3.9. Onur Meselesi (YENİ BÖLÜM)

1426 Senesi - Kış Mevsimi

ASPARGON HANLIĞI

Sömürge Hasbükan Sınırı

Hanzade Toygar

Karın düştüğü topraklarda, sessizliğin zirvesinde hayat ne kadar durgundu. Karaçamların beyaza dönen dikenleri usulca, kıpırtısız duruyordu. Tek ses buhara dönen nefesime aitti. Nefesime zihnimden gitmek bilmeyen düşüncelerin uğultusu karışıyordu. Nefesine nefes olamadığım, hastalığına derman bulamadığım oğlumun kollarımda titreyerek can verişi aklımdan çıkmıyordu. Simay'ın çığlıkları içimi titretiyordu. Önüme konan büyücülük malzemeleri beni tiksindiriyordu. Hırs uğruna çocuklara bile el uzatılan bu hayata duyduğum öfke damarlarımda kaynıyordu.

Onların derdi benimleydi. Fakat oğlumu almışlardı elimden. Bu kadar ileri gidecekleri aklımdan bile geçmezdi. Sargun Cadısı büyüsünü yapmış, oğlumun ruhunu benden koparmıştı. Karşıma silahlarıyla çıkmaya cesaret edememişlerdi. Kalleş bir baskınla ölüm fermanım verilmişti. O vakit sadece benim canımı alsalardı! Oğlumun canını değil!

"Kalan askerler de geldi." Belgin'di gelen.

Korkaklar gibi kaçmak zorunda kalmıştık kaleden. Ailemi koruyabilmek için bana uymayan bir şey yapmak zorunda kalmıştım. "Ertunç askerleri kaledeki mücadeleye devam edebildikleri kadar ettiler. Sarayın ordusunu orada tutmayı başardılar. Hasbükan askerleri ise buradalar."

"Herkes iyi mi?"

"Baş Zadesen otağından çıkmıyor. Zadesen Beyza ise askerlerle ilgileniyor. Çocuklar başka bir çadıra alındı. Hizmetçilerimiz başlarında. Muhafızlar kuş uçurtmuyor. Hasbükan Beyleriyle görüşmemize az kaldı."

"Bu savaşı kazanmak zorundayız."dedim. "Sadece hayatta kalmak için değil, sarayın kördüğümünü çözmek, gözleri açmak için kazanmak zorundayız. Kanımıza soysuzların kanı karıştı. Asperan Hanedanlığı Omena soylularının eline geçmemeli. Kılıçla kazanılamayan savaşları saraya sokulan casuslarla kazanmalarına izin vermeyeceğim."

"Savaşı kazanacağız Toygar. Bozyurt ve çevresi bizimle. Hasbükan beyleri de bizimle."

"Sömürge topraklarının beyleri."diye söylendim.

"Senin savaşınla sömürgelikten çıkacaklar ve bize tabii olacaklar. Bu savaş aynı zamanda onların özgürlük savaşı olacak. Gerbena sömürgesi olmaktansa Aspargon hükmüne girmeyi yeğlerler."

Zorlu bir savaş olacaktı. Destekçilerimizi zaman içinde artırmıştık. Fakat yeterli değildi. Oğlumun kaybı ve kale baskını işleri bozmuştu. Fakat bekleyecek zaman yoktu. Bir an önce hamlemizi yapmak zorundaydık. Aksi halde çok daha büyük bir orduyla yüzleşmek kaçınılmazdı.

Yerleşim alanına geri döndüm. Muhafızlar aceleyle kurulan çadırların sağlamlaştırılmasıyla uğraşıyordu. Çocukların bulunduğu çadırdan kızım Gülsema çıktı. Kardeşinin ölümü onu mahvetmişti. Beni görünce gözleri tekrar doldu. Hızla sildi yaşları. Bana doğru hızlandı. Tam önümde durdu. "Ne zaman saldırıya geçiyoruz baba?"diye sordu öfkeyle. "Kardeşime bunu reva görenlerin canını almadan uyku yok bana!" Saçlarını okşadım. Dizlerimin üstüne inerek sıkıca sarıldım.

"Her şeyin hesabı sorulacak. Bedel ödetilecek. Sen kardeşlerinin yanında kalacaksın."

"Hayır! Asla! Onların nefesini kesmeden hiçbir yerde kalmayacağım! Kardeş acısını onlar da tadacak!"

Söyledikleri kanımı dondurmuştu. "Kuzenlerinin hiçbir suçu yok Gülsema."

"Han ve Hanım'ın yaptıklarından haberleri olmadığına inanmıyorum! Orada güvenebileceğim tek kişi Aydan. Aydan yalan söylemez. O cadının büyülerine kendi gözleriyle şahit olmuş. Susması için onu da annesini de yatağa düşürmüş. Son mektubunda her şeyi anlattı. Ulu Tanrı neden o kadını durdurmuyor! Omena daha mı güçlü?"

"Savaşlar kılıçla kazanılır kızım. Hiç kimse ölümsüz değildir."

"O vakit nasıl oluyor da bizden çok uzakta yapılan bir büyü bizi etkileyebiliyor? Ulu Tanrı bizi neden Omena'dan korumuyor?"

"Ulu Tanrı bizi sınıyor. İnancımızı görmek istiyor. Bu savaşta bizim yanımızda olacak."

"Heymolla ailesi bizi destekliyormuş. Annem öyle demişti. Onlar Ulu Tanrı'nın bizim yanımızda olmasını sağlayabilir. Topraklarımızı işgalcilerden kurtarabiliriz böylece."

"Evet. Topraklarımız işgalcilerden arınacak. Bundan emin olabilirsin. Kardeşlerinin yanına dön şimdi."dedim ve çadırına geri döndü. Ben de Simay'ın otağına doğru ilerledim.

İçerisi oldukça sessizdi. Halıyı araladığımda Simay yerde oturuyordu. Donuk gözleri karşıya bakıyordu. Yüzü günlerdir solgundu. Beni gördüğüne dair herhangi bir harekette bulunmadı. Sessizce yanına yaklaştım ve dizlerimin üzerine çöktüm. Onu böyle görmek içimi acıtıyordu. Fakat elimizden bir şey gelmezdi.

"Oğluma nefes olamadım."dedi güçsüzce. "Kollarında çırpınırken hiçbir şey yapamadım. Gözlerimin önünde öldü evladım. Onu koruyamadım."sesi titredi. Gözlerinden akan yaşları sildi. Dudaklarını birbirine bastırdı. "Bu kanlı savaşa evladımın dahil edilebileceğini düşünemedim." Babasının idam haberinden hemen sonra evladımızın ölümü onu mahvetmişti. Ablasının ihanetinin sonuçları ağır olmuştu. "Ben senin Baş Zadesenin olmayı hak etmiyorum Toygar."dedi birden. Kaşlarım şaşkınlıkla çatıldı. "Ablamın ihanetini, evladıma yapılanı öngöremedim."

"İkimiz de ailemizin ihanetine uğradık Simay. Sen ablanın ben ise abimin. Yaptıklarıyla evladımızın canına mal oldular. Onların bu denli kalleş olabileceğini öngöremezdik. Bir daha böyle söylediğini duymak istemiyorum. Ben yanımda hırslarıyla hareket eden birini değil yoldaşlığıyla hareket eden birini istiyorum. Kayıplarımız büyük. Bu acılar bizim zırhımız olacak ve çok daha güçlü saldıracağız." Ellerini tuttum sıkıca. "Sen benim Baş Zadesenimsin. Hanımımsın. Her daim benimle olacaksın."

"Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?"

"Elbette! Yasımızı tutacak vakit değil. Saldırıya hazır olmak zorundayız. Baskından sonra çok daha büyük bir orduyla üstümüze geleceklerdir. Bizim de tüm destekçilerimizi toplamamız gerek."

"Evladımın kanı için yasımı şimdi tutmayacağım."dedi çok daha güçlü bir tonla. "Zalimlerin nefesi kesilene dek gözümden bir damla yaş akıtmayacağım." Ayağa kalktı. Toparlandı. Başlığını düzeltti ve dışarı çıktı.

"Herkes beni dinlesin."diye bağırdı. Askerler işlerini bıraktı. Beyza ve Belgin çadırlarından çıktı. Alanda kim var kim yok herkes etrafımıza toplandı. "Canımızı kurtarmak için kaleden kaçmak zorunda kaldık. Fakat bu bir teslimiyet değildir! Canımızı vererek hakkımız olanı alamazdık. Buraya gelişimiz geçicidir. Herkes bunu bilsin. Ordumuz derhal toplansın. Biz Aspargon kanı taşıyanlar, Aspargon için savaşacağız. Arbatun'dan, Sargun'dan veya başka Omena ülkelerinden gelen hiçbir kanı kanımıza karıştırmayacağız. Hanlığımızı bozmaya çalışanların oyunlarına engel olacağız. Büyülerle çocukların canını alanların nefesini keseceğiz. Büyülerin tesirinde hanlık yönetenlerin kellesini vuracağız. Hanlığımızı Omena soyuna kurban etmeyeceğiz! Ulu Tanrı'nın da yardımıyla Altınova bizim olacak, Aspargon bizim olacak!"diye haykırdı.

Askerler coşkuyla kılıçlarını çekti. Kılıçları havaya savurarak bağırmaya başladılar. "Kanımız için! Canımız için! Özümüz için! Aspargon için! Baş Zadesen Simay çok yaşa! Hanzade Toygar çok yaşa!"

***

Birkaç gün içinde Hasbükan beyleri sınırdan geçip otağımıza geldi. Sömürge hayatı kanlarına dokunuyordu. Gerbenalılar tarafından yönetilmeyi kabullenemiyorlardı. Maktul Akın Han'ın hatalarının bedelini ödemek istemiyorlardı. Aspargon'a katılmış olan bölgelerin desteği de bizimleydi. Soydaşlarını Gerbena sömürgesinde bırakmak istemiyorlardı. Sömürge beyleri geçirebildikleri askerleri geçirecekti. Korkut'la savaşımızdan sonra sıra o bölgenin alınmasına gelecekti. Sömürge bölgesinden büyük bir destek beklemiyordum. Koca bir ordunun Gerbena'nın onayı olmadan sınırdan geçmesi mümkün değildi. Fakat en iyi komutanlar ve askerler zaten hazır haldeydiler. Kaçak şekilde bize destek olacaklardı.

Baharın ilk gününe kadar bütün birlikler toplanacaktı. Altınova'daki ordunun da harekete geçmesi yakındı. Beylerin bazısı savaş için baharı bekleyeceklerini söylese de o baskından sonra Korkut'un beklemek isteyeceğini düşünmüyordum. Beklediği her gün benim biraz daha güçlenmem demekti. Destekçilerimin önünü kesebilmek adına en kısa zamanda orduyu üzerime gönderecekti.

Belgin otağıma geldiğinde son mektupları okuyordum. "Altınova savaşa hazırmış. Senin de dediğin gibi Korkut Han baharı beklemeyecek." Elindeki mektubu bana uzattı. Saraydaki casusumuzdan gelmişti. "Korkut Han ordunun başında olacakmış."

"Demek bizzat kendi gelecek." Şaşırmıştım. Onun sarayda kalmasını bekliyordum. Ama böylesi daha iyi olmuştu. Kılıcım kılıcını parçalayana dek durmayacaktım.

"Onunla karşılaşmadan bu iş bitmeli."dedi Belgin endişeyle. "Yolda pusuya düşürülmeli."

"Pusular bana göre değil biliyorsun." Güçlü bir şekilde ayağa kalktım. Gözlerinin içine bakarken kalbimdeki öfke bedenime yayılıyordu. "Onu daha önce yendim. Yine yenerim."

"Bu defa basit bir kılıç talimi yapmayacaksınız Toygar."dedi çıkışır gibi.

Kaşlarım alayla havaya kalktı. "Korkut'un karşısına çıkmaktan korkmuyorum. Ordumun başında olacağım. Aspargon Han'ı olacaksam Korkut'un canını alan ben olmalıyım!"

"Cesaretine her daim hayranım. Lakin bu defa temkinli olmak zorundasın. Senin hayatta kalman mühim. Kendini düşünmüyorsan evlatlarını düşün. Bizi düşün. Eğer sana bir şey olursa hiçbirimizi sağ bırakmazlar. Bunu sen de biliyorsun!"

"İşte bu yüzden onun canını ben alacağım!"dedim kararlı bir tonla ayağa kalkarak. "Ailemin canı, geçmişimin tarihe karışmasına bağlı. O sarayda yaşayan hiç kimse ama hiç kimse benim düzenimde nefes almayacak."

Belgin'in gözleri büyüdü birden. "Büyük Hanım?"

"Hiç kimse dedim! Onların yükselmesine müsaade eden hiç kimse yaşamayı hak etmiyor!"

"Kılıcın yeğenlerine de uzanacak mı peki?"

Gözlerine bakarken sesimi çıkarmadım. Öfkeyle dudaklarımı kemiriyordum. Derin bir nefes aldım. "Hepsine değil."dedim sakince.

"Ben sanıyordum ki-"

"Ben de bir yere kadar merhametimi koruyabileceğimi sanıyordum."diye itiraf ettim. "Lakin son günlerde merhametten doğan marazları sorguluyorum. Bazı sorunlar büyümeden önlenmeli."

"Anlıyorum. Düşüncelerinde haklısın. Bir anne olarak bunu acımasız bulsam da bir han hatunu olarak hareket etmek zorunda olduğumu biliyorum." Derin bir nefes aldı. "Baş Zadesen de bu kararını biliyor mu?"

"Elbette."dedim. "Beyleri daha fazla bekletmeyelim."dedim ve çadırımdan çıktım.

Simay beni divan çadırının önünde bekliyordu. İçeri Simay ve Belgin'le birlikte girdim. Beyler ayağa kalktı ve baş selamı verdiler. Yerime geçtim ve oturmalarını söyledim. Kartal Bey ve Demir Bey bana en yakın yerdeydiler. Kartal Bey'e döndüm. "Asker sayılarını konuşarak başlayalım."dedim. Konuyu uzatmaya gerek yoktu. Kim ne getirebilir ne yapabilir bir an önce tartışıp karar vermeliydik. Herkes askerlerini tek tek bildirdi. Sıra Harun Bey'e gelmişti. Sömürge bölgesinden gelen öne çıkan beylerden biriydi. Sessizliği canımı sıkmıştı.

"Harun Bey? Konuşmak için ferman mı bekliyorsun?"diye çıkıştım. Alaycı bir gülüş dudaklarına yerleşti.

"Elbette beklemiyorum Hanzade Toygar. Fakat şimdiye kadar konuşulanlar bu savaşa adamlarımı getirmeme değeceğini düşündürmedi." Kaşlarım çatıldı. "Kusura bakmayın lütfen. Sizinle açık konuşacağım. Kanlı bir savaş ve sonuçları ağır bir yıkım görmüş biri olarak söylemek isterim ki bu savaşı kazanmanız mümkün değil."

"Neye dayanarak buna karar verdiğini merak ettim."

"Düzensizliğinize dayanarak." Sinirlerim gerilmeye başlamıştı. "Güya bir süredir Hasbükanlı hatununuzla eski Hasbükan topraklarında dolaşıyorsunuz. Beylerle yakın ilişkiler kuruyorsunuz. Fakat onca seyahate rağmen Hasbükan halkını anlamak için hiçbir çaba sarf etmediğinizi görüyorum. Biz güçlü olan bir han görmek isteriz. Alkan Han güçsüzdü ve yenildi. Biz de Akın Han için savaşmaya başladık. Ne yazık ki onun da basiretsiz kararları sonumuzu getirdi. Korkut Han sayesinde biraz olsun rahata ermişken, Gerbena seferlerine başlamak üzereyken neden onun karşısında olalım ki? Neden bir kez daha savaşa sürüklenelim? Bizim kanımızdan olmayan iki kardeş için adamlarım kan dökmeye hevesli değiller."

Simay'ın alaycı gülüşünü duydum. Gözlerinden ise öfke saçılıyordu. Yavaş adımlarla yanımdan ayrıldı. "Görünen o ki Omena'nın köpeğine dönüşen bir Han için savaşmak onurunuza dokunmuyor, demek isterdim." Harun Bey'in oturduğu yere doğru ilerledi. Tam arkasına geldiğinde durdu. "Lakin bunu demem için önce onur sahibi olmanız gerekir Harun Bey." Elini sandaleyin koluna dayadı. "Omena köpeğinin artıklarıyla karnınızı doyurarak rahata erdiğinize inanacak kadar onursuz olduğunuz ortada." Derin bir nefes alarak adamın kulağına doğru eğildi. "Size cümle aleme ibret olacak bir sır vereyin Harun Bey. Onur sahibi olmayan kanı bozukların bizim savaşımızda işi yok." Etin kesilme sesiyle birlikte masadaki haritalara oluk oluk kan sıçramaya başladı. Simay'ın elinde kanlı bir hançer vardı. Saçlarından yakaladığı adamın başını bir leşten kurtulur gibi masaya bıraktı. Kanlar yayılırken Harun Bey'in adamları ve başka iki bey hızla ayağa kalkıp kılıçlarına uzanacak oldu. Askerler hemen adamların kollarını kavradı.

"Bu da ne demek oluyor Hanzade Toygar?"diyerek bağırdı Faruk Bey.

"Bu savaşta ölmek var dönmek yok demek oluyor."dedim istifimi bozmadan. Tereddütü olanların ihanetini göze alacak değildim. Derin bir nefes aldım. "Savaş bitene dek tutsak olarak kalacaksınız. Akıbetinize sonra karar vereceğim." Baş hareketimle birlikte adamlar çadırdan çıkartıldı. Simay yanıma gelirken hançerinin kanını eteğine sildi ve kınına yerleştirdi. İçinde kabaran öfkeyi görebiliyordum. Bu savaşta ya ölecektik ya da karşımızdaki herkesi öldürecektik.

Konuşmalara devam ettik. Masaya yayılan kan kimsenin umurunda değildi. Yaşananlar diğerlerinin takdirini kazanmıştı. Bizim de istediğimiz buydu. Ölümüne bir savaşa yürüdüğünün farkında olmayanlara ihtiyacımız yoktu.

Üç koldan Altınova'ya saldırmaya karar verdik. Hangi ordunun başında kimin olacağını ise son ana kadar hiç kimse bilmeyecekti. Üç isyan üç hanzade... Korkut da ordusunu bölmek zorunda kalacaktı. Benim başkente ulaşma riskimi göze alamayacaktı. Bize katılacak diğer askerlerin konuşlanması bittikten sonra asıl taarruz başlayacaktı. Karşımızda Aspargon ordusu vardı. Lakin biz de Aspargon ordusuyduk. Bu savaşı kazanacak olan bizdik. Bizim davamız onur meselesine dayanıyordu.

***

Günler sonra Ulaş amcam ve ordusunun bize çok yakın bir yerde beklediğinin haberini aldım. Amcam bana görüşme talebi göndermişti. Amcamın mektubunu elimde dolandırırken yanıma Beyza geldi.

"Görüşmek bir şeyi değiştirecek mi?"diye sordu önümde durduğunda. Gitmemi hiçbiri istemiyordu.

"Sanmıyorum. Kale baskınını amcam yürütüyordu." Acıyla gülümsedim. Geldiğimiz hal inanılmazdı. Bir zamanlar ben, amcam ve abim Altınova'da at koşturur hanlığı birlikte yönetme hayalleri kurardık. Şimdi ise kanlı bir savaşın ortasında çift bıçaklı bir mızrağın iki yanı olmuştuk.

"O halde neyi düşünüyorsun? Gitmeyeceğini bildir."

"Amcam Aspargon'un Baş Komutanı. Bana saldırmak isteseydi ordusunu öylece bekletmezdi."

"Bozbey Kalesi'ne saldırmaktan geri durmadı ama! Seni elinden kaçırdı."

Beni elinden kaçırmamıştı. Kaçmamı istemişti. Bana bir şans vermişti. Amcam onurlu bir askerdi. Görevine asla ihanet etmezdi. Şimdi de saldırıya geçmeden bana ikinci bir şans tanıdığını gösteriyordu. Fakat vazgeçmeyeceğimi anlamak zorundaydı.

"Tek gitmeyeceğim merak etme."dedim ayağa kalkarak. Bir hışımla çadırımdan ayrıldım.

"Toygar!"

"Alperen'i çağırın bana."dedim askerlerime. Adını duyar duymaz en yakınımdaki çadırın arkasından fırladı Alperen. "Atını hazırla. Gidiyoruz."

"Toygar!"diyerek Beyza geldi yanıma. "Bu bir tuzak olabilir! Amcan ona olan zaafını kullanıyor olabilir! Korkut'un yanında olan hiç kimseye güvenemeyiz!"

Simay da kendi çadırından koşar adım çıktı. Atıma bindiğimi görünce gözlerini öfkeyle kocaman açarak yanıma koştu. "Bunu konuşmuştuk Toygar."

"Merak etmeyin. Ben amcama güveniyorum. Saldıracak olsa saldırırdı."

Simay, "Daha az kayıpla seni ele geçirmek istiyor olabilir!"diye bağırdı. Fakat cevap vermedim.

Alperen yanıma geldiğinde atımı sürmeye başladım. Yaptığım belki çok riskliydi fakat içgüdülerim oraya gitmem konusunda ısrarcıydı. Alperen'i işte bu yüzden seviyordum. Sorgusuzca her zaman yanımdaydı. Bana güveniyordu. Ben de ona güveniyordum.

Güneş batmaya yüz tutmuş, gökyüzü pembe, kırmızı ve lacivertin dansına başlamıştı. Ağaçlar tuvaldeki bir resim gibi görünüyordu. İçimde ise koca bir belirsizlik hissi vardı.

Amcamın görüşmek istediği bölgeye geldiğimde atımdan inmeden etrafı taradım. Kimse yoktu. Ağaç dallarını hareket ettiren esintiden başka bir ses yoktu. Bir süre sonra karı ezen nal sesleri gelmeye başladı. Amcam ağaçların arasından beyaz atıyla tek başına çıktı. Yakut ve safir taşlarla süslenmiş beyaz bir kaftan tercih etmişti. Saldırı amacı taşımadığının en büyük göstergesiydi bu. Yakut'un yanına yakıştırdığı safir ise beni desteklemediğinin işaretiydi. Yine de gelmişti. Buradaydı.

Gözleri bir müddet Alperen'in üstünde kaldı. Sonra bana döndü. "Neden hala buradasın?"diye sordu. Sorusu düşüncelerimde haklı olduğumu gösteriyordu. Kaçmamı ummuştu.

"Kaçmanın bana göre olmadığını bilmiyor musun?"

Güldü. "Ölmek sana göre mi peki?"

"Ölecek olan ben değilim amca."

"Bu yolun sonu ölüm Toygar."

"Benim için değil." Atımın dizginlerini sağa döndürüp küçük adımlarla ilerlemesini sağladım. Amcam da aynısını yaptı ve ortada yavaş yavaş daireler çizmeye başladık. "Eğer aracı olmak için geldiysen, tahtı işgal eden hana söyle, gereğini yaparak çekilsin. Eğer kendi isteğiyle çekilirse daha fazla kan dökülmez. Lakin onu ben indirirsem dökülen tek kan onun olmaz. Onun yanında olan ve onun kanını taşıyan herkes ölür."

Amcamın gözleri şaşkınlıkla açıldı. "Demek gözün bu denli karardı."

"Evet. Gözümü bu denli kararttılar. Omena cadısı oğlumun canını aldı! Kendi oğlu başa geçebilsin diye benim oğlumu kurban etti! O işlerin nasıl yürüdüğünü biliyorum artık."

Amcam başını iki yana salladı. "Gökben'in asla böyle bir şey yapmayacağını bilmen gerekir."

"Kendi oğlunu büyülerle hasta eden bir cadı her şeyi yapar."dedim sertçe.

"Geçmişi geçmişte bırak Toygar. Sen de biliyorsun Gökben'in seni ne kadar sevdiğini. Senin evlatlarına asla zarar vermez. Böyle bir şey olsa Korkut onu kendi elleriyle öldürürdü."

"Büyülerin tesirindeki birinin bunu yapacağına inanıyor musun gerçekten? Belki seni de büyülediler. Ne dersin?"

"Öyle olsaydı seni çoktan öldürmem gerekirdi." İyi yerden yakalamıştı. "Git buradan Toygar. Sana son bir şana daha veriyorum. Bu toprakları terk et. Kimliğini gizle ve ailenle huzur içinde yaşa."

"Kaçmak bana göre değil."

"Bu savaş kanlı bitecek. Bir kez daha çocukların katline şahit olmak istemiyorum."

"Ben de kanını taşıdığım Asperan Hanedanlığının kara büyülere kurban edilmesine şahit olmak istemiyorum. Olmayacağım da! Kanımızı bozdular! Hanedanlığımızı kirlettiler! Görmüyor musun?"

"Senin annen de Arbatunluydu unutma."

"Hanlığa nasıl bir yıkım getirdiğini gördün. Kendi çıkarları için evlatlarını kurban etti. Ulu Tanrı bu toprakları kendi özünden gelenlerin yönetmesini istiyor. Asper Han ve yoldaşlarına verdiği öz ancak bu topraklara hakim olabilir."

Amcamın gözlerinde hayret ve küçümseme vardı. "Savaşını haklı çıkarmak için kendini bu gerçeğe alıştırman kaç yılını aldı?"diye sordu. "Yalanları yandaşlarını artırmak için kullanabilecek birine dönüşmüşsün. Danışmanların vicdanını yok etmen konusunda seni iyi yetiştirmiş."

"Geç bunları amca. Gözlerini gerçeklere kapatan sensin. Her zaman en sevdiğin yeğenin abim oldu biliyorum. Beni anlamanı da beklemiyorum. Sen asla kimsenin ikinci tercihi olmadın. Sen bir tercih bile olmadın. Hayatın rahat içinde geçti. Beni asla anlayamazsın."

"Hayatım rahat içinde geçti, öyle mi?" Alayla güldü. "Benim yaşadığım dönemde tercih bile olmayan hanerler ve haneşler yakılarak katledildi!"

Gözlerimi devirdim. "İstediğini söyle, geri adım atmayacağım. Bu savaşı ben kazanacağım."

"Kazanamayacaksın Toygar! Aptal olma! Haremini de çevreni de Salaman ve Hasbükan casuslarıyla doldurdun! Haklı hiçbir yanın yok! Burada kendine zavallı destekçiler edinmiş olabilirsin lakin Altınova'da asla kabul edilmeyeceksin! Hele ki o çocukların tek birinin bile kanını dökersen halk seni asla Han olarak görmeyecek!"

"O halde beni han olarak görmeyen herkes ölür!"

"O vakit beni de öldürmek zorunda kalacaksın."

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Öfkeyle soluyordum. Sinirlerimi alt üst ediyordu. Hassas noktalarımı kullanmaya çalışıyordu. "Doğru olanı yapana dek zindanda kalırsın."

"Evlatlarını kurtarmak için son bir şansın var Toygar! Yarın sabah hala burada olursan bu savaş burada biter!"dedi ve atını geldiği yöne çevirerek uzaklaşmaya başladı.

Sinirden dudaklarımı ısırıyordum. Amcam inatçıydı. Ben de inatçıydım. Hiçbir yere kaçmayacaktım. Demek amcamla kılıçlarımız bu defa ölümüne çarpışacaktı. Öyle olsun. Abime giden yol amcamın katlinden geçecekse, beni buna mecbur edeceklerse öyle olsun. Yarın meydanda amcam kiminle karşı karşıya olduğunu görecekti. O küçük çocuğun gittiğini ve gerçek bir Han olabileceğimi görecekti. Son nefesini verirken beni karşısına aldığına pişman olacaktı.

Çok ince bir ses kulağımın yanından geçip gitti. Ufacık bir ıslık gibi. Güneşin son huzmelerini söndürür gibi. Yıldızların bir daha eskisi gibi parlamayacağının imzası gibi. Dudaklarımdan son kez dökülen o kelime gibi... "Amca..."

Amcam sırtına saplanan okla yere yığıldığında kalbimin durduğunu sandım. Arkamı döndüğümde elindeki yayı yavaşça indiren Alperen'i gördüm. "Sen,"diye soludum nefesim kesilerek. "Ne yaptın sen?"

"Yapmam gerekeni yaptım Hanzadem."diyerek başını eğdi.

Hızla atımdan indim. "Amca!"diye bağırarak amcama koştum. Yüzünü kendime çevirdim. Gözleri yarı açık halde kıpırtısıca yatıyordu. Okun ucu göğüs kafesinden çıkmış beyazlar içindeki kaftanını kırmızıya buluyordu. Hızla genişleyen lekenin sıcaklığı ellerime bulaşırken yanaklarım ılık gözyaşlarımla ıslanıyordu. "Böyle olmak zorunda değildi."diye fısıldarken amcamın son kez buhara dönen nefesini izliyordum. Ne burnunda ne ağzında yaşamın belirtisi olan o buhar bir daha oluşmadı ve ben amcamı onursuzca sırtından vurulan bir okla kaybettim.

***

Aylar sonra nihayet bölümü bitirebildim. Biraz paslanmışlık hissi verebilir kusuruma bakmayın 🥲 Yorumlarınızı bekliyorum.

-Gülsema ve Aydan mektuplaşması hakkında ne düşünüyorsunuz?

-Alperen'in hamlesini nasıl buldunuz? Bu durum savaşın seyrini nasıl değiştirir?

Sonraki bölüm kimden gelir emin değilim henüz ama Suna olma ihtimali yüksek. Bana şans ve ilham dileyin 🙏🏼❤️

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top