24. Düşteki Düşüş


1412 Senesi - Kış Mevsimi

ASPARGON HANLIĞI

Ecrinok Şehri - Yedi Gürgen Sarayı

Zadesen İdil

Odamda şöminenin önüne çektirdiğim koltukta oturuyordum. Önümde büyümekte olan karnımda gezdiriyordum parmaklarımı. Korkut'un yanında fenalaştığımdan beri kendime daha çok dikkat ediyordum. Gökben'in hayaletinin aramızdan bir türlü çıkmıyor oluşu canımı sıkıyordu. Bir şekilde varlığını devam ettiriyordu işte Korkut'un zihninde. Buna katlanamıyordum.

O gün de sinirlerimin gerilmesiyle olan olmuştu. Evladımı kaybetmekle sınanmıştım. O gün karar vermiştim ne olursa olsun umursamayacaktım. Evladımı kucağıma alana kadar kimse umurumda olmayacaktı. Hiç kimse benden ve çocuğumdan daha kıymetli olamazdı. Benim yıllardır hayalini kurduğum parçamdı o. Onunla tamamlanacak, yükselecektim. Ulu Tanrım bana bunu bahşetmişken kendi ellerimle kaybedemezdim.

Odamın kapısı çalındı. Şevval hatundu gelen. Korkut'un yanına bir kez giden, sonra kaderine terk edilenlerden biriydi. Başta Aybike tarafından çelinmeye çalışılsa da kendi ağırlığını koymayı bilmişti. Zaten Aybike de Müge Hanım sayesinde gönderilmişti saraydan. Başımıza bela olacağı belliydi.

"Bugün nasılsın İdil?"diye sordu şefkatle yanıma gelerek. Gülümsedim.

"İyiyim Şevval. Bana ne haberler getirdin?" Benim için sarayda casusluk yapıyordu. Sessiz sakin yapısıyla kimse ondan şüphelenmiyordu. Biraz da saf gibi davranınca herkes yanında her şeyi konuşuyordu. Yüzüne cin bir gülüş yerleşerek yanıma oturdu.

"Aynı şeyler. Leman Kalfa hanzademiz için kimi hazırladıysa hanzademiz hepsini geri çevirmiş. Duru hatun hemen konuşmaya başlamış. Benim gibi işveli olmazsanız odaya giremezsiniz. İşveli olduğum gibi becerikliyim de. İki seferde bebeği karnıma koydum, diyormuş." Gözlerimi devirdim.

"Ulu Tanrımızın hediyesi hakkında böyle saygısızca konuşmaya cesaret edişine hayret ediyorum."dedim. "Hatunlar ne diyor peki? Hala onun Korkut'un gözünde bir değeri olduğunu sanıyorlar mı?" Omuz silkti, dudak büzdü.

"Sananlar da aptaldır."dedi. Demek hala Duru'ya itibar edenler vardı. "Hanzadeye ilk oğlanı ben doğuracağım o zaman yanımda olanları unutmayacağım, diyor. Hatunlar da senden yüz alamadıkları için ona yaklaşıyor." Koyu gözlerimi öfkeyle onun gözlerine diktim.

"Hepsi yalancı ve yağcı."dedim. "Kaç tanesi bana senin gibi içten yaklaşmış söylesene? Hep menfaat. Gözümün içine bakarken bile Korkut'un yanına gitmeyi hayal ediyorlar. Belki benimle konuşurlarken Korkut oradan geçer ve bir şekilde dikkatlerini çekerler diye umuyorlar. Hal ve hareketlerini görüyorum hepsinin. Nasıl gülebilirim yüzlerine?"

"Haklısın."dedi. Yüzünde başka bir ifade daha vardı. Fakat çözememiştim.

"Söyleyeceğin başka bir şey daha mı var?"diye sordum. Gözlerini kaçırdı. "Belli bir şey duydun sen."

"Hanzademizin o kıza tutulduğunu konuşuyorlar. Ulaş Bey'in son gelişinden beri hiç kimseye yanaşmıyor oluşunu da buna yoruyorlar. Galiba Ulaş Bey de o hatunu destekliyor."

Gözlerimi devirdim. "Benimle sohbetini de mi görmüyorlar? Demek diğer hatunları istemiyor işte."dedim rahatsızca kıpırdanarak. Diğerlerini istemiyor diye hemen boş konuşmaya başlamışlardı.

"İyi haberler de var ama. İşkızlardan biri hanzademizin çalışma odasında gönderilmemiş mektuplar bulmuş. İnceleyeceği sırada içeri Leman Kalfa girmiş ve onu odadan kovalamış. Ne yazdığından emin değiliz. Ama o kızın adını gördüğüne yemin ediyor. Gök gözlüm, Gökben'im, diye yazıyormuş." Gözlerimi devirdim tekrar ve derin bir nefes aldım. Yine karnım kasılmıştı. Yüzümün ekşimesinden anlamıştı Şevval. "Bak işte bana zorla söyletiyorsun sonra böyle oluyor. Sen doğurana kadar bir daha sana dedikodu anlatmayacağım!"dedi endişeyle ve kapıya yaklaştı. Muhafızlara ebe kadını çağırmasını söyledi.

"Gerek yoktu Şevval. İyiyim ben."dedim. Karnımı sıkıca tutuyordum. "İyiyiz. Bebeğim de ben de iyiyiz."diye fısıldadım. Geçmişti işte. Boş yere telaş ediyordu.

Yine de kısa sürede geldi ebe kadın. "Gene ne yaptın Zadesen İdil? Seninle sinirlenmemen konusunda anlaştık sanıyordum."dedi karşıma çökerken. İnce elbisemin üstünden karnımı yokladı önce dikkatlice. Sonra yatağa uzanmamı söyledi. Arkama yastıkları yerleştirip hafif uzanır pozisyona geçtim. Tam uzanamıyordum artık. Karnım geriliyor gibi hissediyordum. O yüzden geçen aydan beri arkama yastıklar dizerek uyuyordum.

Eteğimi yukarı çekerek iyice kontrol etti. "Yine hafif bir kanaman olmuş. Gerilmeyi bırakman gerek. Ağır ilaçlar veremiyorum sakinleşmen için." Durdu. Bir süre düşüncü. "Kaynar suda papatyalar bekletelim odanda. Mum alevinde su ısıtıp lavanta yağı damlatalım geceleri. Belki gevşemene yardımcı olur."

"Gerilmiyorum ki." Sert bir ifadeyle yüzüme baktı.

"Müge Hanım'ın kesin talimatı var bebekler konusunda. Hanedan kanı taşıyan her bebek sizden önemlidir İdil hatun! Bunu unutma!" Sadece soluk alıp veriyordum. "İçinde neler dönüyor bilmiyorum ama her şeyi büyütürsen bu iş olmaz. Kendini düşünmüyorsan bebeğini düşün. Unutma ki karnında hanedan bebeği taşıyorsun."

"Her şeyin farkındayım ebe kadın. Yemin olsun onu kendimden çok düşünüyorum. Yıllarca onun hayalini kurdum ben."dedim yorgun bir sesle. Başka bir şey demedi. Kaynar su ve papatya hazırlamak üzere dışarı çıktı. Şevval yaklaştı yanıma. Elini saçlarımda gezdirdi.

"Duru'nun ilk bebeği doğurması çok da önemli değil. Bu hanlığın gelecekteki hanımı sensin İdil. Hanzade Korkut'un ilgi ve alakası senin üstünde. Bunu hiç kimse değiştiremez. Şu diğer hatuna da sinirlenmeyi bırak. Buraya gelmeyi başaramadı değil mi? Hanzademiz gecelerini en çok kiminle geçiriyor? Seninle."

Fakat son zamanlarda bu da azalmıştı. Eskisi kadar yanıma gelmiyor, beni çağırmıyor, ben gittiğimde de gece birlikte uyumuyorduk, beni odama geri gönderiyordu. Tek tesellim bu dönemde yanına başkalarını da almıyor oluşuydu.

Odanın kapılarının açılmasıyla o yana döndük. Korkut gelmişti. Şevval hızla ayağa kalkıp reverans yaparken ben de doğrulmaya çalıştım. "Kalkma, yat."dedi Korkut hızla yanıma gelerek. Elini alnımda gezdirdi. Gözlerimin içine baktı. "Gene fenalaşmışsın. Bir şey mi oldu? Biri canını mı sıktı?"diye sordu. Telaşı gerçekti. Benim için endişeleniyordu. Bu bile yeterdi bana. Gözlerinde gördüğüm ilgiyi hiçbir şeye değişmezdim.

"İyiyim Korkut. Ebe kadın abartıyor. Sadece biraz karnım kasıldı. Hafif kanamam olmuş. O günden beri kendime çok dikkat ediyorum. Neden bazen böyle olduğunu bilmiyorum." Elimi tuttu ve dudaklarına götürdü.

"Dikkatli ol İdil. Eğer biri canını sıkıyorsa bana söyle derhal önünü alayım."dedi. Gökben diyemedim. Gökben'e olan duyguların diyemedim.

"Gerçekten ben iyiyim." Ebe kadın içeri girdi. Elinde metal bir çanak vardı. İçinde papatyalar yüzüyordu. Çanağı şöminenin önündeki küçük masaya bıraktı. Papatyaların kokusu içeri yayıldı. Gerçekten rahatlatıcıydı.

"Bir süre bunu deneyelim. Bu da işe yaramazsa lavanta yağı damlatılan suyu kaynatacağız onun buharını soluyacaksın ama önce bir süre bunu deneyelim. Fazlası zararlı olabilir."

"Sağol ebe kadın."dedi Korkut. Ceketinden çıkardığı iki büyük altını kadına verdi. "Seni mutlu görmek istiyorum İdil hatun."dedi gözlerime bakarak. Gülümsedim.

"Sen yanımda olduğunda benden mutlusu olamaz. Bu gece birlikte yemek yiyelim."

"Olur."dedi. Çıktı.

Şevval gülümseyerek bana döndü. "Bunları göre göre Duru'nun etrafında toplananlar hata ediyor."dedi ve hazırlıklar için işkızlarla alakadar oldu.

Duru hatun bu konuda şanssızdı gerçekten. Görünen köy kılavuz istemezdi. Korkut onunla Müge Hanım yüzünden birlikte olmuştu. Tek şansı Ulu Tanrımızın ona bir çocuk bahşetmesiydi. Korkut zaman zaman onu soruyordu ama bu ona olan ilgisinden değil çocuğunu taşıdığı içindi. Duru da bunun gayet farkındaydı. Hava atacak başka bir şey yoktu elinde ve Korkut'un iki hal hatır soruşunu üstüne beş katarak anlatıyordu.

Benim için bir rakip değildi Duru. Olamazdı. Hanlıkta ilk evladı kimin doğurduğu değil, nikahın kime kıyıldığı önemliydi. Korkut han olmadan, nikah meselesi gündeme gelmeden bunları düşünmek hayalperestlikten başka bir şey değildi. Biz evlatlarımızı en iyi şekilde yetiştirmekle yükümlüydük. Nikahtan sonra ise diğer çocuklar farklı alanlarda eğitimlerini tamamlardı. Bunu Ulaş Bey'de görmüştük. Dora Hanım'ın nikahına kadar o da diğer hanzadelerle aynı eğitimleri almıştı. Nikahtan sonra ise askeri yönde ilerlemesi uygun görülmüştü.

Akşam için her şeyin mükemmel olmasını istemiştim. Leman Kalfa da bu konuda yardımlarını eksik etmemişti. Hatta Banu, Canan ve Nergis'i ayarlamıştı çalgı çalmaları için. Burada yakın olduğum diğer kızlardı. "Ben de ud çalarım. Hem yanında olurum. Bir şey olursa hemen müdahale ederim."demişti Şevval. Kabul etmiştim. Yetenekliydi müzik konusunda. Kendimi gergin hissettiğimde beni neşelendirmek için güzel şarkılar söyler, ud çalardı.

Masamız hazırlandıktan sonra Korkut'u beklemeye başladım. Karanlık çöktükten kısa bir süre sonra gelmişti. Güzel bir kıyafet giymişti üstüne. Hanlığa yaraşır bir hanzadeydi her açıdan. Beyaz teni, koyu saçları, koyu gözleri, yapılı vücudu, çevikliği, sert bakışlarıyla yakışıklı hanzadem yanıma geldiğinde önce yanağımı okşadı sonra elleri karnımda birleşti.

"Ulu Tanrımız sağlıkla kucağımıza almayı nasip etsin."dedi gülümseyerek. Yerlerimize oturduk.

Çalgılar başladı hafif şekilde. Yemeğimizi yemeye başladık. Sohbet ediyor, gülüyorduk. Korkut'un ilgisi ve alakası hoşuma gidiyordu. Aramızda derin bir bağ olduğuna inanıyordum. Diğer hatunlar gibi görmüyordu beni.

Duru ile bu kadar ilgilenmiyordu. Zaman zaman ziyarete gidiyordu. Fakat vaktinin çoğu benimle geçiyordu. Bu yüzden diğer kızlar arasında hedef oluyordum. Yine de yanımda olanlar vardı. Gücümüm farkındalardı ve doğru kişiyi seçmişlerdi.

Şevval dışında şu anda çalgı çalan Banu, Canan ve Nergis de benim yanımdaydı. Ayrıca davetlerde eksik olmayan Rahşan ailesinin hanımı Gülizar hatun da benimle yakından ilgileniyordu. Ecrinok'un köklü ailelerindendi Rahşanlar. Hanzade Mete'yi de görmüşlerdi, Yaman Han'ın da yakın destekçilerindendi. Şimdi de bize yakınlardı. Bazı günler saraya davet ediyordum onu ve sohbet ediyorduk. Bana şehir hakkında haberler getiriyordu.

Yavaş yavaş Ecrinok'un köklü aileleriyle yakınlaşıyorduk. Dört aile Ecrinok için önemliydi. Rahşan, Nizman, Recaizade ve Ecriniddin aileleri buranın en bilinen aileleriydi. En ılımlı olan Rahşanlardı. Onlardan sonra Nizmanlar öne çıkıyordu sıcak tutumlarıyla. Recaizade ve Ecriniddin aileleri önlerini görmeden hareket etmemeyi seçmişti.

Ecriniddin ailesi hanzade olmadığında bu vilayeti yöneten aileydi. Geldiğimizde görev tesliminde yardımcı olmuşlardı fakat hala sıkı bir bağ kuramamıştık. En azından ben öyle düşünüyordum. Recaizadeler ise Ecriniddin ailesiyle rekabet içindeymiş. Müge Hanım çok önceden söylemişti bunu ve gelmeden önce hatırlatmıştı. Onlar da temkinli yaklaşıyorlardı. Önümüzdeki yıllarda belli olacaktı tutumları.

Yemekten sonra kızlara çıkmalarını işaret ettim. Yavaşça çıktılar. Odada Korkut'la başbaşa kalmıştık. "Seninleyken o kadar mutluyum ki."dedim elini tutarak. Koyu gözlerine baktım. "Keşke her akşam yanıma gelsen. Birlikte kalsak." Gülümsemeye çalıştı.

"Bazı günler yoğun oluyorum ve yalnız kalmak istiyorum."

"Bu sıralar her günün yoğun geçiyor olmalı."dedim küskünce. "Bu gece burada kal. Uyurken bana sarılmanı özledim." Elini yavaşça çekti.

"Odama döneyim ben. Geç oldu. İyi geceler."dedi ve ayağa kalktı. Ben de onunla birlikte ayağa kalktım.

"Neden kalmak istemiyorsun benimle?"diye sordum sitemle. "Senden bir şey istemiyorum ki. Sadece bana sarılmanı istiyorum. Evladımın babasını yanımda görmek çok mu büyük bir istek?"

"Yalnız kalmak istiyorum."dedi mesafeli bir tonla. Kaşlarım çatıldı.

"Neden? O kız sana şart mı koştu? O gelene kadar kimseyi görmeyecek misin? Sana bunu mu emretti haspam?"

"Bir zadesene yaraşır şekilde davranmanı beklerdim senden. Taşra ağzıyla konuşmanı değil!"dedi ve kapıya yöneldi. İşte yine sancım tutmuştu. Fakat dişimi sıkmıştım. Bana acımasını ve bunun için gelmesini istemiyordum. O gittikten sonra muhafızlara Şevval'i çağırmasını söyledim. Şevval telaşla geldi.

"Hanzademiz gitti mi?"dedi şaşkınlıkla. Odada oradan oraya gidiyor arada giren kramplara direnmeye çalışıyordum.

"O yılan yine aklına girmiş!"dedim dişlerimin arasından. "Hatuna bak ya! Ta Bozok'tan buraya müdahale ediyor! Korkut da çıtını çıkarmıyor!" Acıyla inledim.

"İdil! Gene kendini hırpalıyorsun!"dedi endişeyle.

"O hatun cadı! Demedi deme! Nasıl bir kara büyü yaptırdıysa Korkut ondan başka bir şey görmüyor!" Yine canım yanmıştı. Acıyla dişimi sıkmıştım.

"Lütfen otur. Geceliklerini giy. Biraz gevşe." Canımın acısı bana evladımı hatırlatacak hale gelince oturdum. Gözlerim doldu.

Yaşlarım ince ince inerken düşünmeden edemiyordum. Duru'yu, Aybike'yi, Şevval'i bu kadar sorun etmemiştim. Duru da Korkut'un çocuğunu taşıyordu. Şevval de onun yatağına girmişti ve buna rağmen yanımdaydı. Ona bakarken nefret hissetmiyordum. Fakat Gökben'i düşününce aklımı kaybedecek gibi oluyordum. Burada bile değildi ama kendimi engelleyemiyordum. Bir de burada olsa neler olurdu düşünmek istemiyordum. Korkut'un her gece onun yanına gidişi ya da onu çağırışı beni kahrederdi.

Sancım azalınca Şevval'in yardımıyla geceliğimi giydim. Ellerimi karnımın üstünde gezdirdi. "Ufaklığı yorma artık. Beş aydır içinde sıkışmaktan erken doğacak bak. Sakin ol."dedi gözlerime bakarak.

"Haklısın. Onu düşünmem lazım. O benim her şeyim. Ulu Tanrım bana yardım et. Emanetini koruyabilmem için sakin kalmamı sağla."dedim gözlerim tavana kayarak.

Yatağıma geçtim ve huzursuz rüyalara daldım.

Arbatun'daki evimdeydim düşümde. Eski, yıkık dökük evde babamla yaşardım o zamanlar. Düşümde yine orada, salondan girilen atölyesinde kundura işliyordu. Annem yoktu. Ben küçükken ölmüştü. Yüzünü hatırlamıyordum. Bunu bile bile onu arıyordum evin içinde. Bulamayacağımı bildiğim halde döküntüye dönüşen üç katlı evin her katını gezmeye başlamıştım.

İlk katta hiçbir şey yoktu. Eski mutfak bomboştu. Fareler tezgahta ekmek kırıntılarını didiklerken içim ürpermiş geri kaçmıştım. Koridordan hamam böcekleri fırlamıştı birden ve ben tahta merdivenlere koşmuştum.

"Anne? Anne neredesin?"diye seslenerek çıktığım ikinci katta daha düzenli bir koridor bulmuştum. Hatırladığım kadarıyla burası da yıkık döküktü fakat şimdi yere hoş bir kilim serilmiş, koridorun sonundaki çıkıntılı pencerenin önüne oymalı bir ahşap masa yerleştirilmişti. Girdiğim her odada kullanılabilir durumda eşyalar vardı.

Yatak odasında annemi bulmayı umarken bir beşik görmüştüm. Yaklaştığımda içinde yatan bir bebek vardı. Siyah saçlı, koyu kahverengi gözlü bir erkekti. "Balamir."dedi bir ses. Arkama döndüm. Korkut kapıdan girmişti yüzünde gülümsemeyle. Beşiğe yaklaştı. "Oğlumuzun adı Balamir."

Gülümsedim. Fakat annemi bulmam gerektiği aklıma geldi. Bir yanım onun öldüğünü diğer yanım onu burada bulacağımı söylüyordu. Üçüncü kata çıkmak üzere merdivene yöneldiğimde mermer basamaklar olduğunu gördüm. Bir önceki merdivenler gibi gıcırdayan ahşap basamaklar yoktu.

Merdivenlerden çıkarken üzerimdeki kıyafet değişti. Kırmızı kabarık etekli, kollarından tüller sarkan bir elbiseye dönüştü. Üzerimdeki tek takı başımdaki altın taçtı.

Üçüncü kata geldiğimde yerde uzun kırmızı bir halı vardı. Koridorun sonuna yerleştirilen tahta uzanıyordu halı. Çok gösterişli olmayan bu tahtın üstünde Müge Hanım vardı. "Hoşgeldin kızım. Ben de seni bekliyordum."dedi ve yerinden kalktı. Eliyle tahtı gösterdi. "Taht da hanlık da senin hakkındır. Gel otur."dedi. Heyecanlandım.

Tahta oturduğumda tiz bir kahkaha duydum. Karşımda Handan Suna duruyordu lacivert elbisesinin içinde. Boynundaki safir kolyeden yansıyan ışık gözümü alıyordu. "İşte Müge Hanım'ın yalancı saltanatı böyle bir şey."dedi. İnanmayan ifadeyle ona bakıyordum. "Burası bir gözboyama odası. Seni olmadığın bir şeye inandırmış." Ne demek istediğini anlamıyordum. "Gerçekler yukarıda."

"Burası üç katlı bir ev. Dördüncü katı yok."

"Çatıkatı var."dedi sinsi bir gülüşle. Kalbim hızlanırken tavanarasından önüme inen altın kaplı demir merdivene bakakaldım. Üst kattan sesler geliyordu. Birkaç kişi vardı orada.

Merakla ayağa kalktım ve merdivene yaklaştım. Dikkatlice tırmandım merdivenden. Üst kat biraz karanlıktı. Gözüm alışınca karşımdaki kişileri seçmeye başladım. Korkut karşısında Gökben'le konuşuyordu. Daha demin aşağıdaydı, oğlumuzun yanındaydı.

"Korkut?"dedim sorar gibi. Bana döndüler. Gökben'in boynunda beş safirden oluşan göz alıcı bir kolye vardı. Gözleri gibi parlıyordu. Arkalarında kızlar ve erkekler diziliydi. Onların çocukları... Üç erkek, iki kız. Tıpkı boynundaki kolyedeki safirler gibi beş çocukları vardı.

"Sen burada olmayı hak etmiyorsun!"dedi Gökben ve hızla üstüme yürüdü. Bir şey söyleyecekken beni itti ve ben geri düşmeye başladım.

"Anne!"diye haykırırken kollarımda sıkıca tuttuğum oğlumu hissettim. Kocaman olmuştu. Başını göğsüme yaklaşmıştı.

"Anne beni kurtar!"dedi. Sıkıca sarıldım ona. Fakat düşmemi engelleyemedim. Gökben, Korkut ve beş çocuk tepeden bizi izlerken derin bir karanlığa yuvarlanıyordum.

Sıçrayarak uyandığımda alnım ter içindeydi. Kalbim deli gibi atıyordu. O kadar karmaşık bir rüyaydı ki hangi noktasına odaklanacağımı şaşırmıştım. Gökben'e o kadar takmıştım ki kabusum olmuştu.

Kendimi sakinleştirmek için derin nefesler alıp verdim. Gökben burada değildi. Olamazdı! O Bozok'taydı. Terk edilmişti. Burada olmayı hak etmeyen oydu. Korkut'un yanında olan, ona evlatlar verecek olan bendim! Artık onu düşünmeyi bırakmalı evladıma odaklanmalıydım. Onu düşünmek bana da evladıma da zarar veriyordu.

Buralara gelmem kolay olmamıştı. Kolay kaybetmeyecektim. Ben daimi Zadesen İdil'dim. Korkut'un hanımı olacak Aspargon Hanlığı'nı yönetecektim. Bunun için seçilmiş, bunun için eğitilmiştim. Basit bir hatuna hayallerimi kaptırmaya hiç niyetim yoktu!

***

-İdil'in rüyası hakkında ne düşünüyorsunuz? Gökben onu yerinden edebilir mi?

-Sizce İdil Korkut'u seviyor mu yoksa hanımlık için mi onunla beraber?

-Eğer İdil ileride hanım olursa bu işin altından kalkabilir mi?

Bölümü beğendiyseniz lütfen oy verip yorum yapın. Yorumlarınız bana yardımcı oluyor.

Sonraki bölüm Müge'den. Perşembe günü görüşürüz.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top