34. Ölümcül Tutku

1413 Senesi - Bahar Mevsimi

ASPARGON HANLIĞI

Altınova Şehri - Hanedanlık Sarayı

Müge Hanım

Bu sıralar başım ağrıyordu. Küçük stresler birikmiş başıma vurmuştu. İşkızlarımdan Sena şakaklarımı ovarken Gülçin lavanta yağıyla el bileklerime masaj yapıyordu. Asya odama geldi. Bana karışık bitki çayı getirmişti. Anason ve karanfil kokusu öne çıkıyordu.

Çayı masama bıraktı ve dikilmeye başladı. Gene bir şey duymuştu belliydi halinden. Er geç bana söylemek zorundaydı. En iyisi peşin peşin öğrenip rahatlamaktı. "Söyle Asya. Sen orada bekledikçe damarlarım şişiyor sanki."

"Bağışlayın Hanımım. Bu gece Yaman Han bir eğlence tertip etmemi istedi, akşam yemeğinde."dediğinde olduğum yerde doğruldum.

"Odasında bile değil yani!"dedim öfkeyle. Gözüme neyi sokmaya çalışıyordu yine? Asya üzüntüyle başını aşağı eğdi.

"Kimleri seçeyim?"

"Sena başımı güzel ovsana, ağrım geçmiyor işte!"dedim öfkeyle. Tekrar arkama yaslandım. Sinir oluyordum Yaman'a. Tam aramız düzeliyor derken yine eğlenceye hatunlara düşüyor bütün moralimi alt üst ediyordu. Kurultay ikinci Artena seferi haberi beklerken onun yaptığına bak! "Yaman bir şey dedi mi?"

"Turna Hatun'u baş dansçı olarak görmek istediğini söyledi." Bir de açık açık söylemiş isteğini! "Fakat ona bu teklifi götürmememi rica etti."

"Neden? Odasında özel mi dans ettirecekmiş?"dedim tiksintiyle.

"Hayır. Turna Hatun'un soyu Heymolla ailesine dayanıyormuş. Kendi değerini küçültecek şeyler yapamazmış." Kaşlarım çatılmıştı. Uslu kızı oynuyordu demek Turna. "Turna'nın da ağzını yokladım bu konuda. Dansa katılmak ister mi diye. Kesinlikle olmaz dedi."

"Yaman'ın emri olduğunu da söyledin mi?"

"Han'ımızı kırmayı hiç istemediğini fakat onuruna da leke süremeyeceğini söyledi." Derin bir nefes aldım. Ne onur ama? Haremde onca zaman bekle bekle ve nikahlı bir Han'ın kollarına atılma fırsatını elde edince geri durma!

"Haremde ne işi varmış o zaman?"diye sordum dayanamayıp.

"Kaderinin onu buraya getirdiğini söylüyor."

"Desene tipik bir Heymolla soyuymuş gerçekten..." Heymolla ailesi dindarlığıyla öne çıkan bir aileydi. Ulu Tanrımızın öğretilerinin yanlış yorumlandığını savunurlardı. Din adamlarımız olan tangaylar en sık onlardan çıkardı. Bu mevkiyi kimseye kaptırmaya niyetleri yoktu. Kendilerince doğruyu onlar biliyordu ve bunu herkese öğretmekle görevlilerdi.

Tarihimize baktığımızda hanlığa hanım ettikleri Gülizar Hanım'ım kızı Şeyda Hanım başa geçtiğinde kendine erkek haremi kurarak bu aileye fazla kafa tutmuştu. İyi de olmuştu. Yönetimde Han/Hanım eşitliğini en iyi şekilde göstermişti. Heymollalar hanlığa soy verdiğine pişman olmuştur eminim. Yıllarca haremde pek Heymolla üyesi görülmemişti. Bu Turna denen hatun da uzaktan o aileden geldiğini iddia ediyordu. Fakat eminim ki yükselmeye başladığında Heymollalar onu hemen sahiplenecekti.

"Ne yapayım Hanımım?"diye sordu Asya. "Bana kalsa dans için zorlamak en iyisi. Biraz onuru zedelensin bakalım."

"Güzel fikir. Bu defa emri benim verdiğimi söyle. Karşı gelirse bir hafta zindana atılacak. Tabii önce yüz sopa falakaya yatırılacak."dedim sertçe.

"Emriniz olur."dedi. Bir süre durdu. Haberler daha bitmemişti demek. "Ecrinok'tan haber geldi. Leman Kalfa rapor göndermiş. Bu sıralar daha sık rapor istemiştiniz."

"Oku bakalım ne demiş?"

"Hanlığımızın yegane Hanım'ı Müge Hanım. Emriniz üzere Altun Efendi geldi. Gümüş Efendi ile nöbetleşe çalışıyorlar. Duru Hatun'un doğumu iyice yaklaştı. Doğum hazırlıklarımız tamam. Bekliyoruz. İdil Hatun bildiğiniz gibi yatak istirahatinde. Hizmetindeki işkızları artırdım. Onlar da dönüşümlü çalışıyor. Bir ay sonra da İdil Hatun'un doğumunu bekliyoruz bir aksilik olmazsa. Her şey yolunda. Hanzademiz bu sıralar Şevval Hatun'la ilgileniyor. İsteğiniz üzere Şevval'i ona yakın tuttum ve hatun hemen meziyetlerini gösterdi. Bu defa daha başarılı olduğu kesin. En iyi dileklerimi gönderiyorum ve bahar kutlamaları için şimdiden iyi eğlenceler diliyorum. Ecrinok Yedi Gürgen Sarayı'ndan Baş Kalfa Leman."

"Bir aksilik olmaması güzel."dedim ve gözlerimi kapattım. Gülçin'in bileklerime yaptığı masaja odaklanarak lavanta kokusunu içime çektim. Diğer yandan çayımdan gelen anason ve karanfil kokusunu hissediyordum.

Geçen hafta İdil beni çok sinirlendirmişti. Ondan hiç beklemediğim şekilde davranmıştı. Sıradan bir hatun gibi! Oysa o hanzademin baş zadeseni olma yolunda ilerleyen bir hatundu. Sıradan davranamazdı. Onunla bu konuları defalarca konuştuğumuz halde kendini kaybetmişti. Zaten problemli bir gebelik olacağı belli iken iki gün sonra unutulacak bir hatun için ortalığı yıkmıştı.

Ona defalarca mektup yazıp hepsini ateşe atmıştım. Hanzademin evladını karnında taşırken ve durumu kritikleşmişken bir de benden azar işitmesi işleri daha kötüye götürebilirdi. Hıncımı ateşe attığım mektuplarda almıştım yeterince. Sakinleştikten sonra İdil'e onu yatıştıracak bir mektup göndermeye karar vermiştim. Kendini iyi hissetmesi önemliydi. Doğum ve lohusa döneminden sonra bu konuyla ilgili detaylıca konuşacaktım elbet. Bir daha böyle bir hata tekrarlamayacaktı. Hatun sorunlarını hanzademe lanse etmeyecekti.

Benim bile hala rakiplerim olurken onun mu olmayacaktı? Bu hayale kapılmaması gerektiğini kendimden örnek vererek anlatmıştım hep. Her dönem bir hatun gelir, han hevesini alınca giderdi. Haremin kanunları buydu. Elde ettiğimiz konumun kıymetini bilip dört elle bu güce sarılmazsak bizim de onlardan ne farkımız kalırdı?

Asya'nın hala dikilmeye devam edişi canımı iyice sıkmıştı. Tekrar gözlerimi açtım ve doğruldum. Gülçin ve Sena'ya çıkmalarını söyledim. Çayımdan iki yudum alıp Asya'ya döndüm. "Belli ki daha kötü bir haber var."dedim sonunda. Mahcup bir şekilde gülümsedi.

"Bresna'dan mektup geldi. Ayrıca Gerbena İmparatoriçesi size özel bir mektup yollamış."dediğinde kaşlarım çatıldı. Gerbena'nın Aspargon'la bu şekilde kişisel temas kurduğu görülmüş şey değildi. Her daim elçiler gelir gider, sorunlar öyle konuşulur, anlaşmalar öyle yapılırdı.

"İkisini de okudun mu?" Benimki de soru muydu? Okumuştu ki yüzü bu haldeydi. Ona mektuplarımı okuma iznini yıllar evvel vermiştim.

"Sizin benden beklediğiniz üzere evet."diye yanıtladı beni. Mektupları uzattı. Önce Bresna'dan geleni açtım. Mektup o kadar uzundu ki şaşkınlıkla önce kağıtlara sonra Asya'ya baktım. Yüzünden işlerin iyi olmadığını anlıyordum.

Mektubu kızım Çiğdem'in yanına yerleştirdiğim Bresnalı casus İrelia yazmıştı. Malum, Çiğdem'in bana yazmaya pek niyeti yoktu. İrelia ise son bir yıldır hiçbir şey yazmamıştı. Yazacak hale geldiyse ciddi bir sorun olmalıydı.

Müge Hanım,

Uzun zamandır yazmadım. Çünkü kayda değer bir şey olmamıştı. Günler sıradan geçiyordu. Dük Maksim ve Düşes Çiğdem sık sık Melbros'taki kuzen ve kardeşini ziyarete gidiyor eğlencelere katılıyordu. Fakat son zamanlarda işler biraz ilginçleşmeye başladı.

Belki de size ilk Yaz Şöleninde yazmalıydım. Fakat bunun büyütülecek bir şey olmadığını düşünmüştüm. Ardından Güz Ziyafetinden sonra her şey değişmeye başladı. Fakat ben düşesin kendini kontrol edeceğini ve bu yanlış anlaşılmalara mahal vermeyeceğini düşünerek canınızı sıkmak istememiştim. Kış Festivalinde ise olanlar oldu. Üç aydır burada büyük kavgalar kopuyor.

Durum şu ki düşesin prensle gayrı meşru bir ilişkisi var.

Tükürüğüm boğazıma kaçtı ve bir an öksürük krizine girdim. Neler okuyordum ben böyle? Asya hemen bir bardak su uzattı. Elimin tersiyle ittim bardağı. Yüzümün ateş bastığını hissediyordum. Okumaya devam ettim.

Geçen yıl Artena savaşından sonra İmparator ve İmparatoriçe'nin onları özel olarak çağırdığını biliyorsunuz. Bu görüşmeden bir süre sonra İmparator onlara küçük topraklar verdi. Sonra Yaz Şöleninde saraydan davetiye geldi. Ashan, Artena ve Melbros yöneticileri davet edilmemişken Dük ve Düşesin davet edilmiş olması ilginçti.

Şölende Düşes Çiğdem sarayı kendine hayran bıraktı. Dansları, oyunları, sohbeti... İmparatoriçe'nin bile gözüne battı. Şölen oyunlarında Prens Nikolia ile birbirlerinden hiç ayrılmadılar neredeyse. Fakat flörtöz bir durum yoktu. Birbiriyle anlaşan iki arkadaş gibiydiler. Dük bu durumu kıskansa da Düşes onu yatıştırmayı bildi. Her zamanki gibi.

Güz Ziyafetinde ise işlerin biraz daha ilerlediği belliydi. Güze kadar Prens ve Düşes arasında bazı mektuplaşmalar oldu. Düşes hepsini topraklarımız için diyerek açıklasa da ziyafette bunun sadece toprak meselesi olmadığı ortaya çıktı. Üç gün üç gece süren ziyafette her gece Düşes ve Prens göz göze dans etti. Tüm saray onları konuştu. İmparatoriçe Düşesi odasına çağırdı. Saatlerce odadan çıkmadılar. Dük Maksim Prensle ciddi bir kavgaya tutuştu ziyafetin sonunda. İmparator ve İmparatoriçe onları saraydan kovdu.

Üç ay boyunca Bresna'da gerginlik hakimdi. Dük Düşesi her sorguladığında Düşes suçlamaları inkar ediyor, her şeyin bir yanlış anlaşılma olduğunu söylüyor bir şekilde Dükü ikna ediyordu. Tam her şey sakinleşti, araları yatıştı derken Kış Festivali için saraydan davetiye geldiğinde yine bir gerginlik başladı. Dük gitmeyi kesinlikle reddederken Düşes topraklarımız için İmparator ve İmparatoriçe'yle iyi geçinmemiz gerek diyordu. Uzun kavgaların sonunda Düşes dediğini yaptırdı ve festival için saraya gittiler.

Festivalin iki hafta sürdüğünü biliyorsunuz. Her şey normal başlıyor gibi görünse de Düşesin saraya adım atmasıyla bir dedikodu kazanı kaynamaya başladı. Tüm gözler o ve Prensin üstündeydi. Düşes ilk günler Prense mesafeli davranarak dedikoduları savuşturmayı başarsa da bu defa Prens adım atmaya başladı. Düşes defalarca onu reddetti. Tersledi. Tüm saray bunun İmparatoriçeyle konuşmasıyla ilgili olduğunu düşündü. İmparatoriçe Düşes'in gözünü korkuttuğu için memnundu.

Fakat son iki gün bunun sadece bir oyun olduğu ortaya çıktı. Prens ve Düşes her gece kış bahçelerinde buluşuyor, saatlerce zaman geçiriyormuş. Dük Düşes'in peşine adam koymuş ve tüm olanı biteni biliyormuş. Gitmeden önceki gece onları bastı. Neler oldu bilmiyorum fakat geldiklerinde çok ciddi bir kavga oldu. Dük'ü ilk defa böyle gördüm. Düşes ise yaptığından pişman olmadığını defalarca söylüyordu.

Ertesi sabah ise sanki gece o kavgayı onlar etmemiş gibi çıktılar odadan. Son kahvaltıda Dük ve Düşes el ele otururken Prens onları izlemeye tahammül edemedi ve kahvaltı masasını terk etti. Tüm bunlar başka söze gerek olmadığını gösterdi. İmparator kibar bir şekilde son gece kalmalarına gerek olmadığını söyleyerek onları saraydan yolladı.

Bresna'ya döndüğümüzde ilk hafta oldukça sakin geçti. Sonra saraydan mektuplar gelmeye başladı. Başta Düşes bunu Dük'ten sakladı. Mektupları ben getirip götürüyordum. Sonunda birkaç tanesini okumaya cesaret ettiğimde her şey ortadaydı.

Düşes ve Prens tutkulu bir aşk yaşıyordu. Prens Düşes'i evliliğini bitirmesi için ikna etmeye çalışıyor. Düşes ise Prens'i bir süre daha oyalıyor. Dük'ün casusu olanlar hakkında beni öne attı ve olanlar oldu. Mektupları reddettim elbette. Ellerinde herhangi bir kanıt yok. Fakat Dük Maksim boşanma konusunda kararlı. Düşes bu defa onu yatıştıramayacak gibi görünüyor. Belki sizin araya girmeniz yardımcı olabilir. Fakat bu duyduklarınızı nasıl aktarırsınız bilmiyorum. Benim ifşa olmamı istemezsiniz.

Bresnalı İrelia

Mektubu okumayı bitirdiğimde başım az öncekinden daha beter ağrıyordu. O kadar ki yüzüm ekşimişti. Herkes dört yandan üstüme gelip beni delirtmeye ant içmiş gibi hissediyordum. Çiğdem gerçekten Gerbena'ya mı göz dikmişti? Bu kadar mı nefret etmişti bizden? Düşmanın oğlunu ayartacak kadar mı?

Sonra ne olacaktı? Bize mi saldıracaktı? Annesine, babasına, kardeşlerine... Ailesini hiçe mi sayacaktı gerçekten?

Çiğdem'in hırslı olduğunu biliyordum fakat gözünün bu kadar döneceğini tahmin edemezdim.

"Çabuk şu mektubu ateşe at."dedim Asya'ya. Hızla mektubu elimden aldı ve ateşe attı. Mektup alev alıp küçülürken bu satırları okumamış olmayı isterdim. İmparatoriçe'nin mektubu kalmıştı şimdi. Ne yazdığını tahmin etmek güç değildi. Bu durumu ülke meselesi haline getirerek gündeme düşürmek istemiyor olmalıydı. Aspargon ve Gerbena'nın arasının hiçbir zaman iyi olmadığı ve onlara kafa tuttuğumuz ortadaydı. Bir de böyle bir şekilde onlarla aile olmak kabul edilemezdi.

Oldukça derin bir nefes aldım. Bir süre tuttum. Yavaşça verdim. Mektubu açtım.

Aspargon Hanımı,

Kaşlarım bu başlangıç karşısında havaya yükselip indi. Adımı telaffuz etmeye bile tenezzül etmiyordu.

Düşesin, gittiği yere ayak uydurma özelliğini sizden aldığını varsayıyorum. Kendisi Bresna'ya uyum sağlamakla kalmadı, Gerbena'ya yerleşebileceğini düşünür oldu. Bu akılları yoksa siz mi veriyorsunuz? Eğer öyleyse hatırlatmama izin verin, Gerbena Aspargon gibi esnek kurallara sahip bir ülke değildir. Nişanlanmış, evlenip boşanmış veya adı başkalarıyla anılmış kadınların kraliyet ailesinde işi yoktur. Olamaz. Binlerce yıldır süre gelen bu kuralı kimse bozamaz. Gerbena'da evlilik kutsaldır.

Sen şuna Gerbena'da kadın kutsaldır desene...

Şimdilik Prensin Düşesle kedinin fareyle oynadığı gibi oynamasına izin vereceğim. Hevesi kaçtığında imparatorluğa uygun bir gelinle evlenecek, yerine uygun davranacaktır. Fakat bu süreçten sonra ortaya atılan Düşesin onurunu korumak anne babası olarak size kalacaktır. Ya bunun önüne geçin ya da Düşesin adının tüm kıtada anıldığına emin olurum.

Gerbena İmparatorluğu'nun Yüce İmparatoriçe'si Nadejda Ryvosiova

Gözlerim öfkeyle kısılmış kadının yazdıklarını okuyordum. Blöfünü görmüştüm. Eğer Çiğdem'in adını çıkarma gibi bir niyeti olsaydı bunu çoktan yapardı. Oğlunun bu kurallara itimat etmeyeceğinin farkında olmalı ki durumu bana aktardı.

İmparatoriçenin kimin kime blöf yaptığını görmesinin vakti gelmişti artık. Savaş yoluyla sınırlarımız bir olduğundan beri bize karşı iyice tedirgin hissediyor olmalılardı. Hissetmelilerdi de.

"Kağıt, mürekkep, kalem." Üç kelime döküldü dudaklarımdan. Asya'nın gözleri şaşkınlıkla açıldı.

"Cevap mı vereceksin?"

"Neden bu kadar şaşırdın? Kızımı küçük düşürmeye çalışmasına müsamaha gösterecek değilim."dedim sertçe. Çiğdem'e uyarım ayrı olacaktı fakat Nadejda denen kadına yüz vermeyecektim.

Asya dediklerimi hazırlarken çalışma masama geçtim. Başım hala ağrırken yazacaklarımı düşünüyordum. Ellerim buz kesmeye başlamıştı. Sinirlenmiştim. Hem Çiğdem'in böyle yapışına hem Nadejda'nın beni tehdit edişine.

Parşömen önüme geldiğinde kağıdı güzelce düzelttim. Temiz sayfanın üzerinde gezdirdim parmağımı. İnci yüzüğüme takıldı gözlerim. Belki sıradan bir eşyaydı fakat benim için anlamı büyüktü. Savaştığım her şey karşısında zaferimin mührüydü. Tüy kalemi mürekkebe batırdım ve yazmaya başladım.

Gerbenalı Nadejda,

Ülkenizdeki son kriz için bana gönderdiğiniz raporu okudum. Konuyla ilgili size bir Aspargon atasözü söyleyeceğim: Kurt bozkıra hava almak için inmez.

Asperan Hanedanlığı'na mensup bir Aspargon kızının yeri geldiğinde binlerce yıllık kuralları yıkabildiğini bilmeseniz etekleriniz bu kadar tutuşmazdı diye düşünüyorum. Düşes Çiğdem'in adı yönetim becerileriyle yeterince çıkmış durumda. Siz sözde yüce Gerbena'ya bile bir sömürgeye toprak vermeyi kabul ettirdiğine göre korkunuz başka olmalı.

Kraliyet, hanlık, imparatorluk evliliklerinin siyasi evlilikler olduğunu herkes bilir. Zamanı geldiğinde ülkeniz için en uygun gelini seçeceğinize eminim. Anne baba olarak kızımızın yönetim becerileriyle gurur duyuyoruz. Sizce de Bresna düklükten krallığa geçişi hak etmiyor mu?

Aspargon Hanlığı'nın Yegane Hanımı

Müge Hanım

Yazmayı bitirdiğimde mührümü vurdum ve mektubu göndermesi için Asya'ya verdim. "Hanımım, sizce de biraz sert olmamış mı?"diye sorduğunda gülümseyerek ona döndüm.

"Sert mi? Daha bir şey söylemedim bile."

"Bu durum politik bir krize sebep olmasın sonra."

"Sanmam. Olacak olsa Yaman elçilerle şu an bunu konuşuyor olurdu. İmparatoriçe bana yazdığına göre anneler olarak kendi aramızda halletmemizi istiyor. Prensin Çiğdem'e olan ilgisi sıradan bir gönül eğlencesinin ötesine geçmiş olmalı." Derin bir iç çektim. "Bilirim o endişeyi."dedim sessizce. "Her neyse sen mektubu gönder. Bakalım bu mektuplaşma ne kadar sürecek. Sonra da o Turna'yı bul ve bu gece onun dans etmesini emrettiğimi söyle. Kabul etmezse cezası belli."

Asya odadan çıktıktan sonra Çiğdem'e yazacaklarımı düşünmeye başladım. İşleri fena karıştırmıştı. Dükle evliliğini bozmamalıydı. Melbros'u onlar sayesinde dizginliyorduk. Tunay Çiğdem kadar etkili olamamıştı evliliğinde. Bu yüzden Çiğdem'in Bresna'da kalması Aspargon açısından çok daha önemliydi. Fakat Çiğdem her zamanki gibi gözünü yükseğe dikmişti.

Neden Bengü ve Ayça gibi olamamışlardı? İkisi de evliliğinde mutluydu, başarılıydı. Evlatlarıyla ve ülkeleriyle ilgileniyorlardı. En rahatı Bengü'ydü bunu kabul ediyordum. Fakat Ayça da hiç şikayetçi olmamıştı. Baş kaldırmamıştı. Arbatun kolay bir ülke değildi. Evlilikleri kolay gerçekleşmemişti. Onun da yoluna taş koymak isteyenler olmuştu. Fakat Ayça pes etmemişti. Hem kocasını hem ülkesini kendine bağlamayı başarmıştı. İki tane sağlıklı oğlu olmuştu.

Elçin desem zaten rahatı yerindeydi. Yönetim henüz onlara geçmemişti. Başında onu rahatsız edecek bir kraliçe yoktu. Kocası ve oğluyla en güzel günlerini yaşıyordu orada. Hem aşık olduğu adamla evlenmişti hem kraliçelik yolunda ilerliyordu.

Çiğdem ise ülkesini yükseltmeye çalışmak yerine kendini başka ülkeye atmaya çalışıyordu. Oğlunun geleceğini de düşünmüyordu. Tunay ne haldeydi Ulu Tanrı bilirdi. Çar Yegor zor bir adamdı ve son birkaç yıldır boşanmak için uğraşıyordu. Ulu Tanrıya şükürler olsun Çiğdem'in yaptığını Tunay yapmamıştı. Araya aracı bile girmeden ülkeye gönderir evliliği feshederdi.

Yeni bir parşömeni hazırladım önüme.

Güzel kızım Çiğdem,

Ülkende her şeyin yolunda olduğunu farz etmek istiyorum. Fakat haberci kuşlar aksini söylüyor. Ailenin çıkarlarını göz etmediğinin farkındayım. En azından oğlunun çıkarlarını göz et. Adı çıkmış bir annenin oğlu olarak Bresna'ya veliaht olması oldukça güç. Üstelik veliahtları İmparator ve İmparatoriçe onaylarken.

Kadınlara yüklenen sorumluluklardan rahatsız olduğunun farkındayım. Kocanın onlarca metresi olurken kimsenin ses çıkarmayışı büyük bir haksızlık. Fakat o topraklar kadın hükmüne alışkın değil. Burada olsan eski handanlarımızdan yola çıkarak adını korumanın yolunu bulurduk. Fakat bulunduğun yerler buna açık değil.

Dük sana dava açabilir, idamını isteyebilir. Bu en son aşama. Ulu Tanrım bu aşamalardan korusun seni. Lütfen adımlarına dikkat et. Artık beni annen olarak görmediğinin farkındayım fakat sen ölene dek benim kızım olarak kalacaksın. Senin için endişeleniyorum.

Annen Müge

Yazmak istediklerim, aklımdan geçenler bunlardı. Fakat farklı bir mektup yazmıştım.

Düşes Çiğdem,

Bulunduğun topraklarda sadece kendi adına hükmetmiyorsun. Soyunun geldiği Aspargon adına da hükmediyorsun. Kendine getirdiğin her laf Aspargon'a gelmiş sayılır. Seni davranışlarına dikkat etmen konusunda uyarıyorum. Dükten boşanmayı aklından bile geçirme. Senin yerin orası. Öleceğin topraklar orası. Boşanma haberini alırsam Aspargon tüm desteğini üstünden çeker. Tek başına kalırsın. Senden beklenen kendini genç bir çocuğun gönül eğlencesi yapacağın yerde başarılı bir adamın tek kadını olman, yeni topraklarına kök salman.

Aspargon Hanlığının Hanımı

Müge Hanım

Çiğdem'e karşı yumuşak olduğum an bir sonraki mektubunda Prensle evlenmek için onayımızı isterdi. Bu konuda müsamaha göstermeyeceğimi bilmeliydi. Gerbena ile dünür olamazdık. Sınırlarımız o topraklara doğru kayarken, gelecek nesiller için hedefimiz kuzey iken onlarla akraba olamazdık.

Akşama doğru Asya Turna'nın teklifi kabul etmediğini ve gereken cezanın uygulandığını söyledi. Tahmin ettiğim gibi ilerliyordu Turna. Kendini ağır hatun gibi göstererek Yaman'ın aklını çelmeye çalışacaktı. Yaman hatunlara gereğinden fazla yüz verince böyle oluyordu. İki kere Han odasına gitmeyle Hanım'ın emirlerine karşı geliyorlardı.

Yemek için küçük salonda toplandık. O gün misafirimiz yoktu. Biz bizeydik. Yaman'ın istediği gibi eğlence düzenlenmişti. Çalgılar, dansçılar ortadaydı. "Bilmediğim bir durumu mu kutluyoruz?"diye sordum yavaşça.

"Hayır. Eğlenmek için illa kutlama mı olması gerek?"

"Savaş hazırlıkları ne durumda?"

"Bir şeyler yapılıyor işte. Sen kafanı böyle şeylerle yorma." Ters ters bakmaya başladım.

"Şurada dans eden hatunlardan biri olsaydım elbet kafamı böyle şeylere yormazdım. İlgilendiğim tek şey Han'ın keyfi olurdu. Fakat bu hanlığın Hanımı olarak böyle şeylere kafa yormam icap eder."

Cevap vermedi. Haklı olduğumu ve devam ederse devam edeceğimi biliyordu. Susup yemeğini yemeye devam etti. Ulaş'la muhabbet etti. Toygar da onları dinliyordu.

Yemekten sonra odalarımıza çekildik. Hamamı hazırlamalarını söyledim. Bugün başım o kadar ağrımıştı ki uyumadan önce güzel bir hamam sefası yapıp gevşemek istiyordum. Hamamın hazırlanmasını beklerken Asya geldi odama. "Hanımım, Yaman Han Turna Hatun'u çağırttı. Zindana atıldığını söyledim. Sebebini sordu, olanları anlattım. Bir şey demedi. Haberiniz olsun."

"Eh, bir de deseydi."dedim gözlerimi devirerek. "Hanım'a karşı gelenlere müsamaha gösterirsem haremin hali ne olur? Herkes yerini bilecek. Hamam hazır olmadı mı hala?"

"Hazır sayılır. Meyve tabakları hazırlatıyorum."

"Bir şey yiyecek halim yok. Söyle getirmesinler."dedim ve odadan çıktım. Hamama gittim.

Sıcaklık iyi gelmişti. Bahara girmiş olsak da havalar hala ısınmamıştı. Baharın ikinci ayına kadar serinlik kolay kolay geçmezdi. Kış kadar keskin bir soğuk yoktu yine de ince kıyafetler giymek için erkendi.

Mermere oturdum ve arkama yaslandım. Başımı da duvara dayadım. Hamamdaki tek ses su sesiydi. Bir süre yalnız kalmak istemiştim. Daha sonra Sena beni keselemek için yanıma gelecekti. Her yerim ısınıp yumuşayana kadar bekledim. Sonra Sena'yı çağırttım. Sena güzelce beni keseledi. Omuzlarımı ve başımı da ovdu. "Ellerin şifalı senin Sena. İyi ki varsın."dedim gevşeyerek.

"Teşekkür ederim Hanım'ım."dedi ve üzerime su dökmeye başladı.

"Gerisini ben hallederim sağol. Çıkabilirsin."dedim ve gönderdim. Kendimi sabunladım ve tekrar durulandım. Öğlen olsa mis kokulu sularda beklerdim fakat uykum gelmişti iyice. Saçlarımın suyunu sıkarken hamamın kapısının açıldığını duydum. O yana döndüğümde Yaman'ın hamam kıyafetleriyle yanıma geldiğini gördüm.

"Çıkıyor muydun?"diye sordu beni görünce.

"Evet. İşim bitti."dedim. Fakat ayağa kalkmadım. Gözlerimi onun üstünden ayırmıyordum. Ne diyecekti merak ediyordum.

"Beni keselemek ister misin? Eski günlerdeki gibi." Eski günler... Hayatımızda diğer hatunların yeri yokken, Yaman'ın gözü kimseyi görmezken... O vakitler hayat gerçekten daha güzeldi. Yaman, han olmak için hevesliydi. Hayallerimiz, hedeflerimiz vardı.

"Otur."dedim. Yanıma oturdu. Elini elimin üstüne koydu. Sırtını duvara yasladı.

"Belki de Dora Hanım haklıydı."dedi iç çekerek. "Tahta Yiğit geçmeliydi." Kaşlarımı çattım.

"O halde meydanlarda boynu vurulanlar bizim evlatlarımız olurdu."dedim sertçe. "Olanlardan bir saniye bile pişmanlık duymuyorum. Sen de duyma. Hak bizimdi. Onlar hakkımızı gasp etmek istemişti."

"Uzun yıllar ben de böyle söyledim. Fakat şimdiki halime baksana. O kadar sıkıldım ki her şeyden." Elini daha sıkı tuttum. "Sen de olmasan bu hanlık yıkılır giderdi Müge."dedi ve elimi dudaklarına götürdü. Derin bir nefes aldı. Verdiği soluğu tenimde hissedince ürperdim. Parmakları önce elimin sonra kolumun üstünde ilerleyince kolumu geri çektim. Masum bir ifade takınarak bana baktı.

"Bunca yıldır benimlesin ama hala benim ikinci seçenek olmayacağımı öğrenemedin." Dudağını büktü. "Bana sadece beni istediğinde gel Yaman. İstediğini alamayınca değil."dedim ve hamamdan çıktım.

Bu hayatta tahammül edemeyeceğim şeylerden biri de Yaman için bir seçenek olmaktı. Ben onun hanımıydım. Onun için bir seçenek olamazdım. Turna'yı istediğinde alabilseydi bu gece beni anmayacaktı bile.

***

Turna'nın bir haftalık cezası bittiğinde hareme inmiştim. Baş köşe benim için hazırlanmış, benimle olan hatunlar etrafıma doluşmuştu. Gülçin ve Sena en yakınımda oturuyorar beni eğlendirecek hikayeler anlatıyorlardı.

Turna harem kapılarından girdiğinde gözleri üzerimdeydi. Gülümseyerek bakıyordum ona. Benden epey gençti. Otuzunu yeni bitirmişti. Kahverengi saçları bir haftada karma karışık olmuş, elbisesi kir pasak içinde kalmıştı. Yine de duruşu dikti. Yaklaştıkça açık kahverengi gözlerindeki sabırlı ifade beni çileden çıkma noktasına getiriyordu. Ne Aysima'ya ne başka hatunlara benzemiyordu. Ağır adımlarla yaklaştı. Önümde durdu ve reverans yaptı. Gözleri gözlerimi buldu.

"Cezanı çektiğine göre umarım kurallara karşı koymaman gerektiğini öğrenmişsindir Turna Hatun."dedim.

"Beşerin verdiği ceza ne ki Ulu Tanrımızın vaat ettiği güzellikler yanında."dedi huşu içinde. Öfkeyle derin bir nefes aldım.

Sena, "Ayol neymiş o güzellikler kız. Bize de söyle."dedi ve şen bir kahkaha patlattı. Gülçin de kikir kikir gülmeye başlayınca diğer hatunlar da güldü.

"Sabırlı olanlar mükafatını alır."

Sena, "Ay anladık onu. Mükafat ne? Han yatağı mı? Bunun için mi sabrediyorsun?" Bir daha güldü. Turna ise son derece sabitti. Yüzünde vakur bir ifade vardı ve beni delirtiyordu.

"Mükafat kalbimizden geçendir."dedi ve hafifçe gülümsedi.

Gülçin, "Aman ne sıkıcı şeysin sen? Han'ımız seni nasıl çağırmış yanına hayret. Bütün gece yüce Han'ımızı sıkıntıya mı boğdun? Asya Kalfa sana hiçbir şey anlatmadı mı han odasında ne yapılacağına dair?"

"Yüce Han'ımız benimle sohbet etmeyi seviyor. Ulu Tanrımız kalbindeki boşluğu, sıkıntıyı görmüş ve beni ona göndermiş. Benim sayemde Han'ımızı kendi yoluna yöneltecek."

Gerçekten tahmin ettiğim gibiydi bu hatun. Yaman'ın aklını bu şekilde çelmeyi düşünüyordu.

Sena, "Sadece sohbet mi ediyorsunuz yani?"diye sordu patavatsızca. Turna'nın yanakları al al oldu.

"Han'ımızın mahremini açmak bana düşmez ama evet. Bana saygı duyuyor." Özellikle mi anlatıyordu bunları herkesin içinde? İki kez han odasına gitti ama Yaman ona elini bile sürmedi, öyle mi? Bu yüzden mi içindeki merak gün gün artıyordu? Gözlerim kısılmış Turna'yı izliyordum.

"Onurlu bir hatun olarak yolun hareme nasıl düştü peki?"diye sordum.

"Beni Ulu Tanrım buraya getirdi. Ben de kaderime razı geldim. Sabırla bekliyorum benim için çizdiği geleceği."

"Neymiş o gelecek hatun? Han'la nikah kıyamayacağına göre burada taliplerini bekliyor olmalısın." Yüz ifadesindeki dalgalanma gözümden kaçmadı. Maskesinin ardında oyun kuran tilkinin göz kırpışını yakalamıştım işte.

"Ulu Tanrım beni buraya Han'ımız için gönderdi."dedi aynı sakin ses tonuyla. Fakat bu sırada Sena yanımdan fırlayıp hatunun üstüne atılmıştı bile.

"Sen ne diyorsun ha? Hadsiz seni! Hanımımıza meydan mı okuyorsun? Nerede görülmüş Han'ın nikah bozduğu? Hiç kitap da mı okumuyorsun?"diyerek hatunu tartaklıyordu.

"Her şeyin bir ilki vardır Sena Hatun."dediğinde sinirlerim iyice zıplamıştı. Bir şey dememe gerek kalmadan Sena Turna'ya okkalı bir tokat indirdi.

"Sena! Gel buraya çabuk!" Beni duymuyordu bile. Başını belaya sokmuştu. Tüm haremin ortasında kavga çıkarmıştı. Onu nasıl koruyacaktım şimdi?

"Ne oluyor burada?"diye bağıran Asya'yı duydum. Elindeki sopayı yere vurdu üç kere. "Kesin gürültüyü!" Hatunlar iki yana dağıldı. Sena hala Turna'nın üstündeydi. "Sena Hatun! Bırak onu hemen!" Birkaç ağa da içeri koştu. Hatunları ayırdılar.

"Göstereceğim sana gününü! Hadsiz şırfıntı! Hanımımızın karşısında nasıl böyle konuşursun?!"diye bağırıyordu Sena hala.

"Kes sesini Sena Hatun!"diye bağırdı Asya. Sena öfkeyle ona baktı.

"Ne dediğini duymadın sen!"diye cevap verdi Sena.

"Söyle Asya Kalfa,"dedi Turna Hatun burnundan akan kanı elinin tersiyle silerek, "Yaman Han'ın hanzenine vurmanın cezası nedir?"dediği an beynimden vurulmuşa döndüm.

"Ne hanzeniymiş? Han odasına iki kere giden herkes hanzen olsaydı burası hanzenden geçilmezdi! Ayrıca aranızda bir münasebet olmadığını sen kendi ağzınla söyledin!"dedim sertçe.

"Yaman Han az önce beni zindandan çıkarırken beni hanzeni ilan ettiğini söyledi. Asya Kalfa da yanımızdaydı. Deftere işleyecekti." Gözlerim Asya'yla kesişti. Böyle bir şeyi anında bana söylemesi gerekirdi. "Şimdi, söyle Asya Kalfa. Yaman Han'ın hanzenine vurmanın cezası nedir?"

"Elli sopa falaka ve iki gün zindana atılmak."dedi Asya ters bir ifadeyle.

"Fakat cezayı sen şimdi uygulama."dedi Turna ışıl ışıl gözlerini üzerimizde gezdirerek. "Çünkü ben bu gece Han'ımıza olanları anlattıktan sonra cezasını bizzat seçmek isteyeceğim. O vakit Sena Hatun'a hem yüz sopa falaka vurulacak hem bir hafta zindana atılacak hem de saçları erkek gibi kesilecek!"

Hanım'ın emrine karşı gelindiğinde verilen cezaya ek yapacak kadar haddini aşacaktı demek. Fakat öfkeme hakim olmalıydım. Hatunların önünde kendimi kaybedecek değildim. "Bunu yapacak yetkiye sahip değilsin!"dedim keskin bir tonla. Gözlerim onun üstünde sabitlenmişti. Yıllar sonra karşıma dikilebileceğini mi sanıyordu gerçekten? Onu bir böcek gibi ezeceğimin farkında değil miydi? O halde onu ezdiğimde farkında olacaktı.

"Şu an değilim. Fakat yarın sabah olacağım." Reverans yaptı ve bir hışımla yanımızdan uzaklaştı. Ben de hızla ayağa kalktım. Hatunlar da benimle birlikte kalktı. Sena, Gülçin ve Asya'ya birer bakış attım beni takip etmeleri için. Odama çekildim.

"Neler oluyor Asya?"dedim odaya girer girmez. "Yaman ne yapmaya çalışıyor? Hatunun dedikleri doğru mu? Birlikte olmuyorlar mı?"

"Odaya gönderdiğim işkızlar yatakların temiz olduğunu söyledi iki seferde de. Ya hatun doğru söylüyor ya da..."

"Yaman bana bunu da yapar mı?"dedim dudaklarımı dişleyerek. "Sıradan birine iki günde rütbe verip cezalarda esneklik yapmasına müsaade eder mi? Otoritemi sarsmaya cüret eder mi?" Ulu Tanrım aklıma mukayet ol. Eğer öyle bir şey yaparsa, beni ezip geçerse, o zaman bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmaz.

"O kadar yapmayacaktır Hanımım. İçinizi ferah tutun."dedi Asya. Beni rahatlatmak istiyordu fakat onun da yüzünde emin olmayan bir ifade vardı. Yaman bu sabah hususi olarak gitmişti hatunu çıkarmaya ve onu hanzen ilan etmişti. Başka ne delilikler yapacaktı? Bu yaşımızda uğraştığımız şeylere bak. Hatun resmen nikahımızı bozdurmakla tehdit etmişti beni.

"Eğer yaparsa, o hatun ölecek! Yarın gece!"dedim dişlerimin arasından. "Beni yalnız bırakın."

Yaman iyice aklını kaçırmaya başlamıştı. Başka bir açıklaması olamazdı. Odamın içinde oradan oraya gidiyordum. Çıldıracak gibiydim. Akşam olduğunda hala oturmamıştım. Asya Yaman'ın odada Turna'yla yiyeceğini, benim yemeğimi de buraya getireceğini söylediğinde odadan fırladım.

Yaman'ın odasının önünde durdum. Askerler beni görünce kenara çekildi. Bu halimde beni kapının önünde tutamayacaklarını çok iyi biliyorlardı artık. Hızla kapıları açtım ve içeri daldım. Turna açık kahverengi bir elbise giymiş, saçlarını dalga dalga omuzlarından bırakmış, koltukta oturuyordu. Yaman ise onun karşısındaydı. Ani girişimle ikisi de bana döndü. "Bizi yalnız bırak hatun. Han'ımla konuşacaklarım var."dedim. Fakat bunu derken gözlerim Yaman'ın üstündeydi.

Yaman tartar ifadeyle beni izliyordu. Turna ise ayağa kalkmaya bile zahmet etmemiş, Yaman'ın emrini bekliyordu. Sessiz sakin olduğunu düşündüğüm hatun adeta bana meydan okuyordu. O kimdi ki? Daha bir evladı bile yoktu. Bu cesareti ona kim veriyordu? Cevap karşımdaydı!

"Çıkabilirsin Turna. Gönlümün Hanım'ı geldiyse burada kimse kalamaz."dedi Yaman tane tane. Turna ancak o vakit kalktı. Önce Yaman'a sonra bana reverans yaptıktan sonra odadan çıktı. Kapılar kapandıktan sonra Yaman, "Ne oluyor Müge?"

"Ne mi oluyor? Bunu gerçekten soruyor musun?"dedim hızla onun yanına gelerek. Turna'nın kalktığı koltuğa oturmadım. Onun karşısında ayakta duruyordum. "O hatunu hanzen ilan etmişsin. Aranızda bir münasebet bile olmamış. Amacın ne?"

"Kurallarda böyle bir madde mi var? Münasebette bulunmadığım fakat sohbetinden hoşlandığım hatunları hanzen ilan edemez miyim? Her şey yatağa mı bağlı?"

"Bu cümleyi gerçekten kurduğuna inanamıyorum."dedim tiksintiyle. "Ona ceza yetkisi de verdin mi?"

"Ne yetkisi?"

"Haremde olanları anlatmadı mı?"

"Ne oldu haremde?" Demek daha o aşamaya gelmemişti sohbet.

"Eğer harem kuralları dışında kişisel cezalar için hatunlara izin vermeye başlarsan çok kötü şeyler olur Yaman! Sana bunu açık açık söylüyorum!"dedim işaret parmağımı onu tehdit ederek sallayarak. Hızla ayağa kalktı.

"Sen beni tehdit mi ediyorsun?"

"Evet! Seni tehdit ediyorum!"dedim gözlerimi büyüterek. "Bu sarayda benim otoritemi sarsacak bir şey yaparsan çok kötü şeyler olur!"

"Sana bu otoriteyi verenin kim olduğunu unutma Müge!"dedi sertçe. Bir adım yaklaştım.

"Sen de sana bu sarayı verenin kim olduğunu unutma Yaman!" Kalbim öfkeden deli gibi çarpıyordu şimdi. İşlerin bu noktaya geleceğini hayatta düşünmezdim. Katı bir sessizlik oldu aramızda. Ne o konuşuyordu ne ben. Uzun bir süre öylece bakıştık. Sessizlik uzadıkça kalbimin vuruşu yankılanıyor gibi hissediyordum. "Benden vazgeçip onu mu hayatına alacaksın?"dedim sonunda. Fakat az önceye nazaran sesim o kadar cılız çıkmıştı ki içimde hala Yaman'ı kaybetmekten korkan bir Müge olduğunu o vakit anlamıştım.

"Sen neler söylüyorsun?"dedi Yaman şaşkınlıkla. Ellerini yüzüme uzattı fakat geri adım attım.

"O hatuna sürdüğün ellerini yüzüme süremezsin!"dedim tiksintiyle.

"O hatuna dokunmadım bile. O hatun dediğin nedir ki?"

"O zaman neden bugün onu hanzen ilan ettin?"

"Hanzen rütbesi çok önemli mi? Hanım'ım dururken hanzenin önemi yok. Bunu sen de biliyorsun."

"O hatun bilmiyor ama! Bana meydan okuyacak kadar cesaret almış senden. Seninle nikah kıyma hayalleri var!"

"Böyle bir şey mümkün mü Müge? Seni bırakmayacağımı biliyorsun!"

"Beni bırakmayacağını iddia ediyorsun ama her dönem hayatına yeni bir hatun giriyor! Yıllardır da değişmedi bu!"

Sustu. Buna verecek cevabı yoktu. Nefret ediyordum bu durumdan. Bu düzenden. İdil'e akıl verirken onun durumuna düşmüştüm işte. Yaman'ı basit hatunlar için sorguya çekiyor, odasında kıyameti koparıyordum. Hadi Müge, sen de görmezden gelsene! Sevdiğin adamın başka kollarda uyanışına göz yumsana! Olmuyor değil mi? Hey gidi koca Müge, sen bile bu adamı kıskanırken Ecrinok'taki o küçük hatun hayatının aşkını nasıl kıskanmasın?

"Sen benim gönlümün Hanım'ısın Müge. Bunu hiçbir güç değiştiremez."

"O hatun haddini aşarsa gider Yaman! Diğerleri nasıl gittiyse o da gider! Ona haddini bildirmek sana düşüyor! Sınırını aşmasına sebep olursan kanı senin üstünedir!"dedim ve hızla odadan çıkmak için hamle ettim. Fakat o an kolumdan yakaladığı gibi beni kendine çekti.

"Uğruna döktüğüm kanlar gibi sen de uğruma kan döküyorsun."diye fısıldadı gözlerimin içine bakarak. "Aramızda böyle ölümcül bir tutku varken senden başkasına önem vereceğime gerçekten inanıyor musun?"

"Onu sen söyle. O hatunun göz-" Dudakları dudaklarımı buldu. Elleri saçlarımın arasına karıştı. Geri çekildiğinde "O hatunun gözlerindeki-" Bir kez daha öptü dudaklarımı. Bu defa daha sert, daha hoyrattı. Saçlarımdaki tokayı çözdü ve uzun, siyah saçlarım omuzlarımdan aşağı döküldü. Eli yüzümde gezindi.

"Ben Silistros'ta bu gözlere vuruldum Müge. Bu dudaklara, bu yüze, bu endama. Bozyurt'ta ise bu kalbe vuruldum."dedi ve parmakları sol göğsümün üstünde gezindi. Dokunuşu içimi ürpertti. "Ecrinok'ta kendinden eminliğine, yöneticiliğine,"derken başımdaki tacı çıkarıp yere bıraktı. "Ve burada hanımlığına vuruldum." Hızla beni kendine çekti. Hayır diyemedim. Dudaklarında kayboldum. Nefeslerimiz birbirine karışırken bedenlerimiz bir oldu. Herkes önemini yitirdi.

***

Bu Müge ve Yaman manyak bence. Yazar olarak artık buna emin oldum. Yazar sensin nasıl oluyor demeyin. Oluyor işte. Bazen karakterler kontrolü ele geçiriyor.

Neyse. Bu da böyle bir bölümdü işte. İçinizde biraz heyecan, coşku, öfke vs uyandırabildiysem birer oyunuzu isterim.

Bu bölümü okurken en keyif aldığı kişi Müge Hanım olduğu için BayanDuygun a ithaf ediyorum.

-Çiğdem'in durumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Gerbena'ya gitmeyi gözüne koymuştu zaten. Başarabilecek mi sizce?

-İmparatoriçe ve Müge arasındaki yazışmaya ne diyorsunuz?

-Müge'nin Çiğdem için düşündüğü mektup ve yazdığı mektup hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce ilk düşüncelerini mi göndermeliydi? İlkini gönderse ne olurdu?

-Yaman'ın yeni gözdesi Turna Hatun'u nasıl buldunuz? Müge'nin başına iş açacak mıdır? Ne kadar ömür biçiyorsunuz?

-Son olarak Müge ve Yaman ilişkisine bakışınız nedir? Benimki belli 😂

***Sonraki bölüm Çiğdem ve Tunay olacaktır***

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top