6. Sıradan Bir Hatun Değilim

1412 Senesi - Bahar Mevsimi

ASPARGON HANLIĞI

Bozok Şehri - Dora Hanım Sarayı

Gökben Hatun

Dün Handan Suna'nın dediği gibi odamdan çıkmamıştım. Akşam üstü beni yanına çağırtmış ve bir şişe vermişti. Birkaç damlasını suyuma katıp içmemi, Hanzade Korkut'a benim hasta olduğumu ve bu içeceğim şey sayesinde yarın onu tekrar çağıracaklarını söylemişti.

Handan Suna bana büyük bir gelecek biçtiğini söylerken Hanzade Korkut'u kastettiğini açık olarak söylememişti hiç. Beni yetiştiriyordu. Eğitimime önem veriyordu. Oturup kalkmam, dans etmeyi öğrenmem, müzik aleti çalmam, el işlemeleri yapmam, yabancı diller öğrenmem, konuşmayı bilmem çok mühimdi. Beni yüksek konumdaki bir devlet adamı için hazırladığını düşünürdüm. Hatta başka ülkelerden birine casus olarak gideceğimi hayal ederdim. Fakat aklımdan Hanzade Korkut hiç geçmemişti.

Hele bahar kutlamasında yaşananlardan sonra bu işin nasıl olacağını aklım almıyordu bir türlü. Korkut'un nasıl biri olduğunu görmüştüm. Kızlara bakışına şahit olmuştum. Ukala tavırlarıyla nasıl bir yeni yetme olduğunu ispatlamıştı. Hayalimdeki prens kesinlikle o değildi.

"Bir sorun mu var Gökben?"dediğinde düşüncelerimden uzaklaşmıştım. Elimdeki bardakla öylece bakıyordum onun mavi gözlerine. "Merak etme sana zarar vermeyecek. Sadece ateşin çıkacak ve damağın kuruyacak. Önemli bir şey değil. Yarın hekimbaşının verdiği ilaçlarla kısa sürede toparlanacaksın." Çok sıradan bir şeyden bahseder gibiydi. "Yıllardır bu anı planlıyordum. Fakat beklediğimden erken oldu. En az iki sene sonra seni onunla tanıştıracaktım."diye itiraf etti.

"Ama ben ona karşı bir şey hissetmiyorum."dedim donuk bir ses tonuyla. Gözlerini devirdi.

"Seni yüksek mevkide biri için yetiştirdiğimi her zaman biliyordun Gökben. Hislerinin önemli olmadığını da biliyordun. Sevdiğin adamla evlenmeyeceğin sana çok önceden öğretilmişti."

"Ama yine de farklı olur diye düşünmüştüm."

"Korkut iyi çocuktur. Onu seversin."dedi. Bilmiyordum. Sevebilir miydim? "Nazlanmayı bırak şimdi."demişti. Elimdeki suyu içmiştim.

Belirtiler gecenin bir vakti ortaya çıkmıştı. Bahar mevsiminde donuyordum. Soğuk soğuk terliyordum. Emine hatuna seslenmiştim. Biraz ateşimi düşürmeye çalışmıştı. İşe yaramamıştı. Tenimin her noktası sızlıyordu. Güneşin ilk ışıkları odamı aydınlattığında ulakla saraya haber gönderdiklerini söylemişlerdi. Sonra kendimden geçmiştim.

Daha sonra Korkut'un, "Nesi var Gökben'in?"dediğini duymuştum hayal meyal. Bir şeyler daha konuşulmuştu ama hatırlayamıyordum. Sonra bedenim gevşemeye başladı. Üşümem azaldı. Alnım daha az terliyordu. Gözlerimi açtığımda hissettiğim ilk şey susuzluktu.

Korkut bana destek olarak su içmemi sağlamıştı. Halsizce ona teşekkür etmiştim. Beni kendi halime bırakmışlardı. Biraz olsun uyumak istiyordum.

Aşağıdan tartışma sesleri geldiğini duyduğumda korkuyla açıldı gözlerim. Mucizevi bir şekilde kendimi daha iyi hissediyordum. Yataktan kalktığımda tartışanların Handan Suna ve Burçin olduğunu anladım. Koridora doğru bir adım attım.

"O kız kadar değerimiz yok senin için! Eline ne geçecek onu saraya sokunca ha? Koral hala onların elinde! Müge ve Korkut'a tatlı dilli konuş anca!"

"Ses tonuna dikkat et Burçin! Karşında annen var! Her şeyin zamanı gelecek elbet. Sen bu sabırsızlıkla hiçbir şey elde edemezsin." Handan Suna daha sakindi. Burçin ise sinirden köpürüyordu.

"Sen güçlü bir kadındın anne!"diye bağırdı. "Senin bu sinmişliğini kabul edemiyorum!"

"Ne yapayım ha? Kardeşini katletmelerine izin mi vereyim? Sonra sıra sana mı gelsin?"diye bağırdı Handan Suna. Sonunda o da çileden çıkmıştı. "Ben oğlumu özlemiyor muyum sanıyorsun? Kalbim acımıyor mu sanıyorsun? Onun iyiliği için sabırlı olmak zorundayım!" Durdu. Konuşmadı bir süre. Sonra yine sakin bir ses tonuyla devam etti. "Koral hanzade odalarından birinde tutuluyor. Eğer açıktan bir şeyler yaptığım fark edilirse onun hayatını zindana çevirerek benimkini de zindana çevirecekler. Akıllı hareket etmek zorundayız anlasana. O kız bizim tek çaremiz." Devam etmedi. Sustu. "Bir daha bu konu açılmayacak. İşlerinle meşgul olacaksın. Zamanı gelince de saraydan uygun bir adamla evleneceksin. Ama çeneni tutmayı beceremezsen hiçbir şey olmaz. Anlıyor musun?"

Koridora doğru bir hareketlenme olunca odama geri girdim. Burçin hırsla merdivenleri çıktı. Koridoru geçti ve odasına girdi. Bense yatağıma oturdum. Bahçeyi izledim. Dışarıdan bakınca ne kadar sakin görünüyordu. Eminim Dora Hanım Sarayı da gözleri kamaştırıyordur. Fakat içeride ne kıyametler kopuyor kimse bilmiyordu. Duvarlar arasında ne oyunlar oynanıyordu.

Akşam üstü birkaç adam geldi. Handan Suna onları çalışma odasına götürttü. Politik meseleler konuşacaklardı. Ara sıra böyle küçük, gizli toplantılar yapardı. Çiftçi kılığında birileri buraya gelir, üstlerindeki yamalı pelerinler çıkınca rütbeleri belli olurdu. Zaman böyle küçük hesaplarla geçip giderdi.

***

Sonraki günler oldukça sakin geçmişti. Ne Handan Suna Korkut'un lafını açmıştı ne ben. Belki unutulur gider diye umuyordum. Ama merak etmeden de duramıyordum. Korkut neden benim için telaşlanmıştı? Neden sarayın hekimbaşını da alıp gelmişti? Beni etkilemek mi istemişti yoksa sıradan bir endişe miydi?

Muhtemelen sıradan bir endişeydi. Farklı bir şey olsaydı şimdiye kadar ondan bir haber gelirdi öyle değil mi? İki haftadır bu konu açılmadığına göre bu işin olmayacağını herkes fark etmişti demek. Benim adıma iyiydi. Olmayacak bir yola girmeyecektik.

Yabancı dil eğitimimden sonra Handan Suna'nın mutfakta talimatlar verdiğini gördüm. O tarafa yaklaştım. Bir hazırlık vardı. "Dersin bitti mi Gökben? Yukarı çık ve hazırlan."

"Misafirimiz mi var?"diye sordum. Yemekler yapılıyor tatlılar hazırlanıyordu.

"Evet. Bu defa Yaman Han da geliyor."dedi yüzünde gülümsemeyle. Kaşlarım çatılmıştı.

"Başka kim geliyor ki?"

"Hanzadelerimiz Korkut ve Toygar. Ayrıca Yaman Han gözdesi Hanzen Aysima'yı getirecekmiş. Müge Hanım buna nasıl izin verdi ben de bilmiyorum." Düşünceli bir şekilde kaymaklı ekmek kadayıfının tadına baktı. "Ah bir de Zadesen İdil geliyormuş."dedi umursuzca. Korkut'un hatunu...

"Ben yine odamda mı olacağım peki?"

"Hayır."diyerek bana döndü. Yüzünde bir gülümseme vardı. "Hazırlan dedim değil mi? Açık mavi elbiseni giyecek, saçlarını düzeltecek ve bir hanımefendi gibi aşağı ineceksin. Her akşam olduğu gibi yemeği bizimle yiyeceksin." Başımla onaylayarak odama çıktım.

Korkut kendi hatununu getirdiğine göre aklında ben olamazdım. O kızı seviyor ki halasının sofrasına getiriyordu. Sorun ortadan kalkmıştı o zaman.

Benden birkaç yaş büyük Bilge'nin yardımıyla açık mavi elbisemi giydim. O da benim yardımcımdı. Dirseklerime kadar kapatan elbisenin dirsekten sonrası ince açık mavi tülle devam ediyordu. Ucunda açık mavi renkli akuamarin taşları olan ince altın bir kolye takmıştım. Kumral saçlarımın dalgaları iyice belirginleştirildikten sonra hazırdım.

Aşağı indiğimde Burçin salondaydı. Gül kurusu bir elbise giymişti. Gözleri ölüm mavisiydi. O kadar soğuk duruyordu ki onu gören herkesin enerjisini sömürüyordu. Belki de bu soğukluğu yüzünden onunla hiçbir zaman yakın olmamıştık.

"Güzel kızım."diyerek Handan Suna girdi içeri. Burçin'in karşısına geçti. Yanağını sevdi. Saçlarını okşadı. "Biraz gülümse lütfen." Burçin sahte bir gülücük yerleştirdi yüzüne. "İşte böyle."dedi. Sonra benim karşıma geçti. "Her şey yolunda, değil mi Gökben?"

"Yolunda Handan Suna."

"Güzel. Misafirlerimiz gelmek üzeredir. Siz salonda bekleyin. Geldiklerinde haber veririm ve karşılamak için bahçeye çıkarsınız."

Oturduk. Beklemeye başladık. Oldum olası benimle pek konuşmazdı Burçin. Şimdide yoğun bir sessizlik içindeydik. Bıkkın ifadesiyle etrafı izliyor sıkıldığına dair sesler çıkartıyordu.

"Neden senin için seçilen yoldan gitmiyorsun?"diye sordu. Cevap vermedim. Onunla tartışmaya girmek istemiyordum. "Annem senin için uğraşıyor. Her kızın hayalini senin için kolaylaştırıyor fakat sen inat ediyorsun."

"İnat ettiğim bir şey yok."dedim. Kesinlikle karşı çıktığım bir şey olmamıştı. İki haftadır hiçbir haber göndermeyen Korkut'tu. Ne yapacaktım? Demek o da istemiyordu.

"Neyse."dedi ve konuyu kapattı. Handan Suna'nın bize seslenmesiyle yerimizden kalktık. Bahçeye çıktık.

Bahçe uzun meşalelerle aydınlatılmıştı. İleriden bir grup yaklaşıyordu. At arabası da görünmüştü. Süslü bir arabaydı. Önde Yaman Han ve Korkut kendi atlarını sürüyordu. İlk onlar bahçeye girdi. Yaman Han indiğinde hepimiz reverans yaptık.

"Merhaba kardeşim."dedi Yaman Han. Handan Suna'yla selamlaştılar. Yüzleri gülüyordu. Yaman Han Burçin'i selamladı sonra. Ben de reveransımı bitirdikten sonra Yaman Han benim karşıma geldi. Uzun bir süre gözlerime baktı. "Sen kimsin hatun?"diye sordu.

"Gökben hatun benim kıymetli hatunlarımdan biridir."diye açıkladı Handan Suna. "Kutlama yemeğine onu da getirmiştim. Sarayı görmeyi çok istemişti."

"Söyle o zaman sarayı nasıl buldun?"diye sordu.

"Büyük ve gösterişli."dedim. Yüzüme baktı ve gülmeye başladı.

"Bu kadar mı? Kalabalık, renkli, karmaşık ve tehlikeli değil mi?"diyerek bana doğru yaklaştı. Sonra eliyle burnuma dokunarak, "Bu kızı sevdim. Kısa ve öz konuşuyor."dedi ve içeriye ilerledi. Hemen sonra Korkut görünmüştü. Halasıyla güzelce sarıldıktan sonra Burçin'le selamlaştılar. Burçin her zamanki gibi soğuktu. Annesinin sert bakışları umurunda bile değildi.

Benim önüme geldiğinde bir süre durdu Korkut. Gözlerim onun koyu gözlerindeydi. Bir şey söylemeyi düşünmüyordu. "Sarayımıza hoşgeldiniz Hanzade Korkut."dedim büyük bir resmiyetle. Yüzünde hiçbir mimik kıpırdamamıştı. Cevap bile vermeden babasının peşinden içeri geçti.

Sonra at arabasından Hanzade Toygar, Hanzen Aysima ve Zadesen İdil indi. Hanzade Toygar soğuk bir duruşla önümüzden geçip gitti. Burçin gözlerini devirdi. Hanzen Aysima saçlarına uyan açık sarı bir elbiseyle şen şakrak ilerlerken Handan Suna onu kınayan bakışlarıyla izlemişti. Bu hatunun burada kesinlikle yeri olmadığını düşünüyordu. Hemen arkasından gelen Zadesen İdil koyu yeşil bir kıyafet giymişti. Kıyafetinin ön kısmı taşlarla işlenmiş, hoş bir hava veriyordu. Boynunda zümrüt kolye, kulaklarında zümrüt ve yakuttan küpeler vardı. Onu sarayda gördüğümden çok daha efendi bir duruşu vardı bugün.

Handan Suna ve Burçin ile kısaca selamlaştıktan sonra benim önümden geçip gitti. Yüzüme bakmadı bile. Handan Suna yanıma yaklaştı. "Hanımlık için yetiştirilen hatun nasıl oluyormuş?"diye sordu sessizce. "Şimdi içeri git. Karar ver. Sen karar vermeden bu oyunu tek başıma devam ettiremem."  İçeri gitti. Burçin de onu takip etti.

Neye karar verecektim? Sevmediğim bir adamın gönlünü çalmaya mı? Bana göre değildi bu. Sıradan bir devlet adamında bile bu kadar zorlanmazdım. Ama o bir hanzadeydi. Ona nasıl oyun oynardım? Ayrıca kıymetli bir zadeseni vardı.

Derin bir nefes aldım ve içeri girdim. Yaman Han uzun yer sofrasının başındaydı. Bir yanında Korkut diğer yanında Toygar. Korkut'un yanında İdil, Toygar'ın yanında Burçin, İdil'in yanında Aysima. Handan Suna Yaman Han'ın karşısındaydı.

"Gel Gökben, şöyle otur."dedi Handan Suna bana Burçin'in yanını göstererek. Yerime ilerlerken gözlerim Korkut'taydı. Korkut ise İdil'le ilgileniyordu. Zadesen İdil onu eğlendiriyor gibiydi. İkisinin de yüzünde gülücükler vardı. Hanzen Aysima da oldukça neşeliydi. Konuşma adabı bize uymasa da Yaman Han'ı güldürüyordu. Handan Suna ise bu manzarayı dikkatle izliyordu. Neler düşündüğünü çok merak ediyordum.

"Burası ne güzelmiş Han'ım."dedi Aysima. "Hep görmek istemiştim. Beni buraya getirmeye layık gördüğünüz için teşekkür ederim." Yaman Han gülümseyerek karşılık verdi.

"Kubat Han biricik hanımı annem Dora Hanım için yaptırdı."dedi Yaman Han. "Hanım annemin burada kalmak için çok zamanı olmadı. Ama bitişini gördü."

"Evet. Biz de burada epey zaman geçirdik öyle değil mi han kardeşim?"dedi Handan Suna. "Güzel günlerdi."

"Oldukça."diyerek önündeki cevizlerden bir parça aldı.

"Yemekler gelsin."diye emir verdi Handan Suna ve yemek servisi başladı. Sıradan şeylerden konuşuldu. Yemek keyifli ilerledi. Yüzü gülmeyenler takımını bu gece Hanzade Toygar ve Burçin oluşturmuştu. Burçin hep böyleydi zaten. Peki bu küçük çocuğun yüzü neden hiç gülmüyordu?

"Hanzadem,"diye seslendim. Seslenmemle birlikte hem Toygar hem Korkut bana döndü. Fakat benim gözlerim Toygar'ın mavi yeşil gözlerindeydi. "Neden keyifsizsiniz? Burada olmak sizi mutlu etmiyor mu?"diye sordum yumuşak bir sesle. Küçük çocuk ters ters bana baktı.

"Seni hiç alakadar etmez hatun!"dedi sertçe.

"Toygar!"dedi Korkut. "Tanımadığın birine karşı bu kadar sert olman doğru değil. Buraya misafirliğe geldik."

"Burada olmak istemiyorum."dedi ve kollarını bağladı. "Ok atmak istiyorum."

"Bu saatte sarayda olsan da ok atamazdın."diye yanıtladı onu Korkut.

"İstersen burada da ok atabilirsin. Arka bahçemizin aydınlatması oldukça iyi. Hem iyi eğitimli bir hanzade gece de ok atabilmeli."dedim. Toygar bir an heyecanla yüzüme baktı.

"Ok atabilir miyim?"

"Elbette."dedi Handan Suna beni destekleyerek. "Gökben, neden Toygar'ımı arka bahçeye götürmüyorsun. Hem biraz keyiflenir. Ama önce tatlılarınızı yiyin."dedi. Toygar teklifi kabul etmişti. Yemekler toplanıp tatlılarımız geldiğinde Toygar hızlı hızlı yiyordu. Korkut bir iki lokma almış bırakmıştı.

"Sarayımıza bir daha ne zaman geleceksiniz ablacığım?"diye sordu Yaman Han.

"Davet ettiğiniz her zaman iştirak etmeye çalışırım."diye yanıtladı onu Handan Suna.

"Önümüzdeki hafta oğlum Korkut'un on sekizinci yaşını kutlayacağız. Küçük bir kutlama olacak. Siz de ailemiz olarak gelirseniz mutlu olurum." Gözleri donuk ifadesiyle oturan Burçin'deydi.

"Elbette Burçin de ben de orada oluruz."

"Kıymetlim dediğin Gökben Hatun'u da getir." Korkut öfkeli gözlerle babasına bakmıştı. Aklından ne geçiyordu? Babasının beni kendi için isteyeceğini düşünmüyordur umarım. Bir an kalbim çarptı. Böyle bir şey olabilir miydi? Korkuyla Handan Suna'ya baktım. Paniğimin nedenini anlamıştı.

"Türker Bey'in oğlu Tunç Bey de orada olacak mı?"diye sordu. Ne? Niye böyle bir şey sormuştu? "Gökben için yaptığım görüşmelerde Tunç Bey'in en mantıklı seçim olacağına karar verdim. Babası yetenekli bir danışman. Kendisi de iyi bir eğitim tamamladı. Önümüzdeki sene görevlerine başlayacak diyorlar. Eğer gençler anlaşırsa nişanları için uygun bir tarih konuşmak isterim." Karnıma nedensiz bir kasılma girmişti. Daha demin bana ne demişti şimdi ne diyordu? Korkut hırsla elindeki bardağı devirdi.

"Gün içinde elbet orada olurlar. Fakat kutlamayı aile arasında tutmayı düşünüyoruz."dedi Yaman Han.

"Hadi biz ok atmaya çıkalım."dedim hızla ayağa kalkarak. Küçük Toygar geldiğinden beri ilk kez heyecanla gülümseyerek ayağa fırladı. Birlikte arka bahçeye gittik.

Ok dolu bir sadak ve yayı Toygar için getirttik. Toygar arka bahçeyi şöyle bir inceledi.

"Normalden daha aydınlıkmış."dedi Aydınlığın artışı için aynalardan faydalanıyorduk. Bu da arka bahçenin loş olmasını sağlıyordu. Bahar zamanları içeri kapanmaktansa burada otururduk.

"Bana da ok atmayı öğretir misin?"diye sordum. Bana şüpheli bakışlar attı.

"Kızlar ok kullanmaz. Hanım annem hep öyle söyler. Kullananlar da senin gibi güzel olmaz."dedi açık sözlülükle. Güldüm. "Ama çok istiyorsan öğretebilirim."diye de ekledi.

"Önce birkaç atış yap. Bakalım ne kadar yeteneklisin." Hemen hırslandı. Oku alıp yayı gerdi. Karşıya koydurduğumuz çuvala nişan aldı. Bekledi ve oku bıraktı. Ok ortaya yakın bir yere saplandı. Sonra yenisini aldı bir daha yayı gerdi. Bekledi ve bıraktı. Diğerinin biraz kenarına saplandı. Bu şekilde üç ok daha atıp hepsini çuvala isabet ettirdi. Tam ortaya olmasa da yeteneğini ispatlamıştı. "Çok iyiydi bu. Gelecekte çok iyi bir okçu olacağın şimdiden belli."dedim.

"En iyi kılıcı da ben kullanacağım."dedi hevesle. "Hadi gel şimdi sana anlatayım."dedi ve kendince ciddi bir tavırla, büyük bir iş yapıyormuş gibi bana okçuluğun temellerini anlatmaya başladı. Birkaç tüyo da veriyordu. Rüzgarlı havalarda rüzgarı hesaba katarak hedefi nasıl ayarlamamız gerektiğini eklemişti. Küçüktü, belki biraz kaprisliydi ama kesinlikle zekiydi Toygar. Sevdiği şeyleri yapacağı zaman en iyi şekilde yapana kadar uğraşmaktan vazgeçmeyecek kadar azimliydi.

Birkaç atış yaptım. Yere saplandı. "Biraz daha yukarı kaldır. Mesafeyi aşağı yukarı ölçebilirsin. Ok ve yayın ağırlığını iyice hisset."dedi. Bir daha denedim. Bu defa çuvala daha yakındı. "Evet, oluyor. Biraz daha deneyelim." Bu defa çuvalı yerleştirdiğimiz kütüğü vurmuştum. "Dur bir daha göstereyim sana. Beni iyi izle."diyerek elimden aldı. Üç kez daha uzun açıklamalarla yaptığı atışları çuvala saplamayı başardı. "Şimdi bir daha dene. Bence artık yapman lazım. Sıradan bir hatuna benzemiyorsun." Vay vay. Hatunlardan da anlarmış. Gülümsedim. Tekrar atış yaptım. Bu defa çuvalın köşesini tutturmuştum. "Aferin. Çok güzel. Bir günde hedefin kenarını bulduysan biraz sıkı çalışmayla avlara bile katılabilirsin."dediğinde gülümsüyordum.

"Bir hatun için fena değil."diyerek Korkut geldi yanımıza. Ağır adımlarla yürüyordu. Gözleri ciddiydi. Ellerini arkasında bağlamıştı.

"Fena değil mi? Çok iyi."dedi Toygar.

"Teşekkür ederim hanzadem. Neden biraz içeri gitmiyorsun? Dinlenmiş olursun."dedim. Gözlerini devirerek bana baktı.

"Konuşmak istiyorsunuz değil mi? Pekala."dedi ve hızlı adımlarla içeri gitti. Gözünden hiçbir şey kaçmıyordu.

Arka bahçede Korkut'la baş başa kalmıştık. Elimde ok ve yay ona bakıyordum. O da sessizce beni izliyordu. "Demek evlenmek istiyorsun."dedi sakince.

"Hanımım benim için neyi uygun görürse onu yapmak durumundayım."dedim istifimi bozmadan. Ellerini bana uzattı. Ok ve yayı almak için parmaklarını oynattı. Uzattım. Yerdeki sadağı sırtına geçirdi. Oklardan birini aldı ve yayı iyice gerdi.

"Oysa başına buyruk bir hatuna benziyorsun."dedi ve oku bıraktı. O kadar hızlı gitmişti ki sert bir darbeyle çuvalın ortasında yerini aldı. Bir daha ok alıp yayı gerdi. "Seni alacak kişinin oldukça sabırlı olması gerek."dedi ve oku bıraktı. Diğerinin hemen yanına saplandı.

"Beni alacak derken? Sanki benim bunda hiçbir etkim yokmuş gibi konuşuyorsun."

"Az önce hanımının senin için uygun gördüğü neyse onu yapacağını söyleyen sendin."

"Benim için uygun gördüğü adaylar üzerinde birlikte karar veriyoruz."dedim hınçla. Bir ok daha alıp germişti.

"Tunç Bey'i ne ara gördün de tamam dedin?"dedi ve oku bıraktı. Sonra okları ve yayı bana uzattı. Sakince elinden aldım. Sapının ucu mavi tüylerden oluşan kendi tasarladığım oklardan birini yerleştirip yayı gerdim. "Cevap versene hatun!" Hatun ha? Şimdi sıradan bir hatun oldum demek! Az önce yapamıyormuş gibi yarım gerdiğim yayı tam gerdim ve nişanımı aldım.

"Bu sizi hiç alakadar etmez!"dedim ve oku bıraktım. Onun oklarının tam ortasına saplandı. Şaşkınlıkla beni izlediğine emindim. Ona hiç bakmadan diğer oku alıp yerleştirdim. Sıkıca gerdim. "Sizin ilgilenecek hatunlarınız varken neden benim gibi sıradan bir hatunla uğraşıyorsunuz?"dedim ve onu da bıraktım. Öncekilerinin tam yanına saplandığında iki ok birbirine değiyordu. Sonuncu oku da gerdim. "Hastalanınca telaşla koştuğunuz ama aradan iki hafta geçmesine rağmen kendinizle ilgili hiçbir şey söylemediğiniz bir hatunun kiminle evleneceğine karışmanın size düşmediğini düşünüyorum Hanzade Korkut!"dedim ve son okumu da bıraktım. Bu da diğerlerinin ortasında yerini almıştı. Elimdeki yayı ve sadağı yere fırlattım ve içeri girmek üzere hareketlendim.

"Gökben?"diyerek kolumdan tuttu beni. Hızla ona döndüm. Gözlerimi onun kahverengi gözlerinden ayırmadan konuştum,

"Evet, adım Gökben! Bir daha bana sesleneceğiniz zaman bu ismi hatırlarsanız sevinirim! Zira ben sarayınızda azarladığınız sıradan bir hatun değilim!"dedim ve kolumu çektiğim gibi içeri gittim.

Kalbim deli gibi atıyordu. Ne olmuştu az önce öyle? Neden bana hatun demesiyle hırslanmıştım? Neden onu terslemiştim? Salona girmeden önce duvardan destek alarak biraz soluklandım. Öfkeme hakim olamıyordum. Bana öyle davranmasına tahammül edememiştim ve patlamıştım. Ama kendini ne sanıyordu da bana hesap soruyordu? İki hafta boyunca sanki haber mi göndermişti? Neden haber gönderseydi ki? Ben onun hiçbir şeyiydim. Buna neden bu kadar takmıştım?

"Belki de iki hafta boyunca beni habersiz bırakan sendin."diye fısıldadığında kulağıma doğru eğilmişti. Boynuma çarpan soluğunu hissedebiliyordum. Şimdi kalbim iyice hızlanmıştı. "Bir teşekkür bahanesiyle bana ulaşabilirdin."diye devam etti sessizce ve beni kendine çevirdi. Arkamda yaslanabileceğim tek şey duvardı. Öfkeyle nefes alıyordum.

"Neden ilk adımı ben atacakmışım? Senin peşinde dolanan o hatunlardan biri değilim ben! Eğer beni farklı görseydin bunu gösterirdin Korkut."diye fısıldadım. Salon kapısının tam yanındaydık ve sesimiz yükselirse içeridekiler bizi duyardı.

"Bir teşekkür notu yazmak kocaman bir adım mı? Sana inanamıyorum."dedi gülerek. "Bunu yazmanın kendini küçülteceğini düşünüyorsun ama kendine koca aramaktan da geri durmuyorsun. Bu nasıl bir çelişki böyle söylesene." Kesinlikle alakasız bir şey söylemişti. Ayrıca koca falan aradığım yoktu. Handan Suna'nın öylesine ortaya attığı bir hikayeydi bu. Ben de ona uyum sağlamıştım.

"Beni rahat bırak!"dedim sessiz olmaya çalışarak. Onu ittirmeye çalıştım. Kaya gibi dikilmişti önüme. "Burası senin sarayın değil ve sen bir han değilsin. Üzerimde hiçbir hakkın yok. Olamaz da!"diye tısladım.

"Ama han babam seni sarayında görmek istediğinde koşup gelirsin. Gözünün bu kadar yüksekte olduğunu bilmiyordum!"dedi ve yanaklarım alev alarak suratına tokadı indirdim.

Ses koridorda çınlamıştı. Sinirden ellerim titriyordu. Bana yaptığı yakıştırma gözlerimin dolmasına sebep olmuştu. O da öfkeliydi. Derin nefeslerle kendini sakinleştirmeye çalışıyordu. Gözleri tekrar beni bulduğunda "Özür dilerim."dedi sakince. "Öyle demek istememiştim."

Ona cevap verebileceğimi sanmıyordum. Boğazımda bir yumru düğümlenmişti. Konuşursam kesinlikle sesim titreyecekti ve sinirimden ağlamaya başlayacaktım. Fakat gözlerime dolan yaşları fark ettiğinden emindim.

"Gökben, çok özür dilerim."dedi eliyle yanağımı okşayarak. Yüzümü diğer yana çevirdim. Dudaklarımın kenarlarını ısırıyor gözyaşlarımı tutmaya çalışıyordum. Fakat o kadar dolmuştu ki bir tane damla yanağımın üzerinden kayıverdi.

"Gökben."diye fısıldadı. Başparmağıyla yaşı sildi. "Özür dilerim. Ben, seni kıskandım."diye itiraf ettiğinde yanımızdaki kapı açıldı. Handan Suna yanıbaşımızda belirince Korkut hızla geri çekildi. Ben de kendimi toparlamaya çalışarak duvardan uzaklaşıp omuzlarımı dikleştirdim.

"Hanzadem?"dedi Handan Suna sorgular gibi. "Bir ses duydum. Bir şey oldu sandım. İyi misiniz?" tane tane konuşuyordu. Korkut birkaç adım geri gitti. Derin bir nefes aldı.

"Bir sorun yok."dedi ve içeri girdi. O gidince ben de derin bir nefes aldım. Handan Suna sorgulayan gözlerini bana çevirmişti.

"Gökben?" Başımı iki yana salladım konuşamayacağımı anlatmak için. Sonra hızla mutfağa gittim. Kendime bir bardak su doldurdum.

"Gökben sen iyi misin?"diyerek Bilge geldi yanıma. "Betin benzin atmış. Yoksa yine mi hastalanacaksın?" Suyumu içtiğimde boğazımdan yumruyu atmıştım.

"İyiyim."dedim sadece. Bir bardak daha su doldurdum. İçeri neşeli halleriyle Hanzen Aysima geldi.

"Şerbetler hazır mı? Han'ıma en lezzetli şerbeti kendi ellerimle içirmek istiyorum."dedi işveli işveli.

"Hazır Hanzen Aysima."dedi Bilge. Şerbetleri dizdiği tepsiyi ona uzattı. Hatun tepsiyi aldığı gibi salona ilerledi. Ben de kendimi daha iyi hissedince peşinden gittim. İçeride işlerin daha kötüye gitmemesini umdum.

Korkut bu hanlığın veliaht hanzadesiydi ve ben ona tokat atmıştım. İstese bana en ağır cezayı verebilirdi. Ama hak etmişti işte. Beni hırs için babasının haremine girmeye çalışmakla suçlamıştı. Yapmamalıydı. İstediği cezayı verebilirdi. En azından adımı korumuştum. Yerime oturduğumda ona bakmamakta kararlıydım. Ne olacağı umurumda değildi.

***

-Gökben kararsızlığında haklı mı? Suna onu hareme sokmak istemekte ne düşünüyor olabilir?

-Korkut'un yanında İdil'in de gelmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

-Sizce Korkut Gökben'den etkileniyor mu? Aralarında bir şeyler olabilir mi?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top