2.32. Görüşmeler ve Kararlar

1419 Senesi - Güz Mevsimi

ASPARGON HANLIĞI

Altınova Şehri - Hanedanlık Sarayı

Korkut Han

Kurultay salonundaydım. Ellerimi tahtımın kollarına dayamıştım. Baş parmağımın her hareketiyle yakut yüzük tahta kolluklara çarpıyordu. Daha demin yaşanan gerilimin etkileri üzerimdeydi. Hanım annem, İdil ve Gökben'in önünde otoritemi sorgulamıştı. Daha önce de karşımda durduğu olmuştu. Daha ne kadar böyle yapmaya devam edecekti? Her şey onun işine geldiği şekilde olduğunda sorun yoktu ama hoşuna gitmeyen bir şey olduğunda anında Büyük Hanımlık taslıyordu. Kendi aramızda karşı karşıya gelişlerimizi bu kadar sorun etmemiştim fakat bu son gerilimin İdil ve Gökben'in önünde yaşanması beni oldukça rahatsız etmişti. Hanım konusunu netleştirmediğim için bu ikilemde benim de payım vardı biliyordum ama yine de onların önünde böyle yapmamalıydı.

Gökben'i göndersem annesinin sözünden çıkamayan han olurdum, İdil'i göndersem Gökben'i hanım annemin önüne atardım. Ben de ikisini göndermeye karar vermiştim. Fakat bu meselenin bir netlik kazanması şart olmuştu. Kapıların açılmasıyla dikkatim dağıldı. Teoman Bey eşliğinde danışmanlar kurultaya girdi. Yerlerine geçtiler. Teoman Bey benim yanımdaki yüksek sedirdeydi. Diğerlerinin sedirleri daha alçaktı. El işaretimle herkes oturdu ve kurutlayı açtık.

Teoman Bey, "Beklendiği üzere Hasbükan elçileri sabaha karşı saraya geldiler. Hala odalarına alınmadılar. Kurultay başladıktan sonra kabul edileceklerini söyledim." Başımla onayladım. Elçilerin alınması için emir verdim. Bu işi uzatmanın alemi yoktu. Diyeceklerini desinlerdi.

Kapılar açıldı, elçiler içeri girdi. Gözleri kızarmış, göz altları  morarmıştı. Saçları dağınık, yüzleri memnuniyetsizdi. Yolculuktan sonra bir müddet uyuyacaklarını ummuşlardı fakat bu fırsatı onlara vermemiştim. Rahat durmak için gelmemişlerdi. Ben de onları rahat ettirecek değildim. Baş selamı verdiler. Elimle konuşmalarını işaret ettim.

"Gününüz aydın ve ferah olsun Korkut Han."dedi uzun boylu olan. Çınar Bey'di. Toygar mektubunda bu adamın daha aklı başında fakat daha sinsi olduğunu yazmıştı. "Bizi huzurunuza kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Öncelikle hediyelerimizi takdim etmek isteriz." Elimi 'buyrun' der gibi öne açtım. Diğer adam dışarı yöneldi ve üç adet sandık içeri taşındı. Kapakları sırayla açıldı. Hasbükan yapımı silahlar, her renkten kumaşlar ve altın kaplamalı yakutlarla süslü bardaklar. Derin bir nefes aldım ve küçümser bakışlarımı karşımdaki iki adama diktim. Toygar'a getirdiklerinin aynısını bana getirmişlerdi. Kendilerince bizi denk gördüklerini gösteriyorlardı.

Teoman Bey'e döndüm. O da durumun farkındaydı. Yüzüne alaycı bir gülümseme yerleştirdi ve ayağa kalktı. Ağır adımlarla sandıklara yaklaştı. Dik duruşuyla adamların karşısında durdu. Hızla kılıcını çektiğinde çeliğin çıkardığı ses odada inledi ve elçiler ürpererek birer adım geri gitti. Teoman Bey güldü. "Sakin olun Beyler. Aspargon kurultayında kan dökecek değilim." Kumaşların olduğu sandığa yaklaştı. Kılıcını tek hamlede kumaşlara sapladı. Elçiler şaşkınlıkla onu izliyordu. Kılıcı çekti ve başka bir taraftan tekrar sapladı. Kumaşlar paramparça olana kadar devam etti.

"T-Teoman Bey."dedi Ardıç Bey gözleri büyüyerek. Teoman Bey işaret parmaklarını dudaklarına götürdü susmasını işaret ederek. Sonra içinde silahların olduğu sandığı bir tekmeyle yere devirdi. Kılıcın ucuyla yere saçılan malzemeleri karıştırdı küçümser bir ifadeyle. Kapıdaki muhafızlara döndü.

"Bunları demir ocaklarına yollayın, güzelce değerlendirsinler."dedi. Çınar Bey ve Ardıç Bey şaşkınca birbirlerine bakıyordu. Son olarak Teoman Bey kılıcını kaldırdığında ikisi de gözlerini sıkıca kapadı. Kırılan porselen sesleri odayı doldurdu. Altın kaplamalı bardakların yarısı kırılmıştı şimdi. Teoman Bey kılıcı kınına soktuktan sonra yanımdaki yerine geçti. "Evet, şimdi devam edin."dedi oldukça sakin bir tonla.

Ardıç Bey konuşmaya niyetlenirlen lafı Çınar Bey aldı. "Biz buraya ittifak kurmak niyetiyle gelmiştik. Lakin sizin başından beri böyle bir düşünceniz yokmuş." Sandıkları işaret etti. "Soydaşlarınızdan gelen hediyelere ettiğiniz muamele asıl niyetlerinizin göstergesidir."

Teoman Bey'in cık cık sesini duydum. Alayla güldüm. "Soydaşlarımız önce hadlerini bilecek, sonra niyetlerini temiz tutacak."dedim sertçe. "Niyetinizin ne olduğunu siz de biz de biliyoruz. Emellerinizi burada gerçekleştiremeyeceğinizi bilin."

"Dediğim gibi, tek niyetimiz ittifaktı."

"Kime karşı? Ortak bir düşmanımız mı var? Ortak bir çıkarımız mı var?"

"Gerbena! Hasbükan'dan sonra durur mu sanıyorsunuz? Sömürgelerine el uzattığınız imparatorluk size karşılığını misliyle verirken kim sizin yanınızda olacak? Yıllardır Gerbena'yla dostluğunu koruyan Arbatun mu? İlk fırsatta onlar da buradan parça almak isteyecek. Sırtınızı yasladığınız Simir Makos size destek mi olacak?"

Teoman Bey, "Ne Arbatun Kraliçesi Ayça, ne Simir Makos Kraliçesi Elçin Aspargon'la olan durumunu bozmak ister. Yanlış hayaller kuruyorsunuz." Elçilerin hiddetli konuşmasına rağmen Teoman Bey soğukkanlılığını koruyordu.

Çınar Bey, "Geleceğin İmparatoriçesi Çiğdem için bunu söyleyemiyorsunuz. Siz de tehlikenin farkındasınız. Öz kanınız size ihanet içinde. Kuzeyle ittifak buraya kadar." Doğru bir noktaya parmak basmıştı. Ablalarım Ayça ve Elçin için söylediklerine katılmıyordum fakat Çiğdem konusunda oldukça haklıydı. Yıllardır bizimle iletişim kurmamıştı. İlk iletişimimizin savaş ilanı olacağına dair güçlü bir his vardı içimde.

"Şimdiye kadar yardımımızı istemeye tenezzül etmeyen Akın Han'ın kararını değiştiren ne oldu? İsyanla başa geçtiği halkından destek göremiyor mu?"dedim alay ederek. İkisi de bozulmuştu. "Hem isyancı hem politikada iyi olmayan bir hanın saltanatı ne kadar sürer zaten."

"Hasbükan'ın düşmesi demek yeni hedefin Aspargon olması demek. Ve mevzu bahis Aspargon olduğunda hangi ülkelerin ziyafetten parça almaya çalışacağını aklınızdan çıkarmayın. Gerbena, Arbatun, Simir Makos ve Sargun. Her yandan saldıracaklar. Özellikle ablalarınız ata topraklarını başkalarına bırakmak istemeyecekler."

Elimi hızla havaya kaldırdım susması için. "İttifak niyetiyle gelen elçiler ona göre davranır Çınar Bey. Siz hanlığımda kargaşa çıkarmak ve kuzeyde kaybettiğiniz toprakları benim topraklarımla telafi etmek derdindesiniz. İstediğiniz kargaşa burada çıkmayacak. Aklınıza bunu iyice sokun. Savaş ilanını ben vermeyeceğim, fakat daha önce Hanzade Toygar'dan da duyduğunuz üzere sınır sorununu Akın Han çözmezse ben çözerim." Bir şey söyleyecek oldu. Gözlerine öfkeyle baktım. Sustu. "Ziyaretin kısası makbuldur. Dinlenin ve en kısa zamanda yola koyulun." Danışmanlara bakım. "Kurultay şimdilik dağılsın. Teoman Bey, sen benimle gel."dedim ve dinleme odasına geçtik.

Hanım annem sedirde oturuyordu. Kaşları çatıktı. İfadesinden ne çıkarmam gerektiğini çözememiştim. "Şovunuz güzeldi Teoman Bey."dedi tekdüze bir tonla. "Fakat gerekli miydi tartışılır."

"Hadsizleri görmedin mi Büyük Hanım?"dedim. "Akılları sıra beni ve Toygar'ı bir tuttuklarını, ittifağı kiminle yaptıklarının önemi olmadığını gösteriyorlar. Öylelerine ittifak vermem ben. Dosta ihtiyacı olanlar böyle yapmaz. Niyetleri belli. Savaş. Kendilerince batıya ilerleyecekler ve benim topraklarımda güvende yaşayacaklar!"

Hanım annem daha sakin bir tonla konuştu. "Niyetlerinin ben de farkındayım. Fakat saldırgan davranmaya gerek yoktu. O iki adam sinsilikte yarışacak insanlar. Özellikle Çınar Bey çok fena. Burada yaşanları nasıl götürecek kim bilir."

"Beni çocuk yerine koymalarına müsaade edecek değilim. Teoman Bey Baş Danışmanım olarak doğru hamleyi yaptı. Gözleri korkmalı. Kiminle karşı karşıya olduklarını bilmeliler. Ben merhum Yaman Han gibi değilim. Tehditlere kılıcımla cevap veririm. Barış politikası bir yere kadar. Ashan'ın fethinden sonra ilk işim sınır sorununu çözmek olacak. Bundan sonra Hasbükan yazışmalarına kurultayımda yer yok." Kesin ve nettim bu konuda. Tartışmaya açık değildi bu konu. Han babam barış içinde ilerlemişti yeterince. Melbros uslu durmuş muydu? Hayır. Şimdi de Hasbükan uslu durmuyordu.

Teoman Bey, "Elçilerin dönüşü için hazırlık yapmak lazım."

"Evet. Güvenliklerini artırın. Dönüş yolunda Aspargon topraklarında başlarına iş gelmesin. Ardıç Bey'i bu uğurda harcayabilirler."

"Doğru söylüyorsunuz Han'ım."

Çıkmak üzereyken seslendim, "Teoman Bey, dönüşte Bozyurt'tan değil, Haserler'den geçsinler." Kuzey batı sınırımızdı orası. Toygar'ın vilayetinden epey uzaktı. Teoman Bey bir müddet duraksadı. Yine de başıyla onaylaydı.

"Gerekli talimatları vereceğim. Sonra kütüphanede olurum."dedi ve çıktı. Ben de çıkmak üzere hareketlendim.

Hanım annem, "Odana mı?"diye sordu. Başımla onayladım. "Seninle konuşmak istediğim şeyler var."dedi. Ne konuşacağı belliydi.

"Odamda konuşalım o vakit."dedim ve dinleme odasından çıktık. Odama girene kadar hiçbir şey konuşmadık. İçeri girdik. Çalışma masamın önündeki sandalyelere karşılıklı oturduk.

Gözlerim üzerinde çalıştığım safir yüzükte gezindi bir müddet. Aklım ise Hasbükan elçileriyle yaptığımız görüşmedeydi. Buraya iyi niyetlerle gelmediklerini biliyorduk zaten. Fakat bu kadar açık oynamalarının ardından başka bir şey çıkacağını düşünüyordum. Henüz taşları yerine oturtamamıştım fakat bir bit yeniği olduğu kesindi.

İttifak isteyen bir han böyle densiz iki kişiyi göndermez, farklı yorumlanacak hareketlerde bulunmazdı. Arada daha fazla gerilim çıkarma peşindeydi Akın Han. Onlara ilk saldıranın biz olmamızı istiyorlardı. Sınırdaki isyancıları da bu sebeple bastırmıyorlardı. Toygar müdahale etse bile eminim isyancıların değil masum halkın öldürüldüğünü ileri sürüp savaş sebebi sayarlardı bunu. Belki de elçilerin burada öldürülmesini planlamıştı Akın Han. Bu iki adam birilerini tahrik etmeyi iyi biliyordu. Başları boş bırakılmamalıydı kesinlikle. Bu sebeple hemen dönmelerini ve dönüşleri sırasında güvenlik önlemlerinin en üst seviyede olmasını istemiştim. Ve elbette Toygar'ın vilayetinden geçmemeliydiler. İlk ziyaretlerinden bir dolu fitneyle ayrılanlar ikinci ziyarette daha derin işlere kalkışırdı.

Hanım annemin konuşmaya başlamasıyla safir yüzükten ona çevirdim bakışlarımı. "Elçilerin en kısa zamanda gitmeleri elzem. Buraya ittifak için gelmemişler. Onları göndermekle iyi ettin."

"Seninle hemfikirim hanım annem."dedim.

"Dönüşte güvenliklerinin artması da yerinde bir karar."

Alayla güldüm. Kaşları çatıldı. "Sen benim kararlarımı beğenir miydin?"dedim.

"Yerinde olan her kararını beğenirim han oğlum."dedi sabırla. "Elçilerin başına burada bir iş gelirse Hasbükan'la savaşa gireriz. Bu savaşı kazanırız elbet fakat böyle sudan sebeplerle savaş olsun istemem." Sonra sesi yumuşadı. "Fakat dönüş yolunu değiştirmen kardeşinin alınmasına sebep olabilir."dedi usulca.

Kaşlarım çatıldı. "Neden alınsın? Ben böyle uygun gördüm."

"Ona güvenmediğini düşünebilir."

"Düşünmez. Kardeşim böyle bir şey düşünmez. Ona değil, elçilere güvenmediğimi bilir. Ve haremindeki Hasbükan hatunu..." Gözlerim hanım annemin gözlerindeydi. Zamanında o hatunu başkasıyla evlendirmiş olsaydı şimdi bir risk olarak önümüzde bulunmazdı. "Belgin Hatun'un varlığı her zaman bir sorun teşkil edecek."dedim açıkça.

Derin bir nefes alıp verdi. "Bu sebeple onu yakından takip ediyorum. Her hareketinden haberim oluyor." Kardeşimin hareminin konuşulacak konu olmasını istemezdim fakat Hasbükan'la durumumuz ortadayken hareminde eski handan bulunması problemdi. "O hatun herhangi bir soruna sebep olamaz. Toygar da o hatunun lafıyla hareket edecek değil."

"Kardeşim kendi kararlarını verir elbet. Ondan yana şüphem yok."

"Ashan meselesi nedir? Orayı fethetmekten bahsetmiştin dinleme odasında."

"Evet. İlk seferimi oraya yapacağım. Teoman Bey ve Ulaş Bey'le gereken düzenlemeleri yaptık. Ordumuz hazır. Halkın direneceğini sanmıyorum. Gerbena askerleri ne kadar müdahale eder göreceğiz. Artena'yı korumak için yeterince özen göstermemişlerdi. Ashan Gerbena altında eziliyor. Soydaşlarımız bize katılmalı." Kubat Han zamanından gündemde olan bir seferdi bu. Fakat ne dedeme ne babama nasip olmuştu.

Hanım annem beni sakince dinledi. Ellerini önünde bağladı. Han babamın yaptığı inci yüzük parmağındaydı. Diğer parmakları yüzüğünün üzerinde geziniyordu. "O zaman önümüzdeki bahar sefer yönü belli."

"Baharı beklemeyeceğim hanım annem. Amacım bir an önce fethedip dönmek. Ablam elçinle görüşmeden gelir gelmez sefere çıkacağım."

Kaşları çatıldı. "Sefer yapma isteğini takdir ediyorum. Olması gereken bu. Fakat kış zamanı savaşlar pek kolay geçmez. Ashan çok kuzeyde değil. Yine de sefere baharda çıksan daha iyi olmaz mı?"

"Daha güvenli olur, buna katılıyorum. Fakat beklemeye gerek yok. Yeterince bekledim. Uzun sürecek bir sefer olmayacak. Bahar kutlamalarına Ashan'ın fethinin de eklenmesini istiyorum."

"Sen nasıl uygun görürsen."dedi. Fakat bu kararımdan pek hoşlanmamıştı. "Toygar'ı da yanına alacak mısın? Sefere katılmak için epey istekliydi."

"Senin düşüncen nedir?"diye sordum. Onun yorumunu bu konuda merak ediyordum.

Ellerini önünde birleştirdi. İnci yüzüğüyle oynamaya başladı. Gözleri beni bulduğunda konuşmaya başladı. "Açıkçası ikinizi aynı anda cenk meydanında görmek bir anne olarak beni endişelendirir. Lakin bir Büyük Hanım olarak kardeşinle sırt sırta olmanızın birlik ve beraberliğinizin daimi olduğunu cümle aleme göstermek için güzel bir fırsat olduğunu düşünüyorum."dedi. Benimle benzer düşünüyordu. Ben de Toygar'ı yanıma almak istiyordum. Eskiden beri hayalimiz cenk meydanında birlikte savaşmaktı.

"Sana katılıyorum. Toygar'ı yanıma almak istiyordum ben de. Sen de böyle düşünüyorsun." Başıyla onayladı. Gözü safir yüzüğe takıldı bu defa. Uzun uzun inceledikten sonra tekrar bana döndü.

"Toplantı gergin geçti diye önceki gerginliği unutmuş değilim."diyerek şu meseleyi açtı. "Ne yapmaya çalışıyorsun Korkut? Gökben'i öne çıkarmaya hevesliysen hemen hanım ilan et ve herkes yerini bilerek davransın."

"Benim ne yapmaya çalıştığımı geç hanım annem. Asıl sen hatunların önünde benimle ters düşerek ne yapmaya çalışıyorsun?"diye soruyu ona çevirdim. Gözlerini devirdi.

"Ben en başından beri senin için seçtiğim hatunu hanımlığa hazırlıyorum. Fakat sen bir anda dinleme odasında başkasını önümüze çıkarıyorsun. Bana haber bile göndermedin."

"Benim kararlarımın hiç önemi yok mu senin için?"

"Elbette var. Fakat yaptığın yanlıştı. Kabul et. Baş Hanzen'in dururken Gökben'i öne sürmeye çalışıyorsun. Son zamanlarda bu çaban gittikçe artmaya başladı. Niyetin onu hanım etmekse açık açık söyle."

Niyetim... Evet, niyetim Gökben'i hanım etmekti. Ondan başkasını hiçbir zaman yanımda düşünmemiştim. Onun yokluğunda her şey bana dayatılan biçimde ilerleyecekti. Fakat artık o vardı. Daha burada bir hanzadeyken onunla kurduğum hayali gerçekleştirmek istiyordum. Yanımda her daim o olacak, hanlığı birlikte yönetecektik. Bunu açıkça kabul etmek için geç kalmıştım, doğru. Gökben'in de çabasını görmek istemiştim. Beni hayal kırıklığına uğratmamıştı. Hareme girdiğinden beri kendini geliştirmek için uğraşmıştı. İdil'in aldığı derslerden daha ileri dersler görmek istemişti. İdil'den tek eksiği hanım annemin yol göstericiliğiydi. Bu zamanla olur muydu pek sanmıyordum. Ama o her türlü sorunun altından kalkmak için elinden geleni yapardı.

"Niyetimin ne olduğu belli."

"Oğlum,"dedi hafif sert bir tonla, "o hatunun hanlığımıza vereceği zararları görmüyor musun hala? Suna'dan gelen birinin hanlığa iyiliği dokunur mu?" Gene konu Suna'ya bağlanmıştı. Gökben'in de dediği gibi hanım annem Suna'yla bağlantısı olan herkese karşı önyargılıydı.

"Bir zamanlar Teoman Bey de Suna'nın sağ koluydu. Fakat şu an sarayda Baş Danışman."

"O farklı. Hanzade Yiğit'in isyanlarında gösterdiği hizmetler ile Suna'nın yanında olmayacağını, olamayacağını kanıtladı. Ama Gökben öyle mi? Sana sadakatle bağlı olduğunu biliyor muyuz?"

"Biliyoruz hanım annem."dedim baskın bir tonla. "Suna'ya bağlı olsaydı her şeyi göze alıp kaçar mıydı? Madem ona bağlıydı neden istediği hayatı seçti ölmek pahasına? Suna'ya bağlı olsaydı bekler ve haremime girerdi. Suna'nın yanında olmayacağının en büyük kanıtı da bu değil mi?" Hanım annem öfkeyle soludu. "Bize ihanet içinde olmayacak. Sana bunu temin ederim."

"Nasıl bu kadar rahat güvenebiliyorsun? Onunla ilgili her şeyi biliyor musun? Yıllar evvel onu Düşmüş Saray'a sürmüştün. Sebebini dahi söylemedin bana. Seni o denli öfkelendiren biri bir daha yapmaz mı bunu?" O durum bambaşka bir meseleydi. Benden sakladığı gerçekleri kabullenmek için zamana ihtiyacım vardı. Gökben'in o korsanla kaçışı, evlilikleri, çocuğu... Bir anda kabullenebileceğim şeyler değildi. Bunları açıklama gereği duymamıştım çünkü Gökben'le benim aramdaydı. Üstelik hanım annemin evliliği bahane edeceğinden adım gibi emindim. Her ne kadar sahte kimlik kullanmış olsalar da hanım annem ne yapar eder bu işin peşine düşer, Gökben'i haremden sürmek için elinden geleni yapardı.

Derin bir nefes aldım. "Bu konuyu daha fazla konuşmak istemiyorum. Gökben her daim yanımda görmek istediğim hatundur. Bunu böyle bil."dedim tek seferde. Hanım annemin gözleri açıldı.

"Yani onu hanım etmeye kararlısın."diyerek ayağa kalktı hızla.

"Daha az önce onu öne çıkarmaya kararlıysam bir an evvel hanım ilan etmemi söylemiştin."

İşaret parmağını bana doğrulttu. Sesi gittikçe yükselerek konuşmaya başladı. "İdil için bunca sene verdiğim emekleri tek seferde silmene izin vermeyeceğim. Gökben kim ki hanımlık vasfına sahip olabiliyor? Ne yaptı bu hanlık için? Alt tarafı bir isyanı bastırdı! Başka ne? Hangi aile onu ne kadar tanıyor ne kadar seviyor? İdil'i bu kadar yükseltmişken bir anda düşüremezsin!"

Onun bu çıkışı karşısında ben de ayağa fırladım. "Büyük Hanım yeter!"dedim sertçe. "Karşında hanzade oğlun değil Aspargon Han'ı var! Ben kararımı verdim. Gökben hanım olacak."

"Hayır!"

Bir adım yaklaştım. Gözlerimi gözlerinden ayırmadan, "Ne yapacaksın? Söylesene. Bu zamana kadar edindiğin gücü han babamı bastırmak için kullandığın gibi şimdi de beni bastırmak için mi kullanacaksın?" Yüzü kaskatı kesildi. "Elinde seçeneklerin de var nasıl olsa değil mi? Her zaman olur zaten. Han babamı umursamadın çünkü ben vardım. Şimdi beni umursamıyorsun çünkü Toygar var. O olmazsa Balamir ve Göktuğ var. Onlar da olmazsa Oğuz var." Hanım annemin yeşil gözleri büyüdükçe büyüdü.

"Ben asla böyle bir şey düşünmedim. Düşünmem."dedi hızla. "Evlatlarım da torunlarım da benim en kıymetlilerimdir ve saltanat için dahi olsa birini diğerinden ayırmam, birini diğeri için harcamam. Hak neyse o olur."

Alayla gülümsedim. "Bunca yıllık hanımlığın sana politik konuşmayı iyi öğretmiş."dedim. "Fakat ben senin oğlunum. İçindeki hırsları görebilir, hissedebilirim. Zamanında yaptığım gençlik hatalarımla beni değerlendirmeye devam edersen hata edersin. Bunca zaman bana yaptığın danışmanlık ve yol göstermelerinin hakkını ödeyemem. Lakin amacından sapıp dolaylı olarak han yönetmeye kalkarsan aramızdaki gerilimi körüklersin."

Sözlerimin hanım annem üzerindeki etkisi gözle görülür derecedeydi. Bir adım geri gitti ve beni baştan aşağı süzdü. "Cesaretin için seni takdir ediyorum han oğlum."dedi soğuk bir tonla. "Ben her daim vazifelerimi bildim ve ona göre davrandım. Eğer danışmanlığımla sana kendini yönetilmiş hissettirdiysem özür dilerim. Ben bunca yıl yaşadıklarıma dayanarak sana yol göstermeye çalıştım hepsi bu. Karar yine senin. Fakat ben her daim İdil'in en doğru karar olduğunu düşünmeye devam edeceğim."dedi ve odadan çıktı.

Ben de hızla balkona çıktım. Hanım annemle yaşadığımız gerginlikler iyice canımı sıkmaya başlamıştı artık. Çocukluğumdan beri üzerimde hissettiğim baskıdan hanlık dönemimde kurtulmak istiyordum. Her daim seçimlerime karışmıştı. Öyle ya da böyle bir şekilde kendi istediğini yaptırmıştı. Onun desteğini, sevgisini kaybetmemek için ben de boyun eğmiştim. Fakat artık o çocuk değildim. Büyümüştüm. Hanlığımın başına geçmiştim. Derin bir nefes aldım. Güz havasını iyice içime çektim. Şimdi biraz daha iyiydim.

Kapı muhafızının sesiyle arkamı döndüm. "Haneş Aydan geldi Han'ım. Sizi görmek istiyor."

"Sonra gelsin."dedim. Şu an kimseyi görecek halde değildim. Muhafız arkasını dönmüştü ki, "Bekle, içeri alın. Geliyorum şimdi."dedim. Ne yapıyordum ben? Öfkemi kızımdan çıkaramazdım. Onun bana ihtiyacı vardı. Beni görmek istemiş, gelmişti. Zaten son zamanlarda çok sık görüşemiyorduk. Eğitimlerini yakından takip ediyordum fakat birebir görüşmeye fırsat bulamıyordum. Aydan'la geçiremediğim zamanları telafi etmem gerekiyordu. Böyle anlarda da onu reddedersem nasıl bir baba olurdum?

Odama döndüm. Aydan odanın ortasındaydı. Beni görünce gülümsedi. Gözleri parıl parıldı. Önce reverans yaptı, sonra bana koştu. "Han babam." Boynuma atıldı. Ben de onu kucağıma aldım. Sıkıca sarıldı bana.

"Aydan'ım. Görüşmeyeli ne kadar güçlenmişsin."dedim. Yüzüme baktı uzun uzun. Gülüşü o kadar güzeldi ki içim ısındı. "Ceylan gözlüm."

"Beni yine kabul etmeyeceksin diye çok korktum. Beklerken kalbim duracak sandım."dedi küskün bir tavırla. Hafif bir sitem de vardı sözlerinde. Haklıydı. Onu çok kez göndermek zorunda kalmıştım işler sebebiyle.

"Çok hakılısın güzel kızım. Özür dilerim. Seninle at binmeye gidelim mi? Bakayım binicilikte ne kadar ilerlemişsin?"

"Olur."dedi sevinçle. Parmakları sakallarımda gezindi. "Sadece ikimiz değil mi? Başkası olmasın. Ben sadece ikimiz olsun istiyorum."

"Küçük kızım nasıl isterse öyle olsun."dedim ve yanağına kocaman bir öpücük bıraktım. Yere indirdim ve birlikte el ele odamdan çıktık.

Ahırlara geldiğimizde iki at hazırlanmasını emrettim. Aydan için küçük bir at hazırlandı. Yardım almadan atına bindi ve hevesle bana döndü. "Aferin kızıma."dedim. Gülümsedi. Ben de atıma bindim ve arka bahçeye gittik.

Aydan'ın neşesi yerine gelene kadar at sürdük. Bahçenin her yerini dolaştık. Morali iyice düzelene kadar sohbet ettik. Güldük. Dönüşe geçtiğimizde seslendi, "Han babacığım."

"Efendim güzel kızım."

"Yine yapalım böyle olur mu? Ben seni çok özlüyorum. Beni görmek istemediğinde annem gibi bana da küstüğünü sanıp üzülüyorum." Kaşlarım çatıldı bir an. Şevval kızıma neler söylüyordu kim bilir?

"Annene küs değilim güzel kızım. Sana ise hiç küsebilir miyim? Sen benim canım, kanımsın. Elbette gezeriz böyle. Fakat önceden konuşursak daha iyi olur. Çünkü biliyorsun, han olmak büyük sorumluluk demek."

"Evet han babacığım biliyorum. Ben harfleri öğrenmeye başladım. Yakında yazmayı da öğrenirim. Sana mektup yazarım görüşmek istediğimde. Sen de bana cevabını bildirirsin, olur mu?"

"Olur ceylan gözlüm."

Saraya döndüğümüzde odalarımıza çekildik. Ertunç'a gitmek için hazırlıklar başlayacaktı. Birkaç güne yola koyulacaktık. Yıllar sonra Elçin ablamı tekrar göreceğim için heyecanlıydım. Son görüşmemizde ben hanzade, o ise prensesti. Şimdi ben han, o kraliçe olmuştu. Nasıl birine dönüştüğünü merak ediyordum. Hala neşeli ve hareketli miydi? Kraliçelik ona olgunluk katmış mıydı? O beni nasıl bulacaktı?

Bunların cevabını görüşünce alacaktım. Şimdi güzel bir uyku çıkarmak istiyordum. Dinleme odasında yaşananlar, elçi meselesi, hanım annemle atışmam zihnimi iyice yormuştu. Hanımlık meselesini hanım anneme henüz açmak istememiştim fakat beni bunu konuşmaya mecbur bırakmıştı. Fakat iyi de olmuştu. Bu konunun daha fazla uzamasını istemiyordum. Ben yanımda Gökben'i görmek istiyordum ve böyle de olacaktı.

Ertunç Şehri - Ertunç Limanı

Nihayet beklediğim gün gelmişti. Atımın üzerinde ilerliyordum. Bir yanımda Gökben diğer yanımda ise Ulaş Amcam vardı. Ertunç'a girişimiz coşkuyla karşılanmıştı. Çarşıdan geçerken halkın heyecanı görülmeye değerdi. "Korkut Han çok yaşa!" Nidaları sokakları inletiyordu. Kırmızı karanfiller önümüze atılıyordu. Askerler arkamızdan halka para keseleri dağıtıyordu. Limana varana kadar kalabalığın arasından geçmiştik.

Limana vardığımızda bizi Ayaz Bey karşılamıştı. Onu görmeyeli epey olmuştu. Gökben sayesinde tanışmıştık. Akyel liman muhafızıydı. Fakat mühendis olarak kendini yetiştirmek istemişti. Han babamla konuşup onun bu eğitimi almasını sağlamıştım. Simir Makos, Arbatun ve İlgerun'da bulunmuş, nihayetinde Aspargon'a geri dönmüştü. Ertunç'da kurulan tersanenin yönetimini yapmıştı. O zamandan beri buradaydı.

"Korkut Han, Hanzen Gökben, Baş Komutan Ulaş. Vilayetimize hoş geldiniz."diyerek karşıladı bizi.

"Hoş bulduk Ayaz Bey. Epey oldu görüşmeyeli. Nasılsın?" Benden birkaç yaş büyüktü.

"İyiyim. Siz nasılsınız?"

"Siz demeye ne lüzum var Ayaz Bey? Biz eski dostuz." Gülümsedi. "Kraliçe Elçin geldi mi?"

"Yaklaşıyorlar. Limana yanaşmalarını bekleyecek miyiz?"

"Denizde karşılamak isterim. Senin tasarladığın gemilerden biriyle açılalım mı? Ne dersin?"

"Onur duyarım."

Limandaki en iri ve gösterişli gemiye doğru ilerlemeye başladık. Ayaz Bey'in tasarımlarının son çizimleri bana da gönderiliyordu. Çizimdeki halinden çok daha enfes görünüyordu gemi. Eğitiminin hakkını vermişti. Güverteye çıktık ve halatların çözülmesini bekledik. Gemi yavaş yavaş uzaklaşmaya başladı. Ertunç halkı limandan ayrılmadan beklemeye devam ediyordu.

Ayaz Bey, "Simir Makos Kraliyet Donanması önümüzde."dedi ve o yöne baktım. Beş gemi bu tarafa yaklaşıyordu. Ablam kraliçeliğini hissettirmeyi biliyordu. Mavi beyaz bayraklı gemiler yaklaştıkça yaklaştı. Bizim hanedan bayrağımız da göndere çekilmişti. Gemiler yavaşlarken uçlara yöneldik. Ablam Simir Makos tarzı mavi elbisenin içinde çok güzel görünüyordu. Altın renginden vazgeçmemişti. Çok gösterişli değildi kıyafetleri. Fakat bir ağırlığı vardı. Kumral saçlarını beline kadar uzatmış dağınık bir örgüyle sol omzundan sarkıtmıştı. Gülüşü ise bildiğim gibiydi.

Gemilerimiz yan yana gelince iki geminin birbirine bağlanması tamamlanana kadar bakıştık. Araya köprü kurulduktan sonra ilk adımı ablam attı. Ben de köprüye çıktım ve ortaya kadar yürüdük. Karşı karşıya geldiğimizde gülümsemesi iyice arttı. "Korkut, şu haline bak. Kocaman adam olmuşsun."dedi elini koluma koyarak.

Gülümsedim. "Sen ise alımlı bir kadın olmuşsun."dedim.

"Ben hala o küçük haylaz kardeşimi göreceğimi sanıyordum. Fakat sen bayağı değişmişsin. Yüzün oturmuş, bakışların tam bir Aspargon Hanı gibi olmuş. Sakalın ise," elini yüzümde gezdirdi, "seni tam bir adam yapmış."

"Kendindeki değişimleri göz ardı etme ablacığım."dedim ben de onu süzerek. "Sen ve uzun saç hayatta bir araya gelmez diye düşünürken saçlarını uzatmışsın. Yüzüne ciddiyet gelmiş. Simir Makos Kraliçesi olmanın yanı sıra Aspargon ateşini taşıyorsun gözlerinde."

"İnsan özünden kopamıyor." Arkama baktı. "Gökben yine yanındaki yerini almış."dedi göz kırparak. "Kaderiniz bir çizildiyse sizi hiçbir güç ayıramaz. Araya giren diğer meseleler sadece yolunuzu kesiştirecek şeylerdir."

"Sanırım öyle."

"Seni mutlu görmek ne güzel. Artık görüşmemize başlayalım mı?"

"Olur. Senin geminde mi benim gemimde mi olsun?"

"Seninkinde olsun. Kendimi evimde hissetmeyi özledim."dedi ve benim tarafa geçtik. Ablamın kadınlar ve erkeklerden oluşan muhafızları da bizi takip etti. Gemidekiler ablamı selamladı. Kamaraya ilerledik. Diğerleri de peşimizden geldi. Ablam ve ben karşılıklı oturduk. Gökben benim yanımda, Ulaş Amcam ablamın yanında, Ayaz Bey ise ortada kalacak şekilde kapı tarafındaydı.

Ablam, "Öncelikle görüşmeye geldiğin için teşekkür ederim."diyerek konuşmaya başladı. "Bu kadar yakın olup görüşememek bazen tuhaf oluyor. Fakat görevler bize hep engel oluyor."

"Öyle."

"Uzatmadan konuya gireceğim Korkut. Uzun bir süredir deniz keşiflerimi artırmıştım. Simir Makos'un ötesini keşfetmek hayalimdi. Pek çok adayı krallığıma dahil ettim. Merak duygum adalarla bitmedi. Ötesini de öğrenmek istiyordum. En güvendiğim denizcilerimi keşiflere göndermeye devam ettim. Sonunda büyük bir kara parçasına ulaştık. Ötelerde yaşayan insanlar, kurulan küçük krallıklar ve büyük bir şahlık bulduk. Thamrih Şahlığı. Başta her şey yolundaydı. Şah Riham deniz ticaretinde ılımlıydı. Ta ki ada sorunları başlayana dek. Yağmacı bir topluluğun Batı Denizi'nde hakimiyet kurmaya çalıştığını ve arkalarında Şah Riham'ın desteği olduğunu öğrendim." Durdu. Soluklandı. Her şeyi idrak ettiğimizden emin olana dek bekledi. "Yağmacı topluluk ise Simir Makos, İlgerun, Arbatun ve Aspargon'dan sürülen korsanlardan oluşuyor. Tek amaçları kendilerine eğlence çıkarmak iken Şah'ın desteğiyle daha büyük bir işe kalkışmışlar. Batı denizi ve ötesini, yani bizim topraklarımızı kendilerine sömürge edinmek."

"Bunu başaramayacakları aşikar değil mi? Simir Makos'un donanması gelmiş geçmiş en büyük ve en güçlü donanma. Deniz hakimiyetinde üstünüze yok. Adalardan öteye geçemezler." Simir Makos'un denizciliği meşhurdu. Bunu herkes bilirdi. Fakat ablamın gözü daldı uzun uzun. Gözlerini kapattı. Titrek bir nefes aldı ve yavaşça verdi. Gözlerini açtığında göz pınarları buğulanmıştı.

"Onları gördüm."dedi kısık bir sesle. "Şah bilmediğimiz çok silah biliyor. Bizim toplarımızı kısa sürede etkisiz hale getirdi. En güçlü donanmamızı yerle bir etti. Korsanlara verdiği imkanlar ileri düzeyde."

"Ne demek istiyorsun?"

"Adalarda üstünlük kurma savaşımız devam ediyor. Adaları ne kadar tutabiliriz bilmiyorum fakat bildiğim şey şu; adalar düşerse sıra bize ve bizden sonra size gelir. Korkut, bu beş yılda on yılda olacak şey değil. Yirmi yıl ileriyi düşünerek hareket etmeliyiz. Oradaki küçük krallıklardan raporlar aldım ve şahın sömürge anlayışı Gerbena'yı mumla aratır cinsten. Eğer biz bir olup önlemimizi almazsak ileride evlatlarımız o barbarların elinde ya esir olacak ya da her surda bir evladımızın bedeni sallanacak." Bu düşünce beni de Gökben'i de kötü etkilemişti. Elçin söylediklerinde ciddiydi. Gözlerinde rakibini küçümseyen bir ifade yoktu. Onlarla göstermelik bir savaşa girmiş ve ellerindekini görmüştü. Bir deniz birliği kurmaya karar verip kraliçe olarak ülke ülke gezmesi durumun ne kadar kritik olduğunu gösteriyordu.

Gökben, "Korsanlar başına buyruk insanlardır."diyerek konuya girdi. "Herhangi bir kral, kraliçe, han veya şahtan emir alıp onu uygulamazlar. Bu birlikteliğin arkasında başka şeyler olmalı."

"Ne gibi?"

"Korsanlar hepimizin topraklarından sürgün edilmişti değil mi? Demek bu topraklar üzerinde ortak bir amaçları var ki şahın desteğini arkalarına alıyorlar. Hem madem her yer sömürgeye dönüşecek, korsanlar sömürü altında yaşamaya razı gelmez. Bu topraklar için bir planları olmalı. Şahın birkaç altını ya da silahı için tüm kıtaya savaş açacaklarını düşünmüyorum. Çok daha büyük bir şey için şahla birlikteymiş gibi görünüyor olabilirler."

Ablam, "Bir korsanla yaşamanın avantajlarını kullanmayı biliyorsun."dediğinde içimde rahatsız bir sıkışma oldu. Fakat ablam konuşmaya devam etti, "Korsanlar hakkında haklı olabilirsin. Korsanları çözmek zordur. Fakat emir altında yaşamayı sevmedikleri aşikar. Özgürlük uğruna sürülmeyi göze alırlar. Dediğin gibi şahın emrine başka bir amaç için uyuyor olabilirler. O halde amaçları ne olabilir bunu öğrenmek gerekir. Bu da pek kolay olmayacaktır."

Gökben, "Her korsan aynı değildir elbet. Fakat genel olarak koleksiyoncu yanları olduğu bir gerçek. Nadide parçaları toplayıp kendilerine miras edinerek adlarını tarihe yazmayı severler. Mesela Kara Yılan Dolius'un gömüleri." Ablamın yüz ifadesi Gökben'in konuşmalarından etkilendiğini gösteriyordu. "Adamın hazinesini bulmak isteyen pek çok korsan olduğuna eminim."

Ablam, "Kara Yılan'ın hazinelerini bulmak öyle kolay olmaz. Önce haritalarını bulmak gerek. Haritalar bulunsa bile şifrelerini çözmek imkansız. Elimizde bir parçası var ve yıllardır üzerinde çalışıyoruz ilerleme kaydedemedik."

"Bende de bir parça vardı."dedim. "Çarşıya düşmüştü. İyi bir ücret karşılığında almıştım. Biz de ilerleyemiyoruz."

Gökben, "Sonuç olarak bu korsan topluluğu başka bir şeyin peşinde olmalı. Bunu çözebilirsek korsanlar ve şah meselesinde ona göre ilerleyebiliriz." Ayaz Bey'e döndü. "Ayaz Bey, senin iyi bir çevren olduğunu biliyoruz. Limanları, gelenleri gidenleri tanıyorsun. Bu konunun araştırılmasında sana güvenebiliriz."

Ayaz Bey başını aşağı yukarı salladı. "Bu meseleyle yakından ilgilenirim."

"Ayrıca yeni gemiler üzerinde çalışmamız gerek."dedim. Önce Ayaz Bey'e sonra ablama döndüm. "Söylediğine göre şah ileri teknolojiye sahip silahlar kullanıyor. Bizim de kendimizi ileri taşımamız gerek. Tüm gemi mühendislerimiz Altınhisar'daki Efendilerle işbirliği içinde çalışacak. Simir Makos'la da çalışmaları birlikte yürütebiliriz."

Ablam, "Deniz birliği konusunda her türlü imkanı sağlamaya açığım. Bu tehdit sadece benim değil hepimizin topraklarına. Zaten kıtada sükunet ve barış istenmiyor muydu? Evliliklerimizin amacı bu değil miydi? Bunu en iyi şekilde kullanalım o vakit."

"Sence Ayça nasıl yaklaşacak bu konuya?"

"Ayça mantıklıdır. Önce kafasında tartacak, sonra kabul edecektir. Fakat İlgerun'dan emin değilim. Tarık Han başa küçük yaşta geçti. Sancağa bile çıkmadı. Daha on alt yaşında. Annesi Büyük Hanım Zeren'in naibeliği devam ediyor. Yirmi sekiz yaşındaki Haner Sinan ise isyan döneminde bize sığındı. Büyük Hanım bunu unutmamıştır. Haneş Ayana desek sizde." Bir an gülmeye başladı. "Yani han kardeşim İlgerun bu birliğe sıcak bakmayabilir. Yine de şansımı deneyeceğim."

Gökben, "Sargun'u da unutun. Kraliçe Catherine de bu birliğe yanaşmayacaktır. Bencil biridir ve yirmi sene sonrası için şimdiden telaş edeceğini düşünmüyorum."

Elçin'in kaşları çatıldı bir an. "Kraliçe Catherine hakkında çok net konuştun."

"Kendisi ablam olur."dedi Gökben yüzünde nefretle. Elçin şaşkınlıkla bana baktı. Gökben'in ailesini resmi olarak açıklamamıştık. Çok az kişi biliyordu. Gökben de bunun konuşulmasını istememişti. Olanlardan sonra Sargun Kraliyet Ailesinin bir üyesi olarak anılmaktansa kimsesiz Gökben olarak tanınmayı yeğlemişti. Ona hak veriyordum. Hangi öz abla daha yeni yürümeye başlayan yeğenini gözü kapalı öldürebilirdi ki?

Elçin, "Bunu bilmiyordum." Bana döndü, "Hiç bahsetmemiştin."

Gökben, "Ben o aileyle bağlarımı çoktan kopardım."

Elçin, "Ama neden? Haremde başka ülkenin kraliyet ailesi mesubu olarak bulunman sana daha büyük bir güç verir. Dora Hanım'ı düşün. İlgerun handanı olarak hareme girdi ve bunu her daim kullanmasını bildi."

Gökben'in gözleri dalıp giderken onun yerine ben cevap verdim. "Bu konuya girmeye hiç gerek yok. Görüşmemizin sonuçlarını kesinleştirelim artık."dedim ve son kararları oluşturduk. Anlaşmayı yazılı hale döktük. Ablam kraliyet mührüyle mühürlerken ben de çapraz iki kılıç üstünde altı çıkıntılı taç bulunan hanlık mührümü kullandım. Kılıçların altında çember içinde nokta sembolü de vardı. Bu haliyle bu mührün sadece bana ait olduğunu gösteriyordu.

Simir Makos ve Aspargon arasındaki deniz birliği anlaşması resmiyet kazanmıştı artık. Arbatun, İlgerun ve Sargun da bu birliğe katılırsa onlarla da ortak çalışmalarımız olacaktı. Elçin'den bu konuda haber bekleyecektim. Anlaşmadan sonra biraz daha zaman geçirdik gemide. Sonra Elçin ayrılmak istedi. Bu meseleleri bir an evvel halletmek istiyordu. İşi uzundu. Buradan Arbatun'a gitmek kolaydı fakat İlgerun ve Sargun için uzun süren bir yolculuk onu bekliyordu.

Dönüşte denizden gelen esintiler yüzüme çarparken dalgaları seyrediyordum. Gökben'in elini kolumda hissedince ona döndüm. "Bu konu aklını çok kurcalıyor."dedi sakince.

"Ablamın yüzünü sen de gördün. Elçin denizler kraliçesi olma hayalini doğduğu günden beri kuruyordu ve denizle ilgili şimdiye kadar onu korkutan hiçbir şey görmemiştim."

"Elbette ciddiye alınacak bir mesele fakat ablanın da dediği gibi bu şimdi olacak bir şey değil. Biz üzerimize düşeni yaptık. İşbirliğine yanaştık. O vakit gelene kadar hazırlığımızı yapacağız. Topraklarımıza ayak basamayacaklar. Ben bize inanıyorum." Gülümsedim. Bana olan güveni hoşuma gidiyordu.

"Biliyorum gök gözlüm."dedim elimi yanağında gezdirerek. "Her ihtimali düşünmek zorundayım. En kötüsünü düşünmek beni çok zorladı. Bunun olmasına izin veremem."

"Evlatlarımıza sağlam bir hanlık bırakacağız Korkut. Buna emin olabilirsin. Onların güvenliği demek her şey demek. Sadece Defne ve Göktuğ için demiyorum. Balamir ve Aydan da bu hanlığın en değerli kanları. Onlar da bizimle birlik olacaklardır."

"Gönlü güzel sevgilim benim." Kıyıya yaklaşmamıza az kalmışken artık yapmam gerekeni yapmalıydım. Bunu uzatmaya gerek yoktu. İç cebimden kırmızı kadife kaplı bir kutu çıkardım. Kutuyu açtım. İçinde uzun zamandır üzerinde çalıştığım safir yüzük vardı. Sahibi de anlamı da başından beri belliydi. "Bütün bunları yaparken yanımda sadece seni görmek istiyorum Gökben. Sen benim sadece gönlümün değil hanlığımın hanımısın. Evlen benimle ve tahtımın yanındaki yerini al."

Yüzüne bir gülümseme yerleşti. Önce yüzüğe sonra bana baktı. "Seninle evlenirim Korkut Han."dedi ve dudaklarımdan uzun uzun öptü. Yüzüğü parmağına taktım. Gök gözleriyle öyle güzel uymuştu ki güzelliğine güzellik katmıştı. Bu defa ben onu öptüm. Elimi beline sardım. İşte olmuştu. Bu kadar basitti. Şimdiye kadar boşa uzatmıştım bu meseleyi. Han olmak hayatımda yeni bir dönemdi, fakat hanımımı yanıma almak bu dönemi tamamlayan bir unsur olacaktı.

Ulaş Amcam'a yeni gelişmeleri saraya yazmasını söyledim. Biz varmadan deniz birliği ve Gökben'le nişanımız ilan edilmeliydi. Yaza kadar düğün olmalıydı. Diğer yandan Elçin'le yaptığımız görüşme aklımdaydı. Ben kendi fetihlerimi tasarlarken bu durum kafamı allak bullak etmişti. Öte denizlerde var olan bir şahlık bizi ve geleceğimizi tehdit ediyordu. Bu zamana kadar görülmüş şey değildi. Olacakları görmeye ömrüm yeter miydi bilmiyordum ama evlatlarıma sömürge toprakları bırakmaya hiç niyetim yoktu. Fetihlerle dolu, destansı yükseliş hikayesine sahip bir hanlıktı Aspargon. Öylece yitip gitmesine izin veremezdim. Sadece kendi dönemimi değil ileriyi de düşünmekle yükümlüydüm. Şimdiye kadar emsali görünmemiş bir savaş bizi bekliyordu ve bunun üstesinden gelmekten başka çaremiz yoktu.

***

-Elçi görüşmesini nasıl buldunuz? Teoman Bey ve Korkut iyi bir karşılık verdi mi? Daha farklı ilerlenebilir miydi? İttifak yapmadan göndermeleri iyi oldu mu?

-Müge ve Korkut konuşmaları hakkında düşünceleriniz ne? Korkut artık açıkça Gökben'i hanım yapacağını ilan etti. Müge Hanım ne yapacaktır tahminleriniz var mı?

-Elçin'le görüşmeyi nasıl buldunuz? İleriye dönük bu durum için şimdiden hazırlık yapmaları doğru mu?

-Ve bazılarımız için beklenen an geldi. Korkut Gökben'i hanım ilan etti. Bu konuda düşünceleriniz nedir? Nasıl bir yönetici olurlar?

Sonraki bölüm İdil'den olacaktır. Üzümlü kekim.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top