38. Eylemler ve Sonuçlar

1413 Senesi - Bahar Mevsimi

ASPARGON HANLIĞI

Altınova Şehri - Hanedanlık Sarayı

Müge Hanım

Bu hayattan öğrendiğim bir şey varsa o da kaç yıl yaşarsan yaşa kayıpların her daim olacağıydı. Hanım olunca durulacağını sanmıştım. Evlatlarımı, torunlarımı koruyabileceğimi sanmıştım. Yanılmışım. Önce kendi istikbalimiz için vermiştim savaşı. Şimdiyse Korkut'un istikbali için vermek zorundaydım.

Ecrinok'tan gelen raporlar beni şaşkınlığa uğratmıştı. Torunlarımın zehirlenmesine karışan adamları biz seçmiştik. Geçmişlerini titizlikle araştırmıştık. Buna rağmen casuslar casusluğunu yapmıştı. Kabullenemiyordum olanları. Gözümden kaçmaması gerekirdi. Bunca yıllık tecrübemle hata yapmamalıydım.

Hepsini detaylıca tetkik ettirmiş Yaman'la birlikte görüşmüştük. Her biri Aspargon nüfusluydu. Geldikleri köyleri bile sordurmuştuk yalan ihtimaline karşı. Hiçbir çelişki çıkmamıştı. Peki nasıl olmuştu da Melbros için çalışmışlardı? Nerede hata yapmıştık?

Odamın kapısının çalınmasıyla düşüncelerimden uzaklaştım. "Gel."dedim sertçe. Kapılar açıldı ve Asya elinde raporlarla içeri girdi.

"Gününüz ferah olsun hanımım."

"Ne ferahlığı Asya? Ferahlık mı kaldı hayatımızda? Kundaktaki torunumun canını aldıklarından beri gözüme uyku girmiyor."

Üzüntüyle başını önüne eğdi. "En azından Balamir yaşıyor."

"Tek tesellimiz bu zaten. Ama böyle bir şey olmamalıydı işte." Başımı iki yana salladım. "Olmamalıydı."diye fısıldadım. Asya önüme raporları bırakırken bana bir sabah kahvesi söyledi.

Günlerdir hiçbir şeyle ilgilenmek istemiyordum. Fakat hayat devam ediyordu. Hanımlık görevlerimi daha fazla aksatamazdım. Yasımı içimde yaşamaya devam ederken dışarıya güçlü görünmek zorundaydım. Şimdiye kadar kimse yıkamamıştı beni. Şimdiden sonra da yıkılmayacaktım.

Doğan'ın ölüm haberini alır almaz Tunay'a sert bir mektup yazmıştım. Kocasının ne yaptığından haberi var mıydı yok muydu bilmiyordum ama olmak zorundaydı. Orada öylece oturup çocuk doğursun diye göndermemiştim onu. Melbros'u yönetmesi, olan biten her şeyi rapor etmesi için göndermiştim. O ise pasifliği seçmişti. Çiğdem aktifti aktif olmasına fakat o da evini, özünü, toprağını unutmuştu. İki kızım beni bu konuda hayal kırıklığına uğratmıştı.

Ayça'dan Arbatun haberlerini alıyordum sık sık. Aynı şekilde Elçin de bana yazıyordu. En sık Bengü ile yazışıyorduk. Gerek kendi şehri olan Bilgecik, gerek Ecrinok hakkında görüşlerini rapor halinde gönderiyordu her zaman. Fakat Çiğdem ve Tunay onlar gibi değildi. Birbirlerinden tamamen farklılardı fakat ketumluk konusunda aynıydılar.

Bengü'nün olanlara dair raporları oldukça titizdi. İdil fenalaştıktan sonra yanlarına gitmesini rica etmiştim. İdil için çok emek vermiştim ve boşa gitmemeliydi. Bu yüzden Bengü'nün onunla konuşmasını istemiştim. Söylediğine göre İdil derin bir buhrana girmiş. Korkut'a ciddi tavır almıştı. İnadından vazgeçecek gibi değildi. Fakat doğumdan sonra toparlanmaya başlamıştı. Aralarındaki buzlar erimişti. İsim töreninde Ecrinok halkının ve önde gelen ailelerin gösterdiği katılım, ilgi ve alaka İdil'in oradaki başarısının imzasıydı. İdil küskünlüğünü kenara bırakmayı öğrenmişti ve kalbindeki fırtınalara rağmen herkese orada olduğunu göstermişti. Daha sonra yaşananların çözümünde birlikte hareket ettiklerini yazmıştı Bengü.

Korkut'un suçlulara verdiği cezanın insanlık dışı olduğunu vurgulamadan edememişti. Fakat onlar da bir bebeğe el uzatarak insanlık dışı davranmıştı ve bunu hak etmişlerdi. Kubat Han'ın babası Kaya Han'ın sert mizacını almıştı oğlum demek. Onun da sert idamları meşhurdu. Ecrinok'un sancak hanzadesi olarak verdiği kararı sorgulamamız uygun olmazdı. Oğlumun otoritesini zedelemek gibi bir niyetim yoktu. Bunu Bengü'ye de söylemiştim.

Öğleden sonra biraz Altınova çarşısına indim işkızlarımla. Saraydaki yas Altınova'da da hakimdi. Beni gören halkım baş sağlığı dileyerek etrafımda toplanıyordu. Cenaze sebebiyle bir ay boyunca yemek dağıtılacaktı. Yemek çadırlarının birini ziyarete gittik. Yemek dağıtımına katıldım. Halkıma her şeye rağmen güçlü durmamız gerektiğini söyledim.

"Müge Hanım, duyduklarımız doğru mu?"diyerek biri öne çıktı.

"Ne duydunuz?"diye sordum merakla.

"Melbros köpeği Çar Yegor yapmış. Zadener Doğan'a o kıymış."

"Zehrin Melbros'tan geldiği doğru. Fakat bunu direkt Çara bağlayamıyoruz."

"Fakat işe karışanlar Yegor itine bir varis için Zadener Doğan'a kıydıklarını söylemiş. Her yerde bu konuşuluyor."

Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Evet öyle demiş. Ben de biliyorum."

"O halde neden savaş açmıyoruz? Neden intikam almıyoruz? Han'ımızın canının canına el uzatanlara neden haddini bildirmiyoruz? Ordumuz var! Gücümüz tam!" İyice hiddetlenmişti adam. Etrafındakiler de bilenmişti. Yumruklar sıkılmıştı.

"Merak etmeyin. Elbet bir cevabımız olacaktır. Fakat zehirli şişedeki sembole ve hain işkızın lafına bakarak savaş ilan edemeyiz. Ayrıca Handan Tunay Melbros'un çariçesi ve evlilik anlaşmasına göre iki ülke arasında savaş olamaz."

"Onlar anlaşmayı çoktan feshetmedi mi? Anlaşmaya uydular mı? Zehirlerini sınırlarımızdan geçirip hanedan kanı dökmediler mi?" Gittikçe yükseliyordu adamın sesi. "Savaş haktır! İntikam şart!"diye bağırdı. Onunla birlikte etraftakiler de aynı şekilde tezahürat tuttu. "Savaş haktır! İntikam şart!"

Tezahüratlar büyürken oradan ayrıldım. Çarşıda herkes tezahürata katılırken olacakların Yaman'a iletileceğinden emindim. Sonuçta Melbros'a savaş açmamız gerektiğini söylediğimde Melbros sembollü bir şişe ve bir işkızın lafıyla bunu yapamayacağını söyleyen oydu. Fakat detayların Altınova'da yayılmasını sağlamıştım. Benim yaptıramadığımı halk yaptıracaktı. Onu savaşa zorlayacaktı. Şimdi olmayacaktı belki fakat er geç o savaşı yapmak zorunda kalacaktı. Torununun kanını yerde bırakan han olarak anılmak işine gelmeyecekti. Gelmemeliydi.

Yegor haddini fazlasıyla aşmıştı. Ağzından çıkan emri kanıtlayamasak da erkek evlat takıntısını tüm Melbros ve tüm saray biliyordu. Tunay'ı bu yüzden boşamak istediği her fırsatta kulağımıza geliyordu. Varis için Omena'nın sınırlarını zorladığına inanmamak için hiçbir sebebimiz yoktu.

Saraya döndüğümde yarattığım küçük çaplı kaostan memnundum. Yaman bana kulak vermemenin sonucunu görecekti. Halka nasıl bir açıklama yapacağını merakla bekliyordum.

Akşam yemeği için küçük salonda toplandığımızda Yaman ve Ulaş bugün olanlar hakkında konuşuyordu. Ulaş bu konuda benim gibi düşünüyordu ve bu şaşırtıcıydı. Fakat Yaman'ın orduyu dinlendirme ve geliştirme fikrini de onaylıyordu. İkinci Artena seferinde Melbros'un tekrar dahil olacağına eminlerdi ve hesaplaşmayı o zaman yapacaklarını söylüyorlardı.

"Yine de Melbroslu tüccarların vergilerini artırabilirsin. Bizim gönderdiğimiz ürünlere de zam yapabilirsin. Kuzey ülkelerinde bizim ürün çeşitliliğimiz yok. Çoğu ürüne mecburlar. Böyle bir zam tepkimizin ilk aşamasını göstermeye yeter."dedim. Sakalını karıştırdı.

"Olabilir tabii ki. Ticaret anlaşmalarımız üzerinde bir düzenlemeye gitmeyi ben de düşünüyordum. Tarım ürünlerinde işi zora koşacak şartta değiller. Memnun kalmazlarsa diğer güney ülkelerinden daha yüksek fiyatlarla getirtsinler bakalım." Elini elimin üstüne koydu. Avucu sıcacıktı. Parmakları elimin üstünde gezinirken gülümsedi. "Bu durumu da atlatacağız Müge."

"Atlatacağız elbet. Lakin herkes haddini bilmeli. Hanedan kanı dökmek neymiş herkes görmeli!"

Elimi sıkıca tuttu ve dudaklarına götürdü. "Görecek orman gözlüm."dedi ve gülümsedi. "Düşmanlarımız Asperan soyunun devam edeceğini gördü ve rahatsız olmaya başladılar. Zamanında bizim geçtiğimiz yollardan şimdi Korkut geçecek. Fakat ben Korkut'un her sorunu başarıyla çözeceğine eminim. Bir veliaht hanzade gibi davranacak ve benden sonra Aspargon'a layık bir han olacağını gösterecek."

Toygar'ın rahatsızca kıpırdandığını ve kaşlarını çattığını gördüm. Şimdiye kadar Korkut için kesin laflar etmezdik ikimiz de. Yaman'dan sonra taht onun hakkıydı fakat sancağa çıkıp evlat sahibi olmadan bunu açıkça konuşmazdık. Doğan ve Balamir doğduğundan beri Korkut'a bakışımız değişmişti. Aynı şekilde çevremiz için de geçerliydi bu. Korkut kendini ispatlama yolunda emin adımlarla ilerliyordu. Bir senede Ecrinok'a kendini epey kabul ettirmişti. Bu da saraya yakın ailelerin dikkatinden kaçmıyordu.

"Buna hiç şüphem yok Yaman. Korkut başarılarını gösteriyor. Halk onu kabullenmeye başladı."dedim gülümseyerek.

"Artık büyüdü."dedi Ulaş. "Yaşadıkları onu olgunlaştırdı. Çok daha emin bir hanzade olarak yönetiyor şehrini. Casus avı başlattığını duydum. Size de raporlar gelmiştir. Baş Zadesen İdil harem hatunlarının denetlemesini yapıyormuş."

Kaşlarım çatıldı bir an. İdil'in Baş Zadesenliği neden bana bildirilmemişti? Leman Kalfa bundan bahsetmemişti. "Sınavlarını başarılı şekilde vereceklerine eminim. Taze gözler daha dikkatli olacaktır." Gülümsedim. "Zadesen İdil eğitimli hatun. Boynuz kulağı geçer. Olması gereken bu."

"Korkut'u tamamlayan bir hatun. Ulu Tanrımız birlikteliklerini daim etsin."dedi Ulaş. Başımı aşağı yukarı salladım.

Ertesi sabah Asya odama geldiğinde gözlerimi açıp doğruldum. "İdil Baş Zadesen ilan edilmiş."dedim.

"Evet. Haberim var hanımım. Leman Kalfa rapor göndermişti." Kaşlarım çatıldı. "Size getirmiştim raporlarını." Masama yaklaştı. Kağıtları karıştırmaya başladı. Yaşananlar kafamı bu kadar dağıtmıştı demek. Raporlar arasından bir kağıt buldu ve getirdi. "İşte burada." İnanamaz halde aldım raporu okudum. Gerçekten yazmıştı Leman Kalfa. Casus taramasını da belirtmişti. Bir iki hatunu ve ağayı şüphelenip saraydan göndermişlerdi.

Yataktan çıktım. Kağıdı Asya'ya uzattım. "Kendime gelemedim ki bir türlü." Odamın kenarındaki boş kaseye yaklaştım. Asya'nın ibrikten elime döktüğü suyla yüzümü yıkadım güzelce. "Dikkatimden kaçan başka ne oldu?"

"Bugün Yaman Han av köşküne gidecekmiş. Hazırlık için emir verdi." Kaşlarım çatıldı.

"O hatunla mı?"diye sordum.

"Çok önemli değil hanımım. Hala birlikte olmadılar. Sena'yı göndereceğim av köşküne hizmetlerini görmeleri için. Bir şey olursa bildirir."

Derin bir iç çektim. Turna Hatun'un amacı neydi anlamıyordum. Yaman onun sohbetinde ne buluyordu? Olanlar arasında Turna konusu aklımdan çıkmıştı. O hatunun çaresine bakmam lazımdı. Yaman'ın yeni gözdesi olarak kasıla kasıla geziyordu haremde ve bir şekilde nikah alacağını iddia etmekten geri durmuyordu. Bu da harem hatunlarının yanlış fikirlere kapılmasına sebep oluyordu. Hiçbiri densiz davranmaya cesaret edemiyordu, edemezlerdi de, fakat yılanın başı küçükken ezilmeliydi. Turna bu saraydan gidecekti. Ölü, diri, gidecekti.

"Her şeyden haberim olacak Asya. Hata istemiyorum. O hatun için düşündüğüm şeyler var. Hele bir dönsünler av köşkünden." Başını aşağı yukarı salladı.

Öğleden sonra bahçeye çıktım. Toygar ok talimi yapıyordu. Her geçen gün daha ileri gidiyordu silahlarda. Ulaş Toygar'ın savaş yeteneklerini fazlasıyla övüyor kendinden sonra komutan olabileceğini söylüyordu. Benim de isteğim buydu. Korkut devleti idare ederken Toygar orduyu idare edecekti. Birlikte savaşlara katılacaklar sınırlarımızı genişleteceklerdi. Aspargon'un ilk hanlarının yaptığı gibi. Kardeşler karşı karşıya değil yan yana olacaktı.

Fakat bu sıralar hocaları derslerini savsakladığını söylüyordu. Eskisi kadar istekli değilmiş. Sorularını cevapsız bırakıyormuş. Sinirlenip dersin ortasında çıkmaya kalkıyormuş. En düzenli devam ettiği dersi ise silah talimleri ve binicilikti.

Toygar hedefleri kaçırmadan vuruyordu fakat yüzü oldukça asıktı. Kaşları öyle çatıktı ki bu yaşta yüzüne çizgiler oturacaktı. Okları bitince sadağını bir kenara bıraktı. "Arbaletimi getir Alperen."dedi yanındaki esmer oğlana. Zaman geçtikçe Alperen'le iyice yakın olmuşlardı. Alperen ise bana oğlumla ilgili düzenli rapor veriyordu. Onu boş yere oğlumun yanına yerleştirmemiştim.

Alperen savaş koğuşuna doğru giderken oğluma yaklaştım. Beni görünce başıyla selamladı. "Yüzünü pek mutsuz gördüm oğlum."dedim elimi yüzüne götürerek. Başını hızla geri çekti. Bu hareketi beni şaşırtmıştı.

"Büyüdüm artık ben. Herkesin içinde bana çocukmuşum gibi davranma."dedi sertçe. Kaşlarım çatıldı. Ulaş şaşkınlıkla izliyordu olanları. Bu hareketler Toygar'a göre değildi kesinlikle.

"Ne kadar büyürsen büyü benim çocuğumsun."dedim gülümseyerek. Bana bakmaktan kaçınıyordu. "Canını sıkan bir şey mi oldu?" Omuzlarını silkti.

"Ulaş Amca nerede kaldı bu Alperen? Bakar mısın?"diye sordu kısmen daha kibar bir tonla. Ulaş tamam diyerek uzaklaştı. Toygar bana döndü. "Hocalarım beni sana şikayet etti değil mi?"diye sordu.

"Hocalarının ne haddine bir hanzadeyi şikayet etmek."

"Demek hala bir hanzadeyim. Öğrendiğim iyi oldu."

"O nasıl söz Toygar? Ne demek hala bir hanzadeyim. Senin damarlarında Asper Han'ın kanı akıyor. Ölene dek de bu böyle olacak. Sen bu hanedanın meşru hanzadesisin."

"Ama veliaht hanzadesi değilim. Yani abim kadar önemim yok. O zaman derslere de gerek yok." Hayretle bakakalmıştım oğlumun cümleleri karşısında.

"Bu konu nereden çıktı şimdi? Canını böyle şeyler için sıkma."

"Abimin çocukları doğana kadar kimse veliaht meliaht demiyordu. Çocukları doğduğundan beri herkes onun geleceğin Aspargon Hanı olduğunu söylüyor. Kimse beni önemsemiyor. Bu zamana kadar ben de onunla eşit muameleyi görüyordum. Şimdi ise kenara atıldım."

"Olur mu öyle şey? Kim seni kenara atabilir? Abine bir şey olursa Aspargon Hanlığı sana emanet." Gözlerini devirdi alayla.

"Abime bir şey olursa... Tahtta hakkım olabilmesi için abimin aradan çekilmesi gerek yani. Abim yaşadığı müddetçe hiçbir önemim yok işte. Sen bile bunu ima ediyorsun." Ulaş ve Alperen'in yaklaştığını gördüm. Yine de konuşmak üzere ağzımı açmıştım ki Toygar Alperen'e doğru yürümeye başladı. "Arbaletten vazgeçtim Alperen. Hadi at sürelim. Amca sen de bizimle gelir misin?"

"Gelirim elbette hanzadem."dedi Ulaş sevgiyle. Ahırlara doğru yürümeye başladılar.

Ben ise afallamış bir halde kalakalmıştım. Oğlumun aklına böyle şeyleri kim sokuyordu? Nasıl böyle fikirlere kapılmıştı? Ben abisiyle barış içinde yaşamasını hayal ederken o böyle bir rekabete nasıl girmişti?

Odama dönmek üzere yürümeye başladım. Haremden geçerken kendimi hatunlara hatırlatmanın güzel olacağına karar verip hareme girdim. Benim için her an hazır tutulan köşeye yönelmiştim ki Turna Hatun'u gördüm. Kenarda oturuyor, etrafındaki hatunlarla konuşuyordu. Hala çıkmamışlardı demek. Üzerine sade bir kıyafet, kıyafetinin üstüne ise ince bir pelerin giymişti. Her an çıkmaya hazırdı. Boynunda ince altın bir kolye vardı. Ucundaki H harfi Heymolla ailesinin sembolüydü.

Beni gören hatunlar hemen sıraya dizildi. Haremdeki hareketi fark edince Turna da etrafa bakındı ve benimle göz göze gelince yüzü asıldı. Sert bakışlarımı üzerinden ayırmıyordum. Yavaş hareketlerle yerinden kalktı ve sıraya girdi. Saygıyla eğildiler. Başım dik bir şekilde aralarından geçtim ve koltuğuma oturdum. Turna'nın hala beni izlediğine emindim. İzlesin bakalım. Onun için yaptığım planları kesinleştirmiştim. Av köşkünden döndükten sonra ondan kurtulacaktım.

Bir süre haremde oturdum. Hatunlarla sohbet ettim. Meyve atıştırdım. Bu sırada Asya Turna'yı almaya geldi. Asya'yla gözlerimiz kesişti bir an. Sonra gittiler. Ben de odama geçtim.

Akşam yemeğini odamda tek başıma yiyecektim. Bu yüzden rahat bir şeyler giydim üstüme. Saçlarımı omuzlarımdan saldım. Uzun siyah saçlarım dalga dalga belime iniyordu. Ufak tefek beyazlar canımı sıksa da bunca yaşanmışlıktan sonra normaldi.

Asya yemeğimi getirttiğinde peşinden başka bir kalfa odaya girdi telaşla. Hızla reverans yaptı. "Hanımım Hanzade Toygar attan düşmüş. Şimdi şifahaneye getirdiler."dediği an kalbimde bir sıkışma hissettim. Hızla ayağa fırladım.

"Oğlum iyi mi? Nasıl olmuş?"derken odadan çıktım. Koşar adım şifahaneye gidiyordum. Peşimden Asya ve diğer kalfa geliyordu.

"Bilmiyoruz hanımım. Ulaş Bey kucağında Hanzade Toygar'la gelince hemen buraya koştum." Kalbim deli gibi atıyordu artık. Nefesim tıkanır gibi oldu.

"Yaman çıktı mı?"diye sordum Asya'ya.

"Çıktı hanımım."

"Hemen bir ulak gönder olanı bildir." Şifahaneye girdiğimde oğlumun sessiz iniltilerini duyuyordum. Gözlerim yanmaya başlamıştı. "Toygar!"diyerek içeri girdim. Saray hekimi Uras Efendi oğlumu muayene etmişti. Bacaklarına bir şeyler sürüyor sargıya alıyordu. "Durum ne Uras Efendi?"

"Kasları incinmiş. Kırılma yok. Fakat ciddi bir incinme. Bu sebeple merhem sürüp sargıya alıyorum. Birkaç gün bu şekilde pansuman yapacağız. Ağrıları olabilir."

Toygar çatık kaşlarıyla bana bakıyordu. Koyu gözleri öfkeliydi. "Benim bir şeyim yok. İstesem hemen kalkarım."dedi ve kalkmak için yeltendi. Acıyla inleyecekti ki dudaklarını ısırıp kendine engel oldu.

"Otur oturduğun yere!"dedim sertçe. Bu kadar şımarıklık yeterdi. "Uras Efendi ne diyorsa onu yapacaksın! Sen bu hanlığın hanzadesisin. Sokak çocukları gibi şımarma lüksün yok."

"Şımarmıyorum!"

"Şımarıyorsun! Attan düşmek ne kadar tehlikeli bir şey haberin var mı senin? Belin kırılabilir, sakat kalabilirdin! Boynun kırılabilir, ölebilirdin!"

"Ne önemi var? Soyunuzu garantiye aldınız zaten! Benim ne önemim var? Bana yatırım yapmana gerek yok! Artık ben de Ulaş Amcam gibi özgür olabilirim! İstediğim alanı seçebilirim! Bana karışamazsın!" Gözlerimi büyüttüm tekrar. Yine aynı konuyu açmıştı. Herkes dikkatle bize bakıyordu. Toygar da fark etmişti olanları. Fakat söz ağızdan çıkmıştı bir kere. Öfkeyle solumaya başladı.

"Beni oğlumla yalnız bırakın."dedim tek seferde. Herkes şifahaneyi terk etti. Kapılar kapandıktan sonra içeride yalnız olduğumuza emin olmak için diğer yatakları kontrol ettim. Sonra Toygar'ın yanına oturdum. "Sen ölene dek meşru bir hanzade olacaksın. Ulaş Amcan sıradan bir hanerdi. Hanzadeler dururken hanerlerin hiçbir önemi yoktur. Kendini gayrımeşru bir tohumla kıyaslama hatasına bir daha düşmeyeceksin! Anladın mı beni!" Gözlerimiz birbirinden ayrılmıyordu. O sertçe bana bakıyor ben de ona. "Eğitimlerine bir hanzade gibi devam edeceksin." Sonuçta Korkut'a bir şey olursa Balamir'i tahta koyamazdık. Küçücük bir bebekti ve on beş yaşına gelene kadar her şey olabilirdi. Taht Korkut'un hakkı olsa da her ihtimali düşünmek zorundaydım. Toygar da zamanı gelince sancağa çıkacaktı. Onun da evlatları olacaktı. Yönetmeyi o da öğrenecekti. Korkut Han olmadan Toygar'ı bir kenara atmam hanlığın istikbali için doğru olmazdı.

Toygar kollarını önünde bağladı. Cevap vermeden oturdu. İsterse cevap versin. Bu tartışmaya günlerce devam edebilirdim.

Şifahaneden çıktım. Uras Efendi içeri girerken Ulaş göründü kapıda. "Neredesin sen?"diye sordum soğuk bir sesle.

"Seyisleri sorguya çektim." Kaşlarım havaya kalktı.

"Bir şeyden mi şüpheleniyorsun? Oğluma suikast mi düzenlendi?"dedim endişeyle. Başını iki yana salladı.

"Hayır. Yine de her ihtimali düşünmek gerek öyle değil mi? Melbros'un yaptıkları ortada. Yaman Han'ın oğullarını da ortadan kaldırmak isteyebilirler." Detaylı düşüncesi hoşuma gitmişti.

"Peki nasıl oldu?"

"Toygar'ın dikkatsizliği yüzünden. Çok hırslandı. Alperen'le yarışa tutuştu. Alperen de coştu ve onu kışkırttı. Derken atın kontrolünü kaybetti ve yere yuvarlandılar."

"Alperen nerede? Nasıl böyle bir hata yapar? Nasıl hanzadeyi yenmeye çalışır?"

"Onun da cezasını verdim. Kırk sopa vurulacak. Hanzademizin canını tehlikeye attı."

"İyi yapmışsın." Odama yöneldim. Fakat durdum ve tekrar Ulaş'a döndüm. "Bir daha böyle bir hata istemiyorum Ulaş Bey!"dedim ve odama döndüm.

İştahım kaçmıştı. Yemek öylece duruyordu odanın ortasında. Asya'ya kaldırtmasını söyledim. Yemek konusunda bir süre benimle tartışsa da kazanan ben olmuştum. Yemek masası gitmişti. Asya odama döndüğünde yüzü asıktı.

"Ne oldu Asya? Yaman evladının kaza geçirmesine kayıtsız mı kaldı?" Başını iki yana salladı.

"Yaman Han dönüşe geçmiş. Birazdan sarayda olur."

"O zaman sorun ne?" Derin bir iç çekti.

"Gül Kalfa şifahanede hanzademizin dediklerini duydu. Siz bizi çıkardıktan sonda yüzünden bir şeyler bildiğini anladım. Kenara çektim ve sorguladım." Tekrar derin bir nefes alıp verdi. "Birkaç gün önce Turna Hatun bahçede Yaman Han'la gezerken Hanzade Toygar'ın kılıç talimini izlemiş. Yaman Han bir süre sonra saraya dönmüş. Turna bahçede kalmış. Talimden sonra hanzademize yaklaşmış."

"Ne cüretle?"dedim hiddetle.

"Artık derslerinin talimlerinin bir önemi olmadığını, Hanzade Korkut'un çoktan veliaht ilan edildiğini söylemiş. Sonra Hanzade Korkut'un da uzun süre veliaht olamayacağını çünkü kendisinin Yaman Han'la evlenip ona bol bol erkek evlat vereceğini, varisin kendi oğulları olacağını söylemiş." Gözlerim yerinden uğramış öfkeden deliye dönmüştüm. Bu kadın haddini bu kadar aşacak cüreti nereden buluyordu böyle? O kimdi? Şimdiye kadar yükselince kendini bir şey sanan onca hatunun kemikleri Hanedanlık Saray'ının duvarlarında çürürken o kendini ne sanıyordu?

Dudaklarımı öfkeyle birbirine bastırdım. "O hatun yarın bu saraydan gidecek!"dedim ve planımı olduğu gibi anlattım. Asya dikkatle dinledi. Yüzüne şeytani bir gülüş yerleşti.

"Yine çok iyi düşünmüşsünüz hanımım."dedi ve reverans yaparak odadan çıktı.

Ertesi gün kahvaltıda Yaman'la dün olanlar hakkında konuştuk. Toygar'ın söyledikleri onun da kulağına gitmişti. Neden böyle yaptığını anlayamadığını söylemişti. Nedeni basitti. İnsanlar ona kendini önemsiz hissettirmişti. Oysa önemliydi. Her hanzade han olmak zorunda değildi. İleride abisinin karşısında olursa Yiğit'ten ne farkı kalırdı oğlumun? Onun böyle bir duruma düşmesine izin vermeye hiç niyetim yoktu.

Kahvaltıdan sonra Yaman kurultay toplantısına gitti. Ben de bahçeye çıktım. Benim için kurulan kumaş çardağın altına oturdum. İşkızlarım Gülçin ve Sena da yanımdaydı. "Söyle bakayım Sena. Dün av köşkünde neler oldu?"

Sena gözlerini devirdi. "Turna tam bir baş belası. O kadar boş hayalleri var ki... Kusura bakmayın ama Yaman Han fazla yüz veriyor. Tamam nikah konusunda kati bir şekilde susturuyor ama erkek evlatlar verme konusunda gülüp geçiyor. Daha hatun elini bile tutturmazken nasıl olacak o iş bilemiyorum."

"Toygar'ın haberini aldıklarında ne yaptılar?"

"Yaman Han telaşla kalktı. Atının hazırlanmasını emretti. Turna ise bunun sizin bir oyununuz olduğunu söyledi. Yaman Han'ı ondan kıskandığınız için bir bahane uydurmuşsunuz." Kaşlarım çatıldı.

"Sırf Yaman için oğlumu attan mı düşürdüm yani?"dedim ters ters. "Gerçekten akılsız bu hatun. Oyun neymiş bugün görecek."dedim dişlerimi sıkarak. "Görümlük bahçesi hazır mı?"

"Hazır hanımım."

"Güzel. Öğleden sonra burada şenlik var."dedim gülerek.

Öğlene kadar öylece oturduk, sohbet ettik. Asya haremle ilgili dedikoduları anlattı. Öğleden sonra ise bahçeye başka hatunlar gelmeye başladı. Asya'yla göz göze bakıştık. Emrimi onayladı ve yanımızdan ayrıldı. Ben de Gülçin ve Sena'yla bahçeyi gören odalardan birine geçtim. Kollarımı önümde bağladım ve beklemeye başladım.

"Hanımım aklınızdan geçen ne?"diye sordu Gülçin.

"Şimdi görürsün Gülçin. Biraz sabırlı ol." Sena çoktan çözmüştü. Gülçin ise daha iyi niyetli olduğu için anlayamamıştı olanları.

Bir süre sonra Asya yanında Turna ile bahçeye girdi. Turna heyecanla etrafa bakınıyordu. Asya ise sakince ilerliyordu.

Sena, "Kuş kafese girdi."dedi cilveyle gülerek.

Görümlük bahçesinin sonundaki çalı çitlere takıldı gözlerim. Alayla güldüm. Bir süre orada öylece beklediler. Sonra Turna'nın kaşları çatıldı. Öfkeyle bir şeyler demeye başladı. Yüzü kıpkırmızı oldu ve koşa koşa uzaklaştı bahçeden.

Odama döndüm işkızlarımla. Kapının önünde bekleyen Turna'yı görünce yüzüme alaycı bir gülümseme yerleştirdim. Yanından geçip gitmek niyetindeydim. Fakat önüme geçti. Gözleri öfkeyle bana bakıyordu. "Ne yaptığını biliyorum. Ama işe yaramayacak."

"Giderayak bir daha falakaya yatırılmak istiyorsun galiba."dedim ters ters.

"Reveransını yap hatun!"dedi Sena sertçe. Fakat Turna umursamadı.

"Yaman Han benden vazgeçmeyecek!" Bir adım yaklaştı. "Onu kaybetmekten o kadar korktun ki beni göndermekten başka çaren kalmadı. Senin dönemin bitti Müge Hanım! Elbet bir hatun gelecek ve seni yerinden edecek!"

Sena Turna'nın üstüne yürüdü ve omuzlarına çökerek yere kapaklanmasını sağladı. "Sana reveransını yap dedim!"

"Bırak beni! Zalimlerin önünde eğilecek değilim!" Sena sertçe suratına vurdu. Etrafımızda kimse yoktu bu yüzden umursamadım.

Yine de, "Gelin hanımımızın yüzüne zarar verme Senacığım."dedim kibarca. "Malum, nikah isterim diye ortada dolanan kendisiydi." Yere eğilip çenesinden yakaladığım gibi kendime çevirdim. "İstediğin nikahı aldın hatun! Gözün aydın! Yangınını söndürürsün artık!"dedim ve bırakıp geçtim.

"Ben nikah istemedim. Yaman Han bunları duyunca seni mahvedecek!"diye bağırdı arkamızdan. Sena üstüne atılacaktı tekrar fakat tuttum. Bu sırada Asya da koridorda göründü.

"Hanımım. Hüsrev Bey Turna Hatun'u çok beğendi. Nikaha tamam dedi. Boynundaki H harfli kolyenin kendine ithaf olduğunu duyunca zevkten dört köşe oldu." Turna gözleri yerinden uğrayarak ona döndü. Eli boynundaki kolyeye gitti.

"Beni kandırdın! Yaman Han sana önemli bir haber verecek dedin! Artık hayatın değişecek dedin! İstediğin oluyor gözün aydın dedin!"

"Haftalardır bana nikah istediğini söylemedin mi hatun? Yaman Han'la da uygun bir eş bulması için konuşmuşsun. Öyle dedi bana. Yaman Han senin isteğini gerçekleştirdi. Hüsrev Bey de Ulu Tanrımıza gönülden bağlı bir aileden geliyor. İyi anlaşırsınız. Dengi dengine bir evlilik bu." Turna öfkeyle haykırdı.

"Hayır!"diye bağırdı. "Ben böyle bir şey demedim! Yalan söylüyorsunuz! Yaman Han bunların hiçbirine inanmayacak! Beni sorduğunda ona hesap vereceksiniz!"

"Neler oluyor burada?"diyen Yaman'ın sesiyle hepimiz sustuk. Gözlerim Yaman'ı buldu. İlgiyle buraya bakıyordu. "Söylesenize!"

"Han'ım!"dedi Turna onun dizlerinin dibine çökerek. "Kurtarın beni. Aşkımızı kıskandıkları için beni tanımadığım biriyle evlendirecekler. Bunun önüne geçin."

Yaman'ın gözleri benimle buluştu. Gözlerindeki ifade keskindi. "Asya."dedi Yaman. "Eşini mi beğenmedi Turna Hatun? Hüsrev Bey ona oldukça uygundu oysa." Turna olduğu yerde afalladı.

"Ne?"diyebildi sessizce. "Han'ım?"

"Nikah nikah demiyor muydun hatun?"dedi Yaman sertçe. "İstediğin oldu, daha ne?"

"Ben sizi istemiştim."dedi isyanla. Yaman'ın kaşları havalandı.

"Orada dur hatun!"dedi elini havaya kaldırarak. "Benim gönlünüm de ömrümün de hanımı Müge Hanım'dır."dedi ve Turna'dan kurtulup bana yaklaştı. Koyu gözleri bendeyken gülümsüyordu. "Öyle değil mi Müge Hanım?"

"Elbet öyle Yaman Han. Gel gör ki hatunlar hala devrin değişeceğini sanıyor."dedim ve Yaman'ın koluna girdim. Odama ilerledik. Asya'ya döndüm. "Asya, Turna'nın çıkış hazırlıklarına başlayın. Altınını hazırlayın. Hüsrev Bey'e yaraşır bir şekilde gelin edin."

"Emriniz olur hanımım."

Odama girdiğimizde Yaman gülmeye başladı. Sedire yan yana oturduğumuzda gülmesi devam ediyordu. "Senden korkulur Müge."

"Kabul et sen de bunalmıştın o hatundan."

"Sohbeti hoştu aslında."

"Yaman!"dedim son heceyi uzatarak.

"Hiç kimse senden daha hoş olamaz. Ruhumun incisi."dedi ve sıkıca sarıldı bana.

"Hep laf."dedim nazlanarak.

"Ne lafı? Aşk olsun."dedi ve elbisesinin kuşağından inci kolye çıkardı. İki kez boynumdan dolanacak kadar uzundu kolye. "Bunu senin için getirttim. İncileri seviyorsun."

"Evet. Seviyorum."dedim ve kolyeyi aldım. Aynamın karşısına geçip boynuma dolayarak taktım. Yaman da arkamdaydı. Ellerini beline doladı. Başını omuzlarıma yasladı. Kokumu içine çekti.

"Beni çıldırtıyorsun Müge. Her zaman yapıyorsun bunu."dedi kendinden geçerek.

"Sen de yapıyorsun aynısını fakat farklı şekillerde."diyerek ona döndüm. Ellerimi boynuna doladım. "Artık torun sahibi bir hansın. Bazı şeylerin değişme zamanı gelmedi mi sence de?"dedim. Mahcup bir ifadeyle gülümsedi.

"Bilmem. Ne gibi?"

"Bilirsin bilirsin."dedim. Yaklaştım ve dudaklarından öptüm. "Akşam yemeğini birlikte yeriz değil mi?"

"Olur."dedi ve kapıdaki işkızlara yeni emrimi verdim.

Yemek hazır olana kadar sohbet ettik. Yaman saçlarımla oynadı. Turna konusu bir daha açılmadı. Bu oyuna eşlik ettiği için memnundum. Bana hayır diyemeyeceğini biliyordu. Kabul etse de etmese de dediğimi yapardım. Hiçbir şey yapamazdı. Yaparsa başına başka işler açardım. Huyuma gitmek her halükarda işine geliyordu.

Yemekten sonra geceyi birlikte geçirdik. Gece kollarında uyurken rahatlamış hissediyordum. Eski günlere olan özlemim hatırıma geliyordu. Hayatımızda kimsenin olmadığı mutlu günlerdi. Yaman'ın benden başkasını görmediği, onun aşkıyla güç bulduğum zamanlardı. Şimdi ise gücün kendisi olmayı öğrenmiştim.

Ertesi sabah uyandığımızda hamamda güzelce yıkandık. Sonrasında kahvaltımızı yaptık. Odama döndüğümde Asya odada dört dönüyordu. "Ne oldu Asya? Hayırdır? Kötü bir haber daha mı var Ecrinok'tan?"

"Kötü bir haber var. Ama Ecrinok'tan değil."dedi. Kaşlarım çatıldı. "Çariçe Tunay cevap yazmış. Durum fena Müge." Elimi uzattım ve mektubu kaptığım gibi okumaya başladım. "Sakin olmaya çalış."

Müge Hanım,

Kaybınız için üzgünüm. Çar Yegor'a yönelttiğiniz suçlamaların aslı astarını araştırdınız mı? Deliliniz Melbros sembollü bir şişe mi? Melbros'ta evliliğimizden memnun olmayan o kadar aile var ki belki de size onların listesini göndermeliyim. Çar'ın erkek varis hayalini bilmeyen yok. Herhangi biri bu niyetle olaya karışmış olabilir.

Beklentileriniz nedir bilmiyorum. Kuzey sınırınız güvende. Bunun için evlendirmediniz mi beni? Evliliğimiz sürecinde sınırda bir sorun çıkmadığı müddetçe beni devlet işleri konusunda rahatsız etmeyin.

Eğer kızlarınızı çok düşünüyorsanız Bresna zindanında idam kararının açıklanmasını bekleyen kızınız Çiğdem için endişelenmeye başlayabilirsiniz. Dük Maksim Çiğdem'i zinayla suçluyor. Elinde prensin kendi mührüyle yazılmış mektup var. Bu gidişle boşanmakla yetinmeyecek. Çiğdem'in kellesini Prens Nikolai'a yollayacak. Gücünüz yetiyorsa bunun önüne geçin.

Melbros Çariçesi Tunay.

Okuduklarım karşısında olduğum yerde kalakalmıştım. Tunay'ın kullandığı resmi dil, kocasını her şeye rağmen savunması, Çiğdem'in sonunda başına iş açması ellerimin buz kesmesine sebep olmuştu. Asya sakin olmaya çalış derken haklıymış.

"Çiğdem zindanda."diyebildim sonunda. Tunay'ın tavrını göz ardı edebilmiştim. Asya'yla göz göze geldim. "Çabuk Yaman Han'a haber ver."

Asya odadan çıkınca pencerenin önündeki sedire oturdum. Mektup hala elimdeydi. Sonunda Çiğdem başını yakmıştı. Onu uyarmıştım bu konuda. Eşine odaklanmasını söylemiştim. Dinlememişti. Prensin aşkına güvenmişti ve şimdi zindandaydı. Tunay mektubu kim bilir ne zaman yazmıştı. Belki de bugün son mahkeme görülüyordu ve kızım idam edilecekti. Yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu ve bu düşünce içimde bir yerleri sıkıyor, büküyor, iç organlarımı patlatıyordu. Nefesim daralıyordu.

Hızla kalktım ve odamın pencerelerini açtım. Giren havayı içime çekmeye çalıştım. Sol elimde mektup, sağ elim göğüs kafesimde öylece duruyordum. Kızlarımı ben göndermiştim oraya. Kendi elimle yakmıştım hayatlarını. Şimdi neden böyle hissediyordum? Aspargon uğruna yapılmamış mıydı bu evlilikler. Politik amaçlar için kullanmamış mıydım onları? O zamanlar onların ne hissedeceği umurumda mıydı? Başıma gelenleri hak etmiştim. Çiğdem'in hırsını biliyordum yine de görmezden gelmiştim. Bir yerden sonra patlayacağını bilmeliydim. Şimdi ise hırsı onu ölümle dans etmeye zorlamıştı.

***

-Müge'nin Turna'dan kurtulma biçimini nasıl buldunuz?

-Toygar'ın hal ve hareketlerini nasıl yorumluyorsunuz? İleride sorun olur mu bu haller?

-Tunay'ın mektubu ve Müge'nin kendini eleştirmesi nasıldı?

***Sonraki bölüm Çiğdem ve Tunay'dan olacaktır. Ve ilk kısımın son bölümü. Sonra ikinci kısım başlayacak.***

Fakat bu sırada ufak tefek aksamalar olabilir. İkinci kısımın karakter kolajları biraz uğraştıracak. İlerledikçe göreceğimiz yeni karakterler var çünkü. Eski düzeni toparlayana kadar haftada en az bir bölüm paylaşmaya çalışacağım. Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin.


Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top