2.25. Uyarılar ve İşaretler
1419 Senesi - Bahar Mevsimi
ASPARGON HANLIĞI
Altınova Şehri - Hanedanlık Sarayı
Büyük Hanım Müge
Açık kestane saçlarında kemik tarağı gezdirirken bana gün boyu yaşadıklarını anlatırdı. Derslerinde zorlandığını, hocalarının en ufak azarlamasında gözlerinin doluşunu, ablalarının ondan daha başarılı oluşunu ama onlara yetişmek için elinden geleni yaptığını... Saraya gelen esnafın oğlunun uzaktan onu izlemesinden rahatsızlık duyardı. Kaç kez kovalamıştı bahçede o küçük çocuğu. Saçı biraz çekilince incecik sesiyle "Acıdı."diye isyan eder yine anlatmaya devam ederdi. Sonra bana döner, "Anne ben çirkin miyim?"diye sorardı. İçtenlikle gülümser, "Sen Aspargon'un görüp görebileceği en güzel hatunsun."derdim. O da neşeyle gülerdi.
Şimdi odamda titreyen elimin arasında kemik tarağı tutuyordum. Bir daha saçlarına dokunamayacağım Tunay'ım aklımdan çıkmıyordu. Yanlış yapmıştım. Çiğdem dişliydi. Her yerde yapardı. Ama Tunay bizim narin kardelenimizdi. Kendi ellerimle onu ölüme göndermiştim. Elbiseme düşen gözyaşına öylece bakarken yaşananları geriye alabilmek için en ağır Omena büyüsünü yapmaya razı olacağımı düşünüyordum. Fakat ölümü geri alan hiçbir büyü yoktu.
Tarağı çekmeceye geri koydum. Gözlerimi sildim. Derin bir nefes aldım. Bu ölümün beni bu kadar etkileyeceğini bilmezdim. İki sene geçmişti ama düşündüğümde içimin titremediği tek an yoktu. Kızlarıma sevgimi gösterememiştim hiçbir zaman. Güçlü ve kırılmaz olmalarını istemiştim. Eğer onlara karşı sert ve otoriter olursam kapkalın zırhlarını hiçbir gücün delip geçemeyeceğine inanmıştım. Yanılmıştım. Hayatımın hatasıydı.
Bengü dışında tüm kızlarım benden uzaktaydı. Başlarına bir şey gelse onları koruyamazdım. Tunay'ın ölümünden bile haftalar sonra haberim olmuştu. Bedenini görememiştim. İpek saçlarına son kez dokunamamıştım. Diğerlerine bir şey olsa hiçbir şey yapamayacaktım ve Tunay'ın ölümüyle bu gerçek kalbime mızrak gibi saplanmıştı. Gecelerim artık çok daha huzursuz geçiyordu. Kızlarıma yazma sıklığımı artırmıştım. Ayça ve Elçin çoğu zaman cevap yazıyordu fakat Çiğdem'den tek bir mektup bile almamıştım. Ya mektuplarım eline geçmiyordu ya da bana yazmayı kati surette reddediyordu. İkinci ihtimal daha gerçekçiydi ve bu da kendi elimle yaptığım başka şeydi.
Odamın kapısı çalındı. Gel dememle içeri Asya girdi. Saygıyla reverans yaptı. Elinde günlük raporlar vardı. İşte bu dikkatimi dağıtmaya yeterdi. Raporları incelemek üzere çalışma masama geçtim. Harcamalarımızda biraz artış olmuştu. Ata Anma Töreni için yaptıklarımız dışında Şevval'in odasının yenilendiğini gördüm. "Bu nereden çıktı?"diye sordum.
"Dün Korkut Han'la konuşmuş. Odasındaki eşyalar eskiymiş ve küf kokuyormuş. Kızının sağlığı için yenilenmesini istemiş."dedi gözlerini devirerek. "Eşyaları bizzat kontrol ettim. Sıkıntılı bir şey yok. Sadece biraz eskiler. Düzgün bir şekilde yenilenebilirlerdi."
"Han oğlum odasına gitmiyor, gözden düştü diye başka şekilde dikkat çekmeye çalışıyor."dedim mesafeli bir tonla. "Harcamalara dikkat edilecek. Kafasına göre her şeyi alamaz. İhtiyaç neyse o. Fazlası değil. Onun gereksiz gösterişleriyle uğraşamam."
"Korkut Han ne gerekiyorsa yapılsın demiş."
"Tamam işte. Ne gerekiyorsa. Ben de torunumun rahatını önemsiyorum fakat Şevval'in huyunu biliyoruz. Dağlar kadar harcama çıkartacaktır. Bunun önüne geçecek olan biziz. Sonuçta haremden ben sorumluyum ve harcamaları denetlemek benim işim."
Kağıtları incelemeye devam ettik. Başka bir sıkıntı yoktu. "Baş Hanzen zadesen misafirlerimizi bugün odasına davet etti. Öğleden sonra orada toplanacaklar."dedi Asya.
"Onları yakından tanımak istiyor. Güzel. İyi yapmış. Bakalım bu görüşmeden nasıl sonuçlar elde edecek." Benim düşüncelerim belliydi. Belgin hiçbir zaman değişmeyecekti. Bakışlarında bile hayır yoktu. Memnuniyetsizdi. Hasbükan'dan sonra ona sunduğumuz hayatın kıymetini bilse çok daha mutlu olabilirdi. Fakat o kendince uydurduğu kusurlara tutunmayı daha çok seviyordu. Simay'a gelince Simay her zamanki gibiydi. Oğlumun haremi için yaptığım en iyi seçimlerden biriydi. Oğlumu yormuyor onu her daim mesut ediyordu. Geçmişten gelen dostlukları aralarında doğal bir bağ kurulmasını sağlamıştı. Henüz Baş Zadesen olmasına yetmemişti fakat oğlumun kalbinde ayrı bir yeri olduğu belliydi. Belgin'in de bu konuma erişmemiş olması içimi rahatlatıyordu. Bir de Baş Zadesen olsaydı burnu havada gezmelerinden kimse onu alıkoyamazdı. Toygar'ım bu konuda temkinli davranıyordu.
"Gökben yine ok ve kılıç dersine başlamış."diye devam etti Asya. Bir ay önce bu dersler yüzünden bileğini burkmuş haftalarca yatak istirahati almak zorunda kalmıştı.
"Bu defa kılıcının üstüne düşsün de hepimizi büyük bir dertten kurtarsın."dedim soğuk bir tonla. "Eski hanımlara fazla özeniyor fakat devir değişti. Onca muhafız neden yetiştirilip kapıların önüne konuyor."
"Eh, ona bu izni verende kabahat."dedi Asya imalı imalı.
Han oğlumu Gökben konusunda anlayamıyordum. Bazen gözü ondan başkasını görmüyor gibi davranıyor bazen de onu sadece gözünün önünde dursun diye hareme almış gibi davranıyordu. Gökben için hiçbir zaman İdil'i çiğnememişti ki en takdir ettiğim yönü buydu. Fakat oğul doğurmasına rağmen Gökben'i Şevval'in önüne de geçirmemişti. Normalde Aspargon kurallarına göre hanzenler oğullara göre rütbe alırdı. Fakat oğlum bunu önemsememişti bile. Gökben'in hala üçüncü sırada olması işime geliyordu elbet. Fakat sorgulamadan da edemiyordum. Hem isteklerini yapıyor hem yeri geldiğinde konumunu hatırlatıyordu. Belki de zamanında onu terk edip gitmesinin hıncını bu şekilde arada bırakarak alıyordu. Korkut'la bunu konuşmak zordu. Gökben konusunu açtığımda hemen kapatıyor duygularını içinde yaşıyordu. Keşke aklından geçenleri tam olarak bilebilseydim.
Diğer yandan üç sene geçmesine rağmen hala kimseyi nikahına almaması da kafamı kurcalıyordu. Balamir artık altı yaşındaydı. İdil kendini Baş Hanzenlikte defalarca ispatlamıştı. Bu hana yaraşır bir hanım olacağından şüphe yoktu. Fakat oğlum ısrarla nikaha yanaşmıyordu. Herkes İdil'e hanım gözüyle bakarken onun nikah kıymaması da ayrı düşüncelere sokuyordu beni. Bir şekilde Gökben'i yükseltmenin, nikahı ona kıymanın yollarını mı arıyordu? Eğer bunu yaparsa pek çok kişiyi küstüreceği gibi beni de karşısına alırdı!
İyi hoş Gökben zaman içinde saraya kendini sevdirmenin yollarını bulmuştu. Oğlumun gereksiz izinleriyle çarşı alışverişine indikçe zor durumdaki insanlara yardım ettiğini, onların takdirini topladığını duymuştum. Henüz İdil gibi köklü ailelere yanaşamamıştı ama Altınova halkını kendine çekmeye başlamıştı. Oğlumu sıradan bir hanzene bu kadar geniş haklar verilmesinin sorunlarından defalarca bahsetmeme rağmen beni dikkate almamıştı. Gökben haremde hiçbir olaya karışmıyor, kesinlikle açık vermiyordu. Rolünü çok iyi oynuyordu. Fakat gözüm her daim üzerindeydi. İlla bir gün açığını yakalayacaktım ve ona karşı kullanacaktım.
"Toygar nerede?"diye sordum sonra.
"Korkut Han kurultaya çağırdı. Burada kaldığı süre boyunca kurultaya girecekler birlikte. Kardeşinin gözlemci olarak katılmasını istiyor."
"Güzel. Kardeşler her daim birbirine destek olmalı. İşte o vakit hanlık güçlü olur."
Sınır komşumuz Hasbükan'da yaşananlar o ülkeye çok zarar vermişti. Akın Han isyanla başa geçmesine geçmişti fakat ülkenin bu halinden yararlanan Gerbena Hasbükan'ın kuzey sınırından çok fazla toprak almıştı. Gururundan bizden destek bile istemiyordu Akın Han. İlgerun'dan medet umuyordu fakat iki sene önce İlgerun'da da bir taht kavgası yaşanmıştı. Hanzade Tarık başa geçip han olduğunda daha on dört yaşındaydı. Şimdi on altısını bitirmişti fakat sancak bile görmeden danışmanların ve Büyük Hanım'ın desteğiyle ilerliyordu. Hasbükan'a yardım edecek durumda değildi. Küçücük bir çocuk ne kadar başta kalabilirdi bilinmezdi. Üstelik İlgerun ve Sargun'un deniz problemi başlamıştı. Bu da ülkeyi yıpratıyordu.
Komşularımızda taht kavgalarının sonuçları böyle belirgin gözükürken evlatlarımın ona göre davranacağından emindim. Yıllar önce biz de yaşamıştık aynı sorunları. Toparlamamız yıllar almıştı. Yaman kardeşinin ve yeğenlerinin idamıyla tamamen başka biri olmuştu. Buna hepimiz şahit olmuştuk. Boş hırslar sadece hanlığı batırırdı. Öncelik taht değil hanlığın istikbali olmalıydı. Han oğlum tahtını başarılı bir şekilde idare ediyordu. Hanzade oğlum da her daim abisine destek oluyordu. Daha ne isterdim?
"Kurultaydan sonra Teoman Bey'le görüşmek istiyorum. Kendisine iletirsin."dedim ve Asya odamdan çıktı. Suna misafir gibi Ata Anma Töreni'ne katılmıştı. İtibarını kaybetmenin utancını aşmıştı. Misafirlerin giyeceği gri elbisesine rağmen tepeden bakarak gezmişti. Salamanların büyüğü Gümüş Hatun'la ettiği sohbet gözümden kaçmamıştı. Güya aralarında bir soğukluk vardı. Yine ne işler peşindeydi merak ediyordum.
Kurultay sona ererken çalışma odama geçtim Teoman Bey'i beklemek üzere. Bir müddet sonra gelmişti. Saygıyla başını eğdi. Oturması için sandalyeyi gösterdim. Oturdu. "Kurultay nasıl geçti Teoman Bey?"diye sordum. "Hanzadem de kurultaya katılıyormuş artık."
"İyi geçti Büyük Hanım. Vilayetlerin eksikleri konuşuluyor. Eksikler bitmez. Bozyurt ve çevresi tarıma uygun olmadığı için erzak problemi yaşıyorlarmış dönem dönem. Çevre vilayetlerden destek ayarlamak için konuştuk."
"Hiç sefer haberi yok mu? Doğu sınırında her şey yolunda mı?"
"Artena için bir şeyler düşünülüyor fakat kesin değil. Doğu sınırı ise sakin hala. Akın Han Gerbena'yla uğraşmaktan bize bakamıyor."
"Bakmasın da zaten. Aksi takdirde sadece kuzeyden değil batıdan da toprak kaybeder!"dedim sertçe. Devlet meselelerini uzun uzun konuşup fikir alışverişi yaptıktan sonra nihayet konuyu Suna'ya getirebilirdim artık. "Suna'yla ilgili epeydir haber getirmedin bana. Daha geçen akşam Gümüş Hatun'la konuşurken gördüm. Neler oluyor Teoman Bey? Yılanla aynı haneyi paylaşırken sırlarını mı tutar oldun?" Gözlerim buz gibiydi. Ciddiyetimi anlaması gerekiyordu. Şimdiye kadar ihanet edenlere ne yaptığımı biliyordu. Onu da gözden çıkarmam kolaydı.
Dikkatle dinledi beni. Ellerini önünde birleştirmiş koyu gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. Sakalıyla oynadıktan sonra derin bir nefes aldı. "Suna artık bana karşı temkinli."dedi sakince. "Gümüş Hatun'la diyaloğu dikkatimi çekmemişti. Eskisi gibi yine atıştıklarını düşünmüştüm."
"Yüzlerinde pek atışmış ifadesi yoktu. Eğer Suna Gümüş'le bir işler karıştırıyorsa bu işi başlamadan bozmak lazım."
"Dediğim gibi, artık bana karşı temkinli. Eskisi gibi planlarını konuşmuyor. Hanlığı felakete sürükleyecek işlerden uzak durması için her fırsatta uyarıyorum. Kendi hanlığıma zarar verecek iş yapmam diyor başka bir şey demiyor. Dışarıda nasıl göründüğüne çok bakmayın, evde sık sık düşüncelere dalıyor. Kendi kendine konuştuğu anlar oluyor. Aklından neler geçtiğini ise ancak Ulu Tanrı bilir." Şüpheyle bakıyordum Teoman Bey'e.
"Geldiğin yere nasıl geldiğini sakın unutma Teoman Bey. Akıllı işler yapan herkes hak ettiği konuma yükselir bu sarayda. İhanet edenler ise yerin yedi kat altını boylar." Duruşumu dikleştirdim. Birbirimize tartar gibi bakıyorduk. "Suna ne zaman sessizliğe gömülse kendini gösterdiğine bir şeyler oluyor. İki senedir ortalıkta yoktu. Pek çok kutlamaya, davete gelmedi. Şimdi törene katılmak için evinden çıkması ve bana göstere göstere Gümüş'le konuşması hayra alamet değil."
"Gerçekten ne yaptığına dair bir fikrim yok Büyük Hanım. Adamlarım her daim peşinde. Henüz şüphe uyandıracak bir şey yapmadı."
"Tetikte ol ve en ufak bir terslikte beni haberdar et."dedim ve Teoman'la görüşmemi bitirdim.
Odamda bir müddet tek başıma oturdum. Serin kuru üzüm hoşafımı yudumladım. Suna'yı zamanında idam ettirmeliydim diye düşünmeden edemiyordum. Yaman'ı dinlemeyecektim. Ne olacaksa olacaktı. Her an şüphede kalmaktansa ondan sonsuza dek kurtulmak en iyisiydi.
Çalışma odamın kapısı çalındı. Gelen Efran Bey'di. İki sene önce Suna'nın planlarını bozmamda, hainleri yakalamamda bana büyük yardımları dokunmuştu. Hizmetlerinin karşılığı olarak kurultaya alınmasını sağlamıştım. Karşımda baş selamı yaptı. Az önce Teoman Bey'in oturduğu sandalyenin karşısındaki sandalyeye yerleşti.
"Suna hakkında bana ne söyleyebilirsin?"dedim sakince. Dudağı heyecanla kıvrıldı.
"Yeni dostu Gümüş Hatun."
"Nereden biliyorsun? Suna ve Gümüş oldum olası geçinemez."dedim dudak bükerek.
"Geçmişlerini bilemem. Fakat ara ara görüştüklerini söyleyebilirim. Çarşıdaki hayır evini paravan olarak kullanıyorlar. Biri sabah giriyor diğeri akşamdan gelmiş oluyor. Ya da tam tersi. Dışarıdan bakanlar hayır yarışına girdiklerini düşünür. Sık sık bağışta bulunuyorlar çünkü."
"Peki ne konuşuyorlar?"
"Bunu öğrenmek için çalışmalarım hala devam ediyor Hanımım. Oldukça dikkatliler. Her defasında başkası kapıda bekliyor. Seçtikleri adamlar ölümüne onlara sadık. Birini sorguya çekme riskini almak istemedim. Gözetlendiklerini anlamalarını istemem."
"Aferin. Dikkatli çalışmalarından dolayı seni seviyorum." Çekmecemden dolu bir kese çıkardım ve uzattım. Elinin tersiyle itti.
"Size saygım büyüktür Müge Hanım. Fakat ben bu işi Aspargon için yapıyorum. Suna Aspargon'un kangrenli parmağı. Onu ortadan kaldırmak gerek. Fakat elimizde sağlam bir şey olmazsa adaletiniz sorgulanır. Her türlü isyan bastırılır bastırılmasına fakat sevmediğiniz kişileri yargısız infaz ettiğiniz konuşulmaya başlanırsa halk isyan eder. Bu sebeple dikkatli hareket etmeliyiz. Suna öyle ya da böyle kendini ölüme götürecek bir hamle yapacaktır."
"Doğru söylüyorsun."dedim derin bir iç çekerek. "İkisini de yakından izle Efran Bey. Gümüş de en az Suna kadar sinsidir. Salamanlar oldum olası sinsi olmuştur. Hele de planları yarıda kalmış Salamanlar kadar tehlikelisi olmaz." Gümüş'ün Ertunç'taki aile evinden bu kadar uzun süre uzaklaşması da normal değildi. Bu işin arkasında bir iş vardı. Yakında kokusu çıkardı.
Efran Bey, "İkisini de izliyorum Hanımım."
"Güzel."
Geçmiş yıllara baktığımda Salamanların sinsiliği tarihte görülüyordu. Planlarını sabırla yapıyorlardı. Hareme bir hatun hazırlıyorlar onu yükseltmek için her türlü desteği veriyorlar ve hanımlığa eriştirdiklerinde güçlerine güç katıyorlardı. Kekevizadeleri bile geride bırakıyorlardı yıllarca. Hanlığın her köşesine bir Salaman yerleşiyordu. Onlarda konumu hak edip hak etmemenin önemi yoktu. Kanın önemi vardı. En kritik yerlerde karşımıza çıkmaları mümkündü. Hiçbir Salaman devri hanlığı daha ileriye taşımamıştı. Konum sevdaları hanlığı duraksamaya itmişti. Hele de konumlarını kaybetmeye başladıklarında yaptıkları entrikalar hanlıkta her zaman iç karışıklığa sebep olmuştu.
Merhum Hanzade Mete'nin zadeseni Berrin Salamanlardandı. Hanedana bir oğul vermişti. Zadener Efe Yiğit'ten bir sene sonra bize karşı kullanılmıştı. Zavallı çocuk genç yaşında idam edilmişti. Hala onun intikamını güttüklerine emindim. Bu yüzden her daim tetikte olunması gereken bir aileydi Salamanlar. Şimdi ise Suna onlarla işbirliği yapacak duruma geldiyse pek çok şeyi gözden çıkardı demektir.
Birkaç gün sonra...
Akşam yemeğinin ardından dinlenmek için odama çekildim. Sena lavanta yağıyla başıma masaj yapıyordu. Gülçin elinde papatya çayıyla yanıma gelmişti. Büyük Hanım olduğumdan beri sorumluluğum iyice artmıştı. Oğlumun haremi ve sarayla ilgili her şey benim elimdeydi. Yeni bir hanım olmadığı için devlet meselelerinde hala sözü geçen bir hanımdım. İyi hoş, bir hanım gelse de kolay kolay kenara çekilmeyi düşünmüyordum. Yılların tecrübesiyle hanıma yol göstermek görevlerimden biriydi. Ancak devleti teslim edebileceğim kıvama geldiğinde devlet işlerinden elimi çekebilirdim.
Odamın kapısı çalındı. Baş Hanzen İdil'in geldiği haber verildi. İçeri almalarını söyledim. Bordo elbisesinin içinde gösterişli görünüyordu. Saçlarını süsleyen yakut taç hanedana ne kadar yakışacağını düşündürüyordu. Saygıyla reverans yaptı. "Hoş geldin İdil." Uzandığım koltukta doğruldum. "Balamir'imi getirmediğine göre başka meseleler hakkında konuşmaya geldin." Başıyla onayladı. Kızlara çıkmalarını söyledim. İdil karşıma oturdu. "Anlat bakalım."
"Hanımım, bunları söylemek bana ne kadar düşer bilmiyorum ama sizden başka kiminle konuşacağımı da bilemedim." Konuşacaklarını tartar gibi bir süre bekledi. "Konu Zadesen Belgin. Davranışlarından hiç hoşlanmadım. Hala kendini handan sanıyor. Handan olduğu için ayrıcalıklı olduğuna inanıyor ve yine handan olduğu için yükselmeye en çok kendinin layık olduğunu düşünüyor."
"Nasıl bir yükselme?"
"Kesin konuşmak istemiyorum ama gözlerinde farklı bir hırs var. Ona sorarsak hala Baş Zadesen ilan edilmemesi haksızlıkmış. Fakat ben sadece bununla yetineceğini sanmıyorum." Sesini kıstıkça kıstı. Neredeyse fısıldar gibi devam etti. "Ulu Tanrım esirgesin, Hanzademizi kötü fikirlerle doldurmasından korkuyorum."
Kaşlarımı çattım. "Ne gibi kötü fikirler?"
Fısıldadı, "İsyan gibi."
"Olmaz öyle şey."dedim birden. Kısık sesle devam ettim. "O kadar aptal değildir herhalde. Oğlumun hayatını tehlikeye atacak bir hamlesini gördün mü?"
"Henüz görmedim fakat bakışları, tavırları, Zadener Oğuz'u yüceltme çalışmaları... Hem Hasbükan hem Aspargon kanı taşıdığından böbürlenmişti bir keresinde. Asper Han ve Ogün Han'ın kanını taşımak her zadenere nasip olmazmış." Öfkeyle soludum. Belgin kendini ne sanıyordu böyle. Üstelik daha önce Hasbükan'a kız verilmiş oradan kız alınmıştı. Bu bile hanedanlarımızın ortak kan taşımasını sağlamışken sadece kendini öne çıkarması yersizdi.
"Hakkın var İdil. Bunlar hoş söylemler değil. Şüpheye mahal veren cümleler. Mazallah kötü niyetli kimselerin yanında söylese..." Düşüncesi bile korkunç bu ithamı dile getirmekten son anda vazgeçtim. "Bana anlatmakla iyi ettin. Belgin'e karşı daha temkinli olmakta yarar var. Böyle şeylerde her daim uyanık olmaya devam et. Hanımlık her daim tetikte olmayı gerektirir."
Gülümsedi. Fakat gözleri hala endişeliydi. "Hanzademiz abisine çok düşkün. Aynı şekilde Hanımız da kardeşine."dedi teselli bulmaya çalışır gibi.
"Olması gerektiği gibi. Onlar birbirine tutkun olduğu müddetçe araya hiç kimse giremez."dedim kesin ve net bir tonla.
İdil yanımdan ayrıldığında içimin karardığını hissettim. Yıllar önce gördüğüm bir rüya aklıma geldi. Dile getiremediğim, aklımdan uzaklaştırmak için haftalarca uğraştığım o uğursuz rüyayı hatırlamak tüylerimi ürpertti. Balkona çıktım hava almak için. Omena'dan yıllardır uzak olduğumu hatırlattım kendime. Bu yüzden o rüya sadece bir rüyaydı. Yaman'ın son günlerinde yaptığımız şey sayılmazdı. Beni Omena'ya yaklaştırmazdı. Hayır. Ben Ulu Tanrıya bağlıydım. O daha affediciydi. Ona edilen dualar için karşılık beklemezdi. Kabul ederdi veya etmezdi. İkisi de bizim iyiliğimiz içindi. Fakat Omena duanın kabul edilmesi için bir bedel isterdi. İçinde kan geçen bir bedel.
Yüksek bir tepedeydim. Karşımdaki manzarayı izliyordum. Aslan sürüsü önümdeydi. Sürünün lideri yanında iki genç erkek aslanla öndeydi. Arkada dişi anne aslan duruyordu. Yanında iki genç dişi aslan vardı. Elime değen kürkle sağıma baktım. Genç bir erkek kaplan başını elime sürüyordu. Sol elime başka bir kürk değdi. O yana döndüm. Genç bir dişi aslan yanı başımdaydı. "Süründen ayrıldın demek."dedim ona bakarken. Çevik bir şekilde kaplanın yanına geldi. Başını kaplanın başına sürttü. Sonra ikisi de öne atıldı. Tepeden olanca güçleriyle kükrediler. Karşıdaki üç erkek aslanın kükremesi onları bastırdı. Düşmanca bakıyorlardı birbirlerine. Yanımdaki aslan ve kaplan saldırıya geçtiğinde gözlerimi açtım.
Başım çatlayacak gibi ağrıyordu. Bu nasıl bir rüyaydı böyle? Ata Anma Töreni'nde Korkut ve Toygar'a çıkan dişler aslan ve kaplana aitti. Bu ve dün gece İdil'le konuştuklarımız beni etkilemiş olmalıydı. Oğullarımın savaşını görmeyecektim. Hayır. Onları birbirine bağlı yetiştirmiştim. Kimseden etkilenmeyeceklerdi.
Odamın önündeki gürültüyle dikkatim dağıldı. "Büyük annemizi göreceğiz. Açın kapıları."diye bağıran iki ses Balamir ve Oğuz'a aitti. Yataktan kalktım. Saçlarımı geçici bir şekilde arkamda topladım. Sabahlığımı üzerime giydim ve kapıları açtım. "Büyükanne!"diye bağırdılar sevinçle bir ağızdan.
"Gelin bakalım aslam parçalarım."dedim ikisine de. Heyecanla içeri koştular. Kapıdaki kız mahcup bir ifadeyle bana bakıyordu.
"Bağışlayın Hanımım. Söz dinletemedim. Uyuduğunuzu söyledim ama bağırmaya devam ettiler."
"Torunlarımı bana şikayet mi ediyorsun hatun?"dedim sertçe. Kız korkudan dudağını ısırdı. "Zaten uyanmıştım. Emir ver üç kişilik kahvaltı getirsinler." Hızla reverans yaptı ve uzaklaştı. İçeri girdim. Balamir ve Oğuz odanın içinde koşturmaya başlamıştı. Oğuz hala küçüktü fakat dili iyice dönmeye başlamıştı. Balamir'le geçirdiği zaman onu geliştirmişti. Balamir ona yardımcı olmayı sevmişti. Söyleyemediği cümleleri onun yerine söylüyor ona da öğretmeye çalışıyordu.
Balamir, "Büyükanne bak. Han babam bizim için ne yaptı."dedi ve bileğini gösterdi. Dişlerden oluşan bir bileklik vardı. Benzeri Oğuz'un bileğindeydi. "Törende onlara takılan kolyelerden yaptı. Biz çok istemiştik." Yavru aslan ve yavru kaplan... Bu benzetmeyi yapmaktan kendimi alıkoyamamıştım. Fakat hızla düşüncelerimi dağıttım. Büyük bir gülümseme yerleştirdim yüzüme.
"Çok yakışmış torunlarıma. Birisi aslan parçam diğeri kaplan parçam."diyerek yanlarına çöktüm. İkisi de güldü. Gıdıklamaya başladım onları. Aslan ve kaplan gibi kükremeye çalıştık. İkisi de mutluluktan havalara uçmuştu. Dört ayak odanın etrafında koşuyor oradan oraya atlıyorlardı şimdi. Tabii benim kalbim o kadar koşuya dayanacak kadar güçlü değildi. Koltuğuma oturmuş uzaktan izlemiştim onları.
Kahvaltımız gelince başına oturduk. Oğuz kaplan taklidine devam etmeye çalışsa da bir süre sonra o da yorulmuştu. Yemeğini yedirmeme izin vermişti. Torunlarımla harika bir sabah geçirmiştim. Ta ki öğle vakti kapım çalınıp Belgin'in geldiğini öğrenene kadar. Geldiğinin haberi verilir verilmez içeri dalmış hızla odayı taramış, "Oğuz!"diyerek oğluna koşup kucağına almıştı. Çatık kaşlarla ona bakıyordum. Oğlunun başını öpüyor, kendine bastırarak sıkıca sarılıyordu. Oğuz annesinden kurtulmak için çırpınıyordu.
"Bu nasıl bir giriştir böyle hatun?"dedim sertçe. Beni yeni fark etmiş gibi bana döndü. Reverans yaptı.
"Özür dilerim Müge Hanım. Oğlumu odada göremeyince ne yapacağımı bilemedim."dedi gözleri yerde.
"Koskoca Hanedanlık Sarayı'nda oğlunun kaçırıldığını mı düşündün?"diye sordum sertçe. "Burada olduğunu öğrenince rahatlaman gerekmez miydi? Sanki torunuma zarar vermem an meselesiymiş gibi nasıl içeri dalarsın? Sana gelebileceğini söyledim mi?"
"Özür dilerim. Dediğim gibi-" Hızla elimi kaldırdım susması için.
"Sena, çocukları odalarına götürün."dedim sabırla derin nefes alarak. Belgin Oğuz'u bırakmaya niyetli değil gibiydi fakat sert bakışlarım karşısında mecburen bıraktı. Odada ikimiz kaldığımızda tepeden tırnağa Belgin'i süzdüm. Gül kurusu elbise giymişti. Hasbükan yeşilini vurgulayan zümrüt kolyesi ise her zamanki gibi boynundaydı. "Ne yapmaya çalışıyorsun Belgin Hatun?"
Kaşları çatıldı. "Ben sadece oğlum için endişelendim."
"İlk andaki endişenden bahsetmiyorum. Benim yanımda olduğunu öğrenmene rağmen yaptığın yersiz hareketten bahsediyorum."
"Bilmiyorum. Oğlumu görene kadar kendimi iyi hissetmeyecektim."
"İsterse oğlun benim odamda ölecek olsun, bu şekilde girme cüretini nereden buluyorsun?" Hızla ayağa kalktım. Karşısına kadar geldim. "Aspargon'un Büyük Hanımı'nın karşısında olduğunu unutma! İkinci kez yaptığında Büyük Hanım'a saygısızlık konusunda kaideler ne diyorsa onu uygulatırım."
"Özür dilerim Müge Hanım."diye mırıldandı. "Korkmuştum."
"Hala bana boş açıklamalar yapmaya çalışıyorsun Belgin!"dedim sesim yükselerek. "Çocuk mu kandırıyorsun? Kime bu oyunların söylesene. Torunlarımın her biri benim için oldukça kıymetlidir. Benim sarayımda hiçbirinin saçının teline zarar gelemez. Han oğlumun Baş Hanzen'inin oğlu veya Hanzade oğlumun Zadesen'inin oğlu. Kalbimde ikisinin de yeri eşit. Diğer Hanzenler ve Zadesenlerin çocukları için de geçerli bu. Aydan, Defne, Göktuğ, Gültekin ve Gülsema. Hiçbirinin Balamir ya da Oğuz'dan bir eksiği yok benim için." Sessizce dinliyordu beni. Ellerini önünde birleştirmiş, başını yere eğmişti. "Her biri Asper Han'ın kanını taşıyor. Her biri Aspargon için önemli." Gözlerini hızla kaldırdı.
"Öyle diyorsunuz ama bizim çocuklarımız yer sofrasının ötesine geçemiyor. Törende kıyafetleriyle bile konumları hatırlatıldı."
Alaycı bir kahkaha attım. "Ne bekliyordun? Hanzade oğlumun haremine girdin diye, ona ilk oğlanı doğurdun diye, oğlun tahtın varisi mi ilan edilecekti? Üstelik Balamir bile varis ilan edilmemişken!"
"Baş Hanzen'in oğlu olması varis olarak görülmesi için yetiyor."
"Senin amacın ne söylesene."dedim bir adım daha yaklaşarak. Gözlerimi kısmış ela gözlerinde hainlik parıltısı arıyordum. "Baş Hanzen olma hayallerin vardıysa Toygar'ın yatağına değil Korkut'un yatağına girmek için kırk takla atacaktın. Fakat sen Hasbükan'a gönderilmemek için bulduğun ilk Hanzade'nin yatağına girmeyi tercih ettin. Şimdi attığın adımların sonuçlarını mı beğenmiyorsun? Hasbükan ve Aspargon pek çok konuda ayrıldığı gibi benzediği konular da var. Han çocuklarının öncelikli oluşu bunlardan biri." Dudaklarını ısırdı. Diline gelip de söylememek için zor durduğu düşünceleri olduğunu hissedebiliyordum.
"Asper Han kanı o kadar da eşit değilmiş demek ki."dedi sonunda.
"Hanlığın bekası için belli kaideler vardır. Bu kaideler olmasaydı herkes hak iddia eder, hanlık beş yüz yıl boyunca ayakta kalmaz yıkılır giderdi." Çenesinden yakaladım ve sertçe kendime yaklaştırdım. "Bir daha yersiz hırslara kapıldığını görür, duyarsam o nefesini keserim senin."dedim gözlerinin içine bakarak. Gözleri korkuyla açıldı. Kirli bir bezi bırakır gibi bıraktım çenesini. "Şimdi odamdan çık ve bir daha asla hiçbir kaideyi unutma! Özellikle hainlerin sonunu söyleyen kaide her daim aklında olsun!" Yüzü kıpkırmızı halde odadan çıktı.
Öfkeyle sedire oturdum. Bu hatunun hali hal değildi kesinlikle. Oğuz ve Balamir'i nasıl bir tutardı? Ona sıra gelene kadar Göktuğ, Aydan ve Defne vardı. Kaldı ki han oğlum yaşadığı müddetçe sıra asla Toygar ya da Toygar'ın çocuklarına gelmeyecekti. Bunu bilmesi gerekirdi. Burası Hasbükan değildi. İsyanlar ağır şekilde bastırılır, tekrar edilmemesi için ağır kıyımlar yapılırdı. Öfkeyle solurken kalbimi bir korku kaplamıştı. Böyle bir şeyi yaşamak istemezdim. Bir kez daha oğullarımı birbirine düşkün yetiştirdiğimi kendime hatırlatarak içimi rahatlatmaya çalıştım. Belgin ne yaparsa yapsın asla Toygar'ın aklını çelemezdi. Bundan emindim.
Ertesi sabah ilk işim han oğlumun yanına gitmek oldu. Geceyi Gökben'le geçirmişti. Son zamanlarda yaptığı gibi. Gökben'in odadan ayrıldığını öğrenir öğrenmez odamdan çıktım. Han oğlum beni içeri kabul ettiğinde üzerini çoktan değiştirmiş, yatağı düzeltilmişti. "Günün aydın ve ferah olsun han oğlum."dedim gülümseyerek.
"Sağolasın hanım annem. Senin de." Çalışma masasının başına geçti. "Kahvaltıyı birlikte yapalım istersen."
"Olur. Uzun zamandır birlikte yapmamıştık."dedim ve kahvaltıyı iki kişilik getirmelerini emretti.
Masasının önündeki sandalyelere oturdum. Günlük konulardan bahsettik. Seferlerle ilgili sorular sordum. Artena fethini ne zaman yapmayı düşündüğünü konuştuk. Kisre ve Silistros sorunları tamamen çözülmeden hareket etmek istemediğini söyledi. Daha sadık valiler atanmasını önerdim. Birkaç değerlendirmede bulunduk. Kahvaltımız boyunca da benzer konular devam etti. Melbros sınırındaki tüm şehirlere seyahat yapmayı düşünüyordu. Sonra doğu denizindeki limanlarımızı teftiş etmek istiyordu. Yaman zamanında başlayan tersaneler bitmişti. Ayaz Bey yakından ilgileniyordu bu konuyla. Gökben aracılığıyla tanışmıştı Korkut'la. Sonra Korkut'un önerisiyle Yaman onu bu işler için görevlendirmişti. Akyel'de sıradan bir liman muhafızı iken şimdi tersane mimarı ve gemi tasarımcısı olmuştu.
Kahvaltıdan sonra asıl konuşmak istediğim konuyu açmaya karar verdim. "Üç senedir tahttasın. İlk yılın zorlu geçti fakat sonraki yıllar bunu toparlamayı bildin. Kisre ve Silistros bile isyan etmeye korkuyor. Seni ciddiye almasalardı şimdiye on kez isyan ederlerdi."
"Yine de tam bağlı değiller hala. Oradan gelen haberler hoşuma gitmiyor."
"Zamanla o da olur. Merhum han baban onları dizginlemek için çok uğraştı. Sen ise buna kesinlik kazandıracaksın."
"Amacım bu."dedi sakalını sıvazlayarak.
"Diyeceğim o ki her şey yolunda giderken neden hala kendine bir hanım seçmiyorsun?" Gözlerini devirdi. Başta bu konuyu daha sık açıyordum. Bir an önce İdil'le nikahlarının olmasını istiyordum. Fakat oğlum kati bir şekilde nikah konusundan kaçıyordu. Ben de daha nadir konuşmaya başlamıştım. "Artık vakti gelmedi mi? Balamir de yeterince büyüdü."
"İdil'i hanım olarak yetiştirdin ve artık meyvesini almak istiyorsun farkındayım. Fakat erken."
"Neden erken? Ondan başkası mı olacak hanımın? En mantıklı tercihin İdil olduğu ortadayken kalbinle hareket etmeyi düşünmüyorsun umarım."dedim şüpheyle. Gökben'e olan aşkından böyle önemli bir meselede aptalca davranmasına katlanamazdım.
"Doğru zaman geldiğinde nikah kıyılacak."
Hala İdil'in ismini anmaktan kaçınıyor oluşu sinirlerimi geriyordu. İşte bu yüzden diğer seçeneğin Gökben olduğundan emindim. "Birinci sırada Baş Hanzen dururken üçüncü sıradaki bir hanzeni düşünmediğine nedense ikna olamıyorum."dedim açık sözlülükle. Gülümseyerek bakıyordu bana.
"Doğru zamanda doğru kişiyle olmasını istiyorum hanım annem."
"Doğru kişi kim peki?"
"İşte bunu zaman gösterecek. Hanzenlerin becerilerine göre karar vereceğim."
"Baş Hanzen'in tüm yetenekleriyle öne çıkmışken daha nasıl bir beceri arıyorsun anlamıyorum." Suskunca bakıyordu bana.
Bazen eski harem kurallarının gerekliliğini düşünüyordum. Eskiden ilk erkek çocuğu doğurana nikah kıyılırdı. Fakat sonra bu kural değişmiş, han istediği hanzene nikah kıyar olmuştu. Belki yönetim becerisi açısından kısıtlayıcıydı bu kural fakat şu an hala geçerli olsaydı çok işime gelirdi. Nikahın kıyılmaması ve gerçek varisin görülmemesi bir süre sonra soruna sebep olabilirdi. Berke Han hiçbir hanzene nikah kıymamıştı ve her biri kız erkek fark etmeksizin tahtta hak iddia etmişti. Benzer durum yetmiş sene önce Güşlah Hanım döneminde de yaşanmıştı. Gülşah Hanım başa geçen handanlardan biriydi ve hiçbir beye nikah kıymamıştı. Nikahsız çocukları arasında taht kavgası çıkmış, savaşı hiçbir çocuk kazanamadığı gibi başa Gülşah Hanım'ın meşru kardeşi Hanzade Kaya getirilmişti. Kaya Han Kubat Han'ın babasıydı ve kendinden önceki isyan döneminden sonra devleti toparlaması uzun zaman almıştı.
"Nikahsızlığın hanlığa verdiği zararları hatırlamanı istiyorum."dedim sakince. "Nikah durumunda bile bazı dönemler isyan çıkmışken nikahsızlık tüm evlatları isyana teşvik etmiştir. Nikahı bir an önce kıy ve bazı evlatlarının boş yere taht hayalleriyle büyümesine sebep olma."
"Merak etme evlatlarım bunu düşünecek yaşa gelmeden bu mesele hallolacak." Daha fazla uzatmadım. Uzatmanın alemi yoktu. Ben ne dersem diyeyim o kendi bildiğini okuyacaktı. Yapacağı seçimin hanlığımıza zarar vermemesi için elimden geleni yapacaktım.
İki gün sonra odamda evrak incelemesi yaparken kapım çalındı. Gökben'in beni görmeye geldiği haber verilmişti. Şüpheyle kapımı bekleyen işkıza bakıyordum. Neden gelmişti ki? Çok sık görüştüğümüz söylenemezdi. Ona olan mesafeli tavrımdan dolayı şansını zorlamamayı öğrenmişti. "Şu an müsait değilim. Sonra gelsin."dedim. Bir süre sonra işkız tekrar geldi.
"Önemli olduğunu söylüyor. Devlet meselesiymiş." Alayla güldüm. Gökben kimdi ki devlet meselesiyle ilgili benimle konuşacaktı?
"Gelsin bakalım. Çok merak ettim neymiş mesele."dedim gülerek. Çıktı ve hemen ardından Gökben içeri girdi. Toz pembe bir elbise giymişti. Yüzünde masum ama muzaffer bir gülümseme vardı. Mavi gözleri canlıydı. Kumral saçlarını arkasında toplamış dalgalarını beline salmıştı. Saygıyla reveransını yaptı. "Nedir mesele?" Elindeki mektubu gösterdi.
"Görmeniz gereken bir şey." Tek kaşım merakla havalandı.
"Harem hatunları arasında geçen bir dedikoduyu mu getirdin bana?"diye sordum. "Eğer gereksiz bir şeyle zamanımı harcıyorsan karşılığı kötü olur."
"Okuyun ve öyle karar verin Hanımım."dedi istifini bozmadan. Karşımda nasıl davranması gerektiğini her daim biliyor oluşu canımı sıkıyordu. Hiçbir zaman açık vermiyordu. Kurallara oldukça hakimdi. Sıcak savaş için hiçbir sebep çıkmıyordu. Fakat soğuk savaşımız onu tanıdığım günden beri devam ediyordu. Suna'nın yetiştirmesi olmasa ona bakışım belki farklı olurdu. Fakat Suna'nın sarayından çıkmıştı. Ayrıca hareme tüm kaideleri çiğneyerek girmişti. Düzeni bozabilecek her türlü vakaya karşıydım.
Yine de elimi uzattım mektubu getirmesi için. Küçük adımlarla yaklaştı ve mektubu elime bıraktı. Önce üzerindeki mührü inceledim. Bizim mühürlere benzemiyordu. Noktalardan oluşan bir çember içinde hayvan pençesi vardı. Hasbükan mühürlerindendi. Mektubu açtım.
Hasbükan'ın Yüce Han'ı Akın Han,
Öncelikle hanlığınızı kutlar, hükmünüzün uzun olmasını dilerim. Uzun yıllar boyunca hiç konuşmadığımızın farkındayım. Bunu okuduğunuzda ne hissedeceğinizi bilemiyorum. Fakat bu hayatta kanımdan kalan tek kişi sizsiniz. Evim olmayan topraklarda çektiğim yalnızlık bazen beni yoruyor. Bu sebeple size yazmak istedim.
Daha önceki yıllarda size öfkeliydim. Çünkü ailemi katletmiştiniz. Fakat zaman geçtikçe sizin tahtı daha çok hak ettiğinizi anladım. Önceki mektuplarımı toyluğuma verin lütfen. Artık gerçekleri görebiliyorum. Varlığınız beni teselli ediyor. Babamın hatalarının bedelini bana ödetmemenizi umuyorum.
Ailemden geriye sadece siz kaldınız. Zaman zaman bana yazmanızı istesem haddimi çok mu aşarım? Lütfen, amca, burada çok yalnız hissediyorum.
Zadesen Belgin
Kaşlarım çatılmış elimdeki mektuba bakıyordum. Belgin amcasına mektup yazmıştı. Güya yalnızlığından dem vuruyordu. Fakat geçen gün aramızda geçenlerden sonra bunda hiç masum niyetler göremiyordum. İhanet için suçlamama yeterli bir şey yoktu. Bu kötüydü. Önceki mektuplardan bahsetmişti. Muhtelemen burada kaldığı dönemde gönderdikleriydi. Çaresizce öfkesini kusmuştu o yıllarda. Fakat şimdi neredeyse bir destek arayışına girmişti.
Hareme giren hatunların ailelerine yazmalarını yasaklayan bir kural yoktu. Simay buraya geldiğinde ailesiyle görüşmüştü. Orada da zaman zaman mektuplaşıyorlardı. Elbette mektupları kontrol ettiriyordum. Fakat Belgin için şimdiye kadar böyle bir durumla karşılaşmamıştım.
"Mektubu nasıl elde ettin?"diye sordum.
"Benim de kendime göre yöntemlerim var."dedi gülümseyerek. "Fakat mektubun gizlilik içinde gönderilmeye çalışıldığını söyleyebilirim. Belki de bu yüzden sizden önce benim elime geçti."
"Bu sarayda benden daha dikkatli olduğunu mu iddia ediyorsun?"
"Hayır, asla."
"Sarayımda daha etkili casusların olduğunu mu söylüyorsun peki?"
"Casus mu?"dedi hayretle. "Hanımım, bağışlayın. Ben de bu sarayda yaşıyorum. Benim de evlatlarım var. Kokut Han'ın istikbali için çabalıyoruz. Hepimizin kendimize özgü yöntemleri var bunun için."
"Tamam, tamam."dedim elimi havada savurarak. Bu mektup yeterince canımı sıkmıştı. Bir de onunla laf yarıştıracak değildim. "Mektubu bana getirerek iyi ettin Hanzen Gökben." Başarısını takdir etmem lazımdı. Kendi başına işleri daha karmaşık hale sokabilirdi.
"Böylesi en uygunuydu Hanımım. Siz ne yapılması gerektiğini bizden daha iyi bilirsiniz." Reverans yaptı ve çıkmak için hareketlendi.
"Mektuptan birine bahsettin mi?"diye sordum. Duraksadı. Gözlerime baktı ve başını iki yana salladı. "İyi. Bahsetmeyeceksin." Başıyla onayladı ve odamdan çıktı.
Tekrar okudum mektubu. Üzerindeki mührü bir daha inceledim. Orada kullandığı handan mührünü hala yanında taşıyordu. Hasbükan hanedanlık mühründeki pençe kaplana aitti. Bu da beni düşüncelere sokuyordu. Gördüklerimin uyarı olmadığına inanmak istedikçe karşıma yeni bir işaret çıkıyordu. Bu kız başıma bela olacak gibiydi. Ondan bir şekilde kurtulmam lazımdı. Öyle bir şey düşünmeliydim ki hiçbir şekilde benden şüphelenilmemeliydi.
Fakat önce Asya'yı yanıma çağıracaktım. Bu mektup nasıl olur da gönderilmeye hazır hale gelir ve bizden önce Gökben'in eline geçer konuşmalıydık. O hatunun bu sarayda etkili olmaya başlamasına izin veremezdim. Kimlerle işbirliği içinde çözmek zorundaydım. Kazanacağı her güç karşıma dikileceğinin habercisiydi. Sessizliğine hiç güvenmiyordum. Ne de olsa onu Suna yetiştirmişti. Suna her sessizliğin ardından olaylarla karşımıza çıktıysa Gökben de öyle olacaktı. Bundan emindim.
***
-Müge Hanım'ın Büyük Hanımlığı nasıl ilerliyor?
-Genel olarak Müge Hanım'ın diğer kişilere bakışı ve yorumları hakkında ne düşünüyorsunuz?
-Nikah konusunda sizin düşünceniz nedir? Müge Hanım acele ettirmekte haklı mı?
-Belgin'in mektubu hakkında düşünceniz nedir? Müge Hanım sizce ne yapacaktır?
Sonraki bölüm Gökben'den olacaktır.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top