2.34. Yedek Hanzade

1419 Senesi - Kış Mevsimi

ASPARGON HANLIĞI

Bozyurt Şehri - Bozbey Kalesi

Hanzade Toygar

Kurultay salonunda toplantının ortasındaydık. Son zamanlarda yaşananları konuşuyorduk. Kapılar açıldığında ulak içeri girdi. Baş selamından sonra elindeki gümüş silindir muhafazayı bana uzattı. Açtım ve okudum. Han abim sefere çıkıyordu ve beni de yanında görmek istiyordu. Ashan sınırında birliklerimizi bir araya getirmemizi yazmıştı. Sefere çağırılmış olmam beni heyecanlandırmalıydı. Çocukluğumdan beri beklediğim haberdi bu. Fakat ben heyecanlanamıyordum.

"Hanzadem kötü bir haber mi var?" Yılmazerlerden Demir Bey'di soran. Sessizliğim herkesin uzun uzun beni izlemesine sebep olmuştu.

"Yok. Haberler güzel."dedim bozuntuya vermeden. "Korkut Han Ashan'a sefere çıkıyor. Beni de yanında görmek istiyor. Birliklerimizi toplamaya başlayalım. Bir hafta içinde yola revan olmalıyız."

Şahinoğlulardan Kartal Bey çatık kaşlarla bana bakıyordu. "Hanzadem,"dedi konuşmak için müsaade istiyordu. Elimle konuşmasını işaret ettim. "Bu haber tam olarak beklediğimiz haber değil biliyorum. Biz Hasbükan sınırında bir çarpışma yapacağımızı düşünmüştük. Yine de sefer seferdir. Lakin elçilerin dönüşü buradan yapılmadı ve şimdi de seferde han sizi yanında görmek istiyor." Tam da düşündüğüm yere getiriyordu konuyu. Elçilerin buradan dönmesini istemeyen han abim seferde beni yanına çağırarak bana güvenmediğini gösteriyor gibiydi. Elçiler buradan dönseydi bu sefer kararı beni ziyadesiyle heyecanlandırırdı. Fakat önce elçilerin dönüş yolu değişmişti şimdi de ben sefere çağırılıyordum. Bunun tek açıklaması vardı. "Acaba Korkut Han seferdeyken sizin isyan tertip edeceğinizi düşünmüş olabilir mi?"

Dudaklarımı ısırdım. "Neden böyle bir şey düşünsün Kartal Bey? Han abim bana güvenir. Bunu başta ben olmak üzere herkes bilir. Bizim çocukluk hayalimizdi omuz omuza çarpışmak. Artık vakti geldi ve han abim beni yanında görmek istiyor." Dudaklarım bunu söylerken kalbim Kartal Bey'in haklı olduğunu biliyordu. Fakat kimsenin önünde han abimle zıtlaşıyormuşuz izlenimi yaratmayacaktım. Gün geçtikçe düşmanlarımız artıyor bizi birbirimize karşı kışkırtıyordu. Belki de han abimin danışmanları da onu kışkırttığı için bana karşı bu kadar temkinli davranıyordu. Ne de olsa handı. Merhum babamızın yaşadıkları ortadayken onun davranışlarına hak veriyordum. Ben han olsaydım ben de erkek kardeşlerime karşı her an tetikte olurdum.

Demir Bey, "Size katılıyorum Hanzadem. Korkut Han size her daim güvenir ve sizi yanında görmek ister. Başka anlamlar çıkarmamıza gerek yok."dedi sertçe. Fakat Kartal Bey de kuzeni Atmaca Bey de geri adım atacak gibi değildi. Bu defa sözü Atmaca Bey aldı.

"Öyle diyorsun da elçilerin dönüş yolunu neden değiştirdi? Hanzademize güveni tam olsaydı elçilerin buradan geçmesinde hiçbir sakınca görmezdi. Biz Hanzademizin bu şekilde haksızlığa uğraması konusunda oldukça rahatsızız."

Demir Bey keskin ses tonuyla araya girdi. "O vakit rahatsızlığınızı Korkut Han'la paylaşmanız en doğrusu olur. Han arkasından iş çevirir gibi Hanzademizin aklına olmayacak fikirler sokmak ancak Salamanlarla yakın olanların yapacağı iştir!" Suçlaması karşısında Kartal Bey'in de Atmaca Bey'in de gözleri büyüdü. Yine bir tartışmaya sürünlenmek üzereydiler.

"Yeter!"dedim sertçe. Bu iki aile her daim birbiriyle anlaşamazdı. Han babamın sancak dönemi bunlarla oldukça zor geçmiş olmalıydı. Veliaht olana dek burası onun sancak vilayetiydi. "İkiniz de haklısınız. Fakat bizim her ihtimali düşünmemiz lazım. Sefere elbette gideceğim. Fakat birileri han abimle arama fitne tohumu atmaya çalışıyorsa onları da bulup gerekeni yapmak zorundayız. Ben han abimin bana güvensizlik edeceğini düşünmüyorum. Mutlaka danışmanlarının tavsiyesine kulak verdiği için bu şekilde karar almıştır. Han olarak hanlığı için en doğru kararı vermek istediğinden eminim."

Kartal Bey alayla güldü. "Keşke sizin Korkut Han'a olan itimatınız gibi Korkut Han da size itimat etse." Gözlerim onun gözleriyle kesişti. Bu adamın cümleleri fazla keskindi. Ayarı bazen kaçıyordu. Hoşuma gitmiyordu. Bakışım karşısında sustu.

Demir Bey, "Kartal Bey gören de kardeşlerin arasını açmaya çalıştığınızı düşünecek."

"Ne münasebet. Ben gerçekleri göstererek Hanzademize danışmanlık ediyorum. Keşke herkes böyle olsa. Gerçeklerin üstünü kapatıp yalan bir dünya oluşturmak yerine her şeyi dobralıkla konuşsa."

"Kurultay dağılsın!"dedim sesimi yükselterek. "Birbirinizle alıp veremediğiniz neyse kale dışında halledin."dedim ve odadan çıktım. Kafam yeterince doluyken bir yanımda Ulu Tanrı'nın iyilik elçisi diğer yanımda kötülük elçisi varmış gibi konuşmaları sinirlerimi germişti. Hangisine kulak vermem gerektiğini kestiremiyordum. Han abime güvenmek istiyordum. Onun da bana güvendiğini düşünmek istiyordum. Lakin elçi meselesinin üstüne bunun gelmesi beni şüpheye sürüklüyordu.

En iyisi hava almaktı. Hazırlıklar başlamadan kendimi toparlamam gerekiyordu. Atıma bindim ve Bozyurt'un tepelerine doğru sürdüm. Bu tepeleri seviyordum. Ne zaman canım sıkılsa buraya geliyordum. Sakindi. Kışın esintisi boldu. Bozyurt ayaklarımın altında kahverengi bir deniz gibi uzanıyordu. Tepeleri boldu. Vilayetime bu şekilde bakmak bana kendimi kontrol sahibi hissettiriyordu. Böyle böyle zihnimi de kontrol etmeye başlıyordum. Han abim olması gerektiği gibi hareket etmişti. Bana güveni tamdı. Mesele elçilerdi. Savaşta da omuz omuza çarpışma hayalimizi gerçekleştirmek için çağırmıştı beni. Evet, gerçek buydu. Derin bir nefes alıp bu gerçeği zihnime mühürlemiştim. Başka türlüsüne izin vermem beni derin bir çıkmaza sürüklerdi.

Kaleye döndüğümde beni Belgin karşıladı. Yüzünde geniş bir gülümsemeyle bakıyordu bana. "Hoş geldin Hanzadem. Epey zaman gelmeyince seni merak ettim."

"Hava almak istedim. Buraları keşfe çıkmayı sevdiğimi bilirsin."dedim ve atımdan indim. Alnına küçük bir öpücük bıraktım.

"Bilirim elbet. Odamızda yemek hazırlatmıştım. Birlikte yiyelim mi?" Bir an duraksadım. Bu tür dayatmalar hoşuma gitmiyordu. Yine de oğlumla zaman geçirmek için reddetmemiştim.

"Olur. Üzerimi değiştirip gelirim yanına." Odama gittim. Elimi yüzümü yıkadım. Yeni kıyafetler giydim. Belgin'in odasına gittim. Oğlum saygılı bir şekilde kalktı ve beni selamladı. "Nasılsın Oğuz? Günün nasıl geçti?"diye sordum otururken.

Gülümsedi. "Çok iyiydi babacığım. Tahta kılıçlarla oynadım. Nasıl tutulacağını öğrendim. Ama kolum çok ağrıdı."

Kolunu okşadım yavaşça. "Güçlenmen için daha çok çalışman lazım. Öğretmenin anlattı hevesini."

"Ama oyun oynamayı daha çok seviyorum. Küçük atlarım ve askerlerimi savaştırıyorum. Yakında küçük toplarım da olacak. Amcam göndermişti."

"Evet Korkut Amcan senin için özel yaptırmış. Hasbükan çeliğinden." Elçilerin ona hediye olarak götürdüğü silahları silah atölyelerinde erittirip yeni şeyler yaptırmıştı. Elçilerin hadsizliği kabul edilebilir gibi değildi. İttifak için gelmedikleri belliydi.

Belgin, "Sefer haberi gelmiş."dedi. Ona döndüm. Her şeyden haberi oluyordu. "Sefere katılman güzel bir haber. Korkut Han'ın sana ne kadar güvendiğini gösteriyor." Kaşlarım havalanmıştı şaşkınlıkla. Her daim şüphelerime ateşle gelen Belgin, şimdi ılımlı yaklaşıyordu.

"Hayret, bana güvenmediği için yanına aldığını söylemeni beklemiştim."dedim açıkça. Dudaklarını ısırdı.

"Neden öyle söyleyeyim. Savaşlar her daim önemlidir ve savaşta kardeşlerin omuz omuza çarpışması birlik ve beraberliği gösterir." Söylediklerinde samimi miydi emin olamamıştım. Fakat zehirlenmenin ardından davranışlarına çeki düzen verdiğinin farkındaydım. Eskisi kadar başımı şişirmiyor, laf vurmaya çalışmıyordu. Samimi ya da değil bu şekilde daha iyiydi. Öbür türlü ona olan duygularım gittikçe nefrete dönüşüyor, onu görmek bile istemeyecek hale geliyordum.

"Han abimle çocukluk hayalimizdi."dedim. Gülümsedi. "Yokluğumda kalenin idaresiyle yakından ilgilenirsin."

"Elbette ilgilenirim Hanzadem. Bu görevi bana layık gördüğün için teşekkür ederim."

Akşam yemeğimiz sakin geçti. Oğlumla oyunlar oynadık. Belgin'le sıradan meseleler hakkında konuştuk. Kendine çeki düzen vermesi iyi olmuştu. Odama döndüğümde çok daha rahattım.

Geceliklerimi giyerken burnuma dolan kokuyla duraksadım. Sakin, huzurlu, derin bir çiçek kokusu alıyordum: orkide. Kış mevsimi orkide olmazdı. Bukle bukle kumral saçları, canlı mavi gözleri hatırlatan bu kokuyu aramaya başladım etrafta. Yatağımın kenarındaki kandil ilgimi çekti. Yaklaştıkça koku artıyordu. Üzerindeki demir kafesi çıkarıp eğildim. Yağına orkide damlatılmıştı. Odamın kapısı çalındı. Gel sesimle içeri Canan Kalfa girdi. Halimi görünce,

"Koku damlatmıştım sizi sakinleştirir diye. Rahatsız ettiyse hemen değiştireyim."dedi hemen. Başımı iki yana salladım.

"Kokusu hoş."

"Evet. Rahatlatıyor. Savaş öncesi birkaç günü sakin geçirmenizi istedim."

"İyi düşünmüşsün." Elindeki su dolu sürahiyi yatağımın yanındaki sehpaya bıraktı.

"Başka bir ihtiyacınız var mı?"diye sordu. Başımı iki yana salladım ve çıktı. Yatmadan bir bardak su içtim ve yatağıma uzandım.

Rüyamda kendimi çiçek bahçelerinin arasında gördüm. Renk renk, çeşit çeşit çiçekler sıralanmıştı. Çocuklarımın neşeli gülüşlerini duyuyordum. Sesi takip ettim. Oğuz'u gördüm. Gültekin ve Gülsema'yla koşturuyorlardı. İki çocuk daha vardı aralarında. Biri kız, diğeri erkek. Onlar kimdi tanımıyordum. Kenarda uzun ağaçlar vardı. Ağaçların gölgesinde üç kadın oturuyordu. Belgin ve Simay'ı tanımıştım. Üçüncüsünün başında beyaz bir tül vardı ve arkası dönüktü. Çocukları izliyorlardı.

"Baba."diyen seslerle çocuklara döndüm. En önde tanımadığım iki çocuk arkada diğer evlatlarım koşarak bana geliyorlardı. Sıkıca sarılmışlardı bana.

"Hükmün daim olsun Toygar Han." Kime ait olduğunu bilmediğim ses tam arkamdan gelmişti. Sesin sahibine dönmek istediğimde bedenimi kıpırdatamdım. "Taç da taht da senindir. Hüküm senindir. Kubat Han'ın yakut yüzüğü senindir." Sağ elimin baş parmağında yakut yüzük parlıyordu. Han abime hanım annem tarafından on sekizinci yaş gününde hediye edilmişti. O yıl sancağa gönderilmişti. Şimdi benim parmağımda ne işi vardı? Han abim ölmüş olamazdı. Bu yüzük ancak o vakit benim elime geçerdi.

"Hatan var hatun. Ben Hanzade Toygar'ım."dedim. Hala bedenimi hareket ettiremiyordum.

"Hata yok."diye fısıldadı kulağıma yaklaşarak. Elleri bedenimi sararken nefesini boynumda hissediyordum. Orkide kokusu burnuma doluyordu. "Hata abinin başa geçmesiydi. Devrildi. Hata telafi edildi. Artık Aspargon altın dönemini yaşayacak."

"Hayır. Han abim başarılı bir han."

"Değildi. Bunu sen de göreceksin."

Parmağıma damlayan ılık bir şey vardı. Elimi zorlayarak yukarı kaldırdığımda yakut yüzüğün kana bulandığını gördüm. Canım yanıyordu. "Hükmün bedeli!" Han abimdi konuşan. Birden karşıma gelmişti. Elindeki hançeri kalbime sapladığında nefesimin kesildiğini hissettim. Sol elime bir hançer geçti. Altın kabzası yakutlarla süslüydü. Abimin hançerinin aynısıydı. Ben de karşılık olarak elimdeki hançeri abimin kalbine sapladım. "Yakuttaki kan, hanedan kanı. Hükmün bedeli."dedi han abim gittikçe güçsüzleşen bir sesle. Kanlarımız birbirine karıştı. Kolumdan sıza sıza yüzüğü görünmez hale getirdi. Gözlerimize son kez baktık. Birbirine kenetlenen bedenlerimiz yere düştü.

O an gözlerimi açtım. Derin derin nefes alıyordum. Alnım boncuk boncuk terlemişti. Sol elim göğsümün üstündeydi. Kalbimde bir ağırlık vardı. Uzun bir süre kıpırdayamadım. Yatak terden su gibi olmuştu. Saçlarım ıslanmış alnıma yapışmıştı. Tan ağarmaya başlamıştı ve tavana soluk bir aydınlık vuruyordu. Orkide kokusu burnuma gelince sağ yana döndüm. Kandil sönmeye yüz tutmuştu. Alev azaldıkça azaldı ve nihayet söndü. Yutkundum. Boğazım ağrıyordu. Yataktan ağır ağır kalktım. Sırtım terin etkisiyle üşümüş bedenimi ürpertmişti. Üzerime ceket alarak balkona çıktım.

Açık lacivert gökyüzüne baktım. Bazı güçlü yıldızlar hala gözüküyordu. Ay hilal biçimindeydi. Kar kokusu burnumu dolduruyordu. Bozyurt'a kış her daim erken gelirdi. Ellerim üşümüştü. Sağ elimin baş parmağındaki yüzüğe baktım. Gümüş taban üzerinde oniks taşı vardı. On sekizinci yaş günümde hanım annem vermişti. Han abime Kubat Han'ın yüzüğü verilirken bana sıradan bir yüzük düşmüştü. Zaten ötesi olamazdı. Her daim abisinin gölgesinde kalan, yedek hanzade değil miydim ben? Han abim görevini yapmış, veliahtlara sahip olmuş, vakti gelince tahta çıkmıştı. Bana ihtiyaç kalmamıştı. Altının yanında gümüşün değeri neydi ki? Hanım annemin gözünde de yerimiz böyleydi.

Böyle kabuslara sürükleniyorsam bunda hanım annemin rolü büyüktü. Ben her daim yerimi bilmiştim. Aksi düşünülemezdi. Zaten çocukluğumdan beri bu herkes tarafından hatırlatılmıştı. Yeri geldiğinde han babamın basit bir gözdesi bile bana ahkam kesmeyi kendine hak görmüştü. Çünkü o bile kendini benden üstün görebilecek kadar şımartılırken ben her daim bastırılan olmuştum. Şimdi de kontrol altında tutulmak için savaşa çağırılıyordum işte. Kendimi ne kadar kandırmaya çalışsam da gerçek buydu.

Soğuk havayı uzun uzun içime çektim. Ciğelerimin en derin noktaları buz gibi olana dek devam ettim. İçimde yanan o alevi söndürür umuduyla aldım her nefesi. Gün doğmaya başladığında bedenimdeki her nokta soğuktan titriyordu artık.

"Hanzadem!"diyen telaşlı sesle ilk kez kıpırdadım. Canan Kalfa elinde kürkle balkona çıkmış koşar adım yanıma geliyordu. Hızla kürkü sırtıma attı. "Hasta olacaksınız. Bozyurt'un ayazı serttir bilmez misiniz?" Elini elimin üstüne koydu. "Buz gibi olmuşsunuz. İyi misiniz?" İçeri döndü, "Leyla, hemen şömineyi yak. Zaten geç geldin."dedi kızı azarlayarak. Bana döndü. "Lütfen içeri girin. Sefer öncesi hastalanmak istemezsiniz, öyle değil mi?"

"Tamam kalfa telaşa gerek yok."dedim. İçim üşüyordu ama havanın soğuğundan değildi. İçeri girdim. Şöminenin önündeki koltuğa oturdum. Olmuştu işte. Yıllardır içimde biriken düşünceler bir rüyayla ortaya saçılmıştı. Şimdiye kadar yaşanan onca anı üst üste önüme geliyor, değersizliğimi daha çok yüzüme vuruyordu. Kalbimdeki sızı can sıkıcı bir hal alırken, "Bana şarap getirin."dedim.

"Emriniz olur."dedi kalfa ve dışarı çıktı. Odadaki işkız da şömineyi yakınca dışarı çıkmıştı.

Şarabım geldi. Bardağı doldurdum. Güneş ışıkları odamı doldururken şarabımı yudumluyordum. Kış güneşinin ısıtmaması gibi şarap da içimi ısıtmaya yetmiyordu. Neden böyle olmuştum birden bire? Şimdiye kadar her şey yolundayken... Ya da ben yolunda olduğuna kendimi ikna etmeye çalışırken mi demeliydim? Derin bir iç çektim ve güçlü bir nefesle ofladım. Ben böyle şeyler düşünmeye alışık değildim. İçimde rahatsız edici karıncalanmalara sebep olan bu düşüncelerden uzaklaşmalıydım.

Hemen üzerimi değiştirdim. Derman Ağaya atımı hazırlamasını ve bana büyük bir matara getirmesini söyledim. Matarayı Leyla getirmişti. Şarabı doldurmak için hamle etti. "Bırak, ben yaparım hatun. Kendi işimi kendim görürüm."dedim ve hızla elinden aldım. Hizmet edilmeye ihtiyacım yoktu benim. Zaten ne gerek vardı bunca gösteriye değil mi? Önemsiz bir hanzade için gereksiz sayıda hizmetçilerle dolu bir kale. Saraya gereksiz yükten başka bir şey değildim.

Dışarı çıktım. Atıma bindim. Mataradan büyük yudumlarla şarap içtim. Bu düşünceler kendi kendine gitmiyordu. O vakit ben de beynimin uyuşmasını sağlardım. Böylece beni ızdıraba sürükleyen düşünceler son bulurdu.

Uzun bir sürenin sonunda zihnim uyuşup konuşmayı bıraktığında ilerlediğim yolun sonundaki konağı gördüğümde acı bir şekilde gülmeye başladım. Şahinoğlu Konağı'na çıkmıştı yolum. Kader miydi tesadüf müydü bu? Bilmiyordum. Yine de yoluma devam ettim. Beni gören bekçi hemen içeri koşup haber verdi. Sonra bahçede hazır bir vaziyette beni beklemeye başladı. Atımdan indiğimde hafif sendeledim. Beni tutmaya kalkan adamı elimle geri ittim. "Ben kendi ayaklarımın üstünde dururum bekçi." Atın yelesini eline tutuştururken içeriden Kartal Bey ve kuzeni Atmaca Bey çıktı. Hemen gerisinde Kartal Bey'in eşi ve çocukları da vardı. Kadınlar reverans yaparken erkekler baş selamı verdi.

Kartal Bey, "Hanzadem, geleceğinizden haberimiz yoktu. Karşılama tertip ederdik."

"Lüzum yok. Geçerken uğradım." Gözüm arka taraftaydı. Çocukların arasında o hatunu arıyordum. Lakin görünürde yoktu. İçeri geçtik. Salon hızla toparlanmıştı. Koltuklardan birine bıraktım kendimi. "Servis yapmayacak mısınız Hanzadenize? Önce şarap istiyorum."dedim. Sonra kurduğum cümlenin tuhaflığına gülmeye başladım. Tuhaftı çünkü ben böyle gevşek konuşmazdım. Her daim sert bakar her daim sert konuşurdum. Beynimin uyuşukluğu dilime yansımıştı. "E hani hala bir şey yok." Kartal Bey hemen emir verdi ve bir sürahi ve altın bardak önüme kondu. Bardağın yarısını bitirdim.

Kartal ve Atmaca Bey yanıma geldiler. Merak ve endişeyle bana bakıyorlardı. "Beyler ben de insanım ve alkol beni de etkiliyor. Bunu Hanedanlık Sarayı'na yazmazsanız sevinirim. Gerçi yazsanız da umurumda olmaz."

"Hanzadem,"dedi Kartal Bey, "biz sizin başınızdaki denetçiler değiliz. Neden böyle söylediniz. Siz bizim Hanzademizsiniz. Her daim desteğimiz sizinledir."

"Öyle mi?"

"Elbette."dedi Atmaca Bey. "Hatta birlikte içelim." İki bardak daha istediler masaya. Onlar da doldurdu bardaklarını. Ardıç Bey kadehini havaya kaldırdı. "Sağlığımıza."dedi ve büyük bir yudum aldı bardağından. Kartal Bey de şarabını içti.

Önümüze sebzeli pilav ve kuzu pirzolalar geldiğinde beynim tamamen uyuşmuş vaziyetteydi. Ama bu hissi sevmiştim. Başka zaman da içtiğim olurdu fakat hiç bu kadar ileri gitmemiştim. Tatlı bir rahatlık gelmişti. Tam da ihtiyacım olan şeydi. Koridordan gelen gülüşme sesleri dikkatimi çekti. O yana döndüm. O hatun bukle bukle saçları dağılmış, yüzünde enfes bir gülüşle genç bir erkeğin kolunda içeri girmişti. Beni görünce gülmeyi bir anda kesmiş şaşkınlıkla bakakalmıştı. Hemen reverans yaptı. "Hanzade Toygar."

"Beyza Hatun." Gözlerim yanındaki erkekteydi. Onun boyunda. Ondan en fazla üç yaş büyüktü.

"Oğlum Tuygun."dedi Kartal Bey.

"Beyza Hatun'u gelininiz olarak aldığınızı bilmiyordum." Hatunun gözleri büyürken yanakları kıpkırmızı oldu.

Kartal Bey, "Beyza benim yeğenim sayılır. Tuygun'la abi kardeş gibilerdir. Öyle bir şey mümkün olamaz."

"Hmm." Gözlerim Beyza'ya gitti. Ne kadar güzel bir hatundu. Heykel gibi kusursuzdu. O ise gözlerini kaçırdı.

"Ben odama çıksam iyi olur. Sizin konuşacak meseleleriniz vardır."dedi ve ayağa kalktım. Hızla kalktığım için başım döndü ve tekrar sendeledim. Merakla bakıyordu bana. Önüne kadar ilerledim. Gözlerimi gözlerinden ayırmıyordum.

"Ben kaleye döneyim."dedim.

Atmaca Bey, "Hanzadem burada kalsanız daha iyi."

"Neden? Bu halde at süremez miyim?" Cevap vermedi. Haklıydı. Her yer dönmeye başlamışken bacağımı bile kaldırıp ata binemezdim. "Peki madem kalayım." Uykum geliyordu. Göz kapaklarım ağırlaşıyordu. Neden bu kadar içmiştim ki... Bir sonraki adımımda kendimi merdivenlerde buldum. Bir yanımda Kartal Bey, diğer yanımda Beyza vardı. Bana destek oluyorlardı. Kendimi onlardan kurtaracak halim yoktu. Bastığım zemin her adımımda yumuşuyordu.

Odaya girmiş yatağa yatmıştım. Tavan daireler çiziyordu gözlerimin önünde. Yanımda bir silüet hareket ediyordu. Gece mavisi elbisesinin içinde Beyza'ydı. Orkide kokusu her hareketinde odaya yayılıyordu. "Bu kıyafetler size olur. Tek başınıza giyebileceğinizi düşünüyorum." Yanıma pijama takımı bıraktı.

"Neredeydin? Bunca zaman?"

"Neden soruyorsunuz?"

"Sizli bizli konuşmayı bir kenara bırak lütfen." Hafifçe doğruldum. Odanın içi uçuş uçuştu benim gözümde. "Seni merak ettim."

Kaşları şaşkınlıkla kalktı. "Öyle mi? Son karşılaşmamızda bir Salaman olduğum için beni bir daha görmek istemediğini söylemiştin."

"Öyle bir şey demedim."

"Dudakların demese de gözlerin dedi." Ses tonu kırgındı. "İyi geceler Toygar." İsmim onun dudaklarına ne güzel yakışıyordu. Ah, Ulu Tanrım. Aşık olmuştum ben. Evet. Aşık olmuştum. Yüzüme aptal bir gülümseme yerleştiğinde,

"İyi geceler Beyza."dedim ve tekrar yatağa yattım. Bedenim gevşedikçe gevşedi. Uykuya hemen teslim oldum. Günler sürse hayır diyemeyeceğim, derin ve deliksiz bir uykuydu benim için.

Sabah olduğunda gözlerim ve başımın ağrısı beni uyandırdı. Gözlerimi zorla araladığımda bilmediğim bir odada buldum kendimi. Kaşlarım çatıldı. Neresiydi burası? Doğruldum. Midem ekşidi. Etrafa bakınırken dünden parçalar gözümün önüne gelmeye başladı. Sabahtan akşama kadar içmiştim. Günün ortasında Şahinoğlu Konağına gelmiş, geceyi burada geçirmiştim.

Yerimden kalktım. Elimi ve yüzümü camın önündeki su dolu kasede yıkadım. Cam sürahiden bir bardan su doldurdum. İçmeye çalıştım. Midemin ekşimesi geçmemişti. Camları açtım. Hava aydınlanmıştı fakat keskin bir soğuk vardı. Dışarıdan kap kacak sesi geliyordu. Kahvaltı için hazırlık yapılıyor olmalıydı.

"Yumurtalar hazır mı? Peyniri de çıkarın." Beyza'nın sesiydi bu. Aşağı bakım. Bugün kırmızı giyinmişti. Mutfak kapısına doğru ilerliyordu. Elinde içi ot dolu bir sepet vardı. "Çay suyu kaynadı mı?" Misafir olarak bulunduğu evin konuğu için fazla ilgiliydi. Dudaklarıma tebessüm yerleşti bu haline.

"Günaydın."diye seslendim camdan. Birden irkilerek bana döndü.

"Düne rağmen erken kalkmışsınız."

"Sizli bizli konuşmayı bıraktığımızı sanıyordum." Gülümsedi.

"Kaideler sadece zadesenlere o şekilde konuşma izni veriyor."

"Ben sana o izni verdim. Benim lafımın önemi yok mu?"

"Var elbette. Sen öyle konuşmamı istiyorsan öyle konuşurum. Masada görüşürüz."dedi ve mutfağa girdi.

Bu hatunda ne vardı çözemiyordum fakat onu görmek düne dair tüm olumsuzlukları unutturuyordu bana. Beni içinde bulunduğum anda tutuyordu. Fakat unutmamam gereken bir gerçek vardı. O bir Salaman'dı. Han babam ve hanım anneme düzenlenen isyanlara destek olanların kızıydı.

Kahvaltıya indiğimde her şey hazırdı. Kartal Bey, eşi ve çocukları, Atmaca Bey ve benim oturacağım baş köşenin sağında Beyza vardı. Mavi gözleri sofradaydı. İçeri girmemle hepsi ayağa kalktı. Ben oturduktan sonra oturdular. Hizmetliler geldi ve kenarları altın kaplamalı süslü tabaklara servis yapmaya başladılar. "Kartal Bey, dün gece için üzgünüm. O şekilde gelmem hiç doğru değildi."

"Hiç sorun deği Hanzadem. Hepimiz zaman zaman kendimizi rahatlatmak isteriz."

"Yine de bir Hanzade olarak daha kontrollü olmam icap ederdi." Önümdekilerden birer parça almaya başladım. Peynir oldukça lezzetliydi. Yumurtalar tazeydi. Manda yoğurdu bırakılmıştı çömlekler içinde. "Her şey çok güzel olmuş."

"Daha iyi bir hazırlık yapmak isterdik. Bir dahaki sefere önceden sözleşelim, ne dersiniz? Sizi ailenizle konağımda ağırlamak isterim. Geç kalınmış bir teklif lakin geç olsun güç olmasın."

Gülümsedim. "Seferden bir dönelim. Bakalım, sağ salim dönersem olur."

Atmaca Bey ve Beyza aynı anda konuştu. Atmaca Bey, "Dönersiniz elbet."derken, Beyza, "Sefere mi gidiyorsun?"demişti. Bunu duymadığına şaşırmıştım doğrusu. Yazılı karar yeni gelmişti fakat hazırlıklar daha önce konuşulmaya başlanmıştı. Benimle ilgili değildi belki de. İlgi duymadığı konuları bilemezdi.

"Evet, Beyza. Bir Hanzade olarak er meydanındaki yerimi alacağım." Birbirimizle konuşma şeklimiz Kartal ve Atmaca Bey'in gözünden kaçmamıştı.

Kartal Bey, "Umarım iyi niyetli bir sefer çağrısıdır."diyerek geçen gün kurultaydaki konuşmaları hatırlattı. Oysa zihnim yeni durulmuştu.

"Göreceğiz Kartal Bey."dedim soğuk bir tonla. Bu konunun tekrar açılmasını istemiyordum. O da uzatmadı. Yemeğim bittikten sonra kalkmak için hareketlendim. "Beyza sen Hanzademize eşlik et. Zaten çarşıya çıkmak istiyordun."

Beyza Kartal Bey'e baktı. "Sonra çıkardım ben."

"Hadi, hadi, şimdi çık. Hava erken kararıyor. Hemen git gel." İsteksizce kalktı yerinden. Üzerine kalın bir pelerin alarak bahçeye geldi benimle.

Atlarımıza bindik ve konaktan ayrıldık. Beyza sessizdi. Konuşmaya niyeti yoktu ve bu beni rahatsız etmişti. İlk karşılaşmamızda çok daha konuşkandı. "Neden benimle çıkmak istemedin?"diye sordum.

"Çünkü meraklı hatunlar gibi görünmek istemiyordum." Rahatsızlığı belliydi.

"Neye meraklı hatunlar gibi?" Yüzüne utangaç bir gülümseme yerleşti fakat hemen savuşturdu.

"Senin hareminde olmaya."dedi tek seferde.

"Böyle bir isteğin yok mu gerçekten?"

"Yok. Neden olsun?"

"Doğru. Neden olsun? Kim han olmayacağı belli bir Hanzadenin haremine girmek ister ki?"

Kaşları çatılmıştı. Şaşkınlıkla bakıyordu bana. "Bu benim cümlem değil."dedi durgun bir tonla.

"Neden o vakit?"

"Çünkü öyle." Gözlerimi ondan ayırdım. Yola döndüm. Başka bir şey sormadım. O ise konuşacak gibiydi fakat kendine engel oluyordu.

"Bir şey diyeceksen de Beyza. Karşımda kıvranmana gerek yok."

"Ben senin dostluğunu merak ediyorum. O gün açıklayamadığım bir şey oldu. Bir anda seni eve davet ettim. Seni daha yakından tanımak için güçlü bir arzu duyuyordum. Hala da duyuyorum. Fakat o gün beni Salaman olduğum için istemediğini söylediğinde içimde bir kırgınlık oluştu."

"Neden böyle dediğimi biliyor olmalısın. Zeki birine benziyorsun."

"Evet. Farkındayım. Fakat bu olanlar geçmişte kaldı. Zadener Mete isyanında ben daha küçücük bir kızdım. Ne oldu neden oldu bilmiyorum ama benim, annemin ve babamın bu konuyla hiçbir ilgisi yok."

"Haremde olmak istememe nedenini açıklamadın."

Dudağını ısırdı. "Ben sakin görünebilirim fakat sevdiğimi paylaşmak bana göre değil."

"Daha önce sevdiğin biri oldu mu ki biliyorsun nasıl bir şey olduğunu?"

"Olmadı fakat bu durumu hayal etmek zor değil. Şimdi bile sizin oraya döneceğinizi bilmek," dudaklarını birbirine bastırdı. "Yol ayrımına geldik sayılır. Ben hızlanayım artık."dedi ve atını önümden sürmeye çalıştı. Hemen hızlanarak yolunu kestim.

"Cümleni tamamla."

"Güvenmediğin bir Salaman kızı için fazla ısrarcı değil misin?"diye sordu gözlerini gözlerime dikerek. Mavilerinde kaybolmak istediğim gözler içimi kıpır kıpır ederken zihnim bana durmamı söylüyordu.

"Seferden dönemezsem cümleni tamamlamadığın için üzülmez misin?"

"Seferden döneceksin."

"Nereden biliyosun?"

"Çünkü sen Toygar Asperan'sın ve seni alaşağı edecek bir güç bu dünya üzerinde yok." Kurduğu cümlenin üzerimde bıraktığı etki tarifsizdi. Şimdiye kadar kimsenin bana güvenmediği bir güven duyuyordu ve bu benim için yepyeni bir histi.

"Övgün için teşekkür ederim."dedim içimdeki coşkuya hakim olmaya çalışarak.

"Övgü değil Toygar. Gerçekler. Şimdi izin verirsen çarşı yoluna sapmam gerek."

"İzin senin."dedim ve gitmesi için yol verdim. Uzaklaşırken derin bir nefes aldım. Atımı kale yoluna çevirdim. Ortalama bir hızda ilerlemeye başladım. Zihnimde tekrar eden cümlesinine etkisiyle atımın üstünde daha dik duruyor, yeleyi daha sağlam tutuyordum.

"Toygar!"diye seslenen Beyza'nın sesiyle arkama döndüm. Atını bana doğru sürüyordu hızla. Şaşkınlıkla bakıyordum. "Gitmeden önce sana vermek istediğim bir şey var."dedi ve atından indi. Ben de tek hamlede atımdan indim. Gözlerini gözlerimden ayırmadan yaklaşıyordu. Ne vereceğini merak ediyordum. Aramızda bir adım kala durdum. O ise durmadı. Birden parmakları üzerinde yükselerek dudaklarımı dudaklarıyla kavradı. Elleri sakallarımın üstüne giderken gözlerimi kapattım ve bu dünyadan başka bir dünyaya gittiğim sanki. Orkide kokusu, dudaklarının yumuşaklığı, ellerinin yanaklarımdaki sıcaklığı... Ondan vazgeçmek istemiyordum. Elim belini sıkıca kavramıştı. Diğer elimse yanağındaydı. Dudaklarımız ayrıldığında nefes nefeseydik. Gözlerimiz birbirine kenetlenmişti. "Sana bir şey olmayacak." Elini kalbimin üstüne götürdü. "Burada atan kalp on bin kaplana bedel."

"Döndüğümde seni tekrar görmek isterim."

"Görüşeceğiz."dedi gülümseyerek ve atına bindi. "Benim sadece bir Salaman kızı olmadığıma ikna olana dek görüşeceğiz." Gülüşü büyüdü ve atını çevirdi. Bu defa gerçekten kendi yolumuza gitmiştik.

Dudaklarımdaki tattan mest olmuş halde gülümsüyordum. Beynim ve kalbim Beyza konusunda çetin bir savaşa girmişti. Aksini göstereceğini söylese de o bir Salaman kızıydı ve ben ona aşık olmuştum. Nasıl olduğunu anlamıyordum ama delicesine bir heyecan hissediyordum onu düşündükçe. Akıllı insan işi değildi bu. Şimdi de bu öpücük çıkmıştı. Neden öpmüştü ki beni? Dudaklarımda onun tadı varken onun düşman olabileceği ihtimaline tutunmak oldukça güç bir hal alıyordu. Beyza... Seferden dönene kadar aklımda olacaktı.

***

Ashan Sınırı

Sınıra ulaşmamız haftalar sürmüştü. Bozyurt'tan buraya gelmek kolay değildi. Yol şartları zorluydu. Han abimin yolu düzlüklerle doluydu. Bizden önce varmışlardı. Biz ise ormanlardan, tepelerden geçmek zorunda kalmıştık. Her zaman olduğu gibi bu konuda da hayat han abime kolaylıklar sunarken beni zorluklarla sınamıştı.

Ordum yerleşirken ben han abimin çadırının yolunu tuttum. Dinlenmeden önce onunla görüşmem uygun olurdu. Çadırın önünde muhafızlar bekliyordu. İçeri girmeden önce kılıçlarımı istediklerinde kaşlarım çatılarak baktım. Han çadırına silahsız girilirdi elbet lakin ben han abimin kardeşiydim. Onu öldürmem düşünülemezdi. Yine de silahlarımı çıkardım. Buna takılmam anlamsızdı.

Han abim yüksek sedirinde oturuyordu. Önündeki haritaya bakarak Ulaş Amcamla bir şeyler konuşuyorlardı. İçeri girmemle bana döndüler. Baş selamı verdikten sonra yanlarına yaklaştım. "Kardeşim, hoş geldin."diyerek ayağa kalktı abim. Birbirimize sıkıca sarıldık.

Sonra Amcamla selamlaştık. "Hoş geldin Toygar. Seni görmek güzel."

"Seni de görmek güzel amca."

Han abim, "Nihayet beklediğimiz gün geldi. Sen ve ben, omuz omuza düşmana karşı çarpışacak, soydaşlarımızı onların elinden kurtaracağız."

"Soydaşlarımızdan ziyade hedefinin Gerbena olduğunu sanırdım."

"Gerbena elbet büyük bir hedef. Hemen olacak bir şey değil. Lakin bu savaşın iki çıkarı olduğunu sen de fark etmişsindir. Soydaşlarımızı kurtararak vakti geldiğinde bizimle savaşacak askerler elde edeceğiz ve Gerbena ile olan sınırımız iyice genişleyecek."

"Çiğdem'le çarpışacaksın farkında mısın?"

"Zaman ne gösterir bilemem. Eğer ılımlı ilişkiler kurmaya yanaşmazlarsa Prensle dostluğumuz bu gerilimi durdurmaya yetmez." Kaşlarım havaya kalktı.

"Prens ve sen ne zamandan beri dostsunuz?"

"Mektup arkadaşı diyelim. Prensin yenilikçi yaklaşımlarını beğeniyorum. Babası gibi değil. Fakat dış ilişkiler konusunda da öyle mi değil mi göreceğiz. Savaşmak isterse savaşırız. Ablamıza gelince kardeşim, onun çoktan bir kuzeyli olduğunu aklımızdan çıkarmamak hepimiz için en iyisi olur."

"Aynısı Elçin ve Ayça için de geçerli o zaman." Daha yakın zamanda Elçin'le görüş, peşinden Gökben'le nişanlandığını duyurmuştu. Bu düşüncesi Çiğdem'e has mıydı yoksa diğerlerini de kapsıyor muydu görmek için bu cümleyi kurmuştum.

"Onlar da ülkeleriyle uyum sağladılar fakat amaçlandığı üzere ılımlı ilişkiler yürütüyorlar. Fakat Çiğdem için bunu söylemek güç. Yıllar oldu ondan bizzat haber almayışımız. İki ülke arasında gidip gelen tüccar ahbaplarımızdan duyduklarımız kadar biliyoruz. Han babamız ve hanım annemizle yaşadığı problemlere bizi de dahil ederek sırt çeviren kendisi. Ben ona defalarca yazdım. Karşılığı olmadı."

Kaşlarım çatıldı tekrar. Han abimin Çiğdem'le iletişim kurmaya çalıştığından haberim yoktu. Gerçi han abimle ilgili neleri biliyordum ki sanki? Sadece devlet meselelerini konuşuyorduk. "Belki mektuplar hiçbir zaman ona ulaşmamıştır. İmparator ve İmparatoriçe buna izin vermemiş olabilir."

"Bunu ben de düşündüm. Fakat hepsi mi ele geçirildi? İlla biri ulaşmıştır. Hiçbiri Çiğdem'e ulaşmıyorsa o zaman içinde bulunduğu ülkede yeterince güç sahibi olamamış demektir. Hem hanım annemize de hiçbir zaman cevap yazmadı. Prensle evliliğinden beri ondan haber almadık. Tunay'ın ölümünü bile Ayça'dan duyduk." Cevabım yoktu buna. Yine de Çiğdem'le uzaklaştığımız ortadaydı. Bu işin sonu nereye varırdı bilmiyordum fakat savaş halinde olmamızı istemezdim. Sonuçta aileydik.

Ulaş Amcam, "Umarım gözlerim bir kez daha kardeş savaşı görmez."diyerek konuyu sonlandırdı. "Önümüzdeki iki gün iyice dinlenin. Diğer vilayetlerden de gelenler olacak. Ordu bir araya geldiğinde harekete geçeceğiz. Bizi neler bekliyor bilmiyorum. Her şeye hazır olmalıyız. Ordular tek seferde saldırmayacak. Parça parça ilerleyeceğiz. Duruma göre şekillenir gidişat."

"Ben buradan temiz bir zafer alacağımızı düşünüyorum."dedi han abim. Buna ben de inanıyordum. Birlikte katılacağımız ilk savaşta kazanmamız için elimden gelen her şeyi yapacaktım.

Çadırıma döndüm. Yol yorgunluğu hissedilir bir hal almıştı. Dinlenerek ilerlemiştik. Orduyu yolla yormak istememiştim. Yine de yorulmuştuk. İki günlük dinlenme bizi kendimize getirirdi.

Ertesi gün her şey yolundaydı. Fakat aklımdaki düşünceler sürekli beni dürtüyordu. Akşam olduğunda çadırımın önünde oturmuş etrafımı gözlemliyordum. İnsanların gözünde hiçbir kıymetim olmadığını görmek canımı sıkıyordu. Bir hanzade değil, sıradan bir asker gibi görüyorlardı beni. Keşke bu ünvanı atıp sadece asker olabilseydim. O zaman her şey daha net olurdu benim için. Hala en ufak bir durumda han abime bir şey olursa yerine benim geçebileceğimin söylenmesi benim sadece yedek bir kukla olarak görüldüğüm anlamına gelirdi. Ben var olduğum müddetçe han abimin varislerinin olmasının hiçbir önemi yoktu. Bu durum da adaletsizce geliyordu. Keşke insanlar olasılıklara bu kadar takılmasa.

Acaba han abim de zaman zaman böyle düşüncelere kapılıyor muydu? Ondan sonra tahta kimin geçeceğini düşünüyordu? Ben mi yoksa Balamir veya Göktuğ mu? Bana göre taht bu durumda Balamir'in olurdu. Gökben'le nişanlanması nikah kıyılmadığı müddetçe hiçbir şeyi değiştirmezdi. O da kendi oğlu için hak iddia ederdi muhtemelen ama desteklenen Balamir olurdu. Bir grup insan ise beni görmek isterdi. Peki ben kendimi o tahtta görmek ister miydim? Bu soruyu yanıtlamak çok güçtü. Hanlığımızın güçlü durması benim için her daim önemliydi. İçinde bulunduğumuz şartları dikkate alırsak tahta benim geçmem elbette daha uygun olurdu. Hasbükan veya Gerbena'ya karşı tahtımızı ne Balamir ne Göktuğ savunacak yaşta değillerdi. Fakat ben bunu layıkıyla yerine getirebilecek yaştaydım. Yani bu sorunun cevabı evet oluyordu. Han abime bir şey olursa tahta çıkmak isterdim. Fakat yeğenlerime asla kıymazdım. Hanedan mensubu olarak en iyi şartlarda yaşamalarını sağlardım.

"Nerelere daldın böyle?" Ulaş Amcamdı soran. Çadırımın önüne gelmiş yanıma oturmuştu. "Çok derin düşünür gibi bir halin var."

"Evet, derindi. Zihin çok tuhaf amca. Tek bir şeye bakarken nereden nereye götürüyor bizi."

"Sen neredeydin peki? Çatık kaşlarına bakarsak rahatsız bir yerlere gitmişsin." Kaşlarımın çatıklığını o an fark etmiştim. Yüzümü gererek ifademi yumuşatmaya çalıştım.

"Çok da önemli değil."

"Öyle mi diyorsun? Geldiğinden beri çok durgunsun. Oysa ben heyecandan yerinde duramayacağını düşünmüştüm. Sonuçta yıllardır beklediğin bir an."

"Öyle. Belki de tam tersi olmuş, heyecan beni durgunlaştırmıştır."

"Yeğenim beni kandırmaya mı çalışıyor yoksa?" Muzip bir gülüş vardı yüzünde. "Seni de Korkut'u da epeydir tanıyorum. Dökül bakalım. Merak etme aramızda kalacak."

Gözlerindeki ifade samimiydi. Zaten Ulaş Amcam güvenilirliğini her daim ispatlayan biriydi. Han abimden sonra o da bir abiydi benim için. "Evet bizi çok iyi tanıyorsun. Dürüstlüğüne güvenerek sana şu soruyu sorabilirim. Han abim beni neden savaşta yanında istedi?"

Kaşları çatıldı, yüzünde anlamayan bir ifade vardı. "Hayalinizi gerçekleştirmek için elbette."dedi çok normal bir cevap verir gibi. "Başka neden olabilir?"

"Bilemiyorum Amca."

"Aklından neler geçiyor Toygar?"

Derin bir nefes alıp sıkıntıyla verdim. "Elçilerin dönüş yolunu değiştirdi. Şimdi de beni savaşta yanına aldı. Hasbükan meselesini iyi idare edemediğimi mi düşünüyor ya da ona ihanet edeceğimi mi? Beni de yokluğunda isyan çıkarmamam için mi yanına aldı?" Olmuştu işte. Düşüncelerimin hepsini söylemiştim.

Ulaş Amcam'ın yüz ifadesi hayret içindeydi bu defa. Şaşkınlıktan bir müddet konuşamadı. Sonra boğazını temizledi. "Böyle düşünceleri kim dile getiriyor?"

"O ne demek? Ben tek başıma bu sonuca varamaz mıyım? Birilerinin etkisinde kalan basit erkeklerden miyim?"

"Öyle bir şey demedim. Fakat böyle düşünmene şaşırdım. Korkut sana çok düşkün. Bunu her daim dile getirir. Elçi meselesi gergin geçti fakat sana güvenmediği için değil elçilerin hainlik peşinde olduklarından emin olduğu için farklı yoldan gitmelerini istedi."

"Bilemiyorum. Onların yılanlığına rağmen yine benim vilayetimden gönderebilirdi. Onları kaleme tekrar kabul edecek değildim. Hem bu şekilde Hasbükan'a oyunlarını bozduğumuz mesajı verilmiş olurdu. Onlar bizi birbirimize düşürmek istedi. Han abim yolu değiştirerek onlara başarılı oldukları mesajını iletti. Benim güvenilmez bir hanzade olduğumu gösterdi. Haremimde eski Hasbükan handanı olması da tüm bunların kılıfı zaten. Bunun farkında olmadığımı mı sanıyorlar?"

"Toygar, biraz dur, nefes al." Beni durdurmuştu. Boğazımı yakan bir nefes aldım. Amcam devam etti. "Savaş öncesi gerginlik yaşıyor olabilir misin? Korkut seni onlardan korumak için bu hamleyi yaptı. Senin vilayetinde elçilerin başına iş gelse Hasbükan Hanı sana çamur atmak için kullanırdı bunu."

"Ben vilayetimde asayişi sağlayamıyor muyum?"diye sordum hırçınca.

Gözlerini devirdi ve elini koluma koydu. "Toygar. Lütfen bu karanlık delhizlerden uzaklaş. Gayrımeşru bir han oğlu olarak bu düşüncelerin insanı getirebileceği yerleri biliyorum. Ve o yerler hiçbir zaman iyi sonuçlar vermiyor. Ne yaşadığını biliyorum. Ben de uzun bir süre bu düşüncelerle boğuştum. Sancağa bile gönderilmediğimde han babam için hiçbir değerim olmadığına inandım. Güya beni çok seviyordu ama Dora Hanım'a bile karşı çıkamıyordu. Öyle sanıyordum. Fakat amacı beni Aspargon'un en iyi komutanı olarak eğitmekmiş. Şu an geldiğim konumda han babamın çalışmaları var."

"Ama sen hiçbir zaman yedek olmadın. Amcalarımız vardı. Sana sıra gelir mi diye kimse seni kutuda saklamadı."dedim ısrarla. "En kötü şey de bu. Sürekli her şey için hazır olmam bekleniyor. Fakat işin sonunda adım sanım her şeyim unutularak bir kenara kaldırılacağım. Göktuğ sancağa çıkınca belki beni sancaktan bile alacaklar artık varlığıma ihtiyaç duyulmadığı için."

Derin bir nefes aldı. Bana karşı sabrı takdir edilesiydi. En azından tüm düşüncelerimi açıkça dinliyor ve beni hainlikle suçlamıyordu. Bir başkası olsa abime karşı komplo içinde olduğumu düşünürdü. Fakat amcam böyle yapmıyordu. Abime karşı komplo içinde değildim. Onu devirmek gibi bir niyetim yoktu. Sadece insanların yıllardır bana olan bakışının bende oluşturduğu hislerden rahatsızdım. Ve bu hisler bir günde ortaya çıkmamıştı. Yıllardır birikmiş birikmiş nihayet patlak vermişti. Amcam doğru bir benzetme yapmıştı delhiz diyerek. Karanlık, uzun, çıkmazlarla dolu bir mağara gibiydi bu düşünceler ve bazen beni iliklerime kadar üşütüyor, kalbimi sıkıştıracak kadar korkutuyordu.

"Haklısın." Amcamın bir kelimeyle bana hak vermesi içimi rahatlatmıştı. "Yıllarca seni Korkut'a bir şey olma ihtimaline karşı kenarda hazır tutmak istediler. Yeri geldi bir veliaht gibi davranıldı yeri geldi sıradan bir haner muamelesi gördün. Bunlar çocukluktan bu yana birikti ve hiçbiri sindirilmesi kolay şeyler değil. Abinle barış içinde olmak istediğinin farkındayım. Onun sana karşı hiçbir kötü niyeti olmadığını bil. Sana sonuna kadar güveniyor. Fakat şunu söyleyebilirim ki ikinizin de çevrenize karşı çok dikkatli olmanız gerek Toygar." Sesini alçalttı. Gözleri gözlerimdeydi. "Çevrenizde her daim ikilik çıkarmak isteyenler olacak. Abinin yanında da senin yanında da sizi birbirinize karşı kışkırtmak isteyenler olacak. Bu her daim böyle olmuştur. Abinin yanındakiler onu tek otorite yapmak için uğraşacak, senin yanındakiler ise daha iyi konumlar elde edebilmek için seni basamak olarak kullanmaya çalışacak. Hanedanda yaşayan birden fazla yetişkin, eğitimli hanzade olduğu her dönem bunlar yaşanmıştır. Ve tarihimize baktığımızda ilk dönemler hariç tüm hanlar ve hanımlar rakipsiz olmanın yolunu aramış ve bulmuştur. Bu nedenle siz düşmanlara karşı kesin ve net bir tavır içinde olarak birbirinizi korumakla yükümlüsünüz."

"Han abime asla ihanet etmem."

"Biliyorum. O da asla sana kıymaz." Gülümsedi. "Bu tür düşüncelere kapıldığında bana görüşelim diye yaz. Bir bahaneyle ziyaretine gelirim uzun uzun konuşuruz. Bir kişi bile bu düşüncelerini duyarsa kullanmak için fırsat kollar."

Bu defa derin nefes alan bendim. "Haklısın Amca. Beni dinlediğin için teşekkür ederim. Senden başka kimse bana bu şekilde yaklaşmazdı." Sırtımı sıvazladı. Onunla konuşmak, içimi dökmek beni oldukça rahatlatmıştı. Artık bu düşünceler içimi kemirmiyordu. İrinli bir yara gibiydi ve irin akıp gitmişti.

Savaştan önceki akşam büyük bir ateş yakıldı. Tangaylar savaşçıları kutsadı. Savaş şarkıları söylendi, efsaneler anlatıldı. Ben, han abim ve amcam ateşin başındaydık. Amcam ortamızda oturuyordu. Üzüm hoşafı dağıtılmıştı. Bardaklarımız elimizde, ara ara küçük yudumlar alıyorduk. Ertesi sabah erkenden taaruz başlayacaktı. Heyecanlıydım. Han abim daha önce iki kez savaşa katılmıştı. Benim içinse ilkti.

Amcam, "Korkut ve Toygar."dedi gururla. "Sizleri böyle görmek ne güzel. Daha dün gibi hatırlıyorum küçüklüğünüzü. Hele Yaman abimin tahta çıkışında ne kadar güzeldiniz. Neler olduğuna dair merak doluydunuz. Hanedanlık Sarayı sizin gelişinizle tekrar eskisi gibi cıvıl cıvıl olmuştu." Arkadan bir adama döndü. Bir hareketiyle adam geniş bir kutu getirdi yanımıza. "Şimdi ise yıllar geçti ve ilk savaşınıza çıkıyorsunuz. Sizin için özel bir hediye yaptırmıştım. İlk omuz omuza savaşınızda vermek için." Kutuyu açtı. Altın kabzalı, yakutlarla süslü, birbirinin aynısı iki hançer duruyordu. "Han ve Hanzade olmanın ötesinde aynı karını paylaşan iki kardeşsiniz ve bu sizi kardeşlik adına eşit tutar. Bu sebeple hanedan sembolleriyle süslü bu hançerleri her daim yanınızda taşımanızı ve bu kardeşliği her daim aklınızda tutmanızı istiyorum." Hançerin birini han abime diğerini bana verdi. Bana verirlen gözleri uzun uzun gözlerime baktı. Buza dönen elimle hançeri tuttum. Kabzasından çıkardım. Oldukça keskindi. Üzerinde ise, ölene dek kardeş, yazıyordu. Rüyamda gördüğüm hançerlere benzerliği kanımı dondurmuştu. Fakat bu sadece bir tesadüftü. Kötü bir tesadüf.

Han abim, "Güzel düşüncelerin için teşekkür ederiz Amca. Biz her daim kardeşiz. Bunu kimse değiştiremez. Toygar benim canım, kanım. Ona bir şey yapmaya kalkanın kellesini kendi ellerimle alırım." Gözleri bendeydi. Sevgiyle bakıyordu. Gülümsüyordu. "Bu gece iyi dinlenelim kardeşim. Yarın çok işimiz olacak. Kim bilir kaç hafta sürecek bir savaşa giriyoruz. Her şeyin yolunda gitmesi için Ulu Tanrıya dua edelim."

"Edelim han abim. İyi geceler."

Uyumak için çadırlara döndüğümüzde zihnim pusluydu. Önceki gibi keskin düşünceler yoktu fakat hançeri düşünmeden edemiyordum. Üzerinden haftalar geçmesine rağmen rüyamın etkisinden kurtulamamıştım. Han abimle kendimi öyle kanlı bıçaklı görmek korkutucuydu. O hale gelmek için hiçbir sebep olmadığını biliyordum. Yine de düşünmeden edemiyordum. Ya bir gün o hale gelirsek? Canımız için, evlatlarımız için karşı karşıya kalmak zorunda kalırsak. Kendi yeğenlerinin idam fermanını gözünü bile kırpmadan veren bir babanın evlatlarıydık. Taht için kendi kardeşlerinden, annesinden, babasından vageçen bir soyun tohumlarıydık. Bu gerçek ortadaydı. Son zamanlarda yaşananlar da belliydi. Amcam beni rahatlatmış olsa da bu düşünceleri aklımdan çıkaracak değildim. Ölene dek kardeştik. Evet. Ölene dek...

***

-Toygar'ın rüyası hakkında ne düşünüyorsunuz? Abisiyle karşı karşıya gelme korkusunda haklı mı?

-Toygar'ın patlak veren düşünceleri hakkında ne düşünüyorsunuz? İleride daha tehlikeli bir hal alır mı?

-Toygar ve Beyza hakkında düşünceleriniz neler?

-Ulaş ve Toygar konuşması nasıldı? Ulaş rahatlatmayı başardı mı? Tekrar alevlenir mi bu düşünceler? Ulaş uyarılarında haklı mıydı?

-Ulaşın hediyesi ve Toygar'ın rüyası hakkında tahminleriniz, fikirleriniz var mı? Olasılıklar hakkında sohbet etmek hoşuma gider.

Sonraki bölüm Çiğdem'den olacaktır. Kuzey'deki İmparatoriçemiz. Henüz bu ünvanı almasa da yakındır diyerek küçük bir spoiler bırakabilirim. TeamÇiğdem💪🏼 burada mı 😁

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top