çiğdem yüzüne hemen gülümseme yerleştirerek. Maksim'in yanından sıyrıldı ve oğluna gitti. "Biz, biz oyun oynuyorduk. Kimin sesi daha yüksek oyunu. Baban kazandı." Oğlunun karşısında yere çöktü. Maksim'den aldığı kızıl saçlarını karıştırdı. Aspargon kahvesi gözlerine baktı gülümseyerek. "Ne oldu? Bir şey mi isteyecektin?"
"Kabus gördüm."dedi Boris ve annesine sarıldı. "İkiniz de gidiyordunuz. Canavarlar beni kaçırıyordu. Size sesleniyordum ama cevap vermiyordunuz. Çok korktum." Çiğdem oğluna sıkıca sarılırken mis kokusunu içine çekti.
"Geçti bir tanem. Gerçekten çok kötü bir kabusmuş." Yanaklarını öptü. "Anne de baba da seni çok seviyor."dedi gözlerine bakarak.
"Evet ufaklık."dedi Maksim de yanlarına gelerek. Oğlunun yanında dizlerinin üstüne çöktü. "İkimiz de seni çok seviyoruz."dedi elini yanağına götürerek.
Çiğdem hizmetçisi İrelia'ya seslendi. İrelia Boris'i aldı ve odasına geri götürdü. Çiğdem odaya girip kapıyı kapattı. Maksim'e döndüğünde yüzü öfkeliydi. "Gerçekten bana vuracak mıydın?"diye sordu.
"Daha beterini yapmadığıma dua et." Maksim tam karşısında duruyordu. "Prensle bir daha görüşmeyeceksin. Bu iş bitecek Çiğdem. Anladın mı beni? Bitecek!"
"Yoksa?"
"Yoksa seni zinadan dava ederim ve oğlunu bir daha asla göremezsin!"dedi ve bir hışım çıktı odadan.
Çiğdem öfkeyle solumaya başladı. Az önceki gerilim kollarını uyuşturmuştu. Ayak tabanları hissizleşmişti. Yatağa kadar yürüdü. Elini uzatarak direğe tutundu. Yavaşça oturdu. Kalbi çarparken Maksim'in bu raddeye gelme ihtimalini düşündü. Gerçekten yapar mıydı? Onu zinadan dava eder miydi? Burada kurallar Aspargon'dan katıydı. Zinanın boyutuna ve delillere bağlı olarak her şey olabilirdi. Ölüme kadar gidiyordu mahkemeler. Üstelik kadın erkek eşitliği de yoktu. Aspargon bu yönden her iki tarafa eşit muamele ediyordu. Fakat Bresna, Gerbena etkisiyle erkekten yana bir politika izliyordu.
Eli boynuna gitti. Asılarak veya başı kesilerek idam edilebilirdi. Eğer daha beter suçlamalar yapılırsa tuzlu suda boğdurulabilirdi. Elleri buz kesmiş titrerken kollarına sarındı. Ölümden daha beter ceza ise Bresna genelevine gönderilmesiydi. Tanımadığı onlarca erkeğin temasına maruz kalmak iğrençti. Ölmeyi yeğlerdi.
Kol yenine sakladığı rulo mektubu çıkardı. Tekrar okudu. Prens söylediklerinde ciddiydi. Onu alacaktı. Fakat sıkıntı mektupta sadece ondan bahsediyor oluşuydu. Boris ne olacaktı peki? Onu Maksim'le mi bırakacaktı? Oğlundan ayrılmak istemiyordu. Prensle bu konuyu da konuşmalı netleştirmeliydi.
Oldukça tehlikeli bir oyun oynuyordu. Bu yolun sonu müthiş bir zafere de çıkabilirdi, derbeder bir yenilgiye de. Her adımını dikkatle atmalı, her kelimesini dikkatle seçmeliydi. Yine bir davet gelseydi ve saraya gitselerdi Prensle bizzat görüşürdü. Fakat Kış Festivalinde Maksim onları konuşurken görmüştü. Elleri Prensin ellerindeydi ve Prensten dudaklarına küçük bir veda busesi almıştı. Bu Maksim'i çıldırtmaya yetmişti. Şimdi bir davet gelse bile katiyen yanıt vermeyeceği kesindi.
Prensten gelen mektubu ateşe attı. Kimsenin eline geçmemeliydi. Maksim'in elinde bir kanıt olmaması en büyük avantajıydı. Mektuplardan biri eline geçse neler olurdu düşünmek bile istemiyordu. Çalışma masasına oturdu. Mücevher kutusunun gizli bölmesini açtı ve Müge Hanım'dan gelen mektubu çıkardı.
Kendine getirdiğin her laf Aspargon'a gelmiş sayılır. Çok umurundaymış gibi. Müge Hanım her zamanki gibi sert cümleler kurmuştu. Bir kez olsun onu anlamaya çalışmamıştı. Fakat haklı olduğu yerler de vardı. Senin yerin orası. Öleceğin topraklar orası. Böyle demişti ve sonuna kadar doğruydu. Onun yeri burası, kuzeydi. Bresna değil, Gerbena'ydı ve Gerbena İmparatoriçesi olarak ölecekti. Beş yüz yıllık Aspargon tarihinde Gerbena'ya giden ilk Asperan mensubu olacaktı. Melbros ve Bresna'ya gelin verilirken sorun yoktu ama Gerbena'ya giderken mi sorundu?
Boşanma haberini alırsam Aspargon tüm desteğini üstünden çeker. Tek başına kalırsın. Zaten ne zaman yanında olmuşlardı ki? Bu yola girerken yalnız olacağını biliyordu. Onlardan beklediği tek destek maneviydi. Her şartta yanındayız veya seni destekliyoruz deseydi bile yeterdi. Onlara maddi bir kayba sebep olmazdı. Senden beklenen kendini genç bir çocuğun gönül eğlencesi yapacağın yerde başarılı bir adamın tek kadını olman, yeni topraklarına kök salman.
Genç bir çocuğun gönül eğlencesi falan değildi. Nikolai ondan üç yaş küçük olabilirdi fakat kesinlikle bir çocuk değildi. Korkut'tan çok daha olgundu. Ülkesinin varisi olduğunu biliyor ve buna göre davranıyordu. Kimsenin kontrolünde değildi. Ne annesinin, ne halasının...
Mektubu tekrar gizli bölmeye koydu. Bölmeyi kapattı. Kutu yine sıradan görünürken bu mektubu uzun bir süre saklayacaktı. Annesinin tutumunu her defasında hatırlamak, yalnızlığını daha iyi hissetmek için.
Akşam yemeği oldukça sessiz geçti. Boris arada sırada mırıldansa da Maksim her defasında oğlunu susturdu. Bazen gözlerini Çiğdem'e dikip uzun uzun baktı bazense tabağı bitene dek gözlerini yemekten ayırmadı. Yemekten sonra Çiğdem Boris'i uyutmak için odasına götürdü. Ona masal anlattı. Boris uyuduktan sonra da bir süre yanında kaldı. Saçlarını sevdi usulca. Minik ellerini tuttu.
Hayatının dönüm noktasında bir süre ondan ayrı kalmak da vardı. Prens istediği her şeyi yapmaya hazır haldeydi fakat oğlunu kabul edip etmeyeceğinden emin değildi. Boris'i saraya sokmak ne kadar güvenliydi bunu da düşünmesi gerekiyordu. Ya İmparatoriçe onu oğluyla tehdit ederse? Belki de bir süre onu burada Maksim'le bırakmalıydı. En azından babası yanında olurdu. Orada tehdit unsuru olarak kullanılmasındansa burada güvende olmasını canı yansa da tercih ederdi. Evet son zamanlarda Maksim sert bir imaj çiziyordu fakat o da Boris'e oldukça düşkündü. Onu korurdu. Zarar görmesine izin vermezdi.
Odasına döndüğünde yatağı boş buldu yine. Kış Festivali'nden beri yatakları ayırmışlardı. Saray dedikoduları iyice pis bir hal almasaydı belki hala burada olurdu Maksim fakat olmaması Çiğdem'in işine geliyordu. Bitecek olan bir ilişki için daha fazla rol yapmaya gerek yoktu.
Geçmişe dönüp baktığında Maksim'in kötü yanları ve iyi yanları birbirini dengeliyordu. Kuzeni Yegor kadar gaddar, merhametsiz ve pis ruhlu değildi. Fakat hayalindeki koca da değildi. Onu sevmeye çalışmadığı için pişman hissetmiyordu kendini. Uzun zamandır aklında olan planı işlemeye başlamıştı sonunda. Önemli olan buydu. Maksim'le beş sene geçirmişti ve şimdi bu sürenin sonuna gelmişti. Hayat tekrar başlayacaktı onun için ve bunu hiçbir şey bozamayacaktı.
Uyumak üzere yatağa uzandı. Yorganı üstüne çekti. Gözlerini kapattı. Bir gün daha böylece geçti.
Konağın koridorlarından gelen gürültüyle gözlerini açtı. Bir grup insanın koridorda yürüdüğünü duyuyordu. Ne olduğunu kim olduklarını anlamaya çalışırken odasının kapıları açıldı ve Bresnalı memurlar odaya daldı. Hemen arkalarında Maksim duruyor, onu işaret ediyordu
"İşte bu kadın bana ihanet etti memur beyler! Onu prensle zina yaparken bastım! Hem de benim yatağımda!"diye bağırıyordu. Çiğdem korkuyla başını iki yana sallamaya başladı.
"Hayır! Yalan! Yalan söylüyor! Prens buraya bile gelmedi!"dedi yorganı iyice üstüne çekerek. Adamlar üstüne üstüne yürüdü. Onu tuttukları gibi sürükleyerek çıkardılar yataktan. "Bırakın beni! Size emrediyorum! Bırakın! Bana böyle davranamazsınız!"diye bağırınıyordu.
Maksim, "Bana mı inanacaklar sana mı? Ben onların Düküyüm! Sen ise sadece bir görüntüsün! Bresna üzerinde hiçbir hakkın yok!"
Odadan sürüklenirken kapatılacağı zindanı, Maksim'in yalancı şahitlerinin yapacağı suçlamalarla yürütülecek mahkemeyi, verilecek idam kararını düşünürken gözleri karardı, başı döndü. Dizlerinin bağı çözüldü ve adamların kollarından boşluğa yığıldı.
O an açtı gözlerini ve yataktan fırladı. Odanın içi karanlıktı. Konak sessizdi. Nefeslerinin sıklığını duyuyor alnında soğukluk hissediyordu. Ellerini yüzüne kapattı. Alnındaki teri hissetti. Bedeni de terlemişti. Yorganı üstünden attı. Yataktan çıktı. Çıplak ayakları soğumaya yüz tutmuş tahta zemine temas etti. Fakat bu onu ürkütmedi. Az önce gördüğü kabus bedenini uyuşturmuş midesini alt üst etmişti.
Pencereye yaklaştı. Elleriyle kollarını sardı ay ışığı düşen bahçeyi izlerken. Kazanmaya odaklandığı her an kaybetme ihtimali de ardından geliyordu. İki yol vardı önünde. Siyah ve beyaz, kılıç ve taç, ölüm ve yaşam kadar keskindi ikisi de. Ortası yoktu. Bu defa gri yoktu.
Nefes almaya çalıştıkça ciğerleri sıkışıyordu sanki. Prensten gelecek iyi haberi bu şekilde beklemek işkence gibiydi. Maksim'in bir şey yapacağından korkuyordu. Bu coğrafyada güvenebileceği tek kişiye, Tunay'a yazmaya karar verdi. Gecenin o vaktinde çalışma masasındaki mumu yaktı. Önüne bir kağıt çekti. Tüy kalemi parmaklarının arasına aldı. En kısa zamanda gelmesini belirten bir mektup yazdı. Başak ve taç şekilli mührünü vurdu ve yarın sabah Irelia'ya vermek üzere hazır halde çekmeceye bıraktı. Yatağına döndü. Sabaha kadar huzursuz bir şekilde uyudu.
Ertesi sabah Irelia'ya Tunay için yazdığı mektubu verdi. Irelia mektubu ulağa vermek için çıktı. Çiğdem ise prensin yanıtsız bıraktığı mektubunu düşünüyordu. Çok sık mektuplaşamazlardı. Bu yüzden hemen yazmak istemiyordu. Fakat ilerleyiş hakkında merak içindeydi. İmparator boşanmalarını onaylamaya yanaşırsa gerisi kolaydı.
Maksim evden çıkarken Çiğdem'le koridorda karşılaştılar. "Tunay'ı davet ettim."dedi Çiğdem hemen.
Maksim, "Yani Yegor da geliyor."dedi memnuniyetsiz bir ifadeyle. "Böyle şeyler için neden bana da sormuyorsun?"
"Kardeşimi davet etmek için senden izin isteyecek değilim."dedi Çiğdem hınçla.
"Yegor'la yüzyüze görüşmek istemiyorum. Beni düşürdüğün halin farkında değilsin herhalde. Bu mesafeden bile benimle alay etmekten geri durmazken bir de aynı masada yemek yerken olacakları düşünemiyorum." Öfkeyle kapattı gözlerini. Derin bir nefes aldı. "Fazla kalamazlar!"dedi sonunda.
"Buna sen karar veremezsin."
"Burası benim evim ve hangi misafirin ne kadar kalacağına ben karar veririm."dedi Maksim kesin bir sesle ve evden çıktı.
Çiğdem ellerini gözlerine kapattı. Başını tuttu. Şakaklarını ovdu. Bu durum boşanmaları gerçekleşene dek devam edecekti. Fakat Maksim'in buna niyeti yok gibiydi. Bu konuda onu şaşırtmıştı. Onları Kış Festivalinde gördüğünde ilk işinin boşanma talep etmek olacağını düşünmüştü. Oysa boşanma kelimesini ağzına almamıştı. Hala prensle ilişkisinin biteceğini sanıyordu. Gurur mu yapıyordu yoksa onu kaybetmekten mi korkuyordu? Bunu hiçbir zaman bilemeyecekti.
Fakat her ne olursa olsun bu boşanma gerçekleşecekti. Maksim istese de istemese de. Sıkıntılı bir süreçti fakat her şey istediği gibi ilerlediğinde güzel şeyler olacaktı. Yaşadığı tüm sıkıntılara değecekti.
***
Bir hafta sonra Melbros bayraklı at arabası kapıda göründü. Bresna'nın gri zemin üstüne beyaz çam ağaçları sembolünün benzeriydi. Sadece zemin bordo ve ağaçlar yavru ağzıydı. Ortak soydan geldiklerini sembolden belli ediyorlardı.
Çiğdem ve Maksim misafirlerini karşılamak üzere kapıya çıktı. Araba yaklaşırken yüzlerine sahte birer gülüş yerleştirdiler. Maksim kuzeninin alaycılığına nasıl katlanacağını düşünürken Çiğdem'in aklında başka planlar vardı. Kardeşini buraya boş yere çağırmamıştı.
Araba evin önünde durduğunda önce Yegor indi arabadan. Maksim ne kadar beyaz tenliyse Yegor o kadar esmerdi. Maksim kızıl saçlara, mavi gözlere sahipken; Yegor siyah saçlara, kahverengi gözlere sahipti. Maksim safkan kuzeyliyken Yegor melez güneyli özellikleri gösteriyordu. Biraz daha esmer olsaydı annesinin Tipkoslu veya Ravesnalı olduğuna emin olacaktı Çiğdem.
Yegor'dan sonra Tunay ve dört yaşındaki kızları Angela indi arabadan. Tunay ülkesinin renklerine, grilere bürünmüştü. Küçük Angela ise sarılar içindeydi. Tunay'ın açık kahverengi saçlarını ve gözlerini almıştı. Beyazlığı ise Yegor'un babasından geliyor olmalıydı. Yaşlı adam çoktan toprak olmuştu fakat onun da Maksim'in babası kadar safkan bir kuzeyli olduğu anlatılırdı.
Yegor yüzünde pis bir gülüşle Maksim'e yaklaşırken kollarını iki yana açtı. "Sevgili kuzenim."dedi neşeyle. Kuzenine sıkıca sarıldı. Ayrıldıklarında gözlerini alnında gezdirdi. "Bakıyorum bahar başına vurmuş." Parmaklarını alın boşluklarında gezdirdi. "Boynuz çıkarıyorsun galiba."derken kahkahayı bastı. Maksim öfkeyle itti Yegor'un ellerini. "Sakin ol ya."
"Haddini bil Yegor!"dedi Maksim. Hırsla avuçlarını yumruk yapmıştı.
"Şaka yapıyorum. Saray dedikodularına kulak astığımdan değil. Doğru olsalar geldiğimizde Düşesin kellesini girişte mızrakta görürdük."dedi ve içeri geçti. Bu düşünceyle Çiğdem solduğunu hissetti. Elli istemsizce boynuna gitti.
Evli kadınların zina sonucu idam edilmesi bu bölgede yaygındı. Erkekler ise kadının ailesi güçlüyse birkaç yıl hapis cezasıyla yargılanıyordu sadece. Bu topraklar ataerkildi. Kadınlar değer görmüyordu.
Fakat o Aspargonluydu. Handanların Hanım olduğu Asperan soyundan geliyordu. Ailesine kızgın olabilirdi belki ama soyuna kızgın değildi. Başa geçen ilk handan Begüm Hanım'ı, Hanımlar Devri'ni başlatan Aşina Hanım'ı okuyarak büyümüştü o. Burcu, Gökşin, Bengi... Kadınların da bir yere sahip olacağını gösteren güçlü hanımlardı bunlar. Damarlarında onların kanı akıyordu. Ruhunda onların izi vardı.
İmparatoriçe olduğunda yapacağı köklü değişimler arasında kadınların hak ettiği değeri gördüğü, eşit hak ve özgürlüklere sahip olduğu yeni yasalar çıkarmak da vardı. Gerbena İmparatoriçelerini bu yüzden hep yadırgamıştı. Sert görüntülerinin ardında işlevsiz bir ruh yatıyordu.
İmparatoriçe Nadejda bile öyleydi. Güz Kutlamasında onu odasına çektiğinde "Gerbena tahtı kutsallığı bozulan kadınlarla kirletilemez!"demişti. Kadını kadının küçültmesi kadar acı ve adi bir hareket yoktu şu dünyada. O an o kadından en kısa zamanda kurtulması gerektiğini anlamıştı. Aspargon saray oyunlarına şahit olmuş biri olarak Nadejda onu pek korkutmamıştı. Fakat prens boşanma kararını onaylatamadan Maksim'in delice bir şey yapma ihtimali onu daha çok korkutuyordu.
"Nasılsın ablacığım?"diyen Tunay'ın sesiyle kendine geldi. Tam karşısında durmuş endişeyle ona bakıyordu. Hızla sarıldı kardeşine.
"İyiyim. Şimdi çok daha iyiyim. İyi ki geldin."dedi samimiyetle. Kulağına yaklaştı ve Aspargon dilinde fısıldadı. "Seninle konuşacağım meseleler var." Tunay'ın bir an kaşları çatılsa da hemen toparladı. Eniştesiyle de selamlaştıktan sonra Boris'i sordu. Boris'in adını duyan Angela heyecanla kıpırdandı yerinde. Üç dört ayda bir toplanıyorlardı ve çocuklar iyice tanıyordu birbirini artık.
İçeri geçtiklerinde çocuklar ayrı bir odaya götürüldü. Çiftler ise salonda oturmaya başladı. Maksim'in öfkesi biraz olsun yatışmıştı. Yegor damarına basmayı bırakmıştı. Sıradan meselelerden bahsediyorlardı. Yegor ülkesinin gelirlerini nasıl kontrol ettiğini, borç sistemleriyle daha çok para kazanmaya başladığını anlatıyordu. Tipkoslu bazı tüccarlardan duyduğu bir yöntemi anlatıyordu. Borç sahiplerine belli bir müddet borç veriyor, ödeyemediklerinde belli oranda artırarak borcuna ekliyordu. Tipkos'ta bu sisteme bankacılık diyorlardı. Ravesna'da da yaygınlaşan bir sistemdi. Savaşsız gelir kapısıydı. Gerbena henüz bu sisteme sıcak bakmıyordu fakat Tipkos ve Ravesna'nın son yıllarda yaşadığı yükseliş ve gelişmeler gözardı edilecek gibi değildi.
Yemeğe geçtiklerinde Yegor kendini votkaya verdi. Yemekten daha çok içtiği votkalar Maksim'in de gözünden kaçmıyordu. Kuzenini engellemeye çalıştıysa da Yegor karşı çıkıyordu. Yemeğin sonlarına doğru esmer yüzüne rağmen yanaklarının ve burnunun kızarıklığı belli oluyordu. Gözleri ise baygın bakıyordu.
"Ne şanslısın Maksim."dedi uzata uzata. Çakırkeyf olmanın ötesine geçmiş sarhoşluk denizinde yüzmeye başlamıştı. "Senden sonra topraklarınla ilgilenecek bir varisin var." Yine aynı konuyu açmıştı işte. Her fazla kaçırdığında aynı konuyu konuşuyordu ve Tunay bu sohbeti ezbere biliyordu artık.
"Senin de olur. Karın hala genç."dedi Maksim. Yegor ise tiksintiyle baktı Tunay'a. Onu görmeye katlanamıyordu.
Yegor, "Bu kadın benim tohumlarımın karnında filizlenmesine izin vermiyor."dedi birden. Tunay utançtan kızararak ona döndü. "Eminim gebe kalmamak için uğraşıyordur. Belki de defalarca aldırdı oğullarımı."
"Saçmalıyorsun."dedi Tunay titreyen sesiyle.
Çiğdem, "Bunlar çok vicdansız suçlamalar. Ayrıca soyun devam etti. Senin kanını taşıyan bir kızın var."
Yegor, "Elin adamına satılacak ve toprağımı başka soylara yedirecek, öyle mi? Ayrıca suçlama falan değil söylediklerim. Gerçekler. En az iki kez yatağını kanlar içinde buldum."
Tunay'ın gözleri dolu dolu oldu. "Düşük yapmıştım."dedi kısık sesle. Çiğdem'in kaşları hayretle havalandı. Tunay bundan bahsetmemişti hiçbir zaman.
Yegor, "Düşürmek için elinden geleni yaptın!"diye tısladı. "Sen benden tiksiniyorsun ben de senden! Bu yüzden asla bir oğlum olamayacak! İmparator seni boşamama izin verseydi piçlerimden birini meşru ilan eder rahata ederdim!"
Çiğdem, "Gerbena'nın kurallarını benden daha iyi bilirsin Çar. Gayrımeşru hiçbir tohum veliaht ilan edilemez. İsterse sıradan bir sömürgede doğsun."
Yegor gözlerini devirdi. Çiğdem ise onun gayrımeşru ilişkileri hakkında bu kadar rahat konuşabilmesine öfkelendiğini hissetti. Bunu kendine gurur malzemesi yapmıştı resmen ve bu aşağılık bir durumdu. Onun yaptığını hayvanla da yapıyordu. Fakat onlar insandı ve insanca davranıp insanca yaşamadıktan sonra kendimizi hayvandan ayırmanın ne anlamı vardı?
"Ah keşke adı prensle çıkan Tunay olsaydı."dedi Yegor. "Hiç düşünmeden kapının önüne koyardım." Gözleri Maksim'i buldu. Yüzünde alaycı bir gülüş vardı. Gözleri ise sarhoşluktan kayıyordu ve yüz ifadesinin çarpılmasına sebep oluyordu. "En başından beri sana diyorum bu kadına çok yüz veriyorsun diye. Bak ne oldu? Sana boynuzu taktı. Tüm kuzeye rezil etti seni."
"Bu konuyu kapat!"dedi Maksim ellerini yumruk yaparak.
"Neden? Erkekliğine mi dokunuyor? Kaldı mı sende erkeklik?"
"Yegor kes sesini!"
"Belki prensle sen de birlikte olmuşsundur. Bu genişlik buradan geliyordur!"
"YETER!"diye bağırdı Maksim yerinden fırlayarak. Yegor'u yakasından yakaladığı gibi kendine çekti ve suratına kafa attı. Yegor bu darbeyle geri gitti, sırt üstü yere yapıştı. Kafasının tahta zemine çarpışıyla kötü bir ses çıktı. Yegor'un acı iniltileri salonu doldurdu. Maksim masanın diğer yanından hışımla geçti ve Yegor'un üstüne çöktü. Çiğdem ve Tunay çığlıklar atarken hizmetliler içeri koştu. Erkekler iki kuzeni ayırmak için öne atıldı.
Kavga ayrılınca Yegor ağlamaklı bir şekilde inildiyor, yüzünden kanlar iniyordu. Maksim ise elleri titreyerek ayakta dikiliyordu. Öfkeli gözleri Çiğdem'i buldu. "Gördün değil mi? Nelere sebep olduğunu gördün değil mi? Kardeşini bana danışmadan çağırdın ve bu aşağılık herifle beni aynı masaya oturttun! Ne bekliyordun?"
"Siz geçinemiyorsunuz diye biz de mesafeli olacak değiliz. Karısını tek göndermek yerine laf aramak için geldiyse bu benim suçum mu?"
"Evet! Böyle gergin bir anda onları çağırıyorsan ne olacağı belliydi!"
"Yeter! Bunu daha fazla çekmeyeceğim. Senin kuzenin senin meselen!"dedi Çiğdem sertçe ve Tunay'ın koluna girdiği gibi salondan çıktılar.
Yatak odasına girdiklerinde Çiğdem derin bir nefes aldı. Kapıyı kilitledi. Yatağa oturdu. Tunay daha ağır adımlarla geldi. Yanına yavaşça oturdu. "Çok özür dilerim."dedi ağlamaklı bir halde. "Yegor geceyi mahvetti."
"Her zaman yaptığı şey zaten."dedi Çiğdem elini kardeşinin sırtına götürerek. "Sen bizi dert etme."
"Sen benimle ne konuşacaktın?"diye sordu Tunay Çiğdem'e dönerek.
"Ben yine konuşurum konuşacağımı. Fakat sen neden bana düşük yaptığını söylemedin? Ne zaman oldu bu?"
Tunay derin bir nefes oldu. "Biri iki yıl önceydi. Diğeri ise geçen yıl."
"Neden anlatmadın?"
"Seni de üzmek istemedim. Neyse. Beni boşver. Geçti gitti. Sen anlat."
Çiğdem'in gözü kapıya gitti. Sonra Aspargon dilinde konuşmaya başladı. "Maksim'in bir şey yapacağından korkuyorum."
"Ne gibi bir şey?"
"Bilmiyorum. Mahkemeye gidebilir."
"Gidecek olsa şimdiye dek gitmez miydi?"diye sordu Tunay. Çiğdem'in kaşları çatık, ifadesi düşünceliydi. "Boşanmak için bile İmparatora yazmadı. En son öyleydi. Bir şey mi değişti."
"Hayır. Ama bilmiyorum. Son zamanlarda hamlelerini kestiremiyorum. Ve," gözleri önüne düştü. Geçen hafta gördüğü kabus gözlerinin önünden geçince ürktü. "Beni zinadan dava etmekle tehdit etti. Beni boşamak yerine zindana attırmak istiyor."
"Yapmaz. Bence Maksim bunu sindirecektir."
"Sindirmesini istemiyorum. Boşanmak istiyorum."dedi Çiğdem sertçe. "Beni boşamasını istiyorum Tunay. Beni boşasın ki Prensle aramda kimse kalmasın."
"Peki Boris? Prens Boris'i kabul ediyor mu?"
Çiğdem derin bir iç çekti. Kesinleşmesi gereken konulardan biriydi bu. "Bir süre benimle kalmasını istiyorum. Fakat sarayda nelerle karşılaşacağımı bilmiyorum. Bu yüzden Maksim'le kalması daha güvenli. İstemesem de bir süre ondan ayrı kalabilirim."
"Bu konuda kararlısın yani."dedi Tunay. Çiğdem düşüncelerinden sıyrıldı. Onu destekleyen tek kişiye minnetle baktı. "Keşke beni de Yegor'dan kurtaracak biri olsaydı." Çiğdem kardeşine kaşlarını çatarak bakmaya başladı.
"Prens de ortalıkta olmayacaktı ben onu ağıma düşürmeseydim."dedi. "Kaderini sen çizeceksin Tunay. Sen de Aspargon kızısın. Yönetmek kanında var. Yegor'u harcamak kolay. Ben Prensle evleneyim sen o Yegor'dan kurtulacaksın. Sana sözüm olsun. Melbros'un yönetimi sende ve kızında olacak. Kızın da veliaht ilan edilecek." Tunay inanamayan gözlerle ona bakıyordu.
"Söylediklerine inanıyor musun sen gerçekten? Melbros kuralları kızların veliaht olamayacağını yazmışken-" Çiğdem elini kaldırdı susması için.
"Bu topraklarda çok şey değişecek. Kadınların yönetim hakkı bu değişimden sadece biri." Aklında daha pek çok şey vardı. Başa geçtiğinde sadece Gerbena yasalarını değil haritaları baştan çizecekti. Hızla Tunay'ın ellerini tuttu. "Beni iyi dinle Tunay."dedi gözlerinin içine bakarak. "Prense her zaman rahatça yazamıyorum. Eğer bana ulaşamazsan ya da bir şey olduğunu duyarsan ne yap et Prense yaz. Güvenebileceğim tek kişi sensin. İrelia beni tedirgin ediyor fakat bu konakta ondan başka güvenebileceğim kimse yok."
Odanın kapısı zorlanınca ikisi de yerinden zıplayarak kapıya döndü. Kapının kolu bir süre zorlandı ve durdu. Sonra sertçe kapıya vuruldu. "Aç kapıyı Çiğdem."dedi Maksim öfkeyle.
"Ne var? Bir şey mi oldu?"
"Aç kapıyı. Söyleyeceklerim var." Çiğdem kapıya yaklaştı. Kilidi çevirdi ve kapıyı açtı. Maksim gözlerinden ateş saçarak bakıyordu. Belli ki Yegor hala sızmamıştı. "Yarın Çar ve Çariçe gidecek."dedi net bir şekilde. "Kardeşinle geceyi iyi geçir. Bir daha asla buraya gelmeyecekler."dedi ve fırtına gibi gitti. Çiğdem kapıyı kapattı ve Tunay'a döndü. Tunay olanlara gerçekten üzülmüştü. Gözleri dolu doluydu. Çiğdem hemen yanına yaklaştı ve kollarını tuttu.
"Sakın."dedi gözlerinin içine bakarak. "O pislik için gözyaşı dökme. Sen o adamla evlendirilmeyi hak etmedin. Zamanla görüyorum ki ne yaparsan yap iflah olmayacak bir canavarla yaşıyorsun." Tunay'ın gözleri yere indi. Çiğdem onu çenesinden yakaladı ve gözlerine baktırdı zorla. "Başını eğmesi gereken sen değilsin. O pislik çuvalı! Gücünü keşfet Tunay! Kendini sakın ezdirme! Unutma ki kocalarımız imparatora bağlı bir yaşam sürdüler. Fakat biz han kızı olarak büyütüldük. Kimse bize emir veremez. Emirleri biz verir, elimizdekileri biz yönetiriz. Gerekirse sorundan akıllıca kurtuluruz. Yükselmek bizim kaderimizde var. Sen benim bu topraklardaki tek dostumsun ve güçlenmen için elimden gelen her şeyi yapacağımdan emin olabilirsin. Yeter ki her zaman yanımda ol."
"Yanındayım abla."dedi Tunay onun ellerini tutarak. "Yükselmen için yapabileceğim her şeyi yapacağım. Sana zarar gelmesine izin vermeyeceğim. Sen de benim tek dostumsun. Kimse seni benden alamaz."dedi ve ablasına sıkıca sarıldı. Çiğdem uzun zamandır böyle derin bir bağ hissetmemişti. O da kardeşine sıkıca sarıldı.
Gerbena'ya atılmış iki Aspargon tohumu nasıl bir ağaca dönüşecekti hiç kimse bilmiyordu. Gördüklerinde ise yapacakları hiçbir şey olmayacaktı.
***
Tunay'ın gidişinden sonra konak yine ıssızlığa büründü. Fakat bu defa kavgaların şiddeti artmıştı. Yegor bir günde Maksim'i zıvanadan çıkarmıştı. Yegor'dan önce durup dururken laf atmıyor, sadece öfkeyle bakıyordu. Yegor'dan sonra ise olduk olmadık her şeyden kavga çıkarır olmuştu.
Bir gece akşam yemeğinde masada Boris de varken, "Onunla kaç kez birlikte oldun?"diye sordu ifadesizce. Çiğdem gözleri öfkeyle büyüyerek ona baktı susması için. Boris'in yanında tartışmaya hiç niyeti yoktu. "Cevap versene!"dedi Maksim sertçe.
"Sen ne konuştuğunun farkında değilsin. Yeri mi?"
"Evet yeri! Masada da birlikte olmuşsunuzdur belki! Nasıldı?!"diye bağırarak ayağa kalktı. Çiğdem de onunla birlikte kalktı ve Boris'i elinden tuttuğu gibi koridora götürdü. "Bıraksana o da öğrensin annesinin fahişeliklerini!"diye bağırdı arkalarından. Fakat Çiğdem ellerini Boris'in kulaklarına kapatarak koridora yürümeye devam etti. Boris'i İrelia'ya verdi ve odasına götürmesini söyledi. Salona döndüğünde kapıları yavaşça kapattı.
"Sen iyice delirdin Maksim."dedi Çiğdem öfkeyle. "Hayal gücün o kadar kendini aştı ki seninle tartışmaya bile gerek duymuyorum. Fakat madem kanına bu kadar dokunuyor neden beni boşamıyorsun?"
Maksim alayla güldü. "Tek istediğin bu değil mi?" Birkaç adım yaklaştı. "Seni boşayacağım ve prensle evlenmeye çalışacaksın!" Tam karşısında durdu. "İmparator bir dulu asla gelini olarak kabul etmez. Gerbena kurallarından bahsedip duruyorsun ama en başta kendin boş hevesler için aileni yıkıp geçiyorsun!"
"O halde korkacak hiçbir şeyin yok. Beni boşamak sana hiçbir şey kaybettirmez ama itibarını kazandırır, değil mi?"
"Benden bu kadar mı nefret ediyordun bunca zaman?"diye sordu Maksim daha sakin bir tonla. "Sana Yegor gibi mi davranmalıydım haddimi bilmen için?"
Çiğdem'in tek kaşı havalandı. "Öncelikle bana haddimi bildirecek en son kişi bile değilsin! Ve bana Yegor gibi davranıyor olsaydın bugün ahırdan temizlenen tüm pisliği mezarına döktürüyor olurdum!"
"Bresna'yı boş mu bırakacaklarını sanıyorsun?"
"Bir veliahtım var. Yönetim becerilerim ortada. Oğlumun vasiliğini yaparak Bresna'nın tek hükümdarı ben olurdum." Korkusuz yeşil gözleri alev alev parlıyordu.
Maksim ise şaşkındı. "Demek beni mezara koymaktan çekinmiyorsun."
"Eğer Yegor gibi olsaydın çekinmezdim." Maksim bu konuyu Çiğdem'im dediği gibi algılamıyordu. Şimdi bile canına kast edebilecek kadar gözünün karardığını düşünüyordu.
"Beni hiç sevdin mi?" Ses tonu teslim olmuş gibiydi. Aralarına bir sessizlik çöktü. "Beş yıldır gözlerime bakan Çiğdem aşık değil miydi? Beni sevdiğini fısıldadığın gecelerde bile yalan mı söylüyordun? Beni tutkunla mı yönetiyordun?"
Çiğdem bunu inkar edemezdi. Onu tutkusuyla yönettiği gerçekti. Sevmeye de çalışmamıştı. Her dönem hayatından birileri geçen bir adamı sevmeye çalışmadığı için pişman değildi. O da ortama uyum sağlamayı seçmişti. En azından bu konuda Müge Hanım gibi olmaya karar vermişti: sadece güç için onun arzularıyla oynamak.
"Olan oldu Maksim. Bunları konuşmanın manası yok."
"Var!"diye bağırdı. "Beni kendine aşık edip, köle edip terk edemezsin!" Bir an Çiğdem'in üstüne atıldı ve kollarına yapıştı. Çiğdem kendini kurtarmaya çalışırken geri geri gitti. Maksim onu sarsmaya başladı. "Senden vazgeçmeyeceğim Çiğdem! Beni anlıyor musun? Sen de benden vazgeçmeyeceksin! O prens bozuntusunu öldürürüm!"
Gidecek yer kalmadığında sertçe duvara çarptı sırtını. Maksim'in sarsmaları yüzünden başını da vurmuştu. "Bırak beni! Canımı yakıyorsun!"dedi Çiğdem onu itmeye çalışarak.
"Bırakmam!"diye bağırdı Maksim. "Sen benim karımsın! Benim!" Bir an onu öpmeye çalıştı. Fakat Çiğdem suratını elleriyle yakaladı. "Neden istemiyorsun? Prens daha mı iyiydi?" Çiğdem kalbinin deli gibi çarptığını hissederken olabilecek en kötü şeyi düşünmek onu delirecek hale getirmişti.
"Bırak beni! Kendinde değilsin sen!"diye bağırdı. Fakat arbede bitmek bilmiyordu. Maksim üstüne geldikçe Çiğdem kaçacak yer arıyordu fakat onun kollarından sıyrılmak mümkün değildi. O kadar güçlüydü ki biraz daha uğraşsa bir yerini kırabilirdi.
"Neden beni istemiyorsun? Cevap ver! Neden? Onu mu seviyorsun?"
"Bırak, lütfen. Kendine gel. Canımı acıtıyorsun."
"Acısın! Sen de benim içimi acıtıyorsun!"
Debelenirken Çiğdem uygun bir an buldu ve kurtulmayı başardı. Kapıya koşarken Maksim onu eteğinden yakaladı ve yere düşmesine sebep oldu. Fakat Çiğdem pes etmedi. Eteklerini toplarken sert bir tekme geçirdi Maksim'in karnına. Maksim iki büklüm olurken Çiğdem can havliyle yerden kalktı ve yukarı koştu.
Odasına girip kapıyı kitledi. Aynalı dolabı zorla çekerek kapının önüne dayadı. O an kapı yumruklanmaya, zorlanmaya başladı. Çiğdem korkuyla geri sıçradı. Elleri tir tir titriyordu. Yanakları al al olmuş bedeni buz kesmişti. Maksim'in haykırışlarını duyuyordu diğer yandan.
Kalbi deli gibi atarken camın pervazına kadar gitti. Hızla soluk alıp veriyordu. Maksim'in yumruklamaları ne kadar sürdü bilmiyordu. Fakat kulaklarını acıtan bir sessizlik çöktüğünde uzun bir süre ayakta durduğunu fark etti. Karanlıkta öylece duruyordu. Ay ışığı vuruyordu zemine.
Gözlerinin acıdığını hissetti. Belki kaç kere ağlamıştı ve yaşlar öylece kurumuştu. Belki o kadar uzun süre kırpmamıştı ki batmanın sebebi buydu.
Yavaşça yere çöktü. Burada güvende değildi. Bundan emindi artık. Buradan bir an önce kurtulmak zorundaydı. Bekleyecek zaman yoktu.
Dizleri titreyerek yerden kalktı. El yordamıyla çalışma masasına yürüdü. Çekmecelerden yeni bir kağıt çıkardı. Hızla Prense yazmaya başladı.
Gerbena'nın değerlisi Prens Nikolai
Sömürgeniz Bresna'nın Düşesi olarak oldukça zor günler yaşadığımı bilmenizi istedim. Yaşamım tehlikede. Bana ancak siz yardım edebilirsiniz. Burada günlerim sayılı. Eşimden şiddet görüyorum. Bugün değilse yarın beni öldürecek. Beni kurtarın.
Bresna Düşesi Çiğdem
Elleri o kadar titremişti ki mürekkep dağılmıştı bazı yerlerde. Şimdi bu mektubun en hızlı şekilde Gerbena sarayına gönderilmesi lazımdı. Fakat kapıya çıkmaya korkuyordu. Maksim'in kudurmuş halinden sonra beklemeye karar vermişti.
Güneşin ilk ışıklarıyla koridordaki hareketlenmeyi duydu. Maksim öfkeyle söylenerek emirler yağdırıyordu. Kapıya yaklaştı. Dinlemeye başladı.
"Düşes odadan dışarı çıkmayacak. Bu kapı kilitlenecek. Geldiğimde kilitlenmediğini görürsem kendinizi kapıda bulursunuz."
Oda hapsi mi veriyordu gerçekten? Buna inanamıyordu. Maksim'in evden çıkmasını bekledi. Güneş iyice yükselmişti artık. Bir süre sonra odanın kapısı tıklatıldı. "Düşes? Benim, İrelia."
Heyecanla fırladı. Aynalı masayı çekmeye çalıştı. Fakat beceremedi. Dün nasıl buraya kadar sürüklemişti hayret etti. "Dolabı çekemiyorum."dedi. Yine asıldı. Masa mermerden dolayı ağırdı. Kapıdan destek alarak itmeye çalıştı. Biraz da olsa yer açınca kilidi çevirdi. Ufak aralıktan İrelia'nın endişeli gözlerini gördü.
"İyi misin? Neler oldu dün gece öyle. Dük herkese öfke kustu. Kimseyi yaklaştırmadı buraya tüm gece."
"Gerbena'ya haber göndermen gerek."dedi Çiğdem fısıltıyla.
"Ne? Bu şartlar altında olmaz." Fakat Çiğdem onu dinlemeden çalışma masasına koşup yazdığı mektubu aldı. Rulo yaptı ve İrelia'ya uzattı.
"Beni öldürecek İrelia. Beni sadece saray kurtarabilir." İrelia başını iki yana sallıyordu korkuyla. "Buna mecbursun! Senden başka çarem yok İrelia. Lütfen. Bu son." İrelia endişeyle dudaklarını çiğnedi. "Yarın buradan ölümü çıkardıklarında ne hissedeceksin?"
"Öyle bir şey olmayacak."
"Maksim'in gözü döndü artık. Durulmayacak." İrelia bir şey demeden bekledi öylece. "Hadi! Daha ne bekliyorsun?!"
"Bu son."dedi İrelia ve koşarak uzaklaştı. Çiğdem'in içi birden umutla doldu tekrar. Prens mektubu alır almaz onu almaya gelecekti. Bundan emindi. Buradan kurtulacak kaderine yürüyecekti.
Gün içinde hizmetlilerin yardımıyla masanın itilmesi sağlandı ve Çiğdem kahvaltı etmek için aşağı indi. Hizmetliler odada kalması için ısrar etse de hepsi onun yanındaydı ve bu yüzden onu hiçbir şeye zorlamadılar.
Akşam Maksim eve geldiğinde Çiğdem onu salonda karşıladı. Maksim buz gibi bir ifadeyle bakakaldı. "Emrime karşı geldin demek."
"Sen beni hiçbir yere hapsedemezsin."
"Şansını zorlamaya devam mı edeceksin?"
Tekrar aynı şeyi söyledi Çiğdem. Fakat bu defa her kelimeye basa basa konuştu. "Sen beni hiçbir yere hapsedemezsin."
Maksim derin bir nefes aldı. "İşleri sen bu hale getirdin."dedi sakince. Yüzü ifadesizdi. "Bana pişman olacağım şeyler yaptırdın." Başını arkaya doğru yatırdı. "Getirin." Çiğdem'in kaşları çatıldı. Neler olduğunu merak ediyordu. Sürüklenme sesleri duydu. Birkaç asker kapıda göründüğünde kolları arasında sürüklenen bedeni yere bıraktılar.
"İrelia!"dedi Çiğdem nefesini tutarak. Kadının kan içindeki bedeni yerde yatıyordu. Ona yaklaşmaya çalıştığında Maksim önüne geçti. Elinde tuttuğu mektubu havada sallamaya başladı.
"Senin tarafından prense yazılmış mektup."dedi. Çiğdem bir an çarpıldığını hissetse de mektupta aleyhinde kullanılacak hiçbir şey olmadığını biliyordu. Zarar gören bir vatandaş olarak prense yazmıştı. Bunda suç olacak bir şey yoktu. Maksim mektubu açtı. Sesli bir şekilde okumaya başladı. "Değerli prensim Nikolai,"
"Ne? Ben öyle bir şey yazmadım."
Maksim onu umursamadan devam etti. "Hasretine dayanamıyorum artık. Maksim beni boşamak istemiyor. Buradan kurtulamayacağım. Lütfen bir şey yap sevgilim. Beni kurtar. Biricik aşkın Çiğdem."
"Bu mektup sahte!"dedi Çiğdem hiddetle. Maksim mektunu onun önünde salladı.
"Bu da senin mührün değil zaten." Başak ve taç sembollü mühür Çiğdem'in gözlerini dehşetle açmasına sebep oldu. "Ne tesadüf ki prensten de bir mektup gelmiş. Zavallı İrelia'nın teslim edecek zamanı olmamış." Bu cümle Çiğdem'im kalbinin deli gibi atmasına sebep olmuştu işte. Mektuplarda Çiğdem resmiyeti hep korurdu ele geçme ihtimaline karşı. Fakat prens daha cesur yazardı.
"Kıymetli zümrütüm Çiğdem."diyerek mektubu okumaya başladı. "Senden gelmeyen cevaplar canımı sıkıyor fakat sebebini çok iyi anlıyorum. Tedbirli olmak istiyorsun. Haklısın. Sana çok güzel haberlerim var. İmparator boşanmanıza onay verecek." Maksim daha fazla okumadı. Öfkeyle solumaya başladı. Mektubu burşurturur gibi ellerini sıkacaktı ki son anda durdu. Mektubun en altındaki mührü gösterdi. Gerbena prensine ait sarı renkli çift kılıç ve taç mührü oradaydı. "Bu kadını tutuklayın. Karımın zina suçuyla yargılanmasını istiyorum!"dedi ve askerler üstüne yürüdü.
Çiğdem o an sonunun geldiğini anladı. Maksim'in elindeki tek gerçek mektup Prensten gelen mektuptu. Fakat delilleri kendince çarpıtacağını, yalancı şahitlerle işi götüreceğini belli etmişti. Önünde iki yol vardı şimdiye kadar. Siyah ve beyaz, kılıç ve taç, ölüm ve yaşam kadar keskindi ikisi de. Fakat şimdi yollar teke düşmüştü. Ve önünde uzanan bu tek yol siyahtı, kılıçtı, ölümdü.
***
Bölümün bu kadar gecikmesi için üzgünüm. Hazır bölüm değildi. Yeniden eklendi. Bu yüzden uzun sürdü toparlamam.
Bölümü sevdiyseniz oy ve yorumlarınızı bekliyor olacağım.
-Çiğdem'in geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz? Her şey kritik bir noktada artık. Çiğdem için ne olmasını istiyorsunuz?
-Maksim hakkında ne düşünüyorsunuz? Haklı mı? Mahkemeye vermek yerine boşamalı mıydı?
-Tunay ve Çiğdem kardeşliğini nasıl buldunuz? Çiğdem Tunay'a verdiği sözü tutar mı?
-Bu şekilde yan bölüm olarak görmek istediğiniz, merak ettiğiniz ortamlar var mı?
***Sonraki bölüm Gökben'den olacaktır. En kısa zamanda yazmaya çalışacağım. O da hazır bölüm değil çünkü.***
İlk kısımın bitmesine az kaldı bu arada. Diğer kısımlar da aynı kitap üzerinden devam edecektir.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top