36. Doğum Bir Mucize

1413 Senesi - Bahar Mevsimi

ASPARGON HANLIĞI

Ecrinok Şehri - Yedi Gürgen Sarayı

Hanzade Korkut

Bahar geldiğinden beri günlerim daha yoğun geçer olmuştu. Zaman zaman çevre vilayetleri ziyaret ediyordum. En son batı komşumuz Ladinay'a gitmiştim. Ladinay valisiyle öğle yemeği yemiş sonra tarım alanlarını ziyaret etmiştim. Ecrinok'ta da tarım öndeydi ve tarımla ilgili her türlü uygulamayı yerinde görmek istiyordum. Kendi vilayetimde yapabileceğim gelişmeleri araştırıyordum.

Vilayet ziyaretleri dışında kurultay görüşmeleri de beni epey meşgul ediyordu. Danışmanlarımı artık her yönüyle tanıyordum. Ecrinok'un önde gelen aileleriyle de yakınlaşmıştık. Recaizadeler ve Ecriniddinler sancağa çıkışımın ilk aylarında mesafeliydi fakat zamanla bu mesafeyi geride bırakmışlardı. Yemek davetlerine artık tüm aile üyeleriyle geliyorlardı. Aile büyüklerinin masamda görülmesi itibarım adına olumlu bir etkiydi.

İdil'in odasına ziyarete gittim. İdil bana hala mesafeliydi. İçeri girmeme başlardaki kadar tepki vermiyordu fakat benimle pek konuşmuyordu. Onu çok kırmıştım. Telafi etmek için elimden gelen her şeyi yapıyordum fakat yeterli değildi. "Beni hiç affetmeyecek misin?"diye sordum o gün. Gözünü uzağa dikti. Cevap vermedi. "İdil."diyerek yanına oturdum. Elini tuttum. Elini çekmedi. "Sen benim ilk hatunumsun. Hayatımdaki yerin hatunluktan ibaret değil. Olamaz. Sen benim yoldaşımsın. Buraya gelmeyi seninle hayal etmiştik."

"Sonra hayallerinde benim yerimi o hatun aldı."dedi acı bir tonla. Elini çekmek istedi. Fakat daha sıkı tuttum.

"O benim için bir hevesti sadece." Hevesmiş. Öyle düşünmeye çalışıyordum artık. "Geçici hatunlar senin yerini alabilir mi?" Koyu gözleri beni buldu. O kadar donuk bakıyordu ki bana aşkla bakan gözlerine özlem duyar olmuştum.

"Artık önemi olan tek şey evladımı sağlıkla kucağıma almak. Ulu Tanrıma bunun için her gün dua ediyorum. İstediğin hatunla olabilirsin Hanzade Korkut." Ses tonu buz gibiydi. Hissizdi.

"Yapma böyle lütfen. Beni sevmekten vazgeçme. Ben senden vazgeçmedim."

"Vazgeçtin! İki günlük hatun için benden vazgeçtin!"

"Hayır. Hiç kimse senin yerini alamaz." Derin bir nefes aldı.

"Yeterince gördün beni. Aynıyım. Değişmeyeceğim. Evladımız da iyi. Şimdi beni yalnız bırak."

Israr etmedim. Israr işleri daha kötüye götürüyordu. Ona istediği kadar zaman verecektim. Üstüne gitmeyecektim. Fakat ondan vazgeçmeyeceğimi de her defasında hatırlatacaktım. Gözleri ışıl ışıl parlayan İdil'i geri istiyordum. O olmazsa bu sarayda iyice yalnız kalırdım.

Bir süre dinlenmek için odama geçtiğimde beni kapıda bekleyen Şevval hatunu gördüm. Reverans yaptı. "Hanzadem. Ben de sizi bekliyordum."

"Bir şey mi oldu hatun?"

"Ben bir şey diyecektim."

"Sana sadece bir görev verdim hatun ve bu görev canın istediğinde kapıma gelme hakkın olduğun anlamına gelmiyor. Gidersin baş kalfaya talebini söylersin, o uygun bulursa bana iletir veya görüşmeni sağlar."dedim ve odama geçtim.

Derhal Leman Kalfa'yı çağırttım. Leman Kalfa geldiğinde meraklı bir ifadeyle bana bakıyordu. "Sen bu sarayda ne için varsın Leman Kalfa?"diye sordum sertçe. Kaşları çatıldı.

"Bir kusur mu işledim Hanzadem?"

"Bilemiyorum kalfa. Ona sen cevap vereceksin." Derin bir nefes aldım. "Neden canı bir şey demek isteyen soluğu kapımda alıyor? Sen bu hatunların kalfası değil misin? Bir sorunları olduğunda önce sana gelmeleri gerekmez mi? Her defasında kapımda sıraya gireceklerse seni boş yere burada tutmayalım."

"Bağışlayın hanzadem. Ben hatunlara terbiyelerini veririm. Bir daha kimse habersiz kapınıza gelmeyecek."

"Çekilebilirsin."dedim ve çıktı.

Belki de hata bendeydi. Hatunlara karşı biraz kibar davranmam yüz verme olarak algılanıyordu demek. İki istekte bulununca kendilerini baş zadesen mertebesinde görüyor olmaları yüzsüzceydi. Demek davranışlarıma dikkat etmem şart olmuştu. Burası Yedi Gürgen Sarayı'ydı. Ben Hanzade Korkut'tum. Sıradan bir konağın sıradan bir beyi değildim. Kapıyı çalan içeri giremezdi. Önce haber gönderirler, kabul edersem girerlerdi.

Kendimi sakinleştirmek için balkona çıktım. Ecrinok'un yeşil düzlüklerle dolu manzarasını izledim. Neden gerildiğimi biliyordum. Duygularım düzene oturmadığı içindi.

Daha geçen gün Ladinay'a ziyarete gittiğimde çarşıda gördüğüm bir hatunu Gökben'e benzetmiştim. Ayaklarım kendiliğinden gitmişti yanına. Kalbim anlamsız bir heyecanla dolmuştu. "Gökben?"diye seslendiğimde bana dönen yüz bambaşkaydı. Bu bile beni günlerce dağıtmaya yetmişti.

Gitmesine ben yardımcı olmuştum. O çocuğa kendi ellerimle teslim etmiştim. Aradan kaç ay geçmişti. Yine de ona benzer birini görmek ilk günkü gibi hissetmeme sebep olmuştu. Bu duyguyu içimden atamıyor olmak canımı daha çok yakıyordu.

Onun da İdil gibi bu düzeni kabullendiğini sanmıştım. Bir araya geleceğimiz günü bekleyeceğini sanmıştım. Fakat o bu düzenin hiç içinde olmamıştı ki. İdil bile kabullenemiyorken Gökben'den bunu beklemem en büyük hatam olmuştu.

Diğer yandan İdil'i kaybetmeye başladığımı düşünüyordum. O günden beri bana o kadar soğuk o kadar mesafeliydi ki ona ulaşamıyordum. Onu da ben bu hale getirmiştim. Gerekli hassasiyeti göstermemiştim. Her zaman yanımda olduğu için her şeyime katlanır sanmıştım. Şimdi ise benden vazgeçmişti.

Sancağa çıkışımın ilk yılı dolmak üzereydi ve ben kendimi yapayalnız hissediyordum. Yalnız, kırgın, kaybetmiş... Ve hepsi benim hatamdı. Bu acı gerçekle yüzleşmek beni yormuştu. İnsanın hatalarını görmesi, yüzleşmesi ve kabullenmesi gerçekten sancılı bir süreçti ve ben bu süreci atlatamamaktan korkuyordum.

***

Baharın ilk ayını yarıladığımızda ablam Bengü ziyarete gelmek istediğini söylemişti. Altınova'daki bahar kutlamalarına gitmeden önce buraya uğramak istemişti. Ben bahar kutlamalarına gelmeyeceğimi haber vermiştim. Burada yaşananlardan sonra gitmek istemiyordum. Zaten Duru'nun doğumu yaklaşmıştı ve İdil'i bu halde sarayda bırakamazdım. Hanım annem olanlar hakkında üzüntüsünü yazmıştı. Değişiklik olması için çağırmıştı beni fakat kararıma saygı duymuştu.

Gitmeyeceğimi yazmamdan birkaç gün sonra ablamın gelişi ise manidardı. Hanım annemin içine sinmemişti bir şeyler ve ablamı yanıma göndermişti. Bundan eminim. Ablam kardeşlerine düşkündü fakat hanım annemizin yetişemediği durumlarda o devreye giriyordu. Hep böyle olmuştu. 

Bengü'nün gelişi için güzel bir ziyafet verdim. Ablamı salonda karşıladım. Koyu kırmızı bir elbise giymişti. Altın kolyesi boynundaydı. Uzun siyah saçları omuzlarından salınmıştı. Saçlarına ince bir taç koymuştu. Geniş bir gülümsemeyle yaklaştı yanıma. Sıkıca sarıldı.

"Nasılsın kardeşim?"

"İyiyim Bengü. Sen nasılsın? Ne iyi ettin de geldin."

"Özledim seni." Salondaki sedire oturdu ben de yanına oturdum. İmalı imalı bakmaya başladı. "Duydum ki zor günler geçirmişsiniz."

"Doğru duymuşsun. Zor zamanlar geçirdik." İdil'in durumunu anlattım kısaca. Neden böyle olduğunu sordu. Hamileliğinin sorunlu geçtiğini ve son zamanlarda kramplarının iyice arttığını, bir gün fenalaştığını söyledim. Detaylardan bahsedecek değildim. Fakat belli ki ablam bazı şeyleri duymuştu çoktan. Başka bir şey demedim.

"Hamilelik dönemi zor bir süreç Korkut. Biz kadınların en hassas dönemi. Bu dönemde alınganlıklar artar. Küçük şeyler büyütülür. Bazen normal gidişatında olan şeyler bile abartılır."diyerek işin aslını bildiğini ima etmekten geri durmadı ablam.

"Hanım annem beni merak edip seni mi yolladı?"diye sordum direkt. Dudakları büzüldü ifadesizce.

"Hanım annemize kızma Korkut. Sen onun en kıymetli evladısın."dedi beni yatıştırmaya çalışır gibi.

"Senden sonra belki." Gözlerini devirdi. Hanım annemin Bengü'ye düşkünlüğü bilinen bir şeydi. Onunla anne kız gibi değil abla kardeş gibiydiler. Pek çok konuda aynıydılar. Hanım annem Bengü'ye her konuda güvenirdi.

Bengü, "Sonuçta bu ülkenin veliahtı sensin, ben değil."derken ses tonunda kırgınlık vardı. Bunu fark etmiştim.

Aspargon'da veraset sistemi uzun zamandır hanzade odaklıydı. Handanların tahta geçmesinin önü tamamen kapatılmamıştı fakat bunun içim meşru bir hanzade olmaması gerekiyordu. Kuzey ülkeleri kadar keskin kurallar yoktu verasette. Fakat erkek çocuğun önemini vurgulayanlar arasında ne yazık ki hanım annem de vardı ona yaşatılanlar yüzünden. Sancağa çıkışımla bu kaygıya düşmüştü. Erkek evladım olmadan rahat etmeyecekti fakat bu benim için önemli değildi. Benden sonra kızlarım da Aspargon'u idare edebilirdi. Benim istediğim tek şey evlatlarımın birbirine bağlı kardeşler olmasıydı ve bunun için uğraşacaktım. Geçmişteki kardeş kavgaları Aspargon'a çok zarar vermişti.

Bengü, "Hanım annemizden uzak durma Korkut. Onun gücünü hafife alma. Hanım olana dek yaşadıkları bir yana gücü elde tutmak için sahip oldukları diğer yana. Kim hanım annemizin desteğini arkasına alırsa, o kazanır."derken ses tonu gizemli bir hal almıştı.

Gözlerim kısılmış ablamı izliyordum. "Neden böyle dedin Bengü? Hanım annemizin desteği benden yana değil mi?" Geçen yıl bu zamanlar han babamın söylediği bir cümle aklıma geldi: Unutma ki tek hanzade sen değilsin. Aynen böyle demişti. Şimdi ablam da bu tarz bir şey diyordu. Evet tek hanzade ben değildim ama veliaht bendim. Hak benimdi.

"Yani elbette hanım annemizin desteği senden yana. Yine de Aspargon tarihi neler gördü Korkut. Asperan Hanedanlığı her hanedanda olduğu gibi hırslı hanzade ve handanlarla dolu. Her şeyi düşünmek zorundayız."

"Hanım annemizin ters bir durumda kardeşimi bana karşı kullanacağını mı söylüyorsun?"dedim sertçe. İmalardan hoşlanmamıştım. Bir şey demeye çalışmasın, desin. Olduğu gibi, açık açık.

"Hayır. Asla. Hanım annem asla evlatlarını birbirine düşürmez."

"O zaman neden böyle dedin?"

"Hanım annemizi kendinden uzak tutmaman için dedim. Ona mesafeli gibisin." Elini elimin üstüne koydu. Koyu gözleri samimiydi. Gerçekten böyle demek istediyse bile çok yanlış bir şekilde demişti.

"Hanım annemi kendimden uzak tutmuyorum. Onunla sık sık mektuplaşıyoruz. Bu yetmez mi?"

"Bilmem. Yine de kendini ondan uzak tutma işte. Unutma. Hanım annem bu yolda her zaman yanında olacak. Tıpkı benim gibi."dedi elimi tutarak. Gözleri güven veriyordu. Her konuda anlaşamıyorduk belki ama saltanatımda yanımda olacağı kesindi.

"Güzel. Desteğiniz benim için önemli. Aile birlik olmalıdır." Diğer elimi elinin üstüne koydum. "Suna'yı da davet ettiler mi bahar kutlamasına?"

Bengü ablamın kaşları havalandı. "Halacığınla arana mesafe mi girdi?"diyerek takıldı. Fakat son derece ciddi ifademi görünce konuyu uzatmadı. "Davet etmediler. Han babamız tekrar onu sözsüz sürgüne gönderdi diyebiliriz. Hak ettiğini buldu kızıl cadı! Fakat bütün bunların sıradan bir hatun uğruna oluşu bana garip geliyor."

"Ben bunun sadece o hatunla ilgili olduğunu sanmıyorum."dediğimde ikinci kez kaşları havalandı ablamın. Adını ağzıma almamaya karar vermiştim. "Suna içimize sızmak için bir oyun çevirmeye kalktı. Neredeyse başarılı da oluyordu. O hatun buraya gelseydi Suna'ya her şeyi sızdırırdı. Hatta aramıza fitne sokar, beni aileme düşman ederdi." Evet, buna inanmak en kolayıydı. O hatun benim için özel olarak yetiştirilen sağlam bir casustu. "Hanım annem bunu çok önceden anlamıştı fakat ben karşı çıkmıştım. Han babamın aşka duyduğu saygıyı bilirsin. Benim hatırıma şans vermek istedi. Gerçeği ilk gören hanım annemdi. Geç olsa da biz de anladık onun oyununu. Suna son derece tehlikeli bir kadın. Değil sarayda, Aspargon topraklarında olmayı bile hak etmiyor."

Son cümlemde düşüncelerim katıydı. Suna'nın tehlikesini şimdiye kadar nasıl görmemiştim? Nasıl inanmıştım onun tatlı diline? Toygar bile ona olan mesafesini her daim korumuştu. Ben ise ona bir şans vermek istemiştim. Belki ona haksızlık edilmiştir demiştim. Fakat hak ettiğini bulmuştu her zaman. Keşke hanım annemi en başında dinleseydim ve bunu acı bir tecrübeyle öğrenmek zorunda kalmasaydım.

Fakat zararın neresinden dönersek kârdı. Suna'nın gerçek yüzünü görmüştüm ve bundan sonra buna göre hareket edecektim. Her daim ona karşı tetikte olacaktım. Yatak odama kadar girecek casusu yetiştiren bir kadın elbet başka casuslar da sokmuştur haremime. Onları da en kısa zamanda bertaraf edecektim.

Bengü ablamın yüzüne onaylayan bir gülümseme yerleşti. "Gözünün açıldığına oldukça memnun oldum Korkut. O kadın seni de Elçin'i de kandırmak için elinden geleni yaptı. Bize yaklaşamayacağının farkındaydı. Aramızdaki en sevecen kişiler sen ve Elçin'di."dediğinde acıyla güldü.

"Sevecenlik değil Bengü. Bunun adı saflık. Kabul edelim artık. Suna'ya karşı saf davrandım. O da bunu kullanmaktan çekinmedi."

"Zaman zaman han babamız bile Suna'ya yakın olmak istiyor. İnsan ailesinden kolay kolay vazgeçemiyor. Kendine çok yüklenme."

"Suna'ya güvenmek bir daha tekrarlanmayacak bir hataydı."

Bir sessizlik oldu. Bengü'nün yüzündeki ifade gayet manidardı. Derken Leman Kalfa hızla salona girdi. "Hanzadem, Duru Hatunun doğumu başladı." Ablamla birbirimize baktık. Tuhaf bir heyecan doldu içime.

"Ulu Tanrımız sağlıkla doğmasını nasip etsin."dedi ablam heyecanla ayağa kalkarak.

"Tek dileğim bu."

Yerimizden kalktık ve Duru'nun odasının önüne gittik. Bir telaş vardı. Duru'nun çığlıkları yükseliyordu. Bir an olduğum yerde çakıldığımı hissettim bu çığlıkla. Ablam fark etmişti halimi ve kolumu okşadı.

"Korkut sakin ol."dedi sevecen bir ifadeyle. "Doğurmak zorludur ama dünyanın en güzel hissidir bunu başarmak. İki doğum yapmış biri olarak seni temin ederim Duru Hatun bu doğumu başarıyla atlatacak." Bir çığlık daha yükseldi. Gözlerim korkuyla açıldı.

"Eminsin değil mi?"dedim uyuşmuş gibi. Neden birden böyle hissetmiştim. Şimdiye kadar her şey normal giderken bu çığlıklar durumun ciddiyetini hatırlatmıştı bana.

"Eminim. Güven bana."

Koridorda beklemeye başladık. Zaman geçmedi sanki. Her çığlıkta kalbim daha da gümbürdedi. Sonunda sesler kesildi. Ben de kulak kesildim. Bir bebeğin ağlaması duyulduğunda derin bir nefes aldım. Ablamın elini sıkı sıkı tuttuğumu o an fark ettim. "Ulu Tanrı bizimle."dedi elimi okşayarak. Bir süre sonra kapılar açıldı. Leman Kalfa önümüzdeydi. Yüzünde büyük bir gülümseme vardı.

"Gözümüz aydın Hanzadem. Bir zadenerimiz oldu."dediğinde ablamdan rahatlayan bir ses çıktı. İçeri ilerledik. Duru Hatun ter içindeydi. Kucağında evladımızı tutuyordu. Gözleri yaşlıydı fakat gülümsüyordu. Huşu içinde bakıyordu oğlumuza. Doğum gerçekten bir mucizeydi.

Yatağa yaklaştım. Bana baktı minnetle. Gülümsedi. Bana uzattı minik bedeni. Kundaktaki bebeği kucağıma aldım. Koyu gözlerine baktığımda içimin titrediğini hissettim. Bu bebek benden bir parçaydı. Benim evladımdı. Onu kucağıma alana kadar bunun nasıl bir duygu olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu fakat şimdi anlamıştım. Ben artık babaydım.

"İsmin Doğan olsun. Atam Doğan Han gibi güçlü, kuvvetli olasın."dedim gözlerine bakarken. Duru'ya döndüm. "Senin için de uygun mu Zadesen Duru? Oğlumuzun ismi Doğan olsun mu?"

Başını aşağı yukarı salladı. "Senin seçtiğin her isim olur Hanzadem." Memnuniyetle gülümsüyordu. Bebeğimizi kucağına verdim tekrar. Leman Kalfa'ya döndüm.

"Yarın için gösterişli bir ziyafet istiyorum. İsim töreni yapılacak. Ecrinok'un önde gelen tüm aileleri gelsin. Çarşıda altın dağıtılsın. Saraya haber verilsin evladım sağlıkla doğdu." Leman Kalfa başını aşağı yukarı salladı ve emirlerimi yerine getirmek üzere odadan çıktı.

Ablam da yanımıza yaklaştı. "Gözümüz aydın. Asperan soyunun kimden devam edeceğini tüm düşmanlarımız duysun bilsin." Duru'ya hitaben devam etti, "Sıradan bir bebek doğurmadığını bil hatun. Asperan Hanedanının bir ferdini doğurdun. Buna göre davranacaksın artık. Harem oyunlarına karışmayacaksın. Evladına gözün gibi bakacaksın. Oğlunun bu hanedanın geleceği olabileceğini asla aklından çıkarmayacaksın."

"Çıkarmam Handan Bengü. Doğan benim canım, her şeyim. Oğlumu her şeyden koruyacağım ve bu hanlığa yaraşır bir şekilde yetiştireceğim. Şüpheniz olmasın."

"Aferin hatun. Şimdi evladını emzir. Güzelce doyur. İlk sütü emmesi mühim. Ebe kadın sana yardımcı olacaktır. Eğer talep edersen süt anne getirtilecektir."

"Süt anneye lüzum yok. Benim sütüm oğluma yeter."

Odadan çıktık. Yüzümde masum bir gülümseme vardı. Salona döndüğümüzde içim rahatlamıştı. Zor bir doğum olmamıştı. En azından ablamın yorumu bu şekildeydi. Duru da hemen toparlanmıştı. Şimdi İdil için endişelenmeye başlamıştım. Hamileliğini böyle zor geçirmişken doğumu nasıl olacaktı? Ulu Tanrım onu benden alma. Hatalarımın bedeli onun canı olmasın.

Akşam yemeğinden önce İdil'i ziyarete gittim. Haberi aldığına emindim. Bu durumun onun benim için yerini değiştirmediğini, değiştirmeyeceğini bilmeliydi. Benim gözdem oydu.

Odasına girdiğimde etrafta bir hareketlenme vardı. Gümüş Efendi de Altun Efendi de buradaydı ve bir savaştan çıkmış gibiydiler. İyice yaklaştığımda değiştirilen yatak çarşaflarındaki kanı gördüm. "Neler oluyor burada? Neden bana haber verilmiyor?"diye sordum sertçe. İdil yatağın içine gömülmüş yüzünü diğer tarafa çevirmişti. Fakat ağladığı her halinden belliydi. "Cevap versenize!"diye bağırdım. Gümüş Efendi konuştu,

"Zadesen İdil haber verilmesini istemedi."

"Ne sebeple? Onun sağlını ne kadar önemsediğimi bilmiyor mu?"

"Özür dileriz Hanzadem."

"Bizi yalnız bırakın." Herkesin çıkmasını bekledim. Odanın içi sessizliğe büründüğünde İdil'in nefeslerini duyuyordum. Dudaklarını ısırıyor kendini sıkıyordu. Yanına yaklaştım. Yatağa oturdum.

"Git."dedi çatlak sesiyle.

"İstediğini yap, gitmeyeceğim." Elini tuttum sıkıca. Geri çekmek istediyse de bırakmadım. "Neden böyle yapıyorsun İdil? Neden kendini tehlikeye atıyorsun? Altun Efendi de aynı şeyi söylemedi mi sana?"

"Umurunda mı sanki?"

"Tabii ki umurumda."

"Koşa koşa yanına gittin. Zadesen demişsin hatuna!"

"Kaideleri biliyorsun. Doğurduğunda bu ünvanı alacaktı."

"Şevval'i de zadesen ilan edecek misin? Yanından çıkmıyor kaç zamandır."

"Haftada iki kez ona verdiğim görev için geliyor. Çoğu zaman ben odada bile olmuyorum. Yanımda kalmıyor. Kalmayacak!"

"Üç günlük hatuna odanı emanet edecek kadar aklını başından almış sonuçta!"

"İdil."dedim yalvarırcasına. "Yapma böyle ne olur. Seni ne kadar sevdiğimi, gülen yüzüne ne kadar hasret kaldığımı görmüyor musun?" Bir şey demedi. "Sensiz ben bu sarayda ne yaparım? Beni böyle cezalandırma."

"Erkek doğuracağım diye diye erkek doğurdu."diye söylendi. Benim dediğimi duymazdan gelmişti. "Şimdi kasıla kasıla gezer etrafta. Ayaklandığı an yanıma gelmeye kalkar. Ama buna izin vermem." Hınçla bana döndü. "Beni yalnız bırak Hanzade Korkut."

"Seni yalnız bırakmayacağım İdil. Yeter bu kadar. Sana istediğin zamanı verdim. Artık beni daha fazla cezalandıramazsın." Dudaklarını ısırdı tekrar. "Senin de beni özlediğini biliyorum." Elimi yanağına götürdüm. "Bu süreç yalnız geçmeyecek kadar riskli bir süreç. Sen ne dersen de senin yanında olacağım. Seni tek bırakmayacağım." Yaklaştım ve alnından öptüm. "Lütfen, İdil, lütfen kendine çok dikkat et. Beni sensiz bırakma. Daha pek çok evladımız olur ama sen olmazsan ben yapamam."diye fısıldadım ve odadan çıktım.

***

Ertesi gün sarayda tatlı bir telaş hakimdi. Doğan'ın isim töreni için hazırlıklar vardı. Sabahki kurultay toplantısında tebrikleri almıştım.

Sonrasında ise Recaizadelerin genç oğlu Eren Bey ile çarşıya inmiştik. Ufak tefek alışverişler yaparken esnafa karşı oldukça cömert davranmıştım. Bazı esnaflar özel hediyeler vermişti oğlumun doğumu sebebiyle.

Eren Bey burada bana iyi bir danışman ve sadık bir dost olmuştu. Genç yaşına rağmen ailesinden gelen eğitimle farkını hissettiriyordu. Ecriniddinlerden İlhan Bey zaman zaman ona sataşsa da Eren Bey üstesinden geliyordu. Şimdiye kadar kurultayımda şiddetli tartışmalar olmamıştı ve bundan oldukça memnundum.

Saraya döndüğümüzde akşam olmak üzereydi. Üzerimi değişip salondaki yerimi aldım. Salon oldukça kalabalıktı. Misafirlerin tebriklerini iletmeleri epey sürdü. Oğlumun ismini kutsayacak olan tangay geldiğinde salonda çeşitli dualar okudu eski dilde. Tütsüler yakıldı ve herkes duaları dinledi. Bilenler mırıltıyla eşlik etti. Adak etleri misafirlere ikram edilmeye başlandı. Ablam yanımda memnuniyetle izliyordu töreni. Ertesi sabah Altınova'ya doğru yola koyulacaktı.

İsim töreninin son aşaması için tangay, ben, ablam, Leman Kalfa Duru'nun odasına gittik. Tangay burada da güzel dualar okuduktan sonra oğlumu kucağına aldı. Üzerine bir başak tanesi koydu. "Soyun da bu başak tanesinden çıkan yedişer tohum gibi bol olsun. Senin adın Doğan olsun. Hanene huzur ve bereket getiresin. Senin adın Doğan olsun. Hanlığına bolluk ve zaferler getiresin. Senin adın Doğan olsun."

Tangayın duasından sonra oğlum için aldığım doğum hediyesi olan büyük bir altın hançeri beşiğine bıraktım. Duru'ya aldığım altın kolyeyi boynuna taktım ve odadan çıktım.

Kutlamadan sonra salonda sadece ablamla ben kaldık. Biraz sohbet ettik. Ablam beğenisini dile getirdi.

"Her şey çok güzel oldu. Hanedana yaraşır şekilde."dedi yüzünde onaylamayla. Biraz durduktan sonra, "İdil'in yanına uğradım bugün."dedi. Ses tonu durgun bir hal almıştı şimdi. "Nasıl bu hale geldiniz Korkut? Hanım annem ikiniz için çok ümitliydi. Altınova günlerinden beri aranızın çok sıkı olduğunu söylerdi. Fakat görüyorum ki aranıza mesafeler girmiş."

Derin bir nefes alıp verdim. Ablama nesini anlatacaktım ki? "Bu süreci de atlatacağımıza inanıyorum Bengü. İçini ferah tut. Sancak hayatı Altınova hayatından daha zor, daha yoğun ve daha stresli."

"İdil'le de konuştum. Aklını başına almasını söyledim. Fakat sen de aklını başına al. Han babamın da başka hatunları oldu hep fakat hanım annemin yeri her zaman belliydi. Onu her daim yatıştırmayı bildi."

"Zaman ikimize de iyi gelecek. Doğumdan sonra toparlanacağız."

"Artık kafanı karıştıracak kimse de yok Korkut. Sana tavsiyem ömrünü geçireceğin hatunu incelikle seçmen. Kimsenin hakkını yeme. Adil ol karar verirken."

"Adil olacağımdan emin olabilirsin."

Ertesi sabah erken kalktık. Ablamla kahvaltı ettik. Sonda yola revan oldu.

***

Evladım doğduğundan beri hayat benim için daha farklı olmuştu. Onu görmeden duramıyordum. Tuhaf bir heyecandı, çok güzel bir histi. Toplantıların bitişini heyecanla bekler olmuştum. Biter bitmez oğlumu kontrole gidiyordum. Biraz kucağımda tutuyor, minik gözlerinde huzur buluyordum.

Sorumluluklarım artmıştı. Evladın tadını almıştım artık ve İdil'in doğumu için ciddi bir heyecan başlamıştı içimde. Doğan kalbimin yarısını doldurmuşken İdil'den doğacak evladım da diğer yarısını dolduracaktı. Artık uğruna savaşacağım bir sebebim vardı. Evlatlarıma iyi bir baba olacak onlara sağlam bir hanlık bırakacaktım.

Baharın ikinci ayında İdil'in doğumunun başladığını öğrendiğimde kurultay molasında Doğan'ı sevmeye gitmiştim. Oğlumu annesinin kucağına bırakıp hemen İdil'in odasının yolunu tuttum. "Her şey yolunda mı Leman Kalfa? Bir aksilik olmayacak değil mi?"

"Umuyoruz olmayacak."dedi Leman Kalfa fakat ses tonu endişeliydi.

"Bir sorun mu var?"diye sordum. Yol boyu bir şey dememeye özen gösterdi. "Cevap versene kalfa."dedim sertçe. İdil'in odasının önüne geldiğimizde İdil'in acı dolu iniltilerine karışan haykırışları içimi parçaladı.

"Hanzadem, hamileliği çok zor geçti. Doğumunda da her şey olabilir. Her şeye hazırlıklı olmalıyız."dediğinde gözlerimin karardığını hissettim. Dengemi kaybederken duvara tutundum.

"Sen ne diyorsun kalfa? İdil bunu başaramayacak mı?"

"Biz iyiyi düşünelim Hanzadem. Gümüş Efendi de Altun Efendi de burada. İkisi de tecrübeli ebeler. İkisini de kurtarmak için ellerinden geleni yapacaklar."dedi ve içeri girdi. Ben ise kapının önünde kalakaldım.

Endişeli bekleyişim başladığında ağalardan biri kurultay toplantısını hatırlatmak üzere yanıma geldi. Şu an gözüm toplantı görecek halde değildi. İdil'in her çığlığında kalbim daha çok sıkışıyordu. "Toplantıya bensiz devam etsinler."dedim ve adamı yolladım. Kapının önünde dört dönmeye başladım.

İdil'i kaybedersem ömrümün sonuna dek pişmanlık içinde yanar kavrulurdum. Öğlen bitip hava kararmaya yüz tuttuğunda hala doğum gerçekleşmemişti. İçeri yeni kaynar sular getirilmiş, çarşaflar değişmişti. İçeri girmek istediğimde Leman Kalfa dışarıda kalmamın daha iyi olacağını söylemişti.

Gece iyice çöktüğünde başka bir ağa elinde tepsiyle yemek getirmişti. "Yemek görecek halim mi var benim Gürbüz Ağa? Götür şunu başımdan."diye tersledim adamı. Adam başını büktü uzaklaştı. Leman Kalfa dışarı çıktığında hemen kolundan yakaladım. "Neler oluyor kalfa? Neden bu kadar sürdü?"

"Hanzadem doğum zor gerçekleşiyor. Elimizden geleni yapıyoruz."

"İçeri gireceğim."

"Girmeseniz daha iyi."dese de yanından geçtim gittim. İçeri daldığımda yatakta çığlıklar atan İdil'i gördüm. Hemen yanına gittim. Ter içindeki alnına elimi koydum. "İdil'im. Gözbebeğim."diye fısıldadım. Elini tuttum. Parmakları tüm gücüyle sıkıldı. Acıyla inledi ıkınırken. "Başaracaksın. Bunu bizim için yapacaksın." İnlemesi haykırışa döndü. Gözlerinden yaşlar oluk oluk indi.

"Olmuyor. Korkut. Olmuyor."dedi dudakları titrerken. "Başaramayacağım."

"Başaracaksın. Sen gördüğüm en güçlü hatunsun." Başını iki yana sallıyor acıyla dudaklarını ısırıyordu.

"Hadi İdil Hatun bir kez daha."dedi Gümüş Efendi. İdil derin bir nefes aldı ve tüm gücüyle bir daha ıkındı.

Onu bu halde görmek beni dağıtmıştı. Benim yüzümden gebeliği zor geçmişti. Şimdi de doğumda yaşıyordu bu zorluğu. Bir daha ona bunu yaşatmamaya yemin etmiştim o an. Bir daha benim yüzümden üzülmeyecekti.

Dördüncü seferde  Altun Efendi, "Bebeğin başı göründü. Hadi İdil Hatun. Bir gayret daha. Oldu bu iş."dedi heyecanla. İdil bir kez daha ıkındı. "Oluyor. Evet. Evet. Aferin İdil Hatun."dedi ve bebeği kucağına almıştı. Kısa bir sessizliğin ardından güçlü bir ağlayış kulaklarımızı patlattı.

"Başardın İdil."dedim heyecanla. Gözlerime bakarken gözlerinin içi gülüyordu. Evladımızın ağlamaları yüzümüze gülücükleri doldurmuştu. İdil elini yüzüme götürdü. Baş parmağını gözümün altında gezdirdi. Gözümden bir damla yaş süzülmüş, o dokununca anlamıştım.

"Başardım."dedi gülümseyerek.

"Gözünüz aydın hanzadem. Bir zadeneriniz daha oldu."dedi Gümüş Efendi. Altun Efendi'den aldığı bebeği yanımıza getirdi. Minik oğlum annesinin kucağına bırakıldığında sakinleşmişti.

"Balamir."diye fısıldadı İdil onun gözlerine bakarak.

"Çok güzel bir isim."dedim elimi oğlumun başında gezdirerek. "Oğluma yaraşır bir isim."

"Düşümde görmüştüm. Oğlum vardı. İsmi Balamir'di." Sorar gibi gözlerime baktı. "Beğendin mi?"diye sordu.

"Beğendim tabii ki. Uygundur." Leman Kalfa'ya döndüm. "Hazırlıklar başlasın Leman Kalfa. Oğlumun isim töreni için gösterişli bir yemek verilsin. Her yere haber edilsin. Çarşıda altınlar dağıtılsın. Kurbanlar kesilsin. Her şey eksiksiz olacak."

Ertesi gün hazırlıkları ben de yakından takip ettim. Kurultay toplantımı kısa tuttum. Beylere akşam hepsini ailesiyle tam olarak görmek istediğimi söyledim. Sonra sadaka dağıtımına katıldım. Halkım beni görünce heyecanla sokağa dökülmüştü. "Hanzade Korkut çok yaşa!" tezahüratlarıyla beni karşılıyorlardı.

Zaman geçtikçe sancak şehrimi iyice benimsemiştim. Halkım da beni kabul etmişti. Aramızda sıcak bir ilişki vardı ve bu beni memnun ediyordu.

Saraya döndüğümde bütün hazırlıklar tamdı. İdil'i odasında ziyaret ettim ve hazırlıkları anlattım. "Ben de yemeğe katılmak istiyorum."dedi. Kaşlarımı çattım. Zorlu bir doğum atlatmıştı ve hemen ayaklanmaya çalışıyordu. Oysa Gümüş Efendi en az bir hafta dinlenmesi gerektiğini ve sonra ayağa kalkabileceğini söylemişti. "Kendimi çok yormayacağım. Söz veriyorum."dedi sıcak bir gülümsemeyle.

Bu gülümseme içimi o kadar ısıtmıştı ki bir anda sıkıca sarıldım ona ve alnını öptüm. Aylarca hasret kalmıştım bu gülüşe. "Gümüş Efendiyle konuşalım. Eğer izin verirse bir süre gelebilirsin."

"En azından misafirleri birlikte karşılayalım. Yemek başlamadan odama dönerim."

"Yine de önce Gümüş Efendinin fikrini almak istiyorum." Muzipçe gülümsedim. İşkızlardan birine Gümüş Efendiyi çağırmasını söyledim. Bir süre sonra Gümüş Efendi geldi. İdil'in isteğini ona anlattım. O da benim gibi çatık kaşlarla dinledi. Başını iki yana sallarken İdil ısrarına devam etti.

"Çok riskli İdil Hatun."

"Uzun sürmeyecek ki. Sadece bir süre aşağıda olacağım. Sonra odama döneceğim. Yemeğimi burada yiyeceğim. Altun Efendi bu sırada Balamir'le ilgilenir."

Gümüş Efendi derin bir nefes aldı. İdil'e laf dinletmek mümkün değildi. "Çok kısa duracaksın."

"Tamam."dedi İdil neşeyle. Balamir'in sağlıklı doğması onun neşesini yerine getirmişti. Bir mucize gibi doğmuştu aramıza. İdil'le aramdaki buzları eritmişti.

Hazırlanmak için odama geçtim. Kırmızı üzerine altın işlemeli bir kaftan giydim. Dedem Kubat Han'dan kalma altın taban üstüne yakut yüzüğü sol baş parmağıma taktım. Yemek salonuna gitmeden önce İdil'in yanına uğradım. O da hazırlanmıştı. Benim gibi kırmızı bir elbise seçmişti. Boyun kısmı altın rengi işlemelerle süslüydü. Eteği kabarıktı. Siyah saçlarını arkasında toplatmış başına gösterişli yakut bir taç takmıştı. Boynunda doğum hediyesi olarak işlediğim yakut kolye vardı.

Yanıma yaklaştığında dudaklarını acıyla sıktığını fark ettim. "Gelmek zorunda değilsin. Tangay zaten odana gelecek." Başını inatla iki yana salladı. Çenesini dikleştirdi.

"Karşılamayı birlikte yapmak istiyorum."dedi kararlı bir tonla. Kolumu uzattım ve koluma girdi. Birlikte salona yürüdük. Koridorda bizi gören ağalar, işkızlar, hatunlar hemen reverans yaptı. Salon kapıları geldiğimizde açıldı. Misafirlerimiz içeride toplanmıştı. Gelişimizle herkes ayağa kalktı ve saygıyla eğildi. Yüksekteki tahtlarımıza ilerlerken uyumlu bir çift olarak gözüktüğümüze emindim.

Yerlerimize geçtiğimizde ablam Bengü memnun bir gülüşle bize bakıyordu. "Harika görünüyorsunuz."dedi sessizce. Gülümseyerek karşılık verdim. Misafirlere oturmaları için el işareti yaptım ve herkes oturdu.

Tebrik süreci böylece başladı. Önce sıradan insanlar geldi. Küçük hediyelerini sundular. Sonra sıra tanınmış ailelere geldi. Hediyelerin pahası da artış göstermişti. Son olarak tanınmış aileler boy gösterdi. Önce Nizmanlar yaklaştı. Ravesna ipeklerinden yatak örtüleri getirmişlerdi. Ravesna ipekleri yüksek kalitesi ve fiyatıyla ünlüydü. Sonra Rahşanlar geldi. Küçük kızlarını da getirmişlerdi. Batu Bey ve Başak Hatun Aspargon işlemeli bir bebek yatağı getirmişlerdi. Batu Bey'in kız kardeşi Gülizar Hatun ise ayrı bir kitap getirmişti. İçinde Aspargon çocuk masalları olduğunu söylemişti. İdil memnun bir şekilde gülümsemiş, daha sonra görüşmek istediğini belirtmişti. Gülizar Hatun bu süreçte saraya sık sık gelmiş İdil'e arkadaşlık etmişti. İdil için yeri ayrıydı.

Recaizadeler yaklaştığında hediyelerini Eren Bey takdim etti. Balamir için İlgerun çeliğinden küçük bir kılıç takımı yaptırmış geleceğin kılıç ustası demişti. Ecriniddinler ise bir sandık altın getirmişlerdi doğum hediyesi olarak.

Bu cömert isim töreni halkın yanımda kimi görmek istediğine dair pek çok ipucu veriyordu. Bunu görmemek imkansızdı. Doğan için yaptığımız tören bu kadar gösterişli geçmemişti. Bunda İdil'in payı büyüktü. Her zaman aktif olmaya çalışmıştı. Ecriniddin ve Recaizadelerin soğuk yaklaşımına rağmen her zaman onlarla iletişim kurmuş kendini hatırlatmıştı. Yıl boyu verdiğimiz yemeklerde hep yanımda İdil olmuştu. Duru ise bu kadar öne çıkmamıştı. Kendini geride bırakmıştı. Bu yüzden halkı yaptıkları ayrım için suçlayamazdım.

Ecriniddinler yerlerine çekildikten sonra karşımızda siyah pelerinli bir adamın beklediğini gördük. Gözlerini kırpmadan bakıyordu bize. Buralı olmadığı belliydi. Ağır adımlarla yaklaşırken boynunda ışıldayan kolyesi dikkatimi çekti. Siyah deri ipin ucunda sallanan altın madalyonda tuhaf semboller vardı. On iki parçaya bölünmüştü ve her noktaya bir şekil işlenmişti.

"Oğullarınız için uzun ömürler diliyorum Hanzadem."diyerek reverans yaptı. Gümüşten yapılma iki tane halka şekilli cisim bıraktı önümüze. Halkanın içi beyaz iple örümcek ağı gibi işlenmişti. Bir tarafından tüyler sarkıyordu. "Geldiğim diyarlarda kötü ruhları uzak tutan bir tılsım olduğu söylenir. Kötü ruhlar hayatlarına devam etmek için masum bebekleri kullanır. Bebekler uyurken bedenlerine girer masum ruhlarını emerler ve bedenlerine kalıcı olarak yerleşirler. Bunun önüne geçmek için yeni doğan bebeklerin yanına bu gümüşten yapılma tılsımlı düş kapanlarını beşiklerin üstüne koyarız."

"Hangi diyarlardan geliyorsun?"diye sordum.

"Uzak diyarlardan geliyorum Hanzadem. Yolum buraya düştüğünde iki bebek sahibi olduğunuzu duydum ve bunun bir tesadüf olmadığını düşündüm." Kaşlarım havalandı.

"Teşekkür ederim bu düşünceli hediyeleriniz için. Fakat tangaylarımız da dualarıyla kötü ruhları başarılı bir şekilde kovuyor. İçiniz rahat olsun." Başını öne eğdi. Yerine geçti.

Tangay önceki isim töreninde olduğu gibi önce salonda dualar etti. Buhurdanlıktaki tütsü kokusu etrafa yayıldı. Sonra İdil'in odasına gittik. Gülizar Hatun da eşlik etti bize.

Tangay güzel duaların ardından Balamir'i kucağına aldı ve Doğan'da olduğu gibi üzerine bir başak tanesi koydu. "Soyun bu başak tanesinden çıkan yedişer tohum gibi bol olsun. Senin adın Balamir olsun. Hanene huzur ve bereket getiresin. Senin adın Balamir olsun. Hanlığına bolluk ve zaferler getiresin. Senin adın Balamir olsun."

Tören böylece bitmişti. İki oğlum da tangay tarafından kutsanmıştı. Artık iki evlat babasıydım ve bu beni gerçekten mutlu etmişti. Bundan sonra hanlığımı onlar için koruyacak, büyütecek, güçlendirecektim. Benden sonra evlatlarıma güçlü bir hanlık bırakmak için çabalayacaktım. Artık hedefim belliydi. Sıradan insanlar gibi basit şeyleri sorun etmeyecektim. Başarılı bir han olabilmem için ne gerekiyorsa onu yapacaktım. Hayatımda yeni bir dönem başlamıştı artık.

***

-Korkut'un iç sorguları hakkında ne düşünüyorsunuz? Nasıl bir gidişat gösteriyor?

-Bengü'nün konuşmalarını nasıl buldunuz? 

-İdil ve Korkut nasıl ilerliyor? Bu hanlığı idare edebilirler mi?

-Garip adamı bir daha gördük. Sizce ne amaçla burada?

Sonraki bölüm İdil'den olacaktır. Merak ettiğiniz konular varsa yorumda belirtebilirsiniz. Fırsat bulursam o konulara da değinmeye çalışırım. 

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top