37. Ölüm Kader mi Yoksa Lanet mi?
1413 Senesi - Bahar Mevsimi
ASPARGON HANLIĞI
Ecrinok Şehri - Yedi Gürgen Sarayı
Zadesen İdil
Bebek kokusu... Bu dünyadaki en harika, en mucizevi kokuydu. Balamir'im kucağımda minik elleri yumuk yumuk süt emiyordu. Parmakları açılıp kapanırken o kadar güzel gözüküyordu ki aşk nedir işte şimdi anlamıştım. İçimden bir şelale gibi taşan duygular, onun için her şeyi yapabilecek korkusuz kalbimdi aşk.
Oğlum uykuya daldığında Recaizadelerin hediyesi olan beşiğe bıraktım. Beşiğin yanındaki duvara astığım gümüş düş kapanına daldı gözüm. Kuzey ülkelerinde çok kullanılırdı bu düş kapanları. Küçük kardeşim doğduğunda annemin tahtadan yaptığı düş kapanını hatırlamıştım. Kendi elleriyle işlemiş, şahin tüylerini ucuna takmıştı. Kardeşimin beşiğinin üstüne asmıştı.
Artık Ulu Tanrı inancına mensuptum. Yine de çocukluğumdan kalan bu geleneğin böyle bir tesadüfle karşıma çıkması hoşuma gitmişti ve düş kapanını asmıştım. Oğlumu tüm kötülüklerden korumaya yetmezdi belki ama varlığı içime huzur veriyordu.
Bir şangırtıyla yerimden sıçradım. Balamir de titreyerek uyanıp ağlamaya başladı. Arkama döndüğümde işkızım Nergis'in su testisini yere düşürdüğünü gördüm.
"Ne yapıyorsun Nergis! Ödümü kopardın! Oğlumu korkuttun uyandırdın! Ne bu dengesizlik?"diye azarladım ters bir ifadeyle. Balamir'i kucağıma aldım. "Geçti annem. Yok bir şey."diyerek pışpışlamaya başladım.
"Özür dilerim Zadesen İdil. Elimden kaydı."dedi titrek bir sesle.
"Bu sıralar sana bir haller oldu Nergis. Aşık mısın? Üç günde bir, bir şey yapıyorsun. Kendine gel artık."
"Özür dilerim."dedi başı önde.
"Tamam neyse ne topla şuraları."dedim ve oğlumu yatıştırmaya devam ettim. Bir süre sonra tekrar uykuya dalmıştı. Yavaşça yatağına bıraktım. "Bir yere ayrılma. Ben biraz yürüyeceğim."dedim ve dışarı çıktım.
Doğumun üstünden bir hafta geçmişti ve artık dışarıda yürüyebilirdim. Ben de bir an önce toparlanmak için öğlen vakti önce sarayda sonra bahçede yürümeye başlamıştım. Altun Efendi hala dönmemişti. Gümüş Efendiyle birlikte bizimle ilgileniyordu. Beni yakından takip ediyorlardı.
Haremin önünden geçerken Duru'nun keyifle oturup bir şeyler yiyip içtiğini gördüm. Onu umursamadan bahçeye yürümeye devam ettim. "İdil Hatun!"diye seslendi hadsizce. Duymadan yürümeye devam ettim. "İdil dedim!" Hala haddini bilmemeye devam ediyordu. Bahçe kapısına yaklaştığımda, "Zadesen İdil."diyince durdum. Yüzüme alaycı bir gülümseme yerleştirdim ve yavaşça ona döndüm.
"Sonunda aklını başına aldın ve bana nasıl hitap etmen gerektiğini hatırladın Zadesen Duru. Aksi halde seni Leman Kalfa'ya şikayet etmek zorunda kalacaktım."
Alayla güldü. Elindeki bardağı ve tatlı tabağını uzattı. Lokma tatlısı doluydu tabak. Kalbim öfkeyle çarparken bardaktaki ayva şerbeti kokusu buram buram yayılıyordu. Bunun tek bir anlamı vardı. Biri gebeydi ve bu Şevval'den başkası olamazdı.
"Oğlum Doğan'a bir kardeş daha geliyor. Şevval Hatun'un tatlısından ve şerbetinden almaz mısın?"
"Senin elinden gelmeseydi alırdım elbet." Başımı hafifçe yana eğdim. "Fakat senin uğursuz elinden bir şey yemem." Dönecek oldum fakat vazgeçtim. Ona doğru bir adım attım. "Zadener Doğan kardeş sahibi olduğu için şanslı. Fakat annesinin gözde zadesen olmayışı en büyük talihsizliği."dedim gözlerinin içine bakarak.
"Benim oğlum ilk zadener. Bunu asla aklından çıkarma!"
"Az önce söylediğimden ilk zadener olmanın önemsiz olduğunu anlaman gerekirdi."
"Orası hiç belli olmaz. Benimle iyi geçinmeni öneririm." Alayla bir kahkaha patlattım.
"Bu komiklikle senin zadesen değil saray soytarısı olman gerekirmiş." Derin bir nefes aldım. "Odana git ve evladınla alakadar ol."
Bahçeye çıktım. Duru canımı sıkmıştı gene. Şevval'in şansı o kadar yaver gitmişti ki hemen gebe kalmıştı. Gökyüzündeki maviliğe bakarak derin bir iç çektim. Sancak haberini aldıktan sonra ilaç içmeyi bırakmıştım. Buna rağmen gebe kalmam aylar sürmüştü. Belki de Ulu Tanrım sabrımı sınıyordu.
Yürüyüşüm bitip odama döndüğümde koridorun boş, kapı ağalarının yerinde olmadığını gördüm. Adımlarım hızlandı. Odaya yaklaştıkça oğlumun ağlayışlarını duydum ve hızla içeri girdim. Odanın bomboş olduğunu gördüm. Oğlum beşiğinde ağlıyordu. Suratı kıpkırmızı olmuştu ağlamaktan. "Balamir!"dedim nefesim kesilerek. Koşarak kucağıma aldım oğlumu. Onu bu halde görünce elim ayağım boşalmıştı. Oğlumu kucağıma aldığım gibi göğsüme bastırdım.
"NERGİS!"diye haykırdım. Yan odaya ilerledim. Aradaki kalın perdeyi çektim sertçe. Odanın içi boştu. Geri döndüm. "NERGİS!"diye bağırdım tekrar. Odamın kapıları açıldı. Nergis koşarak içeri girdi. "Neredesin sen?"
"Ben şey, mutfağa kadar gitmiştim. Süt ısıtsınlar diye-"
"Neden biriyle haber göndermiyorsun?"diye bağırdım. "Kapı ağaları nerede? Burada ne çeviriyorsun sen ha?"
"Bi-bilmiyorum."dedi kekeleyerek. "Buradalardı."
Dışarı çıktım. Koridor bomboştu. "Yoklar işte! Kim dedi onlara ayrılsınlar diye?!" Çığlığı koparmıştım. Bu işten hoşlanmamıştım. Kucağımda ağlamaktan katılan oğlumla Leman Kalfa'nın odasının yolunu tuttum. Bir yandan oğlumu yatıştırmaya bir yandan kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Leman Kalfa'nın odasına geldiğimde, "Derhal açın kapıları!"diye bağırdım gözlerimden ateş püskürterek.
"Zadesen İdil, Leman Kalfa şu an müsait değil."dedi biri.
"Size açın dedim! Leman Kalfa!"diye bağırdım. Kapılar açıldı. Leman Kalfa kapıda göründü. Kaşlarını çatmış serçte bana bakıyordu.
"Kucağında oğlunla ne yapıyorsun burada Zadesen İdil?"dedi sertçe. "Oğluna sarayı mı gezdiriyorsun?"
"Bu soruyu bana değil odamdan sorumlu ağalara ve işkızlara soracaksın!"diye bağırdım sertçe. Oğlum biraz yatışır gibi olmuştu. Fakat hala arada mızırdanıyordu. "Yürümek için biraz bahçeye çıkıyorum ve döndüğümde ne kapıda ne odada kimseyi bulamıyorum. Oğlum tek başına bırakılmış ağlamaktan katılmış, suratı kıpkırmızı olmuştu. Ya bir şey olsaydı? Ya boğulsaydı? Bunun hesabını kim verecekti?"
Kaşları iyice çatıldı. "Önce biraz sakin ol. Ne olmuş öğrenelim."
"Sakin olmamı söyleme bana! O Nergis'i odamda görmek istemiyorum bir daha! Zaten hizmetinden memnun değildim, bu hatası son oldu! O ağaları da değiştireceksin! Kimin lafıyla odamın önünden giderler? Artık bir zadener annesiyim ve odamın her daim koruma altında olması gerek!"
Leman Kalfa'nın arkasında Şevval göründü. Mavi gözleri şüpheci, dudakları alaycıydı. "Sen de her daim odanı terk etme o zaman İdil Hatun. Evladının başından ayrılma." O an bir hışımla ona döndüm.
"Harem kaidelerini çiğnemenin cezasını bilmiyorsun herhalde?"
"Şu an gebeyim. Bana hiç kimse ceza veremez." Gözlerim Leman Kalfa'yı buldu. Leman Kalfa sertçe Şevval'e döndü.
"Haddini bil de konuş hatun! Gebe kaldın diye Hanzademizin gözdesiyle böyle konuşamazsın. Herkes yerini bilsin ve ona göre davransın. Şimdi odana dön." Şevval memnun bir gülüşle yanımızdan geçip gitti. "İçeri gel Zadesen İdil."dedi Leman Kalfa ve odasına girdim. "Şimdi baştan anlat şu işi."
Tekrar anlattım olanları. Balamir'in ağlaması yatışmıştı. Daha uslu duruyordu kucağımda. Öğlen uykusu mahvolmuştu oğlumun. Derin bir nefes aldım. Soruşturma talep ettim. Kimse Balamir'i öyle başıboş bırakamazdı. Yetkileri yoktu. Nergis benim iznim olmadan odadan çıkamaz, ağalar nöbet değişimi olmadan görev yerini terk edemezdi. Usul erkan üzerinden gideceksek bunu en iyi ben bilirdim. On beş yaşımdan beri saray kuralları belletilmişti iyice. Beş senem her şeyi ezber ederek geçmişti. Son bir senem uygulayarak geçiyordu.
Leman Kalfa benden sorumlu ağaları ve işkızları çağırdı. "Hanzademize haber verilmeyecek mi?"diye sordum.
"Hanzademiz kurultay toplantısında, biliyorsun. Çıktığında haber verilecek tabii ki." Öfkeyle derin bir nefes alıp verdim. "Sen şimdi odana dön. Ben diğer ağaları yerleştirdim. Esil Hatunu verdim hizmetine."
"İhmal istemiyorum Leman Kalfa. Bu yapılan göz ardı edilemeyecek bir şey."
"Bana işimi anlatma Zadesen İdil. Odana dön."dedi sertçe. Öfkeyle baktım gözlerine.
Odama döndüğümde kapıdaki ağaları gördüm. İçeri girdim. Esil Hatun dedikleri kız da odamdaydı. Etrafı topluyordu. Beni görünce işini bırakıp döndü ve reverans yaptı. "Esil Hatun, bu odadan asla çıkmayacaksın. Oğlumu asla yalnız bırakmayacaksın. Anladın mı?"
"Anladım Zadesen İdil. Zadener Balamir'i asla yalnız bırakmam."
"İşine devam et şimdi."dedim ve oğlumu beşiğine koydum. Sallamaya başladım. Uykusuz kalmıştı oğlum. Zor sakinleşmişti. İyice mayışmışken uykusuna devam etmesi iyi olacaktı.
Balamir'i uyutunca ben de üzerime rahat bir şeyler giydim ve yatağıma uzandım. Biraz uyumak bana da iyi gelecekti. Gözlerimi kapattıktan sonra rahatsız rüyalar eşliğinde bir süre uyudum. Rüyamda birileri odama giriyor oğlumu kaçırıyor veya zehirlemeye çalışıyordu.
Alnım ter içinde uyandığımda hava kararmıştı. Odadaki küçük mumlar yakılmıştı. Doğrulduğumda gözlerim Balamir'e gitti hemen. Yanında bir siluet vardı. Karanlıkta seçemedim. Hızla kalktım yataktan. Kabuslarım gerçek mi oluyordu? Biri oğlumu kaçırmaya cüret mi ediyordu?
"Kimsin sen?!"diye seslendim. "Ağalar! Yetişin!"diye bağırırken siluet hareketlendi ve ayağa kalktı. Yatağımın yanındaki büyük şamdanı kaptığım gibi yabancıya savurdum. Fakat şamdanı havada yakaladı.
"İdil, benim."dedi hızla. Kapılar açılırken mum ışıklarında Korkut'un yüzünü seçtim. Ellerim gevşedi ve şamdanı bıraktım. Korkut yakalamasaydı gürültüyle yere düşecekti. Gözlerim yaşlarla doldu bir an. Bugün yaşadıklarım beni o kadar korkutmuştu ki gördüğüm kabuslar da üstüne gelmişti.
"Çok çok özür dilerim."dedim hızla. "Ben sen olduğunu anlamadım."
"Tamam, sakin ol."dedi Korkut. Halimi anlamıştı. Kızmayacaktı bana.
"Bir şey mi oldu Zadesen İdil?"dedi ağalardan biri. Bir bana bir Korkut'a bakıyordu. Balamir çığlığımdan irkilmiş ağlamaya başlayacak gibi sesler çıkarıyordu.
Korkut, "Bir şey yok. Siz çıkın."diyerek gönderdi onları. Oğlumun yanına gittim körlemesine. Gözlerimden inen yaşları silerken beşiği sallamaya başladım.
"Ben, çok korktum bugün. Seni de onun başında görünce biri onu benden alacak sandım. Çok özür dilerim."dedim tekrar. Korkut şamdanı bırakarak yanıma geldi. Elini belime doladı.
"Olanları duydum. Leman Kalfa anlattı. Ondan sonra ben de tetkik ettim. Nergis Hatun mutfağa inerken ağaların kapıda olduğuna yemin etti. Ağalar ise nöbet değişimi olduğu için terk etmiş yerlerini."
"Terk edemezler!"diye tısladım. "Diğerleri gelmeden yerlerini terk edemezler!"
"Evet. Haklısın." Sırtımı sıvazladı. "Hepsi zindana atıldı."
"Bu yetmez. Görevlerinden alınmaları, saraydan atılmaları gerekirdi. Senin evladını, hanedan kanını ihmal ettiler."dedim hınçla.
"Biraz sakin ol İdil. Cezaları verildi işte. Bir daha buraya gelmeyecekler."
"Oğlunun canı bu kadar mı kıymetsiz?"
"Elbette değil. Balamir benim her şeyim. Evladımızın yeri ayrı. Senin yerinin ayrı oluşu gibi. Bunu senin de bilmen gerek."
Derin derin nefes aldım. Kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Bir gün içinde bu kadar gerilim fazlaydı. Anne olmak beni çok daha hassas yapmıştı. Balamir'i kaybetme korkusu beni çileden çıkarmıştı.
"Yine de bu şekilde yapmaları hataydı. Daha ciddi cezalar almalılardı."dedim ve odamdaki koltuklardan birine oturdum. Korkut da diğerine geçti. Bir süre sessizce oturduk. "Merak ediyorum,"diye başladım konuşmaya. Gözlerim onun koyu gözlerindeydi. "Gökben Hatun buraya gelseydi ve ondan bir evladın olsaydı, onun başına aynı şey gelseydi, yine aynı şekilde mi karşılık bulurdu?" Sıkıntıyla nefesini verdi.
"Gökben Hatun buraya gelmedi. Gelmeyecek. Bir casusun sarayımda işi olamaz."dedi sertçe.
"Soruma cevap ver Korkut. O kız bunları yaşasaydı ihmali olanlar sadece zindana mı atılırdı yoksa saraydan mı atılırlardı? Belki de idam edilirlerdi?"
"Aynı şekilde cezalandırılırdı."dedi umursuzca. Fakat buna hiç emin değildim. Gökben için yaşadığı heyecanı görmüştüm. İlk defa onu kaybettiğimi hissetmiştim o dönemde. Aynı şey Gökben'in başına gelseydi hepsini idam edeceğine emindim.
Derin bir nefes aldım. "Nihayet onun Suna'nın casusu olduğuna ikna oldun demek."diyerek konuyu değiştirdim. "Müge Hanım seni defalarca uyarmaya çalışmıştı."
"Uyarılarının yanı sıra onu haremime sokmayı da teklif ettiğini unutmamak lazım." Kaşlarım çatıldı. Müge Hanım gerçekten bunu teklif etmiş miydi?
"Neden kabul etmedin peki? Ona aşık değil miydin?"
"Suna'ya o zamanlar emrivaki yapmak istemiyordum. İyi ki kabul etmemişim. Buraya gelseydi senin gibi baş edebilir miydi haremle?"diye sordu. İkinci soruma cevap vermekten kaçınmıştı. "Senin gibi Ecrinok'u kendine hayran bırakabilir miydi? Bir senede kendini herkese, Recaizadelere ve hatta Ecriniddinlere kabul ettirebilir miydi?"
Çabamı gördüğü için memnun olmalıydım değil mi? Fakat olamıyordum. Kalbimdeki o kırık taraf kolay kolay geçmeyecekti. Bunu biliyordum. Korkut beni kazanmak için uğraşıyordu, bunun farkındaydım ama kalp kırıklığı öyle çabuk geçen bir şey değildi işte.
"Belki yapardı. Belki daha iyisini yapardı."dedim omuz silkerek.
Başını iki yana salladı. "Yapamazdı. Çünkü onda hanımlık mayası yoktu." Bunu dediği an yanaklarımın al al olduğunu hissettim. Şimdiye kadar hiçbir zaman böyle bir imada bulunmamıştı Korkut. "Hanım annem onu sadece bir eğlence olsun diye hareme sokmak istedi. Görmüştü onun ne olabileceğini. Haklıydı. Haremde yükselmek için bir iki heyecandan çok daha fazlası gerek. Bir olmak, her şeye rağmen tek yürek olmak gerek. Senin geçtiğin yolların ilkinde taşa takıldı ve yola girmekten vazgeçti o. Suna'nın casusu olmasaydı bile yanımda cesur davranmayacak bir hatunun işi yok."
***
Konuşmamızın üstünden bir hafta geçmişti. Korkut Gökben'i kafasında bitirmişti. Ya da bitirmek için bu casus hikayesine inanmıştı. Gökben'in casusluğu tartışılırdı fakat Korkut'un böyle düşünmesi işime gelmedi diyemezdim. Bu defa sonsuza dek hayatımızdan çıkmıştı. Bu yeterdi benim için.
Derslerimden çıktıktan sonra hava almak için harem avlusuna inmiştim. Aralarda diğer kızlar da buraya toplanırdı. Bazıları yine etrafımdaydı fakat artık hiçbirine güvenmiyordum. Benim için uygun zamanda kullanılacak piyonlardan ibaretlerdi. Ötesi olamazdı. Bu sarayda kuracağım dostluk anca kalfalarla olabilirdi, ki bu da çıkara dayanıyordu. Gerçek arkadaşım olduğunu düşündüğüm tek kişi Rahşanlardan Gülizar Hatun'du. Bu akşam saraya davet etmiştim onu. Yemekten sonra biraz sohbet edecektik.
"Geçen hafta olanlardan sonra odandan çıkmazsın sanıyordum." Duru'nun sesiyle derin bir nefes aldım. Bana bulaşmadan duramıyordu. Her defasında ağzının payını almaktan yorulmuyordu.
"Neden çıkmayayım ki? Hanzadem benim için gerekli bütün önlemleri derhal almışken hem de." Ters ters baktım. "Fakat bana olanlardan ders almanı önerirdim. Oğlunla daha çok ilgilenmeni beklerdim. Görüyorsun ki her an her şey olabiliyormuş."
"Benim böyle bir endişeye kapılmama gerek yok çünkü benim oğlum ilk zadener olarak gereğinden fazlaca korunuyor. Seninki gibi ihmal edilemeyecek kadar önemli."dedi kibirle. Onun kibrine hayret ediyordum. Hiç mi korkmuyordu Ulu Tanrının kör gözünü üzerine çekmeye?
"İşkızlarını çarşıya gönderirken yarım kilo akıl almalarını söyle Zadesen Duru. Belli ki aklın ilk zadeneri kimin doğurdunun değil nikahı kimin aldığının daha önemli olduğunu idrak etmekte yetersiz kalıyor. Ve emin olabilirsin ki o nikahı sen almayacaksın."dedim sertçe. Hızla yanından geçip gittim. Arkamdan bir şeyler saymaya devam etti fakat umursamadan bahçeye çıktım.
Baharın üçüncü ayına girmemize az kalmıştı ve Yedi Gürgen Sarayı'nın bahçesi dinlenmek için mükemmeldi. Yemyeşildi, ağaçlarla doluydu. Yedi büyük gürgen ağacı ise meşhurdu. Ecriniddinlerin yedi soyunu temsil ediyordu her biri. Eski dönemlerde entrikalara fazla bulaştıkları için bu saray onlara mezar olmuş. Kalan üyeler ise zor toparlanmış. O zamandan beri sancak hanzadeleri bu sarayda kalıyordu. Bence de en uygunu buydu. Ecrinok'taki en gösterişli yapı burasıydı. Merkezdeki tapınaktan daha yüksekti ve daha dikkat çekiciydi. Yedi Gürgen Sarayı Asperanlara ev sahipliği yapmayı daha çok hak ediyordu.
Akşam yemeğinde ben ve Duru Korkut'un iki yanındaydık. Evlatlarımız hala çok küçük oldukları için henüz masada yer almıyorlardı fakat Duru elinde olsa şimdiden getireceğine emindim. Bu masada oturabilmek yapabildiği tek şeydi. Bunun dışında sarayda hiçbir vasfı yoktu. İsim törenlerimiz arasındaki fark bile her şeyi anlatırken ortada kasılarak dolanması rahatsız ediciydi. Hanımlığı oğlan doğurmaktan ibaret sanıyordu ve düşüşü kolay olacaktı.
Yemekten sonra odama çekildim. Oğlumu güzelce sevdim. Minik gözleri boncuk gibiydi. Küçücük ağzı benim varlığımda mutlulukla kıvrılıyordu. Elma gibi yanakları vardı. Süt kokusunu içime çekerken sarayın tüm ağırlığı geride kalıyordu sanki.
Oğlumu emzirirken Gülizar Hatun geldi. Yüzünde gülümsemeyle yaklaştı ve reverans yaptı. "Ne kadar muhteşem bir şey."dedi heyecanla. Hiç evlenmemişti. Hiç çocuğu olmamıştı. Çocuklara düşkünlüğü ise gözle görülüyordu.
Oğlum uyuklamaya başlamıştı. "Biraz kucağına almak ister misin?"diye sordum. Cevap vermedi. Üzerimi düzelttim ve ayağa kalktım. Evladımı kollarına uzattım. Dikkatle tuttu. Gözlerinin buğulandığını gördüm. Bir iki kez kırpıştırdı gözlerini.
"Gözleri aynı sana benziyor. Burnu ve dudakları ise babası."dedi. "Ulu Tanrım onu kadere hükmeden elleriyle tutsun ve güzel yerlere getirsin. Ölümden uzak tutan pelerinini ruhundan eksik etmesin."
"Güzel duan için teşekkür ederim."
Balamir'i beşiğe bıraktı ve koltuklara geçtim. Esil'e emir verdim bir şeyler getirmesi için. Gülizar'ın gözleri beşikteydi. "Recaizedelerin hediyesi."dedim.
"Biliyorum. Ecriniddinler de bir sandık altın getirmişti." Gözleri beni buldu. "Erken davrandılar bu sefer. Her zaman ilk beş yılı beklerlermiş. Büyüklerimiz öyle anlatır onları."
"Demek bir şeylerin farkındalar."
"Bilmiyorum Zadesen İdil. Onlara karşı temkinli olmakta fayda var. Altın kaplı beşikleri, altın dolu sandıkları gözlerini boyamasın. Bir hesapları olmadan hareket etmez onlar."
"Daha bir sene olmadan nasıl bir hesapları olabilir ki?" Gözlerini kaçırdı. "Aramızda gizli saklı kalmadığını sanıyordum."dedim gücenmiş bir tonla.
"Bazı dedikodular sadece belli kesimler arasında dolaşır."dedi fısıldayarak. Derin bir iç çekti. İyice yaklaştı. Ben de ona doğru eğildim. "Tahtın beş sene içinde el değiştireceğini öngörenler var."dediğinde kaşlarım çatıldı. Gözlerim bir an kapıya gitti. Esil hala gelmemişti. Odada sadece ikimiz vardık.
"Böyle şeyleri nereden çıkarıyorlarmış? Yaman Han'ın sıhhati yerinde. Uzun seneler taht el değiştirmez."dedim ben de sessizce. Hanzade Mete on altı sene sancakta kalmıştı ve buna rağmen Kubat Han hala yaşamaya devam etmişti. Ondan sonra Yaman Han'ın Ecrinok'ta sancakta kalışı da altı yıl sürmüştü.
"Ben sadece bazı konakların yemeklerinde konuşulanları söyledim."diye fısıldadı. Bu sırada kapı açıldı ve ikimiz de duruşumuzu düzelttik. Esil elinde ikram dolu tepsiyle yaklaştı. Tepsiyi ortamıza bıraktı. Yan odadaki yerini aldı.
Sonrasında daha sıradan şeylerden bahsettik. Fakat dedikleri aklımı kurcalamıştı. Yaman Han'a pek ömür biçmiyorlardı demek. Bu durumda tahta biz çıkardık. Korkut erken yaşta han olurdu. Bu düşünce beni heyecanlandırmıştı. Fakat diğer yandan Yaman Han arkasından bir oyun çevrildiğini de düşündürmüştü. Acaba Müge Hanım farkında mıydı olanların? Elbet farkındaydı. O her şeyi bilirdi. Ondan habersiz taht el değiştiremezdi. Bu düşünce içimi ürpertmişti.
Odamın kapılarının hızla açılmasıyla kaşlarımı çatarak o yana döndüm. Duru gözleri kızarmış halde kapıda dikiliyordu. "Bu nasıl bir edepsizlik böyle?"diyerek ayağa fırladım. "Odama girerken haddini bileceksin Zadesen Duru!"dedim öfkeyle.
Gözleri Balamir'in üstündeydi. Sonra duvardaki düş kapanına bakmaya başladı. Delirmiş gibi görünüyordu. "O uğursuz adamın hediyesini taktın demek."dedi tiksintiyle. Kaşlarım çatıldı. "Evlatlarımıza lanet okuyan adamın hediyesini takmışsın."
"O adam farklı bir inanca mensup olsa da kendi geleneklerine göre bebekleri korumak istemişti."dedim birden. Neden hiç tanımadığım birini savunma gereksinimi duymuştum bilmiyordum.
"Dedikleri gerçekleşti! Oğlumun ateşi çıktı ve düzelmiyor! Senin yüzünden oldu! Kıskançlığınla oğlumu hasta ettin!"
"Her bebek zaman zaman ateşlenir Zadesen Duru. Boşa telaş yapıyorsun. Ardıç Efendi de Gümüş Efendi de Zadener Doğan'la ilgilenir."
"Geçmiyor işte! Oğlum ağlamaktan katıldı ama bir şey yapamadılar!"
"Sen de oğlunla ilgilenmek yerine soluğu benim kapımda mı aldın? Git ve oğlunla alakadar ol. Bir daha odama bu şekilde girme!"dedim sertçe. Olanlara üzülmüştüm fakat tavrımdan ödün verecek değildim. Gözünün önünü görmüyor gibi çıktı gitti.
"Bebekler insanı endişelendiriyorlar."dedi Gülizar Hatun. "Umarım en kısa zamanda toparlanır." Ayağa kalktı. "Ben artık döneyim. Tekrar görüşürüz. Bir akşam Hanzade Korkut'la akşam yemeğine gelin lütfen. Rahşan Konağında sizi ağırlamak bizim için şereftir."
"En kısa zamanda geliriz."dedim ve Gülizar'ı yolcu ettim.
Önümüzdeki günlerde Zadener Doğan'ın ateşinin hala düşmediğini ve uykusunun çok rahatsız olduğu haberini almıştım. Zavallı çocuk yediğini kusuyormuş. Neyi olduğunu sorduğumda ise hala net bir şey söylenmemişti.
Doğan'ın hastalığının beşinci gününün akşamı Balamir de ağlamaya başladı. Oğlumun minik bedeninin ısındığını fark ettiğimde derhal Gümüş Efendi'yi çağırttım. Gümüş Efendi sirkeli suyla ıslattığı bezleri oğlumun koltuk altlarına, bacak arasına ve başına koyarak ateşini düşürmeye çalıştı. Bütün gece bezleri sık sık değiştirdik. Sabaha karşı ateşi düştüğünde ben de derin bir nefes almıştım.
Fakat Doğan bir hafta sonunda hala iyileşememişti. Duru derslere gelmiyordu artık. Oğlunun yanından çıkmıyordu. Korkut da iyice endişelenmişti olanlar karşısında. Yüzü düşmüştü. Üzgündü. Ona bebeklerin arada hastalandığını, sonra güçlenerek iyileştiklerini anlatsam da teselli olamıyordu.
Balamir ikinci kez ateşlendiğinde aklıma başka şeyler gelmeye başlamıştı. Doğan bir türlü toparlanamıyordu ve Balamir ikinci kez hastalanmıştı. Bir şeyler kesinlikle yolunda gitmiyordu.
Gümüş Efendi Balamir'le ilgilenmek için geldiğinde, "Neler oluyor Gümüş Efendi? Bir bebek neredeyse iki haftadır nasıl iyileşmez? Balamir'im de bu sıralar çok huysuz."dedim. Gümüş Efendi'nin yüzü asıktı. Balamir'e yine sirkeli su hazırlamıştı. Bana da bağışıklığımı güçlendirecek bir karışım getirmişti kavanozda.
"Bu karışım bitene kadar ye İdil. Sütün güçlensin. Güçlensin ki Zadener Balamir de güçlü olsun." Kaşlarım çatıldı.
"Neler oluyor söylesene."dedim sertçe. "Lafın uzatılmasını hiç sevmem."
"Zadener Doğan çiçek hastalığına yakalanmış." Cümlesini duyduğum an gözlerim büyüdü, ellerim ağzıma kapandı. "Vaziyet fena. Duru da ateşlendi. Odası tecrit altında."
"Neler söylüyorsun sen böyle?" Kalbimin sıkıştığını hissettim. Gözlerim oğlumdaydı. "Peki ya Balamir? Onda da çiçek mi var? Bu yüzden mi sürekli huzursuz günlerdir? O da mı hastalanacak?" Bedenim uyuşmaya başladı bu düşünceyle. Başımın döndüğünü hissettim. Koltuktan destek alarak ayakta duruyordum.
"Zadener Balamir'de çiçek belirtileri yok. Fakat üşütmüş olabilir. Bebekler en ufak şeyden etkilenir biliyorsun. Zadener Doğan ise yaralar çıkarmaya başladı." Başını öne eğdi.
"Ardıç Efendi bir şey yapmıyor mu? Merhem, ilaç, tütsü?"
"Yapıyor elbette. Oda bütün gün tütsüleniyor. Çiçek için en güçlü macunları getirttik. Fakat hastalığın seyri çok farklı. Bildiğimiz çiçek gibi değil. Şimdiye ateşin çoktan yatışması gerekirdi."
"Bu nasıl olmuş olabilir? Kimden bulaşır? Hasta biri rapor edilmemişti Ecrinok'ta. Nasıl saraya girer bu hastalık?" Sesim bir anda çaresizleşmişti. Doğan'ın durumu içimi yaralamıştı. Ne olursa olsun masum bir bebekti o ve küçük bedeni böyle bir hastalıkla mücadele edemezdi.
"Bilmiyoruz. Hanzade Korkut Eren Bey ve İlhan Bey'le soruşturma başlattı. Hastalığın nereden nasıl geldiğine dair araştırma yapıyorlar. Ecrinok'taki her ev taranıyor hasta biri var mı diye."
"Hasta birini bulsalar ne olacak sanki? İki ayını bile doldurmamış bir bebek nasıl dayanır bu hastalığa?" Cevap vermedi. Gözlerim doldu bu durum karşısında. Duru'nun yaşadıklarını düşünmek bile istemiyordum. Evladı günbegün önünde eriyordu ve hiç kimse hiçbir şey yapamıyordu. Bu büyük bir haksızlıktı.
Ertesi sabah Esil'i erkenden uyandırdım. Leman Kalfa'dan bir işkız daha istemesini ve dairemin içini güzelce temizlemelerini söyledim. Hastalık beni rahatsız etmişti ve sanki odama da bulaşmıştı.
Leman Kalfa yanında iki işkızla odama geldi. Esil de diğer yanındaydı. "Odayı temizletmek istemişsin. Güzel fikir."dedi.
"Keşke siz de düşünseydiniz daha önce."demeden edemedim. Ters ters baksa da bir şey demedi. Olanlar onu da germişti ve laf dalaşına girmek istemediği belliydi.
Balamir'i sıkıca sardım ve camları açtırdım. İçerisi güzelce havalanırken halılar yıkanmak üzere katlanmaya başladı. Perdeler aşağı indirildi. Çarşaflar çıkarıldı. Döşek yenilenmek üzere kaldırıldı. İçeri giren rüzgar duvardaki düşkapanını oynattı. Gümüşün parıltısına takıldı gözüm. Oğlumu belki de gerçekten bu düşkapanı korumuştu. Hastalıklardan, kötülüklerden, köyü ruhlardan... Hem gümüş hastalık tutmazdı. Böyle derdi büyükler.
"Zadesen İdil, burada bir şey buldum."dedi Esil ve o yana döndük. Yatağımın yanındaki masanın dibine çökmüştü. Ayağa kalktığında elinde minik bir şişe vardı.
Leman Kalfa, "Getir bakayım."dedi sertçe. Esil şişeyi getirdi. Mantar tıpası olan siyah renkli, küçük bir şişeydi. Üzerinde gümüş zemin üzerine beyaz çam işlenmişti.
"Melbros sembolü değil mi o?"dedim kaşlarım çatılarak.
"Öyle gözüküyor."dedi Leman Kalfa.
Şişenin bulunduğu yere geri döndüm. Bir an her şey gözlerimin önünden geçti sanki. Nergis'in son zamanlarda yaptığı sakarlıklar, sürahileri devirmeleri, bardakları düşürmeleri... En son o köşede bir kaza çıkarmıştı. "Zehir!"diye soludum birden. "O şişedeki şey zehir!" Hızla uzaklaştım Leman Kalfa'dan. Oğlumu götürebildiğim kadar uzağa götürdüm.
"Ne zehri Zadesen İdil? Sakin ol. Anlarız şimdi."dedi Leman Kalfa.
"Zehir işte. Biri bebeklerimizi zehirlemek istedi. Nergis bu yüzden dikkatsizdi. Kızın aklı başından gitmişti. Eminim başkası da Duru'yu zehirliyordu!" Dehşete düşmüştüm. "Götür o şişeyi buradan çabuk!"
Leman Kalfa telaşla odadan çıktığında elim ayağım titriyordu. Odanın her yerinin değişmesi için emirler yağdırıyordum. Kıyafetlerimden, mobilyalara kadar her şeyi çıkartmalarını söyledim odamdan. Kucağımda sıkıca tuttuğum oğlum yine huzursuzca ağlamaya başladığında tekrar ateşinin yükselmeye başladığını anlamıştım.
Emindim. Melbroslu birileri bize suikast düzenlemişti. Hanzade Korkut'un soyunu kurutmak istemişlerdi.
Eşyalarımın değişmesi içime sinmedi ve derhal odamı değiştirmelerini talep ettim. Sarayın diğer tarafından bir oda hazırlandı ve geçici olarak oraya yerleştim. Gümüş Efendi tekrar geldi yanıma. Balamir'in ateşi iyice yükselmişti. Ağlamaktan yüzü kıpkırmızı olmuştu. "Oğlum da mı çiçek oldu? Söyle bana Gümüş Efendi."dedim titreyen sesimle.
"Bilemiyorum İdil. Yaraları yok. Çiçek olsa şimdiye çoktan yaralar çıkardı."
"Belki de Nergis'i yanımdan göndermeseydim şimdiye oğlum da Doğan'la aynı kaderi paylaşacaktı."
"Bu çok ciddi bir itham İdil."dedi Gümüş Efendi. Fakat emindim böyle olduğuna.
"Hanzade Korkut'la konuşmam gerek. Balamir'den gözünü ayırma sakın. Bu sarayda bir tek sana güveniyorum."dedim ve oğlumu ona emanet ederek Korkut'un odasının yolunu tuttum.
Korkut'un kapısının önüne geldiğimde Leman Kalfa da odadan çıkıyordu. "Bir şey mi oldu Zadesen İdil?"
"Hanzade Korkut'la görüşeceğim."dedim kesin bir tonla. Geçen ay Korkut'un odasına gelme konusunda tüm hatunlara nutuk çekmişti fakat beni zerre ilgilendirmiyordu bu.
"Geçebilirsin. Hanzade Korkut müsait."dedi ve odaya girdim.
Korkut elinde odamda bulunan şişeyle masasında oturuyordu. Kaşları çatıktı. Önüne kadar gelip reverans yaptım. Başını kaldırdı. "Ardıç Efendi'yi çağırttım şişeyi incelemesi için."dedi. Derin bir nefes aldı. "Duru'nun odası da aranıyor. Henüz bir şey bulunmadı."
"Duru ve Doğan'ın tecrit altında olduğunu sanıyordum."
"Tedbirli giriyorlar odaya." Dudaklarını ısırdı. "Durum çok kötü İdil."dedi ve omuzları çöktü. Ellerini şakaklarına götürdü. "Doğan'ın hali çok fena. Oğlum ne uyku uyuyabiliyor ne yemek yiyebiliyor ve ben hiçbir şey yapamıyorum. Altınhisar'dan çiçek konusunda tecrübeli ağalar yolladı hanım annem. Fakat onlar bile çare bulamıyor. Hastalık çok ilerlemiş."
"Duru'nun tüm işkızlarını sorguya aldırmalısın. Aynı şekilde benimkileri de. Esil Hatun bile sorgulanmalı. Kapı ağalarımız da."
"Bunu yapmaya başladık. Duru'nun işkızları ve kapı ağaları sorgulanıyor. Senden sorumlu eski, yeni tüm işkız ve ağalar da sorguya alındı. Eren Bey ve İlhan Bey sorguları yönetiyorlar."
Eren Bey Recaizadelerdendi, İlhan Bey ise Ecriniddinlerden. İşlerini en iyi şekilde yapacaklarına emindim. Fakat zaferi sadece onlar paylaşmamalıydı. "Batu Bey de sorguları yönetebilir. Oldukça başarılı bir sorgucu olduğunu duymuştum." Gülizar Hatun'un abisiydi Batu Bey ve Korkut'un kurultayında danışmandı. Onun katılmasını sadece Gülizar Hatun'un bana olan yakınlığından istememiştim. Onun hakkında duyduklarımdan dolayı istemiştim.
"Evet, doğru söylüyorsun. Birlikten güç doğar." Ağalara seslendi Batu Bey'i çağırmaları için. Bu sırada Ardıç Efendi de geldi içeri.
"Beni çağırmışsınız Hanzadem. Leman Kalfa durumu açıklamadı fakat çok önemli olduğunu söyledi."
"Önemli."dedi Korkut ve şişeyi alarak ayağa kalktı. Ardıç Efendi'nin yanına yaklaştı. Şişeyi uzattı. "Zadesen İdil'in odasında bulunmuş. Birkaç hafta önce hizmetindeki işkız tarafından düşürüldüğünü düşünüyoruz. Üzerindeki sembole bakarsak Melbroslu casuslar sarayımda kol geziyor. Doğan ve Balamir hedef alınmış. Bu şişelerdeki zehirle." Korkut'un da benim gibi düşünmesi hoşuma gitmişti.
Ardıç Efendi şişeyi inceledi. "Şifahanede birkaç test yapmam lazım kesin sonuç için."
"En kısa zamanda bana sonucu söyle."dedi Korkut ve Ardıç Efendi çıktı.
"Balamir de sürekli ateşleniyor. Tam düşürüyoruz tekrar ateşi yükseliyor. Eminim bu işin arkasında Nergis var. Eğer yaptığı hatayı fark etmeseydim şimdi Balamir de," devamını getiremedim. Boğazım düğünlendi bir an için. "Mutfağa gittiğinde belki de işbirlikçisinden yeni bir şişe almıştı. Oğlumu da beni de zehirlemeye devam edecekti."
"Leman Kalfa odada söylediklerimi aktarmıştı. Ben de Nergis konusundan haberdar ettim Eren Bey ve İlhan Bey'i. İkisi de Nergis'in çabuk çözüleceğini düşünüyor."
"Orası kesin. Soğukkanlı biri olsa o zehri yemeğime, suyuma katarken elleri titremezdi."
Süreç devam ederken Doğan için tüm umutların tükendiğini öğrenmek içimi acıtmıştı. Benim hiçbir şeyim değildi fakat bir bebeğin entrikaya kurban edilmesi kabul edilemezdi. Bu işin arkasında Melbros vardı. Korkut da ben de saraya bu konuda düşüncelerimizi yazmıştık.
Çar Yegor'un bağlantısı kanıtlanamazdı belki ama herkes sorumlunun o olduğunu biliyordu. Çariçe Tunay bu durumda ne yapacaktı çok merak ediyordum. Yeğenlerine düzenlenen suikast kocasının işiydi.
Üç günlük işkenceli sorgu sonunda ilk çözülen Nergis olmuştu. Zayıf halka olarak görülmesine rağmen üç gün dayanmıştı. Ardıç Efendi şişedekinin çiçek hastalığı için hazırlanan yoğun bir zehir olduğunu tespit etmişti zaten. Bu da benim dediğimi doğruluyordu. Korkut'un soyu kurutulmak istenmişti. Doğan ve Balamir hedef alınmıştı.
Nergis'in verdiği ilk isim Duru'nun işkızı Sümbül oldu. Mahkeme kurulduğunda Sümbül'ün soğukkanlılığı kanımı dondurmuştu. Safkan Melbrosluydu. Buraya geldiğimizden beri sarayda olması işin en can sıkıcı kısmıydı. Güya herkesin soyu sopu Müge Hanım ve Yaman Han'ın denetiminden geçmişti fakat belli ki casusları titiz yetiştirmişlerdi. Hiç kimse hiçbir şey anlamamıştı.
Mahkeme sürerken acı haber gelmişti. Leman Kalfa telaşla salona girmiş, Korkut'a doğru koşmuştu. "Hanzadem, çok üzgünüm. Zadener Doğan'ı kaybettik." Gözlerinden yaşlar indi. Kim olursa olsun bir bebeğin ölümüne kayıtsız kalamıyordu.
Korkut elini yumruk yapıp dudaklarını sıktı. Gözleri ortadaki Sümbül, Nergis ve işbirliği yaptıkları ağalardaydı. Sümbül alayla gülüyordu.
"Dyaus kutsal ruhunu aldı. Talep için istenen bedel ödendi. Melbros'a vaat edilen varis gelecek. Melbros tekrar yükselecek."dedi hipnotize olmuş gibi.
Korkut yumruğunu masaya vurdu. "Kararımı açıklıyorum. Ecrinok Meydanında idam edileceksiniz. Yarın gün batımında." Hızla kalktı. Onunla birlikte diğerleri de ayağa kalktı. Mahkumlar zindana götürülürken ben de Korkut'un peşinden gittim.
Duru'nun odasına kadar ilerledi. Kapının önünde durdu. Oda hala tecrit halindeydi. İçeri girmesi güvenli değildi. Duru'nun acı çığlıkları koridora geliyordu. Her çığlıkta içim titriyordu. Evladını kaybeden bir annenin feryadı kadar kötü bir şey daha yoktu.
"Oğlum!"diye ağlıyordu. "Doğan! Aç gözlerini oğlum! Aç! Ölmedin biliyorum! Oğlum ölmedi! Bırakın onu! Katiller! Caniler!" Korkunç bir haykırış koptu. Haykırışlar devam ederken odanın kapıları açıldı. Özel kıyafetler içinde hekimbaşı kucağında top gibi sarılmış beyaz bir bezle dışarı çıktı. Bezin içinde Doğan'ın cansız bedeni olduğunu biliyorduk.
"Oğlum..."dedi Korkut titreyen sesiyle. Gözleri donuklaştı, yüzü bembeyaz kesildi. Yaklaşmak istedi.
Ardıç Efendi, "Hanzadem, güvenli değil. Size de hastalık bulaşabilir."dedi geri adım atarak. Kapılar arkasından kapandı. Duru'nun feryatları kesildi. Bayılmış olmalıydı.
"Evladımı son kez de olsa göremeyecek miyim?"
"Sizin güvenliğiniz her şeyden önemli hanzadem. Lütfen işi zorlaştırmayın. Bu koridora hastalık kontrol alınana kadar gelmemelisiniz."
"Bu nasıl iş oldu böyle? Nasıl bir kader bu?"dedi ellerini yumruk yaparak. Sesi çatallaşmıştı. Konuşamadı. Yürümeye başladı. Peşinden gittim. "Yalnız kalmak istiyorum."dediyse de devam ettim. "Lütfen İdil. Yalnız kalmaya ihtiyacım var."dedi.
"Bu süreç yalnız geçirilmeyecek kadar hassas bir süreç. İzin ver yaralarını sarayım. Yanında olayım." Başını iki yana salladı.
"Bu gece yalnız kalmalıyım."
Daha fazla ısrar etmedim. Geçici odama ilerledim. Gümüş Efendi ricam üzerine Balamir'le kalıyordu. Her şey bitene kadar oğlumu kimseye emanet edemezdim. Yanıma verilen Esil de sorguya çekilmişti. Zorlu süreçler sonunda bu konuda masum olduğu anlaşılmıştı. Görevine geri dönmüştü fakat yıpranmıştı.
Oğlum son günlerde normale dönmüştü. Ateşi çıkmıyordu. Az da olsa hastalıktan etkilendiği belliydi. Nergis o korkunç hatayı yapmasaydı bugünlerde ben de evladımı toprağa verecektim. Bunu düşünmek bile kalbimi sıkıştırıyordu.
Sıkıca sarıldım oğluma. Minicik bedeni büyük bir tehlike atlatmıştı. Çok güçlü olacaktı oğlum. Ne kadar dayanıklı olduğunu şimdiden kanıtlamıştı.
Oğlumu uyuturken Korkut'un söyledikleri çıkmıyordu aklımdan. Nasıl bir kader bu? Gerçekten kader miydi bu ölüm? Yoksa uğruna ne canların feda edildiği Omena'nın bir laneti miydi?
Dyaus adını kullanmıştı Sümbül. Çekinmeden bizim mahkememizde Omena'ya kurban verdiklerini itiraf etmişti. Hem de ne uğruna? Çar Yegor bir erkek evlat sahibi olsun diye.
Memleketim Arbatun'un inancıydı Omena. Gerbena ve sömürgeleri ve ayrıca Sargun da bu inanca mensuptu. Çocukken ben de Omena Tanrılarına dua ederdim. Fakat ne için ettiğimi bilmezdim. Biz sıradan insanların bir çeşit teselli arayışıydı o dualar.
Ertesi gün sarayda yas ilan edilmişti. Duru sakinleştirici ilaçlarla uyutuluyordu. Uyandığında sinir krizi geçiriyordu. Bir süre yatışması için böyle geçecekti.
Öğlen vakti önce Doğan için cenaze merasimi yapıldı. Yakın aileler ve halkın bir kısmı saraydaydı. Korkut'un ablası Handan Bengü de gelmişti. Taziyelerini iletip Korkut'un yanında yerini aldı. Üzgün görünüyordu fakat bu durum onu bizim kadar etkilememişti. Belki de şimdiye kadar gördüğü ölümlerin yanında bu bir şey değildi. Fakat bizim için ilkti.
Duru da cenazeye katılmak istemişti. İlaçların etkisinden kendinde değildi. İşkızlarının yardımıyla ayakta duruyordu. Yüzü bembeyaz, gözleri kıpkırmızıydı. "Doğan'ım, oğlum, seni aldılar benden."diye mırıldanıyordu.
Ecrinok tangayı mezarda dualar ediyordu. Merasim oldukça sessiz geçmişti. Korkut tüm olanları ellerini yumruk yaparak izlemişti. Yaşananlar onu derinden sarsmıştı. Şimdiye kadar yaşanan küçük olaylar hiçbir şeydi artık. Ölüm sarayımıza girmişti. Ölüm bizi sınamıştı. Gözlerinde artık bambaşka bir ifade vardı Korkut'un. Bir günde bin yaşamış gibiydi. Ölümün bu kadar acımasızca, kalleşçe gelebileceğini hiçbirimiz tahmin edemezdik.
Gün batımına kadar meydanda idam sehpalarının kurulumunu izledik. Halk yavaş yavaş meydanda toplanıyordu. Hanzadelerinin evladının canına kast edenlerin sonunu görmek istiyorlardı.
Her şey hazırlandığında mahkumlar geldi. Önümüzde tek sıra şeklinde dizildiler. Dizlerinin üstlerine çöktürüldüler. Cellatlar arkalarındaydı. Kılıçlar hazırdı. Korkut'un emrini bekliyorlardı. Korkut ifadesizce onlara bakıyordu. Nergis korkudan tir tir titriyordu. Hıçkırıklar içinde ağlıyordu. "Beni zorladılar. Ailemle tehdit ettiler."diyordu sürekli. Ağalar ise korkusuzdu. Tıpkı Sümbül gibi. Bilmediğimiz bir dilde dualar ediyorlardı. Omena Tanrılarının isimleri geçiyordu dualarında. "Dökülecek kanlarımız, vaadi güçlendirsin. Omena Melbros'u varislerle kutsasın."dedi Sümbül. Korkut tiksinerek bakıyordu bu kıza. Elini havaya kaldırdı. Cellatlar da kılıçlarını hazır halde tuttu. Korkut elini indirmek üzereyken koluna yapıştım.
"Belki de onları boğdurman daha iyi olacaktır."dedim sessizce. Kaşları çatılarak bana baktı.
"Neden? O aptal sözlere inanmıyorsun değil mi?" Sesindeki nefret fark edilir düzeydeydi. Bu inancın her şeyinden tiksinmişti. Fakat bir zamanlar ben de Arbatun'da bulunmuştum. Yapılan sapkın törenleri görmemiştim belki ama duymuştum. Onlara göre ne kadar kan dökülürse isteklerinin olma ihtimali o kadar artıyordu. Sümbül'ün cümlesi de bunu destekler nitelikteydi.
"Onların istediği de bu. Kanlarının dökülmesi. Fakat başlarını kesmek yerine boğdurursan kanları akmaz. İstedikleri olmaz. Ölümlerini bile kendilerinin şekillendirmesine göz mü yumacaksın?" Öfkeyle soludu. Nefretle karşısındakilere döndü. "Hepsinin kanını bizzat dökmek istediğine eminim."diye devam ettim. "Fakat Doğan'ın ölümünün kontrolü onlarda olduğu gibi kendi ölümlerinin kontrolü de onlarda. En azından bu noktada planlarını ayaklarına dolayabilirsin."
Korkut durgun bir ifadeyle duruyordu. Elini çenesine götürdü. Bir süre sonra, "Evet, işte bu."dedi başını aşağı yukarı sallayarak. "İşte bu şekilde ölecekler."
Korkut yeni emrini verdiğinde karşımıza darağaçları dikilmişti. Mahkumlar ayaklarından bağlanarak asılmış, ters duruyorlardı. Elleri arkalarında bağlanmıştı. Başlarının tam altlarında ise kazanlarda su kaynamaya bırakılmıştı.
"Neden basit bir şekilde başlarını kestirmedin ki?"diye sordu Bengü. Manzara hiçbirimizin hoşuna gitmiyordu. Fakat çok daha beterini hak etmişlerdi.
Korkut cevap vermedi. Sular ısındıkça yükselen buharlar mahkumların yüzlerinden ter inmesine sebep oluyordu. Nergis artık hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Fakat bunu bu işe kalkışmadan önce düşünecekti.
Sular fokurdamaya başladığında Korkut bedenleri suya indirmeleri için emir verdi. Bedenler acıyla çırpınırken bir süre öyle durdular. Sonra Korkut elini yukarı kaldırdı. Bedenler de çıktı. Acıyla haykırıyorlardı. Halk korkuyla izliyordu olanları. Bengü başını diğer yana çevirmişti. Ben ve Korkut ise sonuna kadar izliyorduk. Canımıza el uzatanların sonunu görmek için gözlerimizi bile kırpmıyorduk.
Üç defa daha devam etti bu. Üçüncüde Korkut elini kaldırmadı. Tüm bedenler hareketsiz kalana dek bekletti. Hava karardığında ve etraf meşalelerle aydınlatıldığında hepsi ölmüştü. Korkut cesetleri hainler mezarlığına atmalarını söyledi ve yerinden kalktı. Hiçbir şey söylemeden atına bindi.
Saraya döndüğümüzde Duru tekrar bir kriz geçirmişti. Zor sakinleştirmişlerdi hatunu. Yemekten önce odama gittim. Oğlumu kontrol ettim. Gümüş Efendi birkaç gün sonra saraydan ayrılacaktı. Ondan sonra kime güvenecektim bilmiyordum. Esil de oldukça ilgili ve becerikliydi fakat yaşadıklarımız herkese şüpheyle bakmama sebep olmuştu. Bir senedir renk vermeyen casuslar fırsatını buldukları an kullanmış ve canımıza kast etmişlerdi. Bugün bebeklere el uzatanlar yarın hanzademe de el uzatırdı. Her an tetikte olmalıydık ve herkesi denemeliydik. Kim kimin casusu ortaya çıkmalıydı. Böyle güvensiz bir ortamda evladımı kimseye teslim edemezdim.
Yemekten sonra herkes dağıldı. Ben de Korkut'un yanına gittim. Ona düşüncelerimi anlattım. Ciddi bir casus temizliği yapmamız konusunda hemfikirdik. Hayat bizim sandığımız gibi değildi. Burada bizimle yaşayan herkes bize sadık değildi. Etrafımıza güvenilir kişileri toplamalıydık. Bunun içinse zorlu bir süreç bizi bekliyordu. Her casusu hemen ortaya çıkaramazdık belki ama gözümüz herkesin üstünde olacaktı. Gerekirse kendimiz adam yetiştirecektik.
"Sarayı birlikte temizleyeceğiz İdil."dedi Korkut gözlerimin içine bakarak. "Bize sadık olmayanlar en ağır şekilde cezalandırılacak. Bu yolda kuyumu kazan insanlara ihtiyacım yok. Ya yanımızda olacaklar ya da karşımızda."
"Bir daha canımızı yakmalarına izin vermeyeceğiz."dedim ellerini tutarak.
"Baş Zadesenim olarak artık bu sarayda sorumlulukların artacak."dediğinde şaşkınlıkla bakakaldım. "Suçlular senin dikkatin sayesinde bulundu. Nergis denen o hain çözülmeseydi diğerleri de konuşmazdı. Sen bu rütbeyi sonuna kadar hak ediyorsun."
"Müge Hanım ne der?"
"Bu sarayda benim hükmüm geçiyor. Gözde hatunu yükseldiği için memnun olmalı."dedi ve elini yüzümde gezdirdi. "Şimdi odana dön ve dinlen. Yorucu günler geçirdik. Daha yoğun günler bizi bekliyor. Bu sarayda kime sadık olunacağını herkese göstereceğiz."
"Beni bu vazifeye layık gördüğün için teşekkür ederim. Asla pişman olmayacaksın." Reverans yaptım ve çıkmak üzere hareketlendim. Bu sırada kapılar çalındı. Korkut'un gel demesiyle içeri Leman Kalfa girdi telaşla.
Tame tane konuştu. "Hanzadem, Zadesen Duru, canına kıymış."
"Sen ne diyorsun kalfa? Nasıl olmuş bu? Yanında kimse yok muymuş?"
"Banyo yapmak için hamama gitmiş. Acısıyla başbaşa kalmak istediğini söylemiş ve herkesi göndermiş. Yüzüğünde taşıdığı zehri suyuna katıp içmiş." Başı önüne eğildi. "Çok geç fark etmişler." Korkut bir kez daha ifadesizleşmişti.
"Doğan'ın yanına gömülsün."dedi durgun bir tonla. Arkasına döndü.
"Hanzadem."dedim yanına yaklaşarak. Elini havaya kaldırdı durmam için.
"Bugün çok şey yaşandı İdil. Yalnız kalmak istiyorum."dedi. Israr etmedim.
Odama geldiğimde içim hem buruk hem heyecanlıydı. İki duyguyu birden hissediyordum. Duru'nun intiharını hiç beklemezdim. Demek bu denli kaybetmişti kendini. Diğer yandan Baş Zadesen ilan edilmiştim. Bu yeni gelişmenin şaşkınlığı hala üstümdeydi. Her zaman istediğim şeydi Baş Zadesen olmak. Fakat bu kadar erken olacağımı düşünmemiştim hiç. Müge Hanım'ın ne diyeceğini merak ediyordum.
Baş sağlığı mektuplarını almıştık fakat bizzat gelmelerini beklerdim. Ölen onların torunuydu. Bu süreç boyunca da gelmelerini beklemiştim ama gelmemişlerdi. Belki de olayın altından nasıl kalkacağımızı görmek istemişlerdi. Bilmiyorum. Fakat başarmıştık. Doğan'ı kurtaramamıştık belki ama suçluları bulmuş en ağır şekilde cezalandırmıştık. Korkut ve benim bu saraydaki yerimiz iyice anlaşılmıştı. Bu dengeyi bozmaya kimsenin gücü yetmezdi.
***
-İdil'i bu bölümde nasıl buldunuz? Nasıl bir gelişim gösteriyor?
-Omena bir kez daha karşımıza çıktı. Kan ve bedel konuları daha iyi anlaşılıyordur umarım. Yegor'un bu kadar ileri gideceğini düşünmüş müydünüz? Tunay'ın haberi var mıdır?
-Korkut'un cezası hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce bu olanlar Korkut'a nasıl etki edecek?
***Sonraki bölüm Müge'den olacaktır.***
İlk kısmın bitmesine iki bölüm kaldı. Diğer kısımlar da bu kitap üzerinden devam edecektir.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top