3.8. Savaşa Doğru

1426 Senesi - Güz Mevsimi

ASPARGON HANLIĞI

Altınova Şehri- Hanedanlık Sarayı

Korkut Han

Koridorlar boyunca yürürken düşünceliydim. Aldığım karar canımı acıtmıştı. Lakin pişmanlık hissetmiyordum. Bu kararı almazsam yaşayacaklarımız asıl pişmanlığım olurdu. Mührü fermana basana kadar yaşadığım kıvranmalarım mühür erimiş muma değdiği an son bulmuştu. Bu kararı verebilmenin rahatlığı üzerimdeydi. Kardeşin kardeşe düşman kesildiği bu devirde kan bağının kutsallığından bahsedilemezdi. Kardeşçe geçinme devrimiz kapanalı çok olmuştu. Uzun zamandır bana baş kaldıracağı anı bekleyen bir haindi Toygar. Yine de bunu sinsice yapmadığı için onu takdir edebilirdim. Tarih boyunca yaşanan entrikaları göz önünde bulundurunca Toygar'ın isyanı şerefli sayılabilirdi.

Hanım annemin odasının önüne geldiğimde derin bir nefes aldım. Şimdi sıra ona bu haberi vermekteydi. Nasıl karşılayacağını bilmiyordum. Esip gürleyecek miydi, keder dolu bir sükunetle mi karşılayacaktı kestiremiyordum. Son yıllarda birbirimizden o kadar uzaklaşmıştık ki artık ne beklemem gerektiğinden emin olamıyordum.

Geldiğim haber verildi ve kapılar açıldı. İçeri girer girmez, "Beni hanım annemle yalnız bırakın."dedim. Kızlar dışarı çıkarken hanım annem sedirinden kalkmadı. Mor elbisesi üstündeydi. Sevdiği ametist taç siyah saçlarındaydı. Parmağından hiç çıkarmadığı inci yüzükle oynuyordu.

"Han oğlum. Mühim bir mesele mi var?"diye sordu. Başımı aşağı yukarı salladım ve koyu gözlerim onun orman gözlerini buldu. Tedirginliği kalbime işledi. Sanki ne diyeceğimi biliyormuş da belki demem diye umuyormuş gibi bakıyordu. Göz bebeklerine doğru ağır ağır ilerleyen gözyaşı pırıltıları bunu gösteriyordu.

"Hanzade Toygar hakkında hükmümü verdim."dediğimde duruşunu dikleştirdi. Duyacağı karar karşısında yıkılmak istemeyen bir Büyük Hanım vardı karşımda. "Bozyurt meydanında idam edilecek."dedim tek seferde. Gözlerini kapattı. Dudaklarını birbirine bastırdı. İnci yüzüğüyle oynayan eli sımsıkı kapandı. "Birgül Hatun bugün buraya ailesinin ihanetini açık etmek niyetiyle gelmiş. Elinde babasının mühürlediği ihanetin delili mektuplar var. Baş Zadesen Simay'ın mühürlü mektubunu da getirmiş. Hanım olduğunda babasını Baş Danışman yapacağını yazmış. Bütün bunlar ihanetin yazılı delilidir."

Gözleri dalgınca yerdeydi. "Bunları Gökben'e getirmek için gelmiş demek."dedi sessizce. "Önce benimle konuşmasını beklerdim." Sonra gözleri beni buldu. "İdamdan ziyade kuleye kapatılmasına karar vermeni umuyordum."dedi açıkça.

"Bu şartlarda kule söz konusu olamaz. Sen de biliyorsun."

"Maalesef."dedi sesi kısılarak. Yukarı bakarak gözlerini kırpıştırarak yaşları dağıttı. Derin bir nefes aldı. Boğazını temizledi ve gözleri beni buldu. "Biliyorum elbet. Yine de bir anne olarak ihanet içinde bile olsa canımdan bir parça olan oğlumun ömür boyu bir yerde yaşamaya devam ettiğini bilmek daha rahatlatıcı olurdu."

Derin bir nefes aldı. "Son zamanlarda duygusal davrandım. Biliyorum. Bir anne olarak evladımın ihanetini kabullenmek kolay değil." Eli boğazına gitti. "Şimdi bile boğazıma bir yumru oturmuş ve asla gitmeyecekmiş gibi hissediyorum. Lakin hanlığın istikbali için yapılması gerekenin ne olduğunun da farkındayım."dedi katı bir tonla.

Yutkundu. Yerinden kalktı ve bana doğru yaklaştı. Aramızda biraz mesafe kaldığında durdu. Ellerini önünde birleştirdi. Gözlerini gözlerime dikti. "Vakti zamanında ben de hainlerin canını aldım. Sadece taht uğruna değil, evlatlarımın uğruna. Bazı anlarda hanlığın istikbali ilk önceliğim olmadı. Bazı anlarda evlatlarım hanlıktan önce geldi. Sen de önce evlatlarını düşüneceksin. Bu hanlığın istikbali onlar. Hanedanın bir dalı kesilirken diğer dalları çiçeklendirmek en büyük vazifen olacak. Lakin sen, benim yaptığım hatayı yapma."

Duraksadı. Söyleyeceklerini toparlar gibi bir hali vardı. "Ben veliahtımı kaidelere göre seçtim. Diğerlerinin tek vasfı veliahtıma güç katmaktı benim için. Tüm seçimlerimi buna göre yaptım."

Bir adım daha attı bana doğru. Gözlerinde karanlık bir ifade vardı. Biraz da pişmanlık. "Bana göre bu hayattaki tek görevleri sana bırakacağım hanlığı savaştan uzak tutmak olan kızlarım şimdi benden uzakta. Biri hırsı uğruna canından oldu, koruyamadım. Biri ailesini hiç var olmamış saydı. Diğer ikisi kendi ülkelerinde kendi sorunlarıyla uğraşıyor. İlk kızım her kararımda bana destek olma baskısıyla yaşadı. Hatalarımda sesini çıkaramadı onu da uzaklara yollarım korkusundan. Ve en küçük oğlum geri plana atılmanın hıncını ihanet yolunu seçerek almaya çalıştı. Şimdi ondan da senin saltanatın uğruna vazgeçiyorum."

Derin bir nefes aldı. Gözlerini bir kez bile kırpmamıştı. "Nasıl fedakarlıklarla dolu bir tahtta oturduğunu asla unutma han oğlum. Benim yaptığım hatayı yapma. Tek veliaht uğruna tüm evlatlarından vazgeçme. Beş tane sağlıklı evladın var. Hiçbirini diğerinden ayırma. Kaideler her zaman tek doğru değildir. Bir dönem yükseliş getiren kaideler bir başka dönem yıkım getirebilir. Bunu her daim aklında tut. Evlatlarının hepsinin yeteneğini ölç, biç, ona göre at adımlarını. Birinin saltanatını güçlendirmek için ötekileri hiçe saydığında neler olabileceğini benimle birlikte gördüğün bu devri sakın unutma."

Biraz daha yaklaştı ve buz gibi eliyle ellerimi tuttu. "Ben hatamı görüyorum ve kabulleniyorum. Geleceğe miras olarak sana bu öğüdü bırakıyorum. Eğer hak ederse gene Göktuğ'yu veliaht yap lakin hak etmiyorsa Defne'yi, Kayra'yı, Balamir ve Aydan'ı onun için harcama. Mademki yenilikler yapan Han ve Hanım olacaksınız, bu konuda da sizi yeniliğe davet ediyorum."

Şimdiye dek benim için yaptıklarından memnun olmadığını açıkça dile getirmişti. Onunla tartışacak değildim. Artık bu durum eskisi gibi canımı yakmıyordu. Onun istemediği birini sevdiğim içindi bütün pişmanlığı. Bunu değiştiremeyecektim. İçinde bulunduğumuz durum belliyken bir de hanım annemle aynı mevzular yüzünden tartışmayı gereksiz buluyordum. "Öğüdün için teşekkür ediyorum. Kararımda yanımda olmanın anlamı benim için büyük. Veliaht seçimimiz cinsiyet ya da doğum sırasına göre olmayacak. Bu konuda Gökben de benimle aynı fikirde. Zaman içinde evlatlarım kendilerini daha iyi gösterecektir. O zaman kimin bizden sonra tahtı devralacağını konuşmaya başlarız."

Konuşmamız bittiğinde önümüzdeki günlerde sarayda her şeyin nasıl ilerleyeceğini anlattığımda bu fikre de bir şey dememişti. Yalnız kalmak istediğini söylemişti. Bu da beni şaşırtmıştı. Ben büyük bir savaş kopacağını beklerken hanım annem beni şaşırtmıştı. Bu kararın doğru olduğunu kabul ediyordu.

Odama döndüğümde düşünceliydim. Kendi evlatlarımı düşünüyordum. Onları ne kadar bir arada tutmaya çalışsam da bir noktada illa ayrılacaklardı. İlk insandan beri kardeşliğin doğası buydu. Ortada suçlu yoktu. İnsan doğası vardı. Kazanmak ve kaybetmek vardı. Güçlü olan rakiplerini sindirerek ya da yok ederek kazanırdı. Zayıf olan ise sinerek ya da yok olarak kaybederdi. Benim gerçeğim buydu. Zayıf olmayacak, sinmeyecek, yok olmayacak ve kaybetmeyecektim.

Kapım çalındı. Efran Bey gelmişti. "Emirleriniz uygulandı Han'ım. Selçuk Bey zindana atıldı. Sorgusu başlatıldı. Yarın sabah da infazı gerçekleşecek. Ayrıca az evvel Bozyurt'tan haber geldi. Teoman Bey bir rapor hazırlamış."

"Getir."dedim ve masaya yaklaştı. Raporu beraber okumaya başladık. Her satırda Bozyurt'taki ihanet ağını daha net görüyordum. Şahinoğlu ailesinin başı Kartal Bey'in bu isyanın en büyük destekçisi olduğunu yazmıştı. Geçtiğimiz yıllarda Salamanlarla kurdukları akrabalık bağı onlara güç ve güven vermişti. Yılmazer ailesinden Demir Bey'in ise ikili oynadığını, çok kolay bir şekilde yanımıza çekilebileceğini, gerçek kazananı görmeden bir taraf seçmeyeceğini yazmıştı. İnsanlar güç oyunlarında kendilerini korumaya almak için tercihini güçlüden yana yapardı. Teoman Bey'in bir diğer haberi ise Suna'nın sarayda bir casusu olduğu hakkındaydı. Kim olduğunu tespit edememişti fakat konuşmalarından yeri sağlam biri olduğunu çıkardığını belirtmişti.

Öfkeyle nefes alıp verdim. "Suna her daim bir sorun çıkarmayı başarıyor." Efran Bey'e baktım. "Bu konunun üstünde durmanı istiyorum. Gökben ve hanım anneme de göster bu raporu. Onlar da bu kıdemli casusumuzu araştırmaya başlasınlar."

"Nasıl isterseniz. Önce Büyük Hanım'ın yanına gideceğim. Gökben Hanım çocuklarla talime katılmıştı." Başımı aşağı yukarı salladım.

Odamdan çıktım ve Gökben'le çocukların yanına gittim. Hava serindi. Kalın giyinmişlerdi. Aydan ve Balamir'in de aralarında olduğunu görünce gülümsedim. Aydan'ın bütün itirazlarına rağmen Balamir ona kılıç kullanmayı öğretiyordu. "Ne zaman lazım olacağını bilemezsin kardeşim."dediğini duydum yaklaşırken.

Defne, "Abim haklı abla. Bizler önemli kişileriz. Kılıç kullanmayı, ok atmayı, kendimizi savunmayı bilmeliyiz."

"Siz önemli kişilersiniz canım kardeşim. Bu işi siz öğrenin."derken Balamir'in darbesini savuşturmaya çalışıyordu. Bilekleri titremeye başlamıştı artık.

Defne kılıcını indirerek onlara döndü. "Neden öyle diyorsun? Belki Aspargon Hanım'ı sen olursun."

Aydan kahkahayla güldü. "Şakalarınla beni benden alıyorsun."

Kayra, "Kardeşlerinden nefret eden birinin başa geçmesini ben istemezdim."dedi asık suratla. Diğerleri bir an oldukları yerde kaldı.

Göktuğ, "Taht kavgası için çok küçük değil miyiz sizce?"dedi soğukça. "Hem kavgaya ne gerek var? Biz kardeşiz. Ben hiç kimsenin üzülmesini istemem."

Balamir, "Göktuğ haklı. Biz kardeşiz."

Kayra elindeki kılıcı yere attı ve uzaklaştı. Gökben, "Kardeşlik bağınızı hiç kimsenin koparmasına izin vermeyin."dedi diğerlerinin üstünde gözlerini gezdirerek. "Güzel günlerde de kötü günlerde de birbirinizden başkasına güvenmeyin. Birbirinize her daim destek olun. Balamir, senin kardeşlerini her daim kendine yakın tutmanı çok takdir ediyorum."

Aydan, "Geleceğin kapı ağası belli oldu."diye mırıldandı. Diğerleri duymamıştı bunu. Adımlarımı hızlandırdım ve Aydan'a sıkıca sarıldım. Birden yerinden sıçradı. Beni görünce yanakları kıpkırmızı oldu. "Han babacığım."dedi utanarak.

"Canım kızım. Biraz sizi izledim. Kendini kılıç konusunda geliştirmeye karar vermene çok sevindim."

"Pek benim isteğimle değildi. Defne çok ısrarcıydı."

"Olsun. İyi ki seni ikna edebilmiş. Böylece canımı emanet edebileceğim bir kızım var diyebileceğim." Aydan'ın gözü Defne'ye gitti. Ne düşündüğünü biliyordum. "Defne beni korumak için çok küçük."

"Büyüyünce koruyabilir."

"Hayır. Ben senin beni korumanı istiyorum. Bu saraydaki elim, gözüm, kulağım ancak sen olabilirsin. Hiç kimse senin görüşüne sahip değil. İnsanları görme konusunda çok özel bir yeteneğin var." Gülümsediğinde rahatlamıştım. Gözlerini yere eğdi. Çekingen bir tonla konuştu.

"Benim hakkımda böyle düşündüğünü bilmiyordum. Onur duydum."

Kılıç talimi devam ederken ben de çardağa geçtim. Gökben ve Kayra, Balamir ve Göktuğ, Defne ve Aydan eşleşmişti. Hepsi hem eğleniyor hem de öğreniyordu. Talim bitip yerlerine geçtiklerinde Gökben kılıcın ucunu bana doğrulttu. "Korkut Han, gerçek bir talim yapmaya ne dersin?"dedi davetkar bir tonla. Gülümsedim.

"Hanım'ıma nasıl karşı çıkabilirim?"diyerek yerimden kalktım. Kılıçlardan birini elime aldım. Karşısına geçtim. "Tıpkı eski günlerdeki gibi."dedim gülümseyerek.

Talimimiz başladı. Kılıçlarımız sertçe çarpıştı. Yer değişiminde çevik olması ona avantaj sağlıyordu. Fakat benim saldırılarım da kurnazdı. Son yaşananlardan bir an olsun uzaklaşmamı sağlamıştı teklifi. Bu nedenle talimi uzatabildiğim kadar uzattım. Havanın serinliğine rağmen saçlarımız terlemiş, alnımızdan damlalar süzülmeye başlamıştı. Çocuklar heyecanla bizi izliyordu. Gökben'in yanakları ve burnu kıpkırmızıydı artık. Yine de pes etmeye niyeti yoktu.

Sonunda bileği gevşedi ve kılıç yere düştü. Kendi kılıcımı boynuna dayadım ve talimi bitirdim. "Güzel talimdi."dedim mavi gözlerine bakarak.

"Öyleydi."dedi nefes nefese. Kılıcımı indirdim. Çocuklarla beraber saraya döndük.

Yıkanmak için hamamı hazırlattım. Gökben de bana eşlik etti. Birbirimizi güzelce yıkadık. Meyve tabaklarımız geldiğinde üzerimizde sadece havlular vardı. "Kayra hala Aydan'a mesafeli."dedim bir dilim elma alırken.

"Evet."diyerek iç çekti. "Oysa ablası için çok güzel bir mendil işlemişti. Defne de yardım etmişti. Vermeye gittiğinde bir anda vazgeçip geri geldi. Hızla mendili yere çarptı. Ne olduğunu sorduk cevap vermedi. Bir daha hiçbir şey hazırlamayacağım ona dedi odasına geçti. Defne ne yaptıysa da konuşturamadı."

"Çok ilginç. Zamanla ablasını kabullenir diye umuyorum. Defne bu konuda daha istekli."

"Evet. Defne de Balamir de bir arada olmak konusunda işbirliği içindeler. Onların öncülüğünde kardeşler orta yolu bulacaktır."

"Göktuğ için durum farklı mı?"

"Kayra kadar keskin değil. Balamir'i seviyor. Aydan'a yaklaşmaya çekiniyor. Büyüdükçe o da değişecektir."

"Onların da bizim gibi bir yerlere savrulmasını istemiyorum."diyerek iç çektim. Hanım annemin konuşması aklımdaydı. Ablalarımı hanlığımın gücünü kesinleştirmek için sınır krallıklara yollamıştı. Hepsi kendi derdiyle boğuşmak zorunda kalmıştı. "Aşksız evliliklere sürüklenmemeliler. Han babam gibi, benim gibi aşkı tattıkları bir evlilikleri olmalı."

"Elbette böyle olacak."diyerek elimi tuttu. "Ne kendi evlatlarımı ne Aydan ve Balamir'i siyasi bir evliliğe zorlamam. Asla!" Gözleri gözlerimdeydi. Dudakları hafif aralıktı. Fısıldarcasına konuştu. "Senin gibi, benim gibi aşkı tatmalılar."diyerek yanıma yaklaştı. "Kalpten sevmeli, kalpten sevilmeliler."diyerek dudaklarımı öptü. Bir kez daha kalbime dokundu bana yalanlar söyleyen sevgilim, bir kez daha karşı koyamadım, zırhım düştü. Onsuz olamazdım, yalanlarına kapılmak bana hala bir kalbim olduğunu hatırlatan tek şeydi.

***

Hazırlıklar başladığında sarayda bir koşuşturma hakimdi. Hanım annem odasından çıkmıyordu. Eğlencelere katılmasını beklemiyordum. Onu zorlayamazdım. Gökben'le odamdaydık ve hazırlıklar hakkında konuşuyorduk. Diğer yandan gergin bir bekleyişimiz vardı. Fermanın Bozyurt'a ulaşmasına daha günler vardı. Her şey bittiğinde haberin buraya ulaşması da zaman alacaktı. Fakat hiçbir şeyi görmeyecek olmak içimi rahatlatıyordu.

Odanın kapısı tıklatıldı. Gelen Efran Bey'di. "Han'ım, Hanım'ım, Salamanlardan Yıldırım Bey sizinle görüşmek istiyor."dediğinde ikimiz de şaşkınca ona bakıyorduk.

"Salamanlardan Yıldırım Bey kim?"diye sordum. Bu kadar geniş bir ailenin her üyesini tanımak zordu.

Efran Bey'den önce Gökben yanıt verdi. "Gümüş Hatun'un en küçük kardeşinin oğlu." Bir adım öne çıktı. "Hanedana verdiği zararlardan dolayı yakından takip ettiğim bir aile Salamanlar. Yıllar evvel Bora Bey ailesiyle birlikte Arbatun'a gitmişti. Yıldırım Bey de oradaydı. Dönmüşler demek ki."

Efran Bey, "Evet. Birkaç hafta olmuş döneli. Eşini ve çocuklarını da getirme niyetinde. Lakin önce sizinle görüşmek istiyor."

Gökben, "Arbatun'da evlenmiş mi?"

"Evet." Endişeli bir nefes aldı. "Kayıp Zadesen Berrin'le."dediğinde ikimiz de şaşırmıştık. Hanzade Mete'nin gözdesiydi Berrin. Mete'nin ölümünden sonra tahta oğlunun geçmesi gerektiği iddiasında bulunmuştu. Zadener Efe isyanı bastırılınca ortadan kaybolmuştu.

"Bir haini topraklarımıza mı getirmek istiyor?"dedim hayretle. Zadesen Berrin o isyanda destekçilerden biriydi! Kadın olduğu için idamına hükmedilmemişti. Gümüş Hatun da bu şekilde kurtulmuştu. Fakat eşinin akıbeti ölüm olmuştu.

Gökben, "Çocukları da Berrin Hatun'dan mı?"diye sordu. "Yaşı epey yok mu?" Şaşırmıştı.

Efruz Bey, "Evet. Öyle. Dediğine göre iki oğlu varmış. Kendi topraklarında büyümelerini arzu ediyormuş."

"Görüşme odasına al bakalım ne diyecek."diyerek alınmasını istedim. Biz de görüşme odasına geçip tahtlarımıza oturduk.

Bir süre sonra içeri orta yaşlarda, Arbatun tarzında şık giyimli, kumral bir adam girdi. Salamanların genel hatlarına sahipti. Gözleri Gümüş Hanım gibi küçüktü. Yüz ifadesi rahattı. Gözlerinin mavisi solmuş, griye dönmüştü. Yaşına göre genç ve dinç duruyordu. Baş selamı vererek ortada durdu.

"Beni kabul ettiğiniz için teşekkür ederim Korkut Han ve Gökben Hanım."

"Ne diyeceğini merak ettik doğrusu."

"Konuşmak istediğim çok önemli meseleler var. Yaşananları biliyorum ve uzatmadan konuya gireceğim."diyerek konuşmaya başladı.  "Halam Gümüş ve amcam Recai'nin bitmek bilmez hırsı ailemizi son yıllarda oldukça zor durumlara soktu. Sadece ailemizi değil hanlığımızı da iç savaşlara sürüklediler. Babam bundan rahatsız olduğu için beni ve annemi alarak Aspargon'u terk etti. Uzun yıllar Arbatun'da kaldık. Taht oyunlarının haberlerini orada da aldık elbet..." Başını yere eğdi. "Zadesen Berrin içine çekildiği savaştan canını zor kurtardı. Bir evladını kaybetti."

Gökben, "Zadener Efe isyanını destekledi. Oğlunu taht oyunlarına kurban etti."dedi soğukça.

Yıldırım Bey, "Mevzubahis güç olduğunda halamın ne kadar ikna edici olduğuna inanamazsınız. Berrin oğlunu da alıp Arbatun'a gitmek istedi. Fakat halam Efe'nin Aspargon'dan çıkarılamayacağını, babanız tahta geçtiğinde ilk idam edilenlerden biri olacağını, en azından hakkını savunarak başa geçmesini söyleyerek ikna etti. İlk Hanzade'nin oğluydu ne de olsa."

"Kaideler yaşayan ilk hanzadenin başa geçeceğini söylerken kuzeninizin böyle bir isyana ortak olması yanlıştı."dedim.

"Herkesin gerekçesi kendine Korkut Han. O dönem öyle oldu. Biz bu döneme bakalım. Gümüş halam artık eski gücüne sahip değil. Amcam Recai ise halam olmadan aklı başında bir adım atamaz. Onların ailemize sürdüğü lekeyi ben temizlemek istiyorum. Hanzade Toygar isyanının en büyük destekçilerinden biri onlar. Halamın son nefesini vermesi an meselesi. Amcam da uzun süre dayanamaz. Salamanlar onlara önderlik edecek yeni ve güçlü birini isteyecekler."

Gökben, "Mevcut şartlarda ailenizi siz mi yöneteceksiniz Yıldırım Bey?"

"Evet. Öyle olacak. Ve yapacağım ilk şey Hanzade Toygar isyanına yapılan desteğin geri çekilmesini sağlamak olacak. Salamanlardan gelen gücü kaybetmek onları bayağı zayıflatacaktır."

Alayla güldüm. Ben kararımı vereli çok olmuştu. Birkaç gün içinde Toygar'ın infazı gerçekleşecekti zaten. Salamanlar destek olsa da olmasa da sonuç değişmeyecekti. "Salamanlar sadece kendi çıkarlarına hizmet eder Yıldırım Bey."

"Doğru. Herkes gibi biz de kendi çıkarlarımıza hizmet ederiz lakin son yirmi iki senedir çıkarlar yanlış yerde görüldü. Hem aileye hem hanedana zarar verildi. Her aile gibi biz de hanedana yakın olmayı isteriz. Fakat yanlış seçimler yaparak bu olmaz."

Gökben alayla gülerek, "İki oğlunuz için hangi han kızlarını hayal ediyorsunuz Yıldırım Bey. Açıkça konuşun da niyetinizi görelim."dedi.

"Benim niyetim ailemi güvenli bir şekilde topraklarına döndürmektir Gökben Hanım. Bundan öte bir niyetim olamaz."dedi Yıldırım Bey ciddiyetle. "Hele ki ailemin yaptıkları ortadayken hanedan evliliğine yanaşacak kadar yüzsüz davranmam. Tek isteğim eşim ve çocuklarımla, Aspargon'un Han ve Hanım'ına sadakatle hizmet etmektir. Sizin takdiriniz bizim kaderimiz."

"Salamanlar güç kaybederken neden yeni bir liderin yükselmesine izin vereyim? Dediğin gibi hanedana çok zarar verdiniz."

"Bir müddet daha Aspargon'da olacağım Han'ım. Eğer kararınız kalmam yönünde olursa kalırım, kalmama izin vermezseniz dönerim. Ben niyetimde samimiydim. Adı entrikalarla anılan bir ailenin üyesi olmak tek talihsizliğim."diyerek başını yere eğdi.

"Size kararımızı bildireceğiz. Fakat çok da umutlu olmamanızı tavsiye ederim."dedim ve Yıldırım Bey görüşme odasından çıktı. Gökben'e döndüm. Kaşları çatık halde kapıyı izliyordu. Tuhaf bir görüşme olmuştu. Salamanlar yükselme fırsatı yoksa tahta yanaşmazdı. Yıldırım Bey de hanedana, hatta Han ve Hanım'a sadakatle hizmet etmek istediğini söyleyerek tarafını belli etmişti. Fakat Gökben de onu iyi sıkıştırmıştı. Yıldırım Bey'in iki oğlu vardı. Defne veya Kayra'ya talip olma cüretinde bulunabilirdi! O vakit onu topraklarımdan yine sürerdim. Fakat şu anda onu Aspargon'a kabul etmeye niyetli değildim.

***

Güz Şöleni başladığında saray yine hareketlenmişti. Gökben, ben ve evlatlarım birlik içindeydik. Balamir, Aydan ve Defne misafirlerle yakından ilgilenerek kendilerini göstermeye başlamışlardı. Onların bu kadar çabuk büyüdüğüne şahit olmak tuhaftı. Bir yandan heyecan diğer yandan endişe vericiydi. Şimdilik her şey yolunda gözüküyordu. Ufak tefek ayrılıklar herkesin arasında olurdu. Kardeşler arasındaki en sağlam köprüler Balamir ve Defne sayesinde kuruluyordu. İkisi birbiriyle de çok iyi anlaşıyordu. İşbirliği içinde olmaları güzeldi. Onları böyle gördükçe karşı karşıya gelmelerinin zor olacağına dair ümitlerim artıyordu. Belki bu defa kardeşlik bağı sağlam olur ve olası bir rekabeti önleyebilir diyordum.

Gösteriler, tiyatrolar, müzikler sırayla geçiyordu. Herkes halinden memnun görünüyordu. Bizim içinse her geçen gün biraz daha gergin bekleyiş haline geliyordu. Kutlama salonunda tahtlarımızda otururken Gökben de benim kadar gergindi. Her şeyin bittiği haberi niye hala gelmiyordu? Üç hafta geçmişti. Daha kaç gün bekleyecektim? En hızlı ulağın kat edebileceği bir mesafeydi. Dünyanın öbür ucuna gitmişti sanki!

Kutlamaların beşinci gününde Efran Bey kalabalığın arasından telaşla geçip yanıma geldi. "Teoman Bey saraya gelmiş. Sizinle acil görüşmek istiyor."diye fısıldadı kulağıma. Bir şeylerin yolunda olmadığı bu haberle belli olmuştu işte. Hızla yerimden kalktım. Kalkışımla müzik durdu, dans bitti. Herkesin gözü üzerimdeydi.

"Devam edin lütfen. Birazdan katılacağım."diye kısa bir açıklama yaptım. Gökben'e döndüm. "Teoman Bey saraydaymış. Sen burada kal. Misafirlerimizin fısıldaşmalarını artırmasını istemiyorum."dedim. Başıyla onayladı ve salonu terk ettim.

Görüşme odasına doğru ilerledim hızlı adımlarla. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi hızlanmıştı. Ne haber verecekti bana? Her şey bitmiş miydi? Kendi mi söylemek istemişti bunu? O yüzden mi haberciyi durdurmuştu?

Odanın kapılarını hızla açtım. İçeri girdiğimde Teoman Bey'in kolunu sargıda, yüzünü yara içinde gördüm. "Ne oldu? Her şey bitti mi?"diye sordum.

Başını iki yana salladı. "Hanzade Toygar ordunun haberini bir şekilde almış. Onu kalede kıstırmak istedik. Hasbükanlı ve Ertunçlu askerler kaleyi bastı. Ulaş Bey ve askerleri epey mücadele verdiler. Fakat Hanzade Toygar ve taraftarları kale baskınında galip geldiler. Hanzade Toygar, gözdeleri ve evlatları saraydan kaçmayı başardı."

Söyledikleri karşısında yerimde donmuştum. Kulaklarım uğulduyor, öfke damarlarımda kol geziyordu. Böyle bir şey nasıl olabilirdi? Nasıl engel olamazlardı? Şimdi her şey daha berbat bir hal alacaktı.

"Buna nasıl izin verirsiniz Teoman Bey?! Baş Danışmanım ve Baş Komutanım bir Hanzadeyi nasıl alt edemezsiniz?!"

"Gerçek bir savaşa girer gibi hazırlanmışlardı Han'ım."dediğinde alayla güldüm. "Ordumuzun adamları etkindi fakat bastırmaya yetmedi. Onların kaybı bizden daha çok fakat Hanzadeyi kaçırmayı başardılar."

"Kaçmak Toygar'a göre değildi. En azından savaşarak ölmeyi göze alırdı."

"Fırtına kopmadan önce sarayda kötü bir hadise yaşandı."dedi. "Zadesen Simay'ın oğlu Gültekin birden bire ağır hastalandı. Gündüz hiçbir şeyi yokken akşam üstü ateşi çıktı ve ciğerlerinde yaşanan bir sorun yüzünden hayatını kaybetti."

"Ne?"dedim tüylerim diken diken olarak. Toygar bir evladını kaybetmişti.

"Zadener Gültekin'le ilgilenen hatunun odasında Omena ayinlerinde kullanılan birkaç eşya bulundu."dedi gözlerimin içine bakarak. "Hanzade bu işi Gökben Hanım'a yıkıyor. Kendi evlatları için onun evladını-"

"Sen ne dediğinin farkında mısın?"diye bağırdım birden hiddetlenerek. "Kendi döndürdükleri oyunlara bizi alet etmeye kalkıyorlar! Belgin, Beyza veya bir başkasının işi olamaz mı? Simay'ı Baş Zadesen ilan ettikten sonra ikisi bu işi ayarlamış olamaz mı?"

"Ben de Gökben Hanım'ın bu işte parmağı olduğunu düşünmüyorum. Lakin bunu bu şekilde kullanarak taraftarlarını artırmaya çalışacaklar. Henry'nin yaptıklarını biliyoruz. Abisi Omena rahibi ve kendi oğluna ilaç vermekten çekinmedi."

"Bunlar geçmişte kaldı Teoman Bey."

"Fakat halk böyle düşünmeyecek. Çocuk katili bir hanıma karşı durarak Hanzadenin tarafını tutacaklar. Hanzade işin aslı ne olursa olsun bu durumu kendi lehine çevirecek."

Öfkeyle soluk alıp verdim. Aptallardı! Ne söylenirse inanıyorlardı! "Nerede şimdi?"

"Hasbükan bölgesine gittiğine inanıyoruz. Ulaş Bey o bölgeye doğru ilerliyor. Destek göndermemiz lazım."

"Kahretsin!"diye söylendim. Bu hiç iyi olmamıştı. Temiz bir ölüm olması gerekiyordu. Şimdi gerçek anlamda bir iç savaşa sürüklenecektik. Toygar bu olaylardan sonra ordusuyla üzerimize gelecekti. Onunla karşı karşıya gelecektim.

"Han'ım, size söylemem gereken mühim bir konu daha var."

"Bundan daha mühim ne olabilir?"

"Kaleden kaçmayı başarıp dönüşe geçtiğimizde kafilemize pusu atıldı. Hanzadenin adamları diye düşünmüştük. Fakat değildi. Suna'nın bir oyunuymuş. Bizi oyalayarak kayıplara karıştı."

Nefesim öfkeyle hızlanmaya başladı. Olabilecek en berbat iki şey olmuştu! Toygar da Suna da iplerini koparmış kendi kafalarına göre hareket eder hale gelmişti! "Sen ne işe yarıyorsun bu hanlıkta Teoman Bey?"diye sordum dişlerimin arasından. "Yaşlandın mı iyice? Hanzadenin kaçmasına göz yumuyorsun, Suna'nın oyununa geliyorsun ve karşımda sağsalim durmuş bana rapor veriyorsun!"

"Han'ım ben elimden gelen her şeyi yaptım."

"Kanının son damlasına kadar mücadele etmediğin aşikar!"dedim sesim yükselerek. "Suna'yı hangi delikteyse bul, çıkar, Hanzadenin isyanını bastır ve ikisinin de kellesini al! Aksi halde seni görevinden alırım!"dedim ve odadan çıktım.

Başım korkunç derecede ağrıyordu şimdi. Bir savaş kopacaktı ve tüm gücümle buna hazır olmak zorundaydım. Kutlama salonuna girdim. Herkes tekrar durdu. Elimle devam etmelerini işaret ettim. Yerime oturdum. Gökben elini uzattı. Elini tuttum.

"Toygar ve Suna kaçmış."dedim karşıya bakarak.

"Nasıl?"diyerek bana döndü.

"Gümüş Hatun son nefesini vermeden yapacağını yaptı. Ertunç'tan bir ordu yollamış bizim ordumuzun peşinden. Bir ordu yolladığımızı sadece Teoman Bey biliyordu. Suna bir şekilde öğrenmiş ve Gümüş'e haber uçurmuş olmalı."

"O kadının yaşamasına izin vermemeliydik!"

"Toygar Gültekin'i kaybetmiş."dedimde gözleri büyüyerek kalakaldı. Olanları hızlıca anlattım ve kaşları öfkeyle çatıldı.

"Ben böyle bir şey yapmadım, asla yapmam! Ben Ulu Tanrıya inanıyorum! Kendi oğlum bu uğurda kullanıldı! Nasıl buna inanırlar?"

"Senin bir alakan olmadığını biliyorum. Fakat onlar geçmişi kullanarak bunu kendi lehlerine çevirecekler."dediğimde gözlerini öfkeyle kapattı. Bu meselenin hala önümüze sunulması can sıkıcıydı. Fakat düşmanlarımız kazanmak uğruna her türlü yolu kullanacaktı.

Gözlerini açtığında, "Toygar'ın kaçışında sadece Suna ve Gümüş'ün mü payı var?"diye sordu sessizce. "Ordudan haberi olan tek kişi Teoman değildi." Hanım annemi ima ediyordu. Fakat ben onun böyle bir şey yapacağına ihtimal vermiyordum. Kaidelere sonuna kadar bağlıydı hanım annem. Hainlerin bağışlanamayacağını biliyordu. Son konuşmamızda da buna göre davranmıştı. "Her şeye rağmen bir anne için oğlunun ölümüne sessiz kalmak kolay olmaz."diye fısıldadı.

"Öyle olsaydı Teoman, hanım anneme de suç atmayı ihmal etmezdi."

"Teoman Bey'in ne zaman nasıl davranacağını kestirmek mümkün mü? Belki yeni bir ittifak kurmuşlardır. Belki Suna'yı bilerek kaçırdı. Her yanda bir sorun varken kendini daha kolay koruyacaktır."dedi sessiz bir öfkeyle.

Yanımıza hızlı adımlarla gelen birini görünce ikimiz de konuşmayı bıraktık. O yana döndüğümüzde karşımızda Burçin vardı. "Han'ım, Hanım'ım izninizle saraydan erken ayrılmam gerekiyor. İlker'i bulamıyoruz. Evi de kontrol etmek istiyorum."

Kaşlarım çatılarak ona baktım. "Çocuklarla bir yerde oynuyordur."

"Çocuklar onu uzun bir süredir hiç görmemiş. Yemekten sonra kovalamaca oynamak için kalkmıştı fakat bu vakit oldu ve hala dönmedi. Hizmetlilere haber verdim koridorları aramaları için. Hiçbir yerde bulamamışlar. Oyun yapmak için eve gitmiş olabilir diye düşünüyorum."

"Sen sarayda kal Burçin. Tunç da kalsın. Ben kontrol etmesi için eve saray muhafızlarını yollarım."dedim mesafeli bir tonla.

"Kendim kontrol etsem içim daha rahat olur."

Gülümsedim. "Sana sarayda kalmanızı söyledim. Muhafızların bu işle ilgilenmesi daha uygun olacaktır." Gökben de ne düşündüğümü anlamıştı.

"Korkut, Burçin böyle bir oyuna kalkmaz."dedi hızla. Burçin'in kaşları çatıldı.

"Ne oyunu? Ne diyorsunuz siz?"

"Artık hiçbir şeyden emin olamıyorum Gökben. İlker bulunana kadar Burçin ve Tunç sarayda kalacak. Diğer Kekevizadeler de saraya getirtilecek."

"Neler oluyor?"dedi Burçin endişeyle.

Gökben, "Daha az önce Suna'nın kayıplara karıştığını öğrendik."

"Ne?"dedi şaşkınlıkla. Sonra gözleri korkuyla büyüdü. "Hayır. Böyle bir şey yapmış olamaz!"dedi hızla. "Lütfen çıkmama izin verin. Oğlumu bulayım."

"Oğlun bulunacak Burçin."dedim katı bir tonla.

Gökben, "Korkut, Burçin bize sadık. Böyle oyunlar içinde olmaz."

Burçin, "Eminim İlker eve kadar yürümüştür."

"Eğer öyleyse muhafızlarım onu sağsalim sana getirecektir."dedim gözlerimi Burçin'in gözlerinden ayırmadan.

Suna'nın çılgın düşünceleri asla son bulmazdı. Bu ihtimali göz önünde bulundurmak zorundaydım. Suna'nın ortadan kaybolduğunu öğrenmemizin hemen ardından Burçin'in oğlunun da kaybolması tesadüf olamazdı. Eğer bir tesadüfse de muhafızlar çocuğu hızlıca bulurdu. Lakin bu konuda beni rahatsız eden bir şey vardı. Şu anda hiç kimseye güvenemiyordum. Aldığım haberler hiç iyi değildi. Her şeyi düşünmek zorundaydım. Fokurdayan bir volkan gibiydik ve bugün volkan ilk patlmasını yaşamıştı. Suna ve Toygar bulunmadan bize rahat yoktu artık. Eğer Toygar'la karşı karşıya gelmek zorunda kalırsam aramızda büyük bir savaş çıkacağı kesindi. Belki de kaçınılmaz olan buydu. Her ne yaparsam yapayım bir savaş olacağı aşikardı. Gidişata bakılırsa Toygar'ın canını almak zorunda kalacak olan bendim.

***

Aylar sonra nihayet bölümü bitirebildim 🥹 Umarım beğenmişsinizdir. Yorumlarınızı ve oylarınızı eksik etmeyin.

Yeni kapak için Elizabethstark1 e kocaman teşekkürler 🤩

-Müge'nin sitem dolu öğüdü hakkında ne düşünüyorsunuz?

-Korkut'un çocuklara bakışı hakkında ne düşünüyorsunuz? Karamsar düşüncelerini iyimsere döndürmesi gerçekçi mi yoksa kendini mi avutmaya çalışıyor?

-Salamanların yeni bir üyesini daha gördük. Üstelik kayıp Zadesen Berrin'le evli ve iki oğlu var. Bu konuda aklınıza gelen ihtimaller neler?

-Toygar'ın bir evladın kaybetmesi ve suçun Gökben'e atılması hakkında düşünceleriniz neler?

-Suna ve Toygar'ın kaçışı hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu iş nereye gidiyor? Burçin'in oğlunun kaybolması bir tesadüf mü?

Sonraki bölüm Toygar'dan olacaktır.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top