3.2. Sargunlu Cadı

1426 Senesi - Yaz Mevsimi

ASPARGON HANLIĞI

Altınova Şehri - Hanedanlık Sarayı

Gökben Hanım

Karanlık hücreyi aydınlatan tek şey ay ışığıydı. Yosun ve rutubete karışan kan kokusu burnumu yakıyordu. Ellerimdeki kan kurumaya başlamıştı fakat hala yapışkanlığını ve ılıklığını hissediyordum. Kollarımın arasında kanlar içinde can vermişti Korkut. Kanı her yerime bulaşmıştı. Ben ise zindana atılmıştım. Demir kapıların açıldığını duyduğumda her yerim titriyordu. Olanları düşündükçe delirecek gibi oluyordum. Daha kötü ne olabilirdi diye düşünmek istemiyordum. Çünkü daha kötüsü evlatlarımın akıbeti hakkında verilecek karardı.

Hücremin kapısı açıldığında ayak bileklerimi serin ve keskin bir esinti yalayıp geçti. Önümdeki gölge yavaş adımlarla üzerime geliyordu. Sıcak nefesinin buharı her adımında daha yoğunlaşıyordu. Islak zemindeki ayak seslerine ezilen taşların hışırtısı eşlik ediyordu. Önümde durduğunda ay ışığı koyu gözlerine ve sakalına vurdu. Yüzündeki kanı henüz temizlememişti. Kaşları çatık, gözleri öfkeli, dudakları zaferle kıvrılmıştı. "Bitti Sargunlu Cadı! Kaybettin! Büyülerinin sonu geldi!" Elleri birden boynuma doğru hareketlendi. Beni elleriyle boğacağını düşünürken boynumdaki kolyeye asıldı ve tek hamlede kopardı. Kana bulanan yedi safirli kolyeyi gözümün önünde sallayarak konuştu. "Korkut Han'ın kanına senin soysuz piçlerinin kanı da karışacak şimdi!"

"Hayır! Evlatlarım olmaz! Onlara kıyamazsın!"diye bağırdım. Bu defa eli gerçekten boğazıma yapıştı.

"Bana neyi yapıp neyi yapamayacağımı söyleyemezsin! Kimse söyleyemez! Ben Korkut Han değilim!" Parmakları sıkıldıkça nefesim kesildi. Gözlerim karardı.

Fısıltıyla, "Onlar senin yeğenin."diyebildim.

"Senin söylemene bakarsak öyle! Fakat hepsinin aşığından olduğunu biliyorum! Simir Makos piçleri bu topraklarda nefes almayacak!" Sertçe duvara çarptı beni ve geri çekildi. "Şu fahişeyi derhal dışarı çıkarın. Artıklarının ölümünü izlesin."dedi ve fırtına gibi çıktı. Kalbim deli gibi atıyordu. İki asker beni dışarı çıkarırken yalvarmaya başladım.

Güneş tam tepedeydi ve gözlerimi almıştı. Etrafımı görmeye başladığımda idam sehpasına dizilen evlatlarım önümdeydi. Üzerlerine beyaz kıyafetler giydirilmişti. Defne, Göktuğ, Kayra. Ölmek için çok küçüklerdi. Onların hemen arkasında Balamir ve Aydan duruyordu. Onlar da kardeşleriyle aynı kaderi paylaşıyordu. Fakat ilk sırada Göktuğ vardı. Kayra ablasına sımsıkı yapışmıştı. Defne gözyaşları içine kardeşinin gözlerini kapatmıştı. Cellat Göktuğ'nun incecik bedenini sürüklercesine önüne çekti. Göktuğ korkudan titriyordu.

"Anne! Anne kurtar beni! Beni öldürmelerine izin verme! Anne!"

Ayaklarımı yerden keserek indi kılıç oğlumun boynuna. Ellerim saçlarımda "Göktuğ!"diye çığlık atarak yere çöktüm.

Çığlık çığlığa bağrırken, "Hanımım! Hanımım ne oldu?"diyen sesle kendime geldim. Tırnaklarım avuçlarıma batıyordu. Tüm vücudum ter içindeydi. Bilgiç Ağa yanıbaşımdaydı. "Kötü bir rüya mı gördünüz?"

"Berbattı!"dedim midem kasılarak. Üstümdeki örtüyü bir hamlede açtım ve bacak aramdan geceliğime bulaşan kan lekesini gördüm. Bilgiç Ağa telaşla dışarı koştu. Elimi karnıma götürdüm. İşte yine başlamıştı kasılmalar. "Hayır, lütfen hayır. Benimle kal bebeğim. Benimle kal."dedim sesim titreyerek.

Kanna Efendi ve Bilgiç Ağa içeri girdi. Kanna hemen kontrollere başladı. "Ağrınız var mı?"

"Evet biraz."dedim dişlerimi sıkarak.

"Durum iyi gözükmüyor. Uzanın lütfen." Yanında getirdiği karışımlardan birini çıkardı ve içirdi. "Bu ağrıları azaltır." Başka bir karışım daha verdi. Tadı iğrençti. Kusacak gibi oldum. "Bu da kasılmaları azaltır." Ayaklarımı iyice uzattı. "Mecburi ihtiyaçlar dışında bugün hiç kalkmayın. Kalkacaksanız da birileri size destek olsun. Büyük Hanıma ben durumu anlatırım."

"Bebeğim iyi mi?"diye sordum. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki gözlerim kararır gibi oluyordu.

"Düşük yapmıyorsunuz. Lakin bebeğin akıbeti için bir şey diyemiyorum. Aletle kalp atışlarını duymaya çalıştım. Biraz zayıf geldi." Gözlerimi kapattım sıkıca. Onu da kaybetmek istemiyordum.

"O zaman güçlendirmek için bir şey yapın!"dedim öfkeyle. "Altınhisar'da size her şeyi öğretmiyorlar mı? Deneyimsizsen sarayda ne işin var?"

"Gökben Hanım, bildiğim her şeyi yaptım ve yapıyorum. Lakin bebek güçlenmiyor."dedi sabırla. Derin bir nefes aldı. "Kendinizi her olasılığa hazırlayın. Size umut verip hayalkırıklığına uğramanızı istemem."

"Bebeğim yaşamayacak mı?"dedim sesim kısılarak. Gözlerime yaşlar doldu.

"Yaşaması ancak Ulu Tanrı'nın mucizesi olur." Cevabıyla birlikte yaşlar oluk oluk akmaya başladı. Acıyarak bakıyordu. Elini koluma koydu. "Üç tane sağlıklı evladınız var. Onları düşünün. Bu düşükler size de zarar veriyor. Önceki sefer konuşmuştuk. Yine de ısrar ettiniz. Her düşükte rahim inceliyor. Daha da önemlisi çok kan kaybediyor, zayıf düşüyorsunuz. Her gebelik ölüme bir adım demek sizin için."

Bilgiç Ağa, "Sen ne diyorsun Kana Efendi!"diye çıkıştı. "Gökben Hanım'la nasıl böyle konuşursun! Hanımımız gebe ve sen onu daha çok sıkıyorsun! Sakin kalması gerek diyen sen, hanımın ödünü patlatan yine sen!"

"Sorun değil Bilgiç Ağa."dedim. "Kanna Efendi haklı." Kanna'ya döndüm. "Az önceki çıkışım için özür dilerim." Gözlerimi sildim. Fakat yaşların dinmeye niyeti yoktu. "Elinden gelen her şeyi yaptığını biliyorum." Elini elimin üstüne koydu. Gözlerimin içine baktı.

"Acil bir durumda önceliğimiz siz olacaksınız."dedi ciddiyetle.

Kanna odadan çıktıktan sonra bir süre sessizliği dinledim. Sonra Bilgiç Ağa'nın ayak seslerinden bana yaklaştığını anlayarak gözlerimi açtım. Ona döndüm. "Hanımım, siz onun dediğine bakmayın. Bu sefer olacak. Dört ay geride kaldı. Beşinci ay iki hafta sonra bitecek. İki buçuk ay daha dayanırsanız erken de olsa bebeği yaşatabilirler."

"Nedense artık buna inanmıyorum Bilgiç."dedim. Ellerimi karnımın üstüne koydum. Evladım oradaydı. Ufacık hareketlerini hissedebiliyordum. Hayata tutunmaya çalışıyordu ve benim elimden hiçbir şey gelmiyordu. Belki de gitmek istiyordu ve ben onu zorla hayata bağlayarak ona kötülük ediyordum. Doğru yanlış neydi bilmiyordum.

İksirleri kullanmayı bırakmıştım. Son düşükten sonra aklıma gelen diğer ihtimal iksirlerdi. Kendimi korumak adına bazı zehirler ve iksirlere karşı bağışıklık geliştirmek için her birinden günlük küçük dozlarda alıyordum. Hanım olduktan sonra aldığım bir önlemdi. Bir başka zehir ve iksir faciasına daha mahal veremezdim. Doğruluk iksiriyle hayatım mahvolmuştu. Uyku iksiri ise yanıp kül olmama sebep olacaktı. Daha başka neler çıkacaktı önüme kim bilir? Bilgiç Ağa ile böyle bir önleme karar vermiştik. O iksirleri temin ediyordu benim için. Ben de her gün birer kaşık alıyordum. Fakat iki düşükten sonra bu gebeliğimin de sonlanmaması için iksirleri bırakmıştım. Fakat görünen o ki işe yaramıyordu.

Derin bir nefes aldım. Gördüğüm kabusu düşündüm. Çok korkunçtu! Öncesi net değildi. Korkut'un kanlar içindeki bedenini kucağımda tuttuğumu ve sıcak kanının üzerime süzüldüğünü hissettiğimi hatırlıyordum. Ardından zindandaydım. Sonrası ise cam gibi berraktı. Toygar'ın korkunç yüzü önümdeydi. Evlatlarımın canını alacağını söylemişti. Yapmıştı da. Bunun bir rüya mı Omena uyarısı mı olduğunu anlamak kolay olmuştu. Berraklığı ve Simir Makos piçleri diyerek gerçek olmayan bir suçlamada bulunması kabus olduğunu göstermişti. Henry öğretmişti bana. Uyarı olduğunda puslu bir görüntü olur ve duyacağın her şey gerçek ya da yaşanma ihtimali olan şeylerdir demişti. Kabus bile olsa oğlumu o şekilde görmek korkunçtu.

Odamın kapıları tıklatıldı. Gel sesimle Korkut göründü. İfadesiz bir yüzle yanıma yaklaştı. Elini yüzümde gezdirdi. "İyi misin?"diye sordu.

"İyiyim. İlaçlar ağrılarımı azalttı."

Derin bir iç çekti. Gözleri karnıma gitti. Tekrar beni buldu. "Kana Efendi acil bir durum olursa önceliğinin sen olacağını söyledi."

"Evet. Fakat ben bebeğimizi sağlıklı bir şekilde kucağıma almak istiyorum."

"Bunu ben de istiyorum fakat sen ile henüz doğmamış, yaşama ihtimali çok düşük bir bebek arasında seçim yapmak zorunda kalırsam seni seçerim."dedi katı bir şekilde.

"Yaşama ihtimali varsa?"

"Yine seni seçerim!"dedi tek seferde. Saçlarımda gezindi elleri. "Ben senin gibi bakamıyorum Gökben. Onları karnında taşıyan, canından can veren sensin. Ben ise kenardayım. Senin gibi başından beri onları bir parçam gibi hissedemiyorum. Belki de bu yüzden hiç düşünmeden karar verebiliyorum."

"Peki benim hiç söz hakkım olmayacak mı? Ben önce bebeğin kurtarılmasını istiyorsam ne olacak?"

Korkut bir süre cevap vermedi. Gözlerime bakarken parmakları hareketsiz kaldı. "Seni kaybetmeyeceğim."dedi daha sakin bir tonla. "Üstelik evlatlarımızı annesiz bırakacak kadar bencil olduğunu sanmıyorum. Bile bile onlara böyle bir acı yaşatmazsın." Haklıydı. Gözleri gözlerime bakarken yumuşamıştı. Hatta biraz sulandığını bile fark etmiştim. Gerçekten beni kaybetme düşüncesi onu kötü etkiliyordu.

Nasıl beni hala sevebiliyordu? Onu soktuğum tüm zor durumlara rağmen nasıl benden vazgeçmiyordu aklım almıyordu. Başta onun haremine girmek için rol yapmıştım ama her şey açığa çıktıktan sonra ona gerçek bir aşk veremeyeceğimi göstermiştim. O da bunu beklemediğini açıkça söylemişti. Nikahımız kıyıldığında bana karşı tüm duygularını öldürdüğünü düşünsem de yıllar içinde yine o duygular filizlenmişti. Hala benim için bir şeyler hissedebiliyor olmasına her seferinde hayret ediyordum.

"Dinlenmek istiyorum. Kendimi yorgun hissediyorum."dedim. Yaklaştı ve dudaklarımdan öptü.

"Akşam tekrar gelirim sana bakmaya."dedi ve odadan çıktı. Ellerimi karnımın üstünde birleştirdim. Bebeğimin orada olduğunu hissediyordum ve ondan vazgeçmek istemiyordum.

Öğleden sonra Burçin'in geldiği haber verildi. Bugün onunla görüşecektik. Sabahki aksilik beni yatağa bağlamıştı. Olanları duymuştu. İçeri girdiğinde yüzünde endişe vardı. "Çok geçmiş olsun. Nasılsın Gökben?"diye sorarak yanıma geldi.

"İyi olmaya çalışıyorum."

"Ne diyeceğimi bilemiyorum gerçekten." Yanıma bir sandalye getirdiler ve Burçin oturdu. Sonra bizi yalnız bırakmalarını söyledim.

"Bir şey demene gerek yok. Ne olacağını zaman gösterecek." Biraz doğruldum. "İlker'i getirmedin mi?"

"Yok. Onu konakta bıraktım."

"Suna görmeye geliyor mu?"diye sordum soğukça. Sonuçta torunuydu lakin mutluluğa ve aileye dair güzel hiçbir şeyi hak etmediğini düşünüyordum.

"Gelmek istiyor. Ama evime gelmesinden hoşlanmıyorum. Bu yüzden uygun vakitlerde Tunç'la birlikte gidiyoruz. Bir süre görüşüyorlar."

"Anladım." Suna'nın hala hayatta olması ve sessizliği beni rahatsız ediyordu. Onunla geçirdiğim zamanlar onun sessizce ilmek ilmek ördüğü oyunları görmemi sağlamıştı. Sessizlik uzadıkça sonrası daha tehlikeli oluyordu. Şimdi ise ona dair içimi kemiren bir gerginlik vardı. Üstelik bu gerginlik sadece hislerimle alakalı değildi. Yakın zamanda onun Gümüş Hatun'la görüştüğünü öğrenmiştim. En son böyle bir görüşme olduğunda o yaşlı Salaman kurdunun torunu Toygar'ın haremine girmişti. Şimdi asıl darbeyi vurmaya hazırlandığını düşünüyordum.

Kabusum bir uyarı olmasa da içten içe Toygar'dan gelebilecek bir ihanet düşüncesinden dolayı öyle bir rüya görmüştüm. Asla böyle bir şey yapmaz diyemiyordum. Toygar eskisi gibi değildi. Görünürde Korkut'la mükemmel abi kardeşi oynuyorlardı. Dışarıdan bakıldığında bu manzara gereğinden fazla muazzamdı. Suratlarına oturan gülüşün gerginliğini ancak onları yakından tanıyanlar görebilirdi. Ben de o gerginliği görüyordum. Ne Toygar Korkut'tan, ne de Korkut Toygar'dan hoşlanmıyordu. Dile getirmedikleri şeyler içten içe ikisini de kemiriyordu.

Altı sene önce anlaşmaya vardığımız dürüstlük oyunu hiçbir zaman başlamamıştı. Sadece başlamış gibi yapmıştık. Hepimiz için geçerliydi bu. Hanlık düzene otursun diye herkesin geçici olarak susmayı tercih ettiği bir tiyatroydu sadece. Her geçen gün bizi daha çok sıkan rollerimizi oynuyorduk. Bu sessizliği ilk kim bozacaktı merakla bekliyordum.

"Bana onunla ilgili söyleyeceğin hiçbir şey yok mu?"diye sordum. Zaman zaman Burçin'in ağzını yoklardım Suna hakkında. Ne onunla görüşmek ne yeni bir oyuna dahil olmak istemiyordu. Fakat Suna hakkında bilgi alabileceğim üç kişiden biri oydu.

"Annem benimle herhangi bir planını konuşur mu? Onu çok defa uyardım. Bana hiçbir şeyini açmaz."dedi Burçin sakince.

"Gümüş Hatun'la görüştüğünü duymuş muydun?" Başını iki yana salladı. "Beyza üzerinden bir oyun oynayacaklar. Bu oyunu öğrenmemiz ve engel olmamız lazım."

"Toygar'ı Beyza üzerinden yönetmek istediklerini zaten biliyorduk. Fakat Toygar'ın onun bunun lafıyla hareket etmeyeceğini de biliyoruz. Onun bakışı her daim farklı olmuştur."

"Biliyorum. Toygar kendi düşüncelerine sahip biri. Fakat Beyza bir şey yapmayacaksa Suna neden Gümüş'le görüşsün?"

"Bilemiyorum. Sorsam da söylemez. Ama uslu durması için onu tekrar uyaracağımdan emin olabilirsin."

Uyarsa da bir şey değişmezdi. Suna kafasına bir şey koyduysa yapardı. Suna Müge'yi ve ondan gelenleri acı bir sona sokmadan asla kenara çekilmezdi. Müge'ye zarar vermek için Korkut'a ve Toygar'a saldıracak, beni ve evlatlarımı tehlikeye atacaktı. Delirmişti artık. Kaybedecek bir şeyi yoktu. Bu iki durum onu her zamankinden çok daha tehlikeli birine dönüştürüyordu. Onun bir kez daha evlatlarıma zarar vermesine asla izin vermeyecektim. Onların kılına dahi dokunamayacaktı.

Görüşmemiz bittikten sonra bir süre dinlendim. Evlatlarım ziyaretime geldi. Defne ve Göktuğ yine endişelenmişti. Onları yatıştırmak epey zaman aldı. Sonunda ikna olduklarında Kayra başladı. "Sana zarar veriyorsa ölsün o zaman!"diye bağırdı karnımı göstererek. "Ben annemi istiyorum onu değil!"

"Kayra! Sakin ol."dedi Defne ona sarılarak. Kayra'nın gözlerini sildi.

"Geçecek güzel kızım."dedim ona bakarak. "Biraz dinlenince yine iyi olacağım." Omuz silkti. "Sizi asla yalnız bırakmam."

"O zaman neden hep rahatsızlanıyorsun? İstemiyorum. Ablam ve abim bana yeter." Koşarak kapıya gitti. Bir an durdu ve bana döndü. Koyu gözlerindeki öfke beni şaşırtmıştı. "Eğer onun yüzünden sana bir şey olursa onu balkondan aşağı atarım!"dedi ve kapıyı çarparak odadan çıktı.

Göktuğ da peşinden gitti. Defne'yle başbaşa kaldık. Yanıma oturdu. Elimi tuttu. Diğer elini karnımın üstünde gezdirdi. Gözleri doldu. Bana döndü. "Anne, ölmeyeceksin değil mi?"diye sordu sesi titreyerek.

"Ölmeyeceğim birtanem. Bak yarın her şey düzelmiş olacak." Derin bir iç çekti.

"Söz mü?"

"Söz."

Akşam yemeğinde Korkut yanımdaydı. Kayra bütün öğleden sonrayı gemisinde geçirmişti. Göktuğ da onunla kalmıştı. Defne ancak akşam ikna edebilmişti onları. Yemeklerini odalarında yemişlerdi. Biz de benim odamdaydık. Sorunsuz bir şekilde doğrulmayı başarmıştım. Yemeğimi yerken hiç konuşmadım. Korkut da suskundu. Bu gebeliğin ilerleyişi ikimizi de geriyordu. O beni kaybetmekten korkuyordu. Ben ise her düşükte kendimi başarısız hissediyordum. Üç evladım vardı evet ama neden daha büyük bir ailem olmasın diyordum. Çocuklarım bana güç veriyordu. Ailemiz genişledikçe daha çok güç alacağımı düşünüyordum. Siyasi bir güç değildi bu. Ruhsal bir zenginlikti. Fakat belli ki elimdekilerle yetinmem gerekecekti.

Sancım geri gelmişti. Gözlerimi sımsıkı kapattım. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Elim aniden Korkut'un elinin üstüne gitti. "Ne oluyor?"dedi panikle. Başımı iki yana sallarken bacaklarımdan süzülen kanları hissetmeye başladım. İki büklüm olmuştum. İşte yine oluyordu. Yine bir bebeğimi daha kaybediyordum. Acıyla inledim. "Ağalar! Hekim kadını çağırın derhal! Ebe kadın da gelsin!"diye bağırdı Korkut. Beni kucağına aldığı gibi yatağa götürdü. Acıyla kasıldım. Çığlığımı bastırmaya çalıştım. Canım çok yanıyordu. Tüm bedenim peş peşe gelen kasılmalarla titriyor, gözlerim kararıyordu.

"Onu kaybediyorum. Korkut, bebeğimizi kaybediyorum."dedim ağlayarak.

"Nerede kaldı bu hekim!"diye bağırdı Korkut. Elimi tuttu sıkıca. Alnımı sildi. "Benimle kal Gökben. Sakın kendini bırakma." Gözlerimin içine bakıyordu. Karnım kasıldıkça bedenim geriliyordu. Sırtıma, omurgama vuruyordu sancılar. Konuşamıyordum bile. İşkızlarım Eda ve Esil yanıma koştu. Bir süre sonra Kanna ve Ahsen de içeri girdi.

Kanna beni görür görmez, "Düşük yapıyor."dedi.

Ahsen, "Hemen almazsak kan kaybından ölecek."

Korkut, "Ne gerekiyorsa yapılsın!"dedi sertçe.

"Korkut!"diyebildim sesim titreyerek. "Belki durdurabilirler."

Ahsen, "Kanamanız çok fazla Gökben Hanım. Kanamayı durdursak bile bebek daha fazla yaşamaz. Şimdi olmazsa birkaç gün içinde bu düşük gerçekleşir. Fakat beklememiz sizi kaybetmemiz demek."

Korkut, "Daha ne bekliyorsunuz!"diye bağırdı. Gözlerime bakarken başını iki yana sallıyordu. "Seni kaybetmeyeceğim. Sen de evlatlarımızı annesiz bırakmayacaksın."

Gözlerimden yaşlar aktı. Yutkunurken boğazım ağrıdı. Kasıklarımdaki sancılarla gözlerimi kapadım sıkıca. Evlatlarıma söz vermiştim. Yarın daha iyi olacaktım. Her şey ortadaydı. Diretmenin anlamı yoktu. Rahmim başka çocuk taşımıyordu. "Tamam."diye fısıldadım.

Kanna çantasından çıkardığı bir şeyi bacaklarımın arasına yerleştirdi. Bir süre bekleyeceğimizi söyledi. O süre benim için öyle uzundu ki... Nihayet bebeğimin içimden sökülüp atıldığını hissettiğimde karnımdaki boşluk ruhumu bir kez daha yaralamıştı. Odayı kaplayan sessizlik uzadıkça gözlerimi araladım. Herkes açılmış gözlerle yatağa bakıyordu. "Ne, ne oluyor?"dedim Korkut'tan destek alıp kalkmaya çalışarak.

Korkut, "Ne bakıyorsunuz? Kaldırın şunu!"dedi sertçe. Ahsen çarşafları birbirine sarmaya başladı.

"Ne oluyor? Ne var?"diye yineledim. Ağrıma rağmen kalktım. "Dur!"

Korkut, "Bırak. Götürün." Top haline gelen çarşaf hızla odadan çıkarılacakken bağırdım.

"En azından onu son kez görmeme karışma!" Ahsen olduğu yerde kaldı. Eda başını iki yana sallıyordu. Suratı bembeyazdı. Esil olduğu yerde donmuştu. Ağrılarımı umursamada yerimden kalktım. İki büklüm yürüdüm Ahsen'e doğru.

Ahsen, "Görmenize gerek yok."dedi hissiz bir tonla.

"Bebeğimi bana ver!"dedim sertçe. Çarşafı kucağıma aldığında her yerim buz kesmişti. Donuyordum. Çarşafı açtıkça ellerim titriyor parmak uçlarım uyuşuyordu. Kan lekeleri sıklaştıkça yaklaştığımı görüyordum. Son dönemeci de açtığımda önüme çıkan şey karşısında dizlerimin bağı çözüldü ve yere çöktüm.

"Gökben."diyerek Korkut yanıma koştu. Dizlerinin üstünde oturdu. "Bırak işte."dedi almaya çalışarak.

Gözlerimden akan yaşlar her bir uzvu belirginleşen fakat bir o kadar da insandan uzak görünen bebeğin üstüne düşüyordu. Bu bir insan olamazdı. İki tane başı olan tek bedene bağlı bir şeydi. Kıpkırmızı, vıcık vıcık ne olduğu belli olmayan bir yaratıktı. "Ben lanetlendim."dedim fısıltıyla.

Korkut hızla çarşafı elimden aldı ve sardı. Ahsen'in kucağına sıkıştırdı. "Şunu alın ve bizi yalnız bırakın. Burada olanlar hakkında kimse tek kelime etmeyecek. Ağzını açananın başını alırım! Kimseden bir şey duymayacağım! Burada oldu ve bitti! Kimse görmeden yok edin! Bilgiç Ağa!" Herkes odadan çıktığında yanıma geldi.

"Lanetlendim."diye tekrar ettim sessizce ileri geri sallanarak.

"Lanetlenmedin." Ellerini saçlarımda gezdirdi. Yüzümü avuçları arasına aldı. "Bu sadece bir talihsizlikti. Kendini bir daha tehlikeye atmaman için sana gönderilen bir işaretti."

"Anne olmayı hak etmiyorum."

"Sen zaten annesin. Üç tane evladın var. Hepsi seni çok seviyor." Dudaklarımı ısırdım. Diyecek bir şey bulamıyordum. "Üzerini değiştirelim. Seni yıkayayım." Hamamı hazırlattı. Bu sırada kanlı kıyafetlerimi çıkarıp üzerime temiz bir sabahlık geçirdi. Hareket etmeye halim yoktu. Hiçbir şey hissedemiyordum. Beynim durmuştu sanki.

Hamama geldiğimizde Korkut'un destekleriyle yürüyordum. Beni yavaşça oturttu ve ılık suyu üzerime dökmeye başladı. "Her şey düzelecek. Seni iyileştirmeme izin ver."dedi.

Cevap veremedim. Öyle bir şeyden sonra nasıl iyileşebilirdim ki? Kendimi berbat hissediyordum. Bulabildiğim tek kelime lanetti. Sargunlu Cadıya yaraşır bir yaratık doğurmuştum. İnsaniyet namına içimdeki her şey bitmiş olmalıydı ki böyle bir şeyle sınanmıştım. Ben normal bir bebeği bile taşımaktan acizdim. İçimdeki tüm kötülük, kin, nefret, intikam o şeyde tezahür etmişti. Bebekler kutsaldır. Fakat o şey lanetin ta kendisiydi.

O gece uyumam için Kanna'nın verdiği şurubu içmiştim. Fakat yine de uyuyamamıştım. Bitmek bilmeyen kabuslar peşimi bırakmamıştı. Kan içinde bebekler, çocuklar, insanlar. Büyük bir yıkım beni bulmuştu yine. Gümüş kaplı ayna elimdeydi. Üzerindeki kurumuş kanlı parmak izi bana, aynadan bakan mavi gözler ise Suna'ya aitti. Sargunlu cadı... Fısıltılar kulaklarımda çınlıyordu. Bitti, kaybettin. Sargunlu cadı... Öleceksin. Sislerin arasında iki beden. Birbirine vuran kılıç sesleri. Cadının kölesi... Onun kölesi oldun! Hata yaptın! Bizi bu hale sen getirdin! Sen de kızların da oğulların da bu topraklarda yaşamayı hak etmiyorsunuz! Kılıcın ete girerken çıkardığı sesle midem kasıldı. Sessizliğin ortasında sadece kalp atışlarımı duyuyordum. Güm, güm, güm... Yere bir beden yuvarlandı. Yüzünü seçemiyordum. Kimdi? Kim kaybetmişti bilmem lazımdı! Yaklaşmaya çalıştım. Sisler artarak yüzünü örttükçe örttü. Parmağındaki yakut yüzüğü gördüğümde yer ayaklarımın altından kaydı ve uzun bir uçuruma yuvarlandım. Sesler durdu. Işık kayboldu. Nefesim bitti.

"Korkut!"diyerek yerimden sıçradım. Bedenimi saran ellerle yanıma baktım. Korkut endişeyle bana bakıyordu. "Kabus. Berbat bir kabus gördüm."

"Tamam. Geçti. Ben buradayım."

Yanımdaki sehpadan sürahiyi alıp elim titreyerek bardağa su doldurdum. Kana kana içtim. Korkut'a döndüm. Yakut yüzük parmağında değildi. "Sarıl bana."diyerek ona sokuldum iyice. Bedenim tir tir titriyordu. Donuyordum. Asla ısınamayacağım kadar çok üşüyordum. Omena'nın bir uyarısını aldığımı bilmek içimi ürpertmişti. Her şey bulanıktı ve her şey gerçekti. Böylesi bir kadere sürüklenmemek için seçenekler vardı elbette. Fakat büyük değişimler büyük bedeller gerektiriyordu. Böyle bir sona gitmemek için önce ben elimden geleni yapacaktım. Aspargon Hanlığı bizim zamanımızda taht kavgası görmeyecekti. Bunun önüne geçmek zorundaydım. Tüm çabalara rağmen hala sonuç değişmezse... İşte o zaman neleri feda etmem gerektiği hakkında etraflıca düşünmem gerekecekti.

***

-Gökben ve Burçin konuşması nasıldı? Burçin annesiyle ilgili bir şeyler biliyor mu?

-Suna ve Gümüş buluşmasıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?

-Gökben'in kaybı hakkında ne düşünüyorsunuz? Gerçekten lanetlendi mi? Başka bir şey mi var?

-Korkut'un her şeye rağmen Gökben'e yaklaşması hakkında ne düşünüyorsunuz?

-Son olarak Gökben'in gördüğü kabus hakkında yorumunuz nedir?

Yeni kapak için Elizabethstark1 e çok teşekkür ediyorum. Sonraki bölüm Korkut'tan olacak.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top