2.5. Tehlikeli Dans
1415 Senesi - Bahar Mevsimi
ASPARGON HANLIĞI
Altınova Şehri - Hanedanlık Sarayı
Müge Hanım
Bahar kutlamalarının bitmesine son iki gün kalmıştı. Bu yıl diğer yıllardan çok daha kalabalık, çok daha yoğun geçmişti ve ilk defa bitmesini dört gözle bekliyordum. Kutlamalar biter bitmez bir müddet odama çekilip rahatça dinlenecektim. Tabii devlet işlerinden fırsat kalırsa.
Gülçin ve Sena'nın odama girmesiyle tam manasıyla uyanmıştım artık. Perdeleri ve camları açtıklarında içeriye güzel bahar güneşi doldu. "Gününüz aydın ve ferah olsun Hanımım."dedi Gülçin neşeyle.
"Sizin de kızlar."dedim ve doğruldum. Yataktan çıkıp yüzümü yıkamak üzere hareketlendim. Sena ibrikten elime temiz su döktü. Elimi, yüzümü güzelce yıkadım. "Neyse ki iki gün sonra biraz daha rahatlayacağız."dedim havluyla yüzümü kurulayınca.
"Yine de güzel olmadı mı Hanımım?"dedi Sena. "Herkes gücümüzü, ihtişamımızı gördü. Yedi günlük dolu bir kutlamayı çok rahat karşılayabildik."
"Son yüz yıllar bizim için oldukça faydalı geçti. Tüm komşularımız duysun bilsin. Aspargon o küçük, desteğe ihtiyacı olan hanlık değil. Artık biz destek oluyoruz başkalarına." Bunu söylerken gururlandığımı hissettim. "Başarılı han ve hanımlar olduğu müddetçe de Aspagon'un sırtı yere gelmez."
Kıyafetlerimi hazırladılar ve üzerimi değiştirdim. Bugün lacivert tercih etmiştim. Safir takı setiyle de kıyafetim tamamlanmıştı. Sena gözlerime sürme sürüp dudaklarımı renklendirince hazırdım.
"Her zamanki gibi göz alıcısınız Hanımım."dedi Gülçin bana hayran hayran bakarken.
"Bir Aspargon hanımı her daim güçlü ve gösterişli olmalıdır."dedim gülümseyerek. "Siz neden yeni kıyafetlerinizi giymediniz hala? Hadi hadi. Herkes salonda toplanmaya başlar. Bir an önce hazır olun." Hizmetimdeki işkızlara da özel kıyafetler diktirmiştim. Benimle birlikte onlar da gösterişli görünmeliydi. Benim yanımda olanların nasıl olabileceğini herkes görmeliydi.
Büyük salona girdiğimde birkaç ailenin çoktan geldiğini gördüm. Her daim hazır olduklarını göstermek isteyen Çelebiler ilk dikkatimi çekenlerdi. Biraz ileride Kekevizadeler oturuyordu. İlk gün yaptıkları gecikmeden sonra her sabah herkesten önce burada yerlerini almışlardı. Baş Danışman Türker Bey gözden düşmemek için uğraşıyordu. Fakat bu işler sabah erken kalkmayla olacak değildi.
Önce hanedana yakınlıkları sebebiyle Kekevizadelerin yanına uğradım. Hepsiyle kısaca konuştuktan sonra Çelebilerin yanına gittim. Selçuk Bey her zamanki gibi kibar ve mütevazıydı. Eşi Güzin Hatun da aynı onun gibiydi. Sevdiğim bir ikiliydi. Kızları Birgül ve Simay ise annelerinin aksine meraklıydı. Güzin'e Toygar'ın hareminde Simay'ı görmek istediğimi çıtlatmıştım bir ara. Bu karardan memnun olduğunu söylemişti. Simay'ın bakışlarından ise konuyu konuştuklarını anlayabiliyordum.
"Nasılsın Simay kızım, keyfin yerinde mi?"diye sordum. Dalgalı saçlarını omzunda toplamıştı ve bir tutamıyla oynamaya başladı heyecanla.
"İyiyim Müge Hanım. Heyecanla beni çağıracağınız günü bekliyorum." Elimi çenesine götürdüm. Hafifçe yanaklarını okşadım.
"Sabırlı ol güzelim. Elbet o günler gelecek. O günler yaklaştığında seninle özel olarak pek çok şeyi konuşacağız." Keyifle gülümsedi. Biraz daha onlarla sohbet ettikten sonra yanlarından ayrıldım. Masamızdaki yerimi aldım. Benden kısa bir süre sonra Yaman geldi. Onu Bengü ve Toraman takip etti. Korkut ve İdil de yanımdaki yerini aldı. Son olarak Ulaş da görününce gözlerim Toygar'ı arar oldu. "Ulaş Bey, Toygar'ım gelmiyor mu?"diye sordum.
Ulaş derin bir nefes aldı. Sonra bana döndü. "Toygar bu sabah at binmeye gitti."dedi. Kaşlarım çatıldı birden.
"Yalnız mı?"
"Muhafızlar gitti elbette."
Bu defa derin bir nefes alan ben oldum. Evlatlarımın bu kadar vurdumduymaz davranması canımı fazlasıyla sıkıyordu. "Sabah sabah nereden esmiş acaba? Günün diğer vakitlerine ne olmuş?"
"Eh, bahar havası."dedi Ulaş umursuzca. Bir şey demedim.
"Gençler havayı değerlendirmek istemiş olmalı."diyen Kraliçenin sesiyle dikkatim dağıldı. O da salona teşrif etmişti. "Sabah uyandığımda Handan Belgin'i gördüm. Dışarı çıkmak için hazırlanıyordu. Binici kıyafetleri üstündeydi."deyince kalbimde oluşan sıkışmayı atmam zaman aldı. Handan Belgin ve Toygar at binmeye mi gitmişti gerçekten?
"Oğlum misafirperverliğini göstermek istemiş olmalı."dedim sakince gülümseyerek. "Keşke haberim olsaydı. Anneler her daim evlatlarını merak eder. Fakat evlatlar bunu bir türlü anlayamıyor işte." Ellerimi önümde birleştirdim. Öfkemi bastırmak zorundaydım. Fakat masanın altında ayaklarım hızla oynamaya başlamıştı bile. Parmak uçlarım ise sinirden uyuşmuştu. Toygar ve Belgin! Ne ara başbaşa at sürecek kadar yakınlaşmışlardı?
"Gençlik işte."dedi Kraliçe neşeyle gülerek. "Kanları kaynıyor olmalı. Aradaki çekimi görmemek imkansızdı zaten." Onun için ayrılan yere oturduğunda bu kadının sözlerinden artık bıktığımı düşünüyordum. Geldiğinden beri laf sokacak yer arıyordu ve bu durumdan sıkılmıştım. Kutlamadan sonra gideceğini bildiğim için iki gün daha dişimi sıkacaktım. Fakat biraz daha hadsizlik etmeye devam ederse tavrım tamamen değişecekti.
Ulaş'a döndüm. İmayla bakmaya başladım. O ise omuz silkti. Elbette her şeyden haberi vardı ve benden gizlemeye niyetliydi. Kraliçe tesadüfen Belgin'i görmemiş olsaydı belki de bu durumu çok daha geç öğrenecektim. Ulaş'ın oğullarımın yoldaşı olması belki iyiydi. Yine de ona olan mesafemi bir türlü aşamamıştım. Belki de hiçbir zaman tam olarak Yaman'ın yanında olmadığı içindi. Yiğit ve evlatları idam edildiğinde bir süre uzaklaşmıştı saraydan. Bu da bizim haklılığımıza tamamen katılmadığı anlamına gelirdi. Ben ise çevremizde olanlardan her şeye rağmen salt sadakat beklerdim.
Kahvaltının sonuna geldiğimizde Kraliçe yeni bir sohbet konusuyla konuşmaya başladı.
"Aspargon usulü danslarınız çok göz alıcı. Merak ediyorum acaba bir değişiklik sizin için nasıl olurdu?"dedi tartar bir tonla. Bir Yaman'a bir bana baktı.
"Nasıl bir değişiklik?"diye sordum.
"Biz Ravesna'da baharın ilk yağmuruyla ülkemize bolluk ve bereket gelmesi, belaların gitmesi için Varuna ve Rigveda adına özel bir dans yaparız."
Yaman, "Omena tanrıları için dans ediyorsunuz yani."dedi soğuk bir tonla. Korkut'un yüzünün öfkeyle katılaştığını gördüm.
Kraliçe bu değişimi fark etmişti. "Tam olarak öyle değil. Ravesna Omena'ya bağlı değildir. Fakat bu tanrı ve tanrıçaların hayatımızda ve kültürümüzde önemli bir yeri vardır. Onları Omena'nın yarattığına inanmıyoruz. Onlar başından beri vardı." Yaman bu açıklamadan pek etkilenmemişti.
Korkut, "O sapkın inanç için ayinler de yapıp bebekleri kurban ediyor musunuz?"diye sordu sertçe. Kraliçenin kaşları çatıldı.
"Bebekleri kurban etmek mi?"dedi hayretle. Gerçekten şaşırmıştı bu düşünceyle. "Asla! Bebekler en masum, en saf, en narin olarak dünyaya gelmiştir. Bir bebeğe el uzatmak ömür boyu azap dolu bir lanet demektir bizim için."
Korkut, "İlginç. Omena'ya yapılan onca kanlı ayini duyduktan sonra sizin bu tanrıları kendinize oyuncak etmeniz pek inandırıcı gelmedi."
Kraliçenin yüzü gerilmişti. İnancına böyle laf edilmesi onu rahatsız etmiş olmalıydı. "Biz ve Tipkos bu tanrı ve tanrıçaları diğer Omena ülkeleri gibi görmüyoruz Hanzade Korkut. Onlar bu inançta sapkınlığa düşmüş olabilir fakat biz doğru dualarla tanrılarımız ve tanrıçalarımızdan çok güzel karşılıklar alırız. Onlar Omena'ya tapar, biz ise tanrılara ve tanrıçalara..."
Korkut öfkeyle soludu. "Neyse."dedi ve yumruk yaptığı elin gevşetmeye çalıştı.
Yaman, "Siz lafı nereye getirmek istemiştiniz Kraliçe?"
Kraliçe, "Dün gece bir müddet yağmurun çiselediğini gördüm. Bu da bana kendi törenimizi hatırlattı. Eğer izniniz olursa törenimizi sizin sarayınızda gerçekleştirerek sarayın bolluk ve bereketle dolmasını, belaların def edilmesini sağlamak isterim."
Yaman'la birbirimize baktık. Bir dansın ne sakıncası olabilirdi ki? "Pekala. Hatunlarınızın kabiliyetlerini görelim bakalım."dedim. Memnuniyetle gülümsedi. Siyah saçlarını örgülerle arkasında toplamıştı. Yeşil bir elbise giymişti bugün. Koyu gözlerine kalın sürme çekmişti.
"Memnun kalacaksınız Müge Hanım."dedi gülümseyerek.
Öğleden sonra odama geçtim. Bengü ve İdil yanımdaydı. Kızlarla biraz sohbet etmek güzel olacaktı. Torunlarım kenarda oyun oynuyordu. İdil onları izlerken arada gülümsese de yüzündeki ifadeden canının bir şeylere sıkıldığını görebiliyordum.
"Güzel kızım, canını sıkan bir şey mi var?"diye sordum. Bana döndü. Başını iki yana salladı. "Hala geçen gün olanlara mı sıkılıyorsun?"
"Yok, atlattım. O gün epey endişelenmiştim fakat sonra geçti."
"Peki canını sıkan ne? Seni uzun zamandır tanıyorum. Her mimiğinin ne anlama geldiğini anlayacak yaştayım."
Derin bir iç çekti. "Sizin de canınızı sıkmak istemem Hanımım. Benimki basit bir kuruntu sadece."
"Biz seninle anne kız olamadık mı hala İdil'ciğim?"dedim gülümseyerek. "Dertlerini benimle paylaş ki hemen sorunu çözelim."
"Bu çözülebilecek bir şey değil Hanımım. Benim aşamadığım bir şey."
Kaşlarımı çattım. "Seni böyle düşüncelere sürükleyen ne olabilir ki?"
"Kızmayın lütfen."dedi üzgünce. "Canımı sıkan şey Gökben Hatun."dediğinde hayretle bakakaldım.
"Güzel kızım o hatunun kaçışının üstünden yıllar geçti. Kimse ondan bir haber almadı. Kim bilir o korsanla nerelerde ne hayatlar yaşıyor. Neden senin için sorun oluyor anlamıyorum."
"Dün sabah Handan Suna'yla karşılaştık koridorda. Canımı sıkan bir takım şeyler söyledi. Korkut'a tekrar o kızı hatırlattı. Ve hala bir bebeğim olmamasından dem vurdu."
"Densiz kadın!"dedim öfkeyle. Bir kadın olarak nasıl başka bir kadına böyle bir ithamda bulunabilirdi. "Dora Hanım'ın kızı neticede değil mi? Anası gibi çocuk sayısına takacak!" Ellerini tuttum sıkıca. "Senin bir varisin var. Balamir senin bu hanlıktaki eserin. Bunu sakın aklından çıkarma. Zamanı geldiğinde pek çok evladın olacak. İçini ferah tut."
"Yine de canım sıkıldı işte."
"O hatunun da zihnini ele geçirmesine izin verme. Bitti gitti. Korkut'un Baş Zadeseni sensin! Bunu unutma! Yedi Gürgen Sarayı'nın küçük hanımı sensin!"dedim gözlerinin içine bakarak. Gözleri bir nebze olsun rahatlamıştı şimdi.
"Sözlerinizle içimi ferahlattınız Hanımım. Teşekkür ederim."
"Anneler bugünler için vardır."dedim gülümseyerek.
Yanıma gelen Balamir'i kucağıma aldım. Koyu saçları kıvır kıvırdı. Yaman'ın saçlarını almıştı. Kahverengi gözleri merakla bana bakıyordu. Küçük ellerini ellerimin içine aldım. Uzun zaman olmuştu çocuk sevmeyeli. Çocuk kokusu huzur kokusuydu. "Aslan torunum."dedim. Doğan ve İmge'yi de çağırdım yanıma. Hepsi kucağımda bir yer buldu ve sıkıca sarıldım onlara. Hayat aileyle güzeldi işte. Evlatlarım, torunlarım olmasa bu hayat tatsız olurdu.
Kızlar gittikten sonra biraz kendimle başbaşa kaldım. Güzel bir kahve içtim. Ravesna kahveleri gerçekten lezzetliydi. Kraliçenin cömert hediyelerindendi kahve. Gül lokumuyla ağzımı tatlandırıp kitap okumak üzere cam kenarındaki koltuğuma yerleşmiştim ki kapım çaldı. Gel dememle Sena göründü. "Hanımım, Handan Suna geldi. Sizinle görüşmek istiyor."
"Al, gelsin. Bakalım ne diyecek."dedim ve kitabımın arasını defne yaprağıyla işaretleyip kapattım. Önümdeki koyu renk ahşap masaya bıraktım. Suna içeri girdi. Önümde reverans yaptı. "Birlikte kahve içelim derdim ama ben çoktan içtim. İstersen sana da söyleyeyim bir Ravesna kahvesi."
"Çok kalmayacağım. Gerek yok." Önümdeki diğer koltuğa oturmasını işaret ettim. Koltuğa geçti. "Yaman'la görüşecektim fakat kurultay toplantısına girmiş. Kutlama süresince toplanmayacaklar sanıyordum."
"Öyleydi ama bazı meseleler olmuş. Konuyla ilgili hızlı bir görüşme ayarladılar hazır tüm danışmanlar saraydayken."
"Konu neydi?"
"Hayret, nasıl haberin olmaz?"dedim imayla. "Hasbükan'da işler kızışmış. Sana da adamların yakında bir rapor getirir. Öğrenirsin." Gönderdiğimiz birlikleri geri çekmeye karar vermiştik. Alkan Han isyanın kontrolünü iyice kaybetmişti. Vaziyet böyleyken adamlarımızı bir hiç uğruna kaybetmeyi göze almak istemiyorduk.
"Her neyse. Bugün sarayıma dönmek istediğimi söylemek için gelmiştim. İzniniz olursa evime gideceğim. Bu kutlama bana fazla geldi. Baş ağrım her gün artıyor ve kutlamalar benim için dayanılmaz hale geliyor. Dinlenmeye ihtiyacım var."
Kaşlarım havalandı. Dudaklarım büzüldü. "Saraya gelirken izin alma ihtiyacı duymuyorsun zaten. Gidişin için de onaylı bir belgeye ihtiyacın yok sanırım."dedim. "Gidebilirsin." Gitmesi her daim iyiydi. Onun bu sarayda dolaşmasına katlanamıyordum.
"Yaman'a neden gittiğimi açıklarsan sevinirim."dedi ve ayağa kalktı. Gitmek üzere hareketlenmişti ki,
"Handan Suna,"dedim mesafeli bir tonla, bana döndü, "yaş almak insana biraz olgunluk katar. Yaşı ilerledikçe insan durulur. Neden sen bu yaşına rağmen hala genç bir hatunla uğraşıyorsun? Gücün, saygıda kusur etmeyecek bir hatuna mı yetiyor anca?"
Kaşları çatıldı. "Ne demek istediğini anlamıyorum."
"Ben de senin ne yapmak istediğini anlamıyorum." Ayağa kalktım. Onunla karşı karşıya gelecek şekilde yanına yaklaştım. "Bir daha senin oğullarımın hiçbir hatununun yakınında olduğunu duymayacağım."dedim gözlerinin içine bakarak. "Bir karın ağrın varsa gelir bana söylersin. Kızın yaşında hatunlarla laf yarışına girmezsin."
"İdil beni sana şikayet etmiş belli."dedi umursuzca. "Kaç yılı sarayda geçti hala alışamadı bazı şeylerle kendi başına mücadele etmeye."
"Bir kadın olarak başka bir kadının doğurganlığı hakkında yorum yapmak kadar acınası bir hareket daha yok."
"Doğruya doğru ama."
"Önce iki yıldır evli olduğu halde kucağına bir bebek alamayan kızına bak öyleyse."
"Burçin'in tahta varis doğurmak gibi bir görevi yok."
"İdil görevini yaptı zaten. İyi ki erkek doğurmuş. Bir de kız doğursa dilinden hiç düşmezdi herhalde. Tıpkı annen gibisin."
Suna hızlıca soluk alıp verdi. "Azarlaman bittiyse gidiyorum."
"Git tabi."dedim kapıyı göstererek. Kapıya doğru hareketlendi. Çıkmadan önce aklıma takılan son mevzuyu açtım. "Senin gibi hırslı biri nasıl oldu da o işe yaramaz hatunun peşine düşmedi hayret doğrusu." Olduğu yerde durdu. Topuğunun üstünde döndü. "O kadar emek verdiğini söylüyordun. Öylece izledin gidişini."
Yüzüne alaycı bir gülümseme yerleştirdi. "Eh, senin de dediğin gibi işe yaramazdı. Onca emeğimi nankörce itip bir korsanın peşine düşmesi de bunun en büyük kanıtı. Daha itaatkar hatunlar varken neden onunla vakit kaybedeyim ki?"
"Daha itaatkar hatunlar? Hala oğullarımın haremine burnunu mu sokmaya çalışıyorsun?"
"Bu konuda söyleyecek bir şeyim yok Müge Hanım."
"Oğullarıma göndereceğin her hatunun kellesini evine yollarım Suna! Bunu aklından sakın çıkarma!"
"Size iyi günler Müge Hanım."dedi ve tekrar reverans yaparak odamdan çıktı.
Hesapçı kadın! Gene sinirlerimi alt üst etmeyi başarmıştı işte! Hala planlarına devam ediyordu. Suna asla durulmayacaktı. Başımıza büyük bir bela sarmadan rahat etmeyecekti.
Kapımı açtım. Sena ve Gülçin hızla bana döndü. "Bana Asya'yı bulun."
Odama geçtim. Sakinleşmem zaman aldı. Asya geldiğinde kucağı evrak doluydu. "Bu elindekiler nedir Asya?"
"Harem hatunlarının talepleri. Odama bırakamadan sizin çağırdığınızı duyunca hemen geldim."
"Masamdaki kaseye bırakabilirsin." Asya kağıtları oraya bıraktı. "Herkes evlenmek mi istiyor?"dedim gülerek.
"Genel olarak evet. Özellikle otuzunu geçenler."
"Eh, hakları var. Hala han yüzü görmeyenler var aralarında. En azından onları birileriyle baş göz edebiliriz. Ama şimdi değil." Derin bir nefes aldım. Suna'nın densizliğini anlattım kısaca. Gözlerini devirdi.
"Handan Suna her zamanki gibi hanımım. Canınızı sıkmak için söylemiş belli. Hala yetiştirdiği hatunlar olsaydı çoktan ortaya çıkarmaz mıydı?"
"Belki başka uygun zamanları kolluyordur."
"Boşverin siz onu. Sizin hükmünüz daim olacak bu belli. Soy sizden devam edecek. Ne yaparsa yapsın bunu değiştiremez. Boş yere canınızı sıkmasına izin vermeyin."
Derin bir nefes aldım tekrar. Sinirlendikçe ciğerlerim daralıyordu yıllar geçtikçe. "Haklısın. Canımı sıkmamam lazım." Gözlerim dışarıya gitti bir süre. Asya'ya döndüm. "Toygar ve Belgin geldi mi?"
"Çoktan geldiler hanımım. Hatta Hanzade Toygar, Hanzade Korkut ve Ulaş Bey kurultay toplantısına girdiler."
"Yaman'ın hanzadelerimizi kurultaya alması iyi olmuş. Neyse. Şu Belgin'in olayı ne Asya?"
Somurttu. "Tipik bir handan işte hanımım. Hasbükan meselesi netleşse de hatunun akıbeti belli olsa artık."
"O kadar mı bıktırdı?"
"Bıktırmak sayılmaz da biraz şımarık. Kendince tedbirli olduğunu iddia ediyor fakat bizim işkızlara kan ağlatıyor."
Gözlerimi devirdim. "Onun Toygar'la arkadaşlığı beni rahatsız ediyor. Başta Toygar'ı bu konuda teşvik etmiş olabilirim fakat misafir ağırlamaya alışsın diye yapmıştım bunu. Birlikte at sürmeye çıkacak hale gelmeleri için değil."
"Ne diyebilirim ki Hanımım? Hanzademiz genç ve yakışıklı. Hatunların dikkatini çekiyor. Handan Belgin de gözlerini ondan alamıyor."
"Almak zorunda kalacak!"dedim tek seferde. "O hatuna dikkat edin Asya. Hasbükan meselesi sonuca erdiğinde onunla ilgili bir karar vereceğiz."
Yine hareketli geçen bir günün akşamında akşam yemeği için hazırlanıp odamdan çıktım. Artık kalabalığımız azaldığı için yemeği bahçeye değil büyük salona hazırlatmıştım. Masadaki yerimi aldığımda Yaman çoktan gelmişti. Hemen yanında Bengü oturuyordu. Yüzlerindeki gülümsemeye bakılırsa eğlenceli bir konu hakkında konuşuyorlardı.
Yerimi aldığımda Yaman gülümseyerek elimi tuttu. "Hoş geldin ruhumun gülü."
"Hoş buldum sebebi varlığım."diye yanıtladım onu. Elimi dudaklarına götürdü ve küçük bir öpücük bıraktı.
Herkes toplandıktan sonra yemek servisi başladı. Toygar ve Belgin'in neşeli sohbeti dikkatimi çekti gene. Güya Korkut, İdil ve Ulaş da sohbete katılıyordu falan Belgin'in Toygar'a bakışları ortadaydı. Genç kızın gözleri parlıyordu resmen. Toygar ise ona pek yüz vermiyor gibi gözükse de çapkın gülüşü dudaklarındaydı.
Kraliçe Ahilia hala aramıza katılmamıştı. "Kraliçe bu gece ayrı yiyecek galiba. Dans gösterisini izlemeyecek mi?"diye sordum ortaya.
Yaman, "Dans hazırlıklarıyla ilgilenecekmiş."diyince imalı bakışlarla ona döndüm. "Toplantıdan sonra koridorda karşılaştık. O sırada söyledi."dedi hızla.
"Hangi koridormuş bu?"
"Büyük bahçeye çıkan koridor."
"Kurultaydan sonra odana geçtiğini sanıyordum."
Yerinde rahatsızca kıpırdandı. "Biraz bahçede yürümek istemiştim. Kraliçe de o yana gidiyormuş."
"Yani birlikte bahçede dolaştınız."dedim tek seferde. Elimi hızla çektim elinden.
"Kalbimin yegane sahibi, sadece kısa bir yürüyüştü. Benden kütüphaneye giriş izni istedi. Ben de misafir izin belgesi hazırlatabileceğimi söyledim."
"Ne kitap aşkıymış bu böyle. Altınhisar'a yollasaydık da gözü kitaba doysaydı."dedim ve önüme döndüm. Bu durum hoşuma gitmemişti.
Yemekten sonra tatlılar da dağıtıldığında gösteriler için orta alan boşaltıldı. Kraliçenin maiyetindeki esmer kişiler çalgılara yerleşirken bazıları Ravesna'ya özgü yaylı ve üflemeli aletlerini getirmişti.
"Bakalım Varuna ve Rigveda için ne yapacaklar."dedim sessizce. "Kraliçe hala aramıza katılmadı."
Bengü, "Belki dansçılar çıkarken gelecektir. Ya da yandan izleyecektir."
"Her neyse."
Herkes meraklı gözlerini hazırlık yapanlara dikmişti. İlk defa farklı bir ulusun gösterisi sergilenecekti sarayda. Merak ediyor olmalılardı.
Ravesnalı dansçılar siyah kumaş üstüne kırmızı tüllerle süslü kıyafetleriyle yerlerini almıştı. Bedenleri kapalıydı. Sadece kolları ve çıplak ayakları ortadaydı. Salık saçlarından kırmızı telli süsler sarkıyordu. Gözlerinde ise siyah maskeler vardı.
Ravesna'nın yaylı ve üflemeli çalgıları başladı. Buna bizim udun ve teflerin sesi eklendi. Hoş ve oynak bir melodi başladı. Kızlar değişik şekiller alarak yer değiştirerek aynı hareketleri yapıyorlardı. Kollarından sarkan tüllerle oldukça zarif görünüyorlardı.
Sonra müziğin ritmi hızlanır gibi oldu. Tef sesi kulakları doldururken kapıdan kırmızı kıyafetleri içinde yüzünü siyah tülle örten bir kadın girdi. Onu da siyah kıyafetli bir erkek takip etti.
Kadın arkasını dönerek durduğunda kıyafetinin yarım üst, ve altındakinin derin yırtmaçları önümüze serilmişti. Diğer dansçıların aksine onun tülleri siyahtı. Yine de teni görülüyordu. Erkek ise tamamen siyah giyinmişti. Sadece belindeki kuşak kırmızıydı.
Üflemeli çalgı başlarken kadın kollarını iki yana açtı ve bir yılan gibi dalgalandırmaya başladı. Siyah tül de buna uygun olarak uçuşuyordu. Erkek kadının belinden kavradı ve havaya kaldırarak bir tur etrafında döndürdü. Kadın sıkıca dururken bedenini hafifçe yere indirdi. Adamın elleri kadının omuzlarından ellerine doğru ilerledi ve siyah tül çözülüp yere indi dalga dalga. Bu noktadan sonra kalça hareketleriyle devam etti dansına.
Erkek öne çıkıp sırtını kadının sırtına dayadı. Diğer kızlar da peşlerine dizildi. Şimdi kolların dansı başladı. Büyük bir ahenk içinde hareket ediyorlardı. Yavaş yavaş kadın öne dönmeye başlayıp kırmızı peçeli yüzü bize bakınca karşımda Kraliçe Ahilia'yı görmeyi beklemiyordum.
Başka kimse de bunu beklemiyor olmalı ki herkes fısır fısır konuşmaya başladı. Bengü hayretle bana döndü.
Hareketler her geçen an bereket dansı olmaktan uzaklaşıyor kışkırtıcı bir hal alıyordu. Kraliçe ellerini önünde birleştirdi, kalçasını iki yana sallandırırken elleri omuzlarına indi. Parmaklarının bir hamlesiyle kollarını kaplayan kırmızı kumaşlar usul usul yere serildi ve çıplak kolları ortaya çıktı. Herkes pür dikkat onu izliyordu.
Siyah kıyafetli dansçı kızlar kraliçenin bedenine kapanıyor, erkek dansçı hepsini geri itiyordu. Bir süre Kraliçeyi diğer dansçılardan koruyarak geçti. Sonra hepsiyle dans eşliğinde savaşır gibi yaptı. Kızlar tek tek yere serildiğinde ayakta sadece Kraliçe ve adam kalmıştı. Adam kraliçeye yaklaşmak istediğinde bu defa yerdeki kızlar bir anda ayağa kalktı ve adamın üstüne atılarak onu aralarına aldılar. Tekrar yere serildiklerinde ayakta sadece Kraliçe vardı.
Tek oyununa başladı. Sürmeli koyu gözleri dikkatle üstümüzdeyken göğüslerinin ortasındaki altın tokayı da çözdü ve siyah bir tülün ardından görünen göbeğini meydana serdi. Ellerini kalçalarına indirip oradaki başka tokaları açınca bacaklarını kaplayan kırmızı ipekler de yere indi ve bacaklarını kaplayan siyah tül ortaya çıktı. Arkasını dönüp hareketlerine devam ederken omzunun üstünden Yaman'a bakıyordu.
Başımı onaylamaz bir şekilde iki yana sallarken göz ucuyla Yaman'a baktım. Yüzünde erkeklere has o gülüş vardı. Kesinlikle bu dansı hoş bulmuştu.
Bengü, "Kraliçe kraliçe değil eğitimli bir harem dansözüymüş meğer."dedi alayla gülerek. Bu gülüşe sadece İdil eşlik etmişti. Ben ifadesiz kalmıştım.
Dans bitip Kraliçe yere çöktüğünde salondakiler sessizce bakıyordu. Hepimizin nutku tutulmuştu. Böyle bir dans anca Han'ın odasına özel olabilirdi çünkü. Ravesna gelenekleri bizi biraz aşmıştı.
Kalın sürmeli koyu gözleri Yaman'ı bulduğunda peçesini indirdi. Yüzünde hoşuma gitmeyen bir gülüş vardı. Başka iki hatun kırmızı bir pelerinle yanına geldi ve pelerini Ahilia'nın üzerine bıraktı. Ahilia pelerine sarılarak yanımıza yaklaştı.
"Maharetli hatunmuşsun."dedim yüzümde gülümsemeyle. Gülümseyerek bana baktı.
"Beğenmenize sevindim." Yaman'a döndü. "Siz ne düşünüyorsunuz Yaman Han?"
"Daha iyi danslar görmüştüm." İmalı bir şekilde Yaman'a döndüm. Gözleri Ahilia'daydı. Sonra salonu izledi bir süre. "Yine de Varuna ve Rigveda temasını daha öne çıkarsanız dansınız daha anlamlı olurdu. Bolluk ve bereket deyince daha geleneksel bir dans beklemiştim. Aspargon hareminin sizi etkilediği aşikar." Pekmezli kayısı hoşafından birkaç yudum aldı.
Ahilia yanakları kızararak yakınımıza bir yere oturdu. Yaman ise gençlerin yanına gitti. Oğulları ve kardeşiyle sohbete başladı. Ahilia'nın gözlerinin hala Yaman'ın üstünde kalması canımı sıkmıştı. Sonra bana döndü. "Dansı beğenmedi mi?"
"Dansı Yaman Han için mi yapmıştınız?"diye sordum mesafeli bir tonla.
"Hayır tabii ki. Ben sarayınıza bolluk ve bereket gelmesini istedim sadece."
"Sarayımızda bolluk ve bereket eksik olmuyor, içinizi ferah tutun. Sadece bizim için bu tür danslar çok farklı sayılmaz. Sadece misafirlere sergilerken danslarımızın türü biraz daha değişiyor."
"Şaşırdım."dedi gerçekten şaşkın bir ifadeyle. "Bizde ise misafirin rütbesine göre dansın özel olması daha mühimdir."
"Kültür farklılığı işte. Orada öyle, burada böyle. Her neyse."
Konu değiştiğinde biraz daha sakinleşmiştim. Fakat misafirlerimizin bu dansı önümüzdeki on yıl hatırlayacağı belliydi.
Yemekten sonra odamıza çekildiğimizde Yaman'ın bu gece beni yanında görmek istediğini söyledi Asya. "Han'ım çağırmışsa hazırlığa başlayalım o zaman."dedim ve hamamı hazırlattım.
Hazırlığa başlayacağım sırada Sena girdi odaya. "Hanımım,"dedi yüzünde bıkkın bir ifadeyle. "Handan Belgin geldi. Sizi görmek istiyormuş." Kaşlarım çatıldı. Bu nereden çıkmıştı?
"Ne istiyormuş? Meşgul olduğumu bilmiyor musun?"
"Biliyorum. Kendisine de söyledim. Fakat ısrar etti. Çok önemliymiş."
Gözlerimi devirdim. "Gelsin. Fakat kısa kesmesi için uyar." Başıyla onayladı ve çıktı. Bir süre sonra kapılar tekrar açıldı ve Belgin içeri girdi. Yüzü kireç gibiydi. Gözleri kızarmıştı. Önümde reverans yaptı ve konuşmaya başladı.
"Desteğinizi çektiğiniz doğru mu?"dedi direkt konuya girerek. Hasbükan meselesini duymuş olmalıydı.
"Bunu sormak için mi geldin Handan Belgin?"
"Evet. Doğru mu?" Cevap vermedim. "Neden? Han babam sizin dostunuz değil miydi? Hanım annem size sık sık yazmıyor muydu? Nasıl onlara sırt çevirirsiniz? Siz güçlü bir hanlıksınız. Amcamın isyanına son verebilirsiniz."
Ülkesi için endişelendiğini görebiliyordum fakat bir yönetici gibi düşünmüyordu. "Duruma müdahale edebilir miyiz? Evet. İsyanı durdurabilir miyiz? Evet. Peki biz bunu yaptığımızda Alkan Han bizim boyunduruğumuz altına girmeyi kaldırabilir mi? Bize bağlı bir han olarak anılmayı kabul eder mi? Hayır." Belgin gözleri büyüyerek bana bakıyordu. Karşılıksız bir yardım mı hayal etmişti gerçekten. "Ülkeler böyle yönetiliyor işte Handan Belgin."
"Ama bir şey yapmanız gerekmez mi?"
"Bir şey yaptığımızda sana ortaya çıkacak sonuçları söyledim. Hasbükan bağımsız bir hanlık olarak kalmaya devam etmeli."
"Bunun anlamı han babamın kaybetmesi olsa bile mi?"dedi sesi titreyerek.
"Bu han babanın sorunu. Her ülke kendi iç karışıklığını kendi çözmek zorundadır. Her isyanda komşu ülkeden yardım istenecekse bağımsız olduğunu iddia etmek aptalca olur."
"Han babam Melbros isyanlarında size yardım ediyordu!"diye bağırdı.
"Biz de Gerbena ve Tipkos isyanlarında Alkan Han'a yardım ediyorduk! Bu yardımlar karşılığında aramızda sık sık toprak alış verişleri olmuştur. Kim kime boşa yardım edecek sanıyorsun?"dedim sertçe. Gözyaşları yanaklarından süzülmeye başladı. "Odana dön Handan Belgin. Ulu Tanrı'ya dua et. Dua et ki baban isyanı bastırsın."
"Peki ya bastıramazsa? Bana ne olacak?"Diye fısıldadı gözlerini silerek.
"Bunu o zaman düşünürüz. İşlerim var."dedim ve Sena'ya seslendim. Belgin'i odasına götürdü ve hamam için son hazırlıkları ayarladı.
Geceyi Yaman'la geçirdim. Ertesi sabah ise tekrar hamama gittik erken vakitte. Yaman'ı güzelce yıkadım. Yarasındaki bandajlara olabildiğince dikkat ettim. Bu geçmeyen yara canımı sıkıyordu. Omzuna bir öpücük bıraktım. "Neden yaranla benim ilgilenmemi istemiyorsun?"
Elimin üstüne elini koydu. "Olan oldu Müge. Senin yapabileceğin bir şey yok. Hekimler yaranın büyümesinin önüne geçmeyi başardı en azından."
"Ama hala iyileşmiyor!"
"Hekimler bunun için de uğraşıyor, içini ferah tut." Derin bir iç çektim. Boynunu öptüm.
"Sana bir şey olma ihtimali içimde nasıl bir ateş yakıyor farkında değilsin."dedim. Yanına oturdum. Saçlarımı omzumun gerisine attı.
"Benim içim rahat. Hanlığımı emin ellere bırakıyorum. Korkut'u bu yükte yalnız bırakmayacağını biliyorum. Kendi düzenini oturtana kadar elini onun üstünden çekmezsin." Yüzümü okşadı.
"Lütfen böyle şeyler söyleme. Daha çok yıllarımız olacak." Acı bir şekilde gülümsedi. Yaklaştı ve dudaklarıma küçük bir öpücük bıraktı.
"Sen yanımda olduğun müddetçe ömrüm kısa olmuş uzun olmuş hiç önemli değil. Orman gözlerin bana böyle bakarken hiçbir şeyden korkmam ben."dedi ve bu defa daha yoğun bir şekilde birleşti dudaklarımız.
Kutlamamın son günü saraydaki yoğunluk epey azalmıştı. Bu defaki telaş misafirlerin evlerine dönüş hazırlığı içindi. Bazıları gün içinde ayrılmıştı saraydan. Bazıları gece yola koyulacaktı. Yarına pek kimse kalmayacaktı. Kraliçe Ahilia yarın öğlen yola koyulacaktı. Ülkesine dönüyordu nihayet.
Kahvaltıda Handan Belgin yoktu. Dün gece yaşananlardan dolayı kendini odasına kapatmıştı demek. Ben ona gerçekleri söylemiştim. Diğer yandan Toygar'ın durgunluğu da dikkatimi çekmişti. Korkut ve Ulaş'la sohbet ediyor gibiydi fakat kafası başka yerdeydi.
Yemekten sonra Toygar masadan erken kalktı. Ben de peşinden gittim. Kendi odasına giden koridoru geçmiş güney kanadına giden koridora doğru ilerliyordu. "Toygar."diye seslendim. Merdivenlere gelmeden durdu. Bana döndü.
"Bir şey mi oldu hanım annem?"diye sordu.
"Bu tarafta ne işin var?"
"Bahçeye çıkacaktım."
"Bahçe koridorunu geçeli çok olmadı mı?" Bir süre duraksadı karşımda. "Handan Belgin ile aranızda ne var?"
"Handan Belgin mi?"dedi hızla. "Ne olabilir aramızda? Misafirimizle ilgilenmemi söylemiştin. Ben de ilgileniyorum. Zaten yakında gitmeyecek mi?"
Alayla güldüm. "Han babanla girdiğin kurultay toplantısını iyi dinlemiş olmalısın. Detayları handana anlattığına göre." Handan Belgin bir gün içinde alınan kararı Toygar dışında kimseden öğrenemezdi. "Yaptığının yanlışlığının farkında değilsin hala. Hanlığımızdan olmayan birine kurultay toplantımızın detaylarını sattın."
"Detaylarını satmak mı? Bu nasıl bir itham?" Birden hiddetlenmişti.
"Buna satmak denir!"dedim sertçe. Öfkeyle soluyordu şimdi karşımda.
"Ülkesinde yaşananları bilmek hakkı."
"Evet, ülkesinde yaşananları bilmek hakkı. Bizim ülkemizde alınan kararlar ise onu alakadar etmez!"
"Bütün gün yüzüne bakıp her şey harika ilerliyormuş gibi mi yapsaydım? Bizim desteğimizi sorarken her şeyi bile bile yalan mı söyleseydim?"
"Hiçbir şey söylemeyecektin. Ona rapor vermek sana mı kaldı?" Gözlerindeki öfke had safhaya çıkmıştı şimdi. "Handanın buradaki günleri sayılı. Bunu sen de biliyorsun. Arkadaşlığının dozuna dikkat et."
"Arkadaşlığımın dozunda hanlığıma zarar verecek hiçbir şey yok hanım annem. İçiniz rahat olsun."dedi ve hızla yanımdan geçip bahçeye açılan kısa koridora saptı.
Başımı onaylamaz bir şekilde iki yana salladım. Önümüzdeki günlerde Hasbükan'ın gidişatı belli olurdu. O zaman Handan Belgin'in akıbetine de karar verecek onu saraydan gönderecektim. Alkan Han bir mucize yaratırsa ne ala, kız ülkesine geri döner, handan ünvanı daim olurdu. Fakat Alkan Han kaybederse bu rütbesi de elinden alınırdı. Belgin Hatun olarak anılırdı.
Odama döndüğümde Asya'dan misafirlerimizin son durumunu öğrendim. Dönüş için pek çoğu hazırlanmıştı ve sırayla ayrılıyorlardı saraydan. Kraliçenin kütüphanede olduğunu söyleyince alayla güldüm. "Gitmeden önce kitaplarımızı incelemesi şarttı."diye söylendim.
"Yaman Han istediği üç kitabı alabileceğini söyledi. Karşılığında bize Ravesna tarihiyle ilgili üç kitap gönderecek."
"Yaman ve pazarlık isteği... Neyse. İstediği kitabı alsın ve sonsuza dek gitsin."
"Az kaldı hanımım. Yarın Kraliçeden ve sivri dilinden kurtuluyoruz." Güldüm.
Nihayet ertesi gün gelip kahvaltı bittiğinde Kraliçe son hazırlıklar için odasına çekildi. Kafilesi son iki gündür yoğun bir hazırlık yaptığı için eşyaları çoktan taşınmıştı. Bugün için birkaç parça eşyası kalmıştı sadece. Biz hala büyük salondaydık. Yaman'ın elini tuttum. "Bu kutlamanın da altından kalktık."dedim yüzümde gülümsemeyle.
"Senin elinin değdiği bir şeyin güzel olmaması mümkün mü?"dedi gülümseyerek. Fakat yüzünde bir donukluk vardı.
"Canın bir şeye mi sıkıldı Yaman?"diye sordum usulca.
Derin bir nefes aldı. "Bugün sırtım biraz ağrıyor. O canımı sıktı sadece."
"Hekimlere söyleyelim ilgilensinler."
"Bir baksınlar bakalım."dedi ve rahatsızca kıpırdandı.
Kraliçenin maiyeti hazır olunca vedalaşmak üzere büyük salona geldiler. Geldiği gibi kırmızılar içinde gidiyordu Kraliçe. Ellerini karnının üstünde birleştirmiş veda cümlelerini kuruyordu. Son olarak, "Bir gün ben de sizi Ravesna'da ağırlamak isterim."dedi.
"Belki bir gün geliriz."dedim. Kraliçe başıyla ikimizi de selamladıktan sonra büyük salondan ayrıldı. Maiyetin Altınova'dan ayrıldığını duyduğumda rahat bir nefes aldım.
Birkaç gün sonra Bengü ve Korkut'un da ayrılma zamanı gelmişti. Toygar ve Korkut ayrılmak istemiyor gibi sıkı sıkı sarılıyordu birbirine. "Sonraki gelişimde daha güçlü göreceğim seni."dedi Korkut kardeşinin suratını avcunun içine alarak. "Sen Asperan Hanzadesisin. Tüm hanzadeler gibi gücünle anılacaksın."
"Bir dahaki görüşmemizi sabırsızlıkla bekleyeceğim abi."dedi Toygar. Yüzünde hüzünlü bir ifade vardı. Yeğeni Balamir'i de kucağına aldı ve havada döndürdü. "Kıvırcığım benim."diyerek sıkıca sarıldı. Saçlarını karıştırdı.
"Amca. Amca. Sen de gel."dedi Balamir çocukça bir dille. Ellerini Toygar'ın yanaklarına koymuş tüm gücüyle sıkıyordu. Birden geriye gidip başını yanağına yapıştırdığı gibi dişlerini geçirdi. Toygar acıyla ah derken Korkut Balamir'i zor ayırdı. Sonra hepimiz gülüştük.
"Seni seni. Beni mi yiyeceksin bir de."dedi Toygar. O da hafifçe kolunu ısırdı. "Mmm sen daha tatlıymışsın."deyip gıdıklamaya başladı. Balamir'in şen kahkahaları bahçeyi doldurdu.
Sonra Doğan ve İmge'ye yöneldi Toygar. "Siz ısırmayacaksınız değil mi?"dedi temkinle.
"Hayır dayı!"dedi ikisi de bir ağızdan.
"Gelin bakalım buraya."diyerek yere çöktü ve kollarını açtı. İkisi de koşup Toygar'ın kucağına atıldı. Sıkıca sarıldılar. "Biraz daha büyüdüğünüzde ablamı bırakın ve saraya gelin."dedi muzipçe sırıtarak.
"Geliriz tabi."dedi Doğan heyecanla. İmge neşeyle ellerini çırptı.
İdil yanıma yaklaştı. Ellerimi uzattım. Elimi tuttu. Gözlerinin içine baktım. "Konuştuklarımızı unutma güzel kızım."dedim gülümseyerek.
"Unutmam Hanımım."dedi ve ayrıldık.
İdil ve Bengü kendi arabalarına bindiler. Korkut da atına yerleşti. Ulaş ve Toygar da atlarına binince şehrin sınırına kadar beraber gideceklerini anlamıştım.
Odama geçtiğimde kendimi koltuğa bıraktım. Bütün yorgunluklar ailemle geçirdiğim bu dolu vakte değerdi. Artık tam anlamıyla biz bize kalmıştık sarayda. Üç sene sonra Toygar da gidecekti. Yaman ve ben kalacaktık. Sonrasını düşünmek istemiyordum. O günlere hazır değildim.
Birkaç gün sonra Asya telaşla odaya girdi. Hızla doğruldum oturduğum koltukta. "Bir şey mi oldu Asya? Ne bu telaş?"
"Hasbükan'dan haber geldi hanımım."dedi ve elindeki ruloyu bana uzattı. Hızla okudum yazılanları. Hızla yazıldığı belli olan mektupta gittikçe çarpık hale gelen yazılar gözyaşlarıyla dağılmıştı yer yer. Fakat mektubun ne dediği belliydi.
"Aygül Hanım'dan."dedim önce. "Alkan Han isyanı bastıramamış. Öldürülmüş. Kendi ve Hanzade Çağrı'nın akıbeti ise belli." Derin bir nefes aldım. Asya'ya çevirdim bakışlarımı. "Kızını bize emanet etmiş. Bu durumda Akın Han Handan Belgin'in iadesini talep etse bile veremeyiz. Çaresiz bir Hanım'ın son isteğini hiçe saymak bize yakışmaz."
"Ne yapacaksınız peki?"
"Belgin Hatun'un en kısa zamanda uygun bir beyle evlendirilmesini sağlayacağım. Aksi mümkün mü?"
"Soruşturmaya başlayayım mı?"
"Yarından itibaren başla. İyi biri olsun Asya. Zavallı kızın yeni hayatı onun için yeterince zor olacak. En azından eşi düzgün biri olmalı. Ona verebileceğim en iyi şey bu."
Asya başıyla onayladıktan sonra odadan çıktı. Aygül Hanım'ın son mektubunu tekrar açtım. Muhtemelen ikisi de çoktan idam edilmişti. Hasbükan'da isyanı kaybeden tarafın tüm ailesi idam edilirdi. Kundaktaki bebekler bile. Akın Han'ın da diğer Hasbükan hanlarından farkı olacağını düşünmüyordum.
Ne acı bir sondu. Bu mektup bana yıllar önce yaşadıklarımızı hatırlatmıştı. Yiğit çıkardığı isyanı başarıya ulaştırsaydı biz de benzer bir sonla karşı karşıya kalacaktık. Yiğit beni ve kızlarımı bağışlardı belki ama Yaman ve oğullarımın hiçbir şekilde şansı olmazdı.
Sonuç olarak benim evlatlarım yerine onun evlatları ölmüştü. Bu kararımdan hiçbir zaman pişman olmamıştım. Yaşamak için doğru olanı yapmıştım. Hükmümüzün sağlam temeller üzerinde yükselmesi için atılması gereken adımları atmış, kazanmıştım.
***
-Ravesna Kraliçesinin dansı hakkında ne düşünüyorsunuz?
-Toygar ve Belgin arkadaşlığı hakkında ne düşünüyorsunuz?
-Hasbükan'ın sonu belli olduğuna göre yeni rütbesiyle Belgin Hatun'un akıbeti hakkında tahminleriniz var mı?
Sonraki bölüm Gökben'den olacaktır. Artık biraz aksiyon katmaya başlasam iyi olacak :) Bakalım bölümde sizleri neler bekliyor.
Müge temalı kapak için Elizabethstark1 e kocaman teşekkürler.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top