29. Yedi Gün


1413 Senesi - Kış Mevsimi

ASPARGON HANLIĞI

Altınova Şehri - Hanedanlık Sarayı

Müge Hanım

Toygar'ın doğum gününde yaşananlardan sonra bugün sadaka dağıtmaya inmiştim Altınova meydanına. Her şey o kadar yolunda gitmişti ki benim için, şükranlarımı sunmalıydım. Korkut Gökben'i göndermişti. Bu mesele sonunda kapanmıştı. 

Suna hala Gökben derdindeydi. O kız haremde bir gün bile dayanamazdı. Yıllardır bu düzenin içinde biri olarak söylüyordum bunu. Biraz da olsa dayanabileceğini düşünsem itirazım olmazdı belki. İdil'in rekabet edebileceği biri olur derdim. Kendi yetiştirdiğim hatunu sınamak için hareme aldırırdım Gökben'i. Fakat hatunun eti neydi budu neydi? Sadece oğlumun arzusuna mazhar olmuştu, o kadar. Arzuyla nereye kadar gelinirdi? O arzu kısa sürede biterdi. O vakit nasıl yükselecekti haremde? Oğlumun hevesi söndükten sonra ne yapacaktı?

Ecrinok'ta onu gördüğümde biraz olsa şaşırtmıştı ticaret anlaşmasına ön ayak oluşuyla. Akıcı bir şekilde Simir Makos dilini konuşabiliyordu. Eğitimini de göstermişti. Fakat gerisi gelmemişti. Ezbere dayalı bilgiyle ne yapabilirdi mantık yürütemedikten sonra? Onun için de bir heves olduğu ortadaydı. Suna yanlış yatırım yapmıştı. Olan oğluma olmuştu. Kalbi kırılmıştı. Fakat güçlüydü Korkut. Kısa zamanda atlatacaktı bu acıyı. Herkesin başına gelirdi.

Suna'nın hatırlattığı gibi ben de geride nişanlımı bırakmamış mıydım? Fakat pişman olmamıştım hiçbir gün. On dört yaşında nişanlamıştı ailem beni. Çiftçilikten iyi gelir elde edemiyorlardı. Benim üzerimden bir ticaret yapmak istemişlerdi. Nişanlım benden iki yaş büyüktü. Yakışıklı bir gençti. O yaşımda gördüğüm bu gençten etkilenmiştim elbet. Fakat kaderimde ticaretle uğraşan bir tüccar değil Aspargon'u yöneten bir Han varmış. Nişanlımın gençlik hevesi olduğunu Yaman'ı Silistros'ta gördüğümde anlamıştım.

Melbros'ta yaşayan teyzemi ziyarete gittiğimde Aspargon Silistros üzerine sefer düzenlemişti. Tüm köy halkına evlerine kapanmaları aksi halde savaşa dahil sayılacakları ve kılıçtan geçirilecekleri söylenmişti. Teyzem dedem ve anneannemle birlikte yaşıyordu. Dedem o yıl çok hastaydı. Köyün şifacısından alması gereken ilaçlar vardı fakat savaş haberinden dolayı hepimiz eve kapanmıştık. Dedem her geçen gün kötüleşiyordu. Teyzem çıkmayı teklif etmişti fakat dedem katiyen izin vermemişti. Onun gözümüzün önünde ölmesine izin veremezdik.

Savaşın altıncı günü dedemi dinlemeden çıktım evden. Gizlenerek gittim şifacının evine. Dedemin durumunu biliyordu zaten. Hemen hazırladı karışımları. Yarın akşam vermemizi söyledi. Yine gizlenerek çıktım oradan. Dedeme ilacı götürürken yolda Aspargon askerleri tarafından yakalandım. Kurtulmak için debelendim. Kendi dillerinde anlamadığım şeyler söylediler. Arbatun dilini biliyordum sadece. Biraz da Gerbena diline hakimdim. İkisini de kullanarak durumu anlatmaya çalıştım. Anlamadılar. Esir aldılar beni.

Esir kampına sürüklenirken defalarca yalvardım en azından ilaçları dedeme götürebilmek için. Fakat bir tanesi yüzüme okkalı bir tokat indirip elindeki kırbacı gösterdi. Devamını biliyordum. Ağlamaya başlamıştım esir kampına kapatıldığımda. Yine de anlatmaktan vazgeçmemiştim. Kimse beni dinlemiyordu. Askerlerden biri yanıma gelip bağırıp çağırıyordu sadece.

Sonra onu gördüm, Yaman'ı. Tabii Kubat Han'ın oğlu olduğunu bilmiyordum. Hengameyi duyup çadırından çıkmıştı. Yine bir askere derdimi anlatmaya çalışırken azar işitiyordum. Tekrar üstüme yürüyecek olduğunda o genç çocuk adama sertçe bir şey söyledi ve adam hazır ola geçti.

Bu genç, diri çocuğa o an vurulmuştum. Gözlerinin önüne düşen koyu kıvırcık saçlarına, koyu gizemli gözlerine, yapılı vücuduna... Fakat düşmanımdı değil mi? Hemen süngümü düşürmeyecektim, düşürmemeliydim. Bir kez daha anlattım derdimi. Fakat ilginç bir şey oldu. Beni dinledi. Başını aşağı yukarı salladı. Elini uzattı. "İlaçları ver. Evi tarif et. Gönderilmesini sağlarım."dedi Arbatun dilinde.

"Beni bırakın efendim. Ben sadece dedem için ilaç götürmek istedim. Kötü bir niyetim yoktu."dedim. Fakat başını iki yana salladı.

"Kurallar kati hatun. Artık esirsin." Biraz daha yaklaştı. Gözlerime baktı dikkatle. "Benim esirim."dedi çapkınca gülümseyerek ve gitti.

Bir yabancının esiri olmak gururuma dokunmalıydı değil mi? Ama öyle olmadı. Onun gözlerine baktığım andan beri bir şeyler değişmişti hayatımda. Nişanlı olduğumu unutmuştum. Gözlerim o koyu gözlerde kaybolmuştu ve ben bir yabancının esiri olmaktan gocunmamıştım.

Aşk işte böyle bir şeydi. Anlamsız, mantıksız, seni olduğun yere mıhlayan, tanımadığın bir kalbe mühürleyen tuhaf bir şeydi. Gökben böyle hissetmemişti Korkut için. Hissetseydi ne yapar eder Suna'dan kurtulmanın yolunu bulurdu. Aynı şekilde Korkut da Gökben için böyle hissetmemişti. Hissetseydi hanzadeliğini kullanır alırdı Gökben'i Suna'dan... Bir süre oyun oynamak istemişti onunla. Ulaşamamış olmanın körüklediği tutku ve arzu hoşuna gitmişti. Kendince bir maceraya atılmıştı. Birbirlerine hiçbir zaman aşık olmamışlardı. Olmayacaklardı.

Bunları düşünerek ilerliyordum Altınova çarşısında. Asya ve işkızlarım Sena ve Gülçin yanımdaydı. Hepsine birer kese altın vermiştim. Peşimden dağıtıyorlardı altınları. Sadaka dağıtımını duyan halk meydana toplanmıştı. O gün hava daha yumuşaktı. Her yer kar kaplıydı fakat üşütmüyordu.

"Müge Hanım sen çok yaşa!"diyen mırıltılar yükselmeye başladı. Halkımla buluşmayı seviyordum. Ellerini tutmak, memnun gözlerine bakmak bu işi doğru yaptığımızı hissettiriyordu.

Aş evini ziyarete gittik sonra. Yemek dağıtımına katıldım. Gelenlerin şükranlarını dinledim. Oradan kimsesizler için yaptırdığımız evleri ve kurdurduğumuz okulları gezdim. Okulların birinde Baş Danışmanımız Türker Bey'in kardeşi Akın Bey'le karşılaştık.

Akın Bey ve eşi Nuray Hatun okullarla yakından ilgileniyorlardı. İkisi de burada hocalık yapıyordu. Akın Bey tarih dersleri verirken Nuray Hatun matematik ve geometri öğretiyordu. Bir hatun olarak hocalık yapması gurur vericiydi. Hanlığımızda hatunları daha ön planda görmek istiyordum. Eski hanlardan Kanlı Berke'nin hatunlara vurduğu ket uzun yıllar boyunca aşılamamıştı ve bunun kırılmasının vakti gelmiş geçiyordu.

Derslerden sonra Akın Bey ve Nuray Hatun'la oturup sohbet ettik. Eksikleri konuştuk. Yenilikleri tasarladık. Kış zamanı okula gelmekte zorlanan kenar köyler için at arabaları talepleri vardı. Altınova dağlarla çevrili bir şehirdi ve dağ eteklerindeki köylere çok daha fazla kar yağıyordu. Bu sebeple bazen yollar kapanıyor köylerden merkeze ulaşım günlerce yapılamıyordu. Bu durumun önüne geçmek için çalışmalarımız sürüyordu. Bahsettikleri at arabaları için Yaman'la konuşacağımı söyledim ve onları saraya akşam yemeğine davet ettikten sonra oradan ayrıldım.

Her yerde çok iyi ağırlandım. Altınova bizi çoktan kabul etmişti. Bunu görebiliyordum. Evet Yaman eskisi gibi çevik değildi belki ama halkının memnuniyetini hala önemseyen bir handı ve hiçbir zaman yardımlarını esirgemezdi. Kubat Han bize çok güçlü bir hazine bırakmıştı. Biz de üzerine katmayı başarıyorduk. Aspargon zor dönemlerini atlatmıştı.

Saraya döndüğümde içimde hoş bir huzur vardı. Suna'nın herkes tarafından reddedilişinin getirdiği tatmini hissediyordum. Yaman ve Korkut da ondan uzak durmak istiyordu artık. Onlara defalarca göstermeye çalıştıysam da görmeyi reddetmişlerdi. Fakat Suna kendi rezil olmuştu. Sonunda onun gerçek yüzünü görmüşlerdi.

Korkut'a biraz daha kalması için ısrar etmiştim, kabul etmişti. Normalde o sabah dönecekti fakat yaşananlardan sonra Ecrinok'a bu denli keyifsiz gitmesine gönlüm razı gelmedi. İki gün daha bizimle kalıp kafasını dağıtabilirdi. Bengü'nün gitmesine karşı çıkmamıştım. Valilik yapması gereken bir şehir vardı. Uzun yıllar sonra valilik yapan bir hatun hatta bir handan olarak işini ciddiye alıyordu. Israr etsem de kalmazdı zaten.

Akşam yemeğinde Baş Danışman Türker Bey eşi ve oğluyla bize eşlik etti. Gün içinde Türker Bey'in kardeşi Akın Bey ve Nuray Hatun'la konuşmuştum gelmeleri için. Onlar da buradaydı. Genç kızları Feraye Hatun, büyük oğulları Haktan Bey de gelmişti. Kuzenleri Tunç Bey'le derin bir muhabbete dalmışlardı. Korkut ve Toygar da gençlerle konuşuyordu. Korkut'un kafası biraz daha dağılıyordu.

Biz günlük meseleler hakkında konuşuyorduk. Akın Bey'le bugün konuştuğumuz konuyu açtım. Yaman bu fikri sevdi. Gereken ayarlamaları yapacağını söyledi. Gözüm Feraye hatuna kaydı bir an. Oğluma olan ilgili bakışları dikkatimi çekti. Fakat oğlumun gözü onu görecek gibi değildi. Bu yüzden hatunun konuşma çabaları askıda kalıyordu hep.

Yemekten sonra Kekevizadeler onlara ayırtılan odalara gitti. Korkut erken kalkarak odasına geçince ben de peşinden gittim. Odasına girdiğimde üstünü değiştirmek üzere hazırlanıyordu. Beni görünce değişimi erteledi.

"Hanım annem."dedi keyifsizce. "Erkenden uyuyacaktım."

"Seni görmek istedim oğlum."dedim. Koltukların oraya geçtik, karşılıklı oturduk. "Dün olanlar hakkında konuşmak istedim." Gözlerini devirdi. Yanağındaki morluğa bakarken kaşlarım çatıldı yine. "O kız mı yaptı?"diye sordum bir kez daha.

"Ne önemi var?"

"Bir hanzadeye el kaldırmanın bedeli neyse ödemeli."

"Lüzumu yok."dedi ve derin bir nefes aldı. "Düne dair konuşacak bir şey yok hanım annem. İyi olmaya çalışıyorum. Sadece biraz zamana ihtiyacım var."

"Elbette iyi olacaksın. Fakat o hatunun sana layık olmadığını fark etmeni istiyorum."dedim ciddi bir tonla. "Ne sana ne bu hanlığa layık değildi." Etrafı izliyordu. Beni dinlemek istemediğini göstermek için her türlü hareketi yapıyordu. "Sen aklı başında bir hanzadesin oğlum."dedim ona yaklaşıp kolunu tutarak. "Hatunlarını seçerken nelere dikkat etmen gerektiğini biliyorsun. Eğlence için bile olsa hanlığa yararsız olacak birini haremine sokmamalısın." Hınçla bana döndü gözleri. Kolunu elimin altından çekti.

"Gökben bir eğlence değildi!"dedi. "Onayınız olmayan birini sevdim diye gece boyu nasihat mi vereceksiniz bana?"

"Hayır oğlum. Ben sadece senin iyiliğini düşünüyorum. Seni üzgün görmeye katlanamıyorum."

"Şükretmelisiniz validem. Ruhsuz bir oğlunuz yok." Ellerini önünde birleştirdi. Parmaklarını çıtlatmaya başladı. "İlginiz için teşekkür ederim. Dediğim gibi, ihtiyacım olan tek şey biraz zaman. Şimdi izninizle uyuyacağım."dedi ayağa kalkarak. Ben de kalktım. Oğluma yaklaştım. Elimi yüzünde gezdirdim. Babası gibi bakan gözlerine baktım uzun uzun. Derin bir hüzün vardı gözlerinde. O hatuna gerçekten bir şeyler hissetmişti. Fakat artık bitmişti. Bitmek zorundaydı. Zaman geçecekti ve oğlum o hatunun adını unutacaktı.

"İyi uykular oğlum. Yarın görüşürüz."dedim ve yanağından öptüm. Odadan çıktım.

***

Ertesi gün odamda Asya'yla konuşurken ilginç bir durum öğrendiğini söyledi. "Hanımım, Taşlı'dan haberler var." Taşlı'dan gelen haberin nesi ilginç olabilirdi merak etmiştim doğrusu. Anlatmasını işaret ettim elimle. "O gün Handan Suna gecenin bir vakti tüm adamlarını toplayıp Taşlı'ya gitmiş. Ortalık fena karışmış. Limanda bir çarpışma olmuş. Handan Suna'nın tüm adamları ölmüş."

Kaşlarım çatıldı bu haberle. "Suna? O yaşıyor mu?"

"Onu bırakmışlar."

"Neyin çarpışmasıymış bu? Yoksa Aquilo denen çocukla bir ilgisi mi var?" Suna Gökben'in peşine düşmüş olmalıydı. Yoksa gecenin bir yarısı neden adamlarını toplayıp limana baskına gitsin ki?

"O kadarını bilmiyorum. Sadece bunu öğrendik. Kimlerle çarpıştıklarıyla ilgili bir bilgi ulaşmadı."

"Nasıl ulaşmadı?" Kaşlarım ilgiyle havalanmıştı. "Gecenin bir vakti öyle bir çatışma çıkıyor ve kimsenin bir şey bildiği yok öyle mi? Meseleyi tetkik et Asya. Suna kimlerle çarpışmış öğren. Tahminim Aquilo ve arkadaşları yönünde. Fakat kaybetmiş savaşı baksana. Demek Gökben'i gerçekten elinden kaçırdı." Keyifle güldüm. Gerçekten ilginç şeyler olmuştu. Suna burada yediği politik vurgunun üstüne askerî vurgun da yemişti. Bundan daha güzel bir haber olamazdı benim için. Onun ölümünü de gördükten sonra bu hayattan huzurla göçüp gidebilecektim.

***

Sonraki günlerde Korkut çok keyifsizdi. Ulaş ve Toygar onu başka şeylerle meşgul etmeye çalışıyordu. Yaman ayrıca yanına çağırıp konuşmuştu onunla. Fakat hiçbir işe yaramamıştı. 

Korkut'u böyle gördükçe Gökben'i yerle bir edesim geliyordu. O kimdi ki oğlumu bu hale sokmuştu? Ya en başta tepkisini koyup yanaşmayacaktı ya da bu işi sonuna kadar yürütecekti. Korkaktı! Haremle baş edemeyecek kadar korkak! Bir hatun istese hanzadenin tek hatunu olmayı gayet başarırdı fakat o bunu o kadar içselleştirmişti ki cesaret dahi etmemişti Korkut için savaşmaya! Şimdi ise oğlumu bu halde bırakıp gitmişti.

Korkut'un Altınova'daki son günü geldiğinde bir nebze olsun daha iyi görünmüştü gözüme. O gün öğleden sonra yola çıkacaktı. Dönüş hazırlıkları başlamıştı. Talim bahçesine gitmişti. Toygar ve Ulaş'ın talimini izliyordu. Kar demeden bahçeye inmişti gençler. Onlar da çok keyifli sayılmazdı. Toygar abisi gideceği için sıkılmıştı. Belli etmemeye çalışıyordu fakat anlıyordum gözlerinden. Yanlarına yaklaştım. "Korkut'um."dedim usulca. "İyi misin oğlum?" Omuz silkti. "O hatunla ilgili çözebileceğim bir mesele varsa senin için her şeyi yapmaya hazırım."dedim şefkatli olmaya özen göstererek.

"Ondan bahsetmeyerek yardımcı olabilirsiniz." Derin bir nefes aldı. Bir şey söyleyecek gibiydi fakat kararsızdı. Sonunda söylemeye karar verdi. "Dün gece bir düş gördüm hanım annem."diye başladı. Bu anı daha önce yaşamıştık. Gökben hatun oğlumun hayatına girmeden önce. Şimdi oğlumun hayatından çıktıktan sonra tekrar yaşıyorduk. "Okyanusta sürüklenen bir gemideydim. Kontrolü kaybetmiştim. Ekibimdeki herkes ölmüştü. Kaptan kabinine girmiştim. Her yerden sular giriyordu gemiye. Tekrar güverteye çıktığımda bir şeye sertçe çarptı gemi. Sonra dört bir yandan krakenin kolları uzandı. O devasa canavar tüm direkleri yıkıyor yelkenleri parçalıyor gemiyi yutmaya hazırlanıyordu. Omzumda bir el hissettim. Döndüğümde babamın yaptığı beş safirli kolyeyi takan bir hatun karşımdaydı."

"Gökben miydi?"diye sordum sakince. Bir süre cevap vermedi. Fakat onu gördüğü belliydi gözlerinin dalgınlığından.

"Anlamını bilmediğim bir şeyler söyledi. Defalarca tekrar etti aynı kelimeleri. Denizden mızraklı, zırhlı bir kadın çıktı. Deniz tanrıçası Doris'ti. Mızrağının baltalı ucuyla krakenin kollarını parçaladı. Yok etti onu. Kadın gemiye doğru yöneldiğinde kayboldu ve sise dönüşerek üstümden geçti. Onun bedenine yerleşti." Derin bir nefes aldı. "Bir kez daha onun beni ölümden kurtardığını gördüm hanım annem. Rüya yorumunda iyi olduğunuzu herkes bilir. Söyleyin bana, kaderimiz ayrı çizildiyse nasıl oluyor da ben onu iki kez bu şekilde rüyamda görüyorum?"

Dinlerken içim üşümüştü. Ciğerlerimde tuhaf bir soğukluğa sebep olmuştu anlattıkları. Kalbim titriyordu adeta bu histen. "Olanların etkisinde kaldın oğlum."dedim yanağında elimi gezdirerek. "Anlamı olmayan bir düş." Başını iki yana salladı.

"Gözlerinizde görebiliyorum. Bir şey biliyorsunuz." Gözlerime bakarken gözlerinin kızarıklığını daha net gördüm. O hatun için göz yaşı mı dökmüştü oğlum? Öfkeyle yumruk yaptım elimi. "Onun kadar özgür olabilmek isterdim."dedi Korkut sessizce.

"Onun bu hanlıkta hiçbir değeri yok. İstediğini yapabilir. Fakat senin sorumlulukların var. Sen Asperan Hanedanın varislerinden birisin. Günü geldiğinde yöneteceğin bir hanlığın sahibisin. O dünyayı gezebilir, fakat sen onun gezdiği dünyayı yöneteceksin."dedim sertçe. O hatun için daha fazla üzülmesini istemiyordum. Bir an önce toparlanmalıydı. Onların bir geleceği olmayacağı belliydi. Geç de olsa bunu görmesi iyi olmuştu.

"Düşüm hakkında söyleyecekleriniz bu kadar mı gerçekten?" Derin bir nefes aldım.

"Kraken devasa bir ahtapottur. Ahtapot saldırısına uğramak uyarı anlamına gelir. Çevrendeki kişilere karşı oldukça dikkatli olmalısın. Mızrağın çok çeşitli anlamları vardır Korkut'um. Aklıma gelen ilk anlam sana karşı kurulan bir tuzak olduğuydu. Bu yüzden dile getirmek istememiştim. Fakat diğer yandan etrafındaki tehlikelerin farkında varman anlamına da geliyor, ki bunun farkına vardın çok şükür." Gülümsedim. Fakat oğlumun yüzündeki keder gitmiyordu. "Ayrıca kimileri bunun faydalı bir kazanç olduğunu söyler. Çok kuvvetli bir erkek evlat sahibi olunacağına yoranlar var tabii. Baltaya gelecek olursam balta güç ve kuvveti temsil eder. Rüya sahibine kimsenin dokunamayacağına yorulur. Savaşçı kadın ise büyük bir huzur ve mutluluk dönemine gireceğine işaret eder. Düşünden anladığım bir sıkıntıdan kurtuluyorsun ve huzura eriyorsun oğlum. Eriştiğin güce kuvvete kimse dokunamıyor."diyerek bitirdim.

"Umarım dediğiniz gibi olur hanım annem." Sırtını sıvazladım oğlumun. Bu dertten de kurtulmuştuk sonunda. Bir süre buna üzülecekti evet ama en kısa zamanda atlatacaktı. Güçlüydü benim oğlum.

Korkut'u gönderdikten sonra odama çekildim. Anlattığı rüya başımın ağrımasına sebep olmuştu. Üzerime bir ağırlık çökmüştü. Öncekinde de biraz böyle hissetmiştim fakat hemen geçmişti. Şimdi geçmiyordu. Uykum geliyordu.

Asya'ya bir süre uyuyacağımı ve rahatsız edilmek istemediğimi söyledim. Üzerime rahat bir şeyler giydim ve yatağıma uzandım. Belki de üşütmüştüm soğuktan. Uyumak iyi gelecekti. Her zaman iyi gelirdi.

Düşler alemine süzülürken gevşediğimi hissettim. Baharın tomurcuklandırdığı ağaçlarla dolu bir bahçede oturuyordum. Çocuk kahkahaları geliyordu uzaktan. Benim evlatlarım değillerdi fakat benim kanımı taşıyorlardı. Bir sürü çocuk. Kızlar, erkekler, neşeli bir şekilde koşuyorlardı. Onları görmüyordum. Arkamda olmalılardı.

Benim baktığım tarafta devasa bir saray vardı. Hanedanlık Sarayı kadar büyük bir yapıydı. Huzur içinde yükseliyordu önümde. Yine çocuk kahkahaları. Sarayın balkonu bana yaklaştıkça yaklaştı. Bir adam ve bir kadın, yan yana, el ele, yüzlerinde zafer gülümsemesiyle bakıyorlardı etrafa. Adamın başında yakuttan, kadının başında safirden bir taç vardı. Korkut ve Gökben. Gökben'in boynunda beş safirli kolye. Deniz sesi işitiyor, yosun kokusu alıyordum. Hanedanlık Sarayı olamazdı o halde. Burada deniz yoktu.

Çocukların ağlamasıyla arkama döndüm. Küçük çocuklar bir yerde toplanmıştı. Hepsi ağlıyordu. Kimi "baba" diyor, kimi "amca" diyordu. Kalbimin sıkıştığını hissettim. O yana yürüdüm. Korkut ve Gökben çocukların gerisinde belirdi. Ayaktaydılar. İkisi de üzgündü. Korkut pişman ama mecbur bir ifadeyle çocukların toplandığı yere bakıyordu. Elinde kanlı bir kılıç vardı. Gökben'in yaşları oluk oluk iniyordu.

Yaklaştıkça çocuklar dağılmaya başladı. Yerde biri yatıyordu. Canımdan kanımdan biri. Son çocuğun çekilmesiyle genç yüzü seçtim. Sakalları uzamış, dalgalı kumral saçları omuzlarından çime dağılmış, kanı çekilen bembeyaz solgun yüz Toygar'ın yüzüydü. Kalbim sıkışarak yere çöktüğümde oğlumun buz gibi elini tuttum. Ölü bedeni üzerine saçılan inci taneleri vardı.

İnce parmaklı başka bir el koluma yapıştı ve beni oğlumdan ayırdı. O yana döndüğümde Gökben'in öfkeyle kararan gözlerini gördüm. "Sen yaptın bunu Müge! Sen yaptın! Oğlunu sen kardeş katili yaptın! Bizim için oldukça kıymetli olan Toygar'ın ölümüne sen sebep oldun!"diye bağırdı.

Gözlerimi korkuyla açtığımda Kayıp Zadesen Berrin'in yüzünü gördüm yanımda. Sakince oturuyordu.

"Elindeki kan Mete ile son bulmadı değil mi?"dediğinde yataktan fırladım.

Odada kimse yoktu. Fakat ellerim buz kesmiş titriyordu. Kısa aralıklarla gördüğüm bu tür ikinci rüya hayra alamet değildi. Gelecekten bir parça olamazdı. Ben Omena'yı terk edeli yıllar olmuştu. Bana bir uyarı gönderiyor olamazdı. Bu sadece bir kabustu.

Odamın kapısı yavaşça açıldığında Asya'yı gördüm karşımda. Gözleri kan çanağına dönmüştü. "Ne oldu Asya? Bir şey mi oldu?" Kapıyı kapattı. Yanıma yaklaştı.

"Siz dinlenirken ben de biraz uzanmıştım."dediğinde kalbim sıkışmaya başladı. Başımı iki yana salladım nefesim hızlanırken. "Hanzade Yiğit'i kışkırtan o mektupları siz yazdınız Yaman Han'ın ağzından. Yaman Han'ın yeğenlerini öldürmesi için sahte destekçileri siz oluşturdunuz."diye fısıldadı. 

Gözlerimi kapattım. Dudaklarımı birleştirdim. Mecburdum! Benim çocuklarım mı onların çocukları mı? Böyle dememiş miydi Dora Hanım? Uslu durmazsan Yiğit tahta çıktığında hanzade katlinin önüne geçmeyeceğim. Ayrıca ilk onlar başlatmıştı. Beni buna onlar mecbur etmişti! Bizi rakip olarak gördüklerini defalarca göstermişlerdi.

"Asya, neler oluyor?"dedim yorgun bir sesle. Yanıma oturdu. Ellerimi tuttu.

"Hanımım, bunun tek bir anlamı olabilir. Omena yeni birini arıyor, tekrar birini seçecek ve bu kişi hayatımızda pek çok şeyi değiştirecek."

"Peki bunu neden bize haber veriyor? Biz onu terk edeli yıllar oldu."

"Bilmiyorum. Belki sizin kanınızdan veya ortak atanızdan birini seçmeye hazırlanıyordur." Aklıma Korkut'un ikinci kez gördüğü ima dolu rüya geldi. Benden dolayı ona mı ulaşmaya çalışıyordu Omena? Yoksa bambaşka biri miydi? "Siz ne gördünüz? Ben geçmişi gördüysem siz geleceği görmüş olmalısınız." 

Her zaman böyle olurdu. Birimiz geçmişi diğerimiz geleceği görürdük. Bir karar verirdik. Geleceği beğenmediysek kaderin değişmesi için bir karar verirdik. Basit kurbanlarla başlardı hep. Bazen bir hayvanın veya kendi kanın bile yeterdi. Bazense bir can isterdi. Uğruna kıyılmış bir can. Gittikçe sevdiklerimizin kanına yaklaşırdı vermemiz gereken kurban. Ellerim zangır zangır titrerken dilime dökmeyi reddettim.

"Hiçbir şey görmedim."

Dilime dökersem bu geleceği kabul ederdim, kabul edersem kaderi değiştirmek için çok sevdiğim birini kurban vermem gerekirdi. Bu defa Toygar'ın kanına karşılık Omena'nın kabul edeceği tek kan Korkut'un kanı olurdu. Onu terk ettiğim için bana göndereceği azap bu olurdu. Göze alamazdım. Evlatlarım arasında tercih yapamazdım. Gördüklerimi anlatamazdım.

***

1398 Senesi - Bahar Mevsimi

ASPARGON HANLIĞI

Bozyurt Şehri - Bozbey Kalesi

Kış yeni bitmişti. Baharın ilk güneşi kalenin pencerelerinden içeri sızıyordu. Isıtacak düzeyde değildi henüz. Bu yüzden sabah akşam şömineler yanmaya devam ediyordu. Gördüğüm korkunç rüyanın etkisiyle terlemiştim. Üşüdüğüm için üstüme kalın bir şeyler giydim. Oğlumun odasına gittim.

Korkut'um çoktan kalkmış, yazı alıştırmaları yapıyordu. Eğitmenlerinin yanına gitmektense onları yanında istiyordu. Diğer odalara gitmeyi sevmiyordu. Akman Bey beni görünce ayağa kalktı, reverans yaptı. Korkut neşeyle ayağa fırladı, bana koştu. Sıkıca sarıldım oğluma. Kucağıma aldım.

"Erkenci kuşum benim."dedim alnını öperek.

"Sen de uykucu annesin."dedi yanağıma ıslak bir öpücük bırakarak. Kara saçlarını sevdim. Yere indirdim.

"Nasıl ilerliyor Akman Bey? Yetenekli bir zadener mi oğlum?"

"Oldukça yetenekli Zadesen Müge. Eli hemen alıştı. Kelime alıştırmaları yapıyoruz. Bu gidişle okumayı da kısa zamanda öğrenecek." 

Dört yaşındaydı oğlum henüz. Fakat eğitimine oldukça dikkat ediliyordu. Biraz da ben ısrarcı oluyordum eğitiminde. Taht sırası bizde değil Hanzade Mete'deydi ve oğlu Efe on iki yaşındaydı. Varisi vardı. Yine de ona bir şey olacak olsa sıradaki varis bizdik ve oğlumun eğitimini şansa bırakmaya hiç niyetim yoktu. Dora Hanım bu konuda fazla üstüne düştüğümü söylüyordu fakat ona katılmıyordum. Yiğit'in en küçük ikizleri Korkut'tan bir yaş büyük olmasına rağmen eksiksiz bir eğitim görürken biz neden gözden çıkartılıyorduk anlamıyordum.

Oğlumun başarılarını dinledikten sonra sıkıca sarıldım Korkut'a. "Aferin benim oğluma. Hanzade Yaman'a yaraşır bir oğul olacak benim oğlum."dedim gülümseyerek ve odadan çıktım.  Asya'yı buldum. Genç kız mutfakta emirler veriyordu. Yeni kalkmış gibiydi. Hala esniyordu. Mutfak şartlarına göre geç bile kalmıştı.

"Gününüz ferah olsun Zadesen Müge."dedi önümde reverans yaparak. Sorar gözlerle ona bakıyordum. Dediğimi anladı ve mutfaktan çıktı. Kalenin en tenha kulesine gittik. Kütüphaneye girdik ve kapıyı kapattık. İçeride kimse yoktu.

"Sen de gördün bir şeyler değil mi?"diye sordum.

"Uyuya kaldım bu sabah. Ama evet Müge, ben de bir şeyler gördüm. Gördüklerimden hiç hoşlanmadım."

"Ne gördün?"

"Dora Hanım, bizi özellikle buraya yollamış. Hanzade Mete'nin Ecrinok'ta olacağı belliydi zaten. Ecrinok'tan sonra gelen ikinci gözde hanzade vilayeti Yeşiltepe'ymiş. Bozyurt sonra geliyormuş. Normalde ikinci hanzadeler Yeşiltepe'ye gönderilirmiş. Dora Hanım her ihtimali düşünerek böyle yapmış. Tek seçeneği Mete değilmiş. Eğer Mete'ye bir şey olursa yedek planı Hanzade Yiğit. Biz değiliz." Gözlerimi kapattım öfkeyle. Belliydi böyle olduğu. Yiğit her zaman daha başarılı, daha gösterişli, daha öndeydi Yaman'la kıyaslandığında. Yaman'ın meziyetleri görmezden gelinirdi her zaman. Fakat Kubat Han öyle düşünmezdi. Bazen Yaman'ı Hanzade Mete'den daha çok sevdiğine inanırdım. "Sen ne gördün?"diye sordu Asya.

"Yaman'ın öldüğünü gördüm."dedim tek seferde. Uzatmanın alemi yoktu. "Mete bizi Ecrinok'a davet ediyordu. Kardeşini özlediği içindi ama. Kötü bir niyeti yoktu. Sonra veba salgını çıkıyordu. Tüm şehri etkisi altına alıyordu. Ecrinok tecrit altına alınıyordu ve biz orada mahsur kalıyorduk." Kalbim sıkıştı tekrar. Sevgilimin yakışıklı yüzü yaralar içindeydi. Kollarımda ağzından burnundan kan gelerek ölümü içimi titretmişti. "Biri hastalıklı bir kadını içeri alıyordu."diye fısıldadım. Asya'nın gözleri büyüdü bunu duyunca. "Kadın Yaman'ın odasına gidiyordu. Elini bir bıçakla kesiyor Yaman'ımın yüzüne sürüyordu ve buraya döndüğümüzde Yaman'ın hastalığı baş gösteriyordu." Sesim titremişti. Gözlerim dolu dolu olmuştu. "Biri bize suikast düzenliyordu Asya."

Elimi kalbimin üstüne götürdüm. Yine alnımda terler birikmeye başlamıştı. "Ölümün fısıltısı Dyaus ve ayrılığın habercisi Varuna etrafımızda geziniyor."dedi Asya. "Omena bizi uyardı."

"Yaman'a karşılık kimi verebiliriz ki?"

"Yasa belli. Cevap belli. İşlemesini istiyorsak denklikler arasında ilerlemek zorundayız." Başımı iki yana salladım. Mete'yi veremezdik. Bize hiçbir zararı dokunmamıştı. Yiğit ise şimdilik sessiz sakindi. Küçük Hanzade Koray ise daha dört yaşındaydı, Korkut'la yaşıttı. Küçük bir çocuğun kanına girmemiz mümkün değildi.

"Ecrinok'tan davet gelirse gitmeyiz. Evet. Gitmeyeceğiz."dedim başımı aşağı yukarı sallayarak. Gerçek bir kurban istiyordu Omena ve bu benim sınırlarımı çok aşıyordu. Belki de Omena'yı bırakıp merhametli Ulu Tanrı'ya sığınmalıydım. O bir çözüm sunardı bana. Yeterince dua edersem Yaman'ı kurtarırdı.

***

Baharın üçüncü ayında Ecrinok'tan haber geldi. Mete bizi oğlu Efe'nin on üçüncü yaş günü için davet ediyordu. Bütün aile üyeleri bir arada olacaktık. Aylar önce gördüğümüz uyarının etkisiyle gitmeyi kesinlikle reddettim. Bile bile ölüme yürümeyecektim. Burada kalacaktık.

"Bunu han babam ve hanım anneme nasıl açıklarız Müge? Delirdin mi?"dedi Yaman.

"Korkut hasta deriz. Gelemeyiz deriz. Kızların da rahatsızlandığını ve evlatlarımızla ilgilenmemiz gerektiğini söyleriz."dedim endişeyle. Ona görümden bahsedemezdim. Ulu Tanrıya inandığımı sanıyordu. Eski inancımı bırakmadığımı söyleyemezdim.

"Nedir bu endişen ruhumun eşsiz parçası?"dedi şefkatle yanağımı okşayarak.

"İstemiyorum Yaman. Neden beni anlamıyorsun? Burada mutlu değil miyiz? Evlatlarımız yanımızda. Başka neye ihtiyacımız var?"

"Onlar da benim ailem. Her zaman bir araya gelemiyoruz biliyorsun."

"Bahar kutlamasında görüştük ya. Yeter."dedim öfkeyle. Gözlerim doluyor gibi oluyordu. "İstemiyorum işte. İçimde kötü bir his var." Sıkıca sarıldı. Boynuma gömdü kafasını. Dudaklarını boynuma bastırdı.

"Peki orman gözlüm. Sen nasıl istersen öyle yapalım. Biraz bozulacaklar ama varsın kızsınlar. Kalbimin eşsiz hanımını üzecek değilim."dedi saçlarımı severken.

Bundan birkaç hafta sonra Ecrinok'taki veba haberini aldık. İçim titredi yazılanları okurken. Dora Hanım, Kubat Han, Hanzade Koray, Handan Suna, Suna'nın eşi Tarık Bey, çocukları Koral ve Burçin Altınova'ya dönmüştü çoktan. Yiğit, Gözde ve evlatları da dönmüştü Yeşiltepe'ye. Ecrinok için tecrit kararı verilmişti. Şehre giriş çıkışlar tutulmuştu. Vebanın önü alınana kadar kimse şehirden çıkmayacaktı.

Dora Hanım ve Kubat Han için zor günlerdi. En sevdikleri evlatlarına ulaşamıyorlardı. Son gelen habere göre Yedi Gürgen Sarayı'na hastalık henüz ulaşmamıştı. Tek tesellimiz buydu.

Bir gece uyku tutmadı. Yaman'ın yanından kalktım hızla. Ay ışığı odayı aydınlatıyordu. Pencereye yaklaştım. Bozyurt Aspargon'un en yüksek bölgesiydi ve serin gecelerden biriydi. Yazın ilk ayına girmemize rağmen geceleri üstüme bir şey almadan duramıyordum. Koridorda duyduğum tuhaf sesle kulak kesildim. Biri yürüyordu. Bu vakitte kim gezinirdi ki?

Dikkatle dinlemeye başladım. Her kimse ayaklarını yere sürüyerek ilerliyordu. Kızlardan biri uyurgezerlik mi yapıyordu diye düşünerek kapıya yaklaştım. O an bir hırıltı duydum. Tam kapının diğer yanından geliyordu. Bir an düşümdeki hasta kadın gözlerimin önüne geldi. Kapının kolu aşağı doğru inerken kapıya koştum tutmak için fakat yetişemedim. Her tarafı kara yaralar içinde sefil bir kadın hızla kapıyı açıp içeri daldı. İnsan dışı bir yaratığı andıran kadını görünce avazım çıktığı kadar bağırdım.

"YAMAN!"diye bir çığlık kopardım. Sesimle Yaman ayağa fırladı. Kadının elinde bir hançer vardı. Korkusuzca diğer eline götürdü ve koca bir kesik açtı. Kanları etrafa saçılırken Yaman'a gitmeye çalıştı. Hiç düşünmeden kadının üstüne atıldım.

"Öleceksin Hanzade Yaman!"diye bağırdı kadın hırıltılı sesiyle. Fakat onu yakalamıştım. Kadını dışarı sürüklerken kanlı eliyle boğazıma yapıştı. Koridorda büyük bir arbede koptu. Kapılar açılıyor ayak sesleri yaklaşıyordu. Kadınla birlikte yere yuvarlandık. Uzun bir debelenmenin ardından beni sırt üstü yatırdı, üstüme oturdu ve tüm gücüyle boğazımı sıkmaya başladı. Yaralı ellerini uzaklaştırmaya çalışıyordum. Olmuyordu. Gözlerinde ölüm, nefesinde çürüme vardı.

Kalbimden yükselen sesler ruhumla bir olurken dudaklarım fısıldamaya başladı. "Dyaus un sena hert, Omena't leral variere. Sentat variere los nortet, Omena't seral vinein tu here."

Dyaus kalpleri kutsar. Omena'nın sadık askerleridir onlar. Kutsanan asker kaybetmez asla. Omena'nın seçilmişleri her zaman kazanırlar.

Aynı cümleler tekrar tekrar ağzımdan çıkarken kadının elleri gevşedi, gevşedi. Burnundan kanlar akarken ağzı da kan doldu. Üzerime kanlar aktıkça aktı. Kadın yana yığıldığında koridordan "Anne! Anne!"sesleri yükseldi. Yaman'ın "Müge!"diye bağırdığını duydum. Bedenim yaprak gibi titriyordu yaşadıklarım karşısında. Fakat korkuya kapılacak zaman yoktu.

"Yaklaşmayın!"diyerek doğruldum yerden. Beni kan içinde gören kızlar korkuyla çığlık attı. Çiğdem ve Tunay bembeyaz kesilerek oldukları yere çakılırken Bengü, Ayça ve Elçin bana doğru koştu. Onları gören Korkut da peşlerine takıldı. "Yaman çocukları tut!"diye haykırdım. Yaman kızlarımızın ve oğlumuzun önüne siper oldu. "Kadın vebalıydı. Hastaydı. Yaklaşmayın."diye bağırdım. "Götür onları hemen. Götür buradan!" Ayağa kalktım. Beyaz geceliğim koyu kırmızıya boyanmıştı. Hala titriyordum. Yaralar içindeki çirkin kadın yerdeydi. Ağzından akan kanlar başının etrafında koyu renkli bir gölet oluşturmuştu. Yaman tekrar koridorda göründü. Bana doğru geliyordu. Hekimbaşı ve birkaç kişi de arkadaydı. "Yaklaşmayın!"dedim tekrar. "Yaman uzak dur benden!" Gözlerimden yaşlar akıyordu.

"Duramam! Uzak duramam! Bir şey olmayacak!"dedi inatla yürüyerek.

"Dur! Lütfen dur! Beni biraz olsun seviyorsan dur! Hastalık bana da geçmiş olabilir!"

"Geçsin."dedi bir adım daha atarak. "Senin olmadığın bir dünyada ben nasıl yaşarım?"

"Dur! Evlatlarımız için dur! Ben gidersem onları sen koruyacaksın!" Durdu. Başını iki yana sallarken yalvarırcasına bakıyordum ona. "Onları öldürürler Yaman."diye fısıldadım. "Bu kadını buraya senin için yollayanlar onlara acır mı?" Yerde hastalık içindeki kadını gösterdim. Yaman'ın yüzü soldu. "Eğer ölürsek evlatlarımızı da arkamızdan koyarlar toprağa. Annenin onlara sahip çıkacağına inanıyor musun? Ne yapar eder hepsinin yolunu hazırlar."

"Müge..."

"Yaman... Lütfen Yaman." Hekimbaşına döndüm. "Usulünce temizleyin burayı."dedim güçlü olmaya çalışarak. "Bana bir tecrit odası hazırlayın. Kimse girip çıkmayacak." Koridorun sonunda bembeyaz suratıyla bana bakan Asya'yı gördüm. Körlemesine ilerledi yanıma. "Asya dur!"dedim. Dinlemedi. Huşu içinde ilerlemeye devam etti.

"Hanımımla ben ilgilenirim hekimbaşı."dedi tekdüze bir sesle. Ne olduğunu anlamıyordum. Havada süzülür gibi yaklaştı. Tüm uyarılarıma rağmen koluma girdi. Boş odalardan birine gittik. Bir kova su getirtti. Yeni ve temiz kıyafetler hazırladı.

Ağlamaktan gözlerim şişmişti. Bu nasıl olurdu? O kadın kaleye nasıl girerdi? Kim göndermişti? Bu kadar acı bir ölümü kim Yaman'a ve bize reva görürdü? Ölümün de bir şerefi olmaz mıydı? Basit bir zehirle tek seferde hepimizin canını almak varken vebayla boğuşarak ölmemizi isteyecek kadar kim bilenmişti bize? Neden?

Asya kıyafetlerimi çıkardı. Çırılçıplak kaldığımda buz gibi suyu başımdan aşağı dökerek beni yıkamaya başladı. Titriyordum. Korkudan ve soğuktan. Beyaz bir bezle cildimi ovuyordu Asya. Ovarken Omena'ya dua ediyordu eski Sargun dilinde.

"Dyasina, sita i Dyaus. Hera tmie. Seniere Ramasetu't seral. Rire tu rea. Skanda't seral tie rea."

Dyasina, Dyaus'un kız kardeşi. Duy beni. Ramasetu'nun seçilmişini kutsa. İzin ver yükselmesine. Skanda'nın seçilmişini yükselt.

Sonra ılık suyla tekrar etti aynı işleme. Son kez sıcak suyu başımdan aşağı döküp bedenimi tamamen temizledikten sonra tertemiz beyaz gecelikleri geçirdi üstüme. Eski kıyafetleri boş şömineye koydu ve yaktı. Derin bir nefes aldı. Yorgunlukla sandalyeye çöktü. Kendine gelmişti. Trans halinden çıkmıştı. 

"Yedi gün, hanımım. Yedi gün sonra hiçbir şeyiniz kalmayacak."dedi nefes nefese.

Omena'ya dua etmek, hele ki kalpten geçirerek dua etmek yorucu bir süreçti. Bilirdim bu duyguyu. Fakat ne kadar yorulursan duanın gerçekleşme ihtimali o kadar artardı. Asya bütün gece hiç durmamıştı beni temizlerken. İkimiz de yataklara oturduğumuzda gün ağarmıştı.

Duvara yaslanmış bulutlu gökyüzüne bakarken karşılaştığımız bu suikastın ilk olmayacağını anlamıştım. Birileri Yaman'ı öldürmek istiyordu. Onu aradan çıkarmak istiyorlardı. Ama neden? Yaman aradan çekilirse kime ne yarar sağlar? Cevaplar belliydi. Kabul etmek istemesem de belliydi işte. Sancak tercihleri bile bunu göstermiyor muydu?

Mete'ye bir şey olmadığı müddetçe bizim tahtta hakkımız olmayacaktı. Belki birileri bizden sonra Mete'yi de aradan çıkartıp sıranın direkt kendine gelmesini istiyordu. Yiğit gözünü bu kadar karartmış olabilir miydi gerçekten? Tahta çıkmayı kardeşlerini öldürtecek kadar takıntı haline mi getirmişti? 

"Kader gerçekleşene dek durmayacak hanımım."dedi Asya görülerimizi hatırlatarak. Düşüncelerimden sıyrıldım. Başımı iki yana salladım. Mete bize bir şey yapmamıştı. Her daim koruyup kollamış, abilik etmişti. Yiğit'in yüzünden suçsuz birinin canını alamazdık. Mete yerine Yiğit'i vermeliydik. Fakat böyle işlemiyordu. Yükselmek için kendinden öncekinin üstüne basman gerekiyordu. Karşımda öfkeyle kararmış gözleriyle oturan Asya bu konuda oldukça kararlı görünüyordu.

***

Yedi gün sonunda sapasağlam çıkmıştım tecrit odasından. İlk işim Hanedanlık Sarayı'nın yolunu tutmak olmuştu. Dora Hanım'la konuşmak istemiştim bu ciddi meseleyi. O ise bana alayla gülmüştü. Kimi itham ettiğimi sormuştu. Aradan çekilmemiz kimin işine yarayacaksa o demiştim. Sert çıkmıştı bana.

"Ben sadece Hanzade Yiğit hakkında duyduklarımı söylüyorum."demiştim.

"Bir oğlan doğurdun diye fikir belirtebileceğini mi sanıyorsun Müge? Hanlık işlerine karışmayı kes. Seni bir daha uyarmayacağım. Yaman'ın aklını bulandırma. Önünüzde Mete varken boş hayallere kapılmayın!"demişti. 

Hanlıkta gözüm yoktu. Fakat Yiğit'in bizi bertaraf etme çabasını yok saymaya niyetli değildim. Bizi aradan çıkarmak isteyen Yiğit, abisi Mete'yi de aradan çıkarmak isterdi. Fakat Dora Hanım bana kulaklarını tıkamıştı. Sürüklenmek üzere olduğumuz felaketi önlemeye çalışmak yerine görmezden gelmeyi seçmişti. 

Aklındaki fikre göre Mete'ye bir şey olursa zaten taht Yiğit'in olacaktı. Bu yüzden bizi uzak tutmak istiyordu her şeyden. En uzak sancağa bu yüzden göndermişti. Elinde olsa Sargun sınırındaki Sivritepe'ye yollardı bizi. Hiçliğin ortasına! 

Varsın başa Yiğit geçsin. Fakat bunu evlatlarıma, Yaman'a dokunarak yapacaksa karşısında bambaşka bir Müge görürdü! Canımı, kanımı kimsenin hırsına kurban etmeye niyetim yoktu. Bugün canımın canına kast eden yarın kanımın canına kast ederdi.

Bozyurt'a elim boş döndükten sonrası belliydi. Ecrinok'ta kuvvetli bir deprem olduğunu öğrendikten birkaç gün sonra Hanzade Mete'nin vebaya tutulduğunu duyduk. Veba sonunda Yedi Gürgen Sarayı'na girmişti. Berrin ve Efe başka odalara alınmıştı sağlıkları için. Onlara değmemişti veba illeti. Fakat Mete için durum kritikti. 

Çok sürmemişti. Yedi günde gözlerini kapatmıştı. Ben yedi günde o mikrobu bedenimden atmıştım Dyasina'nın yardımıyla. O ise Ulu Tanrıya yapılan tüm dualara rağmen göçüp gitmişti bu hayattan. Yedi günde.

***

*Dyaus: Ölüm Tanrısı

*Dyasina: Yaşam Tanrısı

*Ramasetu: Hüküm Tanrısı (inan hükmü)

*OMENA: On iki seçilmişiyle dünyayı yönettiğine inanılan yaratıcı. Bahsi geçen üç tanrı o seçilmişlerin bir kısmıdır. Ayrıca "İnanç" bölümünde detaylıca anlatılmaktadır bu konular. İsterseniz tekrar bakabilirsiniz. Bölümlerde geçtikçe açıklayıcı olmaya çalışacağım.

***

-Müge'nin hanımlığını nasıl buluyorsunuz? Sizce Müge iyi bir anne mi?

-Korkut'un rüyası hakkında ne düşünüyorsunuz? Müge güzel yorumladı mı?

-Müge'nin Yiğit'i kışkırtmış olması hakkında ne düşünüyorsunuz? Haklı mı?

-Bir kez daha Müge'nin geçmişine tanık olduk. Nasıl buldunuz? Genç Müge tahmin ettiğiniz gibi mi?

-Bölümler nasıl ilerliyor? Sadece olay açısından bakmayın anlatım açısından da eleştirilere açığım. Fikirlerinizi belirtmekten çekinmeyin.

Sonraki bölüm Gökben'den. Pazartesi günü görüşürüz.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top