35. Omena'nın Kızı ve Quadre'nin Oğlu

1413 Senesi - Bahar Mevsimi

ASPARGON HANLIĞI

Sangür Şehri - Bir han...

Gökben Hatun

Bir zamanlar kim olduğuma dair hiçbir fikrim yoktu. Bana adın Gökben denmişti ve ben Gökben olmuştum. Kaderin bu demişlerdi onu yaşamaya çalışmıştım. Ne dendiyse ne istendiyse yapmış bana sahip çıkanları mutlu etmeye çalışmıştım.

Her şey Müge Hanım'ın bana içirdiği doğruluk iksirinden sonra değişmişti. Ağzımdan laf almak için vücuduma verdiği sıvı anılarımı canlandırmıştı. O günden beri giderek artan bir hızla tüm anılarım geri gelmişti. Kim olduğum, soyum, evim, ailem...

Sonrasında ise merak ele geçirmişti zihnimi. Ailem neredeydi, ne yapıyorlardı, yaşıyorlar mıydı, beni aramışlar mıydı? İllio'nun kollarında uzanmış sabahın ilk ışıklarının odamızı aydınlatışını izlerken aklımdan geçenler bunlardı. Eli gevşek bir şekilde belimi sarıyor, derin nefesler eşliğinde uyuyordu. Onunla birlikteydim ve bu o kadar harika bir histi ki kaybetmek istemiyordum. Hayatımın kontrolü bendeydi artık. Özgürdüm. İstediğim yere, istediğim adamla gidiyordum.

"Günaydın."diye mırıldandı. Başımı kaldırıp ona baktım. "Erkencisin."

"Uykumu aldım."dedim ve kendimi yukarı çektim. Yanağına bir öpücük bıraktım. Başımı boynuna gömdüm ve deniz kokusunu içime çektim. Boynuna da bir öpücük bıraktım ve kalktım. Bileğimden yakaladığı gibi geri çekti.

"Öyle uyandırıp gidemezsin hatun."dedi ve kollarının arasına aldı beni. Çapkınca gülümsüyordu.

"Yola koyulma vaktidir İllio Bey."dedim cilveyle. "Beni konaklatacağın sonraki handa bakarız bir şeyler."

"Yol uzun sürebilir." Beni kollarının arasına aldı ve üstüme uzandı.

"Sürsün."

"Yanımda bile özlüyorum seni. Ne yaptın bana böyle?"dedi gülümseyerek. Saçlarımı düzeltti eliyle.

"Sana sormak lazım. Şu halimize bak. Kaçak yaşıyoruz ve bundan zevk alıyoruz." Gülmeye başladım. "Acaba bir gün düzenli bir hayatımız olacak mı?"

"O kadın ömrünün sonuna dek seni kovalayacak değil."dedi kendinden emin. Fakat ben o kadar emin değildim. Suna'nın hırslarına, sabrına yanında olduğum zaman boyunca fazlasıyla şahit olmuştum. O kadın son nefesini vermediği müddetçe yakamdan düşmeyecekti.

"Hadi yaramazlığı bırak da hazırlanalım."dedim ve kollarından sıyrıldım.

Küçük el bohçalarımızı hazırladık. İki yedek kıyafetle seyahat ediyorduk. Bir de İllio'nun kendi deri çantaları vardı. Babası Kara Yılan Dolius'un haritaları muhafaza ediyordu çantada ve arada bulduğu koleksiyonları biriktiriyordu.

Odadan çıkışımızı yaptıktan sonra hana indik bir şeyler yemek için. Sangür'de börek tipi kahvaltılıklar meşhurdu. Lor peynirli ve yağlı üçgen biçimli börekleri vardı. Bana ağır geliyordu fakat buralarda seviyorlardı ve her handa kahvaltının vazgeçilmeziydi. Yanında ise boza veya ayran içiliyordu.

Yemekten sonra paramızı ödedik ve atlarımızla yola koyulduk. Plana göre doğudaki Kartalkale vilayetine gitmemiz gerekiyordu. Havalar ısınmaya başladığı için Karbey'e kısa bir gezinti yapma konusu da gündeme geliyordu. Güney limanlarının durumunu bilmiyorduk. Fakat Taşlı, Bozok ve Ertunç'un Suna'nın adamları tarafından abluka altına alındığını biliyorduk.

Güneş tepeye yükselirken doğuya doğru ilerliyor aramızda sohbet ediyorduk. Bana Simir Makos'un Quadre inancından bahsediyordu İllio. Güneş ve ay, deniz ve yıldız efsanelerinden birini anlatıyordu.

"Önceden Rhaena, Lothario, Eldoria ve Sithro Quadre tarafından dünyaya gönderilmiş çok güçlü ölümsüz tanrılarmış. Rhaena gücünü güneşten alır, ateşi kontrol edermiş, Sithro ise diğer yıldızların gücüne hakim olur dünyadaki madenleri yönetir, birbirine çevirirmiş. Lothario gece olup karanlık çöktüğünde ortaya çıkan aydan alırmış gücünü. Ay tozundan güçlü aşk iksirleri yapar aşıkları birbirine kavuştururmuş. Eldoria ise denizlerin, suların hakimiymiş. Hayat ondan sorulurmuş.

Rhaena kızıl saçlı bir kadınmış. Gözleri ise güneş gibi sapsarıymış. Sithro çelik gözlü, gümüş saçlı bir adammış. Yıldızlarla uğraştığı için saçlarına yıldızların bezendiği söylenir. Zaman geçtikçe Rhaena ve Sithro kendilerini en güçlü tanrılar kabul etmiş ve dünyanın yönetiminin onlarda olmasına karar vermiş. Biri güneşe ve ateşe, diğeri yıldızlara ve madenlere hakim olup en güçlü ve en zengin biziz, yönetim bizim hakkımız demiş. Bir nevi dünyanın kral ve kraliçesi olmuşlar.

Bu sırada kalplerinde yönetim hırsı olmayan Lothario ve Eldoria ise onlara karşı çıkmamış. Ayın ve denizin uyumu nasılsa onlar da öyle uyumluymuş. İkisi de yaşam dolu güçlere sahipmiş. Diğerleri beşeri yönetirken onlar doğayı yönetirmiş. Gece saçlı, ay gözlü Lotahrio içten içe yosun saçlı, deniz gözlü Eldoria'ya aşıkmış ama Eldoria'nın bundan haberi yokmuş. Lothario'nun insan dostları ona neden ay tozlarından güçlü bir iksir yapmadığını sorduğunda onu büyüyle elde etmeyecek kadar aşka saygısı olduğunu söylermiş.

Zaman böyle akıp geçerken, Rhaena ve Sithro fetihlere başlamış. Fetihlerden biri Simir Makos üzerine yapılmış. Güçlü bir donanmayla Simir Makos'a ilerliyorlarmış. O gün denizde öyle dalgalar çıkmış ki gemiler ilerleyemez olmuş. Yıldırımlar düşüyor, girdaplar açılıyormuş. Doğa; dengeyi bozan bu iki tanrıya kafa tutuyormuş. Denizdeki bu durumu hisseden Eldoria denize huzur getirmek için fırtınanın ortasına uçmuş. Fakat dalgalar ona da meydan okumuş. Rhaena ve Sithro dünyaya savaş getirirken karşı durmadıkları için doğa onlara da öfkeliymiş. 

Eldoria yaptıkları hatayı anlamış fakat donanmalardaki masum askerleri ölüme terk edememiş. Tüm gücüyle denize hakim olmuş. Üzerine yıldırımlar inerken pes etmemiş. Dostunun bu halini öğrenen Lothario da peşine düşmüş. Ayın gücüyle sulara hakim olmaya çalışmış.

Eldoria ve Lothario fırtınayı durdurmasına durdurmuş fakat Eldoria gücünün tamamını kaybetmiş. Bununla birlikte ölümsüzlüğü de gitmiş ve fani bir insana dönüşmüş. Yosun saçları sararmış, deniz gözleri soluklaşmış. Bedeni kıyıya vurduğunda Sithro da hemen yanındaymış. Yıldızların tanrısı gözlerini açtığında karşısında bu deniz gözlü hatunu görünce afallamış. Rhaena'nın güneş gözlerini unutmuş, gitmiş. 

Eldoria kendine geldiğinde dünyanın kralı Sithro'yu karşısında görünce ürkmüş. Fakat Sithro onu yatıştırmış. Aralarında bir aşk başlamış. Sithro onun öğretilerini dinledikçe savaştan uzaklaşmış, barış yanlısı olmaya başlamış. Rhaena'nın savaş arzusuna ayak uyduramıyormuş artık ve güneş tanrıçası Rhaena ondaki bu değişimi anlamak için Sithro'nun peşine düşmüş.

Öğrenmiş ki yüzyıllık dostu güçlerini kaybeden eski bir tanrıçaya aşık olmuş. Sithro'nun olmadığı bir gün Rhaena Eldoria ile yüzleşmiş ve bu kadında ne bulduğunu anlamak istemiş. İçindeki yakan, yıkan taraf bu kadının yaşatan, dengeyi kuran yanını anlamamış ve onu oracıkta öldürmüş. Bedenini de denize atmış. O an Eldoria'nın bedeni köpük köpük olmuş ve tamamen denize dönüşmüş.

Sithro aşkını görmek için geldiğinde Rhaena'nın öfkeden kendini kaybetmiş haliyle karşılaşmış. Olanları öğrenince eski iki sevgili arasında korkunç bir kavga çıkmış. Bu kavga Simir Makos kıyılarının şimdiki hale gelene dek parçalanmasına sebep olmuş. İki ölümsüzün kavgası sadece doğaya zarar vermiş. Lothario bu kavgayı durdurmak için gecenin çökmesini beklemiş ve aydan aldığı güçle onları iki tarafa ayırmış. Her yer yanıyormuş, ormanlar metale dönmüş, yeryüzünün şekli değişmiş.

Lothario aşık olduğu kadının, Eldoria'nın, deniz olduğunu öğrenince kendini bırakmış. Ruhu aya hapsolmuş. Sithro da Eldoria'nın kaybını kabullenemeyip kendini yıldıza dönüştürmüş. Rhaena ise içini yakan yalnızlığın acısıyla saf ateşe, güneşe dönüşmüş. O gün sabah olduğunda öyle ısınmış öyle yanmış ki dünyadaki tüm denizleri kurutmak istemiş. Denizler fokurdamış o gün. Nehirler kurumuş. Bu felaketi öğrenen Lothario tüm gücüyle güneşin önüne geçmiş. Gün geceye dönmüş. Rhaena Lothario'nun bir yanını yakmış yakmış... Lothario sevdiği kadının son hatırasının dünyadan silinmemesi için bu yakıcı ateşe dayanabildiği kadar dayanmış.

Rhaena'nın durmaya niyeti yokmuş. Sithro olanları hissedince yıldızları parçalamış, koca koca zift karası kayalar dünyaya yağmış. Rhaena'nın ateşini almış kayalar. Dünya felaketin eşiğine gelmiş. Onlara bu güçleri veren Quadre o an müdahale etmiş ve hepsinin gücünü elinden almış. Dünyadaki savaş durulmuş. Rhaena sadece Güneş, Lothario sadece Ay olmuş. Sithro kuzey yıldızına dönüşmüş. Eldoria ise sonsuz deniz olarak kalmış.

Hırs, tutku ve aşk dünyanın sonu oluyormuş neredeyse..."

Efsane bittiğinde üzerime tuhaf bir ağırlık çökmüştü. Daha ince detayları olduğunu düşündüğüm bu hikaye beni derinden etkilemişti. Aşk uğruna neler yapılmıştı. 

"Bir Eldoria yüzünden dünya yok oluyormuş desene sen şuna."dedim gülerek.

"Ben Sithro'nun haklı olduğunu düşünüyorum."dedi İllio. "Rhaena onun sadece gücüne aşıktı, fakat Eldoria onun kalbindeki güzelliklere dokunmuştu."

"Değişik bir hikayeydi."

"Babam anlatırdı bu efsaneleri hep. Bende hikaye bitmez. Ayrıca Quadre Efsaneleri Simir Makos'ta çok yaygındır. Hayatı denizlerde geçen bizler her zaman Eldoria'ya dua ederiz şefkatiyle mürettebatımızı koruması için. Savaşa gidileceği zaman Rhaena'dan güç, Sithro'dan cesaret istenir. Gece yolculuğunda yolu kutsaması için Lothario'ya balık kurban verilir yolculuktan önce. O balığın kanı güverteye sürülür. Daha çok çeşitli yönleri vardır."

"Zamanla anlatırsın o zaman hepsini."dedim. Birlikte geçirecek çok zamanımız vardı. Bana yaşadığı toprakların her şeyini anlatmasını istiyordum. Onunla ilgili her şeyi bilmek istiyordum.

Güneş iyice yükseldiğinde küçük ağaçlardan oluşan bir ormana yaklaşmıştık. Ana yoldan ilerlerken orman sol tarafta kalıyordu. Sağ tarafta ise yaylalar uzanıyordu. Yollar sakindi. Yaylalarda evler gözükmeye başladığında tarlada çalışan işçileri görüyorduk.

Arkamızdan yaklaşan nal seslerini duyunca şaşkınlıkla o yana döndük. Dört kişilik bir grup yol boyunca ilerliyordu. Endişeyle İllio'ya döndüm. Sakin ol der gibi baktı bana. Sonra gruba döndü tekrar. Gözlerini kıstı. Bu yol daha çok çiftçiler tarafından tercih edilirmiş. Bu nedenle bu adamlar endişelenmeme sebep olmuştu. Bize doğru gelirlerken yavaşladılar. İllio'nun eli belindeki kılıca gitti. Hazır duruyordu.

"Gününüz ferah olsun beyim."dedi içlerinden biri. "Karbey'e gideceğiz. Sangür'deki hanlardan buraya yönlendirdiler. Fakat daha demin bir beyin çiftliğinden geçerken tekrar sorduğumuzda yolu uzattığımızı söylediler."

"Evet, uzatmışsınız."dedi İllio sertçe. Kaşları çatıktı. Onlardan hoşlanmamıştı benim gibi. "Geri dönün ve pazarda tekrar sorun. Yardımcı olurlar."

"Tamam. Sağol."dedi adam. Fakat hala yola koyulmamıştı. Biri bana bakıyordu ısrarla.

Yolumuza dönmüştük ki, "Gökben Hatun?"dedi bana bakan. O an İllio da ben de atları dürtüp dört nala koşmaya başladık. "Kaçış yok!"diye bağırdı arkadan. Onlar da peşimizden atlarını koşturmaya başladı.

Suna yine bulmuştu beni işte. Asla vazgeçmeyecekti benden. Hayatımı cehenneme çevirene dek durmayacaktı. Atlarımız dört nala koşarken kalbim gümbür gümbür atıyordu. İki kişiydik ve onlar dört kişiydi. Bizi bir pusunun beklemediğinin garantisi yoktu.

"Sola dönüyoruz."dedi İllio ve ormanda gördüğü ilk patikadan sola saptık. Ani dönüş adamların afallamasına sebep olmuştu ve aradaki mesafe biraz da olsa açılmıştı. Fakat pes etmeye niyetleri yoktu. Patikadan gidebildiğimiz kadar gittik. Ormanda zikzaklar çizdik. Nereye gittiğimize dair hiçbir fikrim yoktu. Yön kavramım allak bullak olmuştu.

Sonunda İllio atını durdurup indi. Beni de indirdi. Atlara birer kez vurup koşmalarını sağladı.

"Neden yaptın bunu?"dedim giden atlarımızın arkasından bakakalarak.

"Atlarla saklanmamız mümkün değildi. Bu şekilde onları şaşırtma imkanımız artacak. Karşı karşıya dövüşecek olursak da hepsini indiririz." Kendine inancı yüksekti.

"Kılıçta okta olduğum kadar iyi değilim."dedim korkuyla.

"Artık iyisin. Canın pahasına dövüşeceksin Eldoris. Buna şüphem yok."dedi ve patikadan çıktık. Ormanın içlerine doğru ilerledik. Büyük bir sessizlik vardı. Yine de uzun bir süre koştuk.

Durduğumuzda hızlı nefes alıp vermekten boğazım ağrıyordu. Yere eğilmiş, bulduğumuz kayalıkların ardına saklanmıştık. Kulak kesilmiş ormanı dinliyorduk. Ağaçların hışırtıları, kuşların sesi dışında yabancı bir sese rastlamamıştık henüz. Yine de İllio kılıcını kınından çıkarmış ben de ok ve yayımı elime almıştım.

Bir süre sonra atlıları duyduk. Yavaşlamışlardı. Kendi aralarında konuşuyorlardı. Ne dedikleri anlaşılmıyordu fakat her yana dikkatle baktıklarına emindim.

"Adamlardan biri ayrılmış."diye fısıldadı İllio. "Üç atlı var."

Arka tarafımıza dikkatle bakmaya başladım. En ufak bir hışırtı kalbimin hızlanmasına sebep oluyordu. Ön yandakiler de yavaş gidiyordu.

"Atlar boş!"diye seslendi biri. Gruptan ayrılandı muhtemelen. "Ormanda saklanıyorlar."

"Dağılın! Hatunu bulmadan gelmeyin!"

"Diğerini ne yapalım?"

"Öldürün!"

Gözlerim korkuyla açılarak İllio'ya döndüm. Karardan etkilenmemişti. Kılıcını daha sıkı kavradı. Diğer eline de uzun bir hançer aldı.

"Adamlardan biri bu yana geliyor. Hazır ol. Birazdan burada işler kızışacak."dedi sessizce. İyice toprağa gömüldük. Sırtüstü yatıyordum. Yayımı sıkıca tutuyordum. Parmaklarım yayın üstündeki oku kavramıştı. "Hazır." Bir anda fırladı ve adamın üstüne atıldı.

Adamın refleksleri iyiydi. Kılıcını anında önüne getirip İllio'yu savuşturdu. Yayımı germiş nişan arıyordum fakat İllio benden yanaydı hala. Arbedeyi duyan diğerleri bu yana koşmaya başladı. Onlara nişan aldım ve oku bıraktım. Birini sıyırıp geçmişti. Yeni ok yerleştirdim yayıma. İyice yaklaşıyorlardı. Tekrar bıraktım. Koluna isabet etmişti. Fakat koşmaktan vazgeçmemişti. Tekrar yayımı germiştim ki arkadan bedenimi kavrayan kollarla neye uğradığımı şaşırdım. Beşincileri de vardı demek!

Okum ve yayım bir kenara savruldu. "Bırak beni!"diye bağırdım debelenerek. Ayaklarımla bacaklarına vuruyor, dirseklerimle karın boşluğuna isabet ettirmeye çalışıyordum.

"Rahat dur hatun! Rahat dur dedim!" İyice sıktı belimden ve ayaklarım yerden kesildi.

"İllio!"diye haykırdım. İllio bize döndü. Beni o halde görünce karşısındakiyle daha acımasızca dövüşmeye başladı. Kılıcını karnına sapladı ve bize yöneldi.

Kafamı arkaya attırmaya başladım. Adamın burnuna sert bir darbe indirmeyi başarmıştım. Adamın kolları gevşediğinde küfürler savuruyordu. Yere düştüğümde İllio hançerini adama fırlatmış göğsünden vurmuştu. Adam kıpırtısız kalıp yere yıkılırken hızla toparlanıp ayağa kalktım ve kılıcımı çektim.

Tecrübem yoktu fakat İllio haklıydı. Canım pahasına dövüşecektim. Üç kişi üstümüze gelirken gardımızı aldık ve dövüşmeye başladık. Adamların vuruşları o kadar sertti ki her darbede bileğime ağrı yükleniyordu. Fakat pes etmeye hiç niyetim yoktu.

İllio ile ilk karşılaştığımızdaki gibi dövüşüyorduk düşmanla. Sırt sırta.

Kolumu sıyıran bir kılıç darbesi acıyla inmeme sebep oldu. "Hatuna zarar verme!"diye bağırdı biri.

"Hatunu canlı istediler. Yarasız değil!"dedi karşımdaki pis bir sırıtışla.

Öfkeyle kılıcımı savurdum. Beni ustaca savuşturdu. Birkaç kez daha vurdu kılıçlarımız birbirine. Son vuruşta kılıcı döndürdü döndürdü ve sonunda elim boşladı. Kılıcım bir kenara savruldu. Adam bu fırsatla üstüme yürüdü fakat elbisemin kemerinden çıkardığım hançeri görmemişti. Sımsıkı tuttuğum hançeri adamın karnına soktuğumda şaşkınlıkla bakakaldı bana. Elim korkudan titriyor, karnından yayılan kan buz kesen elimi ıslatıyordu. Adamın eli boğazıma yapıştığında hançere asılarak yana çevirmeye başladım. Nefesim kesilirken hançeri geri çekip tekrar batırdım. Boynumdaki elleri gevşedi. Gözlerindeki pis ifade söndü. Ağzına dolan kan yüzüme sıçradı. Hançeri o kadar sıkı tutuyordum ki adam yere yığılırken hançer elimde kaldı.

Daha önce de birilerini öldürmüştüm fakat hiç bu kadar yakından bakmamıştım. Ölüm gözümün içine bakarak olmamıştı. Kendime geldiğimde İllio'ya döndüm. Karşısında iki adam vardı ve ikisiyle de sert bir dövüşe tutuşmuştu. Yere düşen kılıcımı kaptığın gibi ben de atıldım. Arkası bana dönük olan adama kılıcı sırtından sapladım tüm gücümle. Metalin eti kesişini parmak uçlarımda hissettim resmen. Adam yere yığılırken İllio da diğerini öldürdü. Ormana yine bir sessizlik çöktü.

Nefes nefese birbirimize bakıyorduk. Üstümüz kan içindeydi. Alnımızda terler birikmişti. "Yabani sevgilim benim."dedi İllio gülerek. Beni kendine çekti ve sıkıca sarıldı. Kolumdaki yarayı sıkmıştı yanlışlıkla ve acıyla inledim. "Pardon."dedi hemen geri çekilerek. "Yarana bakayım."dedi ve kılıcını elbisesinin köşesiyle temizleyip kınına soktu. Elbisemin kolunu yırttı. Omzum ortaya çıkarken,

"Bana yeni bir elbise borçlusun."dedim derin nefes alarak.

"İstediğin elbise olsun."dedi yarayı incelerken. Ellerimi elbisemin eteklerine silerken yandan astığı çantasından deri matara çıkardı. İçinde rom olduğunu bildiğimden yüzümü ekşittim. Fakat umurunda olmadan koluma döktü. Dudaklarımı sıktım. "Dayanıklısın."dedi koluma üzerinden kopardığı başka bir bez parçasını sararken.

"Seninle dayanıklıyım."diye itiraf ettim. Beni güçlü hissettiren onun varlığıydı. Onunla bambaşka biri olmuştum. Bir saray kanaryasından koca bir kartal yaratmıştı. Bu korkusuzluğumdan memnundum. Onunla her şeyi yapabileceğimi biliyordum. Onun bana inancı, bana aşk dolu bakışları yetiyordu kendime inanmam için.

Adamlardan kalan atlardan ikisine atlayıp yola koyulduk. Ormandan çıktığımızda İllio kafasını kaşıyarak etrafa bakıyordu. "Bir şey mi oldu?"diye sordum merakla ona bakarak.

Güneş batmaya hazırlanıyordu artık. "Ormanın kuzeyine gelmişiz iyice."

"Yani?"

"Planımızdan uzaklaştık." Derin bir nefes aldı. "Neden böyle oldu ya?"

"Korsanlık becerilerin seni yanılttı mı?"diye sordum alayla gülerek.

"Neyse, bakalım karşımıza ne çıkacak?"diyerek ilerlemeye devam etti. Ben de ona uyum sağladım.

Zaman geçti, güneş battı. Gökyüzünün kızıllığı kaldığında bir göle yaklaştık. Yüzeyi pürüzsüz görünüyordu. Baharla tomurcuklanan ağaçların yansıması gözüküyordu. Geride ladin ağaçları yükseliyordu.

"Bu gece burada kamp yaparız. Sabah yeni bir rota çizeriz. Belli ki görülmüşüz. Kartalkale'ye gideceğimizi tahmin etmiş olmalılar."

Yüzüm asılmıştı. Suna her vilayete haber mi yollamıştı benim için? Peki beni nasıl tanıyorlardı? Resimlerimi de mi dağıtmıştı? Öfkeyle nefes verdim. Ellerim dalga dalga inen kumral saçlarıma gitti. "Ravesna kınası bulmamız lazım."dedim İllio'ya bakarak. Ravesna kınası saçları boyamak için kullanılırdı ve simsiyahtı. Fakat İllio ağaçların arasına doğru ilerliyordu. "Nereye gidiyorsun?"

"Biraz odun toplayacağım ateş yakmak için. Gece serin olur. Havalar hala o kadar ısınmadı."

"Ben de yardım edeyim."dedim kalkarak. Bir şey demedi. Peşine düştüm. Ağaçlar arasında dolanıyordu. Fakat odundan ziyade ağaçlara bakınıyordu. Karanlık çöktü çökecekti artık. Kızıl gökyüzü mora dönmüştü. "Dalları mı koparacaksın? Niye yukarılara bakıyorsun?" Cevap vermedi. Her ağaca yaklaşıyor dikkatle inceliyor sonra diğerine gidiyordu.

Ben de yerde gördüğüm dalları topluyor kucağımda biriktiriyordum. Mor laciverde dönerken İllio "İşte burada."dedi. Ona döndüm. Bir ladin ağacının dibinde durmuş parmakları gövdede geziniyordu. Yanına gittim. Ağaca kazınmış 'S' şeklinde bir sembol vardı. Ucu çatal gibi üçe ayrılıyordu sembolün.

"Ne oldu? Bu ne?"diye sordum.

İllio gülümsüyordu. Yere çöktü. Hançerini çıkardı ve ağacın dibini kazmaya başladı. Kazdı kazdı. Artık tek ışık kaynağımız ay ışığıydı. Ağacın kökleri ortaya çıktığında bile kazmaya devam etti. Hançerin ucu metalik bir şeyi kazımaya başladığında durdu. Kaşlarım çatılırken elini köklerin arasına soktu ve biraz daha uğraştı. Sonunda kapkara bir kutuyu avucunun içinde çıkardı.

"Yoksa bu da mı babanın gömüsü?"diye sordum hayretle. Başını aşağı yukarı salladı. "Yani yolu kaybetmemiştin?" İki yana salladı başını. "Peki özelliği ne?"

"Hadi gel."dedi ve göle doğru yürüdü. Açıklığa çıktığımızda ayın yansıması sudaydı. Gölün kenarına çöktü. Ellerini ve kutuyu yıkarken ben de elimi yüzümü yıkadım.

"Beni kandırdın."

"Kandırmadım."dedi gülümseyerek. Kutuyu yıkamıştı. Siyah metal ay ışığında parlıyordu. "Sana anlattığım efsaneyi hatırlıyor musun?"diye sordu. Başımı aşağı yukarı salladım. "Bu kutu da bu hikayeyle bağlantılı. Eldoria deniz olduğunda çıkan savaşta Sithro dünyaya ateş topu gibi kayalar yağdırmıştı. Onların aşkına tanık olan bir mücevher ustası o kayalardan birinden elde ettiği demiri eritmiş. Bu erimiş demirden iki yüzük yapmış ve kızgın yüzükleri deniz suyuna basmış." Kutuyu açtı. Siyah renkli iki yüzük ortaya çıktı. "Birine Sithro'yu temsilen gümüşten bir yıldız, diğerine Eldoria'yı temsilen gümüşten dalga şekli işlemiş." Kutuyu önüme getirdi ve bahsettiği semboller önümdeydi. "Derler ki kim bu yüzükleri takarsa onların aşkıyla korunurmuş." Gözlerimin içine bakıyordu. Koyu gözleri ışıl ışıldı. "Evlen benimle Eldoris."

Bir an nefesim kesildi sanki. Gözlerim dolu dolu oldu. Dudaklarını öptüm uzun uzun. "Seninle evlenirim İllio." Kutudaki yüzüklerden yıldız sembollü olanı çıkardı ve sol yüzük parmağıma taktı. Ben de deniz sembollü olanı onun sol yüzük parmağına taktım.

"Yarın Ladinay valisine gideceğiz ve evliliğimizi onaylatacağız."dedi heyecanla. Gözlerim korkuyla büyüdü.

"Ya o da Suna'nın adamıysa?"

"Ladinay'ın hanlığa bağlı olduğunu duymuştum. Ayrıca biz Gökben ve Aquilo değil Eldoris ve Sylvio Ashaio'yuz. Simir Makos onaylı kimlik belgelerimiz bile var."dedi neşeyle. İllio'nun arkadaşlarından Baste ayarlamıştı bu işi kaçmadan önce. Eğer planımızda aksilik olmasaydı Kartalkale'de onunla buluşacaktık.

"Demek Ladinay'a geldik."dedim sessizce.

"Evet. Sonra bir süre kuzeye gideriz. Belli ki Suna denen kadın bizim liman şehirlerinde şansımızı deneyeceğimizi düşünüyor." 

Fakat benim aklıma takılan Ecrinok'un hemen batısındaki vilayette oluşumuzdu. Korkut'un sancak yeriydi burası ve aylar sonra ona bu kadar yakın bir yerde olmak rahatsız hissetmeme sebep olmuştu. Geçen yıl gelmek için her şeyi yapacağım vilayetin bu kadar yanında olmak şimdi içimin daralmasına sebep oluyordu.

"Bir şey mi oldu?"diye sordu. Başımı iki yana salladım.

"Üstümüz başımız kan ve kir içinde."

"Suyun dibindeyiz ve sen bunu mu düşünüyorsun?" Yüzünde muzip bir gülüş vardı. Ayağa kalktı ve beni de kaldırdı. Elleri sırtımda birleşti. Elbisemin iplerini çözmeye başladı. Her ipin sökülüşünde kalbim biraz daha hızlandı. Gecenin serinliğinde nefeslerim buhara dönüyordu. Elbisemin omuzları gevşeyince kumaş bedenimden sıyrılıp ayaklarımın dibine düştü. Tüylerim ürpermişti. İllio ise zevkle gülümsüyor, ay ışığında aydınlanan bedenimi izliyordu. Öpücükleriyle her noktayı taçlandırırken bedenim heyecanla titremeye başladı.

"Yıkanacağımızı sanıyordum İllio Bey."dedim cilveyle.

"Yıkanacağız elbet."

Ellerim gömleğinin iplerini çözmeye başladı. Gömleğini omuzundan sıyırırken parmak uçlarımda yükseldim. Omuzlarını öptüm usulca. Bu defa tüyleri ürperen oydu. Pantolonunun da iplerini çözerken boynuna ilerledi dudaklarım. Bedenimi sıkıca sardı ve kendine yasladı. Başını saçlarıma gömdü ve kokumu içine çekti.

"Kalbim, ruhum, her şeyim."diye fısıldadı. Ellerim belini sardı.

Birbirimizde kaybolduktan sonra gölde iyice yıkandık. Sonra İllio ateş yaktı. Birbirimize sarılarak oturduk uzun bir süre. Saçlarımla oynarken Simir Makos şarkılarından mırıldandı. Sol eli, sol elimin üstündeydi. Yüzüklerimize kaydı gözlerim. Gülümsedim. Baş parmağımla elini sevdim. Yanaklarım alevin etkisiyle kızarmıştı. İllio'nun kolları arasında uykuya daldım.

Ertesi sabah yola koyulduk. Ladinay'ın çarşısına gelmemiz uzun sürmedi. Bahar hazırlığı başlamıştı burada da. Altınova'da da bir kutlama yapılacaktı. Her yandan birileri çağrılacaktı. Müge Hanım bahar kutlamalarına ayrı önem veriyordu.

Valilik konağına geldiğimizde İllio görevliye talebimizi bildirdi. Kimlik belgelerimizi verdikten sonra adam bizi beklememiz için bir odaya aldı. Başka insanlar da vardı bekleyen. Sıra bize gelene kadar heyecanım gittikçe artıyordu. İnanılır gibi değildi. İllio ile evlenecektim. Gökben tamamen geçmişte kalacaktı. Eldoris olarak aşık olduğum adamla yepyeni bir hayata başlayacaktım. Hayatım benim kontrolümde olacaktı.

"Eldoris Ashaio ve Sylvio Ashaio." Yeni isimlerimiz söylendiğinde içeri girdik. Yetkili bir bey önündeki kağıtlara bakıyordu. Kaşları çatılmış dudağı büzülmüştü.

"Eldoris Ashaio."diye okudu. "Nerede doğdun hatun?"

"Simir Makos'un Rothenka kasabasında doğdum. Annem Evingae Ashaio, babam Taraus Ashaio." Hızla sıraladım ezberlediğim kimlik bilgilerimi. Adam başını aşağı yukarı salladı.

"Sylvio Ashaio."dedi ve İllio'ya baktı süzen gözlerle. "Akraban mı bu hatun?"

"Hayır beyim. Giritsiv çarşısında görene kadar kim olduğunu bilmiyordum."dedi espriyle gülerek. "Limon satıyordu. O kadar hevesle işini yapıyordu ki birden ona vurulduğumu hissettim."

"Yani bu bir tesadüf."

"Evet beyim. Eldoris benim karım olmak için yaratılmış. Belli değil mi?" Ağzı öyle iyi laf yapıyordu ki hikayesine inanmamak mümkün değildi.

"Peki neden burada evlenmek istiyorsunuz? Buraya geçiş belgelerinize de göz atmam gerek."

İllio hemen deri çantasını karıştırmaya başladı. Ülkeler arası geçişlerde oldukça tecrübeli olduğu için her şeyi düşünmüştü. Başka iki kağıt uzattı. Adam kağıtları inceledi uzun uzun.

"Kıştan beri buradaymışsınız. İki senelik seyahat izni almışsınız. Neden?" İllio'nun yüzü birden asıldı. Derin bir iç çekti.

"Peder bey kızını bana layık görmedi beyim. Ben de kaçırdım."deyiverdi.

"Senin rızan var mı hatun bu beyle evlenmeye? Bak doğru söyle. Seni zorla alıkoyduysa hemen keselim cezasını."

"Olur mu öyle şey beyim?"dedim masumca ve hızla İllio'nun elini tuttum. "Ben aşık olduğum adama geldim. Babam zamanla anlayacaktır."

"Peki madem. Fakat nikahınız Simir Makos usulünce olmayacak. Aspargon tangayı kıyacak nikahınızı. Ulu Tanrı huzurunda evleneceksiniz."

"Hiç fark etmez beyim."dedi İllio. "Eldoris benim karım olsun da hangi usulle olursa olsun. Evliliğimiz geçerli kılınsın yeter." Elini belime doladı. Adam bizim halimize bakarken gülmeye başladı.

"Şimdiki gençler tuhaf. Ulu Tanrım korusun, benim kızım böyle bir şey yapsa kalbim dayanmazdı." Gözleri üstümdeydi. "Baban merak ediyordur seni hatun. Bir büyük olarak babanın kalbine daha fazla indirme derim."

"Aradan zaman geçsin, ben kendimi affettirmeyi bilirim."dedim masumca gülümseyerek.

"Tabii karnına bir torun koyup gidersen adam ne yapabilir ki? Kabul etmekten başka çaresi mi olur?" Bu düşünceyle yanaklarım kıpkırmızı oldu. "Kaçarken utanmak sıkılmak yok ama. Neyse. Öğleden sonra nikahınız kıyılacak. Buradan ayrılmayın."dedi ve evliliklerimiz için belgeleri hazırlayıp mühürledi. Belgeleri yardımcısına uzattı. Biz de tekrar bekleme salonuna döndük.

Tahta bankta otururken içim kıpır kıpırdı. İllio ile el ele tutuşuyorduk. Hiç aklımda yokken evleniyordum. Pişman değildim. Heyecanlıydım. İllio ile bir hayat kurma düşüncesiyle yerimde duramıyordum.

Bir süredir aklımda olan başka bir konuyu dile getirdim. "Ailemi bulmak istiyorum." Bana döndü. İsteğimin ciddiyetini tartar gibi bakıyordu. "Evet bu sıralar riskli olabilir, farkındayım ama onların yaşayıp yaşamadığını öğrenmek istiyorum. En azından hayatta olduğumu bilmelerini istiyorum."

"Suna aileni biliyorsa ki ben bildiğine eminim, bir mektup bile hayatını tehlikeye atabilir."

"Dikkat ederiz. Arkadaşların bize yardım etmez mi?"

"Ederler etmesine ama çok riskli bir hareket olur. Simir Makos sınırlarını da kontrol altına almıştır Suna. Gerçi Baste ile Kartalkale'de buluşmayı planlamıştım. Son durumu öğrenirdik. Fakat plan aksadı." Elini çenesine götürdü ve oynamaya başladı. "Baste bizi bulamayınca Milo'ya haber yollayacaktır. Kuzeye gitmesini söylemiştim. Yolda onunla kesişebiliriz. Mektubu önce Simir Makos'a yollarız. Oradan da Sargun'a gider. Epey zaman alır ama sanırım bu şekilde güvenli bir mektup yolu oluşturabiliriz."

İsteğimin gerçekleşme ihtimalinin artışı beni heyecanlandırmıştı. "Ne zaman buluşuruz Milo'yla?"

"Birkaç gün veya hafta içinde kesişiriz diye umuyorum. Fakat cevap konusunda sabırlı olman gerek. Gidişi gelişi aylar sürecektir. Ayrıca bakalım hemen ikna olacaklar mı sen olduğuna?"

"Sabırlı olmak kolay." Suna'dan öğrendiğim ilk şeydi sabır. İşe yarar bir özellik olduğunu kabul etmek zorundaydım. "Neden ben olduğuma ikna olmasınlar ki?"

"Bilmem. Altı sene oldu onlardan kopalı."

Koridorda bir hareketlenme olduğunda dikkatle o yana baktık. Kapı görevlisi hızla geçip gittiğinde İllio'nun elini tutan elim istemdışı bir şekilde sıkıldı. Suna'nın adamları bizi yine mi bulmuştu yoksa? Öyle olsa buraya gelirlerdi değil mi? Bu telaşın sebebi farklı olmalıydı. İllio ne olduğunu öğrenmek için kalkınca ben de kalktım. Koridora yaklaştık.

"Hanzade Korkut geliyor! Çabuk etrafa çeki düzen verin!" Endişeyle İllio'ya baktım.

"Gidelim İllio."

"Nikahımız kıyılmadan hiçbir yere gitmiyoruz."dedi sertçe. "Hem neden bu kadar rahatsız oldun?"

"Bir tatsızlık çıkarsa diye. Başka neden rahatsız olayım. Bizi ele vereceğini düşünmüyorum fakat ne gerek var yüz yüze gelmeye?" Öfkeyle soludu. Korkut'tan zerre hoşlanmıyordu.

"Neden tatsızlık çıksın? O kadar medeniyetten uzak bir insan mıyım ben? O gün o kaşınmıştı. Yine kaşınırsa yine kaşırım."

"Yapma! N'olur. O bir hanzade ve askerler bu defa seni yaka paça götürür. Beni sensiz mi bırakacaksın?"

Umurunda bile değildi olacaklar. Fakat inada bindirmeyecekti. Tangayın gelişini tekrar sordu ve o zamana kadar beklemek üzere Ladinay hanlarından birine gittik. Bir şeyler sipariş verdik. Siparişlerimizi beklerken handaki insanların heyecanla dışarı koşturduğunu gördük.

"Hanzade Korkut geliyor. Gelin yakından görelim."diyorlardı. Birileri bize de seslendi fakat hiç oralı olmadık. Kendimi tedirgin hissediyordum. Korkut'la tekrar karşılaşma ihtimali beni germişti. Bir şey olmayacaktı belki, sonuçta kaçışıma yardım etmişti. Bu durumu kabullenmişti. Yine de ya şimdi karşılaşırsak ve sorun çıkarırsa diye düşünmeden edemiyordum. Keşke bugün gelmeseydik diyordum.

Yemeklerimizin geç gelişine homurdandı İllio. Aşçı bile heyecandan yemeklerimizi unutmuştu. Tabaklarımızı koyar koymaz o da dışarıdaki hengameye katıldı.

Handa çıkmayan bir biz bir de köşedeki pelerinli adam kalmıştı. Önünde kocaman tahta bir bardak vardı. Ayran içmediği kesindi. Bir süre sonra bize bakmaya başladı. "Siz de hoşlanmıyorsunuz galiba Hanzade Korkut'tan."dedi sessizce. Sert aksanı Aspargonlu olmadığını ele veriyordu. Kuzeydendi.

"Simir Makosluyuz biz. Hanzadeler bizim için bir şey ifade etmiyor."dedi İllio mesafeli bir tonla. Adam alayla güldü.

"Aspargon dilini su gibi konuşuyorsun ama."

"Ticaretle ilgileniyorum. İnsanın kendini geliştirmesi suç mu?"

"Yok canım. Öyle demek istemedim." Derin bir nefes aldı. "Ben de aslen Melbrosluyum ama görüyorsun ben de Aspargon dilini konuşabiliyorum."

İllio, "Senin hanzadeyle alıp veremediğin ne? Hatununu haremine mi aldı?" Sorusu beni iyice germişti. Onunla tanıştığımızda Korkut'un haremine verilmem söz konusuydu ve bu yüzden uzun bir süre ona mesafeli davranmıştım. Fakat yaşananlardan sonra İllio'ya olan hislerimi kontrol etmeye çalışmamıştım.

Adam gülmeye başladı, "Öyle şeyler mi yapıyormuş?" Cevap vermedik. "Anlaşılan söylemek istemediğiniz bir sebepten dolayı siz de pek hoşlanmıyorsunuz zatı muhteremden." Derin bir nefes aldı. "Yakında iki bebeği de doğacak." Rahatsızca kıpırdandım. Şimdi orada olsaydım İdil'in ve Duru'nun bebeklerine katlanmak zorunda kalacaktım. Ait olmadığım bir yerde yaşam mücadelesi verecektim. Kaçtığım için pişman değildim ve hiçbir zaman pişman olmayacaktım. Adam zihnimde başka bir noktaya dokunan cümlesini kurduğunda parmak uçlarımda anlamsız bir uyuşma hissettim. "Dyasina onları kutsasın. Dyaus yeni canlar ararken ancak Dyasina onları koruyabilir." Omena'nın yaşam ve ölüm tanrılarını ağzına alırken yüzünde ilginç bir ifade vardı. Fakat daha fazlasını sorgulamadım.

Adam masaya birkaç gümüş sikke bırakarak ayağa kalktı. Başlığını iyice çekti. Gözlerime bakarken boynundan sarkan kolye dikkatimi çekti. Altın madalyonun üstünde değişik semboller işlenmişti ve on iki parçaya bölünmüştü. Yanımızdan geçerken baş selamı verdi, "Yolunuz açık olsun Omena'nın kızı ve Quadre'nin oğlu."dedi ve uzaklaştı. Neden böyle dediğine bir anlam verememiştik. Oldukça tuhaf bir adama benziyordu. 

Derin bir nefes aldım. "Şu hengame bitse keşke bir an önce."diye söylendim. Yemeğimizi yedikten sonra tezahüratlar azaldı ve bir süre sonra bitti. Han tekrar dolmaya başladı. Gelenlere sorduğumuzda Korkut'un tarlaları denetime gittiğini öğrendik. En azından çarşıda değildi. 

Valilik konağına gittik tekrar. Tangayın gelip gelmediğini sorduk. Gelmişti. Fakat bizden önce iki kişinin daha nikahı vardı. Onları beklemek üzere konağın bahçesine çıktık. Taş havuz gül bahçelerinin oradaydı ve beyaza boyanmış bir çardak vardı. Tangay nikahları çardağın ortasında kıyıyordu.

Bankladan birine oturduk. Başımı İllio'nun omzuna yasladım. Yüzümde tuhaf bir gülümseme vardı. Tangay elindeki metal buhurdanlığı sallayıp tütsü buharı yayıyordu. Çift el ele tutuşmuştu ve ellerine lavanta taçları takılmıştı.

Sıra bize gelince heyecanla tahta çardağa yaklaştık. Tangay kırklı yaşlarında güleç yüzlü bir adamdı. Bizi görünce iki tane lavanta tacını eline aldı. "Ellerinizi birleştirin." Dediğini yaptık. Lavanta taçlarını ellerimizden geçirdi. Mis gibi kokuyordu lavantalar. Hoş kokulu tütsülerin yakıldığı buhurdanlığı eline aldı. "Eldoris ve Sylvio. Bugün; bu ağaçların, bu kuşların, bu suların, bu gökyüzünün, bu güneşin, bu lavantaların, bu hanlığın topraklarının şahitliğinde birbirinizle çıkacağınız uzun bir yolculuğu kutsamak için buradayız." Elindeki buhurdanlığı bir sağa bir sola sallamaya başladı. "Sylvio, ömrün boyunca Eldoris'i koruyacağına, kollayacağına, ona saygı duyacağına, hastalıkta sağlıkta onunla olacağına yemin ediyor musun?"

"Ediyorum."

"Eldoris'i karın olarak kabul ediyor musun?"

"Ediyorum."

"Eldoris, ömrün boyunca Sylvio'yu koruyacağına, kollayacağına, ona saygı duyacağına, hastalıkta sağlıkta onunla olacağına yemin ediyor musun?"

"Ediyorum."

"Sylvio'yu kocan olarak kabul ediyor musun?"

"Ediyorum."

"Ulu Tanrımızın pelerini üzerinize örtülsün, bereketi hanenizi sarsın, sabrı kalplerinize yayılsın. Şimdi, karı ve koca olarak birbirinizi sarın. Kimse sizi yıkamasın." Lavanta taçlarını birbirimizin başına yerleştirdik. "Lavantalar kötü ruhları hanenizden uzak tutsun." Rengarenk taşlar aldı yanındaki kaseden ve yere döktü yavaşça. "Ulu Tanrının evinden gelen bu taşlar kötü gözleri üzerinizden ayırsın. Artık birbirinizin yoldaşı, sırdaşı, hayat arkadaşısınız. Ulu Tanrımızı kızdırmaktan kaçının. Huzurdan uzaklaşmayın." Bir İllio'ya bir bana baktı. "Gelini öpebilirsin."dedi gülümseyerek. 

İllio bana döndü ve dudaklarımdan öptü yavaşça. Evlilik belgemizi aldıktan sonra oradan ayrıldık. Atlarımıza bindik ve tekrar yola koyulduk. İlk durağımız Koman Bölgesi olarak geçen beş vilayetten biri olan Koçak oldu. Bu bölgede genelde herkes birbirini tanırdı ve dışarıya kapalıydı. Gelişimiz hemen fark edilmişti. Fakat misafir olduğumuz da belliydi. 

Bir haftayı burada geçirdikten sonra Kirendre'ye geçtik. Milo ile burada kesiştik. Ondan hanlıkta yaşanan son olayları öğrenmiştik. Suna limanlara hakimiyet kurmuştu. Her limanda adamları vardı ve İllio'nun tahmin ettiği gibi Simir Makos kara sınırını da kontrol altında tutuyordu. Sanki Yaman Han'ın canına kast etmişim gibi beni arıyordu Suna. 

"Kisre'ye gideceğiz."dedi İllio duyduklarından sonra. "Eski Melbros toprağıdır Kisre ve hala asimile olmadılar. Onlara hanedandan kaçtığımızı söylersek bizi hiç kimse bulamaz."

"Kisre'nin dönem dönem isyanlar çıkardığını duymuştum. Fakat Yaman Han'a gerek kalmadan komşu şehri Panuma'nın müdahalesiyle isyanlar bastırılırdı."

"Yine de Kisre halkına diğer vilayetlerden daha çok güveniyorum. Bir terslik olmazsa uzun bir süre orada kalırız. Devamını sonra düşünürüz."

"Ben aileme mektup yazacağım."dedim. İllio başıyla onayladı. Milo'ya mektubun gidişatının nasıl olacağını anlattı. 

Onlar handa otururken ben de odaya geçtim. Mektubu yazarken kendimle başbaşa olmak istiyordum. Yolculuk yüzünden bu konunun üstüne çok düşmemiştim fakat hislerim karmakarışıktı. Hatırladığım her anıda aklıma yeni sorular geliyordu ve ben nereden başlayacağımdan emin olamıyordum. Fakat bir yerden başlamalıydım.

Sevgili babam, Darnel Edwards,

Ben Lisa. Hayattayım. 

Öncelikle sana bunları yazarken karmaşık duygular içerisinde olduğumu söylemeliyim. Şimdiye kadar kimsesiz bir kız olduğumu sanıyordum. Ailemin öldüğünü, bu hayatta yalnız kaldığımı ve tek başıma hareket etmek zorunda olduğumu sanıyordum. 

Bir süre öncesine kadar kendimle ilgili sadece gemi kazasını hatırlıyordum. Bu kazadan sonra köle pazarına düştüm. Suna isminde bir kadın beni köle pazarından kurtardığında başıma daha kötü şeyler gelmediği için kendimi şanslı saymıştım. Suna beni evine almıştı. Kimseye vermemişti. Başta beni hizmetçisi yapmıştı fakat sonra beni kızından ayırmamaya başlamıştı. Bu dönemler Suna'yı kaybettiğim annemin yerine koymuştum. Bunu inkar edemem.

Fakat sonra her şey değişti. Yaşadığım şeyler sonucu bir şey oldu ve anılarım geri gelmeye başladı. İlk önce neden kaçmak zorunda kaldığımızı hatırladım. Sonra kazayı, Arbatun'u, Sargun'u, evimizi, kardeşlerimi... Başta parça parçaydı. Kimin kim olduğunu kestiremiyordum. Sonra su gibi berraklaştı her şey. Artık kim olduğumu nereden geldiğimi çok iyi biliyorum.

Bunca zaman peşinize düşmemiştim. Çünkü Suna bana öldüğünüzü, tek ailemin o olduğunu söylemişti. Fakat dediğim gibi her şey değişti. Artık onun söylediklerine inanmıyorum. Yaşadığınıza inanmak istiyorum. İnanıyorum. Sargun'da bir yerdesiniz. Bunu biliyorum.

Mektubumun bir şekilde sana ulaşacağını biliyorum. Fakat sormak istediklerim de var. Neden beni aramadın baba? Beni hiç merak etmedin mi? Kaybolduğumda on bir yaşındaydım. Ailesiz kaldığımda küçücük bir kızdım. Neden benden vazgeçtin? Sen hiçbir çocuğundan vazgeçmeyecek bir babaydın. Ablam Aniyah'tan bile bizi kurtarmak için vazgeçmek zorunda kaldın. Peki ben, ben de kardeşlerim için mi feda edildim yoksa?

Sorularıma cevap vereceğin bolca zamanın olacak. Hayatta olduğumu, yalnızlık çektiğimi ve her şeye rağmen sizi özlediğimi bilmen şimdilik yeterli. Ne kadar sürerse sürsün cevabını bekliyorum.

Lisa Edwards

Mektubu bitirdiğimde garip hissediyordum. Sonu sitemkardı biraz fakat bu soruları sormak zorundaydım. Onlar yetişkinlerdi. İmkanları vardı. Sargun'un saygın bir ailesiydik. Bana her şekilde ulaşabilirlerdi. Fakat ulaşmamışlardı. Altı sene geçmişti o günden bugüne. 

Derin bir iç çektim. Mektubu katladım. Beyaz mumu eriterek kenarlarını iyice kapattım. 

Aşağı indiğimde Milo ve İllio derin bir sohbetin içindeydi. İllio'nun kaşları çatılmış Milo'yu dinliyordu. "Ne konuşuyorsunuz bakayım?"diye sordum Simir Makos dilinde.

"Boreas sağlam bir bunalıma girmiş."dedi İllio bana dönerek. "Senin kızı nişanlıyormuş Suna." Gözlerim açılarak bakakaldım.

"Burçin bunu asla kabul etmez."dedim hızla. İllio dudak büktü.

"Milo öyle demiyor. Boreas'tan ayrılmış. Bir daha görüşemeyeceklerini söylemiş. Boreas denize açılacakmış Milo yola koyulmadan önce. Yani güzelim, olan olmuş." Kaşlarım çatılmıştı.

İllio'nun yanına oturduğumda bu durum hala aklıma yatmamıştı. Burçin annesinin dediğini yapacak bir kız değildi. Suna onu tehdit etmiş olmalıydı. Burçin ise mecbur kalmıştı. Evet, kesinlikle böyle olmuştu. Suna onu zorlamıştı. Onu bir çıkmaza sokmuştu. 

"O kadından nefret ediyorum. Herkesin hayatını kontrol etmeye çalışıyor. Oradan gideli aylar oldu hala peşimde. Asla vazgeçmiyor. Ben artık evli bir hatunum. Tamam bunu bilmiyor olabilir ama kafasındaki hayalden vazgeçmesi için yeterli bir bahane olmalı. Evli hatunları hareme almıyorlar!"

"Seni hiçbir güç benden alamaz Eldoris."dedi İllio sertçe. "Bunun ihtimalini bile dile getirme bir daha."

"Sakin ol."dedim koluna girerek. "Kimse beni senden ayıramaz sevgilim." Gözlerime bakarken sert ifadesi yumuşadı. 

Ertesi sabah yeni istikametimize doğru yola koyulduk. Milo'ya mektubu vermiştim ve onunla yolumuz şimdilik ayrılmıştı. Mektup Sargun'a giderken biz Kisre'ye ilerliyorduk. Kisre'de bizi neler bekliyordu zamanla görecektik. İllio'nun iddia ettiği kadar hanedana düşmanlar mıydı, bizi gizlerler miydi bilmiyordum. Fakat şunu biliyordum ki yanımda İllio olduğu müddetçe kimse beni durduramazdı. Artık yepyeni bir sayfa açmıştım hayatımda. Hayatımın kontrolü benim elimdeydi ve bunu kimse değiştiremezdi. 

***

Gökben'i görmeyeli bayağı oldu sanki. Ya da bana öyle geliyor. Ben özlemişim. Siz özlediniz mi?

-Gökben'in gidişatı hakkında ne düşünüyorsunuz? İlk bölümlerdeki Gökben mi yoksa yeni Gökben mi?

-İllio'nun evlilik teklifini nasıl buldunuz? Quadre Efsanesi nasıldı?

-Handaki garip adam hakkında bir düşünceniz var mı? Arada bu şekilde diğer inançlara dair şeyler görmek ister misiniz? Bu bölüm üç inançtan da izler vardı.

-Gökben'in ailesine mektup yazması doğru muydu? Başını tehlikeye sokar mı? Mektup ulaşır mı? Ve mektup nasıldı?

-Gökben ve Korkut'un neredeyse kesişiyor olması sizi heyecanlandırdı mı? Sizce kader onlar için bir şeyler planlıyor mu?

***Sonraki bölüm Korkut'tan olacaktır. Tatlı Korkut :D ***

Bölümü beğendiyseniz oy vermeyi unutmayınız. Oylar gene 10'un altına düştü ve bu beni üzüyor.


Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top