2.37. Değişim
1420 Senesi - Kış Mevsimi
ASPARGON HANLIĞI
Altınova Şehri - Hanedanlık Sarayı
Korkut Han
Karşımdaki manzarayı izlerken anbean hissizleşiyordum. Hem bedenen hem ruhen tüm hisler beni terk ediyordu. Belki de gitmelerine izin veren bendim. Her halükarda karşımda can çekişen bedeni izlerken hiçbir şey hissetmediğimi bilmek garipti. Ayaklarındaki son titremeler son bulduğunda ölüm fermanını mühürlediğim bedenin dudaklarından dökülen son cümleler, "O ölemez! O ölemez!" şeklindeydi.
"İdam bitti Han'ım."dedi muhafız. Başımı aşağı yukarı salladım. "Bedeni indirelim mi?"
"İndirin. Başını mızrağa geçirin. İbret için şehir meydanında dolaştırın sonra buraya getirin."
"Emredersiniz."dedi ve yanımdan uzaklaştı. Derin bir nefes aldım. Bitmişti. Her şey emrettiğim gibi olmuştu. Kalbim sızlamıyordu bile. O, bunu hak etmişti.
İdam alanına çıktım. Darağacındaki halat kesildi ve ölü beden çuval gibi yere düştü. Dehşet ifadesiyle açık kalan mavi gözler bana dönüktü. Halat boynunda kırmızı kesikler oluşturmuştu. Fakat hiçbirinin önemi yoktu. Cellat büyük bir baltayla ölü bedene yaklaşırken tiksintiyle bakıyordum Omena rahibi Henry'ye.
Hak ettiğini bulmuştu. Oğlumu zehirlemenin bedeli buydu. Arkamı döndüm. Önümde dizlerinin üstüne çökmüş, hayali bir ipi kavrar gibi elleri boynunda, ifadesiz gözleriyle boşluğa bakan Gökben duruyordu. İleri geri sallanmaya başladığında dudaklarından dökülen mırıltı şeklindeki kelime, "Henry!" oldu. Yavaş yavaş kendine geliyor darağacının dibinde yatan bedenin abisi olduğunu iyice idrak ediyordu. "Henry! Henry! HENRY! HAYIR!" Gittikçe yükselen sesi haykırışa döndüğünde yerinden güçlükle kalktı. Tökezleyerek körlemesine yürüdü o yana. Cellata beklemesi için işaret ettim. Son kez veda etmesine izin verecek kadar merhametim kalmıştı.
Gökben yerdeki abisine sarılıp üzerinde ağlamaya başladığında onu seyrettim. Dün gece yemeklerine kattırdığım ilaç ikisini de etkisi altına almış, sabaha karşı zindanın önünde yakılan tütsülerle ilaç tesirini göstermişti. Bu sayede ikisi de en büyük korkularını tüm gerçekliğiyle yaşamıştı. Henry kardeşinin ölümünü izlediğini sanırken Gökben kendi ölümünü görmüştü. Bencilliğinin en büyük göstergesiydi. Henry ise ölürken bile kardeşine olan sadakatini ispatlamıştı.
Muhafızlara Gökben'i almalarını söyledim ve zorla oradan uzaklaştırdılar. Henry'nin başı bedeninden ayrılacağı zaman bir feryat daha kopardı. Başını yana çevirdi ve dizlerinin üstüne yığıldı. Ağlama krizine girdi. Yanına gittim. Nefeslerim sakindi. Onun halini izlerken hiçbir şey hissedemiyordum. Acısı benim için hiçbir anlam ifade etmiyordu. Ona bakarken hissedebildiğim tek şey tiksintiydi.
"Neden? Neden beni de öldürmedin?"diye bağırdı bana bakarak. Gök gözleri kıpkırmızıydı. Çektiği acı gözlerinden okunuyordu.
"Ölüm senin için basit bir son olurdu. Senin cezan her gün yaşarken ölmek olacak."
"Ah, Henry, abiciğim."dedi ellerini gözlerine kapatarak. Ağladı. Zindana götürmelerini emrettim. Kızıl zindanlardan normal zindanlara alınacaktı. Ayakları yere sürünerek ilerliyordu. Gözden kaybolduğunda mızrağa geçirilen başa baktım. Henry'nin donuklaşan gözleri, aşağı sarkan çenesine bakarken ifadesizdim. Omena madalyonu ağzına sıkıştırıldıktan sonra meydanda dolaştırılmaya hazırdı. Şehrimde, hanlığımda Omena'ya müsaadem olmadığının en keskin göstergesi olacaktı bu.
Odama döndüğümde Ulaş Amcam beni kapının önünde bekliyordu. Gözlerindeki ifadeyi çözememiştim. "Kararımı sorgulamaya geldiysen hiç konuşmayalım."dedim ve odama girdim. Peşimden geldi.
"Han kararlarına hiçbir sorgunun işlemediğini bir kardeş ve beş yeğen kaybettiğimde öğrendim ben."dedi ve masamın önündeki kotluklardan birine oturdu. Uzun uzun baktı bana.
"Ne için geldin? Gökben'i zindandan çıkarmam içinse o iş olmayacak."
"Senin için endişelendiğimden dolayı geldim."dedi samimiyetle. Yine de kaşları çatıktı. "Hiddetin seni değiştiriyor Korkut. Gözlerine baktığımda fark ediyorum bunu. Katı, keskin bir soğukluk var."
"Hiddetim değil amca, en yakınlarımın ihaneti beni değiştiriyor."dedim sertçe.
"Henry'nin idamına hükmetmeni anlıyorum fakat onlara verdiğin ilacı anlamıyorum. Zaten adam ölecek, daha ne istiyorsun?"
"Gökben'in ölümü iliklerinde hissetmesini istedim. Gerçekten onun idamına hükmedebileceğimi idrak etsin istedim."
"Gerçekten onun idamına hükmetmedin ama."
"Hükmettim."dedim. "Zindanda idam edileceğini söylediğimde ciddiydim. Henry'nin hemen arkasından o idam edilecekti. Fakat ilacın onda bıraktığı etkiyi görünce vazgeçtim. Ölüm o bencillik timsaline az bile."
"O halde saraydan süreceksin onu. Bu noktadan sonra onunla nişanın geçerliliğini sürdüremez."
"Evet nişanımız bozuldu. Fakat onu saraydan henüz sürmeyeceğim."
"Korkut, bir yerde onun iki evladının annesi olduğunu unutma."
"O evladımın canına kast etti amca. Hangi anne bunu yapar?" Öfkeyle soludum. Hanım annemin de bu yola başvurduğu gerçeğini aklımdan çıkaramıyordum. Fakat ona kızma sebebim bu değildi. Herkesin içinde benim emrimi çiğneyerek Gökben'i sorguya çekmişti. Hem de hileye başvurarak. Gökben'in gerçeklerinin herkes tarafından duyulmasından ziyade benim otoritemi hiçe sayarak buna devam etmesi onu gönderme sebebimdi. Gökben ise oğlumun canına kast etmişti. Hem de ne uğruna? Omena rahibi abisini saraya sokabilmek için benim oğlumu kullanmıştı.
Evlat acısının ne demek olduğunu bile bile yapmıştı bunu ve bu asıl kırılma noktasıydı benim için. Ona aşık olabilirdim ama aşk bu denli gözümü kör edemezdi. Bu yaptığıyla her şeyi bitirmişti. Ona olan duygularım ölmüştü. Günlerdir derin bir hissizlik çukuruna düşmüştüm ve ötesini göremiyordum. Ben onu her şeye rağmen sevmiştim, ona güvenmiştim. O ise arkamdan yine iş çevirmişti. Bu yaptığı kabul edebileceğim bir şey değildi.
"Korkut,"dedi amcam usulca. "Yine de evlatlarının annesine eziyet etmen doğru değil."
"Onun beni ikinci kez evlat acısıyla sınaması doğru muydu?"diye sordum yükselen sesimle.
"Senin yaptığın yanlışa yanlışla karşılık vermek."
"Olması gereken idam edilmesi!"
"O zaman idam ettir ve bitsin gitsin."
"Hayır! Yaptığının bedelini ödeyene kadar cezası devam edecek. Beni ezip geçemeyeceğini ruhuna kazıyacak. Ondan sonra nereye süreceğime karar vereceğim." Amcam daha fazla uzatmadı. Kararım kesindi. Fakat yüz ifadesi onaylamadığını gösteriyordu.
***
Bir haftadır kurultayda işler yolunda gitmiyordu. Gökben hakkında ortaya çıkan gerçekler Ashan zaferini gölgede bırakmıştı. Onu kızıl zindana kapatmam bazıları tarafından onaylanırken bazıları tarafından onaylanmıyordu. Gerekçeleri Asperan Hanedanlığına iki evlat vermiş birinin idam edilmesinin uygun olmadığıydı. Her şeye rağmen Gökben'in belli bir çevre tarafından sevildiğini söylüyorlardı. Bugün de yine bu konu konuşuluyordu.
Ablam Bengü'nün eşi Toraman Bey, "Henry'nin yanında Gökben Hatun da idam edilmeliydi. Hanzen Göktuğ'nun zehirlenmesini ikisi planladı. Bir hainin idamına hüküm verirken diğer hainin canını bağışlamanız o hatunun sizin için vazgeçilmez olduğunu düşündürür." Bazıları başlarını sallayarak bu düşünceye katıldığını belirtirken bazılarının kaşları çatıldı.
Çelebi ailesinden Selçuk Bey, Simay Hatun'un babası söz aldı. "Toraman Bey'in hakkı var. Gökben Hatun bağışlanamaz bir şey yaptı. Onu affediyor olmanız üvey abisiyle birlikte size büyü yaptığı söylentisini bile ortaya çıkarır."
Burçin'le evli Tunç Bey, "Hanedana iki evlat veren birini idam ettirmek ne kadar uygun? Aspargon'u yıkmak uğruna evlatlarını birbirine kırdıran Büyük Hanım Simaşah bile tüm yaptıklarına rağmen idam edilmemiş ölene dek oğlu Göktuğ Han tarafından kuleye kapatılmıştır." Gökben'in Simaşah Hanım'la kıyaslanması beni içten içe rahatsız etmişti. Yıllar evvel gördüğüm rüyayı hatırlatmıştı. Kalbimi eliyle söküp alan ve paramparça ederek Simaşah Hanım'a dönen Gökben'i unutmam mümkün değildi. Diğer yandan biz de oğlumuza Göktuğ ismini vermiştik. Tatsız bir tesadüften ibaretti bu sadece. Yine de beni rahatsız etmişti.
Teoman Bey, "Daha şimdiden basit bir şifacıyı saraya sokmak adına oğlunu zehirleyen hatun ileride hanedanlığın çöküşü için neler yapar düşünmeden edemiyor insan."diyerek zihnime gömmek istediğim endişelerimi günyüzüne çıkardı. Tunç kısık gözlerle Teoman Bey'e bakıyordu. Babasını yerinden ettiğinden beri Teoman Bey'e kızgındı. Türker Bey kendi hataları yüzünden azledilmiş olsa da Tunç'un gözünde bu işten Teoman Bey sorumluydu ve babasının adına kendini ispat etmek için her daim çalışıyordu. Teoman Bey, "Gökben Hatun hakkındaki hüküm bir an önce kesinleşmeli Han'ım."diyerek bana döndü.
"Hükmüm belli. Önce zindanda cezasını çekecek. Sonra Aspargon'dan sürülecek ve girişi yasaklanacak."
Tunç boğazını temizleyerek konuşacağını belli etti. Hepimiz ona döndük. "Henry'nin Omena rahibi olduğunu biliyoruz. İdam edilmesi en doğrusuydu. Madalyonundaki işaretlere bakılırsa bayağı güçlü bir Omena büyücüsü aynı zamanda." Bu dedikleriyle nereye varmaya çalıştığını merak etmiştim. "Ayrıca Sargun casusu olduğuna kanaat etmemek için hiçbir sebep yok. Baş Hanzenin itiraflarında üvey abisi olduğunu öğrendik ve Sargun Kraliçesi ablasının ona yaptıklarını da duyduk."derin bir nefes aldı. Gözleri herkesin üstünde gezindi. "Henry'nin burada hainlik için bulunduğu belli. Peki bu hainlik Aspargon'a karşı değil de Baş Hanzen'e karşıysa her şey değişmez mi?"diye sordu. Konuyu buraya bağlama biçimine hem hayranlık hem şaşkınlık duymuştum.
Selçuk Bey, "Öyle olsa bile yapılanları değiştirmiyor."
Toraman Bey, "Gökben Hatun hanedan kanını zehirledi. Cezası idam iken Korkut Han onu sürgün ederek canını bağışlıyor."dedi öfkeyle.
Tunç sabırla dinledi onları. Sonra bana bakarak devam etti. "Henry Baş Hanzeni Omena büyüleriyle tesiri altına almış olmalı. Baş Hanzenin geçmişi geleneklerimize uymuyor olsa da Sargun Kraliçesinin yaptıkları ortada. Henry başından beri Gökben için değil Catherine için saraydaydı ve amaçları onun sonunu getirmekti. Bunun için ideal bir Omena büyüsü bulmaları zor olmazdı. Baş Hanzenin çocuklara düşkünlüğü herkes tarafından bilinen bir şey. Kendi isteğiyle bu işe kalktığını düşünmüyorum. Henry kraliçeyi destekliyordu ve Baş Hanzenden tamamen kurtulmak için bu oyunu kurdular."diyerek savını tamamladı. "Benim düşüncem bu şekilde. Ortadaki deliller en akıllıca bu şekilde yorumlanabilir."
Teoman Bey'in dudağı alayla kıvrıldı. Aklından başka şeyler geçtiği belliydi. "Ne düşünüyorsun Teoman Bey?"diyerek onu konuşmaya teşvik ettim.
Alaycı gülüşü büyüyerek bana döndü. "İyi hazırlanmış bir konuşma dinlediğimizi düşünüyorum Han'ım. Lakin bir nokta göz ardı ediliyor. Gökben Hatun itirafları yaparken doğruluk iksirinin etkisindeydi. Bu iksirin amacını hatırlatmak isterim. Tesir altındaki kişiye saf gerçekleri söyletir. Doğruluk iksiri olmasaydı Gökben Hatun'u kurtarmak adına bu senaryoyu bizler de çok rahat bir şekilde ortaya atardık."
Tunç, "Doğruluk iksirlerini sizden daha iyi kim bilebilir Teoman Bey? Müge Hanım'la bu planı yaparken en ince ayrıntısına kadar her şeyi hesaplamışsınızdır."
"Benim bu planla hiçbir alakam yok. Müge Hanım benden iksiri istediğinde sebebini sormadım. Nihayetinde Büyük Hanım olduğu için amacını sorgulama gereği duymadım. Eğer haberim olsaydı Han'ımızı bu hususta bilgilendirirdim."
"Omena büyülerinin ne kadar tesirliği olabildiğini duyuyoruz. Gökben Hatun'a gerçekler bu şekilde işlendiyse yalanları doğru gibi anlatmış olabilir." Tunç'un Gökben'i kurtarma çabası beni şaşırtmıştı. Bunu ne için yapıyordu bilmiyordum fakat Gökben'in üzerindeki suçlamalara çok güzel kılıf uyduruyordu.
"Ne demek istiyorsun Tunç Bey? Daha açık konuş."dedim gözlerimi gözlerinden ayırmadan.
"Gökben Hatun yükselişte olan bir Hanzendi. Daha önceleri de hakkında dedikodular çıkarıldı. Nişan zamanı bir korsanla kaçtığı ortaya atıldı. Henry kim bilir kaç zamandır Gökben'in yanındaydı. Kraliçe Catherine'le planlarını her şeyiyle düşünmüş olmalılar. Yani Gökben Hatun yıllar evvel saraydan gittiğinde belki sadece kendi hayatını yaşadı ve dışarıda yapamayacağına karar verince geri dönmek istedi. Evlilik ve çocuk ona öğretilen bir yalandan ibaretti."
Teoman Bey, "Daha az önce evlilik ve çocuk olayının Gökben Hatun'a zarar vermek için tertip edildiğini söylememiş miydin? Şimdi de bunun yalan olabileceğini söylüyorsun. Çelişkili ifadelerde bulunuyorsun Tunç Bey."
Tunç ısrar etti, "Sandığınız kadar iyi hazırlanmış bir konuşma yapmıyorum demek ki. Bu dediklerim daha akla yatkın. Amaçlarının ne olduğunu ancak Ulu Tanrı bilir fakat eğer Kraliçenin kardeşine sahip çıkmaya niyeti olsaydı şimdiye kadar defalarca saraya yazardı ve kardeşinin ülkesine gönderilmesini isterdi. Fakat bunu yapmadı. Demek Gökben Hatun'dan kurtulmak onların işine geliyor."
Teoman Bey, "Evliliğin gerçekliğine dair Ladinay tangayını saraya davet etmeyi öneriyorum. Sahte kimliklerle nikah kıydırmış olabilirler fakat ortada bir nikah olduğu ancak bu şekilde ispatlanır."
Elimi havaya kaldırdım. "Tunç Bey, çaban takdire şayan. Fakat Gökben hakkındaki gerçekler doğru. Gökben saraydan ayrıldığında Aquillo Estasakis isimli bir korsanla kaçtı ve ondan Aillios isimli bir oğlu oldu. Bunlar benim en başından beri bildiğim şeylerdi. Gökben oğlum Göktuğ'yu kasten zehirledi ve Henry kardeşinin yükselmesine yardım etmek için saraya girdi. Gerçekler bunlardır. Benim kabul etmediğim kısım Gökben'in oğluma yaptığı şeydir." Tunç Bey hayal kırıklığıyla bakıyordu bana. Gökben'i kurtarmaya ihtiyaç duysaydım senaryo uydurmaya ihtiyaç duymaz her şeye rağmen evleneceğimi açıklardım. Evliliğim ancak benim kararımla olacak bir şeydi. Kimseyi herhangi bir şeye ikna etmeme gerek yoktu. Ben bu hanlığın Han'ıysam hükmümü kimse sorgulayamazdı. "Kurultay dağılsın. Bugünlük bu kadar yeter."dedim ve herkesten önce salonu terk ederek odama geçtim.
İçeri girmemden bir müddet sonra Bilgiç Ağa geldi elinde dolu meyve tabağıyla. Portakal, mandalina, elma doluydu tabak. "İdamın bittiğini duydum."dedi önümde ayakta beklerken. "Gökben Hatun normal zindana alınmış."
"Evet. Cezası hala bitmedi."
"Ne yapacaksınız peki? Onu gerçekten gönderecek misiniz?"
"Evet Bilgiç Ağa!"dedim sertçe. Başını öne eğdi.
"Yeni Baş Hanzen kim olacak? Haremde dedikodu kazanları kaynıyor. Kimileri Hanzen İdil'in hak ettiği konuma geri döneceğini söylerken kimileri ise sizin yeni bir hatun seçeceğinizi söylüyor. Büyük Hanım da Düşmüş Saray'da. Hatunlar kendilerine epey güveniyor. Leman Kalfa bu gece için birini ayarladı bile."
Kızgın gözlerle Bilgiç Ağa'ya döndüm. "Ben hatun mu talep etmişim de hazırlanıyor bana sormadan? Gökben gitti diye ne olacak sanıyorlar? Önüme gelen hatunu yatağıma mı alacağım?"
Gözleri imalı imalı yere inip kalktı. "Gökben Hatun aradan çekilince şanslarının artacağını düşünüyorlar."
"Leman Kalfa'ya söyle bana hatun matun göndermesin! Bir daha da bana danışmadan böyle bir ayarlama yapmaya kalkmasın!"dedim ve odadan gönderdim.
Geçmişte böyle yaptığım doğruydu. Gökben gidince onu unutmak için harem hatunlarıyla daha alakadar olmuştum. Fakat o zamanlar toydum. Sağlıklı düşünemiyordum. Olan olmuştu. Fakat artık değişmiştim. Gökben gittiyse gitti. Dört evladım vardı. Varise ihtiyacım yoktu. Vakti geldiğinde yeteneklerine göre içlerinden birini veliaht olarak belirleyebilirdim. Han babam gibi hatunlar benim zaafım olmayacaktı. Son aylarda zaten kendimi tek kişiye adamıştım. Fakat işler yolunda gitmedi diye odamın kapısını herkese açacağım anlamına gelmiyordu. Zaten aşkın tekrar kapımı çalacağını da düşünmüyordum.
Kapı muhafızları Tunç Bey'in geldiğini haber verdiğinde portakallardan birini aldım ve yemeye başladım. Tunç içeri girdi. Baş selamı yaptı. "Hayırdır Tunç?" Yaşlarımız yakın olduğu için kurultay dışında ismiyle hitap ediyordum. Hem yılların tanışıklığı da vardı.
"Kurultay salonunda yaşananlar hakkında konuşmak için geldim. Haddimi aşacak bir şey yaptıysam özür dilerim. Ben Gökben Hatun'un bu kadar çabuk gözden çıkarılmasına hala şaşırıyorum."
"Bu kadar çabuk... Gökben kendi hatasının bedelini ödüyor. Her şeyini kabul etmeyeceğimi kendini en dibe düşürerek gördü."
"Size iki evlat verdi."
"İdil ve Şevval bir evlat verdi diye göz ardı mı edilecek?"
"Hayır tabii ki. Fakat ona olan duygularınız herkesin malumuydu. Her defasında aşkla bakıyordunuz ona. Yaptığı çok ağır bir şey fakat öfkeniz dinince-"
"Evlatlarım benim kırmızı çizgim Tunç. Öfkem dinmeyecek." Başını yere eğdi. Ellerimi mendile silip ayağa kalktım. Karşısında durdum. Elimi omzuna koydum. "İçeride çok iyi konuştun. Gerçekleri bilmesem inanmak isteyeceğim bir çözüm ürettin. Fakat gerçekler belli." Derin bir iç çektim. "Sen çok iyi bir danışmansın. Diğerleri gibi sığ düşünmüyorsun. Kurultayımda olduğun için memnunum. Çok iyi işler başaracağına eminim." Hafif tebessüm etti. "Burçin de sen de Gökben'i seviyordunuz biliyorum. Onun için elinizden geleni yapacağınızı da biliyorum. Fakat benim için Gökben bitti."
"Peki Teoman Bey payına düşeni alacak mı? Müge Hanım'la bu planı birlikte yaptıklarına eminim."
"Emin olmak yetmez Tunç. Teoman Bey bu sarayın kurdudur. Han babam ona karşı hep temkinli olmak gerektiğini söylerdi. Ona karşı bir hamle yapmadan önce iki kez düşün derim. Sana bir arkadaş tavsiyesi."
"Yani siz de ondan çekiniyorsunuz."
"Tavsiyeleriyle devlete güzel hizmetler yapıyor. Çıkarlarımız ters düşene dek kurultayımda kalmaya devam edecek."dedim ve Tunç gitti.
Yerime oturdum. Teoman Bey her daim dikkat edilmesi gereken bir adamdı. Suna'ya bilgi sızdıran biri saraya çalıştığını iddia etse de güvenilmezdi. Gökben'den neden kurtulmak istediğini bilmiyordum. Fakat bu işte onun da parmağı olduğu kesindi. Ladinay'da kıyılan nikahtan haberi olduğuna göre Gökben'i sadece hareme girdikten sonra değil öncesinde de takip etmiş demekti. Her ihtimali ince ince düşünüp adımlarını ona göre atan birine karşı açıktan cephe almak akıllıca olmazdı. Hem gerçekçi olmam gerekirse ben de henüz Teoman Bey'e kafa tutacak kadar tecrübeli olduğumu düşünmüyordum. Şimdilik onunla iyi geçinmek en mantıklısıydı. Sonra ne olacağını zaman gösterecekti.
***
Kurultayın tatil olduğu günlerden birini evlatlarıma ayırmayı seçmiştim. İlk olarak Balamir'in yanına geldiğimde İdil'i odada bulamadım. Olanlardan beri onunla hiç görüşmemiştim. Olay günü herkesin içinde yaptığı çıkışa kızmıştım fakat sonra ona yaşattıklarımı düşününce hak vermiştim. Haklı olsa da o şekilde çıkış yapması ona yakışmamıştı. Olanlar hakkında konuşmak için biraz sakinleşmeyi ve olayların durulmasını beklemiştim. Fakat şimdi de odasında yoktu. O vakit ben de akşam yemeği için çağırır öyle konuşurdum.
Balamir heyecanla karşıladı beni. Oğlum iyice büyümüştü. Daha dün gibiydi kollarıma aldığım an. Gençliğinde kim bilir nasıl olacaktı. Kıvırcık saçlarında ellerimi gezdirdim. "Nasılsın oğlum? İyi misin?"diyerek elimi omzuna koydum. Koyu kahve gözleri pırıl pırıldı bana bakarken.
"İyiyim han babam. Seni görünce çok daha iyi oldum."dedi gülümseyerek.
"Annen nerede?"
"Çarşıya gideceğini söyleyerek erkenden kalktı ve hazırlandı. Sonra çıktı."
"Hadi bahçeye çıkalım. Bakalım kılıç konusunda ne kadar ilerlemişsin."
Bahçeye çıktık ve tahta kılıçlarla talim yaptık. Oğlum oldukça hevesliydi öğrendiklerini göstermeye. Ulaş Amcam bizden sonra onlarla ilgilenmekten memnundu. Fakat ordu işleri daha çok olduğundan asıl hocaları başkaydı. Ulaş Amcam dönem dönem kontrol ediyordu ilerleyişlerini. "Çok iyi dövüşüyorsun aslan parçası."dedim sıkıca sarılarak.
Bahçede dinlenirken sohbet ettik. Okuduğu kitapları anlattı bana. Savaş kitapları çok hoşuna gidiyordu. Okumayı söker sökmez her bulduğunu okumaya çalışıyordu. Bazen ağır kitaplar istediğini de duyuyordum. Hocaları onu yaşına uygun kitaplara yönlendirse de ısrar ederek kendi istediğini yapıyordu.
Dinlenirken birer melisa çayı içtik. Sakinleştirici ve yatıştırıcıydı. Tahinli pekmezli keklerimizden yedik. Balamir başka konular anlatırken ben dinledim. Ayrılık vakti geldiğinde buruk bir gülümseme vardı yüzünde. "Han babam, biliyorum işleriniz yoğun. Fakat daha sık böyle şeyler yapamaz mıyız acaba?"diye sordu çekine çekine. Elimi boynuna götürüp kendime çektim. Sıkıca sarıldım.
"Yaparız elbet. Hem biraz büyüyünce sen de kurultaya katılmaya başlarsın. Hele bir on üçüne gir."
Parmaklarıyla hızlıca hesap yaptı ve yüzünü buruşturdu. "Daha beş sene var." Suratı asıldı. "Çabuk geçer mi?"diyerek gülümsedi sonra.
"Geçer elbet. Zaman o kadar hızlı geçer ki bir bakmışsın koca adam olmuşsun."
Balamir odasına döndükten sonra bu defa Aydan'ın yanına gittim. Şevval odadaydı. Benim gelişimle şaşırmışlardı. Reveranslarını yaptıklarında Aydan hala yerinden kıpırdamamıştı. Dizlerimin üstüne çöküp kollarımı iki yana açtım. "Canım kızım, babana sarılmayacak mısın?"dedim gülümseyerek. Çekingen adımlarla yaklaştı ve kollarımına arasındaki yerini aldı. "Ne oldu prensesim? Canın mı sıkıldı?" Omuz silkti. "Ben buraya seni görmeye geldim. Birlikte baba kız zaman geçireceğiz."
"Kardeşlerimi de gördün mü?"
"Balamir abini gördüm sadece."
"Nasıldı abim?"
"İyiydi. Sen abinle görüşmüyor musun ki?" Yine omuz silkti. Bu hali hoşuma gitmemişti. Şevval'e döndüm. "Kızımla yalnız zaman geçirmek istiyorum."dedim ve reverans yaparak odadan çıktı. İşkızları da gönderdim. Bize güzel yemekler getirmelerini emrettim.
"Bak, bunu Hanzen İdil almış benim için."diyerek tahta bir oyuncak bebek gösterdi. "Çarşıya gidiyor sık sık. Gelirken hediyeler getiriyor bize. Bu bebeği çok sevdim. Annemin kumaşlarından ona bir sürü elbise hazırladım." Küçük bir sandığın başına gitti ve açtı. İçinden el kadar elbiseler çıkararak önüme getirdi.
"Hepsi çok güzel olmuş. Aferin sana."
"Bunlar güzel değil."diyerek üç tane elbiseyi ayırdı. "Bunlar ilk denediklerim. O yüzden beğenmiyorum."
"İlk olmasına rağmen oldukça başarılı gözüküyorlar. Elbiseden pek anlamam ama görünüşü hoşuma gitti."
Güldü. "Anlamadığın belli. Bunların astarları yok. Hem etek kısmını yamuk kesmişim. Kollarının dikişleri de yamuk olmuş. Baksana baba. Böyle bir elbiseyi kimse giymez."diyerek kollarını ve eteklerini gösterdi.
"Sen nasılsın peki?"diyerek gözlerinin içine baktım. Kahve gözleri bir an duraksadı. Gözlerime bakarken endişeli görünüyordu.
"Hanzen Gökben'i gerçekten öldürecek misin?"diye fısıldadı. Ansızın gelen bu soru beni şaşırtmıştı. Aydan'ın böyle şeyleri bilmemesi gerekirdi. Nefesinin hızlanmaya başladığını fark ettim. Elimi yanağına götürdüm. Ne diyeceğimi bilemez halde ona bakakaldım. "Defne ve Göktuğ'yu çok sevmiyorum ama annelerinin ölmesini istemem. Nihayetinde onları karnında taşıdı, doğurdu, büyüttü." Gözleri dolu dolu olmuştu. "Hiç kimse annesinin ölümünü görmemeli."
"Öyle bir şey olmayacak."diyerek sarıldım kızıma. "Düşünme sen böyle şeyleri. Bebeklerine diktiğin elbiseleri gösteriyordun. Haydi onlara bakalım. Başka bebeğin var mı? İstersen bir gün ikimiz çıkalım çarşıya. İstediğin yeri gezer, istediğini alırız."
"Han babam, söz ver."diyerek ellerimi tuttu sıkı sıkı. "Kimseyi annesiz bırakmayacağına söz ver." Dudaklarımı birbirine bastırdım. Kızım çok zekiydi. Konuyu değiştirme çabamı fark etmiş ve buna izin vermemişti.
"Her çocuk anne ve babasıyla büyümeli."dedim. Hafifçe gülümsedi.
"Saraydan da gönderme bence. Defne'yle Göktuğ büyüyene kadar bekle. O zaman daha güçlü olurlar. Ama yine de annelerini görmelerine izin ver. Hanzen Gökben senin çok kızacağın şeyler yaptı biliyorum. Ama,"duraksadı. Tekrar nefesi hızlanmıştı.
"Ne oldu kızım? Bana söylemek istediğin başka bir şey mi var?"
Gözleri bir an daldı. Sonra benimkilerle kesişti. "Annem de seni çok kızdırıyor mu?"diye sordu. Bu sorular beni rahatsız etmişti.
"Annen beni kızdırmıyor."dedim kısaca. Fakat Aydan'ın böyle düşünmesinde rolü olduğu belliydi. Belki benim de hatam vardı. Son zamanlarda Aydan'ı ihmal etmiştim. Onunla daha sık zaman geçirmeliydim.
"O zaman neden annemle beni eskisi kadar yanına çağırmıyorsun?" Cevap verecekken devam etti, "Han olduğun için olamaz. Çünkü Hanzen Gökben'i ve Defne'yle Göktuğ'yu çağıracak zaman buluyorsun."diyerek cümlemi ağzıma tıkmış oldu. Elimi başında gezdirdim gülümseyerek.
"Böyle düşünmene sebep olduğum için özür dilerim can parçam. Artık senin için daha özel zamanlar yaratacağım. Bu da sana han sözü olsun." Gülümsedi.
"Seni çok seviyorum babacığım."diyerek boynuma sarıldı.
Aydan'la geçen zamanım oldukça düşündürücüydü. Gerçekten son zamanlarda onu göz ardı etmiş, göstermem gereken özeni gösterememiştim. Şevval de bu fırsatı kullanarak kızımın zihnini bulandırmıştı. Fakat ben en başında ona bu fırsatı vermeseydim bunların hiçbiri olmaz, Aydan annesinin tesirinde bu kadar kalmazdı.
Defne ve Göktuğ'yu ziyaret etmeden önce Şevval'i çalışma odama çağırdım. Reverans yaptıktan sonra meraklı gözleri beni buldu. "Seni neden çağırdığıma dair bir fikrin var mı?"diye sordum gözlerine bakarak.
Dudakları aralandı. Alaycı bir tebessümden sonra, "Hanımlık hazırlığı için olmadığına göre herhangi bir fikrim yok Han'ım."dedi. Ben de güldüm.
"Hanımlık hazırlığı..."dedim yavaşça. Derin bir nefes aldım. "Sana haksızlık ettiğimi düşünüyorsun." Kaşları çatıldı. "Bunun hıncını ise kızımı bana ve herkese karşı doldurarak alıyorsun. Yapma."
"Ben asla-" Hızla elimi kaldırdım susması için.
"Şimdiki şartları düşününce senin suçun oldukça ufak kalıyor, değil mi? Haklısın. O zamanlar benim için büyük bir kabahatti." Ayağa kalktım. Ona doğru yaklaştım. "Affı olabilirdi, hem de kolayca." Etrafında bir tur döndüm. "Fakat sen en ufak bir küslüğü bile kabullenemeyecek kadar hırslı davrandın."diyerek önünde durdum. Başını iki yana sallayarak reddediyordu söylemlerimi. Fakat gerçekler bunlardı ve birinin Şevval'e bunları söylemesi gerekiyordu. "Sen ufacık bir cezaya bile tahammül edemedin ve daha Ecrinok'ta başladın casus ağını kurmaya. Bunu hanlığın çıkarları için yapmış olsaydın seni anlayabilirdim. Fakat sen sadece kendi çıkarların için çalıştın."
"Han'ım bunlar asılsız suçlamalar."
"Bir şekilde hatunları etrafına çektin ve pis işlerin için kullandın. Gökben'e düzenlenen saldırıda parmağın olduğuna eminim. Hatta belki İdil'in merdivenlerden düşerek evladımızı kaybetmesine bile sen sebep oldun!"
"Hayır! Asla! Bebeklere kıyacak kadar cani değilim ben! Doğmamış bir bebeğe dokunarak Ulu Tanrı'nın öfkesini ömrüm boyunca üstüme almayı göze almam!"
"Kendi öz evladını babasına karşı dolduran biri başkalarının evlatlarına neler yapmaz Şevval."
"Aydan seni çok seviyor ve sana ulaşamadığı için senden uzaklaşmayı seçiyor."
"Her evladımın bana olan sevgisinin farkındayım ben. Fakat sen Aydan'ın bu halini onu yanına çekmek için kullanıyorsun. Amacın ne? İleride onu bana karşı kullanmayı mı düşünüyorsun? Kime güveniyorsun da şimdiden böyle hesaplar peşine düşüyorsun?"
"Hakkımda yanlış ithamlarda bulunuyorsun Korkut Han."dedi mesafeli bir tonla. "Büyük Hanım'la yaşadığın iktidar savaşı seni herkese karşı şüphe duyar hale getirmiş. Ben bu saraya alınmadan önce sokağa atılmış kimsesiz bir çocuktum. Kendimden ve ailem dediğim senden başka güvenecek kimsem yok." Derin bir nefes aldı. Gözlerini gözlerimden ayırmadan konuştu. "Gökben'in yokluğunu benimle yatıştırdığını bile bile seni mutlu edebilmek adına her şeyi yaptım ben. Aramızda geçenler iki üç günlük değildi. Aylar boyunca senin tek hatunundum. Doğduğumdan beri ne ana şefkati ne baba sevgisi görmemiş biri olarak senden gelen bu aşka sahte bile olsa kapılmamam mümkün müydü?" Yutkundu. Gözleri korkusuzca bana bakıyordu. "Her şeye rağmen hala o hatunu unutamamış olman kalbimi o kadar yaralamıştı ki... Ben sana yetememiştim. Hala o hatunun mektuplarını saklıyordun. Göndermeyeceğin mektuplar yazıyordun. Kalbim kırılmıştı ve ben de senin kalbini kırmak istedim. Evet, aşık bir kadın nasıl davranırsa öyle davrandım. Tek suçum buydu. Ama Aydan konusunda yanlış düşünüyorsun. Gökben'den olma evlatlarına nasıl davrandığını herkes görüyor. Böyle düşünen sadece ben ya da Aydan değil. Annesi sana yıllarca Baş Zadesenlik ve Baş Hanzenlik yapmış olan Balamir bile onların doğumuyla gözünden düştü. Sadece Büyük Hanım olması gereken özeni gösterdi bizlere. Sen ise evlat zehirleyen o hatun için hepimizi bir kenara attın. Madem gerçekleri konuşuyoruz, bunlar da senin gerçeklerin!"dedi sesi yükselerek. Öfkeyle soluk alıp veriyordu. Gözleri kızarmıştı. Yaşlar birikmişti ama gözlerini kırparak hemen savuşturdu. Başkasının önünde ağlayacak biri değildi Şevval.
Ben ise donup kalmıştım suçlamaları karşısında. Evlatlarımı hiçbir zaman birbirinden ayırmamıştım. Hatta Balamir her zaman benim için daha özel olmuştu. Doğan'ın ölümünden sonra hayata onunla tutunmuştum. Sonra Aydan gelmişti. Güzel kızım benim. Cıvıl cıvıl hareketleriyle bir kez daha neşe getirmişti bana ve kalbimdeki yeri eşsizdi. Defne ve Göktuğ, yıllarca kalbimden atamadığım hatunun bana iki güzel hediyesi olmuştu. Fakat bu durum diğerlerinin yerini değiştirmemişti bende hiçbir zaman. Ben ayrımcı biri değildim. Hanım annemin yaptığı gibi evlat seçmiyordum. Hiçbiri gözden çıkarılacak kadar değersiz değildi. Hepsi canımın canıydı.
"Ne oldu? Suçlanmak ağır bir yük mü bıraktı omuzlarına?"diye sordu Şevval soğukça.
"Cümlelerinde herhangi bir gerçeklik payı arıyordum. Fakat bulamadım."dediğimde bana hayretle bakıyordu. "Sen insanları kendi çıkarların için kullanmaktan çekinmeyen ve dilinde biriktirdiğin zehri salmak için an kollayan kötü niyetli bir kadınsın Şevval! Ve bu kötü niyet seni yükseltmeyecek!"
"Sen de kendinde hiçbir zaman hata görmeyen, hanım anneciğinin laflarıyla kusursuzluk abidesi olduğuna inanan, veliaht diye her daim şımartılarak yetiştirilen, ayakları yere sağlam basmayan bir adamsın Korkut Han! Ve bu burnu havada hallerin seni başarılı bir han yapmayacak!"dedi hınçla. Göğüs kafesi hızla inip kalkıyordu. "Sözlerim için idam hükmümü vereceksen hiç durma! Oğlunu zehirleyen kadını bağışlayıp benim boynumu vurdurman hiç kimseyi şaşırtmaz! Adaletini mühürlemiş olursun!"
"Yeter!"dedim sertçe. "Haddini daha ne kadar aşacaksın merak ediyorum. Sınırını daha ne kadar zorlayacaksın? Kendi suçlarını üzerinden atmak için bana saldırmaya ne zaman son vereceksin?"
"Bize hakkımız olduğu gibi davrandığında. Aydan senin evladın ve ben senin evladının annesiyim. Biz Hanedanlık Sarayı'nın bir köşesine atılan kuklalar değiliz. Yeri geldiğinde sen güç kazanacaksın diye adamın birine sunulacak cariye yetiştirmiyorum ben! Her daim ayakları yere sağlam basan, tek başına gücünün farkında olan bir han kızı yetiştiriyorum! Uyanık olmak ve çevresinde olan biten her şeyin tüm gerçekliğiyle farkında olmak zorunda. Bir peri masalının ulaşılmaz prensesi olmayacağını ne kadar erken kabullenirse o kadar iyi. Hiçbir zaman handan olmayacağını ama her daim bir han kızı olduğunu ve gücünü damarlarında akan kandan aldığını bilmeli. Ben hiçbir zaman İdil gibi silik, Gökben gibi hayalperest olmadım, olmayacağım. Benim arkamda ne Büyük Hanım ne de Aspargon Hanı'nın aşkı var. Yaşadığımız sarayda başına gelecek her şeyle tek başına mücadele edebilecek bir kızı tek başıma yetiştirmek zorundayım. İster adına sinsilik de ister dolduruş de. Zamanı geldiğinde bu saraydaki en aklı başında han çocuğu Aydan olacak. Sen de göreceksin."
Sustu. Gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. Söylediklerinin etkisi büyüktü. Şevval'i bunca zaman ne kadar hafife aldığımı iyice görmüştüm. Kendine bir kılıf uydurmuştu. Aydan'ı zehirlemesine çok güzel bahaneler üretmişti. Kızımın yakınında olmaması gerektiğini haykırmıştı resmen. O Aydan'ın yanında olduğu müddetçe durmayacaktı. Onu hem bana hem kardeşlerine karşı dolduracaktı. Evlatlarımın arasında ikilik çıkaracak belki de benden sonra taht kavgasında başı o çekecekti.
Oysa daha az önce Aydan kimseyi annesiz bırakmayacağıma dair söz istemişti benden. Başıma çok şiddetli bir ağrı girmişti şimdi. Tam şu anda savaş meydanında olmayı tercih ederdim. Şevval'i saraydan göndermem Aydan'ın bana olan güvenini paramparça ederdi ve onu tamamen kaybederdim. Sarayda tutmam ise Aydan'ın gün gün zehirlenmesi anlamına geliyordu. Bir karar vermek zorundaydım.
"Odana dön."dedim olabildiğince sakin kalarak. Kaşları hayretle havaya kalktı. Bunca laftan sonra onu göndereceğime oldukça emindi demek. Belki de Aydan'ı bu konuda sürekli işlemişti ve Aydan bu sebeple annesinden ayrılmaktan korkuyordu. Onu saraydan göndermem annesinin her daim haklı olduğunu gösterirdi.
Şevval'le savaşımız bambaşka bir boyut alıyordu. Kızımı ya kaybedecektim ya da davranışlarımı değiştirerek kızımın kalbini kazanacak, çatlayan güven duvarını yeniden inşa edecektim. Şevval odadan çıkarken kararım belliydi. Kendi ellerimle Aydan'ı kaybetmeyecektim.
Baş ağrım yatışsın diye balkona çıktım. Soğuk hava zihnimi açtı. Ellerimi balkonun mermerlerine dayadım ve önümdeki bembeyaz manzarayı izledim. Sessizliği dinledim. Sakinleşene kadar derin nefesler alıp verdim. Kendimi daha iyi hissettiğimde odadan çıktım. Defne ve Göktuğ'nun yanına gittim.
Odaya girdiğimde iki kardeş yerde oynuyordu. İşkızlar yanlarındaydı. Defne elindeki tahta at ve demir şövalye ile Göktuğ'ya hikaye anlatıyordu. "Sir Leo o kadar güçlüymüş ki yenilmez denen ejderhayla savaşmaya gitmiş. Ejderha ateşiyle eritilen bir kılıç bulmuş kendine. Çünkü ejderhanın derisini ancak ejderha ateşinden yapılan bir kılıç delermiş. Sir Leo atına binmiş ve yola düşmüş." Gülümsedim. Bu hikayeyi daha önce hiç duymamıştım. Biraz daha yaklaştım hikayeyi dinlemek için. Adım seslerimi duyunca sustu. Bana döndü.
"Han babacığım."dedi gülümseyerek. Göktuğ da bana baktı.
"Baba, baba."diyerek ayağa kalktı. Yanlarına gittim ikisine de sarıldım. Göktuğ sıkıca yapıştı boynuma. Defne bıraktığı halde o bırakmıyordu. "Anne yok. Anne nerede?"diyerek omzuma çenesini dayadı. Bir parmağı ise çenemde, sakallarımın arasında geziniyordu.
Defne, "Anne hasta. İyileşince gelecek."dedi. Sonra bana döndü. "Kardeşim hep annemizi soruyor. Hasta diyorum ama ağlıyor." Yutkundu. "İyileşince gelecek diyorum ama dinlemiyor. Ablalar da dedi hasta olmayın diye başka odaya gitti diye." İşkızlarla göz göze geldik. Mahcup ifadeleri yerdeydi.
"Anneniz çok hastalanmış. Hekimler elinden geleni yapıyor."dedim. Göktuğ'ya hastalığı anlatmak imkansızdı ama Defne anlıyordu en azından. Kardeşiyle büyük ölçüde ilgileniyordu.
"Keşke Müge Annem de hasta olmasaydı. En azından o bize masal anlatırdı. Ben onun kadar güzel anlatamıyorum."dedi Defne. "Müge Annem de mi çok hasta?"
"Evet güzel kızım. O da çok hasta."
"Birbirlerine bulaştırmış olmalılar." Üzüntüyle iç çekti. "Ama sen hasta değilsin."diyerek koluma sokuldu. Göktuğ sıkıca sarılmış omzumdan ayrılmıyordu. Kızımın sırtını sıvazladım.
Yanlarından ayrılmadan Göktuğ omzumda uyumuştu bile. Yatağına yatırdığımda Defne de kardeşinin yanına uzandı. İkisine de birer öpücük verdim ve odama döndüm.
İçeri girdiğimde bir sürahi şarap istedim. Bilgiç Ağa elinde tepsiyle girdi. Bardağımı doldurdu. Masaya bıraktı. Birkaç büyük yudum aldım. Kafam allak bullaktı. Her şey üst üste gelmiş gibi hissediyordum. Hanım annem Gökben'i düşürmek uğruna otoritemi herkesin içinde çiğnemişti. O Düşmüş Saray'da, Gökben zindandaydı.
Şevval ise kızımı kendine göre doldurmuştu. İstediği kılıfı uydursundu. Ona inanmıyordum. Onun derdi han kızı yetiştirmek değil, yeri geldiğinde hana karşı durabilecek bir aday hazır etmekti. Yükselişi benimle bulamamıştı ve şimdi kızımızı bunun için kullanmak istiyordu.
İdil son zamanlarda çok değişmişti. Eski sakinliği durgunluğu gitmiş yerine tanıyamadığım bir İdil gelmişti. Şimdiye kadar her şeye rağmen ağırlığını korumuş, kendinden ödün vermemişti. Fakat nişan meselesinde ipleri koparmıştı. Yine de şu an onunla konuşmaya ihtiyacım vardı. Durgunluğuyla bu durumlara güzel bir yorum getirebilirdi.
Gökben, Şevval ve hanım annem beni oldukça zor bir duruma sokmuşlardı. Biri benim annem, diğerleri evlatlarımın anneleriydi. Gökben'in cezası belliydi. Zindanda cezasını çektikten sonra Aspargon'dan sürülecekti. Peki ya hanım annem? Bir kez daha otoritemi böyle sarsmayacağının garantisi var mıydı? Hanedanlık Sarayı'na dönüşü ne zaman olmalıydı? Şevval'e ne demeli? Kızım için bu kadar zehirliyken kızımı kaybetmemek adına onu sarayda tutmak zorunda kalıyor olmak hoşuma gitmiyordu.
Bilgiç Ağa'ya İdil'i çağırmasını söyledim. "Hanzen İdil rahatsız edilmek istemediğini söylemiş. Çarşıya çıkmak dışında kapısını kimseye açmıyormuş."dediğinde kaşlarım çatıldı.
"Benim çağırdığımı söyle o vakit."
"Söylerim ama kararı kesinmiş diye duymuştum."
"Ne demek o? Beni mi görmek istemiyor?" Şaşırmıştım bu duruma. İdil her durumda benimle görüşürdü. Şimdi ne yapıyordu böyle? Bana küs mü kalacaktı? Onu hanım edince mi barışacaktı? Öyle bir şey olmayacaktı artık. Hak etmediği için değil, bu iş hanım annem ve benim savaşıma dönüştüğü için olmayacaktı. İdil'i hanım yapmam demek hanım annemin gücüne güç katmam demekti. Herkesin gözünde annesinin dediğinden çıkamayan han olmayacaktım. Han babam gibi Müge Hanım'ın maşası değildim ben.
"Eh, sanırım öyle. Hanzen İdil size çok kırgın."dedi Bilgiç Ağa.
"Kırgınlığını bir kenara bırakıp gelmesi gerektiğini söyle!"dedim ve Bilgiç Ağa odadan çıktı. Kaşlarım çatık kalmıştı. Parmaklarım altın bardağın üstünde geziniyordu. Baş parmağındaki yakut yüzüğün kenarı bardağa sürtüyordu. Odamın kapısı çalındı ve Bilgiç Ağa geldi. Kaşlarım daha da çatıldı. "Ne oldu? Gelmiyor mu?"
"Hanzen İdil,"dedi ve yutkundu. "Çarşıdan dönmemiş."
"Ne demek dönmemiş? Vakitten haberiniz var mı? Bu vakitte tüm hatunlar çarşı işini bitirmiş hareme dönmüş olmak zorundadır! Hangi muhafızlarla gitmişler? Hemen peşlerine başka muhafızları salın ve derhal saraya getirin! Bu ne pervasızlık böyle?" Sinirlenmiştim. Çocuk gibi davranıyordu. Yeri gelince bir zamanın Baş Hanzeni demeyi biliyordu insanlar. Bu mudur bir zamanın Baş Hanzenine yakışan davranış?
Bilgiç Ağa sıkıntılı bir ifadeyle karşımda durmaya devam ediyordu. Boğazını temizledi. "Yanına muhafız almamış."dediğinde ayağa fırladım.
"Ne demek muhafız almamış?"
"Eski Baş Hanzen olarak tek çıkma hakkını kullanmış."
"Sen de dedin bak. Eski! Tek çıkma hakkı falan yok. Muhafızlar bilmez mi bunu?"
"Hanzen İdil'in hususi muhafızları Han'ım. Onu kıramamışlar."
"Bu saray kuralsızlıkta çizgiyi aşmaya devam ediyor!"diye söylendim. "Kural kuraldır! Uymayan herkesin başını mı almalıyım dedemin babası Kaya Han gibi?!"
Hızla çıktım odamdan. İdil'in odasına gittim. Muhafızları çağırdım. Önümde tek sıraya girdiler. "Siz ne cüretle han buyruğunu çiğnersiniz? Hanzenler yanında muhafız olmadan saraydan ayrılamaz! Bilmez misiniz?!"diye bağırdım. Hepsinin başı yerdeydi. "Konuşsanıza!"
Hatunlardan biri koşar adım yanıma geldi. Dışarıdan geldiği kızaran yanaklarından belliydi. Hızla reverans yaptı. "Han'ım, bu size."diyerek bir mektup uzattı bana.
"Kimden bu?"
"İdil Hatundan."dediğinde kaşlarım çatıldı.
"Hanzen İdil demek istesin herhalde." Başını yere eğdi bir şey demedi. Mektubu aldım. Dışarının soğuğu hala kağıdın üstündeydi. Açtım ve okumaya başladım.
Korkut,
Ben elimden gelen her şeyi yaptım. Bu ilişkiyi ve kendimi sağlam tutmak için gücümün son damlasına kadar uğraştım. Olmadı. Olmayacağı yıllar evvel belliydi aslında. Umut işte. Bilirsin ki insan ilk ve tek aşkından kolay kolay vazgeçemiyor. Ben de vazgeçemedim senden. Dayanabildiğim yere kadar dayandım.
Sana kırgındım. Hem de çok. Çok kez sarayı başına yıkmak istedim ama bana yakışmaz dedim durdum. Son zamanlarda yaşananlar için üzgünüm sadece. Kendim olmaktan bu denli uzaklaşabildiğim için üzgünüm. Kendime yakışmayan hareketler yaptım. Şu an sarayda olmayışımın en büyük sebebi de bu.
Ben bu sarayda yaşananları kaldıramıyorum. Olmuyor. Orada kaldıkça daha fazla değişeceğim. Tanıdığın İdil'i yok edecek o saray. O çürümüş bataklıkta çirkinleşen bir yaratığa dönüşmeyi kendime reva görmüyorum. Senin de bana böyle bir sonu reva görmeyeceğini düşünüyorum.
Sana danışmadan aldığım bu karar için öfkelenme. Her şeyi kaidelere göre yaptığımı bil. Büyük Hanım ve Baş Hanzen'in yokluğunda eski Baş Hanzen olarak kendimi haremden azletme yetkisi bana düşüyordu. Ben de bunu yaptım.
Gidiyorum ben Korkut. Balamir'e en iyi şekilde bakacağını biliyorum. Evladımdan vazgeçmek benim için hiç kolay olmadı. Fakat bunu önce Balamir sonra kendim için yapmak zorundaydım. Beni bataklıktaki canavar olarak görmesindense bataklıktan sıyrılmayı başaran bir kelebek olarak görsün, beni güzel bilsin istedim. Kararıma saygı duyacağını düşünüyorum. Yine de kaideler gereği haremden azledilen hatunların tekrar hareme alınamayacağını hatırlatmak isterim.
Hoşçakal
İdil Hatun
Okuduklarımdan sonra olduğum yerde kalakalmıştım. Bilgiç Ağa merakla bana bakıyordu. Mektubu yavaşça ona uzattım. İdil gitmişti. Bir veda bile etmemişti. Gözlerime bakarak ben gidiyorum dememişti. Son zamanlarda değişmişti evet ama kendini toplayacağını düşünmüştüm hep. Hatta bu konuda onunla konuşmayı düşünüyordum. Ama o gitmişti. İşte üzerinde düşünmem gereken bir karar daha.
Odama çekildiğimde hayatın bana daha nasıl sürprizleri olacağını düşünüyordum. Burada tek başıma kalmıştım. Fikir alış verişi yapabileceğim hiç kimse yoktu. Kararlarımı tek başına almak ve sonuçlarını tek başıma görmek zorundaydım. İdil'in peşinden muhafızları yollayabilirdim. Fakat mektubundaki duyguları içimde hissetmiştim. Burada bir gün daha kalmak istemiyordu. Onu ne için zorlayacaktım ki? Onu hanım yapmayacaktım sonuçta. Burada daha fazla kalması ona zarar verecekti. Ona istemediği bir hayatı yaşatamazdım. Fakat onun için daha iyi bir şeyler yapabilirdim. Bunun hakkında düşünecektim.
Diğer meseleler ise belliydi. Gökben bahar sonuna kadar zindanda kalacak ve yazın ilk günü Aspargon'dan sürülecekti. Şevval sarayda kalacak fakat ona karşı son derece temkinli olacaktım. Aydan'a gösterdiğim ilgi ve alakayı artıracak kendini yalnız hissetmemesi için elimden geleni yapacaktım. Şevval'in ektiği tohumların filizlenmesine izin vermeyecek hepsini sevgimle çürütecektim. Balamir zor günler geçirecekti. Fakat annesini sık sık görmesini sağlayacaktım. Evlatlarıma da evlatlarımın annelerine de zalimlik yapamazdım. Adalet terazimin şaşmaması için uğraşacaktım. Kendi hanesine adalet dağıtamayan hanlığına nasıl adalet dağıtırdı?
***
-İdam sahnesindeki durum hakkında ne düşünüyorsunuz? Korkut'un kullandığı ilaç ve etkilerini nasıl buldunuz?
-Kurultay konuşmaları hakkında düşünceniz ne? Tunç başarılı bir danışman olabilir mi? Neden Gökben'i savundu sizce? Teoman Bey hakkındaki konuşmalar nasıldı?
-Korkut ve evlatlarına yaklaşımı nasıl ilerliyor?
-Şevval ve Korkut tartışması hakkında ne düşünüyorsunuz?
-İdil'in gidişi hakkında ne düşünüyorsunuz? Doğru mu yaptı yoksa kalıp savaşmalı mıydı?
-Korkut Gökben'i gerçekten silebilmiş midir?
-Bu bölüm Korkut'u nasıl buldunuz? Olanların onda nasıl bir etkisi olur sizce? Yorumlarınızı okumak için sabırsızım.
Yeni kapak için Elizabethstark1 e teşekkürlerimi sunarım .
Sonraki bölüm Toygar'dan olacaktır.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top