2.39. İntikam Uğruna

1420 Senesi - Bahar Mevsimi

ASPARGON HANLIĞI

Altınova Şehri - Teoman Bey'in Konağı

Suna Hatun

Bahar ne güzel gelmişti Aspargon'a. Kışın sertliğinden sonra bu yumuşak havalar insanın içini şenlendiriyordu. Ağaçlarda açan renk renk çiçekler, yeşillenmeye başlayan dallar, göçmen kuşların anavatana dönüşü uğruna çıkardığı cıvıltılar... Uzun uzun çektim içime bahar havasını. Soğuk limon şerbetimi yudumladım. Kazandibi tatlısından bir kaşık aldım. Dudaklarım muhteşem bir gülüşle kıvrıldı. Her şey o kadar güzeldi ki.

Sessiz yardımcım Bilge saraydan bir mektup getirdi. Kağıdı açtım ve okudum. Bu seneki bahar kutlaması için Teoman'ın saraya çağırıldığı yazıyordu. Güldüm. Sanki Baş Danışmansız bir bahar kutlaması yapılabilirdi. İyi hoş, Büyük Hanım olmadan da yapılamazdı. Fakat şimdi yapılıyordu.

Korkut'un son hamleleri beni epey şaşırtmıştı. Gökben'in düşüşü sert olmuştu. Teoman, herkesin içinde doğruluk iksiriyle bir sorgu fikrimi Müge'ye açtığında bunu kabul edip etmeyeceğinden emin değildim. Malum, Korkut onun kıymetlisiydi. Onun izni olmadan bunu yapmak istemeyebilirdi. Fakat Gökben'den kurtulma isteğinin ağır basacağına güvenmiştim. Öyle de olmuştu. Her şeyi göze alarak bu sorguyu yapmıştı. Sonuç; Gökben zindanda, Müge sürgündeydi. İki durum da işime geliyordu.

Gökben'in cezası aylar sürmüştü. Akıbetinin ne olacağını merak ediyordum. Cezası idamken onu zindanda tutmasına şaşırmamıştım. Korkut'un Gökben'e olan tutkusu bambaşkaydı. Buna bizzat şahit olmuştum. Ona bu denli aşık olacağını ben bile beklemiyordum. Fakat onu bağışlamaya da yanaşmıyordu. İçinde bir şeylerin çok kırıldığını gösteriyordu bu.

Müge'yi sürgüne göndermek ise cesaret işiydi bana göre. Yaman bile buna cesaret edememişken Korkut'un yapması oldukça şaşırtıcıydı. İstediği olmayınca sarayda çevirmediği oyun kalmayan Müge'nin bu sessizliği endişe vericiydi. Hala Korkut'tan vazgeçmediği anlamına geliyordu. Halk Korkut'un hanlığından memnunken onu kolay kolay gözden çıkarmazdı zaten.

Yıllarını verip yetiştirdiği hatunun sarayı terk ettiğini öğrendiğinde ne yapmıştı acaba? İdil'in hanımlığa uygun olmadığını yıllardır söylüyordum. Kendi de çekilerek bunu kanıtlamıştı. Hanımlık korkaklara göre değildi. Mücadele etmeyi gerektirirdi. Gerektiğinde en karanlık oyunları oynayacak yürek olmalıydı kişide. İdil'de bunların hiçbiri yoktu.

Gökben bu işi yapabilir miydi? Pekala yapardı. O korsan uğruna neleri göze aldığını gördüğümde gözü karalığını daha iyi anlamıştım. Fakat beni karşısına alarak en büyük hatayı yapmıştı. Benim sayemde kendini yetiştirdiğini, saray oyunlarını öğrendiğini, belli bir çevreyi tanıma fırsatına eriştiğini unutmuştu. Geçmişini bilmeyenin geleceği olmazdı. En büyük saray oyununun başına örülmesine katkıda bulunduğum için pişman değildim. Kendi ördüğü ağların bozulmayacağını sanmıştı. Hayat ona en ağır derslerden birini vermişti.

Ben ise kendi köşeme çekilmiştim. Sabırla bekliyordum. Her zaman yaptığım gibi. Kartlarım hazırdı. Kozlarım kenardaydı. En uygun zamanda en uygun hamle için fırsat kolluyordum. Müge'nin bulunmadığı bahar kutlamalarında boy göstermek aradığım fırsatlardan biri olabilirdi.

Boşalan bardağımı masaya bıraktım. Bilge'ye döndüm. Yıllar içinde ifadesi iyice silinen yüzüne baktım. "Burayı toplaya."dedim. Gözlerini belli belirsiz kapatıp açtı. Bana karşı Müge'ye casusluk yapmanın bedelini çok hafif ödemişti oysa. Canını da alabilirdim.

Emine'ye baktım. Mutfak işleriyle uğraşıyordu. Roshta bahçedeydi. Onu yanıma çağırdım çarşıya gitmek için. Bahar kutlamaları için hazırlık yapmalıydık. At arabam hazırlanırken geçen yılları düşündüm. Kaybettiklerim canımı yaktı yine. Yiğit, Efe, Koral... Ulu Tanrı'nın beni sınadığını biliyordum. İnancımı sınıyordu. Kazanmak için neler yapabileceğimi görmek istiyordu. Büyük fedalar olmadan büyük zaferler gelmezdi. Bunu biliyordum. Yolumu açmak için önümde duranları temizlemem gerektiğinin farkındaydım. Ben de böyle yapacaktım. Yıllar sürecek olsa da sonunda daimi zafere ulaşacaktım. Her şey benim istediğim gibi olacaktı. Herkes şimdiye kadar yaptıklarının bedelini ödeyecekti. Müge, Gökben, Korkut, Toygar... Hepsi beni karşılarına almanın ne demek olduğunu görecekti.

At arabası geldiğinde düşüncelerimden uzaklaştım. Çarşıya gidene dek sadece etrafı izledim. Çarşıda her şey yolundaydı. Esnafın satışları iyiydi. Ticaret Altınova'da canlıydı. Cepler dolu olduğu müddetçe hana bağlılık devam ederdi. Cepler boşalıp, huzur kaçtıkça hana bağlılık azalır biterdi. Bakalım Korkut bu huzuru ne kadar muhafaza edebilecekti. Henüz hiç isyan gibi isyan görmemişti. Kisre'de yaşananları saymıyordum. Kendi bile tenezzül etmemişti oraya gitmeye. Hele bir can evinde isyan patlak versin, o vakit görülürdü nasıl bir han olduğu.

Müge'nin sessiz duruşuna da hayret ediyordum. Yaman'ın ondan bağımsız aldığı her kararda sarayı başına yıkan kadın kendi oğluna gelince sus pus oluyordu. Bu gerçekten şaşırtıcıydı. Belki de kenara çekilip beklemeyi öğrenmişti. Sabırsızlığını bastırmak Müge için hep zor olmuştu. Fakat şimdi Düşmüş Saray'da uslu uslu duruyor olması şaşırtıcıydı. Arkasından bir şey gelecekmiş gibi hissettiriyordu. Korkut'a karşı yapacağı her hamle benim işime gelirdi. Ana oğul arasındaki ipleri tek tek koparmak oldukça kolay olurdu.

Bir tümsekten atladığımızda karnıma giren ağrıyla elimi oraya bastırdım. "Dikkat etsene arabacı!"dedim öfkeyle. Canım çok yanmıştı. Bahar gelince hep daha kötü oluyordu şu bıçak yarası. Dağılmasının önüne geçmiştik ama irin toplamasını ve ara ara yanmasını bir türlü durduramamıştık. Her türlü hekime göstermiştik ama yok. Gerçekten de Gökben cadısının büyüsü olduğuna inanıyordum artık. Kabuslarım da yatışmıyordu bir türlü. Her hafta son derece gerçekçi en az bir kabus görüyor, kan ter içinde uyanıyordum.

Araba durduğunda Roshta'nın yardımıyla indim. Elim hala yaranın üstündeydi. Arabacıya kızgınca bakıyordum. "Özür dilerim Suna Hatun. Son anda fark edince çeviremedim atları."dedi.

"Tamam, tamam. Yine de gözün yolda olsun."dedim ve yürümeye başladım. Benim emrimdekiler hariç herkesin bana Suna Hatun diyor oluşundan sıkılmıştım artık. Onlara kim olduğumu hatırlattığımda Handan Suna kimmiş göreceklerdi.

Çarşıda gezerken her zaman gittiğim yerlere uğradım. Güzel ağırlanmıştım ağırlanmasına fakat hitap hep aynıydı: Suna Hatun. Müge herkesi iyi korkutmuştu anlaşılan. Daha önce birkaç sefer ağzından Handan Suna lafı çıkanlara ağır cezalar kesmişti. Altınova'yı iyice kontrol ediyordu. Alışverişim bittiğinde en iyi kumaşları en iyi takıları almıştım. Sonra terziye uğradım. Gösterişli bir elbise yapmasını söyledim. Ölçüler alındıktan sonra çarşıdaki işim bitmişti.

Arabaya binmeden önce, "Kekevizade Konağı'na gidiyoruz."dedim arabacıya. Başını aşağı yukarı salladı. Burçin aylardır gelmemişti yanıma. Benimle görüşmeyi bu şekilde kesemezdi. Ben onun annesiydim. O ise torunumu, hanedan kanını, karnında taşıyordu. Onları görmek, hallerini bilmek en doğal hakkımdı.

Konağın bahçesine girdiğimizde birkaç hizmetli karşılamak üzere bahçeye geldi. Habersiz geldiğimden ne Türker Bey ne de eşi Şayeste Hatun dışarı çıkmamıştı. Arabadan indiğimde hizmetliler saygıyla selam verdi. "Hoşgeldiniz Suna Hatun. Hemen Şayeste Hatun'a haber verelim geldiğinizi."

"İyi olur."dedim ve içeri girdim. Giriş salonu genişti. Yeni mobilyalar dikkatimi çekmişti. Ahşabı da kumaşı da açık renk tercih edilmişti. Açık kahverengi işlemeli ahşabı, yine açık mavi ve sarı tonları tamamlıyordu. Öncekiler karamsar bir hava katıyordu. Bu değişim iyi olmuştu. Perdeler de koltuklara göre alınmıştı. Burçin'in seçimine benziyordu. Konakta ağırlığını hissettirmeye başlaması iyi olmuştu.

Merdivenlerden gelen ayak seslerine döndüğümde Burçin'i gördüm. Buz mavisi elbise seçmişti. Boynunda altın bir kolye vardı. Kolyenin ucunda da mavi renki bir taş takılıydı. Koyu kumral saçlarını yandan toplamış omuzundan sarkıtmıştı. Karnı iyice belli oluyordu artık. Hamilelik onu güzelleştirmişti. Merdivenleri indikten sonra gözlerime baktı uzun uzun. "Neden geldin?"diye sordu mesafeli bir tonla.

"Seni ve torunumu merak ettim."dedim gülümseyerek.

Elini hızla karnının üstüne koydu. "İkimiz de iyiyiz. Bir terslik olsaydı sana haber gönderirdim."

"Gözle görmek bir başka." Tavrını görmezden gelecektim. Ne de olsa gebeydi. Bu dönemler hassas olurdu. Yanına yaklaştım. Elimi karnının üstüne koydum. Hareketlerini hissetmeye çalıştım. Hiçbir kıpırtı yoktu. "Torunum uyuyor olmalı."

"Evet."dedi ve bir adım geri gitti.

"Suna Hatun." Şayeste Hatun göründü merdivende. "Keşke haber gönderseydin. Hazırlık yapardık."

"Kızımın evine geliyorum. Hazırlığa ne gerek var Şayeste Hatun?" O da Burçin'in yanına geldi.

"Salona geçelim."dedi ve salona ilerledik. Burada da değişiklikler vardı. Burçin Kekevizade Konağı'nın kasvetli havasını değiştirmişti.

"Yeni mobilyalarınız çok güzel olmuş. İçeriye ferahlık gelmiş."

"Gelin kızımın isteği. Son zamanlarda çok bunalıyordu. Gebeliğinin zor geçmesini istemedik. Ne istiyorsa yaptık." Şayeste Hatun'un da işine gelmişti bu değişim anlaşılan. Zamanında kendi kayınvalidesiyle çok sorun yaşamıştı. Narin Hatun hiç adını yaşatan biri değildi. Son derece sert ve geleneklere bağlıydı. Fakir bir aileden gelmişti ve Kekevizadelere sıkı sıkıya tutunmuş, onlardan daha ala bir Kekevizade olmuştu. Türker Bey de çok düşkündü annesine. Ölümünden sonra zor zamanlar geçirmişti. Burçin'i de çok seviyordu. İsteklerine karşı çıkmaması güzeldi. Hem akıllıca davranmışlardı. İleride ne olacağı belli miydi?

"Burçin'in ince bir zevki vardır. Odası hala olduğu gibi duruyor. Evin en güzel odası."

Burçin, "Böyle düşündüğünü bilmiyordum."dedi gözlerimin içine bakarak.

"Hep böyle düşünüyordum."

"Belki de bunu dile getirecek zamanın olmamıştır. Gökben'in eğitimiyle ilgilenmekten odamda yaptığım hiçbir şeyi umursamıyordun." Derin bir nefes aldı.

"Hanlıktan sürülmesi an meselesi olan bir hatun hakkında konuşmayı gereksiz görüyorum."dedim ve önüme gelen limon şerbetinden bir yudum aldım. Tam sevdiğim gibi yapılmıştı.

Şayeste Hatun, "Sürülecekse niye bu kadar bekletiliyor anlamıyorum. Korkut Han bağışlamaya karar verecek gibi."

"Evladını zehirlemeye kalkan bir hatunu sarayda tutmak tepki alır."

"Haremi ateşe veren bir hanımın kızı olarak ne kadar emin konuşuyorsun." Şayeste Hatun'un bakışları imalı ve alaycıydı. "Bu hanlık ne hanlar ne hanımlar gördü. Bu durumu umurayacak bir güruh bulmak zor."

"Gökben'in hanım olmasını mı destekliyorsunuz yoksa?"dedim şaşkınlıkla. Burçin'in onunla dostluğu başkaydı. Onu anlardım fakat Şayeste Hatun şaşırtmıştı. "Üstelik Türker Bey'in yeğeni Feraye Hatun haremde gözde iken. Onun yükselmesini daha çok istersiniz sanıyordum."

"Korkut Han kimi uygun görürse hanım o olur. Hanlar halka ne zaman danışmış da şimdi danışsın. Feraye akıllı hatundur fakat haremde bir yere varamadı. Onca seneye rağmen hanedana bir evlat veremedi. Yükselemeyeceği ortada."

"Eh, bir de bu var. Burası Gerbena değil. Burada evlatsız hatuna taht verilmez." Çiğdem'in yükselişi gelmişti aklıma. Hala prensten bir evladı olmamıştı ve evlilikleri devam ediyordu.

Burçin, "Dünya değişiyor. Devletler de değişiyor. Her ülke aynı olacak diye bir şart yok."

"Neyse bırakalım bu konuları. Biraz sen anlat. Gebeliğin nasıl ilerliyor?"

"Her şey çok iyi. İlk aylarda mide bulantım fazlaydı. Şimdi geçti. Arada sırtım ağrıyor. Sıradan şeyler."

"Güzel. Doğum ne zaman?"

"Yaz bebeği olacak diyor ebe kadınlar."

"Sağlıkla doğsun."dedim ve sohbete devam ettik. Daha sonra yemekler geldi. Bu sırada Tunç da saraydan dönmüştü. Türker Bey de onun gelişiyle aramıza katıldı. Baş Danışmanlık görevindeki başarısızlığından sonra onunla ilişkilerimiz gerilmişti. Her türlü onu yükseltmemi beklemişti fakat görevini elinde tutmak ona bağlı bir şeydi. Ben elimden geleni yapmıştım. Yerini muhafaza edememek onun suçuydu.

Yemekten sonra sofralar toplandı. Bu defa tatlılar ve kuruyemişler geldi. Ben de hizmetlim Roshta'ya seslendim. "Roshta, hediyemizi arabadan getir." Diğerleri bir an için duraksamıştı. "Torunuma küçük bir hediye getirdim. Niye şaşkın bakıyorsunuz?"

Şayeste Hatun, "Aniden seslenince duraksadık. Yoksa niye şaşıralım. Anneannesisiniz ne de olsa."diye toparladı. Burçin'le aramızdaki mesafeyi fırsat bilerek kızımı iyice kendilerine çekmeye çalışıyorlardı. Burçin de onlara bunun fırsatını veriyordu. Onun annesi bendim, Şayeste değil!

Roshta elinde kırmızı kurdeleli ahşap bir sandıkla içeri girdi. Paketi Burçin'e uzattı. Burçin sandığa bakarken mesafeliydi. Yine de bozuntuya vermemek için kurdeleleri çözdü ve sandığı açtı. Gözleri bir müddet sandığın içindekilerde takılı kaldı.

Şayeste Hatun, "Çok zarif bir doğum takımı."dedi ve her bir parçayı tek tek çıkarmaya başladı. Altın ve kırmızı iplerle kenarları işlemeli çarşaf takımları, altın tabanlı yakut düğmeli uyku takımı ve gül desenli yakut bir broş.

Burçin, "Yakutlar biraz abartılı olmuş." Gözleri bendeydi. Eli broşa gitti. "Üstelik eski hanedan sembolü olan bu gül broşu almam uygun olmaz."diyerek broşu ayırarak Roshta'ya uzattı. Roshta ise bana bakıyordu. Ona durmasını emrettim.

"O bir handan torunu. Bu broşu kullanmasında hiçbir sakınca yok. Birkaç sene sonra ceketlerinin üzerinde oldukça şık duracak."

"Ceket giyeceğini nereden biliyorsun? Belki bir sürü elbisesi olacak."

"Lafın gelişi kızım. Alınmana gerek yok. Kız ya da erkek onun damarlarında da tıpkı seninkinde olduğu gibi Asperan kanı akıyor olacak. Bu gerçeği hiçbir yasa değiştiremez. Torunumun kendini sıradan görmesi çok yanlış olur."

Tunç, "Suna anne, biz evladımızın sıradan biri olmadığının farkındayız. Her şeyden önce o bir Kekevizade. Aspargon'un üç kurucu ailesinden biri. Tahta geçen hanedan olmayı tercih etmedik diye kökenimizin Asperan'dan daha önemsiz olduğu anlamı çıkmasın."

"Kekevizade olarak ne kadar köklü ve soylu bir aile olduğunuzu bilerek kızımın seninle izdivacını gerçekleştirdim. Bunu yaptım ki torunum sadece Asperan değil, Kekevizade kanı da taşısın diye. İki kurucu aileden doğan çocuklar her daim parlak bir istikbale sahip olmuştur. Torunumun istikbalinin de oldukça parlak olduğuna inancım tam."

Tunç, "Elbette evlatlarımızın istikbalini en iyi şekilde düşüneceğiz. Lakin Burçin haklı. Hanedan sembolü bir broşu kullanmak bize yakışmaz. Yanlış anlamalara sebep olmak istemeyiz." Broşu Burçin'den aldı ve ayağa kalkarak önüme getirdi. "Siz bunu en iyisi Korkut Han'dan olan yeğenlerinizden birine verin. En uygunu bu."

Derin bir nefes aldım. Burçin'in yüzü solmuştu. Onu daha fazla rahatsız etmemek adına konuyu uzatmayacaktım. Fakat Tunç'un karşımda olmasından hoşlanmamıştım. O kimdi ki böyle yapabiliyordu? Dünkü çocuk bir danışman unvanı aldı diye kendini bir şey sanıyordu. Onun ayağını kaydırmak iki lafıma bakardı. Fakat biricik kızımın kocası olduğu için şanslıydı. Kızımı zora sokmamak adına Tunç'a bir şey yapacak değildim. Fakat haddini bildirmek lazımdı.

"Torunum için oda hazırlıklarına başladınız mı?"

Burçin, "Sayılır. Gel sana göstereyim." Birlikte salondan ayrıldık. Üst kata çıktık. Burçin'in odasına bitişik diğer odaya girdik. İçerisi beyaz ağırlıklıydı. Ahşap beşik açık renkteydi. Perdeler henüz takılmamıştı. Kenarda kanefçeden güzel bir manzara çalışması duruyordu. "Sen mi yapıyorsun?"

"Evet. Beni rahatlatıyor." Ahşap sallanan sandalyeye oturdu. Elini karnına koydu. Yorgun görünüyordu. Derin bir nefes aldı. "Neden bana bunu yapıyorsun?"dedi sakin bir tonla.

"Yine ne yaptım?"

"O hediyedeki motiflerin, o gül desenli yakut broşun amacını bilmediğimi sanma! Senin hayallerini unutmuş değilim!" Kısık ama sitem doluydu sesi.

"Benim hayallerimin hiçbir hükmü yok. Hanlığımız için en iyisini düşünmeyi artık bıraktım. Rahmetli dedem ve babamın mirasının dağılışını göreceğim için üzgünüm sadece. Fakat bu sırada da senin kendi özünü unutmamanı istedim. Kurallar seni ve senden sonrasını hanedandan kabul etmiyor olsa da siz hanedan kanı taşıyorsunuz. Bunu her daim hatırlatmalısın. Torunlarına da bunu anlatmalısın. Bir Asperan olmak her daim tahta yakın olmak demektir."

"Bak işte, yine yapıyorsun!"

"Burçin! Aptal olma! Kendi soyunu inkar edemezsin. Yirmi otuz sene sonra ne olacağını kim bilebilir? Başa geçen han varissiz kalırsa kim düşünülecek? Hanedan kanı taşıyanlar öne çıkacak!"

"Benden önce Handan Bengü'nün soyu konuşulacaktır. Bana sıra gelene kadar o mesele çoktan çözülür. Sen içini ferah tut."

"Benim içim oldukça ferah. Her şey istediğim gibi. Tek temennim sağlıklı ve kolay bir doğum geçirmen. Doğumunda yanında olmak istiyorum. Bunu çok görme bana."

Duraksadı. Dudaklarını dişlerinin arasında kemirdi. "Beni ve ailemi tehlikeye atacak herhangi bir hamlende seni sonsuza dek silerim anne. Bunu sakın unutma. En ufak bir yanlış hamlende benim annem olmazsın."

"O nasıl söz kızım? Koral'dan sonra senden başka tutunacak dalım kalmadı. Seni nasıl tehlikeye atarım?"

"Gebeliğim kolay ilerlemiyor ve bunda en büyük pay senin."

"Neyin var?"diyerek yaklaştım. Elini kaldırdı durmam için.

"Bana o aptal hanedan fikrini açtığından beri her gece rüyamda ailemin idamını görüyorum! Kucağımdan kundaktaki bebeğim alınıyor! Tunç idam sehpasına yürüyor!" Gözleri doldu, sesi titredi. "Bana söz ver! Böyle bir şey yapmaya kalkmayacaksın! Aski halde torununu görmeni yasaklarım!"

"Burçin! Sana ya da torunuma zarar verecek hiçbir şey yapmam! O zamanlar Korkut ve Toygar'a kızgınlığımdan ne dediğimi bilemedim. Seni bu kadar etkileyeceğini düşünmemiştim." Burçin'e yalan söylemek beni rahatsız etmişti. Fakat gebeliğini biraz da olsa rahatlatmak için söylemek zorundaydım. Tahtta Yaman'ın soyunu görmek istemiyordum! Korkut da Toygar da aynı onun gibiydi. Hiçbir fark yoktu. İkisi de tahtı hak etmiyordu.

"Sana inanmayı çok istiyorum."

"İnanabilirsin. Ben senin annenim. Sizi asla tehlikeye atmam." Bu doğruydu. Bir işe kalkışacaksam en ince hesabı yapar öyle kalkışırdım. Geçmişte yaptığım hataları yapmazdım. Acele etmez ve yanlış kişilere güvenmezdim. Geçici işbirlikleri sadece hedefime giden yolda birkaç kestirmeydi, o kadar.

Oradan ayrıldığımda Burçin'in haline canım sıkılmıştı. Ondan daha güçlü bir duruş beklerdim. Ne de olsa benim kızımdı. Güçlü durmak zorundaydı. Gebelik onu iyice duygusal hale getirmişti. Oysa benim tanıdığım Burçin buzdan yapılmış gibiydi. Herkese karşı soğuk ve mesafeli. Kardeşi ve babasının intikamı için bu hamleyi düşünür sanmıştım. Yanılmışım. Demek bir süre daha işlerimi onsuz halledecektim. En iyisiydi. Bana ayak bağı olmazdı.

Arabacı, "Konağa mı dönüyoruz Suna Hatun?"diye sorduğunda düşüncelerimden sıyrıldım.

"Evet. Konağa dönüyoruz." Sesim gittikçe kısılmıştı. Roshta merakla bana bakıyordu. Fakat kimseyle bir şey konuşacak halde değildim. Birden halsizlik çökmüştü. Konağa dönünce hemen odama çıktım. Emine geldi. "Biraz dinleneceğim. Kıyafetlerimi hazırla."dedim. Dolaba yaklaştı ve gecelik takımlarından birini çıkardı.

"Kekevizade Konağı'na gitmişsiniz. Burçin nasıldı?"

"Evhamlı. Gebelik onu tamamen farklı biri yapmış."

"Nasıl yani?" Emine'ye döndüm. Uzun uzun baktım yüzüne.

"Evhamlı ne demekse o Emine!"dedim ters ters. Geceliği giydim ve yatağa uzandım. Kızıl saçlarım yastığa dağıldı. Başım da ağrımaya başlamıştı. "Beni rahatsız etmeyin."dedim ve gözlerimi kapattım.

Uyandığımda çoktan akşam olmuştu. Yine kabuslar peşimi bırakmamıştı. Alışmıştım ama artık. O korsan ve çocuk sürekli rüyama girer olmuştu yine. Hekim kadınla ilaçlarım hakkında yeni bir ayarlama yapmamızın vakti gelmişti. Dönem dönem rüyalar artardı. İlaçları değiştirirdik. O zaman yine huzurlu gecelerim olurdu.

Akşam yemeği hazırlığı başlamıştı. Mutfağa uğradım. Emine hazırlıkları kontrol ediyordu. "Teoman geldi mi?"

"Evet. Odasında."

Çalışma odasına gittim. Kapıyı tıklatmadan içeri girdim. Alışmıştı bu duruma. Başta tıklatılmasını istese de umursamamıştım. O kimdi ki kapısını tıklatacaktım? "Bir şey mi var?"

"Evet. Burçin hakkında konuşacaktım. Onu görmeye gittim bugün."

"Haberim var." Olmama gibi bir ihtimal olabilir miydi zaten? Pek sadık hizmetkarlarıyla doldurmuştu etrafımı. "Kekevizadeler seni iyi karşılamadı mı yoksa?"

Alayla güldüm. "Kekevizadelerle hiçbir zaman sorunum olmadı benim." Koltuklardan birine oturdum. "Aksine onlarla sorunu olan sensin. Eski Baş Danışmanın oğlu seni pek sevmiyor anladığım kadarıyla."

"Herkes beni sevmek zorunda değil. Ayrıca kimin beni sevip sevmediğimden ziyade benim kimi sevip sevmediğim daha önemli." Gülümseyerek bana baktı. "Mesela seni seviyorum Suna. Bir kocanın karısını sevdiği gibi olmasa da bir dost nasıl seviyorsa öyle seviyorum ve kolluyorum."

"Güldürme beni Teoman." Bacak bacak üstüne attım. Saçlarımı omzumdan çektim. "Bu beni kolladığın halinse kollamasan kim bilir neler olurmuş bana."

"Emin ol hiç hoş şeyler olmazdı." Hadsiz! Baş Danışman olduktan sonra ayakları yere basmaz olmuştu. Senin de hesabın bir gün görülecek Teoman! "Gelelim Burçin'e. Nesi var? Mesele nedir?"

"Onu hiç iyi görmedim. Oldukça rahatsızdı. Doğumuna daha var fakat o zaman geldiğinde bir müddet yanında kalmak istiyorum."

"Sen bilirsin. Burçin'e iyi geleceğini düşünüyorsan kal."

"O ne demek?"

"Sen düşün o kadarını da. Senin gibi birinin kocası olmak yeterince zorken, kızının yaşadıklarını tahmin etmek zor değil."

"Memnun değilsen boşanmamızda hiçbir sakınca görmüyorum!" Sesim birden yükselmişti.

"Boşandığımız vakit Aspargon sınırlarında ne kadar barınabileceksin merak ediyorum. Eski destekçilerin tek tek çekildi. Mal varlıklarına el konuldu. Ne yapacaksın? Gümüş'e mi sığınacaksın?" Hiçbir şey bildiği yoktu! Destekçilerimin ne kadar sadık olduğunu o gün geldiğinde herkes görecekti.

"Beni bu kadar önemsediğini bilmiyordum."

"Önemsediğimi az önce söyledim ya. Seni bir dost olarak sevdiğimi söylerken ciddiydim." Gözlerine baktım. O karanlık gözlerde her türlü cinlik vardı fakat sevgi emaresi asla olamazdı.

"Ah, bilmez miyim? Tarık'la nişanımızda nasıl da bir dost gibi sevinip tebrik ettiysen hala öyle bakıyorsun bana!"dedim hızla. Hiçbir şey demeden kıpırtısızca durdu.

"Kılıcımı çekip havaya kaldırarak sevinmediğim için eksik bir şey mi yaptım acaba?" Alaycı gülümsemesi dudaklarındaydı. Gözlerimi diğer tarafa çevirdim. Onda her zaman Tarık'a karşı tuhaf bir şeyler vardı. Hiçbir zaman konuşmamıştık ama dostu olduğunu söylemesine rağmen ölümünü haber aldığında yüzünde hüzünden başka her şey vardı. Önümdeki tablo dikkatimi çekti. Üzeri kırmızı ipek örtüyle örtülüydü.

"Bu ne?"diye sordum.

"Tablo. Bahar kutlaması için Korkut Han'a hediye edeceğim. Simir Makoslu bir ressam tarafından özel olarak yapıldı." Simir Makos ismini duymak bile istemiyordum. Ayağa kalktım. İpek örtüyü indirdim. Gördüğüm manzara karşısında midem kasıldı. Patlayan bir gemi ve etrafa dağılan cesetlerle doluydu tablo. Gerçekçilik katmak için kenarlardan süzülen kan lekeleri bile eklenmişti.

"Kaç para verdin bu iğrenç şeye?"dedim tiksintiyle. Elim mideme gitti. Kıyıya vuran bir baba oğul vardı. Oldukça detaylıydı. Kanlar her yerlerine yayılmıştı. "İğrenç!"dedim ve örtüyü hızla örttüm.

Teoman ise hayretle bana bakıyordu. "Böyle bir şahesere iğrenç demek için sanattan zerre anlamamak lazım. Zamanında kendi sarayına getirttiğin tabloların yanında oldukça basit bir parça." Ayağa kalktı. Yanıma yaklaştı. Yüzümdeki ifade aynıydı.

"Boşa verilmiş paralar. Korkut hiç sevmeyecek."

"Aksine, bayılacak. Onun için özel yaptırdım."dedi ve ipek kumaşı kaldırdı. Bu defa karşımda bambaşka bir resim vardı. Dalgalı bir denizde Aspargon ve Simir Makos gemileri karşısındaki korsan gemilerini yakıp yıkmıştı. Aspargon gemisinde Korkut'u andıran bir adam, Simir Makos gemisinde ise Elçin'i andıran bir kadın vardı.

"Az önce gördüğüm tablo bu değildi."diye mırıldandım. Başıma korkunç bir ağrı saplandı. Sağ elim başıma gitti.

"Sen iyi misin?"diye sordu.

"İyiyim. Biraz dinleneceğim."

"Geldiğinden beri odadan çıkmadın zaten. Hekimleri çağırabilirim." Fakat sesler iyice boğuk bir hal aldı. Kulaklarım uğuldadı. Korkunç bir patlama sesi geldi. İstemsiz bir çığlık koptu dudaklarımdan. Fakat zihnimde Gökben'in feryatları yankılanıyordu. Sonra aniden karnıma saplanan hançerin yangısı. Gözlerim kararırken yere yuvarlandığımı hissettim. Gördüğüm son yüz Teoman'ın yüzüydü.

Kendime geldiğimde yatağımda yatıyordum. Odanın içi sessiz ve loştu. Ihlamur kokusu alıyordum. Oldukça sakinleştiriciydi. "Hanımım?" Emine'ydi seslenen. "İyi misiniz?"

"Ne oldu bana?"

"Çalışma odasında fenalaştınız. Teoman Bey sizi buraya taşıdı. Hekimleri getirtti. Sakinleştirici bir şurup hazırlayıp verdiler."

"Vakit ne?"

"Gece yarısını geçti." Gözlerim mahmurdu. Başımı ovdum. "Hekimler dinlenmenizi ve sakin kalmanızı söyledi. Yaşınızı da düşününce öfke ya da ağır şeyler başka hastalıklar getirebilirmiş."

"Ne varmış yaşımda? Elli iki çok da yaşlı bir yaş değil!" Lakin hanım annem elli ikisinde göçüp gitmişti. Derin bir iç çektim. O da yaşadığı kayıplara dayanamamış üzüntüsünden hasta olmuştu. Ben ise kayıplarımı intikam hırsına çevirmiştim. Üstelik şu anki hastalığımın sebebi belliydi. Sargun cadısının büyüsü.

"Yine de genç bir yaş değil."dedi Emine usulca. Haklı olduğunu biliyordum. Lakin yılların böyle uçup gitmesini kabullenemiyordum. Neler yaşamıştım şimdiye kadar. Hala bir nihayete varmamıştı yaşananlar. Belirsizlik devam ediyordu. Ben bir sonuca erdirene kadar da devam edecekti.

Birkaç gün sonra kıyafetim terziden geldi. Bahar kutlamasına gitmek için her şey hazırdı. Teoman hediye tabloyu at arabasına koydururken ben de safir kolyemi boynuma takıyordum. Safir küpeleri ve yüzüğü de taktığımda hazırdım. Sürme ile gözlerimin mavisi iyice öne çıkmıştı. Gençliğimdeki kadar canlı değildi gözlerim artık. Yaşananların etkisiyle gittikçe donuklaşmıştı. Fakat intikam duygusu her daim canlı duruyordu. Bu zamana kadar ayakta kalmamı, mücadele etmeni sağlayan duyguydu bu. Yıllarca sabredebilmemin yegane sebebiydi. Eğer yapacaklarım kayda değer şeyler olmasaydı çoktan kıyardım canıma. Hiçbir şey umurumda olmazdı. Ektiğim tohumların karşılığını yakın zamanda alacaktım.

Saraya gitmeye hazırdık. At arabasına bindim. Teoman son derece ciddiydi. Koyu kahverengi bir takım tercih etmişti. Koyu kahve yüzüğü kabaydı fakat ona yakışmıştı. Sakalları iyice uzamıştı. "Çok mu beğendin beni?"diye sordu gülerek.

"Çok. Gözüm gönlüm açıldı seni izlerken."dedim ben de gülerek.

"Sen de epey göz kamaştırıyorsun. Tıpkı gençliğindeki gibi."

"Bir Handan olarak her daim öyle olmalıyım." Alaycı sözlerimiz de olmasa günümüz iyice sıkıcı geçecekti.

Saraya kadar başka bir şey konuşmadık. Saraya geldiğimizde uzun zamandır burada bulunmadığımı düşünüyordum. En son bu kolyeyle buraya geldiğimde yanımda Gökben vardı. Şimdi ise bambaşkaydı her şey. Elim kolyede gezinirken hediye tablonun indirilmesini bekledim. Sonra içeri girdik.

Bir sürü misafir gelmişti. Eğlence önceki kutlamalarda olduğu gibi devam ediyordu. Gelenler kendi aralarında sohbet ediyordu. Beni görenlerin bir kısmı gözlerini kaçırırken bir kısmı hafif de olsa baş selamı veriyordu. Müge'nin sarayda olmayışı onlara cesaret vermişti. Fakat benim için önemli olan Müge'ye rağmen sadakatlerini satmayanlardı. Onlar zamanı gelince mükafatlarını fazlasıyla alacaklardı.

Korkut tahtta tek başınaydı. Bakışları sertti. Beni görünce gözleri bir an kısılıp açılmıştı. Varlığımdan hoşlanmamıştı. Ellerini önünde birleştirdiğinde han babamın yakut yüzüğünü gördüm. Baş parmağındaydı. Han yüzüğü gerçek bir handa olmalıydı. Korkut o yüzüğü hak etmiyordu. Yine de yüzüme gülümsememi yerleştirdim ve reverans yaptım. "Seni görmek ne güzel Korkut Han!"

"Duygularımız karşılıklı değil Suna Hatun." Ses tonu sert ve kalındı. Duruşu bir han gibi olsa da ben onu han olarak görmüyordum. Tahtı işgal eden bir fazlalıktı sadece. "Teoman Bey, yalnız gelmeni tercih ederdim."

Teoman, "Suna Hatun eşim olarak eşlik etmek istedi. Küçük bir ziyaretin sakıncası olmayacağını düşündüm. Sizi gücendirmek istemezdim."

"Suna Hatun için kimseye gücenecek değil merak etme. Eğlenmenize bakın." Gözlerini benden kaçırıyordu. Kaçırsındı bakalım.

Yerimize oturduğumuzda Teoman'a döndüm. "Beni Korkut'a karşı savunacağını düşünmemiştim."

"Sadece seni değil kendi makamımı da savundum Suna. Ben Baş Danışmanım. Kurultayın en yetkili kişisiyim. Evliliğimden dolayı han tarafından yargılanmayı kabullenmeyeceğimi herkes görmeliydi."

"Pek yargılama sayılmazdı. Daha çok memnuniyetsizlikti."

"Bugün seçimim için mahcubiyet gösterirsem yarın daha büyük şeylerle saldırırlar." Haklıydı. Daha fazla uzatmadım.

Misafirler gelmeye devam etti. Her gelen önce Korkut'u selamlıyor sonra yerine geçiyordu. Önceki kutlamalar kadar coşkulu değildi insanlar. Müge'nin olmayışı kimilerini tedirgin etmişti. Temkinli davranıyorlar, fazla eğlenmiş görünmek istemiyorlardı.

Sonra Gümüş'ün geldiğini gördüm. Açıkça saraya kabul ediliyordu artık. Yaşlı kadın hala dimdik ayaktaydı. Yerine geçtikten sonra kapılar tekrar açıldı. Toygar kapıda göründü. Yanında Beyza da vardı. Onların içeri girmesiyle salona derin bir sessizlik çöktü. Beyza'yı tanımayan yoktu. Toygar'ın haremine girmiş olması herkeste büyük bir şaşkınlık yaratmıştı. Gümüş'ün gurur dolu bakışları torununun üstündeydi. Tüm güzelliği ve keskin bakışlarıyla dimdik duruyordu Beyza. Ne yapmış etmiş kendini hareme sokmuştu. Ve şimdi buradaydı. Toygar ona evlat veren gözdelerini getirmemişti bu yıl.

Gözlerim Korkut'a gitti. Kaşları çatılmış Toygar'a bakıyordu. Her şeye rağmen bir Salaman kızının hanedana karışması hanedan içinde tepki alan bir durumdu. Yine de çabuk toparlamıştı. "Saraya hoş geldin kardeşim."diyerek yerinden kalktı. Yüzüne samimi bir gülümseme yerleştirdi. Toygar'a yaklaştı ve sıkıca sarıldı.

Dudaklarım alaycı bir gülüşle kıvrıldı bu manzara karşısında. Başımı iki yana salladım. "Birazdan gelirim."diyerek ayağa kalktım. Teoman şüpheli gözlerle bana bakıyordu.

"Nereye gidiyorsun? Her adımının izlendiğini hatırlatmama gerek yoktur umarım."

"Bilmez miyim? Aspargon'daki herkes beni o kadar merak ediyor ki..."dedim dalga geçerek. Sonra ciddileştim. "Hanedan mezarlığına gideceğim. Oğlum Koral'ı ziyaret etmeyeli epey oldu. Bahar kutlamasına gelmekte ısrar etmemin sebebi de buydu."

"Peki. Öyle diyorsan." Yine de ben uzaklaşırken saray çalışanlarından biriyle bakışması dikkatimden kaçmadı. İstediği uşağı peşime takabilirdi. Ona artık güvenmiyordum ve hiçbir açığımı bulamayacağı şekilde atıyordum adımlarımı. O kadar uzun zamandır tanıyorduk ki birbirimizi, dostluğumuzun sıkılığı kadar düşmanlığımızın şiddeti de ağırdı. Onunla hesabımı başka zaman görecektim.

Hanedan mezarlığında oğlumun mezarını bulmam zor olmamıştı. Son geldiğimden bu yana yıllar olmuştu. Fakat mezar oldukça bakımlıydı. Burçin'in işi olmalıydı. Sarayla içli dışlıydı. Fakat son zamanlarda evden çıkmıyordu. Onun adına Tunç da ilgileniyor olabilirdi. Belki de Korkut vicdanını rahatlatmak adına sık sık geliyordu buraya. Ne de olsa onu korumak adına feda edilmişti oğlum.

Dizlerimin üzerine çöktüm. Elim koyu gri mezar taşı üzerinde gezindi. Hiçbir zaman doyamadığım oğlumun bedeni çoktan toprak olmuştu.Beni durdurmak uğruna yıllarca sarayda tutmuşlardı onu. Sonra beni tetiklemek adına yem olarak kullanılmıştı. Öfkeyle ani bir hamle yapmamı ve idama gitmemi istemişti Müge. Fakat yapmamıştım. Acımı içime gömmüştüm. Gökben üzerinden yapacağımı yaparım demiştim. Yaşananlardan sonra çok daha iyi bir intikam fırsatı geçmişti elime.

Az önceki manzara geldi gözlerimin önüne. Korkut ve Toygar'ın gülücükler eşliğinde sıkı sıkı sarıldığı an... Herkese birbirlerine ne kadar bağlı olduklarını göstermeye çalışıyorlardı kendilerince. Fakat içlerinde durulmayacak olan fırtınaların başladığını hissedebiliyordum. Toygar hiçbir zaman laf söz dinleyen biri olmamıştı. Canı ne isterse onu yapardı. Çocukken bile belli ederdi kimseyi hayatına karıştırmayacağını. Korkut ise her daim veliaht olduğu için emretmeyi ve yönetmeyi çabuk öğrenmişti. İsteklerinin ikiletilmesi, ertelenmesi veya dikkate alınmamasından oldum olası rahatsızlık duyardı. Hanzadeyken bile tüm kaidelere karşı çıkıp kimseye danışmadan Gökben'i haremine alması kendi otoritesini asla sorgulatmayacağının göstergesiydi. Daha öncesinde evladının kaybında suçlulara verdiği cezayla ne kadar acımasız olabileceğini de kanıtlamıştı. Han olunca durumun kat be kat arttığından emindim. Ondan habersiz bir şey yapılmasından hoşlanmıyordu. Hanedanın istikbali için elzem olan bir sorguda sırf ona danışılmadı diye Müge'yi aylardır sürgünde tutmasından belliydi bu. Otoritesini asla çiğnetmeyen bir han ve her daim kafasına eseni yapan bir hanzade daha ne kadar çarpışmadan kalabilirdi ki?

Toygar'ın Beyza'yı hareme alışı için uzun süre sessiz kalacağını düşünmüyordum. Onun abilik olarak yapacağı endişe konuşmasını çarpıtmak zor olmayacaktı. Şimdiye dek atılmış ve atılacak olan her fitne tohumu gün geldiğinde şiddetli bir şekilde filizlenecek ve çıkacak fırtınayı durdurmaya kimsenin gücü yetmeyecekti. Yaman ve Yiğit'in hesaplaşması Korkut ve Toygar'ın yanında masum kalacaktı.

Derin bir nefes aldım. Olacakları hayal etmek hoşuma gitmişti. İkisi de bu çarpışmayı hak ediyordu. Onlara hak ettiklerini verecektim. Kimin kazanıp kimin kaybedeceği umurumda değildi. Nasıl Müge benim canımdan can aldıysa ben de onun canından can alacaktım. Nasıl o benden aldığı canı meşru gösterdiyse ben de onun kaybını meşru gösterecektim. Tahta kendinin layık olduğunu söyleyecek olan isyankar bir hanzade ve tahtını korumak için her şeyi yapacak olan acımasız bir han. Tahtın olduğu her yerde yaşanan sıradan bir durum. Sebepler ve sonuçlar yine bana hizmet edecekti. Hangisi kaybederse kaybetsin, sonunda kazanan ben olacaktım.

***

Öncelikle gecikme için üzgünüm. Son bir ayım, belki de daha fazla, yoğun ve sıkıntılıydı. Bebek büyüdükçe daha da zorlaşıyor kitaba odaklanmak. Tabii tek sebep bebek değil. Hayat ve büyümek bazen zorluklar getirebiliyor. Yine de elimden geldiğince yazmaya çalıştım. Eksikler ve mantık hataları olduysa affoluna. Boşluk kalan yerler olduğunu düşünüyorsanız belirtmekten çekinmeyin. Gün gelir düzenleme yapmam gerekirse düzenleme sırasınsa göz önünde bulundururum.

Sorulara geçeyim artık.

-Suna ve Burçin görüşmesi nasıldı? Suna'nın hediyesi ve reddedilişi hakkında ne düşünüyorsunuz?

-Suna ve Teoman ikilisi nasıl ilerliyor? Aralarında neler olabilir?

-Suna'nın planları hakkında ne düşünüyorsunuz? Oğlunun ölümünü hala içinde taşıyor olması şaşırttı mı?

-Korkut ve Toygar hakkındaki yorumlarında haklı mıydı? Kardeşler her şeye rağmen beraberliklerini sürdürebilir mi? Yoksa zıtlıklar kaçınılmaz mı?

-Genel olarak bölümü nasıl buldunuz? Uzun zaman olmuştu Suna yazmayalı. Özlemişim çılgın Suna'cığımı.

Sonraki bölüm Müge olacaktır. Bir değişiklik olmazsa Yakuttaki Kan'ın finaline son 3 bölüm kaldı.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top