4. Ateş Bacayı Sarmış
1412 Senesi - Bahar Mevsimi
ASPARGON HANLIĞI
Bozok Şehri - Dora Hanım Sarayı
Handan Suna
Dün gece aldığım mektubu bugün bir kez daha okuyordum. Teoman Bey bana henüz sefer hazırlığı olmadığını, danışmanların baharın ilk ayına endişeyle başladığını yazmıştı. Yaman Hanın eğlence merakı her yıl biraz daha artıyordu. Gerçi onun bu yanı gençliğinde de vardı. Hanım annem bunu görüp önlemini almak istemişti fakat buna ömrü yetmemişti.
Hazine hala doluydu. Han babam Kubat Han Zaferlerin Han'ı olarak anılırdı. Başarıları bizi uzun bir süre idare edecek kadar doldurmuştu hazineyi. Fakat devlet işleri üstüne katmadan yürümezdi. Yaman rakipsiz kalmanın rahatlığıyla kendini yavaş yavaş gittikçe artan bir serbestliğe bırakmıştı.
Müge her şeyin kontrolünü elinde tutmaya çalışırken Yaman'ın iplerini kaçırmıştı. Dikkat etmezse bu açıdan onu çok sıkıntılı günler bekliyordu. Yaman'ın silkelenmeye ihtiyacı vardı. Eğer bir kez daha saraya gidebilirsem onunla konuşmaya çalışacaktım.
Teoman Bey'in diğer haberleri atamalarla ilgiliydi. Henüz dikkat çeken isimler yoktu. Sıradan görev dağılımlarını haber vermişti. Kardeşim Ulaş uzun zamandır saraydaydı. Annem onu her zaman babamla savaşlara yollardı. Yaman ve Yiğit'in gitmeyip Ulaş'ın gittiği çok savaş vardı.
Saraydaki diğer casuslarımdan yeni haberler yoktu. Hep bilindik şeyler. İdil hatun'un geceyi Korkut'la geçirdiği, Gökben'i nasıl tek seferde tehdit olarak gördüğü, Korkut'un İdil'den başka hatunları nadiren kabul ettiği...
Müge'yle ilgili haberler kısıtlıydı. Hakkını yiyemeyeceğim kadar zeki kadındı. Ona karşı hiçbir zaman düzenli bir casusum olamamıştı. Casusların hasının çekirdekten yetişen biri olması gerektiğinin farkındaydım. Ve bu casusu saraya onun yanına değil farklı bir konumda sokacaktım.
Hanlık şu an bir sakinlik dönemine girmişti. Sekiz sene önceki taht kavgalarından sonra herkesin uzun süreli bir molaya ihtiyacı vardı. Zaten henüz tahtla oynayacak bir durum da yoktu. Yaman'ın çöküşüne en az beş yıl vardı. Korkut on sekizini önümüzdeki ay dolduracaktı. Yirmisine geldiğinde sancağa gönderilecekti. Korkut sancağa gönderilmeden aktif adımlar atamazdım. Sabırlı olmak zorundaydık.
Müge önlemlerini peşin peşin almıştı. İdil'i Korkut'a dolamak ve kontrolün yine kendisinde olmasını sağlamak istiyordu. İdil de oldukça iradeli bir hatundu. Ona da yolladığım casuslar olmuştu. Ketumluğu dillere destandı. Sadece bir kez dilini tutamamıştı. Onda da Müge'nin gazabına uğradığına eminim. O günden beri İdil'den Müge'yle ilgili tek laf çıkmamıştı.
"Hanımım, hanımım, hanzademiz Korkut buraya geliyormuş. Hem de yeni avladığı bir geyikle."diyerek içeri Emine hatun girdi. Bir an olduğum yerde kalakaldım. Sonra yüzüme büyük bir gülücük yerleşti. Kader bazı şeyleri hızlandırmaya karar vermişti demek.
"Öyleyse söyleyin aşçıbaşına bu gece lezzetli bir geyik çevirme istiyorum. Vişne şurubu hazırlansın. Tatlı olarak kazandibi yapılsın. Renkli bir salatayı da unutmasın."diyerek ayağa fırladım. Emine dediklerimi yapmak üzere koridora koşturmuştu ki, "Emine."diye seslendim. Hızla bana döndü. "Gökben'e söyle odasından çıkmasın! Kesin emrimdir! Burçin de güzelce hazırlanıp yanımıza gelsin."
"Emriniz olur hanımım."dedi ve gitti.
Ben de bahçeye çıktım. Yeğenimi karşılamak için beklemeye başladım. Geliş sebebini bilmiyordum ama Korkut'la aramı iyi tutmak istediğim için bu durum işime gelmişti.
Dün gece Gökben'le uzun uzun konuşmuştuk. Olanları anlatmıştı. Onları bir gün tanıştırmak istiyordum ama bu beklediğimden erken olmuştu. Küçük kız henüz bir şeyler hissetmiyordu. Fakat zamanla kapılacağından emindim.
Şimdi ise Korkut'u gözlemleyecektim. Bu iş öyle çabuk olacak bir şey değildi. Sabırlı olmam gereken diğer konulardan biriydi. İdil hatun gibi hemen Korkut'un önüne sunulan ve hayatını onunla geçirmesi beklenen bir hatun olmayacaktı Gökben. Kesinlikle bir gün kenara konulacak hatunlardan olmayacaktı. Onun kaderinde hanımlık vardı ve ben bu kaderi gerçekleştirmesi için sonuna kadar onun yanında olacaktım.
Atların toprağa vuran seslerini duyduğumda gözlerim bahçe girişindeydi. Adamlarımın mavi flamalı mızraklarını görebiliyordum. Diğerleri de hanedan kırmızı sarı flamalarıyla geriden geliyordu. Kırmızı Asperan hanedanlığını, sarı Altınova'yı simgeliyordu. Bu nedenle saray muhafızları kırmızı sarı flama kullanırdı. Dört nala bahçeye girdiklerinde Korkut ve Ulaş'ı seçtim. Ulaş yaşına göre hala dinçti. Annesi gibi yaşını göstermeyen bir ifadesi vardı. Yaşananlardan sonra çabuk toparlanıyordu. En azından ben öyle düşünüyordum.
Korkut önüme kadar gelip atından indiğinde yarım reveransla onu selamladım. "Hoş geldin hanzadem. Sarayıma şeref getirdin."
"Hoş bulduk halacığım. Bu çevreye yakındık. Avımı burada yemek, baharın ilk bereketini sizinle paylaşmak istedim."
"İyi etmişsin Korkut'um. Akşamları biz bize yemekten sıkılıyordum. Bereketinizi soframla paylaştığınız için çok teşekkür ederim. Buyurun içeri."dedim. Adamlar için yer ayarladıktan sonra içeri ilerledik. "Hoş geldin Ulaş."dedim Ulaş'a yaklaşarak. "Epeydir görüşememiştik."
"Meşguldüm Suna."dedi. Koluna girdim.
"Biz kardeşiz. Kim ne derse desin. Geriye sadece sen, ben ve Yaman kaldık." Yaman'ın adını duyunca gözlerini devirdi. Yiğit'in kaybı ikimiz için de geçmeyen bir yaraydı. Fakat Yaman'ın akıbeti ikimizi de endişelendirmeye başlamıştı.
"Sarayda doğmaktansa sıradan bir köyde doğmayı o kadar isterdim ki."dedi gözleri uzakta. "Saray oyunlarından fazlaca yoruldum ve birkaç sene içinde yine ipler kopacakmış gibi hissediyorum." Bunu sessizce söylemişti. O da tedbirli olmayı öğrenmişti. "Korkut büyüdükçe, bir han gibi konuştukça o gerilimin tekrar başlayacağını hissediyorum."diye fısıldadı.
"Kader çoktan yazıldı. Bir şey olacaksa olacaktır. Geçmişin hatalarını düzeltmemiz için doğruyu yanlışı iyi görüp ona göre hareket etmeliyiz."dedim ben de sessizce. Gerimizde duran küçük çocuğu fark edince mavi gözlerimi keskince ona diktim, "Sen nereye?"diye sordum sertçe. Çocuk olduğu yerde zıpladı. Kekelemeye başladı. "Çabuk asker çadırına!"diye azarladım. Koşarak gitti.
"Artık kimseye güvenemiyorsun değil mi?"dedi Ulaş.
"Hanım annem Dora Hanım'ın öğrettiği ve sarayın kanıtladığı bir ders."diye yanıtladım onu ve içeri girdik.
Emine Korkut'u güzel bir sedire yerleştirmişti. Sofranın kurulmasıyla ilgileniyordu. Korkut ilgiyle etrafı inceliyordu. Yıllar önce küçükken buraya gelmiş bir süre kalmıştı fakat o dönemleri hatırladığını sanmıyordum.
"Muhitin oldukça geniş, havadar, sakin."dedi. Derin bir nefes aldı. Av kıyafetleri içinde oldukça karizmatik duruyordu güzel yeğenim.
"İtiraf et, geyiği sen mi vurdun Ulaş mı?"diye takıldım. Gülerek karşılık verdi.
"Soruya gerek var mı halacığım?"diye sordu. Yanına yaklaştım, elini tuttum. Koyu gözlerinin içine bakarak,
"Şüpheye ne hacet, elbette benim yetenekli hanzadem vurdu."dedim. Saraydaki resmiyetten uzaklaşmayı özlemiştim. "Bir dahaki sefere Toygar'ımı da getir olur mu? Kardeşler ayrı büyümesin."diyerek yanına oturdum.
"Bugün biraz plansız oldu aslına bakarsan."dedi Korkut. "Ava çıkmaya dair güçlü bir duyguya kapıldım. Sonra ayaklarım beni buraya getiriverdi." Kaşlarım ilgiyle havalanmıştı. Diğer sedirde oturan Ulaş'ın dudakları muzipçe gülüyordu.
"İç güdülerimize güvenmek her zaman iyidir."dedim. Önümüze küçük bir masa getirdiler. Lokum dolu bir tepsi, testide soğuk su, birkaç parça pestil koydular. Korkut önce suyunu doldurup içti. Sonra yine etrafı inceledi. Gözü kapıdaydı. İçten içe gülüyordum. Yoksa ateş bacayı sarmış mıydı? "Hanım annen nasıl? Han baban nasıl? Dün çok konuşma fırsatımız olmadı. Misafirleriyle ilgilenmeleri gerekiyordu. Her şey yolundadır umarım."
"Yolunda halam merak etme. Herkes aynı. Gibi." Babasını düşündüğüne emindim. Gözü de dalmıştı. "Bu sene henüz bir sefer planı konuşulmadı. Normalde kışın ikinci ayından tasarılar yapılırdı. Bahara doğru kesinlik kazanır ve bahar kutlamasından sonra hazırlık emri verilirdi. Fakat bu yıl ne konuşuldu ne emir verildi. Han babamın aklında ne var kimse bilmiyor."diye itiraf etti. Teoman Bey'in yazdıklarıyla aynı doğrultuda konuşmuştu. "Her yıl savaşa gitmeye alışan asker bu duruma sesini çıkarmaz umarım."diye ekledi.
"Endişelenme hanzadem. Elbet han baban bir şeyler düşünmüştür. Her yıl aynı olacak diye bir kaide yok. Bazen hanlar bir seneyi il il dolaşmaya ayırır. Tüm halkı onu görür, dertlerini anlatır. Mektupla ulaştırmaktansa yüz yüze konuşmak halkın hana olan bağlılığını da artırır."dedim onu telkin etmek için. Durum analizleri hoşuma gitmişti. Korkut tam da gözlemlediğim gibiydi. Beni yanıltmamıştı. Fakat şu an gençti. Yarın öbür gün büyüdüğünde, hanlık ona geçtiğinde nasıl bir tavır sergilerdi bilmek mümkün değildi.
"Hanzade Korkut, hoşgeldin."diyerek kızım Burçin girdi içeri.
Ses tonundan hoşlanmamıştım. Mavi gözleri buz gibiydi. Koyu kumral saçlarının bir kısmını arkasında toplamış, kalan kısmını omuzlarına sarkıtmıştı. Koyu mavi elbisesi gösterişsizdi. Elbisesiyle aynı tonlarda bir tacı başına yerleştirmişti. Boynunda safir taşlarıyla süslü çiçek biçimli bir kolye vardı.
"Hoş buldum Burçin. Dün akşam yemeğe gelmemiştin. Gözlerim seni aramıştı." Burçin alayla gülümsedi.
"Kardeşimin hangi hücrede kapalı olduğunu bilmediğim, önüne ne konduğunu görmediğim bir sarayda bahar kutlamasına katılmayı kendime yakıştıramadım."dedi ve gözleri beni buldu. Benimse kaşlarım havalanmış gözlerim öfkeyle büyümüştü. Bu kızın sivri dili her zaman başımıza dert oluyordu.
"Koral'ın bizim yediklerimizden farklı şeyler yemediğine seni temin ederim Burçin."dedi.
"Sizin çıktığınız bahçeye çıkabiliyor, sizin bindiğiniz atlara binebiliyor mu peki?"diye iğnelemeye devam etti Burçin. Öfkeyle derin bir nefes aldım. Fakat beni görmezden gelmekte ısrarcıydı. "Kubat Han'ın kanını taşıyan torunlarına davranıldığı gibi davranılıyor mu?" Alayla güldü. "O torunların bir kısmına ölümün reva görüldüğü sarayda ne kadar saygı görebiliyorsa o kadar saygı görüyordur eminim."
"Burçin!"diyerek sesimi yükselttim sonunda. Korkut yavaşça koluma dokunarak konuştu,
"Korkut Han'ın torunları bir hanzadeyle nasıl konuşması gerektiğini bildikçe torunlarına hak ettikleri gibi davranılıyor elbet sevgili Burçin." Sakince gülümsedi. "Koral saygılı olduğu müddetçe hak ettiği saygıyı da görmeye devam edecektir. Yeter ki birileri bazı kelimelerle aklını doldurmaya çalışmasın." Bu defa anlamayan bir ifadeyle Korkut'a dönmüştüm. Ne demek istiyordu?
"Benim iştahım kaçtı. Size iyi günler diliyorum."dedi ve fırtına gibi çıktı odadan. Öfkeyle soludum. Arkasından gitmek üzere hareketlenmiştim ki Korkut bir daha kolumdan yakaladı.
"Önemli değil halacığım. Burçin henüz genç. Nasıl düşünmesi gerektiğini bilmiyor."
"Ona nasıl düşünmesi gerektiğini öğretmek benim görevim! Babası hayatta olsaydı böyle olmazdı!"dedim iç çekerek.
"Ona benim yüzümden kızma lütfen."
Gözlerimi devirdim. Bir evladımı saray oyunlarında kaybetmiştim, diğerini de kaybetmeye hiç niyetim yoktu. Fakat bu olanlarda Korkut'un hiç suçu yoktu. Hepsi Müge'nin oyunlarıydı. Tek temennim Korkut'un zamanla her şeyi görmesiydi.
Atıştırmalıkları yedikten sonra bahçeye çıktık. Ona tarlaları ve ağılları gösterdim. İşçilerimiz elinden geleni yapıyor kazancımız bu şekilde çıkıyordu. Elbet babamdan kalan yüklü bir mirasım da vardı fakat işçilerimin de yemek bulacağı bir yere ihtiyacı vardı.
Bizi gören herkes saygıyla eğildi, "Hanzade Korkut çok yaşa!" naralarıyla onu selamladı.
Daha sonra binici kıyafetlerimi giydim ve biraz at bindik. Yanımıza sadece Ulaş'ı almıştık. Üçümüz zaman geçirmeyeli epey olmuştu. Tepelerde koşturdukça bir anlığına da olsa her şeyden sıyrılmıştım. Bir köyde yaşayan iki kardeş ve yeğen olduğumuzu, özgür olduğumuzu düşündüm. Tek derdimizin biraz daha yaramazlık olduğunu hayal ettim.
"Uzun zaman olmuştu böyle bir şey yapmayalı."dedi Ulaş tepede durduğumuzda. Önümüzde Bozok toprakları uzanıyordu. Güneş arkamızda batmak üzereydi. Hoş bir sessizlik vardı. Buradan bakınca Altınova'nın surları puslu bir şekilde gözüküyordu. Şehrin ortasında Hanedanlık Sarayı vardı. Dikkatli bakıldığında sarı kubbeleri seçilebiliyordu. Fakat sarayın yerini bilmeyenlerin ayırt etmesi mümkün değildi.
"Önümüzdeki ay on sekizime giriyorum. Küçük bir kutlama yaparız. Siz de gelir misiniz?"diye sordu Korkut.
"Burçin saraya girmek için hazır değil. Bugün bunun en büyük ispatı."dedim.
"Olsun yardımcılarınızla gelin."dediğinde dudaklarım hafifçe yukarı kıvrıldı.
"Elbette geliriz."dedim ona dönerek. "Hanzadem beni sarayında görmek ister de ben onu kırar mıyım?" Başıyla onayladı.
"Hadi geri dönelim. Yemek hazır olmalı. Açlıktan ölüyorum."dedi ve atını dört nala Dora Hanım Sarayı'na sürdü. Biz de peşine takıldık.
Sarayda yemek telaşı vardı. Hizmetçiler hızla masayı hazırlıyordu. Korkut bir yere oturmadan koridorda öylece dikilmiş geleni gideni izliyordu.
"Bir terslik yoktur umarım hanzadem."dedim. Dalgınca başını iki yana salladı. "O halde salona geçelim isterseniz." Benimle birlikte salona girdi. Gözü yine kapıdaydı. Sanki birini arıyor gibiydi. Ben biliyordum kimi aradığını ama bugün ona bu heyecanı yaşatmayacak içindeki merakı iyice körükleyecektim.
Nar gibi kızarmış geyik eti önümüze geldiğinde iştahla yemeye başladık. Burçin inatla gelmemişti. Korkut gittikten sonra ona bunun hesabını soracaktım. İçimizde kopan fırtınaları her zaman dışarı yansıtamazdık. Her şeyin bir yeri ve zamanı vardı. Fakat Burçin bunu idrak etmemekte ısrarcıydı.
Ben bilmiyor muydum oğlumu sormayı? Ben özlemiyor muydum Koral'ımı? Her gece onu düşünmüyor muyum sanıyordu?
En önce onu görmek, o saraydan onu kurtarmak isteyen bendim! Fakat bu da siyasi oyunlardan biriydi işte! Bir günde onu oradan çıkartacak gücüm yoktu. Müge elimi kolumu bağlamıştı. En ufak bir yanlış hamlede oğlumdan olabilirdim. Bununla yetinmeyip Burçin'i de elimden alabilirlerdi. Evlat acısına katlanamazdım. Hem hanlığımızın geleceğini hem evlatlarımı düşünmek ve buna göre hareket etmek zorundaydım.
Sekiz sene aradan sonra saraya ilk kez gitmiştim ve bugün Korkut buraya ilk kez gelmişti. Ona hemen oğlumu sorarak köşeye sıkıştırmaya çalışsam ne düşünürdü? Oğlumu bana karşı kullandıklarıyla ilgili, annesinin gerçek yüzüyle ilgili onunla konuşmaya çalışsam ne olurdu? Burçin bunları hiç düşünmüyordu fakat ben düşünüyordum!
Korkut'u kendime çekmek için onun huyuna gitmem gerekiyordu. Evet onu bir yeğen olarak çok seviyordum ama günü geldiğinde karşımda Han olacağını da unutmamak zorundaydım. Onun gönlünü ederken yavaş yavaş bir işin olur yanını göstermeliydim. Her şeyi tek seferde önüne atarsam onu kendimden uzaklaştırırdım ve saraya giden yolu kendi ellerimle kapatırdım.
Yemekten sonra masamıza tatlılar geldi. "Kazandibini denemeden gitme saraydan."diyerek Korkut'a ikram ettim.
"Ben almayayım. Tatlıyla aram çok iyi değil. Zaten sabah bir tane lokum yemiştim. Yetti bana."dedi. Ulaş ve ben birer tatlı aldık tabaklarımıza. "Ellerimi nerede yıkayabilirim?"diye sordu.
"Emine, Korkut'u banyoya götür. Ellerini yıkamasına yardımcı olun."diye seslendim. Emine içeri girdi. Korkut'la birlikte çıktılar. Yine Ulaş'la tek kalmıştık.
"Bugün buraya gelişiyle ilgili sana bir şey dedi mi?"diye sordum. Başını iki yana salladı.
"Ben de çok sordum fakat hiçbir şey söylemedi. Sabah av için çıkmıştık. Avını bitirdikten sonra atını buraya sürdü."diye açıkladı.
"Dün bir şeyler mi oldu sarayda? Müge benimle ilgili bir şeyler demiş olabilir mi?"diye konuyu bilmiyormuş gibi yaptım.
"Sanmıyorum. Müge böyle şeyleri direkt olarak Korkut'la konuşmuyor. En azından şimdilik adımlarını dikkatli atıyor." Aynı benim gibi, diye geçirdim içimden. Müge dişli hatundu. Dikkatliydi. Oğlunu yavaş yavaş işlemeyi tercih ediyordu. Fakat Korkut aklı başında bir yiğitti. Ne olacağını zaman gösterecekti.
Korkut geri geldiğinde yüzünde düşünceli bir hal vardı yine. Üzerinde Gökben'i görememiş olmanın hayal kırıklığı olduğunu sezinliyordum. Merakını bütün gün kamçılamıştım. Şimdi biraz rahatlatmanın zamanı gelmişti.
"Emine Gökben hatun nasıl oldu? Biraz daha iyi mi? Ateşi düştü mü?" Emine'yle sabahtan bu konuda anlaştığımız için hiç bozuntuya vermeden devam etti.
"Biraz daha iyi hanımım. Bulantısı geçti, ateşi biraz daha düştü. Fakat hala çok halsiz." Yüzüme üzüntülü bir ifade yerleştirdim.
"Dün kızcağızı mutfağa göndermemeliydim. Sarayın havasına alışık değil. Bir de kaybolmuş. Üşütmüş herhalde. Gece bir ateşlendi elimiz ayağımıza dolaştı. Gökben benim için çok kıymetli." Üzgünce iç çektim. Korkut'un kaşları çatılmış ilgiyle bize bakıyordu.
"Saray hekimlerinden birini gönderteyim ilgilensin."dedi sertçe.
"Bu gece de bakalım, eğer ateşi düşmezse yarın size haberci yollarım bir de saray hekimi bakar olur mu?"dedim kibarca.
"Ya daha kötü olursa?" Yüzünde endişe vardı.
"O zaman gece en hızlı ulağımı yollarım."dedim. Kaşları hala çatıktı. Kapıya takılmıştı koyu gözleri. Sonra önündeki bardağa su doldurdu ve içmeye başladı. "Endişe etme Korkut'um. Biz en iyi şekilde ilgileniyoruz. Burasının dışına hiç alışık değil yavrucak. Ama zamanla alışması gerek. Artık yaşı on altı. Elbet zaman zaman dışarı çıkmamız gerekecek. Onu rütbeli biriyle baş göz etmek istiyorum. Harcanmasın."dediğimde boğazına su kaçtı ve öksürmeye başladı.
"Daha on altı yaşında demedin mi halacığım? Sence de erken değil mi?"dedi kaşları iyice çatılarak.
"Müge Hanım Handan Bengü'yü doğurduğunda on yedi yaşındaydı. On altısında girmişti babanın haremine."diye yanıtladım onu.
"Ama o bir hanzade hatunuydu."dedi birden. Sanki bir şey fark ediyormuş gibi. Yine içimden keyifli bir gülme gelmişti fakat yüzüme hiçbir şey yansıtmıyordum.
"Zaten henüz bir adayda karar kılamadık."diyerek lafı değiştirdim. "Eğitimini tamamlamış genç adayların aileleriyle irtibat içerisindeyim. Fakat Gökben'i kime layık göreceğimi bilemiyorum. Bu gidişle on sekizinden önce nişan yapmamız zor gözüküyor." Öfkeyle soludu, rahatsızca yerinde kıpırdandı.
"Gökben senin için bu kadar kıymetliyse neden sıradan bir saray çalışanı düşünüyorsun anlamadım."diye söylendi. Gülmemek için dudağımı ısırıyordum. "Her neyse. Senin hizmetçilerin senin kararların." Toparlanmaya başladı. Ben de onunla birlikte ayağa kalktım.
"Bilmeden seni gücendirdim mi Korkut'um?"diye sordum.
"Hayır halacığım. Neden gücendiresin?"dedi gülümsemeye çalışarak. "Geç oldu. Hanım anneme buraya geldiğimi söylememiştim. Endişlenmesin."diyerek apar topar çıktılar.
Arkalarından bakarken kendimi zafer kazanmış hissediyordum. Gün boyu yaptığım gözlemle bu işten emin olmuştum. Ateş bacayı sarmıştı. Fakat Korkut'un duygularını açıktan göstermeyeceğini biliyordum. Şimdi sıra Gökben'deydi. Çok fazla sıkmadan kendini merak ettirerek Korkut'un aklını bir şekilde meşgul etmeyi başarmalıydı.
***
-Suna hakkında ilk izlenimleriniz neler? Sizce neler planlıyor? Planları tutacak mı?
Yıldızlara basmayı es geçmeyelim lütfen 😇🌟
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top