2.3. Endişe
1415 Senesi - Bahar Mevsimi
ASPARGON HANLIĞI
Altınova Şehri - Hanedanlık Sarayı
Hanzade Korkut
Kafile dolayısıyla dört gün süren yolculuğumuz sonunda Altınova sınırlarından içeri girmiştik nihayet. Bahar havası hissediliyordu. Hazırlıklar burada daha ihtişamlıydı. Atımın üstünde ilerlerken etrafı izliyor beni karşılayan halkı selamlıyordum. Arkamdan at arabaları geliyordu. İdil ve ablam Bengü için iki ayrı araba hazırlanmıştı.
Şehrin girişinde bizi karşılamak üzere Ulaş Amcam ve kardeşim Toygar hazır bekliyordu. Onları görünce oldukça heyecanlanmıştım. Atımı hızlandırıp ekibimden ayrıldım. Onlar da atlarını bana doğru sürdü. Ortada buluştuk. Kardeşim kocaman bir delikanlı olmuştu. Her sene daha da büyüyordu. "Kardeşim."dedim başımla selamlayarak. Yüzüne büyük bir gülümseme yerleşti.
"Abim."dedi o da başıyla selamlayarak. "Altınova'ya hoşgeldiniz."
"Hoşbulduk."
Atlarımızı yanyana sürerek sarayın yolunu tuttuk. Kardeşimi özlemiştim. Aradan geçen zaman onun önemini daha iyi anlamamı sağlamıştı. Onunla birlikte büyümüştük ve ayrılık zor geliyordu her yıl. Kardeşim heyecanla kılıç talimlerini anlatırken onu dinliyordum. Amcamızdan da destek aldıkça göğsü iyice kabarıyordu.
"Beni görmelisin abi. Artık daha iyi dövüşüyorum."
"Görürüm elbet. Hatta fırsat bulabilirsek birlikte talim yaparız. Hem gücünü bizzat ölçmüş olurum." Bu fikirle heyecanlandı ve gözleri ışıl ışıl oldu.
"Olur ama söz ver gücünü az kullanmayacaksın."
"Tamam söz. Tüm gücümü kullanacağım."
"Anlaştık. Burada kimse tam gücüyle karşıma çıkmıyor. Bir Alperen vardı onu da sindirdiler. Hem benim yüzümden başına iş gelmesini istemiyorum."
"Alperen hala duruyor mu? Bayağı sıkı arkadaş olmuşsunuz."
"Evet. Senden sonra tek dostum o oldu."dedi buruk bir tonla. "Sen gidince burası çok boş gelmeye başladı."diye itiraf etti.
"Ben de aynı şekilde düşünüyorum kardeşim."
"Kutlama boyunca bol bol hasret giderirsiniz artık."dedi amcam. İkimiz de gülümsedik. Elbette hasret giderecektik. Sadece mektuplar yetmiyordu özlem gidermeye.
Saraya kadar önden ilerledik. Yol boyu sohbet ettik. Saraya geldiğimizde bizi karşılamaya gelenleri selamladık. Atlarımızdan indik. İdil'in yanıma gelmesini bekledim. Balamir bakıcısıyla peşimizden geliyorlardı. Ablam da yanımıza geldikten sonra saraya yürüdük.
Karşılama salonunda hanım annem ve han babam bizi bekliyordu yüzlerinde gülümsemeyle. Tahtlarına kadar yaklaştık. İdil reverans yaparken ben başımla selamladım. Hanım annem yerinden kalktı ve kollarımı sıkıca tutarak yüzüme gülümsedi. "Hoşgeldin aslanım."dedi heyecanla. İdil'e döndü. "Hoşgeldin kızım."dedi sevecen bir tonla. Balamir'in yanında dizlerinin üstüne çöktü. Balamir'in kıvırcık saçlarını okşadı. Sıkıca sarıldı. "Balamir'im."dedi kokusunu içine çekerken. Gözleri etrafta gezindi. Bu sırada biz kenara geçtik ve ablam geldi çocuklarıyla. "Hoşgeldin Bengü'm."dedi hanım annem.
Onlar sarılırken benim gözüm han babamdaydı. Gülümsemeye çalışsa da keyifsiz hali gözümden kaçmamıştı. Yanına yaklaştım. "Nasılsın han babam? Her şey yolunda mı?"diye sordum. Sevgi dolu gözleri beni buldu.
"İyi diyelim iyi olalım."dedi sakince.
"Yorgun görünüyorsun."
"Hekimler yoruyor beni. Yoksa kendi başıma gayet iyiyim. Bir ok yarasından yediğime içtiğime bile yeni bir düzen çıkardılar."dedi içerleyerek.
O korkunç gün hala hatırımdaydı. Üzerinden on yıllar da geçse Yegor'un kalleşliğini unutmayacaktım. Öcümüzü almış haddini bildirmiştim elbet. Fakat han babama verdiği zarar iki senedir tam olarak geçmemişti hala.
İkinci Artena Seferinde Yegor iti karşımıza çıkmaya cesaret etmişti sonunda. Han babamla kıyasıya bir mücadeleye girse de kaybetmişti. Han babam ona acımış canını bağışlamıştı fakat o köpek arkamızdan iş çevirmişti. "Torununa selam söyle babalık!"diye bağırdığında elindeki oku gördüğüm gibi babamın önüne atılsam da babam beni tuttuğu gibi bana siper olmuş, oku sırtına yemişti. Babamın evlatları için kendini düşünmeden öne atışını hiçbir zaman unutamazdım.
"Gene o güne mi daldın?"diye soran han babamın sesiyle kendime geldim.
Acıyla güldüm. "Unutmam mümkün mü han babam? Seni arkandan vurmaya çalıştığını unutabilir miyim?"
"Ama intikamını aldın." Keyifle güldü. O gün Yegor'un peşine düşmüş onu ormanda yakalamıştım. Benden yaşça büyük oluşu, bedeninin iriliği beni korkutmamıştı. Aklımdaki tek şey oğlumun adını ağzına alarak babamın canına kast etmiş oluşuydu. Bu öfke bana yetmişti. Öyle bir benzetmiştim ki onu... Bir de hatıra getirmiştim: babamı vuran oku tutan elini!
"İyi de yaptım."dedim keyifle.
Karşılama merasiminden sonra odalarımıza çekildik. Geçen sene olduğu gibi bu sene de eski odam hazırlanmıştı benim için. Eşyalarımın yeri değiştirilmemişti. Yatağım, masam, dolabım aynı yerdeydi. Hizmetliler eşyalarımı dolaplara yerleştirirken ben de balkona çıktım.
Baharın dokunduğu dağları izlerken temiz havayı içime çektim. Birkaç balkon ötede İdil'i gördüm. O da benim gibi balkona çıkmıştı. Ellerini mermere dayamış, dik duruşuyla manzarayı izliyordu. Beni farkedince gülümsedi. Ben de ona gülümsedim. Daha sonra odama döndüm.
"Kalanıyla sonra ilgilenirsiniz. Biraz dinlenmek istiyorum."diyerek gönderdim herkesi. Yatağımın ortasına uzandım. Gözlerimi kapattım. Bir müddet kestirsem yeterdi.
Kalktığımda üzerimi değiştirdim ve İdil'in yanına uğradım. Onların da hazır olduğunu görünce birlikte büyük bahçeye gittik. Bu yıl büyük bahçe hazırlanmıştı kutlamalar için. Bizim için hazırlanan çardağa otururken hanım annem de yanımıza yaklaştı.
"Güzelce dinlenebildiniz umarım."dedi ve koluma girerek beni alanda gezdirmeye başladı. Misafirlerimizi anlatırken diğer yandan gözünü etraftan ayırmıyordu. Biraz daha kenara yaklaştığımızda, "Keşke torunum Aydan'ı da getirseydin."dedi usulca. "Çok özlemiştim."
"Ben böyle uygun gördüm."dedim mesafeli bir tonla.
"Elbette kararına saygı duyuyorum. Sadece bir büyükanne olarak söyledim."dedi gülümseyerek. "Seni Handan Belgin'le tanıştırayım. Hasbükan Hanının kızı. Bu yıl misafirimiz oldu." Birlikte başka bir çardağa yaklaştık. Koyu yeşil elbisesi altın işlemelerle süslenmiş bir kızın yanına geldik. Kız bizi görünce ayağa kalktı ve hanım anneme reverans yaptı. "Handan Belgin, büyük oğlum Hanzade Korkut'la tanış."
"Merhaba Hanzade Korkut."dedi bana dönerek. "İsminizi çok duydum. Hanzade Toygar da Müge Hanım da sizden çok bahsediyordu. Nihayet tanışma fırsatımız oldu."
"Memnun oldum. Hanlığımıza hoşgeldiniz." Bizim için hazırlanan çardağa döndüm. İdil ve Balamir yan yana oturuyordu. İdil'in gözü bizim üzerimizdeydi. "Baş Zadesenim İdil'le tanışmanı isterim Handan Belgin. Burada kaldığımız süre boyunca anlaşabileceğinize eminim." Handan Belgin de o yana baktı. Gülümseyerek baş selamı verdi. İdil de aynı şekilde karşıladı onu. Baş hareketimle gelmesini işaret ettim. İdil yanımıza gelince tanıştırdım ikisini de. İdil onun bir handan olduğunu öğrenince saygıyla reverans yaptı. Sonra bir süre onun çardağında oturdu ve biz de uzaklaştık.
"Handan Belgin'in durumu çok üzücü oğlum."dedi hanım annem. Hasbükan'ın karıştığını duymuştum fakat son durumu bilmiyordum. "Ülkesi bir iç savaşa sürükleniyor. Neler olacağı belli değil. Eğer Alkan Han savaşı kaybederse kızcağızın hali harap olur."
"Hanzade Akın abisine isyan ediyor. Alkan Han'ın bunca yıldır başarıyla süren hükmünü hiçe sayıyor. Umarım Alkan Han tahtını muhafaza etmeyi başarır."
"Aklı karışan hanzadeler her dönem olabiliyor ne yazık ki. Daha yakın tarihte Yiğit Amcanda görmedik mi bunu?"diyerek derin bir iç çekti. "Umarım Hanzade Akın yaptığı hatadan döner."
"Bu noktadan sonra dönse ne fayda hanım annem?"dedim sertçe. "Hanına isyan etmiş bir kardeş olacak. Bağışlanacağını hiç sanmıyorum. Hanzade Akın da bunu bilerek yola çıktı. Ya ölecek ya başa geçecek. Başka seçeneği yok."
Yiğit Amcamın da bu yoldan geçip kaybettiğini unutamıyordum. O vakitler derin bir üzüntü yaşamıştım onun ve kuzenlerimin kaybıyla. Han babama çok kızmıştım. Zindanda tutabilir demiştim. Fakat büyüdükçe iktidarın ortak kabul etmeyeceğini anlamıştım. Bu defa öfkem Yiğit Amcama yönelmişti. Kendini düşünmediği gibi evlatlarını da düşünmemişti. Şimdi daha büyük daha yarasız bir ailemiz olabilirdi. Fakat o abisini kardeş katili, çocuk katili olmak zorunda bırakmıştı.
Başka bir çardağa yaklaştık. Burada da kırmızılar içinde buğday tenli bir kadın oturuyordu. "Ravesna Kraliçesi Ahilia."diyerek onu tanıttı. Bu defa ben başımla onu selamladım.
"Hanzade Korkut?"dedi Ahilia sorar gibi. Yavaşça ayağa kalktı. Boyunun benim kadar uzun olduğunu görünce şaşırdım. Aspargon hatunları daha kısa boylu olurdu. Zarif adımlarla bize yaklaştı. "Sizi görmek büyük şeref." Gözlerini kısarak beni izledi. "Siz de gözlerinizi babanızdan almışsınız. Aspargon kahvesi gözler..."
"Öyle."dedi hanım annem gülümseyerek. "Yaman'ın eşsiz gözleri evlatlarında hayat buldu."
"Oysa sizin orman gözleriniz kadar benzersiz gözleri daha önce hiç görmemiştim."dedi kraliçe kibarca. Hanım annem iltifatını gülümseyerek karşıladı.
"Kızım Çiğdem'in de bana çektiğini söylerler."
"Oldukça belli aslında. Baksanıza, Gerbena'nın bütün kurallarını alt üst ederek prensle evlenmeyi başardı. O da sizin gibi en üstte olmayı hedefliyor."
"Bütün kızlarım en üstte olmak için doğdu. Hepsi geldikleri konumu hak etti."
"Bir kraliçe, iki prenses, bir çariçeden sonra en büyük kızınızın sadece bir vali olması sanırım onun talihsizliği olmalı." Kraliçe'nin zehirli sözleri annemi pek kızdıramamıştı.
"Hanım annemin ve han babamın en yakını olmaktan daha büyük bir ünvan var mı?" Bengü yanımıza gelmişti. "Sadece bir vali olmak Ravesna'da teselli ünvanı olabilir fakat Aspargon'da saygı duyulan bir makamdır."
Kraliçe şaşkınlığa uğrasa da bozmamıştı ifadesini, "Alınmanıza sebep olduysam özür dilerim. Ben sadece diğer kızlar bu kadar yükselmişken-"
"Hanım annem onlara bu ünvanları bahşetti ve onlar da yükseldi."diyerek sözünü kesti Bengü. "Ben ailemle bir bütün olmaktan memnunum. Burada, Ravesna'nın aksine, kardeşler birbirine destek olur, köstek değil."
"Bengü,"dedi hanım annem onun koluna dokunarak, "karşında bir kraliçe olduğunu unutma kızım." Bengü alaycı bir ses çıkardı. "Hem kardeşliğin ne demek olduğunu öğrenecek fırsatı olmamış ki, bu yüzden seni anlamasını beklemiyorum." Bu defa zehirli sözlerini akıtan hanım annemdi. Mükemmel gülüşüyle Ahilia'ya döndü. "Bütün kardeşlerini talihsiz kazalarda, hastalıklarda kaybetmeniz ne acı. Oysa ablalık bu dünyadaki en harika duygulardan biridir."
Ahilia bir şey söyleyecek oldu vazgeçti. Yutkunmayı tercih etti. "Haklısınız. Kardeşlerimi talihsiz şekilde kaybettim. Fakat bu benim onlara karşı hiçbir şey hissetmediğimi göstermez."
"Onlara karşı hissiz olmadığınıza şüphem yok." Derin bir nefes aldı hanım annem. "Yeri gelince hırs da oldukça kuvvetli bir his olabiliyor, öyle değil mi?" Hanım annemin gülle etkisi bırakan cümlesi derin bir sessizliğe sebep oldu.
"Baba!"diyerek Balamir'in bacaklarıma sarılmasıyla sessizlik bozuldu. "Ben sıkıldım. Burada arkadaş yok."
"Hiç arkadaş olmaz olur mu?"dedi hanım annem elini ona uzatarak. "Gel bak ben seni kimlerle tanıştıracağım."diyerek yanımızdan uzaklaştı. Bengü ve ben Ahilia'nın karşısında kalmıştık.
"Size iyi eğlenceler Kraliçe. Kutlamanın tadını çıkarmaya bakın."dedi Bengü ve böylece biz de uzaklaştık.
"Ne atışmaydı ama."dedim gülerek.
"Belli ki Kraliçe haddini her zaman bilmiyor." Ablam epey sinirlenmişti. Kaşları çatılmıştı.
Aile çardağımıza döndüğümde han babam Bengü Ablamın eşi Toraman Bey'le sohbet ediyordu. Toraman Bey bizi görünce ablama sevgiyle gülümsedi. Bir süre sonra İdil de yanımdaki yerini aldı.
"Balamir nerede?"diye sordu endişeyle.
"Hanım annemle geziniyor."
"Tamam. Bir an göremeyince endişelendim." Elini tuttum.
"Merak etme. Burada güvende."
Toygar ve Ulaş Amcam da bize katıldıktan sonra hanım annem de Balamir'le döndü. Bu sırada Burçin ve Tunç Bey alanda göründü. Hemen arkalarında Türker Bey ve Şayeste Hatun vardı. Ve Suna... O da gelmişti. Yüzünde her zamanki gülümsemesiyle bize bakıyordu. Bir zamanlar onun etkisine nasıl kapılmıştım hayret ediyordum. Şimdi ise her şey apaçık bir şekilde önümdeydi.
"Burçin, Tunç, hoş geldiniz gençler."dedi han babam onları karşılayarak. "Türker Bey, Şayeste Hatun, sizleri görmek ne hoş. Biraz geciktiniz sanki."
"Kusurumuza bakmayın Yaman Han. Birkaç küçük aksilik yaşandı. Yoksa çok önceden gelecektik."
Han babam ciddi bir ifade takındı. "Kurultayımı emanet ettiğim beyin her ihtimale hazırlıklı olmasını beklerim."dedi. "Her neyse. Buyurun gelin."diyerek yerlerini gösterdi. Onlar yerine geçince Suna öne çıktı. "Hoş geldin Suna."dedi han babam.
"Hoş buldum Han'ım."
"Nasılsın görüşmeyeli?"
"İyiyim. Kendi sarayımla uğraşıyorum."
Hanım annem, "Olması gerektiği gibi."
Suna onu duymazlıktan gelerek bana döndü, "Hanzadem hoş geldiniz saraya. Epey oldu görüşmeyeli. Keyfiniz yerinde mi?"
"Yerindeydi."dedim soğuk bir tonla. Suna'nın gülümsemesi yüzünde çarpıldı. Toparlamaya çalıştı. Ben ise İdil'e döndüm ve onunla konuşmaya başladım. Suna da Burçin'in yanına oturdu.
Yemekler dağılırken eğlenceler de devam ediyordu. Gösteriler rengarenkti. Bu yıl gösterilere çok daha özen gösterilmişti. Başka ülkelerden gelen misafirlerimizin bunda etkisi büyüktü. Ülkemizin gücünün yerinde olduğunu göstermek için ideal bir fırsattı. Bengü ve ben de gerekli katkıları yapmıştık. Hanlığımız için birlik olmamız gerektiğinde çekinmeden her şeyi yapardık.
Gösterilerden sonra odalara çekildik. İdil'i yanıma çağırttım. Masamda onu beklerken artık bu odanın bana ne kadar yabancı olduğunu düşünüyordum. Hayatımın sekiz senesi burada geçmişti. Fakat ben buradan önce altı senemi geçirdiğim Yedi Gürgen Sarayı'nı daha çok benimsemiştim. Orada yönetmeyi öğrendiğim için, kendimi gösterebildiğim için durum böyleydi muhtemelen. Burada hala han babam ve hanım annemin kontrolündeki sıradan bir hanzade gibiydim. Ne zamanki buradan uzaklaştım, kendi başıma kaldım, o zaman hanzadeliğin ne demek olduğunu tam olarak anladım.
Odamın kapısı tıklatıldığında gel dememle içeri İdil girdi. Güzel bir şekilde hazırlanmıştı. Siyah saçlarını bukle bukle omuzlarından sarkıtmıştı. Bordo elbisesinin içinde oldukça göz alıcı görünüyordu. Önüme gelip reverans yaptı. "Yine şahane görünüyorsun İdil Hatun."dedim. Ayağa kalkıp yanına yaklaştım. Dudaklarına minik bir öpücük bıraktım. "Gel şöyle, biraz balkonda oturalım. Meyve tabağı getirttim." Balkona geçtik. Sedire oturduk. Arkamıza yaslandık. "Nasıl buldun gösterileri?"
"Olması gerektiği gibi. Müge Hanım her şeyi en iyi şekilde ayarlamış. Onun ince düşüncelerine hayranlığım her geçen gün artıyor."
"Evet, hanım annem oldukça iyi bir iş çıkarmış." Elimi saçlarına götürdüm. Buklelerini parmağıma dolayarak saçıyla oynamaya başladım. "Handan Belgin'i nasıl buldun?"
"Tam bir handan."dedi küçümser bir edayla. "Neden sordun? Yoksa onu haremine mi alacaksın?"dedi birden. Alayla güldüm.
"Böyle bir şey olabilir mi İdil? Hayatımda sadece sen olduğunu bile bile nasıl bunu sorarsın?" Yavaşça ona döndüm. Tedirgin hissettiği belliydi. "Hasbükan bizim sınır komşumuz ve ileride Handan Belgin'le sıkı bir dostluk kurman gerekebilir diye onunla iletişim kurmanı istedim. Tabii babası savaşı kaybetmezse."
İdil biraz da olsa rahatlamış gibiydi. "Akıllı bir hatun."dedi bir müddet sonra. "Fakat pek huzurlu olduğunu söyleyemem. Haksız da sayılmaz. Babası büyük bir savaşın ortasına çekilmek üzere. Annesi ve kardeşi orada. Akıbetleri belli değil. Burada da sürekli tedirginlik yaşıyor. Yemekleri yemeden önce bir hizmetlisine yediriyor."
"Burada bile zehirlenebileceğini mi düşünüyor yani?"dedim hayretle. "Hanım annem hayatta böyle bir olaya müsaade etmez. Aldığı önlemleri sen de gördün."
"Müge Hanım yönetiminde asla başka ülkenin rütbeli mensubu burada zehirlenmez tabii ki ama hatun tedbiri elden bırakmıyor. Sanırım Hasbükan'da zor günleri oldu. Bu yüzden tedbirli oluşunu çok yadırgamadım." Meyve tabağından bir salkım üzüm aldı. Bir parça kendi yedi bir parça bana yedirdi. "Arkadaş olunabilir mi diye sorarsan bunu zaman gösterir diyebilirim. Kendini güvende hissetmezken birileriyle yakın olmakla uğraşmaz. Ki mesafeli davranışları da bunu gösteriyordu."
"Haklısın. Hatun her gün hanlığından gelecek haberleri beklerken sağlıklı ilişkiler kuramayacaktır. Yine de biz dostluğumuzu gösterelim. Nasıl han babam Alkan Han'la yakın ilişkilerini koruduysa ben de geleceğin Hasbükan Hanıyla yakın ilişkilerde olmak isterim. Üstelik bu ittifak bizden çok onların işine geliyor." Kuzeyden ve güneyden sınırları tehdit edilen bir ülkeydi Hasbükan. Eski gücü gitmişti. Bu yüzden bizim desteğimize ihtiyacı vardı.
"Gerbena Prensi Nikolai'la yakın ilişkilerde olduğun gibi mi?"dedi muzipçe gülümseyerek.
Ben de gülümsedim. "Buna yakın ilişki denmez. Sadece Prensin yenilikçi yanını takdir ediyorum. Ablam bize ihanet etmiş olabilir fakat Prens diğer Gerbena imparatorlarına benzemiyor. Benim dönemimden olup yeni bir dünya görüşüne sahip kişilerle iletişim içinde olmayı seviyorum."
"İleride karşında olabilir ama."
"Bunu o zaman düşünürüz." Ablam Çiğdem'in Gerbena Prensiyle evlenmesinden sonra onlara bir tebrik mektubu ve düğün hediyesi göndermiştim. Bu durum Prensin hoşuna gitmişti ve aramızda bir mektup arkadaşlığı başlamıştı. Yeniliklere açık oluşu, kalıplaşmış ve çürümüş düzeni yıkmak istemesi, her konuda konuşulabilir yanı onu ideal bir arkadaş haline getirmişti. Gerbena'yla soğuk savaş halindeydik. İleride Prensle karşı karşıya gelebilirdik. Fakat o zamanlar gelene dek bu dostluğu devam ettirmek ikimizin de işine geliyordu.
"Mektuplar konusunda hala Şevval Hatun'a olan güvenin beni rahatsız ediyor. En azından Prensle olan mektuplarını ondan gizleyebilirdin."dedi İdil.
"Şevval benim yanımda merak etme. Sadakati bana. Şimdiye kadar hiçbir casusluğu çıkmadı. İkimiz de hatunun peşine adamlarımızı taktık. Birimizden biri yakalardı değil mi?"
İdil gözlerini devirdi. "Yine de onunla münasebetini kestiğinden beri bana olan bakışlarını görebiliyorum. Beni huzursuz ediyor."
"Gene bu konuları konuşmayalım. Uzun gecemizi Şevval'i konuşarak mı geçireceğiz?"diyerek yanağından tutup kendime çevirdim. Dudaklarını öperken yanakları kızarmıştı. Fakat hemen attı bu durumu üstünden. Elini boynuma doladı ve beni sıkıca kendine çekti.
Ertesi sabah erkenden uyandım. Toygar'ın odasına uğradım. Daha kalkmamıştı uykucu kardeşim. "Abi sabah sabah ne yapıyorsun ya? Daha uyanma zamanım bile gelmedi."diye söylendi.
"Misafirler uyanmadan seninle sabahın bu erken vaktinde at binelim diyorum."
"Hoş bir fikir ama neden şimdi?"
"Sızlanmayı bırak da uyan artık. Bu vakitler hava çok güzel oluyor."
Uzun uğraşlar sonunda Toygar'ı kaldırmayı başardım ve birlikte Ulaş amcamın yanına gittik. Onu da uyandırdıktan sonra Aliş Ağa'ya bize bir şeyler hazırlamasını söyledik ve ahırların yolunu tuttuk. Alperen çoktan uyanmıştı. "İşte örnek asker."dedi Toygar onu görünce. Yol boyunca esnedikleri yetmemiş gibi bir kez daha esnemişti.
"Sabahınız ferah olsun hanzadelerim."dedi Alperen saygıyla ve bizi selamladı. "Bir yere mi gidecektiniz?"
"Gideceğiz. Abimin şahane planları varmış. Atları hazırla. Sen de geliyorsun."
"Ve talim kılıçlarını da al."dedim. Alperen başıyla onayladı ve hızlı adımlarla içeri gitti.
Ulaş Amcam daha çabuk kendine gelmişti. Erken kalkmaya alışıktı. "Müge Hanım'ın haberi yok sanıyorum."dedi yan gözlerle bana bakarken. Genişçe sırıttım.
"İdil Hatun'a söyledim haber vermesi için. Kahvaltıda söyler."
Ulaş Amcamın kaşları yukarı kalkıp indi. "Desene gelince paparayı yiyeceğiz."
"Çok uzağa gitmeyeceğiz. Sadece insanlar koidorlara dökülmeden önce biraz başbaşa zaman geçirelim istedim."
"Abi!"diye sızlandı Toygar. "Bunu akşam birimizin odasında da yapabilirdik biliyorsun değil mi?"
Kardeşimin kolun sağlam bir yumruk indirdim. "Ama böylesi daha eğlenceli. Senin büyüyüp benimle özgürce gelebilmen için kaç yıl bekledim ben haberin var mı? Artık on beş yaşında bir hanzadesin ve bunun anlamı gerçek bir hanzade olma yolunda ilk adımların atılıyor demek."
Toygar gözlerini devirdi. "Han babam ve hanım annemin bunun pek farkında olduğunu sanmıyorum."
"O ne demek?"
"Boş ver." Amcama döndüm. O da önemli değil der gibi bir ifade yaptı. Uzatmadım. Yolda yiyeceğimiz yemekler gelip atlarımız hazır olduğunda yanımıza birkaç muhafız alıp yola koyulduk. Sarayın yakınındaki arazilerden birine gittik.
Önce güzelce at koşturduk. Rüzgar yüzümüze vururken sabah serinliğinde iyice kendimize gelmemizi sağlamıştı bu. Sonra kayalık bir yerde indik atlardan. Atları bağlayıp yere çöktük. Kahvaltımızı ettik. Aç karnına temiz havaya çıkınca midemiz iyice guruldamaya başlamıştı. Karnımızı güzelce doyurduktan sonra sohbet aşamasına geçmiştik. Eğlenceli bir sabah olmuştu bizim için. Başta söylenmesine rağmen iyice açılınca Toygar da bu fikrin ne kadar iyi olduğunu kabul etmişti.
Sonra Toygar'ın sabırsızlıkla beklediği an geldi. Kılıç talimi. Önce ısınmak için o Alperen'le ben de Ulaş Amcamla talim yaptık.
"Alperen bak burada kimse yok, abanabilirsin."dedi Toygar. Fakat Alperen endişeli gözleriyle ilerideki muhafızlara bakınca sıkıntıyla oflamıştı.
Isınmalardan sonra nihayet Toygar'la karşı karşıya gelmiştik. Önceki yıllara göre epey uzamıştı kardeşim. Fakat henüz yeterince irileşmemişti. Bu sebeple onu fazla zorlamaya niyetim yoktu. Yine de hevesini kırmayacaktım. İstediği gibi gücümü hissettirecektim.
"Küçüğüm diye gücünü saklamak yok."dedi Toygar ısrarla. Güldüm.
"Tamam kardeşim. Gücümü saklamayacağım." Küçüklüğünden beri severdi dövüş oyunlarını. Fakat bir hanzadeye gerçek gücünü gösterecek bir yiğit olmazdı. Ben de bu konuda Toygar gibi düşünüyordum. Bizi gerçekten eğitmek istiyorlarsa kaybetmemize izin vermeliydiler. Karşımızda hafif dövüştükleri için kazandığımızda kendimizi ileriye götüremezdik. Gerçek bir düşmanın karşısında ise dağılırdık.
Bu konuda en iyi talimlerimi Ulaş Amcamla yapmıştım. On altı yaşıma geldiğimde Ulaş Amcamın talimlerdeki tavrının tamamen değiştiğini fark ettiğimde başta şaşırsam da bunu benim için yaptığını anlamıştım. Kimsenin görmediği yerlerde haşatımı çıkarana kadar dövüşürdü benimle. Toygar da biraz daha sabırlı olursa onun da gerçek talimleri başlayacaktı on altı yaşında.
Yine de şimdi ona istediği dövüşü verecektim. Kardeşimi tanıyordum. Kendimi geri çekersem hissederdi ve bana olan güveni kırılırdı. Şu an kaybetmeyi umursamıyordu. Kendini geliştirmek istiyordu.
Vuruşları cılız değildi. Bileği kuvvetliydi. Saldırılarımı savuştururken oldukça becerikliydi. Karşı saldırıya geçtiğinde bu defa savunma yapan bendim. Kılıçlar birbirine sertçe vurdukça sesler kulak çınlatıyordu. Alanda etrafımızda dönüp uygun anda saldırımızı yapıyorduk. Şiddeti bir tık daha artırdığımda Toygar bunu fark etmiş ve gözlerini kısmıştı. Durumu analiz ettiğine emindim. O da taktik değiştirmiş ve daha kıvrak hareket etmeye başlamıştı.
Kılıçlarımız son kez çarpıştığında o da ben de birbirimizi öyle güçlü itiyorduk ki kardeşimin ileride ulaşabileceği gücü görür gibiydim. Bu iyiydi. Sonunda sert bir omuz darbesiyle onu geri savuşturdum. Fakat tam dibindeki taşı görmedi ve geri giderken takılıp sırt üstü yere çarptı.
"Toygar!"diye bağırdım panikle yanına çökerek. Bir an sersemlemiş bir şekilde gökyüzüne bakakaldı. Hemen omzundan tuttuğum gibi kaldırdım. "Kardeşim iyi misin?"
"İyiyim. Bir şey yok."dedi. Eliyle kafasını sıvazladı. Elini indirdiğinde avcundaki kanı görmek beni dehşete düşürmüştü.
"Yaralanmışsın."dedim ve hemen arkasına geçip kafasındaki yarayı görmeye çalıştım. "Amca bir bez ver, bir şey ver."
"İyiyim abi merak etme bir şey yok. Geçer şimdi."
"Seni öyle itmemeliydim." Amcam yeninden kopardığı bezi uzattı. Çantamızdaki rom dolu cep şişesini açtım ve bir miktar döktüm. Bezi kafasına bastırdım. Acıyla inledi fakat hemen dişlerini sıktı.
"Benim dikkatsizliğimdi. Taşı fark etmem gerekirdi."
Ulaş Amcam bu halimizi izledikten sonra gülmeye başladı. "Sakin olun gençler. Bir şey yok. Talimde her şey olur." Biliyordum. Yine de kardeşime zarar vermenin vicdan azabını azaltmıyordu bu. "Ben senin kaşını az mı yardım dudağını az mı patlattım? Annenden onca azar işitme riskine rağmen... Geçer."
"Evet, abi geçer. Bir şey yok. Gerçekten." Bu defa Toygar beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Derin bir iç çektim. "Hem ben istedim. İyi de oldu. Bak Alperen benimle doğru düzgün dövüşmüş olsaydı bu darbeyle hemen yıkılmazdım." Alperen'e baktı kötü kötü.
Ulaş Amcam, "Merak etme senin asıl talimlerin seneye başlayacak."deyince Toygar'ın gözleri ışıl ışıl oldu.
"Hadi dönelim. Bu kadar talim yeter."dedim ve ayağa kalktım. Toygar'ı bir hamlede kaldırdım. Atlara bindik ve saraya döndük.
Tahmin ettiğim gibi hanım annem çıldırmıştı. Fakat büyük salonda kahvaltı masasında onlarca misafirle birlikte oturduğu için bir şey demedi. Ama yeşil gözlerinden püsküren alevleri görmemek mümkün değildi. Salona girdiğimizden beri büyüttüğü gözlerini bizden ayırmadı. Yerimize oturduğumuzda ise Toygar'ın saçlarının karışıklığı dikkatini çekti.
"Ne oldu başına?"diye sordu sakin kalmaya çalışarak.
"Düştüm."dedi Toygar sakince. Hanım annem öyle bir nefes çekti ki salondaki bütün havayı tek seferde tüketti sanki. Dudaklarını sertçe birbirine bastırdı. Handan Belgin ve Kraliçe Ahilia dikkatle bize bakıyordu. O da durumun farkındaydı. Nefesini yavaşça verirken yüzüne bir gülümseme yerleştirdi.
"Hekimbaşına gösterdin değil mi? Ufak bir şey olduğuna eminim. Yine de Uras Efendi bir baksın."dedi sakince. "Sabah gezintiniz nasıldı?"
"Güzeldi."dedim. "Amcamı ve kardeşimi özlemişim."
"İyi düşünmüşsünüz." Gözlerini kırpmadan bana bakıyordu.
Kraliçe, "Hanzadeler özgürce saray dışına çıkabiliyor mu?"dedi şaşkınca. "Sizin yönetiminizde hanzadelerin saraya kapatıldığını duymuştum."
Hanım annem gözlerini kısarak Kraliçeye döndü. "Elbette hanzadeler istediği vakit saray dışına çıkabiliyor. Hanzadeleri saraya kapatmak gibi bir uygulama olabilir mi Kraliçe?"
"Sizden önce Dora Hanım tüm hanzadelerini on beşinde sancağa göndermişti. Siz ise en büyük oğlunuzun on sekizine girmesini beklediniz."
"Aspargon'un iç siyasetiyle bu kadar ilgili olduğunuzu bilmiyordum."dedi hanım annem soğukça.
"Eh, siz Ravesna Hanedanıyla ne kadar ilgiliyseniz ben de o kadar ilgiliyim. Yakınımdaki ülkeler hakkında bilgi edinmekten hoşlanıyorum. Farklı kültürler, farklı yaklaşımlar. Her yerden kitaplar getirtiyorum öğrenmek için."
Hanım annem bir şey söylemek üzere ağzını açacaktı ki han babam elini tuttu ve Kraliçeye dönerek, "Kitaplara ilgilisiniz demek. Saray kütüphanemizi görmek sizi mutlu eder o halde. Belki biz de birkaç kitap hediye ederiz."dedi ve konuyu değiştirdi hemen. Yoksa bir gerilim çıkmak üzereydi. Hanım annemin gözlerini devirdiğini fark ettim.
Kraliçe, "Çok memnun olurum Yaman Han."
Han babam, "Gerekli ayarlamaları yaparız. Asya Kalfayla konuşurum. O yanınıza birilerini gönderir." Kraliçe memnun bir gülümsemeyle başını aşağı eğdi.
Kahvaltıdaki küçük kriz atlatıldıktan sonra her şey yoluna girmişti. Biz zaten yediğimiz için masada fazla oturmadık. Ulaş Amcam ve Toygar hekimbaşının yanına gitmeye karar verince ben de onlarla gittim. Uras Efendi tehlikeli bir durum olmadığını söyledi. Yarayı çabuk geçirmesi için bir merhem sürdü. Birkaç gün sürülürse iz kalmazmış. Toygar izi umursamıyordu. Yine de Ulaş Amcam da ısrar edince merhemi kullanmayı kabul etti.
Sonrasında dinlenmek üzere odalarımıza dağıldık. Biraz kestirdikten sonra uyandım. Yatakta boş boş uzanırken odamın kapısı tıklandı. Gel sesimle içeri İdil girdi. "Gel, İdil."dedim doğrularak. Yanıma oturdu.
"Müge Hanım gidişinizden hoşlanmadı." Bunu tahmin etmek zor değildi. "Beni bile azarladı. Nasıl buna izin verirmişim, nasıl onu haberdar etmezmişim." Saçlarını kulağının arkasına koydum.
"Hanım annem üstümüze fazla düşüyor. Artık sancağa çıkmış bir hanzadeyim. Her an hanım annemin kanatları altında yaşayamam."
"Yine de o bir anne. Onu anlamaya çalış. İleride ben de Balamir'in benden habersiz bir yerlere gitmesini istemezdim."
"Ama gidecek. Oğlumuz bir gün büyüyecek ve kendi kararlarıyla hareket edeceği zamanlar gelecek." Sıkıntıyla yüzünü buruşturdu.
"Yine de ben Müge Hanım'ı anlıyorum."diyerek düşüncesinde diretti. Konuyu uzatmadım. Kadınların bu endişesini hiçbir zaman anlayamayacaktım.
Öğleden sonra saray tekrar dolmaya başladığında biz de büyük salondaki yerimizi aldık. Gelenler bizi aile olarak görmeliydi. Her daim birlik olduğumuzu bilmeliydiler.
Akşama doğru tekrar büyük bahçeye geçtik. Gösteriler devam ederken çocuklar için tiyatro yapılıyordu. "Balamir de gitsin. Seveceğini düşünüyorum."dedim. İdil tartar ifadeyle tiyatro alanına baktı. Pek çok çocuk oradaydı. Aralarında köklü ailelerin çocukları da vardı.
"Olabilir. Esil, gözünü Balamir'in üstünden ayırma. Biraz tiyatroyu izleyin. Sonra gelin."dedi ve işkızı Esil Hatunla gönderdi Balamir'i. Uzun bir süre arkasından bakmaya devam etti.
"Merak etme bir şey olacak değil. Her yerde muhafızlar var."dedim elini tutarak.
"Haklısın. Yine de ondan uzak olunca içim rahat etmiyor."
Zaman zaman yanımıza gelen misafirlerle sohbet ettik. Gösteriler heyecanlı bir hal alınca dikkatimiz sahneye kaydı. Zaman böyle geçip gidiyordu. Tatlılar gelmişti şimdi. Han babam ve hanım annem ortada uyumlu görünüyordu. Hanım annem kutlamalardan oldukça memnundu.
Bir süre sonra yan taraftan yükselen çığlıklarla o yana döndük. Çocukların tiyatro alanında bir arbede vardı. İdil nefesini tutarak, "Balamir!"dedi ve ayağa fırladı.
Hanım annem, "Neler oluyor orada?"derken kaşları çatıldı. Ben de İdil'i yatıştırmak için peşinden gidiyordum ki çığlıklar kopan kalabalığın arasından Esil Hatun kucağında Balamir'le, yüzünde dehşet ifadesiyle sıyrıldı bu yana koştu.
"Yardım edin!"diye feryat ediyordu. "Zadenerimiz boğuluyor! Yetişin! Yardım edin!"
İdil, "Balamir!"diye çığlığı kopardı ve Esil'in elinden oğlumuzu kaptı. Oğlumun yüzünü mosmor görünce kanım çekilmiş gibi hissettim. İdil Balamir'in ağzını açıp boğazına bakmaya çalışırken diğer yandan da küçük bedenini sarsıyordu.
Herkes bir anda oraya toplandı. Bedenim uyuşmuştu. Olanlar rüya gibi geçiyordu önümden. Derken kırmızı kıyafetli bir kadın İdil'den Balamir'i çektiği gibi yüz üstü dizlerine yatırdı. Ritmik hareketlerle sırtında bir noktaya vuruyordu. Sonra önüne çevirdi. Başına destek oldu ve bu defa aynı işlemi göğüs kemiği üzerinden yaptı. İdil'in bedeni tir tir titrerken ben öylece kalmıştım. Oğlumun nefes alabilmesi için her şeyi yapardım fakat gözlerimin önünde onu kaybediyordum.
Kadın tekrar dizine yüz üstü yatırıp aynı şeyi tekrar ettiğinde eline gelen cismi kenara aldı ve oğlumun nefesleri geri geldi. Balamir'i tekrar bize çevirdiğinde yüzü normal haline dönmeye başlamıştı. Fakat korkudan öyle güçlü ağlıyordu ki sakinleştirmek mümkün değildi.
"Kraliçe Ahilia!"dedi hanım annem bayılacak gibi bir sesle, "Torunumun hayatını kurtardın. Dile benden ne dilersen." Kraliçe Balamir'i yatıştırdıktan sonra bize döndü. Gözlerinde panik vardı. O da korkmuştu.
"Çocuğa dikkat edin. Başka bir dileğim olamaz."dedi ve derin bir nefes verdi. İdil Balamir'i aldığı gibi kucağına bastırdı.
"Oğlum, canım oğlum." Kraliçe'nin kenara bırakığı cisme baktığımda kocaman bir cam boncuk olduğunu gördüm. Bunu nasıl bulmuştu?
"Aklın nerede Esil Hatun?"diye bağırdım birden. "Tiyatroyu çocuklar izlesin diye yaptılar! Sen de izle diye değil!"
"Fark edemedim hanzadem. Her şey bir anda oldu."
"Fark edeceksin! Sana gözünü üstünden ayırma dendiyse gözünü üstünden ayırmayacaksın!"
Suna, "Geçti gitti Hanzadem. Sakin olun. Hatun böyle olsun ister miydi?"
"Gözardı ettiği hanedan kanı! Her şeyden önce benim canım!"
"Haklısın." Gözlerimi devirdim öfkeyle.
İdil'in kucağındaki oğlumun başını okşadım. Kucağıma alıp sıkıca sarıldım. Ya oğlumu kaybetseydim? Ya bir kez daha evlat acısıyla sınansaydım? Bu acıyı nasıl kaldırırdım? "Geçti oğlum. Geçti canım. Anneyle baba yanında."dedim usulca. Sakinleşmişti. Burnunu çekiyordu sadece. Kraliçeye döndüm. "Oğlumun hayatını kurtardınız. Çok teşekkür ederim. Bana dünyaları verdiniz."
"Herkesin yapacağı şeyi yaptım Hanzade Korkut. Balamir artık iyi. Bir süre sakince oturursa iyice kendine gelir. O da çok korktu." Kenara koyduğu bilyeye baktı. "Çocukların oynadığı şeylere dikkat etmek gerek." İdil de ben de sertçe Esil'e döndük. Kız perişan haldeydi. Başını öne eğmekten başka bir şey yapmıyordu.
"Biz odamıza çekilelim. Ağır bir olay atlattık."dedim.
Han babam öne çıktı, "Tez hazırlık yapılsın yarın torunum için kurbanlar kestireceğim, sadakalar dağıtacağım Büyük bir felaket atlattık."
"İyi bir karar."dedi hanım annem. Balamir'in başını okşadı şefkatle. Alnından öptü. "Ulu Tanrı onu bize bağışladı."
Odamıza geçtiğimizde İdil'in sinirleri boşaldı ve hüngür hüngür ağlamaya başladı. Balamir'e sıkıca sarılıyordu. Onu yatıştırmam uzun sürdü. Sakinleştiğinde Balamir'i uyuttu ve kollarıma uzandı. "Oğlumuza bir şey olsaydı ne yapardım?"diye fısıldadı. "Yaşayamazdım bu acıyla."
"Şşş, geçti İdil. Atlattık. Oğlumuz hayatta."dedim saçlarını okşayarak.
Oğlumun moraran yüzü gözlerimin önünden hala gitmiyordu. Korkunç bir andı. Balamir'i kaybetseydim ne hale gelirdim bilmiyordum. İdil'i yatıştırmaya çalışıyordum fakat ben de farklı değildim. Belki kısa sürmüştü fakat bana bir ömür gibi gelmişti. Şimdi ise yatağında usul usul uyuyordu oğlum. Dudakları güldüğüne göre güzel bir rüya görüyor olmalıydı. Onun için hava hoştu. Geçmiş gitmişti. Bizim için durum birkaç gün daha geçecek gibi değildi. Derin bir nefes aldım. Ulu Tanrım, beni bir kez daha evlat acısıyla sınama.
***
-Korkut bölümünü nasıl buldunuz? İki senelik süreç onda etkilerini göstermiş mi?
-Korkut ve Toygar ilişkisi nasıl? Ulaş'la birlikte çok hoş bir üçlü oluyorlar bence. Siz ne düşünüyorsunuz?
-Korkut ve İdil ilişkisi nasıldı? Korkut'un oğluna düşkünlüğü hakkında ne düşünüyorsunuz?
Sonraki bölüm Suna'dan olacaktır.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top