2.36. Karanlığın En Dibi

1420 Senesi - Kış Mevsimi

ASPARGON HANLIĞI

Altınova Şehri - Hanedanlık Sarayı

Baş Hanzen Gökben

Kollarım, acıyordu. Ayaklarım, kayalar kadar ağırdı. Önümü seçemiyordum. Kollarımdaki acı devam ediyordu. Ellerim uyuşmuştu. Kollarımı sımsıkı tutan ellerin gevşemeye niyeti yoktu. Başımı kaldırmaya çalıştım. Korkunç bir ifadeyle ileriye bakan gözler Korkut'a aitti. "Odama gitmek istiyorum."dedim güçsüz bir fısıltıyla.

"Odana..."dedi Korkut alayla. Beni koridor boyunca sürüklercesine yürütüyordı. İki üç adımda bir ayaklarım birbirine dolaşıyor düşecek gibi oluyordum fakat Korkut beni silkelercesine kaldırıyordu. İçeride yaşananlar zihnimde dalga dalga büyüyordu. Kendime hakim olamamıştım. Dudaklarımı birbirine bastırmaya çalıştıkça hareket etmiş, söylemek istemediğim pek çok şeyi söylemişlerdi. Dilim bana ihanet etmişti. Şimdi ise geri dönüşü olmayan bir yola girmiştim.

"Korkut, canım acıyor." Ellerimi hissetmiyordum artık.

"Canın acıyor, öyle mi?"dedi ve bir odaya girdik. İçerisi karanlık sayılacak kadar loştu. Beni tahta bir koltuğa oturttu. Kollarımın uyuşukluğu geçmeye başladı. Korkut'un sert adım seslerini duyuyordum. Gölgesi bir sağa bir sola gidiyordu. Başım ağrıyor, midem bulanıyordu. Ellerimi şakaklarıma götürdüm. Sonunda Korkut durdu. Yaklaştı. Hemen önümde olduğunu görebiliyordum. Bana bakıyordu fakat yüz ifadesini göremiyordum. "Ne yaptın sen?" Ses tonu farklıydı. Her zamanki gibi değildi.

Kendimi berbat hissediyordum. Ne bedenime ne zihnime hakim olamıyordum. Diğer yandan Korkut'un katıksız öfkesiyle karşı karşıyaydım ve şu an bu öfkeyi göğüsleyecek gücüm yoktu. "Sonra konuşalım."dedim yorgun bir tonla. Kendime gelmeden onunla yüzleşmek istemiyordum. Bu haldeyken, iksirin etkisindeyken olmazdı.

"Neden yaptın?"diye sordu.

Zihnim tüm doğru cevapları önüme çıkardığında en masum olanı seçmek için kendimi zorladım. Bu zorlama ile başımdaki ağrı arttıkça arttı. "Henry'nin yanımda olması için."

"Bunun için oğlumuzu hasta etmene gerek yoktu! Bana abin olduğunu söyleseydin maharetlerine göre saraya alınmasını sağlardım."

"Abim olduğu bilinseydi saraya alamazdın. Büyük Hanım bir şekilde engel olurdu." Bu doğruydu. Büyük Hanım benim güçlenmemi istemiyordu. Çevremi kendi adamlarıyla doldurma peşindeyken ben de belli koşullarda bana sadık olanları etrafıma toplamalıydım. Henry sadece benim değil herkesin takdirini kazanmalıydı.

Korkut alayla güldü. "Ben daha hanzadeyken tüm kaidelere rağmen seni hareme soktum. Abini bir lafımla saraya almama kim nasıl engel olacaktı?" Bir daha odada turlamaya başladı. Durdu. "Omena rahibi olduğunu bilseydim kabul etmezdim, doğru. Neden kabul edeyim o sapkın dinin temsilcisini?"

"Korkut."

"Sus! Korkut deme! Abini saraya sokma uğruna oğlumuzu zehirlemeye kalktın sen! Sus!" Öfkesi gittikçe artıyordu. Çok kızmıştı. Ses tonundan belliydi bu. Gözleri ne haldeydi kim bilir.

"Beni anlamaya çalış. Oğlumuzu zehirlemedim. Zehir değildi o."

"Zehirledin! Hasta eden her şey zehirdir! Az etki çok etki fark etmez!"diye bağırdı. "Anlaşılacak bir yanı yok bunun! Tıpkı annemin basit bir hatun uğruna bizi zehirlemesi gibi sen de oğlumuzu zehirledin!" Ellerini sertçe koltuğun kolçaklarına çarptı. "Sen her şey olabilirdin Gökben." Her cümlenin sonunda ellerini daha sert çarpıyordu. "Başkasına aşık olabilirdin. İntikam için yanıma gelmiş olabilirdin. Hırsını benim gücümle birleştiren biri olabilirdin!" Şimdi ise her kelimede ellerini çarptı. "Ama-oğlumuzu-zehirleyecek-kadar-gözü dönen-bir zalim-olamazdın!"diye bağırdı son kez ellerini koltuğa vurarak. "Olamazdın! Benim tanıdığım Gökben evlatlarına düşkündü. Sadece senin değil başkalarının çocukları da kalbinde yer bulabilirdi. Onlara bir şey olsa senin yüreğin titrerdi. Onların saçının teli kopsa için acırdı. Ama sen, artık sen değilsin! Senin kim olduğunu bilmiyorum! Karşımda güçten gözü dönmüş halde oturan kadın kim bilmiyorum!" Cümleleri acımasızdı. Beni böyle görmesi canımı acıtmıştı. Ben asla Göktuğ'ya zarar vermeyi amaçlamamıştım. Sadece basit bir hastalıktı ve çözümü Henry getirerek herkesin güvenini kazanacaktı.

"Korkut lütfen, benim tarafımdan bakmaya çalış. Sarayda etrafım düşmanlarla çevriliyken bana sadık olacak kişilere ihtiyacım vardı."sesim kısıldı birden. Boğazım ağrımaya başlamıştı. Fakat kendimi açıklamak zorundaydım. Birkaç öksürükten sonra devam ettim. "Dürüst olmaktan korktum. Sen de dedin Omena rahibi olduğunu bilseydim almazdım diye. O kötü biri değil. Omena'nın iyileştirici eli onun üzerinde. Kötü amaçları için Omena'ya bağlananlardan değil."dedim sesimin son tınısıyla. Boğazımın ağrısı kulaklarıma vuruyor, kalbim sıkışıyordu.

"Ben Omenacıları senin kadar kolay affedemiyorum. Omena uğruna evlat kaybetmiş biri olarak hiç korkmadan, acaba bir şey olur mu diye düşünmeden oğluma verdiğin zehrin hiçbir açıklaması olamaz Gökben! İlaç diyerek onu ölümün eşiğine getirdiğin gerçeğini değiştiremezsin! Odadaki gözyaşların da senin gibi sahteymiş! Sana aşık olacak kadar aptal olduğumu biliyordum fakat senin evladımız için döktüğün sahte gözyaşlarına inanacak kadar aptal olduğumu sayende öğrendim!"

"Korkut böyle söyleme lütfen. Defne de Göktuğ da benim canlarım. Onlara bir şey olursa-"

İşaret parmağını dudaklarıma bastırarak beni susturdu. Tam önümdeydi şimdi. Hafif loşlukta gözlerindeki parıltıyı görebiliyordum. Net bir şekilde konuştu. "Sen benim tek zayıflığımdın! Tek zaafımdın! Uğruna herkesten her şeyden vazgeçecek kadar aşıktım sana! Her gece yanımda başkasının adını sayıklamalarına kulağımı tıkayacak kadar, gözlerinde bir gün beni seven bir kadın görmeyi beklemekten hiçbir zaman vazgeçmeyecek kadar aşıktım! Ama artık bitti! BİTTİ!"

"Korkut..."dedim güçsüz sesimle.

"Bitti Gökben. Oğlumun canını tehlikeye atacak kadar gözü dönen birine ne güvenirim ne bir şey hissederim. Sen bu gece sana olan tüm duygularımı bitirdin. Annemden farklı olduğunu sanırken sen ondan hiçbir farkın olmadığını oğlumu zehirleyerek kanıtladın. Ben babam değilim. Bu tamam deyip geçebileceğim bir şey değil. Sen de o Omena rahibi abin de yaptıklarınızın bedelini en ağır şekilde ödeyeceksiniz!" Hızla uzaklaşmaya başladı.

"Korkut!"diyerek ayağa fırlamaya çalıştım fakat bacaklarım bedenimi taşımadı ve yere düştüm. Avuçlarım, dirseklerim, dizlerim sızlıyordu. "Korkut, dinle." Fakat kapıları çoktan açmıştı bile.

"Muhafızlar! Gökben Hatun'u derhal tutuklayın! Hanedan kanına kast etmekten idam edilecek!" Ne! Hayır! Bu olmazdı! Bunu yapmazdı, yapamazdı. "Onu ve şifacı Henry'yi kızıl zindanlara atın "

"Korkut!" Sesim çıkmıyordu artık. Öldürülecek olma düşüncesi bedenimi ele geçirmişti. Kalbim ağzımdan çıkacak kadar hızlı atıyor alnımda boncuk boncuk terler birikiyordu. Hayır bu gerçek değildi. Omena'nın ikinci uyarısıydı bu. Birazdan ter içinde yataktan fırlayacak, hüngür hüngür ağlayacaktım. Gerçek değildi.

İçeri giren askerlerle kapıdan sızan ışık odayı aydınlattı. İki kişi kollarımdan tutup beni kaldırdı ve sürüklemeye başladılar. Boynumu kaldırdığımda Korkut karşımdaydı. Kaskatıydı. Ruhu bedendinden çekilmiş gibi bakıyordu gözleri. İlk defa gözlerine bakmak beni korkutmuş, içimin buz kesmesine sebep olmuştu. Gerçekten bitmiş miydi? Her şey bitmiş miydi? Benden hemen vaz mı geçmişti? "Korkut, yapma."diye fısıldadım yanından geçirilirken. Cevap vermedi bana. "Korkut! Yapma! Söyle bıraksınlar! Beni idam ettiremezsin!" Sesimi yükseltmeye çalıştıkça boğazım patlarcasına ağrıyordu.

Hızla kolumdan yakaladı. Gözleri gözlerimdeydi, "Sen, bana ne yapıp ne yapmayacağımı söyleyemezsin! Hükmüm budur! Evladımın canına kast edenlerin sonu budur!"dedi ve kolumu bıraktı.

"Korkut. Yapma. Lütfen. Evlatlarımızı düşün. Onları annesiz bırakma." Başka bir cevap vermeden ayrıldı yanımdan. "Korkut!"diye seslendim arkasından. Dönmedi. Koridorun sonunda gözden kayboldu. Ne kadar seslendiysem de boşunaydı. Çırpınışlarım boşunaydı. Muhafızlar durmadı.

Apar topar karanlık koridorlara sürüklendim. Sarayın en ücra köşesine kadar gittik. Gittikçe her yer daha da soğumuştu. Kapıları simsiyah olan bir koridora girdik. Sarmal merdivenlerden aşağı indik. Daha karanlık başka bir koridora vardık. Duvarlara asılı meşaleler aydınlatıyordu önümüzü. Nemli duvarlardan yer yer sular damlıyor, damlaların birikintisinden meşaleler yansıyor, rutubet kokusu genzimi yakıyordu. Zeminin bazı yerleri balçık gibiydi. Kaygan, yapış yapış, yosun kokulu...

Beni bir zindana attıklarında ayakta duramadım ve yere düştüm. İkinci kez dizlerimin üstüne düşmek dizlerimde yaralar açtı. Fakat bu canımı o kadar yakmıyordu.

Ellerime yerin pisliği bulaştı. Eteğime sildim. Karanlıkta bir şey görmeye çalıştım. Görebildiğim tek şey koca bir hiçlikti. Zindanın kapısının kapatılmasıyla zifiri karanlığa bürünmüştü içerisi. Gözlerim alıştıkça kapının altında hafif bir çizgi gibi görünüyordu dışarının ışığı. Zindanı görmeme yetecek kadar değildi.

Muhafızların uzaklaşmasıyla berbat bir sessizlik çökmüştü. Sadece hızlanan nefesimi duyuyordum. Kalbimin çarpıntısı bedenimi uyuşturuyordu. İçimi ürperten bu sessizlik uzadıkça uzadı. Kulak kesildim. Sessizliğe salınan nefesler duyuyordum. Sağımda, solumda her yerde nefesler vardı. Fısıltılar... Ne dediğini seçemediğim fısıltılar kulaklarımı dolduruyor zihnimde yankılanarak boğuklaşıyordu. Az önce yaşadıklarım tekrar ediyordu ve iksirin etkisiyle ortaya çıkan anılar peşpeşe sıralanıyordu. Kaldıramayacağım kadar çok görüntü üst üste geliyordu. Başımı ellerimin arasına aldım belki fısıltılar durur diye. Kapının aniden açılmasıyla çığlık attım. "Kim var orada?!"

Koridorun sönük aydınlığında üç adam göründü. Birini içeri attılar ve gittiler. Etraf yine karardı. "Henry?"diye sordum usulca.

"Lisa. Benim."dedi ve el yordamıyla birbirimizi bulduk. Sıkıca tuttum omuzlarından. O da belimden kavradı ve iyice yanına çekti beni. Başımı omzuna gömdüm ve hıçkırarak ağlamaya başladım. Kalbimin çarpıntısı geçmiyordu. Nefesim tıkanıyordu. Henry ise sadece saçlarımı okşuyordu. "Geçecek kardeşim. Sakin ol. Güçlü ol." Sırtımı sıvazladı.

"Geçmeyecek. Korkut'un yüzü hiç böyle olmamıştı. O kadar korkunçtu ki. Beni gözden çıkardı. İdam edileceğimizi söyledi. Emrini verdi." Nefesim tıkandı tekrar. Gözyaşlarım yanaklarımı ıslattıkça ıslattı. "Henry, ölmek istemiyorum. Benim yüzümden ölmeni istemiyorum." Daha da sıkı sarıldım abime. Zor günlerimde yanımda olan tek destekçimin kollarına sığındım.

Sonra gözümün önüne korkunç sahneler gelmeye başladı. İkimizi yan yana idam sehpasında görüyordum. Boynumuza ip geçiriliyor ve ayaklarımızın altındaki iskemleyi tek hamlede deviriyorlardı. İp boğazımızı sarıyor, sıkıyor da sıkıyordu.

Sonra sahne değişti. Bu defa dizlerimizin üstüne çöktürüldük. İki cellat tam arkamızdaydı. Kocaman kılıçları kış güneşinde parlıyordu. Keskin ve soğuk uçları boynumuza hafifçe değiyordu. Boynumdaki tüyler diken diken olurken kılıcın geri çekilişi hafif bir esinti bırakıyordu ve tek hamlede kılıç başımızı bedenimizden ayırıyor. Hayat birkaç saniye daha devam ederken gözlerim görmez oluyordu.

Hayır, bu gerçek olamaz. Kabusun içindeyim. Hepsi birer kabus. Birazdan uyanacağım. Şimdi uyanacağım. Kabus görüyorum. İksir beni etkileyemezdi ki. Aylardır düşük dozlarda alarak bedenimi buna karşı dirençli hale getiriyordum. Bu sebeple bunun bir rüya olduğuna emindim. Berbat bir şekilde uzayan kötü bir rüyaydı.

"Henry..."dedim mırıltılı tonla. "Uyandır beni." Bedenime şefkatle sarıldı Henry. "Uyandır, lütfen. Bu bir rüya değil mi? Omena'nın başka bir uyarısında ruhlarımız buluştu. Ama artık yeter. Uyanalım. Uyandır. Ne olur? Dayanamıyorum. Korkuyorum. Uyandır beni."

"Şşş. Sakin ol. Geçecek Lisa. Buradan kurtulacaksın." Kabus değildi. Kabus olmasını o kadar çok isterdim ki...

"Kurtulacağız!"dedim hızla ona dönerek. "İkimiz de kurtulacağız." Alnımı öptü. Saçlarımı sevdi. Ellerim bedeninden ayrılmıyordu. Bırakırsam kaybedecektim sanki. "İksir neden işe yaramadı?"

"Neler oldu yemekte?"diye sordu. O da tam olarak bilmiyordu neler olduğunu.

"Müge Hanım, beni oyuna getirdi. Yemeklerime doğruluk iksiri katmış. Bedenimi kontrol edemeyeceğim kadar etkiledi beni. Her şeyi söyletti. Her şeyi! Evliliğim, oğlum, Göktuğ'ya verdiğimiz ilaç... Beni bitirecek her şeyi herkesin içinde söyletti." Birden öfkelendim. "Hani Omena beni seçmişti? Öyle demiştin! Neden yanımda olmadı? İksir kullandığım halde nasıl bana tesir edebildi?" Neden böyle olduğunu anlayamıyordum. Beni uyardığında önlemimi almıştım. Buna rağmen nasıl bunu bana daha beter şekilde yaşatırdı? Rüyamda sadece Teoman Bey, Müge Hanım ve Korkut vardı. Fakat gerçekte herkes duymuştu ağzımdan çıkanları.

Henry bir müddet bekledikten sonra konuşmaya başladı. "Omena, seçilmişlerini çeşitli yollarla sınar. Eğer vaadi büyükse sınaması da büyük olur. Seçilmişlerin bu büyük vaatlere layık olduğunu görmek ister. Omena seni sınıyor Lisa. Seni en dibe düşürerek yükselişinin en sağlam şekilde olmasını istiyor. Tabii sınanmayı geçmen senin dayanıklılığına bağlı. Hem ruhen hem bedenen ne kadar güçlü olduğun sonucu belirleyecek."

Sebep bu muydu yani? Ölüme gidecek olmam da mı sınanmaydı? "Seçmeseydi o zaman beni!"dedim isyanla. Geçmişten bugüne yaşadıklarımı düşündükçe öfkem arttı. "Önce Omena'ya kurban olarak verildim. Annem vaadini gerçekleştiremediği için Omena beni denize karıştırdı. Yıllarca geçmişimi unutarak yaşadım. Bilmediğim topraklarda, bilmediğim bir kadının maşası oldum. Tam kurtuldum hayat bana en iyi şansı verdi dedim," İllio ve Ailios ile yaşadığım mutlu günler gözümün önünden geçip gitti, "o da Omena uğruna elimden alındı. Omena beni seçtiyse oğlumdan ne istedi?" Sesim titremişti. Doğruluk iksiri tüm anılarımı ilk günkü tazeliğiyle önüme sermişti. O patlama zihnimde defalarca canlanmış ve ben onları defalarca kaybetmiştim. Kalbim defalarca parçalanmıştı. Kabuk bağlayan yaramın kabuğu hızla sökülmüş üzerine ateşler basılmıştı sanki. "Yeniden güçlendim derken ölüm fermanım yazıldı. Omena ne yapacak şimdi? Korkut'un zihnine girip beni öldürmemesini mi söyleyecek?"

"Nasıl olacağını bilmiyorum Lisa ama Omena seçilmişleri güçlü kaldığı müddetçe onları yarı yolda bırakmaz. Güçlü kalmaya devam et."

"Beni başka neyle sınayacak? Yetmedi mi bunlar? Belki de ölmem en iyisidir. Ama lanet olsun ölmek istemiyorum. Defne ve Göktuğ'yu bırakamam. Onları bırakamam." Sesim titredi. Gözlerim yine yaşlarla doldu.

Yıllar önce gözümü bile kırpmadan kendimi uçurumdan denize bırakan benken, şimdi ölmekten deli gibi korkuyordum. Defne ve Göktuğ'nun beni hayata bu kadar bağladığını fark etmemiştim. Belki de ölümümle onların annesiz kalışında kendi annesizliğimi gördüğüm içindi bu yaşama arzum. Yıllarca annesiz olarak oradan oraya savrulmuştum. Sonra annemden ve ablamdan en büyük darbeyi almıştım. Asla öyle bir anne olmayacağım demiştim. Eğer ölür gidersem Defne ve Göktuğ'nun akıbeti ne olurdu? Onları kim korurdu kirli oyunlardan? Balamir düşkünü Büyük Hanım mı koruyacaktı onları? Balamir'i yükseltmek uğruna herkesten vazgeçerdi o! Kızım ve oğlumun hayatta kalabilmesi için her şeye rağmen yaşamak zorundaydım ben.

"Sınavın ne olursa olsun dayanmak zorundasın. Kazanmanın tek yolu bu. Hadi biraz uyu. İksirin etkisi zihnini endişe girdaplarına sürüklüyor. İksir bedeninden atıldıkça zihnin berraklaşacak ve daha düzgün düşünebileceksin."

Birden titredim. Ürpermiştim soğuktan. "Üşüyorum."diye fısıldadım. Diğer yandan gözlerim kapanmaya başlamıştı bile. Henry ceketini çıkarıp üstüme attı. Ben ise onun ellerini tutarak başımı bacaklarına koydum. Zihnim o kadar bulanıktı ki hemen uykuya teslim oldu.

Rüyamda Simir Makos dilinde sakin bir şarkı vardı. Ey güzel kadın, gözleri denizden kadın, kalbimi kendine alan, ruhumu teninde saklayan kadın, gel bu gece benimle, gel benim küçük gemime, geceler bizim olsun denizin üstünde, gökyüzü bizi örtsün yıldızların altında, deniz gözlüm, denizden gelenim...

İllio'nun dudaklarından dökülen şarkı içimi ısıtıyordu. Yıllar olmuştu onu rüyamda görmeyeli, sesini duymayalı. Sonra cıvıl cıvıl bir çocuğun sesi eklendi üstüne. İşte Ailios'um, deniz kokulum geldi. "Anneciğim, seni çok özledim."diyerek kucağıma atıldı. Mis kokusunu içime çektim.

"Canım, bebeğim, bir tanem, güzel oğlum." Ah, bu koku, oğlumun burnumda tüten kokusu...

"Sevgilim, seni çok özledim." İllio'm, bir tanem, sıcacık elini yanağımda hissetmeyi o kadar özledim ki...

"Kavuşacağız."dedim gözlerine bakarak.

"Kavuşacağız elbet."dedi. Eli yanağımda, saçlarımı gözümden çekti. Baş parmağı yanağımda gezindi.

"Kavuşacağız."dedi ve dudaklarımı öptü. Hayat dolu bu öpüş üşüyen ruhumu sarıp sarmaladı. Bana güç verdi. Ayrılmak istemedim yanından.

"Şarkı söylemeye devam et. Sesini duymak istiyorum."dedim. Devam etti. Gel bu gece benimle, gel benim küçük gemime, geceler bizim olsun denizin üstünde, gökyüzü bizi örtsün yıldızların altında, deniz gözlüm, denizden gelenim...

Gıcırtıyla açılan kapının sesiyle gözlerimi açtım. Koridorun ışığı gözümü aldı. İçeri iki muhafız girdi. "Gel buraya. Kalk ayağa."diyerek beni sertçe kaldırıp Henry'ye yöneldiler.

"Durun, neler oluyor? Nereye götürüyorsunuz?"diyerek öne atıldım. Muhafızlardan biri beni tuttu. Kollarımı arkada birleştirdi. Kıpırdayamaz hale geldim. Diğeri Henry'nin karnına sert bir tekme indirdi. Henry'nin nefesi kesildi. "Yapma!"diye bağırdım. Bir tekme daha. Çığlık attım. "Yapmayın! Vurmayın!" Bu defa başka bir muhafız daha girdi içeri. Elinde demir çıkıntıları olan bir sopa vardı. Ne yapacağını anlamıştım. Avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım. Önümdeki adam kollarımı sıkı sıkı tutmuştu. Kurtulmam mümkün değildi. "Yapmayın! Durun!" Sopa Henry'nin midesine indi. Sonra omzuna, karnına, yüzüne. Her darbede beyaz gömleği kana bulandıkça bulandı. Gözlerimden yaşlar iniyor sesim kısıldıkça kısılıyordu. Dayak bittiğinde adam yere tükürdü.

"Yarına kadar toparlan. Senin işin kolay bitmeyecek Omena rahibi."dedi ve mahzeni terk ettiler.

Adamın beni bırakmasıyla Henry'ye koştum. Kapı kapanmıştı fakat alttan giren ışıkla az da olsa görebiliyordum. Zavallı abimin her yeri kan revan içindeydi. Elbisemin eteğini yırtıp yaralarını sarmaya çalıştım. "Gerek yok. Ben iyiyim."dedi güçlü kalmaya çalışarak. Ağzındaki kanı yere tükürdü. Parmak uçlarımda hissediyordum yüzüne bulanan kanın sıcaklığını.

"Henry, canım abim. Hepsi benim yüzümden."diyerek ağlamaya başladım. "Senin abim olduğunu söyleseydim böyle olmayacaktı."

"Kaderi hiçbir şey değiştiremez Lisa. Kaderimizi yaşıyoruz. Söyleseydin de bu defa başka bir şekilde yolumuz yine buraya düşecekti." Yaralarını acıtma korkusuyla sarılamıyordum bile. Adamlar yarın yine geleceklerini söylemişti. Demek Korkut'un emri buydu. Öldürmeden önce süründürdükçe süründürecekti bizi.

Bütün gece uyumadım. Gözümü kapatamadım bile. Her an yine gelecekler korkusundan uykuya yüz çevirdim. Kalbim daha beter atarak bekledim zamanın geçip gidişini. Dışarıdan gelen adım seslerini duyunca abime sıkıca sarıldım. Bırakmayacaktım bu defa. Gerekirse beni de dövsünlerdi.

Kapılar açıldı. İçeri üç muhafız girdi. Aramızda bir arbede çıktı. Beni ayırmaya çalışanın kollarına tırnaklarımı geçirdim, ellerini ısırdım, kendi bacaklarımı sakatlamak uğruna tekme atmaya çalıştım fakat beni ayırmayı başardılar. Çığlıklarım zindanda yankılanırken Henry gözlerimin önünde bir kez daha dövüldü. Artık dizlerimde güç kalmamıştı yaşadıklarım karşısında. Adamlar hırslarını alıp çıktıklarında yere bıraktım kendimi. Bu defa çok daha beter bir haldeydi Henry. Gözlerimin önünde onu mahvediyorlardı ve ben hiçbir şey yapamıyordum. Gücüm hiçbir şeye yetmiyordu. Öfkeyle yere vuruyordum ellerimi. Bir çözümü olmalıydı.

Gece Henry ağrıdan baygın düştü. Sesi çıkmıyordu. Solukları kesik ve cansızdı. Elini tutarak yanına uzandım. Bir insanın gözünden ne kadar yaş akabileceğini o gün öğrendim. Yaşadığım suçluluk içimi parçalıyordu. En başta abim olduğunu deseydim bunlar olmazdı. Omena rahibi olduğunu gizlerdik. Bir şekilde Korkut'u ikna ederdim ama böyle yapmamıştık. Kimliğinin bilinmesi başka sorunlara sebep olabilir diye düşünmüştük ve şimdi buradaydık.

Üçüncü günün sabahında kapılar tekrar açıldı. "Yeter! Daha fazla yaklaşmayın! Öldürecekseniz öldürün bizi ama daha fazla bu işkenceye devam etmeyin!"diye bağırarak yerimden fırladım. Gözlerim ışığa alışınca karşımda Korkut'u gördüm. Hissiz bir ifadeyle bana bakıyordu. "Korkut."dedim usulca. Gözleri Henry'ye döndü. Tiksintiyle bakıyordu ona. "Korkut bu işkenceye son ver." Tekrar bana döndü. Uzun uzun gözlerime dikti gözlerini. Aklından neler geçtiğini anlamak mümkün değildi. Bakışları buz gibiydi.

"Hala bana ne yapıp ne yapmayacağımı söyleyemeyeceğini öğrenmemişsin!"dedi ve muhafızlara döndü. "Devam edin."

"Hayır!"diye bağırdım abimin önüne siper olarak. Korkut hızla arkasını dönüp gitti ve içeri aynı muhafızlar girdi. "KORKUT! DURDUR BUNU! YAPMA LÜTFEN!"diye bağırdım arkasından. Adamlar Henry'ye yaklaşmaya çalışınca dövüş pozisyonu aldım. Yaklaşmaya çalışanlara saldırdım. "Yaklaşmayın! Gidin buradan!" Fakat o kadar iriydiler ki hiçbir darbe üzerlerine işlemiyordu. Kenara alınmamla işkence tekrar başladı. İçim titriyordu her seferinde. Bakamıyordum. Tahammül edemiyordum yaşadıklarımıza. Korkut'un bu denli acımasız olabileceğini düşünmemiştim. Duyguları gerçekten yok olmuştu. Bana bunu yaşatmaktan zevk alıyordu. Gücün onda olduğunu ve her zaman onda olacağını gösteriyordu bu şekilde.

O gece ikimiz de yorgunluktan bitkin düşmüştük. Konuşacak halimiz yoktu. Düşünmek bile bir yük gibiydi. Günlerdir ne yemek yemiş ne su içmiştik. Yaşadıklarımızın da etkisiyle iyice güçsüz kalmıştık. Sadece el ele tutuşuyorduk ve sessizce duruyorduk. Henry'nin dudakları patlamış gözleri şişmişti. İstese de konuşamazdı zaten. Ben ise üç gündür yaşananları zihnimden çıkarmaya çalışıyordum. Bir an için dursalar biraz uyusam ve güç toplasam diyordum ama olmuyordu.

Avuçlarımın içi kaşınıyordu sürekli. İçinde bulunduğumuz ortam yüzünden bedenimde küçük yaralar oluşmaya başlamıştı. Korkudan dudağımda uçuklar çıkmıştı. Kollarım ve bacaklarım hem acıyor hem kaşınıyordu. Açlıktan başım dönüyordu. Kapılar bir kez daha açıldığında zaman kavramını yitirmiştim artık. Fakat bu defa elinde tepsiyle başka biri girdi içeri. Kenara beş mumlu bir şamdan bırakı. Tepside hoş görünmeyen yemekler vardı. Bardaklardaki suyun rengi bulanık çamur gibiydi. Midem bulanmıştı bu görüntü karşısında. "Siz yemezseniz illa birileri yemeye gelecektir."dedi adam pis bir gülüşle. O an fare sesleri duymaya başladım. Yemek denemeyecek artıkların kokusunu almış olmalılardı. Adam çıktıktan sonra bir süre tepsiye baktım. Madem ölecektik neden bu işkence devam ediyordu?

Midem guruldarken Henry son gücüyle doğruldu. Bardaklardan birini avucuna aldı. Ellerini sıkı sıkı bardağa sardı. Bir şeyler mırıldanmaya başladı. Gözleri kapalı mırıldanmaya devam etti. Sonra boynundaki altın madalyonu bardağa bıraktı. Biraz tuttuktan sonra madalyonu çıkardı. Suyun bulanıklığı azalmaya başladı. İçindeki çamurlar yavaş yavaş dibe çöküyor, suyun yüzeyini berraklaştırıyordu. Bardağı bana uzattı içmem için. Sonra aynı şeyi diğer bardak için yaptı ve içti. "Hayatta kalacak kadar şifa gücüm hala varmış."dedi fısıltıyla.

"O güç bizi buradan çıkarmaya yetmez mi?"diye sordum hızla. "Ben de bir şeyler yapabilirim. Daha önce yapmıştım. Kendimi çok zor durumlardan kurtarmıştım. O zaman nasıl olduğunu anlamıyordum ama şimdi görüyorum ki Omena bana yardım etmiş. Şimdi de etsin. Hemen bana bir Omena büyüsü söyle ve şu kapıları açalım, önümüze çıkan herkesi öldürelim ve kaçıp gidelim." Bir an içime umut dolmuştu. Bunu yapabilirdik. Daha önce Altınova'da çıkan isyanda bir sürü adam etrafımızı sardığında şimşekler inmişti. Korkut'u bir isyancının elinden okumla kurtarırken ok alev almış adamı kül etmişti, Suna'nın adamları etrafımı sardığında fırtınalar kopmuştu. Yine yapabilirdim.

"Öyle olmuyor." Acıyla inledi. Derin bir nefes aldı. Fısıltıyla konuşuyordu. "Korkut benim Omena rahibi olduğumu bildiği için bunu yapıyor. Senin Omena seçilmişi olduğunu öğrenirse seni kendi elleriyle öldürür." Öksürerek susmak zorunda kaldı.

"Öldürmez. O beni öldüremez. Bunu yapamaz."dedim hızla. Yapacak olsaydı şimdiye kadar yapardı. Benden intikam alıyordu bu şekilde. Sevdiğim abime zarar vererek bana bedel ödetiyordu.

Sabah olup kapılar tekrar açıldığında kendimi daha güçlü hissediyordum. Berbat da olsa akşam yediklerimiz bedenime güç vermişti. Buradan kurtulmaya niyetliydim. Bir şekilde yapacaktım bunu. Henry artık yerinden kalkamayacak haldeydi. Adamlar yine mi karşı çıkacaksın der gibi bakıyordu bana. Evet yine karşı çıkacaktım. Gücümün son damlasına kadar savaşacaktım onlarla.

Hiç umursamadan yaklaştılar. İçlerinden biri beni tutmaya hamle ettiğinde çevik bir hamleyle yana kaçtım ve kılıcını tek seferde belinden çıkardım. İşte şimdi elimde bir silah vardı. "Kılıcı yere bırak hatun. Hiçbir şey yapamazsın."

"Öyle mi? Gel de gör bakalım."dedim ve içimde artan güçle duruşumu dikleştirdim. Adam beni alaya alarak yaklaşmaya kalktı ve koluna derin bir kesik açtım.

"Sen şimdi ölmeyeceksin, fakat arbede sırasında yaralanman bizim sorumluluğumuzda değil."dedi diğeri kılıcını çekerek.

"Kimin öleceğini göreceğiz!"dedim ve yaklaşmasını bekledim. Kılıçlarımız çarpıştı. Adamın eli ağırdı. Korkut özellikle en iri adamları gönderiyordu yanımıza. Fakat ben de çeviktim. Hızlı hamlelerle onlardan kaçabilirdim.

Diğeri de kılıcını çekti fakat adam, "Sen karışma. Bir hatunu alaşağı edemeyecek değilim." Sesindeki küçümseme sinirlerimi bozmuştu. Daha sert vurmaya başladım. Avucumun içindeki yanma tekrar başlamıştı. Kılıcı tutarken canımı acıtıyordu fakat umurumda değildi. Ölmek var dönmek yoktu bugün!

Kılıç sesleri zindanda yankılanırken hızlı hamlelerimle kaçıyor adamın bedeninde her fırsatta kesikler açıyordum. Artık siniri iyice bozulmaya başlamıştı. Her üstüme gelişinde daha sert saldırıyordu fakat ben de ustaca savuşturuyordum darbeleri. Her an bileğimin daha güçlendiğini hissediyordum. Bacağında derin bir kesik açtığımda adam dizinin üstüne çöktü. Diğerleri üstüme atılacak oldu fakat elini kaldırarak durdurdu. "Sargun cadısı iyi dövüşüyormuş. Ama hakkından geldiğimde Korkut Han'a hesap vermek zorunda olmayacağım."dedi ve ayağa kalktı. Dövüşümüz sırasında kolumda bir kesik açtı. Acıyla dudaklarımı ısırdım. Fakat pes etmeyecektim. Elimin ısındığını hissediyordum. Avucumda da yaralar oluşmuş olmalıydı.

Derken içimde kaynayan bir güç patlak verdi ve tüm gücümle adamın üstüne yürüdüm. Tek hamlemde adamın kılıcı ortadan kırıldı. Hepsi şaşkınlıkla biz bakıyordu. Adamın duraksamasından yararlanarak kılıcımı hızla kaldırdım ve boğazına savurdum. Kanlar yere dökülürken diğer ikisi kılıçlarına davrandı. Üzerime sıçrayan kan damlaları yüzümde ılık bir his bırakmıştı. Birini alt ettiysem diğerlerini de alt ederdim. İki elimde tuttum kılıcımı.

"Durun."diyen sesle kapıya döndük. Korkut kapıdaydı. Ellerini arkasında bağlamıştı. Önce yerdeki adama sonra bana baktı. Elimdeki kılıçtan kanlar yere damlıyordu. Bakışları sertti. "Demek abini bu denli seviyorsun."dedi. "Belki de sevdiğin şey canındır. Canını kurtarmak içindir bunca çaba."

"İkisi de."dedim korkusuzca. Önüme kadar geldi hızlı adımlarla. Kılıcımı bu defa ona doğru kaldırdım. Hayretle baktı gözlerime.

"Şimdi de benim canıma mı kast ediyorsun?"diye sordu.

"Henry'yi bırak. Senin derdin benimle."

"Benim derdim o zehri hazırlayan ve veren herkesle."dedi iyice yaklaşarak. Kılıcım onun boynuna değiyordu şimdi. Gözlerini gözlerimden ayırmadan bakıyordu. Birbirimizi ölçüyorduk bu bakışlarla. Ona saldırmayacağımdan emin olmuş gibiydi artık. Birden kılıcı tutan bileğimi yakaladı ve ters çevirdi. Kılıç yere düştü. Bileğimin dönüşüyle ben de yere çöktüm. Acıyla inledim. "Yeterince hasret giderdiğinize göre Henry başka koğuşa gidebilir. Biraz da cezasına orada devam edelim."

"Hayır!" Diğer elimi bileğimin üstüne koydum daha fazla dönmesini engellemek için. Korkut o kadar sert tutuyordu ki bileğimi kurtarmak mümkün değildi. Henry apar topar dışarı çıkarılırken elimi çekmeye çalışıyordum. "Bırakın onu! Korkut yeter! Ya öldür ya bırak gidelim!" Hızla beni kendine çevirdi.

"Hala bana emir veriyorsun! Hala! Nerede ne durumda olduğunun farkında mısın?"dedi sertçe.

"Senin işkencen altındayım!"dedim yüksek sesle. Gözlerimi gözlerinden ayırmadan bakıyordum. "Bizi öldürmeye niyetin olsaydı ilk gün yapardın bunu. Ama yapmadın. Hıncını alana kadar devam edip bırakacaksın. Canımı yakabildiğin kadar yaktıktan sonra öfken dinecek. Ben oğlumuza zarar verecek bir şey yapmadım. Her şey kontrolüm altındaydı."

"Yaptığının doğruluğunu mu savunuyorsun?"

"Yapmam gerekeni yaptım!"

"Yapman gerekeni yaptın. Ne kadar da annem gibi konuşuyorsun. O da yapması gerekeni yapmış. Ulu Tanrı mı fısıldıyor kulağınıza ne yapmanız gerektiğini?"

"Beni onunla kıyaslama!"

"Sen de onun gibi davranma!"

Sustuk. Konuşmadan birbirimize bakıyorduk. Öfkesi hala aynıydı. Herhangi bir kırılma, geri adım göremiyordum. Fakat artık ben de öfkeliydim ona. Henry'ye yaptıklarını asla unutmayacak, asla affetmeyecektim. Sırf benden hıncını almak için onun canını yakıyordu. Beni çaresiz bırakıyordu onun karşısında. Her şey gözümün önünde oluyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum. En kötüsü de buydu.

"Neden beni hala idam ettirmedin?"diye sordum.

"Cezan daha bitmedi. Yeterince canın yanmadı."

"Hayır. Cevap bu değil. Beni idam ettirmedin çünkü hala bu emri verecek kadar benden nefret etmiyorsun."dedim gözlerimi kısarak. "Ne yaparsam yapayım bana tutunacak bir sebep bulabiliyorsun. Ben hala senin tek zaafınım. Buradan da başım dik çıkacağım. Sarayda olur muyum olmaz mıyım bilmiyorum ama buradan canlı çıkacağımı biliyorum." Cümlelerimin üzerinde bıraktığı etkiyi izledim. Hiçbir mimiği kıpırdamamıştı. Eli yavaşça gevşedi. Birkaç adım geri gitti. Başını onaylamaz bir ifadeyle iki yana salladı.

"Bu kibri kimden aldığın ortada. Her daim dört ayağı üstüne düşen, sana kibir tohumlarını incelikle eken Suna'dan almışsın." Müge'ye benzettiği yetmezmiş gibi şimdi de beni Suna'ya benzetme cüretinde bulunuyordu.

"Ben Suna gibi değilim. Asla onun gibi biri olmam."

"Tıpkı onun gibisin! Onun gibi kendini her şeyin üstünde görüyorsun. Senden daha yüce bir şey olmadığını sanıyorsun. Beni kendine aşık etmen seni neye dönüştürdü görmüyorsun. Bu aşk sana sadece Baş Hanzenlik ve Aspargon Hanımlığı vermedi, üzerine koca bir kibir zırhı giydirdi. Yaralarını bu aşkla sarmanı, içindeki öfkeyi bu sevgiyle dindirmeni, kendini iyileştirmeni ummuştum. Fakat sen bu aşkın gücüne farklı amaçlarla tutundun. Kendini iyileştireceğin yerde zehirlemeyi seçtin. Ve bu kibir senin sonun olacak." Koridora çıktı. "Muhafızlar! Darağacını hazırlayın! Gökben Hatun günbatımında idam edilecek!"dedi ve son kez bana baktı. Emriyle gözlerim korkuyla açılmıştı. Bu emri vereceğini düşünmemiştim. Vazgeçer sanmıştım.

"Son emrin bu mu?"dedim korkumu belli etmemeye çalışarak.

"Evet. Bu seni canlı olarak son görüşüm."

Yutkundum. Kalbim hızlanırken başım da dönmeye başladı. "Evlatlarımı son kez görmek istiyorum."dedim sesim titreyerek.

"Onları görmeyi hak etmiyorsun. Senin hasta olduğunu ve bu yüzden öldüğünü bilecekler. Büyüyene kadar senin bir hain olarak idam edildiğini öğrenmeyecekler."dedi ve gitti. Kapı peşinden kapandı.

Karanlığın ortasında öylece kalmıştım. İlk günkü kadar değildi fakat kalbim bir kez daha sıkışmaya başlamıştı. Kulaklarım uğulduyordu. Parmak uçlarım uyuşuyordu. Sonunda Korkut bu emri vermişti. Gözlerimin içine baka baka idamıma hüküm vermişti. Yapmaz diyordum, beni korkutmak istiyor diyordum ama yapmıştı. Evlatlarımı görmeme bile müsaade etmemişti. En kötüsü de buydu. Onları son kez görmeden, koklayamadan, bağrıma basarak sarılamadan ölüme yürüyecek olmamdı.

Ne düşüneceğimi bilemez halde duvarın kenarına çöktüm. Dizlerimi kendime çektim. İçimde bir ses hala Yapmayacak, seni öldürmeyecek, son anda vazgeçecek, ders almanı istiyor diyordu. Korkut bana aşıktı. Bana bağlıydı. Benden vazgeçmezdi. Her şeye rağmen beni yanında görmek isterdi. Öfkesi dinene kadar bekleyecektim. Sonra her şey yoluna girecekti. Böyle olacaktı. Beni korkutmak için yapıyordu. Ona boyun eğmem için, bana bağlı olmadığını kanıtlamak için yapıyordu.

Zindanın kapıları açıldığında simsiyah giyinmiş iki muhafız karşımda duruyordu. Nefesim hızlanıyor kalbimin atışından kaburgalarım titriyordu. "Henry nerede?"diye sordum. Cevap vermediler. İçeri girip üstüme yürüdüklerinde hızla doğruldum. "Ben kendim kalkarım." Ellerimi önümde sımsıkı bağladılar. Kollarımı sıkıca tutup dışarı çıkardılar.

Günlerdir karanlıkta durmanın sonucu olarak gözlerim meşaleler yüzünden ağrıdı. Islak koridor boyunca ilerledik. Dönen merdivenlere geldik ve yukarı çıktık. Kaçıncısı olduğunu sayamadığım basamakların sonuna geldikçe aydınlık arttı. Gözlerim hem zorlanıyor hem de alışıyordu. Pencereleri olan başka bir koridora ulaştığımızda bacaklarım titriyordu.

Geçerken camdan dışarı baktım. İkinci kattaydım. Dışarısı karlıydı. Boş alanın ortasına darağacı kurulmuştu. İp öylece aşağı sarkıyordu. Sağa döndük ve düz bir şekilde ilerleyen merdivenlerden indik. Tahta kapılar açıldı. Havanın soğuğu yüzüme çarptı. Darağacından gözlerimi alamıyordum. Tam önümde idamımı gerçekleştirecek adamı gördüm. Yüzündeki siyah kumaş maskenin sadece göz kısmında iki oyuk vardı. Dimdik duruyor bana bakıyordu. İçim titredi. Korku her adımımda bedenimi ele geçiriyordu. Fakat yalvarmaya niyetim yoktu.

Sağ taraftaki pencerelerden yansımamı gördüm. Bembeyaz kesilmiştim. Dağınık saçlarım omuzlarından belime iniyordu. Yemekte giydiğim elbisenin etekleri yırtık, çamur içindeydi. Üzerimde kuruyan abimin kan lekeleri kahverengiye dönmüştü. Sabah öldürdüğüm adamın kanı damla damla yüzümde kurumuştu. Gözlerimi ellerime çevirdim. Oldukça kirlenmişti. Avuçlarımdaki yaralar kızarmış, kabarmıştı. Fakat hiçbiri önemli değildi artık.

İdamın gerçekleştirileceği yere tahta merdivenler yardımıyla çıkarıldım. Adamlar beni darağacına kadar götürdü. Cellat ağır adımlarla basamakları çıkmaya başladığında titrek nefesler alıp veriyordum. Nefesimin buharı havaya karışıp sönüyordu. Gerçekten oluyordu, idam ediliyordum.

Sehpaya çıkarken ayaklarım birbirine dolaştı. Düşecek gibi oldum. Bu kadar korkmamalıydım. Madem buraya kadar gelmiştim dimdik durmalıydım. Bedenim soğuktan ve korkudan titrerken kendimi teselli eden tek düşünce öldükten sonra ruhumun İllio ve Ailios'a kavuşacak olmasıydı. Ölmeden önce son dileğim ise Defne ve Göktuğ'nun güvende kalmasıydı. Umarım Korkut onları her türlü kötülükten koruyacak kadar güçlü olabilirdi.

Sehpaya çıktım. Ellerim önümde bağlıydı. Kalın halat boynuma geçirilmeden önce saçlarım beyaz bir bonenin içinde toplandı. Halat boynuma geçirildi ve düğüm yeri iyice sıkılaştırıldı. Hızlanan nefesime hakim olmak çok zordu. Ellerim istemdışı halata gitti. Birazdan boynumu ölümüne sıkacak olan sert ip içimi dondurdu. Gözlerim Korkut'u aradı. Bu kararı verdiyse gözlerimin içine bakabilmesini isterdim. Fakat yoktu. Ölümümü görmek istemiyordu.

"Ulu Tanrı günahlarını affetsin."diyen sesle düşüncelerimden uzaklaştım. Yanımıza beyazlar içinde bir tangay gelmişti. "Ölüm yeni yolculuğun olsun. Huzur dolu bahçelerde senin de yerin olsun. Günahların bu dünyada kalsın. Öbür tarafta sana azap zincirleri olarak dolanmasın. Cezan bu dünyada kabul görsün. Öbür taraf sana şefkatle kucak açsın."

Cellat, "Beni affediyor musun?"diye sordu. Kalbim hızlandıkça hızlanıyor, gözlerim kararıyordu.

"Affediyorum."dedim kısık bir sesle.

Ve tek hamlede iskemleyi devirdi. Bedenim boşlukta süzüldü, süzüldü, süzüldü... İp bedenimin daha fazla gitmesine izin vermediğinde boğazıma yapıştı. Bedenimdeki tonlarca ağırlık aşağı sarkıyordu sanki. Omuzlarımdaki tüm yük ayak bileklerime dolanmış beni dibe çekiyordu.

Hayatımın son anlarında pek çok şey geçti gözlerimin önünden. Pişmanlık dolu olanlar daha öndeydi. Suna'ya karşı güçlü duramadığım yıllar vurdu önce. Bunu Korkut'un duygularıyla oynamanın verdiği huzursuzluk takip etti. Peşinden annem ve ablama olan boş güvenim geldi. Sonra basit bir şey için oğluma ilaç vererek Müge Hanım'a benzemenin mide bulandırıcılığı hakim oldu. Son olarak ben buradan göçüp gittikten sonra bana uyduğu için Henry'nin başına gelecekler vicdanımı son kez sızlattı. Koyu griye bulanan gökyüzü gözlerimin önünde sarsılmaya başladı. Yağmur bedenimdeki kiri yıkarken ölümüme bulutlar ağladı, şimşekler ağıt yaktı. Boynumdaki ipi kavrayan ellerim güçsüzleşip gevşerken bedenim bir kuş gibi hafifledi.

Özgürdüm. İstediğim yere uçabilirdim.

***

-Korkut Gökben konuşmaları hakkında ne düşünüyorsunuz?

-Gökben'in Korkut'un aşkına fazla bel bağlamasının sonuçları hakkında ne düşünüyorsunuz?

-Korkut bu kararı vermekte haklı mıydı? Farklı olabilir miydi?

-Genel olarak bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sonraki bölüm Korkut'tan olacaktır.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top