2.29. Tesadüf
1419 Senesi - Yaz Mevsimi
ASPARGON HANLIĞI
Bozyurt Şehri - Bozbey Kalesi
Hanzade Toygar
Yazın son günlerini yaşıyorduk. Bozyurt'a güz her zaman erken gelirdi. Yapraklar sararmaya başlamış, hava iyiden iyiye serinlemişti. Yol arkadaşlarımla avdan dönüyorduk. Yabani geyik vurmuştum bir tane. Bu gece yemek belliydi. Alperen yanımda sürüyordu atını. Diğerleri arkamızdaydı. Dış meseleler hakkında konuşuyorduk. Hasbükan sınırında hareketlenmeler yaşıyorduk bazen. Askerlerimiz hadlerini bildiriyorlardı fakat bazı isyancılar pes etmiyordu. Konuyla ilgili düzenli raporlar gönderiyordum Altınova'ya. Fakat henüz kesin çözüme dair bir hamlemiz yoktu. Belirsizliklerden hoşlanmıyordum. Hasbükan'ın duracağı yoktu. O halde durdurulmalıydı.
"Sence ne yapılmalı Alperen?"diye sordum uzun konuşmamızın sonunda.
"Hanzadem bence en iyi cevap askerî gücümüzü göstermek. Zaten kuzey sınırında Gerbena ile uğraşıyor. Bir de bize bulaşmaya cesaret ediyor. Soydaşımız olsalar da düşmanlık eden düşmanımızdır."
O da benim gibi düşünüyordu. "Halka yazık. Öyle bir hanın altında sürekli artan vergilerle eziliyorlar. Akın Han başa geçerken sadece abisini devirmeyi planladı. Gerisini düşünmedi. Han olmak kolay mı?"
"Değil elbet. Her taht değişiminde yeni han kendini ispatlamak zorundadır. Bunun yolu da fetihlerden geçer. Hasbükan ise bu fetihleri Gerbena, Tipkos veya Sarun'a yapacağına bizimle uğraşıyor."
Başımı aşağı yukarı salladım. Han abim henüz bir fetih hazırlığı yapmıyordu. Fakat önce iç sorunları halletmesi gerekiyordu. Kisre ve Silistros meselesi kökünden çözülmedikçe dışarı açılmak mantıklı değildi. Fırsatçı Melbros ordularımızın uzaklaşmasını kendi lehine kullanır iki şehri de fethederdi.
"Sence bizim ilk fetihimiz nereye olmalı?"diye sordum. Alperen'in askerî zekası kuvvetliydi. Doğal bir yetenek gibiydi. Zamanla düşünceleri daha olgunlaşmıştı ve onunla bu tür sohbetler etmek hoşuma gidiyordu.
"Belli değil mi Hanzadem? Hasbükan fethedilmeyi hak ediyor."
Haklıydı. "Önce Melbros'a haddini bildirmek olmaz mı? Baksana yıllardır durulmadılar."
"Melbros gereksiz bir uğraş olur. Ben Kisre ve Silistros'un bize bağlı kalacağını düşünüyorum. Vilayetlere sızan casuslar temizlenirse halk rahata erer. Kurunun yanında yaşın yandığı bir durum."
İşte bu yüzden seviyordum Alperen'i. Açıkça görebiliyordu bazı şeyleri. Kisre'ye giden orduda bulunması pek çok yarar sağlardı. Fakat han abim bunun için Gökben'i ve ordularının Baş Komutanı Ulaş amcamı tercih etmişti. Gökben Hatun'u severdim. Dişliydi. Yıllar önce Altınova'da çıkan isyanda abimi keskin ok atışıyla kurtarmıştı. Bizim saray hatunları gibi değildi. Eli kılıç tutuyordu. Oradan başarıyla döneceğini umuyordum.
Belki sonra Hasbükan'a güzel bir sefer düzenlerdik. Hiç sefere katılmamıştım. Han abim han babamla Artena Seferlerinin ikisine de katılmıştı. Bu konuda tecrübeliydi. Ben de savaşta tecrübe kazanmak istiyordum, hanlığımın başarılı hanzadelerinden biri olmak istiyordum. Han değildim belki ama orduları komuta edebilirdim.
Sarayda böyle oturmak hoşuma gitmiyordu. Sık sık ava çıkarak, askerlerle talim yaparak kendimi oyalıyordum. Her hanzade gibi benim de bir kurultayım vardı. Fakat kurultay bana çok sıkıcı geliyordu. Politikayı danışmanlar yapsındı. Ben kılıç kuşanıp düşmanla çarpışmak için yaratılmıştım. İliklerimde hissediyordum bunu.
"Hanzadem." Arkamızdan seslenen yol arkadaşlarımdan Kartal Bey'di. Bozyurt'un ileri gelen ailelerinden Şahinoğlu ailesindendi. İyi bir okçuydu. Hançerle marifetli hamleler yapardı. Yanımda taşıdığım şahin armalı aile hançeri onun hediyesiydi. "Konuştuklarınızı işittim. Yiğit bir hanzade olarak sefer isteğinizi görüyorum. Kisre ve Silistros meselesi çözüldükten sonra sıra Hasbükan'a gelecektir. O vakit yiğitliğinizi er meydanında dilediğinizce gösterirsiniz. Kubat Han'ın torunları dedelerinin adına yaraşır işler yapacaktır."
Han babamın seferden uzak yaşamı halkın dilindeydi. Tarihinde büyük zaferler bulunan hanlığımızın en savaşsız geçen dönemi han babamla olmuştu. Yaşantısına sadece Artena Seferlerini sığdırmıştı. Fakat dedem Kubat Han çok daha fazla yer fethetmişti. Şimdi ise bu durum bizlerin Yaman Han'ın oğulları değil de Kubat Han'ın torunları olarak anılmamıza sebep olmuştu.
"Hanımızdan gelecek haberi heyecanla bekliyorum Kartal Bey."dedim. Yolumuza devam ettik. Saraya vardığımızda avlarımız mutfağa teslim edilirken ben de hamama gittim. Epey kirlenmiştim.
Hamam hazırlığı bittiğinde içeri girdim. Meyve tabakları, şarap sürahisi, hatunlar hazırdı. Gözleri yerde beni bekliyorlardı. İçeri girdim. Yerime oturdum. Hatunlar bedenimi ıslatmaya başladı. Suyun her akışında tenimde kuruyan ter gidiyor, rahatlıyordum. Hatunlardan biri saçlarımı yıkarken diğeri bedenimi sabunluyordu. Son durulamadan önce kapının açıldığını duydum. Gözlerimi araladım. Belgin üzerinde havluyla yanıma gelmişti.
"Buradan sonra ben devam ederim. Siz çekilebilirsiniz."dedi kızlara. Kızlar önce Belgin'e sonra bana baktı. Başımla onaylayınca ellerindekileri bırakıp çıktılar. Kapı tekrar kapandığında Belgin yanıma yaklaştı. "Hanzadem, vurduğun geyiği gördüm. Marifetlerin dillere destan oluyor." Tahta tası alıp suya daldırdı ve saçlarımdan aşağı dökmeye başladı. Narin elleri saçlarımın arasında gezindi. "Yemekten önce biraz dinlenmek istemez misin?"diye fısıldadı. Bedenimdeki köpükleri güzelce yıkadıktan sonra elleri omuzlarıma gitti. Ovmaya başladı.
"İşlerim var Belgin."dedim. Elleri bedenimde gezintiye çıkmıştı. Israrcı davranacağı belliydi. "İşlerimi hallettikten sonra uzanacağım. Sen de odana geç." Ayağa kalktım.
"Toygar."dedi arkamdan. Ona döndüm. Yavaş adımlarla yaklaştı. "Seni gücendirecek bir şey mi yaptım?"
"Hayır. Sadece işlerim var."
"Eskisi kadar sık çağırmıyorsun beni. Aynı çatı altında sana hasret kaldım. Sen yokken bu kale bana zindan oluyor."
Derin bir nefes aldım. Gözlerinde kırgınlık vardı. Fakat işlerin bu hale gelmesi onun suçuydu. Ben ona aşık olmuştum. Ya da öyle sanmıştım. O duygularım güzeldi. Sancağa çıktıktan sonra da devam etmişti uzun bir süre için. Oğlumuzu kucağımıza aldığımızda kat kat artmıştı. Derken Belgin değişmeye başlamıştı. Yanımda olmak ona yetmez olmuş, saçma sapan düşüncelere kapılmıştı. Düşüncesi bile idama sebep olacak şeyleri dile getirir olmuştu. Böyle oldukça gözümdeki masumluğu gitmişti.
"Yorgunum."dedim gözlerine bakarak. "Sen evladımızla alakadar ol."dedim ve çıktım.
Odama geçtiğimde üzerimi giyindim. Yatağıma uzandım bir müddet. Baş ucumda Tarihi Zaferler isimli bir kitap vardı. Üzerinde yaşadığımız kıtada bulunan tüm ülkelerin tarihinde gösterdiği efsanevi zaferleri anlatıyordu. Her biri okurken insanı heyecanlandıran zeka timsali zaferlerdi. Bir gün ben de tarihe adımı bu şekilde yazdırabilir miydim acaba? Ulaş Amcamdan sonra Aspargon'un Baş Komutanı olabilir miydim? Olurdum elbet. Kendimi bu hususta en iyi şekilde eğitiyordum. Han abim vakti geldiğinde bu görevi bana verecekti.
Yemekten önce yanıma Simay geldi ikizlerle. Tatlı gülümsemesi içimi ısıtmıştı. Önümde reverans yaptıktan sonra, "Hanzadem çocuklar sizi özlemişti. Avdan döndüğünüzü öğrenince yanınıza getirmek istedim."dedi.
"Gelin bakalım canlarım."diyerek kucak açtım ikisine de. Kızım Gülsema bir yanımda oğlum Gültekin diğer yanımdaydı. Sıkıca sarıldım ikisine de. "Sen nasılsın Simay?" Onun haremde bulunması çok iyi olmuştu. Dostluğunu seviyordum. Simay'la çocukluğumuzdan beri tanıyorduk birbirimizi. Onun haremdeki varlığı benim için rahatlama sebebiydi.
"İyiyim Hanzadem. Çocuklarla alakadar oluyorum. Diğer yandan Şahinoğlu ailesinden Feride Hatun'la hayır işleriyle uğraşıyoruz. Bir vakıf kurmak istiyoruz fakat önce sizinle konuşmak istedim."
"Neler planlıyorsunuz bu vakıfla?"
"Durumu iyi olmayan ailelere yardım. Evsizlere ev, aş. Eğitim göremeyen çocuklar için olanak sağlamak istiyoruz. Tabi hepsi tek seferde olmaz. Fakat bir yerden başlamak gerek."
"Güzel düşünmüşsün. İznim vardır. Gerekli evrakları hazırlayıp getirirsin." Sıcacık gülümsedi.
"Teşekkür ederim Hanzadem."
Bir müddet daha odada kaldım. Simay'la sohbet ettim. Evlatlarımı sevdim.Yemek için çıkacağımız sırada kapım çaldı. Gelen Derman Ağa'ydı. "Hanzadem Hasbükan elçileri Aspargon'a gelmişler. Altınova'dan önce buraya gelmek istiyorlarmış." Kaşlarım çatıldı. Bir an Simay'la bakıştık. O da benim gibi şaşırmıştı buna. Daha bugün Hasbükan'a sefer yapılması gerektiği hakkında düşünürken elçilerin Aspargon'a gelmesi ilginç bir tesadüf olmuştu. Demek Akın Han Gerbena ile halledemediği problemler sonunda nihayet bizden yardım istemeye karar vermişti.
Elçileri kabul edecektim. Usulünce ağırlayacaktım. Ne için geldiklerini daha iyi görürdüm. "Gelsinler bakalım Derman Ağa. Yarın burada olurlar. Canan Kalfa'yla konuşun, hazırlıkları ona göre yapın."dedim ve çıkacakken Simay'ın,
"Hanzadem,"demesiyle duraksadım. Konuşmak için Derman Ağa'nın çıkmasını bekledi. Sonra gözlerime baktı. Yüzünde endişeli bir ifade vardı. "Elçilerin Altınova'dan önce buraya gelmeleri doğru olur mu?"diye sordu. Kaşlarım çatıldı.
"Neden yanlış olsun?"
"Korkut Han'la aranızda fitne çıkarmak isteyen çok. Bunu kullanabilirler."
"İnsanlar kendi işine baksın Simay. Hanlığımın meşru hanzadesi olarak konuklarımızı uygun şekilde ağırlamakta bir yanlışlık görmüyorum."
"Sen en iyisini bilirsin."dedi başını öne eğerek. Benim için endişelendiğinin farkındaydım fakat yersiz bir endişeydi bu. Bozyurt, sınırdan sonra geçecekleri ilk vilayetti. Yolları daha temizdi. Uçsuz bucaksız ormanlar yoktu. Hem önce burada konaklamak istemeleri işime gelirdi.
Birlikte yemek salonuna girdik. Belgin oğlumla birlikte çoktan gelmişti. Oğuz saygıyla izliyordu beni. Ben gülümseyince o da gülümseyerek karşılık verdi. Yer sofralarında oturan diğer hatunların arasından geçip masaya oturduk. Simay ve ikizler bir yanımda, Belgin ve Oğuz diğer yanımdaydı.
Belgin koyu kahve saçlarını bukle bukle omuzlarından bırakmış, başının üstüne zümrütlerle süslü bir taç yerleştirmişti. Ela gözleri sürmeyle boyanmış, dudakları renklenmişti. Koyu yeşil elbisesi altın işlemelerle süslenmişti. Güzelliği daimiydi. Gülümseyerek bakıyordu. Fakat bazı şeyler artık geride kalmıştı.
"Hanzadem, duydum ki Hasbükan elçileri buraya gelecekmiş. Onlarla en iyi şekilde ilgilenmek isterim."dedi.
Simay gözlerini kısmış onu izliyordu. Fakat önce benim konuşmamı bekliyordu. "Memleketinden geliyorlar sonuçta."dedim. Bir parça eti ağzıma attım. Sonra, "Hazırlıklarla Simay'la birlikte ilgileneceksiniz."dedim. Bu defa Belgin'in kaşları çatılmıştı. "Hanedanlık Sarayı'ndan önce buraya geliyorlar. Sıradan bir hanzadenin kalesine gelmediklerini görsünler."
Simay, "Nasıl istersen Hanzadem."
Belgin, "Tek başıma üstesinden gelebilirdim."
"Biliyorum. Yine de ikinizin işbirliği içinde olduğunu görmek istiyorum."dedim gülümseyerek. Asıl amacım Simay'ın Belgin'i gözlemlemesiydi. Elçiler muhakkak onunla da iletişim kurmak isteyecekti. Akın Han Belgin'in annesini, babasını, kardeşini öldürmüş olabilirdi fakat yeğeninin akıbetiyle de ilgilendiğini düşünüyordum. Kim bilir belki onu casus olarak kullanmak isteyecekti. Belgin bana ihanet eder miydi? Sanmam. Fakat aklındaki olmayacak fikirler için amcasıyla iletişim kurmak isteyebilirdi. Bu sadece onu ve beni değil Simay ve evlatlarımı da tehlikeye atardı.
Ertesi sabah gözlerimi araladığımda kendimi durgun hissediyordum. Sakindim. Derin nefesler alıyordum. Düşünüyordum. Sanki herkes için her şey yolundaydı. Benim içinse bir şeyler eksik gibiydi. Son günlerde bu duyguya daha sık kapılıyordum. Zaman geçtikçe kendimi amaçsız hissediyordum. Burada beni meşgul eden görevlerim vardı fakat bir şeyler tam değildi. Bu kaleye tıkılıp kalmak bana göre değildi. Kisre meselesinin çözülmesini istiyordum artık. Böylece bir sefer kararı çıkardı belki. Ben de ordumla han abimin yanında savaşırdım. Olduğum yerde saymak bana göre değildi.
Odamın kapısı çalındığında gel dedim ve yataktan çıktım. Canan Kalfa'ydı gelen. Hazırlıklar için konuşacaktı muhtemelen.
"Elçiler geldi mi?"diye sordum.
"Bozyurt'a girmişler. Şimdi Derman Ağa'dan haber aldım."
"Güzel. Son kontrolleri yap."
"Sabah yaptım. Zadesenler iyi iş çıkarmış. Ufak tefek atışmalar olsa da hazırlıklara yansımamış."
Derin bir nefes alıp verdim. "Tamam. Ben de hazırlanıp inerim aşağı."dedim ve kalfa odadan çıktı. Ben de hazırlanmaya başladım. Koyu gri bir takım giydim. Üzeri altın işlemeliydi. Yakası süslüydü. Yakut taşlı bir yüzüğü baş parmağıma taktım. Yakut Asperan Hanedanlığının sembolüydü. Resmi görüşmelerde hanedan üyeleri yakutu sık sık kullanırdı. İşaret parmağımdaysa oniks taşlı başka bir yüzük vardı.
Öğlene kadar kurultaydaydım. Sıradan meselelerden sonra elçilerin gelişiyle ilgili konuştuk uzun uzun. Kimileri Akın Han'ın yardım isteyeceğini söylerken kimileri bunun bir aldatmaca olduğunu düşünüyordu. Ben iki ihtimali de düşünüyordum. Akın Han hem zordaydı hem de hileyle toprak alma peşindeydi. Fakat elinde hiçbir koz yoktu bunun için. Bu sebeple bizimle iyi geçinme yolunu seçecekti. Fakat onlarla barışın mümkün olacağına inanmıyordum. Akılsız bir adamdı bana göre. Yıllardır süregelen barışı bozmuştu. Bugünden sonra onlarla barışı sürdürmek mümkün değildi.
Danışmanlarımdan Kartal Bey söz istediğinde konuşmasını söyledim. "Hanzadem, elçilerin Altınova'dan önce buraya gelmeleri sizi ne kadar ciddiye aldıklarını gösterir. Bu iyi bir şey."
Yılmazer ailesinin üyesi olan Demir Bey söze karıştı. "Aspargon'un kıymetli Hanzadesini elbette ciddiye alacaklar. Hanzademiz Toygar ne kadar yiğit olduğunu göstermekteyken ciddiye almamaları hata olurdu. Hasbükan sınırı Hanzademizin elinin altında. Ters bir durumda müdahale etme yetkisi var. Elbette önce buraya geleceklerdi."
Kartal Bey gözlerini devirdi. Demir Bey'le pek geçinemezlerdi. "Ben de farklı bir şey söylemedim zaten Demir Bey."dedi sertçe.
Demir Bey ters bakışlarını ondan ayırmadan konuştu. "Kötü niyetli kimseler sözlerinizden han dururken hanzadeyi daha ciddiye aldığını çıkarabilir." Gene gelmiştik bu konulara. Kaşlarım sıkıntıyla çatıldı.
"Kim neyi yanlış anlayacak Demir Bey?"dedim araya girerek. "Han abime sadakatim ortada. Elçiler buraya gelmek istemiş, red mi etseydim? Usül neyse ona göre karşılanacaklar."
"Elbette sadakatiniz ortada fakat fitne sokmak isteyenler olabilir. Temkinli olmakta fayda var."
"Basit bir karşılamada daha nasıl temkinli olmalıyız?"dedim sabırla nefes vererek.
"Eğlence olacakmış. Eğlence olmadan, sade bir yemekle karşılanabilirler."
Kartal Bey alayla güldü. "Aspargon Hanzadesi elçileri sıradan bir vali gibi mi karşılasın? Kaldı ki valiler bile yeri gelince misafirleri için eğlence düzenliyor."
"Kartal Bey haklı."dedim. "Birileri buluttan nem kapacak diye küçük duruma düşecek değilim. Konu kapanmıştır. Meclis dağılsın." Herkes çıktıktan sonra koltuğumda arkama yaslandım.
Canım sıkılıyordu bu durumlara. Her an tetikte yaşamak çok bunaltıcıydı. Her an her kelimeme her hareketime acaba yanlış anlaşılır mı diye dikkat etmek yorucuydu. Önceleri böyle değildi. Han abim veliaht olduğunda kendimi önemsiz hissetmiştim bir müddet. Fakat sonra asıl şimdi özgür olduğumu düşünmüştüm. Abim koca bir hanlıkla uğraşırken ben rahat olacaktım. Kimse canımı sıkmayacaktı. Fakat abim han olunca işler daha beter oldu. Sürekli uyarılar eşliğinde yaşıyordum. Han abimin iktidarını tehdit edecek hiçbir şey yapmıyordum. Han abimin de böyle şeylere itibar etmeyeceğini biliyordum. Yine de canım sıkılıyordu işte. Han olmak değil de, han kardeşi olarak hayatını sürdürmek daha meşakkatliymiş onu anladım. Her an tehdit olarak görülme ihtimali insanı delirtiyordu. Abimle ilişkimize güvenim tamdı. Aramıza kimse giremezdi. Fakat içimde ufak bir yan acaba diye düşünmeden edemiyordu. Ya birileri han abimi bana karşı kışkırtırsa?
Bu düşüncelere girince çıkmak hiç kolay değildi. Bu sebeple kendimi düşünmekten ben alıkoymak zorundaydım. Kurultay odasından çıktım. Hazırlıkları denetlemeye gittim. Belgin mutfaktaydı. Özel Hasbükan yemekleri hazırlatıyordu. "Hanzadem."diyen sesle arkamı döndüm. Simay karşımdaydı. "Ben de hazırlıklara bakmaya gelmiştim."dedi. Krem rengi bir elbise giymişti. İnci kolyesi boynunu süslüyordu. Başında da incilerle süslü bir taç vardı.
"İyi etmişsin."dedim ve Simay yanımıza geldi. Belgin kaşları havada ona bakıyordu.
"Her şeyle ben ilgileniyorum Zadesen Simay. Merak etme."dedi.
Simay, "Eminim memleketinden gelen elçileri görmek için heyecanlısındır. Yine de sofrada fazla Hasbükan yemeği yok mu? Onların bizden bir üstünlüğü mü var da yaranmaya çalışır gibi seçmişsin yemekleri."dedi. Bir de hatun atışmaları vardı böyle.
Belgin öfkeyle soludu. "Ne kadar anlamsız konuşuyorsun Simay. Bizim yemeklerimiz de olacak merak etme."
"Aspargon yemeklerini Hasbükan sofrasına meze etmişsin."
"Her şey güzel görünüyor."dedim. "Elçiler gelmek üzeredir. Zaten önce odalarına çekilirler. Akşama kadar bizim yemeklerimiz de yetişir."dedim Belgin'e bakarak. Bir şey demeden baktı bana. Sonra,
"Elbette Hanzadem."dedi.
"Nasıl davranmanız gerektiğini benim anlatmama gerek yok diye düşünüyorum. Biriniz eski Hasbükan handanı biriniz Çelebilerin kızısınız. Aile eğitimleriniz gözetilerek haremimde yerinizi aldınız. Basit hatunlar gibi harem münakaşaları görmek, duymak istemiyorum."dedim ve mutfaktan çıktım. Basit harem kavgalarının benim haremimde işi yoktu. Gözde hatunlar bile soyu sopu belli ailelerdendi. Zadesenlerim en kıdemlileriydi. Kendilerine uygun davranmak zorundaydılar.
Derman Ağa'yı buldum. Odaların hazırlığını sordum. Her şey hazırdı. Misafirlerin gelmesi yakındı. Şimdi bekleme vaktiydi. Ben de bu sırada odama geçip kitap okurdum. Tarihi Zaferler kitabının altındaki diğer kitabı aldım bu defa. Bir Güneşin Doğuşu isimli bu kitap Aspargon'un kuruluşunu ve o zamandan bu zamana yaptığı savaşları anlatıyordu. Eğitimim sırasında bunları öğrenmiş olsam da hikayeleştirilmiş biçimde okumak daha çok hoşuma gidiyordu. Üç küçük vilayetin saygın beylerinin bir araya gelmesiyle kurulan bu hanlık destanlarla doluydu. Hanzadeler Savaşları, Handanlar Savaşları, çeşit çeşit zaferleri okudukça içimin coşkuyla kaplandığını hissediyordum. Üstelik ders çıkartılacak önemli hususları da zihnime işliyordum. Kardeş savaşlarının hanlığı defalarca yıkılmanın eşiğine getirdiği açıktı. Bir kez daha benzer şeyler yaşanmamalıydı. Kardeşler her daim sırt sırta olmalıydı.
Elçilerin geldiği haberini alınca odamdan çıktım. Karşılama salonuna gittim. Belgin de bana eşlik etmek üzere salonda hazır bekliyordu. Koyu yeşil başka bir elbise giymişti bugün. Omuzları açıktı. Saçları omuzlarına dökülüyordu. Parmağında zümrüt yüzük vardı. Benden hemen sonra Simay da salona girdi. Bej rengi elbisenin içinde ay gibi parlıyordu. Boynunda lale desenli bir kolye vardı. Bukleli saçları arkasında toplanmıştı. Belgin onu görünce kaşlarını çatmıştı. Fakat bir şey dememişti. Sonuçta Baş Zadesen'im değildi. İkisinin de konumu eşitti. İstesem şimdi bile eşlik etmelerine müsaade etmeyebilirdim.
Tahta koltuklarda yerimizi aldık. Sağımda Belgin, solumda Simay oturuyordu. Bir müddet sonra elçiler salona alındı. Siyah pantolonlar, krem rengi gömlekler ve koyu yeşil işlemeli ceketler giymişlerdi. Şapkaları da ceketleriyle aynı renkteydi. Siyah işlemeler arasında zümrüt taşları vardı. Önümüze geldiklerinde baş selamı verdiler.
"Hoş geldiniz Ardıç Bey ve Çınar Bey."dedim.
Ardıç Bey, "Hoşbulduk Hanzade Toygar. Sizi kalenizde ziyaret etmek bizim için onurdur."
Çınar Bey, "Sizin için hediyeler getirdik. Takdim etmek isteriz." Başımla onayladım. İçeri üç sandık alındı. Birinde Hasbükan yapımı silahlar, diğerinde her renkten kıymetli kumaşlar, sonuncusunda ise altın kaplamalı, zümrütlerle bezeli bardaklar vardı. Derman Ağa'ya döndüm.
"Sandıklarla ilgilenin."dedim. Derman Ağa başını aşağı yukarı salladı ve dışarı çıktı. Birkaç ağayla geri döndü ve sandıkları götürdüler. Bizim yakınımıza gelmeden önce iyice teftiş edileceklerdi. Bizim konumumuzdaki kişiler her daim tedbirli olmalıydı.
Çınar Bey, "Hediyeleri kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Sizin gibi kıymetli bir Hanzadeye eli boş gelmemiz yakışık almazdı."
"Uzun yoldan geldiniz. Sizin için hazırlanan odalarda dinlenin. Kullanmanız için doğu cephesindeki hamam hazırlatıldı. Akşam yemeğinde görüşürüz." Elçiler odalarına çekildikten sonra biz de salondan ayrıldık. Belgin benimle odama kadar geldi. Belli ki diyecekleri vardı. İçeri girince konuştu.
"Hanzadem, elçiler için yarın çarşıda bir gezi planladım. Onlara Bozyurt'un çarşılarını göstermek iyi olacak. Hem alışveriş yaparlar. Esnafın cebi dolar. Hasbükanlılar cömerttir."
"Güzel düşünmüşsün. Çarşımızı gezdiririz."
"Ben de katılabilir miyim bu geziye?"
"Elçilerle bu kadar yakın olman nasıl bir izlenim verir hiç düşündün mü?"
Kaşları çatıldı. Masumane bir tonla devam etti. "Aspargon Hanzadesinin ilk Zadesen'i üzerine düşeni layıkıyla yapıyor denir."
Kaşlarım havalandı. Alayla güldüm. "Sadece bununla kalmayacağını ikimiz de biliyoruz Belgin. Geziye katılman uygun değildir."
Öfkeyle soludu. "Basit bir geziden neden bu kadar korktun? Her hareketin mercek altında olduğu için mi rahatsızsın? Han abinin basit bir hatunu isyan durdurmaya giderken senin Baş Zadesenliği hak eden hatunun elçileri neden gezdiremeyecekmiş?"
Tek seferde ne çok konuya değinmeye özen göstermişti. Fakat onun yemine düşecek değildim. "Han hatunu ile mi kıyaslıyorsun kendini?"
"Sen basit bir hanzade değilsin Toygar. Kendini her defasında basit görmene katlanamıyorum. Abine bir şey olsa başa küçücük Balamir'i mi geçirecekler? Yoksa yeni yürümeye başlayan Göktuğ'yu mu? Hangi halk hangi asker bebeklerin etrafında toplanır sen dururken? Bizim her şeye hazırlıklı olmamız lazım. Han abinin varisleri sancak yaşına gelene kadar bu ihtimale göre davranmalıyız. Bu tür bir şey olduğunda tecrübesiz hatunlara sahip tecrübesiz bir hanzade olarak mı anılmak istersin?"
"Böyle bir şey olmayacak Belgin. Hanım annemin vasiliğinde Balamir tahta geçecek. Kaldı ki Baş Hanzen İdil tecrübesiz bir hatun değil. Çocuk yaşta başa geçen hanlar olmuş ve yaşı gelene kadar kurultay devlet idaresinde öne çıkmış."
"Gerçekten buna inanıyorsun yani."dedi hayretle. "Bir şey diyemiyorum."dedi ve odadan çıktı.
Yine içimi daraltmayı başarmıştı işte. Her ihtimali düşünmek iyiydi güzeldi fakat alelade dile getirmek doğru değildi işte. Han abimin ölümünü düşünmek ihanet gibi geliyordu. Elbette kimse ölümsüz değildi. Her şey olabilirdi. Fakat açıkça düşünmek canımı sıkıyordu. Üstelik yedek han olma fikri beni rahatsız ediyordu. Ona bir şey olursa ihtimaline göre yaşamak bana göre değildi. Üstelik kurallar vardı. Veraset sistemi belliydi. Hakkın bana geçebilmesi için han abimin hiçbir evladının olmaması gerekiyordu. Henüz evli olmasa da öncelik Baş Hanzen'in hanerinde olurdu. Balamir'e bir şey oldu desek diğer hanerlere bakılırdı. Göktuğ'dan sonra Aydan ve sonra Defne gelirdi. Dört yeğenimin hayatlarını göz ardı edecek ya da haklarını gasp edecek değildim.
Akşam yemeğinden önce kardeş savaşlarını gözden geçirdim tekrar. En şiddetli savaşların evliliğin gerçekleşmediği dönemlere denk gelmesi manidardı. Han abim evlilik kararsızlığını uzatmaya devam ederse ileride evlatlarının her biri tahta geçmek isteyebilirdi. Haner ve haneş makamları geçici olarak kullanılıyordu şu anda. Fakat hiç kimse hanzade ve handan gibi üstün değidi.
Yemeğe indiğimde elçiler dinlenmiş bir şekilde sofraya gelmişti. İki hanlığın özel yemeklerinden oluşan sofraya beğeniyle bakıyorlardı. Yerlerini aldıklarında eğlenceler de başladı. Müzik eşliğinde dans eden hatunlar önümüzdeydi. Elçilerin keyfi hatunların güzelliğiyle iyice yerine gelmişti. Önlerine gelen gümüş sürahilerden bardaklarına şarap dökerlerken gülümsüyorlardı.
Yemek ilerledikçe konular derinleşti. "İki soydaş hanlığın düşmanlık içinde olması doğru değil."dedi Çınar Bey. Diğerinden daha uzundu. Aynı zamanda daha esmerdi. "Sizce de öyle değil mi Hanzade Toygar?" Amaçları ittifaktı demek. Gerbena onları iyi zorluyor olmalıydı.
"Akın Han başa geçtiğinde merhum han babama ittifak anlaşması göndermedi."
"Yaman Han da Akın Han'ı tanımadı."
"İsyanla başa geçip, ittifak içinde olduğumuz Alkan Han'ın katilini neden öylece tanısın? Ayrıca ittifağa ihtiyacı olan biz değil sizsiniz."dedim. Elçilerin yüzleri ekşidi.
Ardıç Bey bardağını masaya bıraktı. "Soydaşlar her daim birbirini desteklemiştir. İlgerun bile bizimle ittifak içinde. Siz soyunuza ihanet ederek Arbatun'u, Simir Makos'u kendinize dost edindiniz." Şarap fazla çarpmıştı. "Kendi kanınızı oralara sattınız." Fakat bu kadar ileri gitmesine müsaade edecek değildim.
"Orada dur Ardıç Bey! Ağzından çıkanı kulağın duysun!"
Çınar Bey, "Siz onun kusuruna bakmayın. Şaraptan hemen etkileniyor."diyerek ortamı yatıştırmaya çalışsa da yüz ifademdeki katılık değişmemişti. Arkadaşını dirseğiyle dürttü. Sonra ceketinin cebinden bir kutu çıkardı. Gözleri benden Belgin'e gitti. "Akın Han'dan yeğenine küçük bir hediye getirdim." Sonra bana döndü. "İzniniz olursa takdim etmek isterim."
Öfkem tam geçmemişti. Fakat başımla onaylamıştım. Elçi yerinden kalkıp Belgin'in önüne geçti. Kutuyu açtı ve masaya bıraktı. Belgin donuk bir ifadeyle kutudaki yüzüğe bakıyordu. Zümrüt gözlü, kıvrımlı altın bir yılan vardı. Benim de kaşlarım çatılmıştı. Bir hatun için tuhaf bir seçimdi. Bu ne anlama geliyordu?
Belgin kutuya uzandı. O anda bileğini tuttum. Şaşkınlıkla bana döndüler. "Önce gerekli tetkikler yapılsın. Sonra yüzüğü istediğin gibi incelersin."dedim. Çınar Bey'in şaşkınlığı iyice arttı.
"Öz amcasının yeğenini böyle ulu orta zehirleteceğini mi düşünüyorsunuz?"
"Öz amcası öz abisini, eşini ve öz yeğenini gözünü bile kırpmadan katletmişken evet bu ihtimali düşünüyorum."dedim ve şarabımdan bir yudum içtim. "İktidar yolunda ne oyunlar döndüğünü herkes bilir."
"Fakat Belgin Hatun bir han hatunu bile değil. Onu neden tehlike olarak görsün?"
"Hanzade hatunu olması bile bu ülkedeki önemini yeterince gösteriyor. Han hatunu olmasına gerek mi var?" Sert bakışlarım karşımdaki adamı rahatsız etmişti. Etmeliydi de. Tehlike olarak görmüyorsa bile ittifak olarak görüyor olabilirdi. Bu da hepimizi tehlikeye atardı. Akın Han'ın ittifak kurması gereken kişi han abimdi. Belgin değil.
Çınar Bey, "Öyle demek istemedim. Elbette Belgin Hatun burada belli bir kıdeme sahip. Ben sadece masum bir hediye demek istemiştim."
Belgin boğazını temizledi. Önce bana sonra Çınar Bey'e baktı. "Teşekkür ederim Çınar Bey. Amcama teşekkürlerimi iletirsiniz."dedi ve konu dağıldı. Çınar Bey yerine geçti. Yemeğe devam edildi. Tabii şarap sürahilerinin biri gidip diğeri geliyordu. Misafirlerimize özellikle daha tesirli şaraplar getirtiyordum. Açık vereceklerse bu şekilde daha kolay olurdu.
Bir müddet sonra kahkahası masayı dolduran Ardıç Bey konuştu. "Burada harem hatunları misafirler karşısında da dans ediyormuş. Ne kadar ilginç. Hasbükan haremi dışarıya oldukça kapalıdır. Hanım ve handanlar bile çok zor görülür."
"Hususi hatunlarım burada değiller Ardıç Bey."dedim. "Dansçılar haremime mensup değiller."
"Ha öyle mi? Ben de şaşırmıştım. Cömertliğiniz bizi geçmiş diyecektim."
Çınar Bey'e sert bir bakış attım. Arkadaşını tekrar uyardı. Ardıç Bey ayağa kalkıp sahneye gitmeye yeltendiğinde "Biz artık yatalım."dedi Çınar Bey ve Ardıç Bey'i dışarı çıkarmaya çalıştı.
"Gece iyi istirahat edin."diye seslendim. "Sabah kurultaya katılmanızı istiyorum." Çınar Bey başıyla onayladı ve çıktılar.
Belgin yüzünde gülümsemeyle bana bakıyordu. "Bana temkinli olmaktan bahsederken elçileri kurultayına davet etmek ilginç bir hamle."dedi sessizce.
"Yanlış anlamlar çıkartılacak bir şey yok. Zaman zaman valiler de önemli kişileri görüşmeye çağırıyor."
"Sen sıradan bir vali değilsin zaten ve bu hamleni beğendim. Elçiler bir hanzadenin ne kadar etkiye sahip olduğunu görmeli. Hasbükan'da hanzade eğitimleri geride kalıyordu. Görüp amcama anlatsınlar. Kuzenimin sarayda kafes hayatı yaşadığına eminim."
"Belki bizi örnek alırlar diyorsun."
"Kim bilir."
Yemekten sonra odalarımıza geçtik. Çınar Bey ve Ardıç Bey'i düşünüyordum. Birbirlerinden çok farklılardı. Ardıç Bey'in dayanıksızlığı tecrübesizliğiyle ilgili olabilirdi ancak. Çınar Bey daha dirayetliydi. Fakat ittifak için burada oldukları belliydi.
Ertesi sabah kurultay toplandığında elçiler de masanın en sonunda yerlerini almıştı. Ardıç Bey mahcup görünüyordu. Görünmeliydi de. Çınar Bey dimdikti. Burada bulunmak ona ilginç gelmiş olmalıydı. Yine de dikkat kesilmişti. Sıradan konularla kurultayı açtık. Sonra konu sınır sorunlarına geldi. Hasbükanlı bazı isyancıların sınırımızda çıkardığı problemler konuşulurken elçiler gerilmişti.
Ardıç Bey söz istedi. "Hanzade Toygar, bu isyancıların Akın Han'la bir ilgisi olmadığını bilmenizi isteriz. İsyancılar yakalandığında idam edilecekler."
"Hanınızın haberi olmadan böyle bir şeye kalkıştıklarına göre Hasbükan'da işler düşündüğümüzden daha vahim demektir."dedim. Hemen yanımda oturan Kartal Bey alayla güldü.
Ardıç Bey gözlerini benden ayırmadı. "Kisre meselesi kadar vahim değil. Üstelik Akın Han isyancı sorunlarını bizzat çözüyor. Hatunlarını yollamıyor."
"Bizde hatun dediğin er gibidir Ardıç Bey. Yeri gelince kılıç da kuşanır savaşta orduyu da komuta eder. Hiç mi tarih bilmezsin? Aşina Hanım'ı ve kızlarını, sonrasında Şeyda Hanım'ı tekrar okumanı tavsiye ederim."
"Onlar hanedan kanı taşıyan hatunlardı."
"Gökben Hatun da hanedana yaraşır bir hatun."diyerek noktayı koydum. "Hasbükan isyancıları meselesi Akın Han tarafından çözülemiyor belli. Bu meseleyi siz çözmezseniz Aspargon çözecektir."
Çınar Bey araya girdi, "Korkut Han yerine siz mi karar veriyorsunuz Hanzade Toygar?"dediğinde gözlerim öfkeyle kısıldı. Bu adam buluttan nem kapanlardan biriydi. Fakat karşısında öfkeme hakim olmalıydım.
"Korkut Han'ın Bozyurt'taki askeri olarak size ne olacağını bildiriyorum sadece."dedim en sakin halimle. "Sınırda olan her türlü isyana müdahale etme yetkisi bizzat Korkut Han tarafından bana verilmiştir. İşler büyüdüğünde onay beklemeden sınıra gidebilirim demek oluyor. Ve ben Korkut Han'ı bir grup isyancı için meşgul etmem."
Ardıç Bey lafı geri aldı. "Müdahaleye gerek kalmadan bu mesele çözülecektir."
"Bunu göreceğiz."
Kurultaydan sonra çarşı gezisi vardı. Elçilerle aramızda mesafe oluşmuştu. Tavırlarını beğenmemiştim. Bu gece kalmalarını istemiyordum. Gezi boyunca Alperen'le adamları yakından izledik. Belgin'in dediği gibi elleri boldu. Fakat niyetleri temiz değildi.
Kaleye dönüş yolunda saray muhafızlarından oluşan bir grupla karşılaştık. Beni görünce durdular. İçlerinden biri öne çıktı. "Hanzadem biz de size geliyorduk."dedi ciddiyetle.
"Bir sorun mu var? Herkes iyi mi?" Aklıma ilk gelen evlatlarım olmuştu.
"Zadesen Belgin siz çıktıktan kısa bir süre sonra rahatsızlandı. Yapılan tetkikler sonucu elçilerden gelen yüzüğünde zehir bulundu."
"Hekimbaşı gerekli tetkikleri yapmıştı diye biliyorum."dedim ve elçilere döndüm. Şaşkınlık içinde bakıyorlardı bana. "Tutuklayın!"dedim sertçe. "Her şey açıklığa kavuşana kadar elçiler hiçbir yere gitmiyor!" Atımı hızla kaleye sürdüm.
Belgin'in odasına girdiğimde Belgin bembeyaz kesilmişti. Yatağında önünde bir kovayla oturuyor ve güçlü bir şekilde kusuyordu. Dudakları solmuş elleri titriyordu. Bedeni ter içindeydi. Kanına bir zehir yayıldığı belliydi. Hekimbaşı da odadaydı. "Derhal izahat ver Erman Efendi! Yüzüğü sen kontrol etmedin mi? Nasıl yüzükte zehir çıkar?"
"Kontrol ettim Hanzadem. Kendi üzerinde ve çırakların üzerinde bile beklettim bir müddet. Kimseye bir şey olmadı."
"Yüzüğün gizli bir bölmesi ya da gizli bir tuzağı mı varmış?"
"Hayır Hanzadem. Tekrar tekrar inceledim. Aynı tetkiklerden bir daha geçirdiğimde zehir ortaya çıktı. Sarayda sürülmüş olmalı."
"Yüzüğü Belgin'e kim teslim etti?"
Bu sırada odanın kapıları açıldı. Derman Ağa ve Canan Kalfa içeri girdiler. Derman Ağa, "Çıraklardan biri yok." Hekimbaşına döndüm.
"Leyla Hatun çarşıdan şifalı ot almaya gitmişti."dedi Erman Efendi donuk bir tonla. "Yüzüğü de dün o teslim etti Zadesen Belgin'e."
Öfkeyle soludum. "Nasıl böyle bir hata yaparsınız?" Canan Kalfa'ya ve Derman Ağa'ya döndüm. "Bu kaleye alınan herkesten siz sorumlu değil misiniz? Her şeyi ben tetkik edeceksem burada işiniz ne? Burnumuzun dibine kadar bir casus sızmış ve sizin ruhunuz duymamış!"
Canan Kalfa, "Hanzadem siz sancağa çıktığınızdan beri Leyla Hatun buradaydı. Hiçbir vukuatı olmamıştı."
"Bu daha berbat! Dört yıl boyunca sarayımda kimin casusu olduğu belli olmayan biriyle yaşamışım! Muhafızlar peşine düşsün! Bakılmadık yer bırakmasınlar o hatunu bulsunlar!"
"Müge Hanım."dedi Belgin yorgun bir tonla. Kaşlarım çatıldı. Bir ona bir odadaki herkese bakıyordum. Diğerleri de benim kadar şaşkındı. "Beni hiçbir zaman istemedi. Şimdi de eline geçen ilk fırsatta bunu kullandı." Öğürdü ve bir daha kustu. "Elçiler de gelmişken bir taşla iki kuş vurdu işte."
"Odadan çıkın."dedim sertçe. Herkes çıkana kadar gözümü Belgin'den ayırmadım. "Sen kimi suçladığının farkında mısın? Aspargon'un Büyük Hanımını suçluyorsun. Hem de elinde delil olmadan."
"O hatunu bulup konuşturursanız delil olacaktı. Fakat artık çok geç. Çoktan izini kaybettirmiştir."dedi acı bir tonla.
"Laflarına dikkat et Belgin. Bunlar çok ciddi ithamlar. Hanım annem durup dururken seni niye zehirletsin?"
"Elçilerin önce buraya geldiğini çoktan öğrenmiştir ve benim onlarla iş çevireceğimi düşünmüştür."
"Neden senin onlarla iş çevireceğini düşünsün? Bilmediğim bir şeyini mi yakaladı?"diye sordum. Dudağını ısırdı. "Konuş!"dedim sesimi yükselterek.
"Ben, bahar kutlamaları sırasında amcama mektup yazmıştım."
Gözlerim açılarak ona bakakaldım. "Ne yaptın ne yaptın?"
"Güvenilir aracılarla yolladım fakat amcamdan hiç cevap gelmedi."dedi hızla.
"Bahar kutlamaları sırasında, Hanedanlık Sarayı'nda, amcana mektup yazdın ve güvenilir kaynaklarla gönderdiğine inandın, öyle mi?" Şaşkınlık içindeydim. Demek Belgin gerçekten o adamla ittifak içinde olmayı düşünüyordu. "Senin güvenilir kaynağın kim olabilirdi ki o sarayda? O sarayda uçan kuş hanım anneme bildirilirken hem de." Öfkeyle soludum. "Amacın neydi?"
"Herhangi bir akrabamla görüşmeyeli öyle uzun zaman olmuştu ki. Ben biraz olsun aile sıcaklığı hissetmeyi umdum."dedi sesi çatallaşarak. Tekrar midesi kasıldı ve öğürerek ne var ne yoksa çıkardı.
"Onca keskin zekanın ardında her ihtimali düşünemediğine nedense inanamıyorum. Aile sıcaklığıymış. Kimi kandırıyorsun sen Belgin? Aklından neler geçiyor? Amcanla birlik olup han abime karşı birleşecek misin? Bu kadar mı delirdin?"
"Hayır. Toygar yemin ederim. Öyle bir niyetim yoktu."
"Peki o yılan yüzüğün anlamı neydi anlatsana biraz. Burada yılanlık yapmana dair şifreli bir mesaj mı? Yüzükten bizim bulamadığımız bir şeyi sadece sen mi buldun? Gizli bir not da göndermiş miydi?"
Gözleri kocaman açılmış bana bakıyordu. "Toygar hayır. Yılan hanedan hatunlarının kullandığı bir hayvan. Ailevi değeri var."
Alayla kahkaha attım. "Çok komik. Gerçekten çok komik. O yüzüğü bir süre göremeyeceksin çünkü daha geniş bir tetkik için yollayacağım. Eğer yüzükte bambaşka bir sır ortaya çıkarsa o vakit başına geleceklerden ben sorumlu değilim."
Hızla odadan çıktım. Başım kazan gibiydi. Şakaklarım zonkluyordu. Duyduklarım karşısında ne yapacağımı ne düşüneceğimi bilemiyordum. Bir yanda hanım annemin Belgin'e suikast düzenlemiş olma ihtimali, diğer yanda Belgin'in amcasıyla iletişim kurma çabası beynimi patlama noktasına getirmişti. Bu işin arkasında hanım annem varsa sarayımda yıllardır casusları var demekti. Burnumuzun dibinde casus tutması hoş değildi. Bana güvenmediği anlamına gelirdi. Beni kontrol altında tutmak istiyor demekti. Yıllardır denetim altında yaşamayacağımı söylerken tam tersi olmuştu demek. Saraydaki herkesi bizzat tetkik edecektim. Her ne sebeple olursa olsun sarayımda casus kabul edemezdim.
Atıma bindiğim gibi uzaklara sürdüm. Zihnimi dağıtmaya ihtiyacım vardı. Böyle entrikalar bana göre değildi. Dolaylı işleri sevmezdim. Kimin ne derdi varsa karşıma öyle çıksındı. Fakat saray böyleydi işte. Hanedanlık Sarayı'nda yaşadığım günlerde de görmüştüm pek çok oyunu. Ne o zaman kabullenebilmiştim ne de şimdi. Fakat istemesem de hayatımın bir parçası olacaktı. Hanedan mensubuysan iktidar oyunlarından kaçamıyordun işte.
Bir dağın tepesine geldiğimde atımdan indim. Rüzgar sert esiyordu. Bozyurt ayaklarımın altındaydı. Boş arazilerle doluydu. Altınova gibi yeşiller içinde değildi. Gri ve kahverengiden ibaretti.
Esen rüzgar yüzüme vurdukça kendime gelmiştim. Derin derin soludum havayı. Başka bir atın kişnemesiyle arkama döndüm. Dört nala koşan atın üstünde bir hatun vardı. Kırmızı bir elbise giymiş, tülleri arkasında uçuşuyordu. Güneşte parlayan sarı saçları rüzgara karışmıştı. Yaklaştıkça yavaşladı. Ve hatunu iyice seçmeye başladım. Bu o hatundu. Bahar kutlaması için Altınova'ya gittiğimde çarşıda gördüğüm hatun. Yüzünde şaşkın bir gülümseme vardı. Aynı şekilde ben de şaşkındım. Atını yanımda durdurdu. Çevik bir hamleyle indi. Reverans yaptı.
"Hanzade Toygar."dedi şaşkınca.
"Çarşıdaki hatun."dedim. "İlginç bir tesadüf. Yolun Altınova'dan buraya nasıl düştü?"
Gülümsedi. "Burada akrabalarım var. Güz ve kışı geçirmek için kuzenim ve büyük annemle gelmiştik. Annem ve babam kışın gelecekler."
"Öyle mi? Kimmiş bu akrabalar?"diye sordum. Mavi gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. Aylar sonra onu burada görmek içimde tuhaf bir heyecan uyandırıyordu.
"Şahinoğlu ailesi. Aslında benim direkt bir kanbağım yok. Kartal Bey kuzenimin dayısı olur. Evlilik vesilesiyle akraba olduk."
"Kartal Bey kurultayımda danışmandır. Misafirleri olacağından hiç bahsetmemişti." Birden bu söylediğimin anlamsızlığıyla kendime kızdım. Neden söylesindi ki? Adamın yeğeni geliyordu. Bundan bana ne değil mi?
"Eminim bir gece sizi yemeğe çağırmayı düşünmüştür Hanzade Toygar. Bu şekilde yine karşılaşırdık."
"Benimle karşılaşmayı bu kadar istiyor muydun?"diye sordum. Benimle ilgileniyor olduğunu düşünmek hoşuma gitmişti. Neden hoşuma gitmişti ki? Onu tanımıyordum bile. Fakat bir şey beni ona çekiyordu. Anlamlandıramıyordum ama kalbimde hissediyordum bunu. Sanki bu hatun hayatımda olmalıydı.
Gülüşüyle düşüncelerimden uzaklaştım. "Aslına bakarsanız istiyordum. Çünkü çarşıdaki hırçın tavrımdan sonra sizin hanzade olduğunuzu görünce ne kadar saygısızlık ettiğimi düşündüm."
"Saygısızlık eden bendim. Tebdili halde inmiştim çarşıya ve tanıyamaman normal. Durup dururken seni sıkıştırmıştım."
Tekrar güldü. "Evet, biraz öyle olmuştu. Anlayamamıştım neden öyle yaptığınızı. Sahi, neden öyle yapmıştınız?"
Sahi, neden öyle yapmıştım? Rüyamda gördüğüm çehreye çok benzettiğim için kim olduğunu sorgulamak istemiştim. Sonra yaptığımın yersizliğini fark etmiştim. Rüyalara göre hareket etmek benlik değildi. "Uzun hikaye."deyiverdim.
"Bir ara dinlemek isterim."dedi ve atının yelsinde gezdirdi ellerini. Kahverengi atın başında beyaz, karo biçimli bir bölge vardı. Yeleleri de epey bakımlıydı. Yuları sıkıca tuttu ve atına bindi. "Ben artık döneyim. Kuzenim merak etmiştir. Güya yarışıyorduk fakat ben farklı yollara saptım."
"Yarışıyordunuz demek."dedim ve ben de atıma bindim. "Bir ara benimle de yarış yapmanı isterim."
Gülüşünde beni çeken bir şey vardı. Kalbimde deli bir arzu çırpınıyordu ona baktıkça. Hiç tanımadığım bir hatun beni nasıl böyle etkiliyordu? "O halde şimdi yarışmaya ne dersiniz?"dedi ve atını dört nala sürdü.
"Hile yaptın."diye seslendim arkasından fakat ben de peşinden sürdüm atımı. Rüzgar yüzüme çarpıyor saçlarımı iyice dağıtıyordu. O da benden farksız değildi. Sarı bukleleri omuzlarının ardında dağılmıştı. Kırmızı kumaştan elbisesi de arkasında savruluyordu. İyice yaklaştım ona. Kıyasıya sürüyorduk atları. Sonunda onu geçtim ve önüne doğru sürerek durdum.
"Kazandınız."dedi gülümseyerek. Atlarımızdan inmemiştik. Çapraz hareketlerle etrafımızda daireler çiziyorduk.
"Kazandım."dedim ben de gülümseyerek.
"Sizi yemeğe davet etmek isterim."
Bir an gitmek istedim fakat kalede yaşananlar aklıma gelince kararsız kaldım. Kaleye dönmeyi hiç istemiyordum. Sorunlardan uzaklaşmak için çıkmıştım kaleden. Bu yemek kafamı iyice dağıtırdı.
"Olur."dedim ve atları Şahinoğlu konağına doğru sürmeye başladık. Yol boyu uzun uzun konuştuk. Hayatının sürekli yer değiştirmeli geçtiğinden bahsetti. Arbatun ve Gerbena'da bulunmuştu. İki dili de etkin bir şekilde biliyordu. Ertunç'da doğmuştu. Aslen Aspargonluydu. Pek çok kitap okumuştu. Tarihi Zaferler kitabından bahsettiğinde şaşkınlıkla ona bakıyordum. Benim şu an okuduğum kitaptı.
Konağa geldiğimizde hava kararmaya başlamıştı. İçeriden genç bir hatun çıktı. "Neredeydin?"dedi telaşla. Beni görünce gözlerini kocaman açtı şaşkınlıkla ve hemen reverans yaptı. "Hanzade Toygar. Hoşgeldiniz. Geleceğinizi bilmiyordum. Hemen içeri haber vereyim. Buyurun."dedi hızla ve içeri koştu.
Atlarımızdan indik. Biri atları almak üzere yanımıza geldi. Konağa yürürken hala hatunun adını bilmediğimi fark ettim. Sohbete öyle dalmıştık ki onu her daim tanıdığımı hissetmiştim. "Peki adın ne senin?"diye sordum bileğinden tutarak. Sıcacık tenini parmaklarımın arasında hissettiğimde parmak uçlarım karıncalanmıştı. Derin bir nefes alırken gözlerimi onun gözlerinden ayırmıyordum.
"Beyza."dedi fısıldar gibi. Bileğini çekerken elleri ellerimin arasında kaldı bir an. Sonra içeriden başka bir kadının kızgın sesiyle o yana döndük.
"Beyza! Kızım nerede kaldın?" Gümüş Hatun karşımda duruyordu. Beni gördüğünde diğer hatun kadar şaşırmıştı. Hemen reverans yaptı. "Hanzadem. Ben geldiğinizi bilmiyordum. Sesimin tonu için özür dilerim."
O kadını gördüğüm an koca bir duvara çarptığımı hissettim. Salamanlardan Gümüş Hatun Beyza'nın büyük annesiydi demek. "Salamanlardan olduğunu söylememiştin."dedim Beyza'ya.
Şaşkınca bakıyordu bana. "Kimlerden olduğumu hiç sormamıştınız. Ben bunun bir sorun olabileceğini düşünmemiştim."
Bu bir sorundu. Hanedanlığa pek çok zarar veren bu aile koca bir sorundu hem de. "Kalede işlerim olduğunu hatırladım. Size iyi akşamlar."dedim ve atımı götüren adama seslendim.
Beyza'nın yüzünde büyük bir hayal kırıklığı vardı. "Ben güzel bir sohbet ettiğimizi sanıyordum."
"Güzeldi."dedim ve atıma bindim. Başka bir şey demeden oradan ayrıldım.
Güya kafamı dağıtmak için çıkmıştım kaleden. Başarmıştım da. Beyza'yla karşılaşmak aklımı başımdan almış, sohbetimiz beni bambaşka yerlere götürmüştü. Hiç tanımadığım bu hatunun çocukluğu birden en büyük ilgi alanım olmuştu. Onu dinlemek bambaşka hissettirmişti. Büyülenmiş gibiydim. Fakat büyü az önce Gümüş Hatun'u karşımda görmemle bozulmuş, gerçekler önüme serilmişti. Gümüş Hatun ve torunu burada tesadüfen bulunuyor olamazdı. Elbet planları vardı. Beyza'yı karşıma çıkarmanın o planlardan biri olduğu aşikardı. Öfkelenmiştim tekrar. Her şey gün gibi ortadayken içimdeki o ince sızı nedendi? Parmaklarım avucumda gezinirken onun tenini hatırladığım için kendime kızmıştım. Gümüş Hatunun torunundan bana iyilik gelir miydi hiç? Aklımı bir an önce toparlamalıydım. Anlamsız bir histi ve geçip gitmişti. Evet, geçip gitmişti. Kaleye geldiğimde odama geçecek, yatağına uzanacak ve bu yaşananları tamamen unutacaktım.
***
-Toygar'ın ilerleyişi hakkında ne düşünüyorsunuz?
-Elçilerin gelişi ve yaşananlar hakkında yorumunuz nedir?
-Belgin'i kim zehirlemiş olabilir?
-Toygar ve Beyza karşılaşmasını nasıl buldunuz? Beyza'nın Salamanlardan oluşu Toygar'ın duygularını etkilemeye yetecek mi?
Bölümü beğendiyseniz oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın.
Sonraki bölüm Müge'den olacaktır.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top