2.7. Sedef Sandık

1415 Senesi - Yaz Mevsimi

ASPARGON HANLIĞI

Ecrinok Şehri - Yedi Gürgen Sarayı

Hanzade Korkut

Yumuşak bir zemine basıyordu ayaklarım. Bedenim nehirdeki bir kayık gibi ilerliyordu. İki yanımdan hızla geçen manzaraları seçemiyordum. Ağaçlar, ormanlar, dağlar, denizler, kaleler, savaşlar, saraylar... Nereye ait olduklarını algılayamıyordum. Öylece geçip gidiyordum aralarından.

Nihayet durduğumda çıplak ayaklarımın altında altın işlemeli kırmızı el dokuması halıyı hissettim. Kum rengi duvarların yükseldiği bir koridor boyunca uzanıyordu. Her adımımda burnuma çiçek kokusu geliyordu. İçimi huzurla dolduran bu koku zambak kokusuydu.

Parmaklarım bir kılıcın kabzasını kavramıştı. Elime baktığımda altın kabzalı kılıcın kanla kaplı olduğunu gördüm. Zaferlerimin kanıydı bu. Ve hüzünlerimin.

Diğer elimi tutan bir el hissettiğimde o yana döndüm. Han babam yanı başımdaydı. Memnun bir ifadeyle gülümsüyordu. Biraz da huzur vardı gözlerinde. Fakat eli buz gibiydi. "Gelinimi almaya geldin değil mi?"diye sordu. Şaşkınlıkla ona baktım. Karşıyı gösteriyordu. Gök mavi elbisesi içinde bir kadın duruyordu hanlık tahtlarının ortasında. Arkası dönüktü. Dizlerinin üstüne çökmüştü. Başında elbisesiyle aynı renk ipek bir duvak vardı. "Bunu gelinim için yapmıştım."dedi babam. Ona döndüğümde yedi safirli, elmaslarla süslü kolyeyi bana uzatıyordu.

"Fakat sana gök gözlü bir gelin getiremedim."dedim hüzünle. O ise gülümseyerek karşıya bakıyordu.

"Kayınbabasının hediyesini vermeyi unutma."diyerek kolyeyi elime bıraktı. Gitmek üzereyken duraksadım.

"Ben evlenebiliyorsam bunun anlamı han oldum demektir."diyerek han babama döndüm. "Han babam?"

"Taht senindir oğlum."diyerek karşıyı işaret etti.

"Ama sen?"

"Hepimiz ölümlüyüz nihayetinde." Derin bir iç çektim.

İlerlerken başımda hissettiğim ağırlıkla elim başıma gitti. Kafamda hanlık tacı vardı. Tahtların yanına geldiğimde gök mavi elbiseli kadın ayağa kalktı. Bana döndü. Önüne düşen ipek duvağı kaldırdığımda karşımdaki gök gözlere hayretle bakakaldım. "Gökben Hatun?"

"Gökben Hanım."diye fısıldadı. Bir an içim coşkuyla doldu. Elimdeki yedi safirli kolyeyi boynuna taktım. Ellerini tutarken arkada buruk ifadesiyle bana bakan koyu gözlü hatunu gördüm. Kırmızı elbisesi içindeydi. Gözlerindeki ifade hayal kırıklığıydı.

"Sen seçimini yaptın."dedi hiddetle. "Bir haine aileni harcadın. O hatun bu hanlığa uğursuzluktan başka bir şey getirmedi. Simaşah Hanım'ın ruhu onda hayat bulmuş! Aspargon'da daha çok kanlar akacak!"

"Sen neler söylüyorsun böyle?"

Gökben'e döndüm. Kumral saçları siyaha, gök gözleri koyu kahveye döndü. Yüzü değiştikçe değişti. Sert bakışlarıyla, keskin yüz hatlarıyla tasvir edilen Simaşah Hanım'ın portresi önümde hayat buldu birden. Elini havaya kaldırdı. Kanları bileğinden koluna akan bir kalp atıyordu avucunda. Nefesim daralırken elim göğsüme gitti. Yapış yapış, sıcak bir sıcaklık hissettiğimde önüme baktım. Kalbim kaburgalarımın arasından sökülmüş gövdemden oluk oluk kan akıyordu. Dizlerimin üstüne yığıldım. "Gökben..."diye fısıldadım.

"Gökben değil! Simaşah!"diye haykırdı ve avucunda tuttuğu kalbimi var gücüyle sıktı. Acıyla haykırdım. Kalbim elinde patlarken ruhum bedenimden çekildi ve yere yığıldım.

"HAYIR!"diye haykırarak fırladım yatağımdan. Hızla nefes alıp veriyordum. Geceliklerim ter içinde kalmıştı. Elim kaburgalarım üzerinde geziniyordu. Kalbim deli gibi atarken üstümdeki ince örtüyü attım ve yatağımdan çıktım. Kenardaki sehpada duran sürahiden bardağa su doldurdum. Elim titreyerek aldım bardağı. Suyu kana kana içerken boğazımın kuruduğunu, içimin yandığını hissettim. Korkunç bir rüyaydı. En azından sonu korkunçtu.

Ter içindeki geceliğimi çıkardım ve dolabımdan rastgele bir kaftanı üstüme geçirdim. Balkona ilerledim. Gecenin bu vakti saray bahçesi sessizlik içindeydi. Yıldızlar kabusumdan habersiz usulca parıldıyordu gökyüzünde. Hilal biçimindeki ay sakince duruyordu yerinde. Derin bir nefesle temiz havayı içime çektim. Gökben'in suretinin Simaşah'a dönüşü gözümün önünden gitmiyordu.

Simaşah Hanım tarihimizdeki en acımasız hanımdı. Hanlığımızı parçalamak için özel olarak yetiştirilmişti. Evlatlarının ölümünü bile umursamamıştı hırsları uğruna. Kanlı Berke'den sonra hanlığa en çok zarar veren ikinci kişiydi. Tarih onu her zaman kötü yazmıştı. Kolay kolay adı anılmazdı.

Yıllar olmuştu Gökben'i rüyamda görmeyeli. Fakat son birkaç haftadır kısa kısa giriyordu rüyalarıma. Hiçbirinde net bir şekilde görmemiştim. İlk defa bu rüyamda canlı bir şekilde karşımdaydı. Fakat bu da çok uzun sürmemiş kısa süre içinde Simaşah Hanım'a dönüşmüştü. Bu düşün bir anlamı var mıydı? Varsa neydi?

Bu hoş olmayan rüya canımı sıkmış sabaha kadar gözüme uyku girmemişti. Gün ağardığında gözlerim batıyordu. Kahvaltımı odama istedim o sabah. Geniş bir sinide kahvaltım geldiğinde kafam hala rüyadaydı. Bir şeyler yedikten sonra kurultay toplantısı için odamdan çıktım.

Toplantı normal geçti. Sıradan meseleler hakkında konuştuk. Şehrimde her şey yolundaydı. Yolunda olması için elimden geleni yapıyordum. Çevre şehirlerden bir miktar göç almıştık. Canlanan ticaretle insanlar buraya iş imkanı için geliyordu. Yeni gelenler için yerleşim yeri kurmamız gerekecekti. Bu sebeple şehrin batı bölgesindeki uygun alanlara yeni evler yapılıyordu.

Toplantıdan sonra odama geçtiğimde İdil'i buldum kapının önünde. Beni görünce reverans yaptı. Odama geçtik. "Bir şey mi oldu İdil? Neden geldin?"

"Kahvaltıda göremeyince merak ettim. Bir şeyin yok değil mi?"

"Yok. Bugün odamda yemek istedim." Dikkatle izledi beni.

"Gece uyuyamadın mı?"diye sordu. Gözlerim ele veriyordu uykusuzluğumu. "Canını sıkan bir şey mi oldu?"

"Kötü bir rüya gördüm. Hepsi bu. Bu gece yeterince dinlenirim toparlanırım."dedim gülümsemeye çalışarak. "Sen nasılsın? Balamir nasıl? Tahta kılıç oyunlarını seviyor mu?"

"Biz iyiyiz hanzadem. Balamir her türlü oyuna bayılıyor zaten."

"Evlatlarımın en iyi şekilde yetişmesini istiyorum. Sen de ilgi ve alakanı hiçbir zaman eksik etme."

"Hiç eder miyim? Balamir benim göz bebeğim." Yavaşça yaklaştı. Gözlerimin içine bakarken gülümsedi. "Sana daha nice evlatlar vermek isterim."dedi heyecanla. Gülümsedim. Elimi yanağında gezdirdim.

"Zamanı geldiğinde her şey olacağına varır İdil. Kendini bunun için yıpratmanı istemem. Sen bana harika bir evlat verdin. Her daim yanımda oldun. Üzüntünü görmeye dayanamam." Sakince iç çekti. Suna'nın hadsizce ettiği lafları haftalardır aklından çıkaramamıştı. Bunun önemi olmadığını her fırsatta söylesem de içerlediğini görebiliyordum.

"Ben gideyim şimdi. Akşam yemeğine gelecek misin?"

"Gelirim. Yemekte görüşürüz."dedim ve İdil odadan çıktı.

Akşam yemeğinden sonra küçük salonda oturmaya devam ettik. Balamir ve Aydan birbiriyle boğuşuyordu yine. Balamir ona zarar vermiyordu fakat Aydan abisinin üstüne çıkıp saçlarını çekmekten çekinmiyordu. Her böyle yaptığında İdil'in göz devirmeleri ve cık cıklamaları başlıyordu. Uzun bir süre gözlerini Şevval'e diktikten sonra sonunda,

"Kızına sahip ol Zadesen Şevval!"dedi sertçe. "Zadener Balamir'e bir zarar gelmesini istemezsin!" Şevval yerinden kalktı ve Aydan'ı kucağına aldı. Fakat Aydan kendini atmaya çalıştı. Kendince "Bi, bi, bı, bı..." şekilde sesler çıkarıyordu. Annesinin onu bırakmasını istediği belliydi. Fakat Şevval bırakmadı. Yanına oturttu.

"Uslu dur kızım."dedi sakince. Fakat Aydan abisine gitmek için ağlamaya başlamıştı bile. Balamir de ona gitmeye çalışıyordu. Onu da İdil tutuyordu. Kardeşlerin oyun isteğinin anneleri tarafından bölünmesine daha fazla dayanamadım.

"Bırakın da kardeşler oynasın birbiriyle." İdil çatık kaşlarıyla bana bakarken derin bir iç çekti. Fakat ikisi de çocukları bırakmıştı. Kardeşler heyecanla birbirlerine doğru yürümeye başladı. Ortada buluştuklarında Aydan'ın başı Balamir'in burnuna çarptı ve yine kıyamet koptu.

İdil yerinden fırladığı gibi Balamir'i kucağına aldı. Oğlumun burnu kanarken Aydan kafasını tutuyordu. İkisi bir ağızdan hüngür hüngür ağlamaya başladığında salonda yeni bir hengame başladı.

"Sana kızına sahip ol demiştim!"dedi İdil gözlerini çıkararak.

"Oğlun o kadar hızlı yürüdü ki kızımın kafasına dişlerini geçirdi!" Aydan'a döndüğümde onun da saçlarının hemen dibinde ince kızıl çizgiler vardı.

"Sakin olun. İkisi de çocuk. Şimdi ilgilenirler ve yaralarını tedavi ederler."dedim.

İdil, "Ya Balamir'in burnuna bir şey olduysa?"

Şevval, "Ya Aydan'ın başında ömür boyu bu iz kalırsa?"

"Yeter!"dedim daha yüksek sesle. "Leman Kalfa!" Seslenmemle kapılar açıldı ve Leman Kalfa hızlı adımlarla yanımıza geldi. "Çocukları hekimlere götürün. Yaralarıyla ilgilensinler."

"Bir daha bu kadınla aynı sofrada bulunmak istemiyorum!"dedi İdil Balamir'in burnuna bez bastırırken. Sert bakışlarla ona döndüm.

"İki kardeşi şimdiden birbirine düşman etmeyi mi düşünüyorsun?"dedim. Cevap vermedi. Dışarıdan iki işkız geldi. Çocukları almak için hamle ettiler. İdil kızı ittirdi ve ayağa kalktı. "Kardeşler sık sık aynı sofrada yemek yiyecek!"dedim kesin bir tonla. İdil bir şey demeden uzaklaştı. Şevval de Aydan'ı alıp peşinden gitti. "Leman Kalfa,"diye seslendim çıkmadan, "olayın büyümemesini sağla. Laf duymak istemiyorum."

"Elbette hanzadem. Çocuklar arasında olur ufak kazalar."dedi ve o da diğerlerinin peşinden dışarı çıktı. Ben de salonda yalnız kaldım. Kayısılı ayva hoşafımın kalanını bitirdim ve odama döndüm.

Bir süre masamda oturdum. Yemekte yaşananları düşündüm. Şevval çocukların oyununa müdahale etmezken İdil her an bir yorum yapıyor, kısıtlamaya çalışıyordu ve bu durum hoşuma gitmiyordu. Benim hiç ayrı anneden bir kardeşim olmamıştı fakat kardeş kardeşti gözümde. Ulaş Amcam ve babam da ayrı annelerdendi fakat araları gayet iyiydi. Balamir'in Aydan için iyi bir abi olacağına inancım tamdı. Aydan da ona iyi bir kardeş olacaktı. Bu konuda İdil'le konuşmalıydım. Endişelerini öğrenmeli, gerekirse onu yatıştırmalıydım. Harem meseleleri kardeşlere yansımamalıydı. Baş Zadesenim belliydi ve bu durum değişmeyecekti. Başka neden endişeleniyordu ki?

Kollarımı masaya dayadım. Başımı kollarıma gömdüm. Derin bir iç çektim. Düşünmek istemediğim şeyler beynimde yer edinirken düşüncelerimi değiştirmeye çalıştım. Fakat mümkün değildi. Onu aklımdan uzaklaştırmak şimdiye kadar çok daha kolayken son zamanlarda bu konuda anlamsız bir zorlanma yaşıyordum. Buraya döndüğümüzden beri birkaç kez rüyamda görmüştüm onu. Bu kadar peşpeşe gelen rüyalar istemsizce düşüncelerimde yer edinmesine sebep olmuştu.

Tekrar derin bir iç çektim. "Ağalar."diye seslendim. Kapılar açıldı. "Bana Bilgiç Ağayı çağırın."

Bir süre sonra Bilgiç Ağa odama geldi. İki senedir yanımızdaydı. "Beni emretmişsiniz hanzadem."diyerek önümde eğildi.

"Bana sedef sandığı getir."dediğimde kaşları çatıldı.

"Sedef sandık mı?"

"Evet. Doğru duydun. Sedef sandık."

Uzatmadan odadan çıktı ve bir müddet sonra elinde sedef sandıkla geri döndü. "Hanzadem, bu sandığı bir daha görmeyeceğinizi düşünüyordum."dedi masama bıraktığında. Üzerindeki tozları bir bezle sildi. "Acaba canınızı sıkan bir şey mi oldu?"

"Hayır. Canımı sıkan bir şey yok. Sen çıkabilirsin." Başıyla onayladı. "Sedef sandığı getirdiğimden kimseye bahsetmek yok Bilgiç Ağa!"dedim sertçe.

"Odanızın sırrını ifşa etmek ancak bilgisizlerin işidir hanzadem."dedi güven veren bir tonla. Şimdiye kadar güvenimi kırmamıştı. Şimdiden sonra da kıracağını düşünmüyordum. Odadan çıktı.

Odamda başka bir kutuda tuttuğum gümüş anahtarı aldım ve sandığın kilidini açtım. Kilit açıldığında ağır hareketlerle kapağı kaldırdım. İçi açık mavi ipekle kaplı sandığa iki sene önce bıraktığım eşyalar önüme serildi: rulo halindeki tomarlar, işlemeleri yarım kalan gümüş kaplı bir ayna, ince bir bileklik, sarı ipten bir toka.

Parmaklarım her biri üzerinde gezinirken sanki hepsiyle aramda bir bağ varmış gibi hissediyordum. Kalbimde ince bir sızıya sebep oluyordu bu eşyalar. Parmaklarım gümüş kaplı aynanın üstünde durdu. Aynayı ve taşların bulunduğu gümüş renkli keseyi içinden çıkardım. Sandığı kapattım.

Şimdiye dek yerleştirdiğim parlak taşlarda gezindi parmaklarım. Yer yer safirler, çoğunlukla elmaslar diziliydi. Yarısı bile tamamlanmamıştı. Aynayı elime aldım. Yansımamı izledim. Gözlerimdeki katı ifade iki senedir oradaydı ve kolay kolay gidecek gibi değildi. Yüzüm eskisi gibi pürüzsüz değildi. Koyu sakallarım iyice belliydi. Değişiyordum. Olması gerektiği gibi.

Bu aynayı özellikle seçmişti hediye olarak. Odamdaki aynayı kırmıştı ve ben de bana bir ayna borçlu olduğunu söylemiştim. Fakat benim için gerçek anlamını hiçbir zaman söylememiştim. Onunla tanışmadan önce düşümde o aynada yansımasını gördüğümü, gök gözlerine düşümde vurulduğumu hiçbir zaman öğrenmemişti. Belki de hiçbir zaman öğrenemeyecekti. Belki ben onu hiçbir zaman kalbimin en derin köşesine gömmeyi başaramayacaktım.

Onun casusluğuna kendimi inandırmak en kolayıydı. Görünenlere göre yapıştırılabilecek en basit yafta buydu çünkü. Suna onu yetiştirmişti ve bana göndermişti. Fakat gözleri... Gök gözleri en azından o dönem benim için heyecanlığını saklayamamıştı. Daha sonra her ne olmuş olursa olsun bir an bile olsa beni sevdiğini biliyordum. Pırlantaların arasına yenilerini eklerken bunların şu an hiçbir önemi olmadığını da biliyordum. Bunları düşünmem anlamsızdı. Hiç gerçekleşmeyecek bir hayaldi benimki. Şimdi ise elimde sadece düşler kalmıştı.

Safirler, pırlantalar sırayla elimden geçip giderken masama vuran güneş ışığıyla başımı camlara çevirdim. Gün ağıralı çok olmuş, güneş tepelerin arasında yükselmeye başlamıştı. Ve ben ikinci gecemi uykusuz geçirmiştim. Taşları gümüş keseye doldurup aynayla birlikte sedef sandığa yerleştirdim.

Bilgiç Ağa'yı çağırttım. Uykusundan uyandırıldığı için endişeyle gelmişti yanıma bir şey olduğunu sanıp. Her şeyin yolunda olduğunu görünce derin bir nefes aldı. Sandığı ona teslim ettim ve yerine götürmesini söyledim. Kahvaltıyı tekrar odamda yapacağımı kapı ağalarına haber vererek yatağıma geçtim. Bir müddet uyuyabilirdim. Günü geçirmek için bu bile yeterliydi.

Kahvaltı için uyandırıldığımda yataktan kalkacak halim yoktu. Neyse ki bugün kurultay toplantısı yoktu ve günümü tembellik ederek geçirebilirdim. İki günlük uykusuzluğumu telafi etmek istiyordum.

Üstüme başka şeyler giyip sofranın başına geçtim. Sıkı bir kahvaltı yapmak beni iyice kendime getirmişti. Limon şerbetinin ekşiliği ile tam olarak uyanmıştım. Uyku planlarım ertelenmek durumunda kalmıştı. Ben de at binerdim.

Yeni talimatımı verdikten sonra binicilik için hazırlanmaya başladım. Bu sırada odamın kapısı çalındı. Ağalar Şevval Hatun'un beni görmeye geldiğini söyledi. "Gelsin."dedim. Şevval içeri girdi. Reverans yaptı.

"Bugün düzenlenecek bir şeyler yok Zadesen Şevval." Zaman zaman odama gelir evrakların düzenlenmesiyle ilgilenirdi. Fakat eskisi kadar sık çağırmıyordum.

"Ben başka bir şey için geldim Hanzadem."

"Bir mesele mi var? Aydan iyi mi?"

"Kızımız iyi. Fakat ben iyi değilim." Derin bir nefes aldı. "Fakat siz de iki gündür kahvaltıya gelmiyorsunuz. Canınızı sıkan bir şey mi oldu?" Omzumun üstünden ona baktım. Meraklı gözleri üstümdeydi. Binici yeleğimi giydikten sonra ona yaklaştım.

"Bir sorun yok Zadesen Şevval. Merak etme. İlgini için teşekkürler." Masama geçtim, oturdum. "Sen neden iyi değilsin?" İdil'le aralarında yaşanan meseleler için konuşmaya geldiğini tahmin etmek zor değildi.

Gözleri yerde konuşmaya başladı. "Aydan'ın abisi Balamir'i ne kadar sevdiğini biliyorsunuz. Birlikte oyun oynamaları benim hoşuma gidiyor. Kardeşleri ayırmak benim ne haddime." Başını kaldırdı. Gözlerime bakarak devam etti. "Fakat Zadesen İdil her fırsatta Balamir'i Aydan'dan uzaklaştırmaya çalışıyor. Aydan daha çok küçük. Ona anlatamıyorum. Kendini ifade edemediği için de ağlama krizine giriyor."

"Baş Zadesen'imi bana şikayet ettiğinin farkındasın değil mi?"

"Sizi böyle bir konuyla meşgul ettiğim için gerçekten çok üzgünüm Hanzadem. Fakat Leman Kalfa'yla defalarca konuşmama rağmen bu durum bir türlü çözülemedi. Her anne gibi Zadesen İdil de evladına düşkün fakat ben de düşkünüm. Ama bu demek değil ki en ufak bir düşmede ölecek gibi ortalığı ayağa kaldırmak lazım."

"Konuyla ilgileneceğim Zadesen Şevval."

"Teşekkür ederim hanzadem." Gözleri masamın üstünde gezindi bir süre. Elini masaya yaklaştırdı ve küçük bir pırlanta tanesini iki parmağı arasına aldı. "Yeni bir çalışmaya mı başladınız?"dedi gülümseyerek. Dünden kalan pırlanta tanesini incelerken dikkatle ona bakıyordum.

"Evet. Küçük bir yüzük denemesi yapıyorum."

"Eminim diğer tasarımlarınız gibi çok güzel olacak."dedi ve pırlanta tanesini masaya koydu. "Gününüz ferah olsun hanzadem."dedi ve reverans yaptıktan sonra odadan çıktı.

Masadaki taneyi parmaklarımın arasına aldım. Bir müddet öylece yuvarladıktan sonra geri bıraktım. At binmek üzere dışarı çıktım.

Biraz tek başıma kalmak iyi gelmişti. İkindi vakti dönüşe geçtiğimde gri bulutlar gökyüzüne hakim olmaya başlamıştı. Sabah güneşinin ardından havanın hızla kapanması iyi olmamıştı. Fakat yağmur bereketti.

Saraya döndüğümde çiselemeye başlayan yağmurun artacağı gittikçe koyulaşan bulutlardan anlaşılıyordu. Üzerimi değiştirmek üzere odama döndüm. Yemekten önce güzel bir banyo yapmak istiyordum. Hamamı hazırlamalarını söyledim.

Hamam hazır olduğunda hamama geçtim. İçeriye meyve tabakları, taze limonata getirilmişti. Limon şerbeti, limonata ve envai çeşit ekşi şeyler hoşuma giderdi. Bir bardak soğuk limonatayı kana kana içtim. Hamamın kapıları açıldı. İdil üzerine bir havlu dolamış halde kapıda göründü. Yanıma geldi. "Burada olduğunu öğrenince sana eşlik etmek istedim."

"İyi yapmışsın."

Hamam sefamız boyunca pek bir şey konuşmadık. Balamir ve Aydan konusunu burada konuşmam uygun olmazdı. Bunun için yemekten sonra onu odama çağırdım. Güzelce hazırlanıp gelmişti fakat konuşacaklarım canını sıkacaktı. "Gel İdil, otur şöyle."diyerek karşımdaki koltuğu gösterdim. Koltuğa oturdu. Meraklı gözlerle bana bakıyordu. "Seninle konuşmak istediğim bir şey var." Kaşları çatıldı.

"Bir kusurum mu oldu?"

"Balamir ve Aydan hakkında konuşacağım."dedimde öfkeyle gözlerini devirdi.

"Şevval mi şikayete geldi?"diye sordu. "Kahvaltıda olmadığın için kızının yaptığını bilmiyorsun. Balamir'in yüzünü öyle fena çizdi ki hala iki kırmızı çizgi yüzünde duruyor."

"Yemekte böyle bir yara dikkatimi çekmedi. Oyun oynarken ufak tefek kazalar olur. Ben de kardeşlerimle birlikte büyüdüm. Biz de birbirimizi yaralardık oyun sırasında. Fakat hanım annem bizi hiçbir zaman ayrı odalara kapatmazdı."

"Çünkü hepiniz Müge Hanım'ın evladıydınız." Sorunun kaynağına gelmiştik işte.

"Balamir ve Aydan sizin evladınız olduğu kadar benim de evlatlarım. Onlar arasında ayrım yapmam düşünülemez. Sizden de aynı şekilde davranmanızı bekliyorum. Rütben belliyken şimdiden boş endişelere kapılıyorsun."

"Ne demek istiyorsun? Nasıl bir endişem olabilir Aydan için?"

"Bilemiyorum. Hatunlar arası sorunlarınızı siz benden daha iyi bilirsiniz." Alaycı bir ses çıkardı ve gözünü dışarı çevirdi. Gök gürültüleri, şimşekler derken epey şiddetli bir yağmur başlamıştı. "İleride başka evlatlarımız olduğunda onlar da Balamir'le boğuşacak. O zaman ne yapacaksın."

"Aynı şey değil."

"Kardeşlik kardeşliktir İdil. Han babam ve Ulaş Amcamın kardeşliğine bak."

"Han baban ve evlilik dışı amcan elbette kardeşlik yapabilir. Amcanın hiçbir zaman hırsları olmamış. Herkes söylüyor bunu."

"Bir buçuk ve iki yaşındaki küçücük çocuklar için şimdiden bunun hesabını mı yapıyorsun?"dedim hayretle. "Sana hiç yakıştıramadım. Üstelik her fırsatta yanımda seni görmek istediğimi dile getirdiğim halde. Nedir seni hala endişeye sürükleyen?"

"Her şeye rağmen sedef sandığı getirtmen mesela!"dedi yüksek sesle. Ses tonu hırçındı. Gözleri öfkeliydi. "Ne yaparsam yapayım o hatunun hayaleti aramızdan çıkmıyor!"

Kısa bir sesslik oldu. İçerisi dışarıda çakan bir şimşekle aydınlandı. Hemen arkasından gök gürültüsü duyuldu. "Evet o hatun bir hayalet ve hep öyle kalacak."

"Neden? O sandığı neden hala tutuyorsun? Şimdiye kadar kaç kez getirttin ve anılarını inceledin söyler misin? Yanından her ayrıldığımda o sandığa sığınıyorsun belki. Hatta benimle geçirdiğin gecelerde bile onu hayal ediyorsun hala!" Gözleri dolmuştu. Sesi çatallaşmıştı.

Bu konunun bu kadar sorun olabileceğini düşünmemiştim hiç. "Söylediklerinin hiçbirinin doğru olmadığını sen de biliyorsun." Bu durumda ona ne dersem diyeyim içini rahatlatamayacağım ortadaydı. "Odana dön İdil. Sakinleştikten sonra tekrar konuşalım bu konuyu."

"O sandığı neden getirttin Korkut?"diye sordu sakin kalmaya çalışarak. "Bize bunu neden yapıyorsun?"

"O sandığın hiçbir anlamı yok İdil."

"O zaman at gitsin. İçindekilerle birlikte yak ve gerçekten hiçbir anlamı kalmasın." Ayağa kalktı. Reverans yaptı ve odadan çıktı.

Derin bir nefes aldım. Bu konuyu kolay kolay atlatamayacağımız ortadaydı. O aptal rüyaları görmeyi ben istememiştim ki! Avuçlarımla kafama vurdum. Bir rüyaya bu kadar kapıldığım için aptalın tekiydim. Her şeyi berbat etmiştim. Hızla ayağa kalktım. "Ağalar! Bana Şevval Hatun'u çağırın! Hemen gelsin! Hemen!"diye bağırdım.

Pencerenin önüne geçtim. Yağmur o kadar çok hızlanmıştı ki camı kıracak gibi çarpıyordu. Şimşek her çaktığında gözlerimi alıyordu. Odalarımın kapısı açıldığında hızla o tarafa döndüm. Şevval yüzünde şaşkınlıkla reverans yapmış bekliyordu.

"Ne kadar akıllı bir hatun olduğunun farkındayım."dedim ona doğru yaklaşarak. "Fakat zekanı benim için kullanmadığın müddetçe seni bu sarayda bir gün bile tutmam. Düşmüş Saray'a gider kızını ölene dek göremezsin!"dedim sertçe. Korkuyla bana bakıyordu.

"Hanzadem kabahatim ne? Bilmeden sizi-"

"Sen bilmeden hiçbir şey yapmazsın! Bunu görmediğimi mi sanıyorsun?" Bir adım daha yaklaştım. Masamda unuttuğum pırlanta tanesini parmaklarımın ucuna alıp gözünün önünde salladım. "Bir daha sarayımda hatun meselesine karıştığını duymayacağım Şevval Hatun!" Konuşacak gibi oldu, elimi havaya kaldırdım susması için. "Karşımda aptalı oynama! Senin ne işler karıştırdığını biliyorum! Sen de ne yaptığını çok iyi biliyorsun! Sen pırlanta ve elmas arasındaki farkı bilecek kadar zekisin." Dudaklarını birleştirdi. Başını yere eğdi. "İkinci kez sana tolerans göstermem bilesin!" Kapıyı gösterdim. "Şimdi çık dışarı."

Korkar adımlarla odadan çıktığında elimdeki parçayı masaya çarptım. Öfkeyle soludum. Haremimde iç karışıklığa tahammülüm yoktu. Hatunlar birbirini kışkırtacak ve ceremesini ben çekeceğim. Yok öyle bir dünya. İkisi de geldiği konumun değerini bilmek ve buna göre davranmak zorundaydılar.

Sıkıntıyla yatağıma uzandım uyumak için.

Karanlıkta ağaçların arasında uçar gibi ilerliyordum. Kalbim sıkışıyordu her an. Nefesim daralıyordu. Sonunda bir açıklığa çıktığımda önümde uzanan deniz manzarasıyla biraz olsun rahatlamıştım. Kenara yaklaştıkça dik bir uçurumun dibinde olduğumu gördüm. Uçurumun aşağısı dik kayalıklarla doluydu. Dalgalar kayaları sertçe dövüyordu.

Yanımdan bir siluetin geçip gittiğini gördüm. Saçları rüzgarda uçuşarak kendini serbest bıraktı. Tutmak için koştum fakat tutamadım. Silik siluet önümde suya düştü ve kayboldu.

Deniz birden yükselmeye başladı. Uçurum suyla doldu. Deniz beni kaptığı gibi suya çekti ve ne kadar çırpınsam da yüzeye çıkamadım. Battıkça batarken elime değen bir elle o yana döndüm. Saçları yüzüne karışmış bir kadın suda serbestçe süzülüyordu. Ölmüştü. Fakat ben ölmek istemiyordum. Kendimi yukarı itmeye çalıştım. Olmadı. Dibe çekilirken nefesimin daha fazla yetmeyeceğini biliyordum.

Hızla nefes alarak gözlerimi açtım. Boğazıma dolanan çarşafa gitti ellerim. Çarşafı üstümden çekip attığımda derin nefesler almaya başladım. Hala geceydi. Hala yağmur yağıyordu. Rahatsız rüyalardan sıkılmıştım artık. Ertesi sabah ilk işim hekimbaşından bana rahat uyuyabilmem için bir şeyler hazırlamasını istemek olacaktı.

Birkaç gün sonra kurultay toplantısındaki yerimi aldığımda gündem doluydu. Günlük olayları tartışmaya zamanımız kalmamıştı çünkü Melbros'la sınır vilayetlerimiz olan Kisre ve Silistros'ta küçük isyanlar çıkmıştı. Han babam rahatsızlandığından beri yeni bir sefer olmamıştı. Ashan planımız ertelendikçe ertelenmişti. Bu da Melbros'un güç kaybettiğimiz izlenimine kapılmasına sebep olmuştu. Eski Melbros vilayetleri hala bize bağlı olduklarını kabullenmiyorlardı. Fakat komşu vilayetleri Panuma ve Nogayos her zamanki gibi gerekli müdahaleleri yapıyordu. Yegor tekrar bizimle uğraşmaya başlamıştı. Evlilik anlaşmasının umurunda olmadığını gösteriyordu. Melbros üzerine sağlam bir seferi hak ediyordu!

İsyan için şimdilik bizden destek istenmemişti. Zaten oradaki isyanlar hiç büyük bir hal alamamıştı. Yine de biz kendimizce bir yedek plan yapmıştık. İhtiyaç halinde Ecrinok asker ocağından iki birliği oraya gönderebilirdik.

"Hanzadem, bu sabah ilginç bir haber aldım Altınova'dan."dedi Ertan Bey. Ecriniddin ailesinden tecrübeli danışmanlardan biriydi.

"İsyan dışında daha ilginç ne olabilir Ertan Bey?"

"Güney Denizi'nde ilginç bir olay yaşanmış geçtiğimiz günlerde. Olay derhal bildirilmiş tabii. Ben de dün akşam öğrendim. Karayel limanından bir Simir Makos ticaret gemisi kalkmış gün doğarken. Bir müddet sonra üç Aspargon gemisi daha ayrılmış limandan. Raporlara göre Simir Makos gemisinin peşine düşmüşler."

"Hangi gerekçeyle? Simir Makos gemisi kaçak bir mal mı taşıyormuş?"

"Bilmiyoruz. Fakat öğlen vakti dört Simir Makos gemisi de karışmış takibe. Aspargon ve Simir Makos gemileri kıyasıya kapışmış Güney Denizi'nde. Zaiyatımız büyük."

Kaşlarım çatıldı. "Bir korsan durumu olmadığına emin miyiz?"diye sordum. Elçin'in evliliğine kadar Güney Denizi'nde Aspragon ve Simir Makos korsanları kıyasıya bir rekabet halindeydi ve bu iki tarafın ticaretine de zaman zaman zarar veriyordu. Ertan Bey başıyla onayladı.

"Ülke bayrakları asılıymış hanzadem. Korsanlar kendilerine has bayraklar kullanırlar." Bir süre bekledi. "Bizden iki onlardan bir gemi batmış."

"Neden olmuş bu olay?"

"Detaylar henüz gelmedi. İlk etapta iki ülkenin gemilerinin ciddi bir çatışma yaşadığını öğrendik. Fakat önümüzdeki günlerde mesele aydınlanır. Ben de yakından takip ediyorum."

"Bu durum iki ülke arasında bir krize sebep olabilir. Kral Zenobio uzun zamandır rahatsızdı. Yazışmaları Prens Vangelis ve ablam Elçin yapacaktır. Bakalım bunun altından ne çıkacak. Tam aramız düzelmişken tatsız bir durum yaşanmasını istemeyiz. Kuzeydeki durumlar belli. Güneyde de bir aile dramı sıkıntılı olur."

Toplantı sonrası son durum kafama takılmıştı. Aspargon ve Simir Makos arasında neden böyle bir durum yaşanmış olabilirdi ki? Bizim limandan kalkan gemide kaçak bir ürün varsa veya kiralarını ödemedilerse belki... Fakat bunun için peşlerine üç büyük gemi takmak akıllıca değil. Karayel liman muhafızlarının bunu düşünmesi gerekirdi. Ayrıca böyle bir durum ülkeler arası yazışmayla da halledilebilirdi. Bu olayın arkasından ne çıkacağını merak etmiştim doğrusu.

Odama döndüğümde Bilgiç Ağa'yı çağırttım tekrar. Sedef sandığı istedim. Dört gün arayla ikinci isteğim karşısında şaşkınlıkla bana bakıyordu. "Arka bahçeye getir."dedim ve birlikte odadan çıktık.

Arka bahçede sakindi. Kimse yoktu. Bu tarafın tek özelliği İdil'in odasının bu yana bakmasıydı. Ben Bilgiç Ağa'yı beklerken tahmin ettiğim gibi İdil de cama yaklaşmış beni fark etmişti. O orada dururken Bilgiç Ağa karşımda göründü. "Hadi ağa! Yaşlandın mı iki yılda? Biraz hızlı ol." Bilgiç Ağa adımlarını hızlandırdı.

"Nereye bırakayım sandığı Hanzadem?"

"Şöyle, yere bırak."dedim önümü göstererek. Toprak zemine bıraktı sandığı. Cebimden çıkardığım gümüş anahtarla kilidi çevirdim ve sandığın ağzını açtım. İçindekiler meydana çıktı. Geçen akşam yarısını bitirdiğim gümüş kaplı aynadan gözlerimin yansımasını görebiliyordum. Yerimi biraz değiştirince İdil'in penceresi göründü. Hala oradaydı.

Kaftanımın diğer cebinden küçük bir şişe çıkardım. Ağır kokulu yoğun sıvıyı sandığın üstüne boca ettim. "Çakmak taşı vardır üstünde herhalde?"diyerek Bilgiç Ağa'ya döndüm. Şaşkınlıkla bana bakarken kuşağında gezdirdi ellerini. İki adet çakmak taşını bana uzattı. Yere çömeldim ve taşları birkaç kez birbirine vurdum. Çıkan kıvılcımın tek bir tanesinin düşmesi yetti sandığın alev alması için. Bilgiç Ağa gözlerini büyüterek beni izlerken taşları eline verdim ve İdil'e bakmadan saraya yürümeye başladım.

"Hanzadem artıkları ne yapalım?"

"Çeyizine saklamayacaksan çöpe at ağa!"diye seslendim ona dönmeden.

Saraya girdiğimde ilk defa içimde tuhaf bir huzur hissediyordum. Beni ona bağlayan her şeyden kurtulmanın özgürlüğü bedenime yayılırken dudaklarıma huzurlu bir gülüş yerleşti. İşte şimdi tam olarak bitmişti. Gökben'e ait tüm anılar onun gibi tarih olmuştu.

***

-Korkut'un bölüm başındaki rüyası hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizde nasıl bir izlenim bıraktı? Rüya yorumlamayı sevenleri bekliyorum.

-İdil'in Balamir hakkındaki davranışları haklı mı yoksa abartıyor mu? Kardeşlerin aynı anneden veya farklı anneden olması önemli mi?

-Şevval hakkında ne düşünüyorsunuz? Korkut ona haddini bildirmekle iyi mi yaptı? Bu Şevval'in durmasına yeter mi?

-Korkut'un duygularıyla savaşına ne diyorsunuz? Sedef sandık onu Gökben'e bağlayan son şey miydi gerçekten?

Sonraki bölüm Suna'dan olacaktır. Evet çılgın Suna hala yaşıyor.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top