22. Denizden Gelen
Oylar düştü gene :/ 8 oy görmüşlüğüm vardı. Neredesiniz? Bu defa 10 oy gelir mi sizlerden?
1412 Senesi - Güz Mevsimi
ASPARGON HANLIĞI
Bozok Şehri - Dora Hanım Sarayı
Gökben Hatun
Son zamanlarda Burçin'le yakın olmuştuk. Yazın Akyel'e yaptığımız gezinti aramızda bir şeyleri değiştirmişti. Koral'ın acısını annesinden çok benimle paylaşmıştı. Zor günler geçirmişti. Şimdi bile zaman zaman gözleri doluyordu. Fakat annesinin yanında demir zırhını giyiyor gözlerinin arkasına sığınıyordu.
Güz başında Korkut sefere çıkacağı için endişeliydim. O hafta saraya davet edilmiştik. Savaş hazırlıklarının konuşulacağını düşünürken küçük bir kutlamaya katıldığımızı sarayda anlamıştık. Sefer öncesi morallerin yükselmesi için bir davet olduğunu düşünmüştüm başta. Ta ki ikram olarak ayva şerbeti ve lokma tatlısı dağıtılana dek. Handan Suna, "Hayırdır Müge kim gebe? Bir yeğenim daha mı oluyor?"diye sormuştu.
Müge Hanım ise alayla gülmüştü. "Çok isterdin değil mi?" Şerbetini keyifle içmiş yeşil gözlerini benim gözlerime dikmişti. "Zadesen İdil bir bebek bekliyor."demişti. Özellikle bana söylemişti bunu. Karnıma giren krampla baş etmeye çalışırken devam etmişti, "Korkut'um ikinci bebeğini bekliyor." Elimdeki lokma tatlısını masaya bıraktığımda çığlık atmamak için kendimi zor tutmuştum.
Handan Suna fena bozulmuştu. Müge Hanım resmen lafı ağzına tıkmıştı. İyi de yapmıştı. Durup dururken onu alaya almaya çalışmıştı ve küçük düşen biz olmuştuk. Karşımda oturan Burçin gülmeye başlamıştı. Buraya döndükten sonra günlerce laf çarpmıştı. Aslında lafları bana değil annesineydi. Yine de ben kırılıyordum her defasında.
Bir gece Handan Suna'ya var gücümle bağırıp odama çıktım. O günden sonra Burçin bir daha laf çarpmadı. Annesini sinir etmeye çalışırken beni kırdığını fark etmişti.
Sonrasında sohbetlerimiz ilerledi. Şimdiye dek neden mesafeli olduğumuzu bilmiyordum fakat bu yakınlaşma şu günlerde öyle iyi gelmişti ki bana... Handan Suna'yla geçen katlanılmaz günlerim Burçin'in sıcak dostluğuyla dolmuştu. Handan Suna'dan çok daha öğretici olduğu kesindi.
Artık her boş günümüzde çarşıya çıkıyorduk. Bazen Bozok'ta dolanıyorduk fakat çoğu zaman Taşlı'yı tercih ediyorduk. Sebeplerimiz vardı. Taşlı gezintileri bize yeni bir arkadaş grubu kazandırmıştı: Aquilo ve arkadaşları. Tanışmamız olaylı olmuştu. Bizi haydutlardan kurtarmışlardı. Sonrasında ise bir kez daha karşılaşmıştık çarşıda. Dönüşümüzde Burçin onun benden hoşlandığını söyleyip durmuştu.
Bence böyle bir şey yoktu. Çünkü daha beni tanımıyordu bile. Havadan sudan konuşmuştuk son karşılaşmamızda. Kısa da olsa eğlenceli zaman geçirmiştik.
Biraz olsun Dora Hanım Sarayı'ndan uzaklaşabilmek adına boş günlerimizi iple çeker olmuştum. Derslerimiz bitsin, tatil günümüz gelsin istiyordum. Taşlı limanına gidip deniz havasını içime çekmek saray dışında olmanın tadını çıkarmak istiyordum.
O gün de çıkacaktık. Hazırlanıyordum. Burçin çoktan giyinip yanıma gelmişti.
"Bu ne güzellik böyle."dedi imalı imalı. Aynadaki yansımama baktım.
"Bir şeyim yok ki. Normal kıyafetlerim işte."
"Gülümsemen diyorum. Gözlerin diyorum." Muzipçe gülümsedi. "Demek ki güzde aşk başkaymış."
"Ne aşkı ne diyorsun sen?" İstemdışı bir gülümseme yayılmıştı dudaklarıma.
Heceleyerek, "A-qu-ilo."dedi. Muzip gülümsemesini eksik etmemişti.
"Şşş." Hemen elimi ağzına kapadım. "Böyle söyleyip başımı belaya mı sokmaya çalışıyorsun?"diye fısıldadım sessizce. "Annen duyarsa ne yapar biliyor musun?"
"Önemli mi?"dedi cıvıl cıvıl. "Ki bence bir şeyler öğrenme peşinde zaten. Bilge'yi bu yüzden yanımızda gönderiyor." Şaşırdım. Bilge bizimle eğleniyordu. Neden böyle bir şey yapsın ki?
"Bilge benim buradaki ilk dostum. Ona güvenim tam." Fakat Burçin gözlerini devirdi.
"Sen annemi tanımıyorsun."dedi sakince. "Sana öyle bir yatırım yaptı ki elinden kaçıracak her şeyi ortaya çıkmadan yok eder. Diyeceğim o ki biz Simir Makos dilinde konuşmaya devam ederken annem ona bu dili öğretecek bir hoca bile tutmuştur."
"İyi de gizli saklı bir şey konuşmuyoruz ki. Arkadaşları bizim dilimizi bilmediği için onların dilini kullanıyoruz." Saçlarıma süslü bir taç taktım. Dalgalarımı omuzlarımın üzerine saldım. "Korkacak bir şeyim yok benim." Yok muydu gerçekten? Bir yanlış anlaşılma bile gezilerimizin kısıtlanmasına sebep olabilirdi.
"Sen yine de dediklerimi aklında tut. Unutma, Bilge senin değil annemin emrinde çalışıyor."
"Tamam. Dikkat ederim." Son hazırlıklarımızdan sonra çıktık. Bilge pelerinlerimizi hazırlamıştı. Üstümüze geçirdik ve at arabasına gittik. Yanımızda bir grup adam da geliyordu. Onlar varken Handan Suna Bilge'nin casusluğuna mı ihtiyaç duyacaktı? Yine de Burçin'in tavsiyesini aklımda tutacaktım.
Bozok sınırlarından uzaklaşıp sahil yoluna geldiğimizde yosun kokusunu alıyordum. Evimi hatırlatan deniz kokusu da ekleniyordu ilerledikçe.
"Sizce yine gelirler mi?"diye sordu Bilge. Karşımızda oturuyordu ve gözleri meraklıydı.
"Kim gelir mi?"diye sordum. Burçin imalı bakışlarla bana döndü.
"Onlar işte. Simir Makoslular. Onları görmek için gitmiyor musunuz?"diye devam etti Bilge. Kaşlarım çatıldı. Her defasında onlarla karşılaşmamıştık ki? Nereden çıkarmıştı bunu?
"Sarayda bunaldığımız için çıkıyoruz. Bahsettiğin grubu hatırlamıyorum bile."dedim mesafeli bir tonla.
"Hani geçen çıktığımızda yanınıza gelmişlerdi ya. Meyhanede oturmuştuk biraz." Bu kadar detaylı hatırlaması beni rahatsız etmişti. Burçin ise imalı imalı bakıyordu bana. Bilge konusunda haklı görünüyordu. Gerçekten Bilge beni satar mıydı?
Burçin araya girdi, "Bu soruları sormak senin haddine mi Bilge hatun? Annem rica ettiği için seni yanımıza alıyorum. Eğer böyle sorular soracaksan seni yanımıza yaklaştırmam." Bilge hemen sustu. Taşlı'nın çarşısına kadar da konuşmadı.
Çarşıda indiğimizde Burçin koluma girdi. Gezinmeye başladık. Kışa yaklaştıkça çarşıya inenler azalıyordu. Burada dolaşmaya epey alışmıştım. Hangi tezgahtan ne bulabileceğimizi biliyordum artık. Esnaf da bizi tanıyordu. Biz önde giderken Bilge arkamızdaydı.
"Leydiler gelmiş."dedi esnaflardan biri. O tarafa döndük. Aksanı buralı olmadığını belli ediyordu. "Birkaç gün önce çok güzel altın setler geldi. Bakmak istemez misiniz?"
"Bakarız tabii ama bu hafta fazla harcama yapmayacağız."dedi Burçin. "Han kızı değiliz sonuçta."
"Han torunusunuz ama." Burçin'in kimliğini biliyorlardı. Bu yüzden ona saygıları büyüktü. Fakat bazı şeylerin eski hanın devrinin bitişiyle değiştiğini hesaba katmıyorlardı. Burçin hanedan üyesi sayılıyordu fakat çocukları hanedandan sayılmayacaktı.
Adamı kırmadık dükkanına girdik. Simir Makos işlemeli saf altın bileklikler en az dört parmak kalınlığındaydı. Kolyeler bile ağır ve kalındı. Taşları da kabaydı, işlenmemişti. Altın öne çıkıyordu. Süsleme için basit taşlar bile kullanılıyordu. Aspargon takıları ise ince işçilikle yapılırdı. İşlenmiş değerli taşlar kullanılırdı. Altın ve gümüş taban geri planda kalırdı. Taşların büyüklüğüne ve parlaklığına önem verilirdi.
"Ravesna'ya ve Tipkos'a bu takılar çok gidiyor. Orada çok seviyorlar."diyerek övündü. Simir Makos takılarını gösteriyordu. Ravesna küçük ama çok zengin güney ülkelerinden biriydi. Savaşlara katılmazdı. Dengesini bulmuştu ve ekonomik gücüyle kendini koruyordu. Tipkos da Ravesna'dan farksızdı.
"Şu bilezik kaç altın ediyor?"diye sordu Burçin. İnce ama şık bileziklerden birini göstermişti.
"100 Aspargon altını eder."dedi adam.
"Peki bana kaç altın eder?" Yüzünde pazarlığa girişmeye hazır bir ifade vardı. Adam biraz kem küm eder gibi oldu.
"Size 90 olsun." Burçin cık dedi. "88." Yine cık. "85 diyelim." Yine cık. Adam alnını sildi.
"Bak Simir Makos'tan dostlarım var. Bunun ederini öğrenirim. Eğer çok üstünde bir fiyat söylüyorsan da bozuşuruz." Adam mahcup güldü.
"Tamam 70. Ama daha aşağısı olmaz." Burçin gülümsedi. Küçük bir keseyi muhafızlardan birine uzattı sayıp vermesi için.
"Bir daha han torununu kandırmaya çalışma."dedi mavi gözlerini kötü kötü üstüne dikerek. Adam bizi çağırdığına pişman olmuştu.
Oradan çıktığımızda bilekliği koluna takmasına yardım ettim. Her zaman çok şey almıyorduk. Bazen sadece sahil boyunca yürüyorduk. Şimdi de öyle yapmıştık. Kış gelince zaten gelemeyecektik. Buralar çok esintili ve soğuk oluyordu. Arbatun'un soğuk havası resmen bizi de donduruyordu.
Esnafı teftiş eder gibi dolaştık. Ürünlerin fiyatları, geliş yerleri, üretim, alış, satış derken Taşlı hakkındaki bilgim artıyordu. Kışı atlattıktan sonra daha kuzeyde kalan Ertunç'u keşfe çıkmayı düşünüyorduk. Orada sağlam tersaneler vardı. Gemi yapımını bizzat görmek nedense beni heyecanlandırıyordu. Gemilerle ilgili kötü anılarım olsa da merakıma engel değildi.
"Bak, kimler geliyor."dedi Burçin kolumu dürterek. Denizi gösteriyordu. Dalgaların üstünde zar zor ilerleyen bir gemi vardı. Geminin kaptanı emirler veriyordu. Yanaşmaya çalışıyorlardı. Onun emirleriyle herkes bir yana koşturuyordu. "Seninkine kaptanlık yakışıyor."dedi sessizce.
"Benimki falan değil. Öyle deme." Bilge de yanımıza geldi.
"Aa bunlar onlar değil mi?"
"Kimler?"dedi Burçin.
"O tüccarlar işte. Hani sizi kurtarmışlardı."
"Bilmem. Onlar mı?" Burçin Bilge'yi çok güzel yemliyordu. Bilge'ye güveni sıfırdı. Fakat yoldaki sorgusundan sonra ona hak verir olmuştum. Bizden daha çok merak ediyordu Simir Makoslu korsanları.
Gemi limana yanaşana kadar izledik onları. Birkaç adam limana atlayıp ipleri bağlarken Aquilo bizi fark etmişti. Geminin burnuna gelip bizi izlemeye başladı. Gözleri özellikle benim üstümdeydi. Tatlı bir gülümseme vardı yüzünde. Düz, kestane rengi saçları karışık biçimde gözlerinin önüne geliyordu. Buradan kahverengi gözlerini seçebiliyordum. Peki kalbimdeki bu tuhaf hızlanma neyin nesiydi?
Gemiyi limana bağladıklarında Aquilo merdivenin getirilmesini beklemeden çevik bir hareketle limana atladı. Sakin adımlarla, omuzları dik bir şekilde bize doğru yürüdü. Üzerinde ince beyaz bir gömlek ve kolsuz lacivert bir ceket vardı. Bu haliyle ona bakmak içimi üşütüyordu. Tam karşımızda durdu. Arkadaşlarının bir kısmı da arkasındaydı. Bana uzun uzun baktıktan sonra,
"Yine kesiştik."dedi Simir Makos dilinde. "Artık kaderimizin bir şekilde bağlı olduğunu düşünmeye başlayacağım."
Güldüm. "Sadece bir tesadüftü. Her boş günümüzde buraya geliyoruz. Hepsinde karşılaştığımızı söyleyemeyiz."
"Aşk tesadüfleri sever derler."dediğinde yanaklarıma ateş bastığını hissettim. Burçin ise muzip bir ifadeyle gülümsüyordu.
"Mal taşımacılığı mı yapıyorsunuz?"diye sordu ona. Aquilo yere bakarak güldü. Gözleri onunkileri bulduğunda,
"Onun gibi bir şey." Kaçak mal veya birilerinden çaldıkları şeyler olduğuna emindim. Tüccarlık kendilerine uydurdukları kılıftı. Simir Makos korsanlarıydı onlar. "Siz bu kadar kıyıda ne yapıyorsunuz?"
"Dolaşıyorduk."dedi Burçin.
"Karşılaşmamız iyi oldu. Yine bir şeyler içer miyiz?"
Burçin Bilge'ye baktı, sonra bana döndü. Tekrar Aquilo'ya baktı, "Birazdan aynı yerde." Şaşkınlıkla ona döndüm. O ise umursuzdu. Bilge'ye öyle bir alışveriş listesi saydı ki tamamlaması akşamı bulurdu.
Biz de iki hafta önce karşılaştığımız meyhanenin yolunu tuttuk. Aslında oranın önünde karşılaşmıştık. Çocuklar bizi davet edince içeri girmiştik. Şimdi de Burçin yanımızdaki adamlara kapının önünde beklemelerini söyledi ve içeri girdik.
Bizi gören başlar merakla kalktı. Birkaç kişi laf attı. "Hatunlar yanlış gelmişsiniz kuyumcu falan değil burası."dedi biri. Bir başkası "Belki aradıkları şey başkadır."dedi aç bakışlarla ve gülmeye başladı.
"Edebini takın Ramo!"dedi tanıdık bir ses. Aquilo peşimizden girmişti. Adamların laflarını duymuştu. "Hatunlar bizimle." Ses tonu oldukça sertti.
"Kusura bakma Tekila Reis." Bir an gülmemek için kendimi zor tuttum. Aquilo'ya döndüm.
"Adımı söylemekte zorluk yaşıyorlar."diye açıkladı. Önceki masamıza oturduk. Aquilo masanın başına, ben onun sol çaprazına oturmuştum. Burçin benim yanımdaydı. Altı arkadaşı da masaya yerleşti.
"Gene mi bir şey denemeyeceksiniz?"diye sordu bize. Kastettiği şey alkollü içkilerdi. Başımı iki yana salladım.
"Ben denerim. Önerin nedir korsan?"diye sordu Burçin. Kaşlarımı çatarak ona döndüm.
"Taşlı'nın romları harikadır. Ne de olsa eski Simir Makos şehri... İçine bir de limon sıktırırız. Enfes olur. Ben sade tercih ediyorum."
"Tamam dediğinden olsun."
"Emin misin Burçin?"diyerek ona döndüm. Başını salladı sadece. "Annen sorun çıkartabilir." Gözlerini devirdi.
"Yirmi yaşındayım Gökben. Senin gibi küçük bir kız değilim. Biraz kafa dağıtmak istiyorum ve hayatımı müdahalelerle geçirmekten gerçekten bıktım usandım."
Aquilo dikkatle bizi izliyordu. "Demek yaşıtımsın."dedi konuya dahil olarak. "Peki bu küçük hatun kaçlık?"diyerek bana döndü.
"On altı yaşındayım! Hiç de küçük değilim!" Sesim sitem doluydu.
"Senin içki içmene bu yüzden mi izin yok?" Resmen alaya alıyordu beni.
"Tercih etmiyorum sadece."
"Peki, öyle olsun. Ama olur da bir şey içesin tutarsa bensiz deneme. İlk seferi ağır hasarla atlatmak istemezsin." Göz kırptı ve meyhaneciye seslendi. Siparişlerimizi verdi. Kavun tabağı, yanına peynir, içecek olarak rom ve benim için kara üzüm suyu söyledi.
Sohbetimiz yine ilerlemişti. Biz de Simir Makos diline dönmüştük. Buçin Aquilo'nun yakın arkadaşı Boreas'la bayağı eğleniyordu. Siyah, dalgalı, gür saçları olan oğlanın yüz hatları da sivriydi. Eğlenceli biriydi. Esprileriyle hepimizi güldürüyordu. Yaşadıkları maceraları ortaklaşa anlatıyorlardı Aquilo'yla.
"Peki neden buraya geliyorsunuz?"diye sordum. "Simir Makos yetmiyor mu?" Aquilo bana döndü,
"Neden Simir Makos'la yetinelim ki? Liman liman gezmek en güzeli. Kışı bu çevrede geçireceğiz. Bahar bitip yaz gelirken başka limanlara geçeriz."
Gidecek olması içime sebepsiz bir burukluk vermişti. "Özgürce gezebilmek güzel olmalı."diye mırıldandım.
"Güzel de kelime mi? Harika bir şey. Bir yere bağlanıp kalmayı düşünemiyorum. İnsanın ruhuna zincir vurulmuş gibi." Derin bir iç çektim. Tam olarak böyle hissediyordum. Kaçırılmıştım, satılmıştım. Kolumdaki halatlar çıkmış yerine görünmez zincirler takılmıştı. Handan Suna'nın zincirleri... Suskunluğum uzun sürünce devam etti. "Peki sen nerelisin tam olarak? Aspargonlulara benzemiyorsun. Gerbena, Arbatun veya Sargun siması var sende. Gerbenalılar daha sarı saçlı olur gerçi. Arbatun veya Sargun diye tahmin ediyorum."
"Nereden olduğumu bilmiyorum." Şaşkınlıkla baktı bana.
"O sarayda sıradan bir çalışana benzemiyordun. Ama bir akrabalığın var gibi de değildi." Omuz silktim. "Aileni de hatırlamıyorsundur." Başımı iki yana salladım. "Altın kafese kapatılan kuşsun yani." Alayla güldüm.
"Benim için çizilen bir gelecek var."
"Uçamadıktan sonra kafesini isterlerse ana saraya taşısınlar, Han'ın eline versinler. Ha bu saray, ha o saray." Omuz silktim. Birden kulak kesilmişti. Onunla birlikte ben de bir şey duymam gerekiyormuş gibi hissedip etrafı dinlemeye başladım. Sadece meyhanedeki hareketlenen müziği duyabiliyordum. "İşte bu. Bu güzelim, özgürlüğün sesi." İyice yaklaştı. Aramızda bir karış mesafe vardı ve koyu gözleri gözlerimdeydi. "Bir süreliğine özgür hissetmek ister misin?"diye sorduğunda deniz kokusunu almıştım teninden. Özgürlük kokan bu çocuk beni heyecanlandırıyordu.
"Nasıl?"diye sormamla ayağa fırladı, beni de kolumdan yakaladığı gibi ayağa kaldırdı. Ortaya bir yere doğru sürüklerken, "Ne yapıyorsun? Aquilo? Dur." Hızla bana döndü. Elini belime doladı. İyice kendine çekti. Bedenlerimiz birbirine temas ederken gözleri gözlerimdeydi.
"İllio."dedi sakince. "Bana İllio de." Ve bedenlerimiz meyhanenin ortasında oradan oraya sürüklenmeye başladı. Müziğin ritmiyle hareket ediyorduk. Belimi sıkıca tutuyor emin adımlarla beni yönlendiriyordu.
"Bu dansı bilmiyorum. Ne yapıyoruz böyle?"
"Ayak uyduruyoruz."dedi gülerek. Bir adım geri gitti elini havaya kaldırdı beni döndürdü iki tur. Sonra tekrar yaklaştı ve yine oradan oraya zıplar adımlarla gitmeye başladık.
Gülüyorduk. Eğleniyorduk. Müzik bitmiyordu. Biz meyhaneyi turlarken herkes bize bakıyor, ayaklarını yere ya da yumruklarını masaya vurarak ritim tutuyorlardı.
Deniz ve kum kokusu başımı döndürüyor, ait olduğum toprakları hatırlatan kollarda bilinmezliğe sürükleniyordum.
Dönerek ilerliyorduk. Başım dönüyordu artık. Yavaşlar gibi oldu, tekrar elini havaya kaldırarak beni etrafımda döndürdü. Kolunu uzattı. Ne yapmak istediğini anlamamıştım. Ona baktım. Parmağıyla dönmemi söylüyordu. İçe doğru dönmeye başladığımda hem kendi koluma hem onun koluna dolanarak ona yaklaşıyordum. Sonunda tekrar ona döndüğümde beni sıkıca tuttu ve geri yatırdı. Müzik bitti. Gözlerim heyecanla açılmış, onun gözlerinde anlamını çözemediğim parıltılara bakıyordum. İnsanlar ıslık çalarken,
"İşte, özgür olmak böyle bir şey deniz gözlü hatun."dedi fısıldarcasına. Beni kendine çekti tekrar. Gözlerim gözlerindeyken kollarımız serbest kaldı. Kalbim deli gibi atıyordu. Nefesim hızlanmıştı. Ne olmuştu bana böyle birden? "Sevdiysen bir tur daha alabilirim."dedi elini uzatarak. Ellerim heyecandan titriyordu. Bunu görmesine izin veremezdim. Ne düşünürdü ben karşısında böyle heyecana kapılmışken?
"Otursak daha iyi olacak."
"Küçük kuş kanatlarını açmaya alışkın değil."dedi imalı imalı. Fakat onu dinlemedim. Yerime yerleştim. O da yerine oturduğunda keyifli bir gülücük vardı yüzünde. Ben ise gözlerine bakmaya korkuyordum.
Ellerimi serbestçe masaya bıraktığımda bardağına uzandı. Birkaç yudum içti. Bardağı geri bıraktığında elini masadan çekmedi. Küçük parmağı ve yüzük parmağı elime değiyordu. Ufak bir noktaydı fakat bedenime ateş yayılıyormuş gibi hissediyordum.
Küçük parmağı biraz daha hareketlendi elimin üstünde. Gözlerim ellerimizdeydi. Yavaş yavaş elimin üstüne doğru ilerliyordu parmakları. Gözlerini üzerimde hissediyordum. Fakat ona bakabileceğimi sanmıyordum. Nefesim hızlanırken eli elimin yarısına ulaşmıştı artık. Bu nasıl aptal bir histi böyle? Elim onun avcuna doğru çekiliyordu adeta. Delice bir istekle elini tutmak istiyordum. Ama neden? Onu tanımıyordum bile.
Birden elimi çektim ve Burçin'e döndüm. Hızla koluna yapışarak, "Biraz daha oturursak dönüşümüz geç olacak ve annenin sayacağı lafları düşünmek bile istemiyorum."dedim bizim dilimizde.
Yüzüm alev alev yanıyordu. Aquilo'ya bakamıyordum. Fakat dudaklarında bir tebessüm olduğunu hissediyordum. Burçin bana döndü. Çok neşeli görünüyordu. Onu tanıdığımdan beri böyle bir ifade görmemiştim yüzünde.
"Haklısın. Kaçamak gezilerimizi riske atmamalıyız." Derin bir nefes alıp Boreas'a döndü. "Haftaya buralarda olursan görüşürüz."dedi çapkınca gülümseyerek. Onun kalkışıyla ben de kalktım.
Olmuştu işte. Aquilo elimi yakalamış ateş gibi avucunun içine almıştı. Parmaklarını parmaklarımın arasına geçirmiş sıkıca tutuyordu. O da ayaktaydı. Sertçe beni kendine çekti. Bedenlerimiz hafifçe temas ederken kalbimin gümbürtüsünü göğüs kafesinde hissedebilirdi. "Eldoris..."diye fısıldadı gözlerimin içine bakarak. "Denizden gelen. Sen denize aitsin."
"Nereden biliyorsun?" Ben de fısıldamıştım. Elimi elinden ayırmak istiyordum fakat ayıramıyordum. Sıkı sıkı tutuyordu.
"Ben bir denizciyim, unuttun mu? Benden olanı bilirim." Burçin çıkışa doğru ilerliyordu. Öylece kalmıştım. Gözlerine baktıkça, deniz ve kum kokusunu içime çektikçe başım dönüyordu. Büyük bir cesaretle dudaklarıma yaklaşırken hızla başımı diğer yana çevirdim. Dudakları boynumun bir parmak ötesinde kaldı. Nefesini boynumda hissediyordum.
"Bırak beni, gitmeliyim."dedim nefes nefese. Bırakmadı ve nemli dudaklarını boynuma bastırdı.
Heyecandan bayılacağımı hissederken elimi kaçırdığım gibi arkama bakmadan Burçin'in peşinden koştum. Kendimi dışarı attığımda temiz havayı içime çekerek rahatlamak istedim. Fakat buram buram deniz kokusu alıyordum. Limandan gelen esinti boynumdaki nemli noktayı ürpertirken deniz kokusunu buraya taşıyor gözlerimin önünde tek bir yüzü canlandırıyordu: Aquilo...
***
Eve döndüğümüzde hava kararmıştı. Bilge yol boyunca ne konuştuğumuzu sorup durmuştu. Hiçbir şey söylememiştim. Orada olanların herhangi birini Handan Suna duyacak olsa kısıtlı hayatım cehenneme dönerdi. Bu riski alamazdım. Burçin ise oldukça neşeliydi. Buna rağmen Bilge'ye ağzının payını vermekten geri kalmadı. Alışverişindeki eksikleri bulup konuyu değiştirdi.
Arabadan inerken Burçin biraz sendeledi. İçeri yürürken kapıda bekleyen Handan Suna'yı gördüm. Yüzünde kızgın bir ifade vardı. Çok geç kaldığımız söylenemezdi aslında. Gene ne olmuştu acaba?
"Rom kokusunu bu mesafeden alabiliyorum." Burçin güldü.
"Sadece ben içtim anneciğim. Gökben her zamanki gibi örnek kız oldu."
"Ne yaptınız? Neredeydiniz?"
"Dolaştık. Oturduk. Ben içtim anlattım, Gökben dinledi. Onunla neden daha önceden arkadaş olmadığımı bilemiyorum."dedi içeri girerken.
"Her neyse."dedi Handan Suna.
Pelerinlerimizi çıkardık. Bilge pelerinleri toplayıp astı. Burçin odasına ilerlerken ben de merdivenlere yöneldim. "Ecrinok'tan mektup var."dedi Handan Suna. Ona döndüm. "Ayaz Bey getirmiş. Bizzat sana vermesi söylenmiş."
Salondan Ayaz Bey çıktı. Akyel'de tanışmıştık onunla. Orada kaldığımız süre boyunca sohbetimiz güzeldi. Akyel ve Ecrinok arasında ticaret köprüsü kurmayı başarmıştık. Birkaç mektup göndermiştim onun aracılığıyla. Şimdi ise o bana mektup getirmişti Ecrinok'tan, Korkut'tan...
Basamakları geri inerken hissizliğe yuvarlanmış gibi hissediyordum kendimi. Ayaz bey silindir muhafazayı bana uzatırken yüzünde samimi bir gülümseme vardı. Güzel bir haber getirdiğini düşünüyor olmalıydı. Ben ise soğuk, metal muhafazayı parmaklarımın arasına aldığımda özgürlüğümü kısıtlayan bir diğer zincire elimi uzattığımı biliyordum.
"Teşekkür ederim."dedim donuk bir şekilde.
"Aranızda nasıl bir anlaşma dönüyorsa beni güvenilir bulmuyor gibisiniz."dedi Handan Suna alıngan bir şekilde. "Şimdiye kadar hangi mektubunu okudum Gökben?"
"Ben herhangi bir anlaşma yapmadım." Bir şey demedi. "İzninizle odama çıkacağım."
"Çık."
Merdivenleri çıktım. Burçin'in yanına gitmeyi düşünüyordum daha demin. Olanlar hakkında konuşurduk. Boreas'la bayağı sıkı fıkı görünüyordu. Belki o da hoşlanmıştır ondan. Fakat şimdi elimde prangayla odama gidiyordum.
Masaya geçtim. Şamdanı yaktım. Muhafazadan rulo yapılmış mektubu çıkardım. Açmak istemiyordum. Okumak istemiyordum. Fakat bunca zaman sonra ne demiş olabileceğini merak ediyordum.
Kalbim, ruhum, nefesim,
Zaferle döndük Artena'dan. Fakat buruk bir zafer oldu. Senden bir kelam yoktu onca zaman. Akyel'de kimselere duyurmadan bana ulaşan gönlümün sahibi sevgilim, bana neden yazmadın? Bilmeden seni gücendirdim mi?
Bilmeden... Sayısını bilmediğim hatunlara bilmeden dokundun, öyle mi? Bu nasıl aşk? Bu nasıl sevgi? Oraya gitmeden önce aramızda olanlar neydi o halde? Handan Suna'nın bahsettiği görev bilinci bu muydu? Sevişebildiği kadar hatunla sevişip hepsinden çocuk yapmak mıydı? Lanet olsun öyle görev bilincine!
Daha önce bunu önemsemeden devam edebileceğimi düşünmüştüm. Ecrinok ziyaretinde başardığımı sanıyordum. Fakat buraya döndükten sonra gelen haberle hiçbir şeyi başaramadığımı anlamıştım. Ben bu şekilde bir aşk istemiyordum. İstediği her an yanına başkalarının gittiğini bilerek onu beklemek istemiyordum!
Öfkeyle soluduğumda odamın penceresi hızla açıldı ve içerisi buz gibi havayla doldu. Esen rüzgar şamdanı söndürdü. Hızla kalkıp camı kapattım ve tekrar yaktım şamdanı. Mektubu okumaya devam ettim.
Günlerim senden bir kelime okuma arzusuyla geçti. Bir dokunuşuyla kalbimi durdurabilecek ellerinin değdiği kağıtlara hasret bıraktın beni. Kaybolduğum gözlerine kavuşma arzusuyla bir teselli olur umuduyla bekledim haberini.
Neden sevgilim? Neden bana yazmadın? Sen de özlemiyor musun beni? Burada gözlerindeki tutkuyla aklımı başımdan alan Gökben'e ne oldu? Bir şeyler yaz. Bilmeden seni incittiysem affet beni. Hatamı söyle bana. Derhal telafi edeyim.
Sen olmadan ben olamam. Beni sensiz bırakma gök gözlüm.
Telafi edecek ne kaldı ki geriye? Bu mektubu acaba hangisinin koynundan çıktıktan sonra yazdı? Hangisine değen elleriyle tuttu tüy kalemi? İnanmıyordum ona. İnanmayacaktım. Eğer bana biçilen kader buysa istemiyordum.
Kağıdı öylece masama bıraktım. Kıyafetlerimi değiştirdim. Uzun ve kışlık geceliğimi giydim. Saçlarımı taradım. Şamdanı söndürdükten sonra yatağıma uzandım.
Korkut'u düşündüm bir süre. Ne kadar rahattı. Daha Duru'nun gebeliğine bir açıklama yapamamışken İdil'in gebeliğini öğrenmiştim. Ben gidene kadar daha kaç başka hatunla geçirecekti gecelerini? Peki tam şu an kim yatıyordu kollarında? Kimin saçlarıyla oynuyordu?
Hayır! Ben sevdiğimi paylaşamazdım! O ise kalbimdeki hakkını çoktan kaybetmişti! Bu defa emindim.
Gözlerimi kapatıp uykuya daldım. Rüyamda uzun koridorlarda yürüdüğümü gördüm. Nemli taşları vardı. Rutubet kokuyordu her yer. Arkamdan biri kovalıyormuş gibi koşmaya başladım. Koştukça duvarlara çarpıyor kollarımı yaralıyordum. Taş duvarlardan dikenli sarmaşıklar çıkmış her yerimi çiziyordu. Sonunda bir açıklığa çıktım. Zambaklar yıkık duvarlar boyunca uzanıyordu. Yıkıntının ortasına güneş vuruyordu.
Biraz daha yaklaşınca iki beden seçtim. Biri diz üstü yere çökmüş, elleri arkasında bağlanmış, özgürlüğü elinden alınmış. Diğeri ise ayakta, elinde kılıçla kararları o veriyor.
Korkut elinde kılıç olandı ve yerdeki Aquilo'ydu. Gözlerinde endişe vardı. Korkut ise ilk defa bu kadar zalimdi. Kılıcı onun boynuna götürdüğünde "Gökben'i alabileceğini mi sandın?"dedi korkunç bir sesle. Sonra alayla güldü. Aquilo'nun etrafından dönmeye başladı. "Onu benden almaya çalışanın canını alırım!"derken kılıç Aquilo'nun boynunu gezdi usulca.
"Yapma!"diye bağırmak istedim. Sesim çıkmadı.
"Ölümün beni korkutabileceğini mi sanıyorsun? Eldoris, hiçbir zaman senin olmayacak. O benim. Bana ait."dedi Aquilo, Simir Makos dilinde.
Bu cümleyle Korkut öyle bir hiddetlendi ki kılıcı kaldırdığı gibi Aquilo'nun boynuna indirdi. Bir çığlık koptu dudaklarımdan. Aquilo'nun başı bedeninden ayrıldı, ayaklarımın dibine yuvarlandı.
"Al! Aşığının başı!"dedi Korkut kinle. Çığlık atarak ellerimi ağzıma kapattım. Gözlerimden oluk oluk yaşlar indi hiç tanımadığım bir adam için. Korkut bir anda yanıma geldi. Elleri boynuma dolandı. "Nasıl yaparsın? Nasıl bana ihanet edersin!"dedi dişlerinin arasından. Gözlerini hırs bürümüştü.
"Önce, sen, ihanet, ettin."dedim kesik kesik. Parmaklarım ellerini ayırmaya çalışıyordu. Başaramıyordum. Nefesim tükeniyordu.
Gözlerimi açtığımda yataktan fırladım. Boğulur gibi nefes almaya çalıştım. Ellerim boğazımdaydı. Gözlerim dolmuştu. Suçsuz bir adam benim yüzümden ölmüş, Korkut bambaşka biri olmuştu. Saç diplerim ıslanmış, bedenim ter su içindeydi.
Ay ışığıyla aydınlanan masadaki parşömene kaydı gözüm. Önce sen ihanet ettin Korkut, dedim sessizce. Bana rağmen yatağına aldığın her hatunda daha çok ihanet ettin. Gözlerimden bitkin bir yaş indi.
***
-Aquilo hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce Gökben'i nasıl etkileyecek?
-Gökben'in hisleri gerçek mi yoksa Korkut'tan uzaklaştığı için boşluğa mı düştü?
-Suna Aquilo karşısında nasıl bir önlem alır?
-Gökben'in Korkut için düşüncelerine katılıyor musunuz? İlk ihanet eden Korkut mu?
Sonraki bölüm Korkut'tan olacaktır. Perşembe günü görüşürüz.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top