26. Kaderin Keskin Yüzü



1413 Senesi - Kış Mevsimi

ASPARGON HANLIĞI

Bozok Şehri - Dora Hanım Sarayı

Gökben Hatun

Aspargon'un sert çalgılarına karışan Simir Makos'un özgürlüğü çağıran ezgilerine parmaklarımı tahta masaya vurarak eşlik ediyordum. "Eh, bu da bir gelişme."dedi Aquilo hemen yanımda. Simir Makos dilini kullanmıştı. Gözleri hareket halindeki parmaklarımdaydı. Dans edişimizden beri üçüncü kez karşılaşmıştık burada.

Parmakları masa üzerinde ilerledi ve elimin altına girdi. Parmaklarım onun avuçları üzerinde kıpırtısız kaldı birkaç saniye. Sonra parmak uçlarım onun avucu üzerinde gezindi ve avucum kapandı. Baş parmaklarımız birbirimizin elini sevmeye başladığında gözlerim onun koyu kahverengi gözlerini buldu. Bu his hoşuma gidiyordu. Biraz başımı döndürüyor, biraz içimi gıdıklıyordu.

Gülümsediğinde dudaklarım yukarı kıvrıldı. Diğer kolunu masaya koydu ve başını koluna yasladı. Elimi tutup dudaklarına götürdü. Üst üste gelen her öpücük kalbimin bir öncekinden daha hızlı atmasına sebep oluyordu. "Beni öldürmeyi mi planlıyorsun?"diye sordum nefesim düzensiz bir hal aldığında.

Güldü. Uzun kestane rengi saçları gözlerinin önündeydi. Gözlerini daha iyi görebilmek için diğer elimle saçlarını başının arkasına doğru ittim. Fakat elim yanağı üzerine geldiğinde orada durdu. Yanağını severken baş parmağım dudakları üzerinde geziniyordu. Gözlerini kapattı. Tekrar açtığında gözlerime bakıyordu. "Asıl sen beni öldürmeyi planlıyorsun."

Başını kaldırdı. Ayağa kalktı. Beni de kaldırdı. Dans etme zamanımız gelmişti. Artık hava erken kararıyordu. Güneş tepelere yaklaştığı vakit son dansımızı ediyorduk ve ayrılıyorduk. Hiç bitmesini istemediğim o andaydık yine. İtiraz etmeden onunla ilerledim sahneye.

Dans pozisyonumuzu aldığımızda deniz kokan bu adamın beni oradan oraya götürmesine izin verdim. "Gitmesen, kalsan, ne olur?"diye sordu bir kez daha. Üç haftadır üçüncü kez aynı soruyu sormuştu.

"Neler olabileceğini düşünmek bile istemiyorum."dedim başımı onun boynuna gömerek.

Denizle ıslanan kum kokusunda kaybolurken hiçbir şey düşünmek istemiyordum. Sadece bu anın içinde olmak istiyordum. Bu ana ait olmak ve bu anda yok olmak. Eğer bir gün öleceksem burada, İllio'nun kolları arasında, onu hissederek ölmek istiyordum.

Dudaklarını yanağımda hissettim. "Seni bırakmayı bir an bile istemiyorum Eldoris."diye fısıldadı kulağıma. "Seni kaçırıp götürsem kim ne yapabilir ki? Bizi kim bulabilir?"

"Şu kapıdan çıkarken karşımıza çıkan muhafızlar." Güldü.

"Altı muhafızla baş edebilirim. Çevik ve kıvrak dövüşürüm." Bu defa gülen bendim. Yüzüne baktım.

"Benim için başını belaya mı sokacaksın?"

"Senin için karşıma çıkan herkesin başına bela olacağım."diye fısıldadı dudaklarıma yaklaşarak. Fakat derin bir nefes alarak başımı diğer yana çevirdim. "Eğer bir gün gideceksen dudakların benim olmadan mı gideceksin?" Saçlarımdan öptü.

"Dudaklarımı sana verirsem senden bir daha kopamam İllio."diye fısıldadım. Beni sıkıca sardı. İyice kendine bastırdı bedenimi.

"İyi işte. Ben de bunu istiyorum. Benden bir daha kopamamanı istiyorum."

"Gitme vakti aşk kuşları."dedi Burçin yanımıza gelip.

"Bırakmam."dedi İllio beni başka yöne götürmeye çalışarak.

"Bırakmazsan onu bir daha getiremem. Benim de yeteneklerimin bir sınırı var."dedi ciddi bir şekilde.

"Hadi ama sen de Boreas'tan vazgeçmek istemiyorsun."dedi İllio. Burçin çapkınca güldü.

"Belki öyle. Bir daha görüşmeme riskini almaktansa kısıtlı olarak görüşmeyi tercih ediyorum."

Normalde ben Burçin'e gitme vaktini hatırlatırdım fakat bugün o hatırlatmıştı. Güneş tepelerin arkasında kaybolmak üzereydi. Oysa daha az önce tepelere yeni değmemiş miydi?

İllio'nun kollarından ayrıldığımda ikimiz de isteksizdik. "Haftaya görüşürüz. Beni bekle."dedim gözlerine bakarak. Dudaklarını öpmemek için zor duruyordum. Fakat bunu yaparsam ondan asla vazgeçemeyeceğimi biliyordum. Bir gün bitecek bir şeye kendimi bu denli kaptırmak istemiyordum. O bir korsandı ve baharda gidecekti. Ben ise henüz Handan Suna'ya karşı koyacak kadar güçlü değildim. Benim yüzümden İllio'ya zarar gelmesine dayanamazdım.

"Bekleyeceğim."dedi. İşaret ve orta parmağını dudaklarına götürüp öptü ve parmaklarını benim dudaklarıma değdirdi. Parmaklarından gelen tadı bile dizlerimin bağını çözmeye yetiyordu.

Eve dönüşte ikimiz de kendimizden geçmiş gibiydik. Burçin'in Boreas'a kendini bu kadar kaptıracağını düşünmezdim hiç. Bilge hatun karşımızda oturuyor bizi izliyordu. Onu meyhaneye almıyordu Burçin. Dışarıda durmasını söylüyordu veya bitmeyen alışveriş listesi sayıyordu. Bu yüzden içeride ne olup bittiğinden haberi yoktu.

"O çocuklar geldi mi gene?"diye sorduğunda Burçin gözlerini devirerek ona döndü.

"Gelmedi. Şurada sadece kafa dağıtmak istiyoruz ve sen bunu her hafta batırıyorsun Bilge. Bir kere de bir şey sorma. Anlamıyorum ki anneme rapor mu vermeye çalışıyorsun?" Kızın yanakları al al olmaya başladı.

"Neden böyle bir şey yapayım Burçin hatun? Bu geziler bana da iyi geliyor. Sayenizde geziyorum. Alış veriş yapıyorum." Burçin bazen ona rüşvet olarak bir kese altın veriyor ve kendine bir şeyler almasını söyleyip alış verişe yolluyordu. Bilge bunun için minnettardı fakat her hafta ağzımızı yoklaması gerçekten can sıkıcı bir hal almıştı.

Eve döndüğümüzde akşam yemeği için salonda Handan Suna'yla oturduk. Handan Suna her zamanki gibi gezintimizi sordu. Renk vermemeyi öğrenmiştim. Sıradan şeylerden bahsettik ikimiz de.

"Yine o meyhaneye gitmişsiniz. Muhafızlardan rapor aldım."

"Anne, eğleniyoruz işte."dedi Burçin.

"Muhafızları neden kapıda bekletiyorsunuz peki her seferinde?"diye sordu ciddi bir tonla. "Siz sıradan hatunlar değilsiniz. Meyhane tayfasıyla işiniz yok. Bir kez daha oraya gitmenizi istemiyorum!" Burçin bir şey diyecek oldu fakat sustu. Tartışmanın anlamı yoktu. Nasıl olsa haftaya yine bildiğimizi okuyacaktık.

Başka bir akşam "Korkut'a bir şeyler yazıyor musun?"diye sordu Handan Suna. Öfkeyle solumamak için kendimi zor tuttum. "Kendini unutturma Gökben."

"O da yazmıyor değil mi? Neden sürekli ben uğraşacakmışım?" Oysa gönderdiğim son mektuplardan sonra yazmaması işime geliyordu. "Siz neden yazmıyorsunuz Handan Suna? Ecrinok'taki tatsızlıktan beri görüşmediniz sanırım."dedim neşeyle gülerek. Burçin gülmemek için kendini zor tutarken Handan Suna sert bir ifadeyle bana bakıyordu.

"Hayırdır Gökben? Son zamanlarda rahat davranmaya başladın. Seni olumsuz etkileyen biri mi var yoksa? Biri aklına yanlış şeyler mi sokuyor?" Bir an kalbim hızlanmıştı fakat yüzüme hiçbir ifade oturtmamayı başardım.

Burçin, "Olumsuz etkiden kastınız ben miyim anneciğim?"diye sordu. "Yıllardır Gökben'le kardeş gibi olmamızı istemiyor muydunuz? İşte istediğiniz günler geldi. Ama siz yine memnun değilsiniz." Handan Suna bir şey demedi. Yemek yine sessiz geçti.

O gece Burçin benim odama geldi. "Kesin Bilge bir şeyler yumurtluyor."diye fısıldadı. "Hatunu o kadar dışarıda bekletiyorum fakat bire beş katıyor belli."

"Bir de içeriyi görse ne adımız kalır ne başka bir şey."diye fısıldadım gülerek. O da güldü. "Boreas'la yakışıyorsunuz."dedim samimi bir ifadeyle. Gözleri aşağı indi. Dudaklarında utangaç bir gülümseme vardı.

"Kocam seçilmeden önce biraz özgür hissetmek istiyorum."

"Sadece bu mu? Ayrıca kocasının seçilmesini bekleyecek bir kıza hiç benzemiyorsun. Kendi kocanı kendin seçecek kadar cesursun." Burçin çekingen kızlardan değildi kesinlikle. Bu sadece onun bahanesiydi. Boreas'la olduğunu Handan Suna duysa çocuğun başının belaya girmesinden endişeleniyordu. Tıpkı benim Aquilo için endişelenmem gibi. "İlk defa aşık oldun değil mi?"diye sordum gülümseyerek.

"Sen ikinci kez değil mi?"

"Korkut'a olan hislerimden sonra İllio kıyas kabul etmeyecek bir durum. Korkut yanılsamaydı, İllio ise gerçek." Gözlerine baktım. "İtiraf et. Boreas'a aşıksın."

"Evet. Boreas'a aşığım. Mutlu musun?" Korkumuzdan fısıldayarak konuşuyorduk. Burçin'in evhamları beni de tedirgin ediyordu. "İtiraf sırası sende. Sen de Aquilo'ya aşıksın."

"Evet. İllio'ya aşığım." Gülmeye başladık. Aşk gerçekten çılgın bir duyguydu.

***

O hafta tekrar gittik Taşlı'ya. Her zamanki gibi alışveriş yapar gibi yaptık. Ucuz bir iki şey aldık. Sonra limana doğru yürüdük. İllio'nun gemisi orada değildi. Belki henüz gelmemişlerdir diye düşünerek biraz daha gezindik. Fakat hala gelmemişlerdi. Geçen hafta tekrar buluşmak için sözleşmiştik oysa.

Epey zaman geçtikten sonra meyhane tarafına doğru gittik. Onlardan birini görürüz umuduyla. Fakat kimse yoktu onlardan.

"Gelemeyecek olsalar haber gönderirlerdi bir şekilde."dedim. Burçin omuz silkti.

"Bilemiyorum. Belki iki soylu kızla iyi alay etmişlerdir."dedi öfkeyle. Ona döndüm yüzümde hayret ifadesiyle.

"Ciddi olamazsın! Gözlerinde gördüğümüz şey yalan değildi!"

"Saf olma. Eğlendiler ve gittiler işte!" Üzgündü ve bu yüzden hırçınlaşmıştı.

"Leydiler! Leydiler!"diye bağırarak biri geldi yanımıza. Döndüğümüzde İllio'nun grubundan bir çocuk olduğunu gördük. Baste'ydi bu. "Yetişin! Yetişin! Çok fena! Durum çok fena!"

"İkişer ikişer söyleyene kadar anlatsana ne oldu?"diye payladı çocuğu Burçin.

"Aquilo ve Boreas hücreye atıldı! Gemimize el kondu! Onları çok fena dövdüler!"dedi feryat eder gibi. İkimiz de olduğumuz yerde donduk.

"Hücre nerede?"diye sordum. Burçin'i Koral'dan sonra ilk kez bu kadar tutuk görüyordum. Baste bizi çarşının uzağında bir noktaya götürürken muhafızlar peşimizden geliyordu.

"Siz durun!"dedi Burçin onları hatırlayarak. Bilge'yi yine başka bir yere göndermişti. Fakat onun da işi biterdi birazdan.

Muhafızlar uzakta beklerken biz hücrelere yaklaşıyorduk. Açık havada demir parmaklıklar içinde yatan iki beden gördük. Bu soğukta, bu karda donuyor olmalılardı. Koşmaya başladık. "İllio!"diye seslendim panikle.

"Essa!"dedi Burçin de. O Boreas'ın dibine çökerken ben Aquilo'nun yanına çöktüm. Biz parmaklıkların dışında, onlar içindeydi. Ellerim buz gibi demirleri sıkıca tutuyordu.

Sesimle başını kaldırdı. Gözü mosmordu. Burnunda ve dudağında kurumuş kan lekesi vardı. İçim sızladı onu böyle görünce. "İllio, sevgilim, ne yaptılar sana böyle?"dedim ellerimi parmaklıklara koyarak.

Gülümsemeye başladı. Doğruldu ve parmaklıklardaki elimi tuttu. Elleri buz kesmiş, bedeni titriyordu. "Bana sevgilim diyeceğini bilseydim daha önceden olay çıkartır dayak yerdim."dedi çatallı sesiyle. Kim bilir ne kadardır buradaydılar. Sesi kısılmaya başlamıştı soğuktan.

"Ne oldu? Neden böyle oldu?"dedim ona aldırmadan. Ellerimiz parmaklıklar üstünde birleşti.

"Biri bizi şikayet etmiş. Gemiye el koymaya kalktılar. İzin belgelerimizi gösterdim. Yine de el koydular. Arama yaptılar. Bizim olmayan kaçak mal çıkardılar bir şekilde. Onlar yerleştirdi tabii. Sonra arbede çıktı. Yirmi kişi üstümüze yürüdü."

"Altı kişi olsa hallederdin ama değil mi?"dedim burukça gülümseyerek. Parmaklarına nefesimi vererek ısıtmaya çalıştım.

"En çok da seni göremeyeceğime üzülüyordum. Sizi ektiğimizi düşündünüz değil mi?"dedi parmaklarımıza yaklaşarak. Elimi yüzüne uzattım. Yüzünü elime yatırdı. "İşte bu deniz gözlüm, her şeye değer. Bak gör yarın nasıl ayağa kalkıyorum."

"Hey! Siz! Mahkumlardan uzak durun!"diye bağırarak bir liman muhafızı yaklaştı yanımıza. "Onlar cezalı görmüyor musunuz?"

"Görüyoruz!"diyerek Burçin çıkıştı adama. "Kışın ortasında açıkta, kışlık üstlerine el koyarak donsunlar diye atmışsınız! Böyle bir cezayı hak edecek ne yaptılar? Yaman Han'a bunu yazacağım ve araştırması için müfettiş yollamasını isteyeceğim. Ben Kubat Han'ın torunuyum ve Yaman Han benim dayım!" Boş sokaklarda yankılanan sesi o kadar ciddiydi ki muhafız yaptığının yanlış olduğunu düşünmeye başlamıştı sanki.

"Burçin hatun, kusura bakma tanıyamadım. Kaçak mal taşıyorlarmış. Bir gece hücrede kalacaklar."

"Ben buna inanmıyorum. Eminim biri onlara suç attı ve yarın buraya bir müfettiş gelmesini sağlayacağım."

"Yapabileceğimiz bir şey yok."

"İnsanca tutulmalarını sağlayabilirsiniz! En azından üstlerini geri verin!" Muhafız bir süre durdu. Sonra yapmaya karar vererek kulübeye girdi. Elinde iki kalın postla döndüğünde hücrenin kilidini açtı.

Postları içeri atacakken birden koştum ve içeri daldım. Adam beni tutamadan İllio'nun tam karşısına çöktüm ve yüzünü ellerimin arasına alarak dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Derin ve yoğun bir öpüşmenin ardından dudağındaki yaranın kekremsi tadını aldığımda canını acıtmış olabileceğimi düşünerek uzaklaştım.

"Özür dilerim, canını yakmak istememiştim."dedim korkuyla. Fakat o sersem bir şekilde gülüyordu.

"Bu,"dedi gözlerime bakarak, "beni bütün gece sıcak tutacak olan hayat öpücüğü işte."dedi yanağımı okşayarak. Gülümsedim.

"Yine geleceğim."diye fısıldadım.

"Bekleyeceğim."derken parmaklarını saçlarımın dalgalarında gezdirdi.

Muhafız söylenmeye başlamadan çıktım hücreden. Burçin gülerek bana bakıyordu. "Deli kız seni. Bu kadar cesur olduğunu bilmiyordum."

"Ben de."dedim yanına gelip koluna girerken. Bir anda içim alev almıştı. Berbat bir durumdaydık fakat kalbim yerinden çıkacaktı sanki. Başım dönüyordu, dudaklarımda uyuşuk bir gülümseme oluşuyordu. Dudaklarımda onun tadıyla kendimden geçmek üzereydim. "En azından birimiz istediğini aldı. Sıra sende."dedim çapkınca gülerek.

"Daha önceden almadığımı nereden biliyorsun? Aquilo'dan başka gözün bir şey mi görüyor sanki?"dediğinde gözlerim açılarak ona baktım.

"İnanmıyorum! Nasıl bana söylemezsin?" Omuz silkti. Elimiz tamamen boş dönmeyecektik bugün.

"Bu işin arkasından annem çıkmazsa ben de bir şey bilmiyorum."dediğinde şaşkınlıkla ona döndüm. Gözleri karşıda bir noktayı gösterdi. Oraya döndüğümde elinde hasır sepetle bize bakan Bilge'yi gördüm.

Bir an korkuya kapıldığımı hissettim. Ne zamandır oradaydı? Beni görmüş müydü? Fakat sonra görse bile yaptığımdan pişman olmadığımı düşündüm. Hayatımda ilk kez umurumda olmadığına karar verdim. Handan Suna'ya istediğini söyleyebilirdi. Ben onlar gibi mutsuz ve kısıtlı bir hayat sürmeyecektim. İllio hayatımda pek çok şeyi değiştirmişti. Başkasına boyun eğmemek de bunlardan biriydi.

***

Bir sonraki gezinti günümüz geldiğinde heyecanla hazırlanmıştım. Artık kalbim her seferinde deli gibi çarpıyordu. Hafta boyunca bir susuzluğa kapılıyor, boş günümüz gelince susuzluğumu gidereceğimi bilerek heyecanla doluyordum. Burçin kapımı çaldığında "Geliyorum."diyerek açtım. O da heyecanlıydı. Gözlerinin ölü mavisi artık canlı maviydi.

Birlikte aşağı indiğimizde Handan Suna'yı ellerini önünde bağlamış bir şekilde kapının önünde beklerken bulduk. Yüzünde memnun olmayan bir ifade vardı. "Artık havalar soğudu. Her yer kar içinde. Bahara kadar bir yere çıkmanızı istemiyorum."dediğinde ikimiz de afallamıştık.

"Yollar kapalı değil ama. Dikkatli gidiyoruz zaten."dedi Burçin. Fakat Handan Suna başını iki yana salladı.

"İzin vermiyorum. Geçin salonda oturun. Kızlara çay yaptırdım. Sıcak sıcak içeriz."

"Ben içeride durmak istemiyorum!"dedi Burçin hınçla. "Saraya tıkılmaktan bıktım usandım! Alt tarafı haftada bir gün deniz havası almaya çıkıyoruz o da sana batıyor!"

"O halde Bozok sahiline gidin."dedi Handan Suna istifini bozmadan.

"Bozok sahilinde hiçbir şey yok!" Burçin kolay pes etmeyecekti. Fakat Handan Suna üstümüze doğru iki adım attı.

"Bozok sahilinde olmayan şey ne biliyorum ben. Boreas ve Aquilo!"dediğinde olduğum yerde çarpıldığımı hissettim. Mutfak kapısında gözüken Bilge'ye öyle sert baktım ki kız suratı kıpkırmızı olarak elinde çay tepsisiyle geri kaçtı.

"Bahsettiğin kişilerin kim olduğuna dair hiçbir fikrim yok."dedi Burçin. Yine reddetme üzerinden gidecekti. Fakat Bilge'de olduğu gibi işe yaramayacaktı. Handan Suna bilmiş bir ifadeyle gülümsedi.

"Meyhanede buluştuğunuz, oynaştığınız gençlerin kim olduğunu bilmiyorsanız sizi Kozyolu genelevlerine kapattırayım rahatlayın!"dediğinde yanaklarım alev almıştı resmen. Burçin ise sert ifadesinden ödün vermemişti.

"Kızına böyle bir ithamı yakıştırıyorsan kapat yüce Handan Suna!"diyerek annesine doğru bir adım attı.

"Karşıma dikilecek kadar sevdiğin serserinin hayatını düşüneceğini sanmıştım. Fakat belli ki umurunda değil."dediğinde o ihbarı yapanın kendi olduğunu açıkça söylemişti. İçimde büyük bir öfke kabardı. Onun yüzünden Aquilo ve Boreas dayak yemişti. Buz gibi havada açıkta kalmışlardı. Belki günlerce hasta olmuşlardı.

"Bunun altından senin çıkacağını o gün de biliyordum. Bilge'nin ucuz hayal dünyasına kanıp iki gencin hayatını harcamaya çalışmışsın."dedi Burçin.

"Biz bugün Taşlı'ya gideceğiz."diyerek Burçin'in yanına geçtim. Handan Suna benim çıkışım karşısında şaşkınlıkla bakakalmıştı.

"Gitmeyeceksiniz!"

"Bu ya sizin kontrolünüzde olur ya da bizim!"dedim öfkeyle. Aquilo'nun o hali gözümün önüne geldikçe gözlerim kararıyordu resmen. Bunu bile bile yaptığını düşündükçe sinirlerim geriliyordu. Handan Suna bir kahkaha patlattı.

"Sen kimsin Gökben? Kimsin de benimle bu şekilde konuşmaya cüret ediyorsun?"

"O, senin manevi kızın!"dedi Burçin. "Unuttun mu? Herkese böyle anlatıyordun! Şimdi manevi kızın karşına geçince sorun mu oldu?"

"İkiniz de delirmişsiniz!"dedi Handan Suna sinirle gülerek. "Sabrımı zorlamaya devam ederseniz hiç hoş şeyler olmayacak!"

"Zaten hayatımız sizin elinizde."diyerek ben girdim konuşmaya. "Bırakın haftanın bir günü özgür olalım! Bizi kısıtladığınız müddetçe asıl bu evde hiç hoş şeyler olmayacak!"

"Kes sesini Gökben! Beni tehdit edecek konumda değilsin. Yerini bil! Odana çık! Cezalısın!" Sağ göz kapağımdaki damarın pıt pıt attığını hissediyordum şimdi.

"Beni odama kapatarak elinize hiçbir şey geçmeyecek!"

"Emine! Roshta!"diye bağırdı. Mutfaktan iki kadın koşarak geldi. "Bu kızı alın aşağıdaki zindana kapatın! Artık sizin yanınızda çalışacak! Islah olması için iki hafta kilitli kalmasını istiyorum!"

"Ne?!"dedik Burçin'le aynı anda. "Bunu yapamazsın!"dediğimde gözü bende değildi. Emine'ye baş hareketi yaptığında ikisi kollarımdan tuttuğu gibi beni sürüklemeye başladı. "Beni kapatamazsın! Bırakın beni! Bunun hesabını ödeyeceksin Handan Suna! Özgürlüğümü elimden almanın hesabını ödeyeceksin!"diye haykırdım merdivenlerden indirilirken.

Beni bodrumdaki hücrelerden birine atıp demir kapıyı kapattıklarında aklıma Altınova'da zindana atıldığım iki gün geldi. Müge Hanım'dan hiçbir farkı yoktu Handan Suna'nın. Kontrolü kaybettiğini düşündüğü an zalimlikle hareket eden iki kadın! "Çıkarın beni!"diye bağırdım kapıya vurarak.

"Gökben, işleri zorlaştırma!"dedi Emine hatun. "Handan Suna'ya karşı gelemeyeceğini biliyordun! Haddini çok aştın! Daha ağır bir şey yapmadığına şükret!" Hızlı adımlarla uzaklaştıklarını duydum. Bodruma inen kapının kapanmasıyla ağır bir sessizlik çöktü.

Zaten özgür değildim. Şimdi ise bir fare gibi kafese tıkılmıştım. Daha ağır ne yapabilirdi? Ölüm bundan iyiydi.

***

Dört duvarın arasında berbat haldeydim. Üstüm başım kir içindeydi. Kanarda su dolu bir kova, boş bir leğen vardı ihtiyaçlarım için. Kapının altındaki boşluktan yemek koyup gidiyorlar, kovadaki su bittikçe yenisini getiriyorlar, leğeni zaman zaman değiştiriyorlardı. "Eğer uslu durmazsan kova ve leğen de gider."demişti Emine hatun üç gün sonra. Beni pisliğin içine atmakla tehdit ediyorlardı.

Önüme koydukları kuru ekmek ve bayat çorbayı ölmeyecek kadar yiyor kalanını geri gönderiyordum. Sinirlerim çok bozulmuştu. Günlerdir bu delikteydim. Zaman kavramını yitirmiştim. Ben de Gökben'sem senden bunun hesabını bir gün soracaktım Suna! Benden her şeyimi aldığın gibi ben de senden her şeyini alacaktım.

Kaç gün geçti bilmiyorum fakat bir gün kapıma yaklaşan tok ayak seslerini duyduğumda yerde öylece yatıyordum. Güçsüzdüm, halsizdim. Toprak zeminle bütünleşmek ve içinde kaybolmak istiyordum. Kapının önünde durdu ayak sesleri. Ortadaki görüş kapağı açıldığında hafif ışıkla gözlerim kamaştı. Bana bakan mavi gözleri ve kızıl saçları gördüm.

"Kendini o paçavraya yakıştırdığın için şu an burada olduğunun farkındasın değil mi Gökben?"dedi tekdüze bir tonla. "Kendini yakıştırdığın hayat işte bu. Sefaletin içinde çürümek." Derin bir nefes aldığını duydum. "Oysa ben sana en üstte olma imkanı sunuyorum. Herkesin, her şeyin en üstünde olacaksın." Alayla güldüm. Gözlerimi gözlerinden kaçırdım. Işığın etkisiyle parıldayan tavandaki örümcek ağlarını izlemeye başladım. "O korsan müsveddesiyle böyle bir hayat mı sürmek istiyorsun? Yoksa şimdiye kadar yaşadığının kat be kat zenginliğe sahip bir hanım mı olacaksın?"

"Beni kölen olarak gördüğünü her fırsatta gösterdin. Şimdi gerçekten ne istediğimi mi soruyorsun?"dedim çatallaşan sesimle.

"Seni kendi kızımdan hiçbir zaman ayırmadım Gökben. Hatta ondan çok daha fazla özen gösterdim sana. Kendine ait bir odan, hizmetinde hatunlar var." Alayla güldüm.

"Hepsi senin istediklerini yaptığım müddetçe var. Senin çizginin dışına çıktığımda haddimi bildirmekten çekinmiyorsun."

"Nankörlük ediyorsun. Seni köle pazarından ben kurtardım. Muhteşem bir kader çizdim senin için." Yerimde doğruldum. Gözlerim onun gözlerini buldu. Ayağa kalktım ve kapıya yaklaştım. Görüş penceresinden direkt onun gözlerine bakıyordum şimdi.

"Sen tanrı mısın? Bir başkasına kader biçmek sana mı kaldı?"dedim tiksintiyle.

"Hadsiz!"diye tısladı öfkeyle.

"Senden gelen hiçbir şeyi istemiyorum Handan Suna! Bunu bil! Ne Korkut, ne hanım olmak umurumda değil! Ben buradan kaçacağım ve sen kendine hanedan casusluğu edecek başka bir hatun bulmak zorunda kalacaksın muhteşem planların için. Ne de olsa sabretmek senin işin. Bende yaptığın hataları onda yapma ama. Onu bir hanım gibi yetiştir, tamam mı? Gerçi senin gibi şımarık bir han kızının hanımlıktan anlamadığını çok iyi biliyoruz."

"Terbiyesiz! Küstah! O çocuk soktu bunları aklına hep değil mi? Özgürlükmüş... Kim özgür bu hanlıkta ha? Senin özgürlüğün benim elimde! Aklına boş hayaller sokan o paçavradan kurtulmak benim için hiç zor olmaz Gökben. Bir daha konuşacağın zaman her kelimenin onun ölüm fermanına giden mühür olduğunu unutma."dedi ve görüş kapağını kapattığı gibi yukarı çıktı. Ellerimi öfkeyle demir kapıya vurdum.

Dudaklarımı ısırdım. Kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Burada tutulduğum günler boyunca beni hayata bağlayan düşünceye tutundum: İllio'nun kollarında kaybolmak, özgürlüğüme uçmak... Artık benim için tek gerçek buydu.

***

Birkaç gün sonra kapım açıldı. İçeri iki kişi girdi. Gözlerim ışığa alışınca Emine ve Roshta olduğunu gördüm. Kova ve leğen değişimi için geldiklerini düşünmüştüm. Bilge'yi özellikle göndermiyordu Suna. Keşke gönderseydi. Keşke onunla yüzleşebilseydim ve suratına okkalı bir tokat indirebilseydim. İyi ki Burçin'i dinlemiş ona bir şey anlatmamıştım. Bir de bildiklerini söylese kim bilir neler olurdu.

"Çıkıyorsun."dedi Roshta. İkisi beni yerden kaldırdı. Bacaklarımda güç hissetmiyordum fakat onların desteğiyle ilerlemeye de niyetim yoktu. Toparlanmaya çalıştım. Güçsüz bir iki adımdan sonra dengemi buldum. Duvara tutunarak yürümeye başladım. Koridora çıktığımızda sağda yukarı uzanan merdivenin sonundaki ışık gözlerimi aldı. Bir an o kadar çok içeride kaldım ki artık bahar geldi sandım.

Yukarı çıkınca hissettiğim serinlik baharın hala çok uzakta olduğunu gösterdi. Merdivenler bitip Dora Hanım Sarayı'nın antresine geldiğimde Suna dimdik karşımdaydı. Mavi gözleri mesafeliydi. "Üç gün sonra saraya gideceğiz. Kendini toparlamanı istiyorum. Korkut gelecek. Aranızdaki mesafeyi kapatacaksın ve onunla Ecrinok'a döneceksin." Dudaklarımı ısırdım. Geçtiğimiz baharda bunu deseydi belki sevinçten havaya uçardım. Fakat şu an Korkut'un haremindeki hatunlardan biri olma fikri bana öyle uzaktı ki hatta öyle midemi bulandırıyordu ki, kusmak istedim.

Öfkeli gözlerimi onun gözlerine diktim. Tiksindirici bir şeye bakar gibi bakıyordum. "Hizmetçiniz olarak mı götüreceksiniz beni saraya? Getir götür işlerinizi mi yaptıracaksınız? Unuttunuz mu, beni mutfak işlerine atamıştınız en son."dedim sertçe.

Derin bir nefes aldı. Tabii yine çıkarları bana bağlı olmuştu ve bana iyi davranması, gönlümü hoş tutması gerekiyordu. Korkut gelecek olmasa kim bilir daha kaç gün beni süründürecekti.

"Odasına götürün."dedi Emine'ye. Cevap vermek üzere ağzımı açmıştım ki sertçe bana baktı, "Tek kelime bile etmeyeceksin! Odana çıkıp toparlanacaksın! Sesini duymak dahi istemiyorum!"dedi ve salona geçti. Yumruklarımı o kadar sıktım ki tırnaklarım etime geçti.

"Başka odaya kaçınca yarattığın kaos dinmeyecek Handan Suna!"diye bağırdım arkasından. Emine kolumun etini bükerek beni merdivenlere doğru sürükledi. "Bırak!"diye tersledim onu. "Unutma ki karşında geleceğin hanımı olabilecek bir hatun var! Bana yaptığın her yanlışı misliyle ödetirim!"dedim gözlerimi onun koyu gözlerine dikerek.

Odama çıktığımda Roshta kıyafetlerimi çıkarmaya yeltendi. "Bilge yok mu? Benimle Bilge'nin ilgilenmesini istiyorum!"dedim sertçe.

"Şimdilik ben ilgileneceğim. Bilge çarşıya çıktı alışverişe. Akşam gelecek." Bir şey demedim. Er geç onunla yüzleşecektim. Roshta'nın elbiselerimi çıkarmasına izin vermedim. "Hamam hazırlatıldı."dedi ve odadan çıktı. Hiçbirini görmek istemiyordum. Bana dokunmalarını istemiyordum.

Aşağı indim. Koridorun sonundaki hamama girdim. Kaslarım acıyor, midem bulanıyordu. Yaşadıklarımı kusarak içimden atmak istiyordum. Fakat olmuyordu. Mermere oturduğumda gözlerim dolmuştu. Sinirlerim boşalmıştı. Nasıl bir yere düştüğümü yeni anlıyordum. Şimdiye dek el bebek gül bebek büyütüldüğüm evde asıl paçavra muamelesini ben görmüştüm. Suna'nın yalanları, oyunları, hesapları o kadar iğrençti ki bunca zaman nasıl bir rüyada yaşadığımı düşündükçe kaçmak istiyordum.

Hamamın kapıları açıldı ve içeri Burçin girdi bedeninde havluyla. "Seni çıkardıklarını söylediler hemen geldim." Yanıma oturdu. Ellerimi tuttu. Gözlerime bakarken gözlerinde hüzün vardı. "İşte anneme karşı gelmek böyle bir şey."dedi öfkeyle. "Kendi çıkarları için kimleri ateşe attığını hiçbir zaman düşünmedi. Düşünmeyecek de."

"Ona bunu düşünmeyi öğreteceğim Burçin."diye mırıldandım.

"Aquilo deliye döndü."dediğinde ona döndüm. "Sarayı basmayı düşünüyordu. Sadece kendi ekibini değil Simir Makoslu ve Aspargonlu dostlarını da peşine takacaktı."

"Ciddi misin?"

"Evet. Zor engelledim. Bazen keşke engellemeseydim diyorum. Fakat anneme güvenim sıfır. Kendi canı pahasına o çocuğu öldürmeden bırakmazdı seni." Derin bir nefes aldı.

"Nasıl konuşabildin onlarla?"

"Kaçtım." Gülmeye başladım.

"Sen, saraydan kaçtın." O da güldü. "O korsan müsveddeleri bize hiç iyi örnek olmadı."dedim sessizce gülerek. Biraz da olsa neşem yerine gelmişti.

"Annem beni de karşı hücreye atacaktı."dedi sonra. Kaşlarım çatıldı. Suna'nın gözü iyice kör olmuştu. "Her şeye değerdi. Ahırlarda bir açıklık buldum. Geceleri oraya gidiyorum. Boreas ve Aquilo'ya gelişmeleri söylüyorum."

"Bu gece de gelecekler mi?"dedim heyecanla. Başını salladı.

"Çok dikkatli olmalıyız. Kapını tıklattığımda çıkmaya hazır ol. Kilerden çıkacağız. Orası daha sakin ve sessiz oluyor."

İşte şimdi bütün enerjim yerine gelmişti. İllio'yu görme düşüncesi gücümü toplamamı sağlamıştı. Keyifle yıkanmıştım. Her şeye rağmen bana çok güzel bir haber vermişti Burçin.

O akşam yemeği oldukça sessiz geçmişti. Neşemi göstermemeye kararlıydım. Üç gün sonra Toygar'ın doğum günü için sarayda olacağımızı söyledi Handan Suna. Özel bir terzi çağırmıştı. Yarın Burçin'e de bana da özel kıyafetler diktirecekti.

Gece odama çekildiğimde Burçin gelene kadar uyuyamadım. Saray sessizliğe gömülmüştü. Çıt çıkmıyordu. Dışarıda lapa lapa kar vardı. Bahçe bembeyazdı. Ahıra giden yoldaki izler neyse ki duruyordu hala. Herhangi bir şüphe uyandırmayacaktı.

Kapımda ufak bir tıkırtı hissettiğimde yerimden fırladım. Kapıyı araladım. Burçin gelmişti. Heyecanla koridora çıktım. Parmak ucuna basa basa ilerledik. Kilere girdiğimizde hizmetçilerin ayakkabılarını ayağımıza geçirip bahçeye çıktık.

Olabildiğince sessiz yürüdük. Ahıra girdiğimizde kalbim deli gibi atıyordu. Atların arasından geçerken atlar kuyruklarını salladı. Ses çıkarmamaları için sakin ilerledik. Burçin'in bahsettiği açıklıktan geçtiğimizde üstümüz samana bulanmıştı. Dar bir gizli geçit vardı burada. Hızlıca ilerledik. Kapının sonuna geldiğimizde kapı yavaşça açıldı.

Aquilo'nun yüzü göründü. Burçin'i beklerken beni görmenin şaşkınlığı yüzüne yansımış, ciddi ifadesi bir anda gülücükle aydınlanmıştı. Duraksamasından dolayı Boreas onu itekleyerek içeri soktu.

"İllio!"diyerek kucağına atıldım. Sıkıca sardı bedenimi ve havaya kaldırıp çevirdi. Yere indirdiğinde yüzümü avuçları arasına aldığı gibi dudaklarımdan öptü uzun uzun.

"Güzel sevgilim. Eldoris'im."dedi gözlerime bakarken. Kalbim atarken bir kez daha sarıldım ona. Başımı göğsüne yasladım. Deniz kokusunu içime çektim. Onun kalbi de benimkinden farksız değildi. Kaburgalarını delecek gibi atıyordu göğüs kafesinin içinde. "Hiçbir kuvvet seni alamaz benden. Seni götürmeden hiçbir yere gitmeyeceğim."diye fısıldadı. Burçin ve Boreas öylece bize bakıyordu.

"Gökben'i götür diye mi getirdim? Birbirinizi görün diye getirdim."dedi Burçin. Onu duyacak gibi değildim. Ayrıca Suna beni Ecrinok'a gönderecekti. Ya şimdi ya hiç!

"Geleceğim. Seninle geleceğim İllio."dedim gözlerine bakarak. Burçin gözleri büyüyerek bize bakıyordu. "Kaçalım Burçin. Bu zindandan kaçalım. Kuşlar kadar özgür olup özgürlüğümüze uçalım. Burada bize sunulan şey ne? Sevmediğimiz kişilerle evlendirilmeyi mi bekleyeceğiz yoksa kalbimizin sesini mi dinleyeceğiz?"

"Gökben haklı."dedi Boreas. O da bizim dilimizi az çok biliyordu. "Bizimle gelin."dedi Simir Makos dilinde.

Burçin olduğu yerde kalmıştı. Gözlerinde bu fikrin heyecanını görebiliyordum. "Evet, şimdi, gidiyoruz."dedim ve kolundan yakaladığım gibi kapıya yöneldim. Aqulio ve Boreas büyük bir heyecanla hiç düşünmeden heyecanla bizimle çıktı.

Karla kaplı çayırlarda heyecanla koşmaya başladık. Kar ayaklarımızın altında ezilirken özgürlüğüme uçuyordum. İllio'nun eli elimdeydi. Hayatımı geçireceğim adam oydu. Heyecanım, aşkım, tutkum kalbimden dolup taşacak gibi hissediyordum.

"GÖKBEN! BURÇİN!"diye bir haykırışla olduğumuz yerde durduk.

Arkamıza döndüğümüze Suna ve adamlarının ön kapıdan çıkıp peşimizden geldiğini gördük. Ellerinde kılıçlar vardı. Okçulardan biri okunu germiş üstümüze atmıştı. Acı bir inilti duyuldu. Boreas sol köprücük kemiğinin altından vurulmuştu. Burçin "Essa!"diye çığlık attı ona doğru koşarak. Diğer ok İllio'nun kolunu sıyırdı geçti.

"Hayır!"diye bağırdım İllio'nun önüne siper olarak.

"Eldoris, çekil."dedi İllio yiğitçe. Öne çıkmaya çalışıyordu.

"Hayır! Seni öldürecekler!" Ellerimi siper ettim ona.

"GERİ DÖNÜN YOKSA İKİSİ DE ÖLÜR!"diye bağırdı Suna. Delirmiş bir kaplan gibi gözüküyordu. Okçular bir kez daha germişti yaylarını. Burçin de Boreas'ın önüne siper oldu.

"O zaman bizi de öldürürsün!"diye bağırdı annesine meydan okuyarak.

"Okçularımın marifetlerini en iyi Gökben bilir!"dedi Suna nefretle. "Eğitimini onlardan almıştın! Korkut'u tutan adama yaptığın gibi gözünü çıkarırlar o paçavranın!"dediğinde okçuların başı Oktan Bey'le göz göze geldim. Acıması yoktu.

Başımı iki yana sallarken İllio'nun bedenini sarmıştım ellerimle. Beline sakladığı metal hançeri parmak uçlarımla hissettim. Burçin'in daha önceden söylediği bir cümle aklıma geldi: Sana öyle bir yatırım yaptı ki elinden kaçıracak her şeyi ortaya çıkmadan yok eder. Hançeri İllio'nun belinden çektiğim gibi boğazıma dayadım. İllio panikle koluma yapıştı bıçağı geri çekmek için. Fakat öyle bir güç gelmişti ki kolumu bir miktar bile kıpırdatamadı.

"Gitmelerine izin vermezsen kendimi öldürürüm!"diye bağırdım. Bu defa korkuyla irkilen Suna olmuştu. Bu irkilme hoşuma gitmişti. Şimdi kontrol bendeydi. "Benim kaybedecek bir şeyim yok. Ama senin var! Beş yıllık yatırımın hiç olabilir!"

"Senden başka kız bulamayacağımı mı sanıyorsun?"

"Bulacağın hiçbir kız Korkut'u kendine benim bağladığım gibi bağlayamaz!" Gözlerim alev alevdi. Korkum yoktu. İllio'nun canına kastedecek bir ok yeterdi hançeri boğazımdan geçirmem için. Özgürce yaşayamamıştım belki ama özgürce ölebilirdim!

Suna uzun uzun düşündü. "İndirin okları."dedi adamlara. Söyleneni yaptılar.

"Eldoris yapma."diye fısıldadı İllio kulağıma. "Seni bırakmayacağımı biliyorsun."

"Git İllio. Senin ölümüne dayanamam."dedim sessizce.

"Buraya gelin!"dedi Suna öfkeyle.

"Onlar güvenle gitmeden hiçbir yere gelmem."dedim hınçla.

"Seni bırakmam!"dedi İllio dişlerinin arasından. Sıkı sıkı tutuyordu kollarımı. Hançer tutan bileğimi tüm gücüyle indirmeye çalışıyordu. Fakat bileğim heykel gibi kaskatı kesilmişti. Hançerin keskin yüzünün boynuma değdiği yerin yandığını hissediyordum. Küçük bir hamle bile ince bir kesik oluşturmuştu. Hançer ölüm kadar kesindi. "Sensiz gitmem!"

"Gideceksin. Benim için yaşayacaksın."dedim. Derin derin nefes alıp veriyordum. "Üç gün sonra,"diye fısıldadım, "Altınova'da Hanedanlık Sarayı'nda olacağım. Beni bekle. Bir şekilde kaçacağım oradan."dedim.

"Söz ver. Geleceğine söz ver."

"Sözüm söz İllio. Geleceğim."

Dudaklarını kulağıma iyice yaklaştırdı. "Meydana git. Balıkçı Tereus'u bul. Seni orada bekleyeceğim."diye fısıldadı.

Sessiz anlaşmamız bittiğinde beni bıraktı. Yaralı arkadaşını da alıp uzaklaştı. Onlar gidene dek gözümü okçulardan ayırmadım. Gözden kaybolduklarını görünce hançeri belime sakladım ve o tarafa yürümeye başladık. Burçin'in yüzü bembeyazdı. Bense öfkeyle soluyordum.

Suna'nın karşısına geldiğimizde hınçla bize bakıyordu. Önce bana sonra Burçin'e sert birer tokat indirdi. Ses gecenin ortasında yankılandı. "Saraydan geldiğimizde dünyanın kaç bucak olduğunu göreceksin!"dedi Burçin'e dişlerinin arasından. "Sen,"diyerek bana döndü, "gözün karardığında yapabileceklerini göstererek rüştünü ispatlamış oldun. Korkut'a verilme zamanın gerçekten gelmiş. Başta o çocuğu unutman için verecektim seni fakat şimdi bakıyorum da sen bu işi yapabilecek mayaya sahipsin."

Dudaklarımı ısırdım. Korkut'a verilecek bir eşya değildim ben! O işi dokuz ay önce yapacaktı, her şey anlamsızlaştıktan sonra değil. Saraya gittiğimizde Korkut'un beni son görüşü olacaktı. Buna ant içmiştim. Buradan gitmeye kararlıydım. Yoluma İllio ile devam edecektim.

Odama döndüğümde ellerim titriyordu. Kapımı arkamdan kilitlemişti. Sanki ne işe yarayacaksa?

Belimdeki hançeri çıkardım. Öyle gösterişli süsleri yoktu. Sapında ince, kıvrımlı oymalar vardı sadece. Dalgaları andırıyordu. Keskin kısmına Simir Makos dilinde bir yazı işlenmişti. Dyos kom die eldoris, dyoses tip hanoris.

Denizden gelen ölüm, ölümlerin en şereflisidir.

İlk defa İllio'dan bir eşya vardı elimde. Bunun son derece keskin bir hançer oluşu ise manidardı. Artık kaderim benim elimdeydi ve bu İllio sayesindeydi.

***

Uzun soluklu bir bölüm oldu. Bence oylarınızı en çok hak eden bölümlerden biri.

-Gökben ve Aquilo ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce kaçabilecekler mi?

-Gönlünüz kimden yana? Korkut mu Aquilo mu? Neden?

-Gökben'in gelişimi nasıl ilerliyor? İlerleyen bölümlerde nasıl bir Gökben görmek istersiniz?

-Toygar'ın doğum gününde neler olur, tahminleriniz neler?

-Kitapla ilgili merak ettiğiniz konular neler? Daha detaylı görmek istediğiniz, buna da değinilse hoş olur dediğiniz bir şeyler var mı? Geri bildirimleriniz benim için önemli. Yorumlarınız sayesinde eksik yanlarımı görebiliyorum.

Sonraki bölüm Korkut'tan olacaktır. Perşembe günü görüşürüz. Bölüm bildirimleri geç geliyorsa beni takip edebilirsiniz. Yeni bölüm yayımladığımda duyuru paylaşıyorum.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top