2.19. Benim Devrim

1416 Senesi - Bahar Mevsimi

ASPARGON HANLIĞI

Altınova Şehri - Hanedanlık Sarayı

Hanzade Korkut

Şimdiye kadar dört kez baba olacağımı öğrenmiş, hepsinde değişik bir sevinç hissetmiştim. Fakat bu defa daha farklıydı. Bu defa kendimi tamamlanmış hissediyordum. Gökben'in karnında filizlenen evladımız içime öyle huzur doldurmuştu ki daha demin yaşananların hiçbir önemi yoktu. Aşık olduğum kadın bizden bir parça taşıyordu. Eşsiz bir histi bu.

Balamir ve Aydan'ın kalbimdeki yeri apayrıydı. Bunu kimse değiştiremezdi. Sadece bu defa daha farklı hissediyor olmayı beklememiştim. Tüm bedenimi kaplayan bu mutluluk benim için yeniydi.

Hekim kadına Baş Kalfa Asya'yı çağırmasını söyledim. Baş Kalfa odama geldiğinde haberi verdim. "Herkes duysun bilsin, gözdem Zadesen Gökben gebe. Usül neyse yapılsın." Yüzünde şaşkınlık vardı. Fakat başıyla onaylayıp odadan çıktı. Gökben'e döndüm. "Kendini daha iyi hissediyorsan salona dönelim mi?"

"Olur."dedi ve birlikte odadan çıktık. Yüzünde hoş bir gülümseme vardı. Gök gözlerinin içi gülüyordu. Bu haber bizi birbirimize daha yakınlaştıracaktı.

Salona girdiğimizde başlar bize döndü. Az önceki gerginlik geçmiş gibiydi. Tabii hanım annem ve Burçin adına ne kadar geçtiği tartışılırdı. Hanım annemin gözleri önce Gökben'i sonra beni buldu. "Asya şimdi haber verdi. Tebrik ederim."dedi soğuk bir tonla.

"Teşekkür ederim hanım annem. Ailemiz büyüyor." Yerlerimize geçtik. İdil'in yanındaki yerime oturdum. Az önce yaşananlar hiç yaşanmamış gibi bir hal vardı. Bir müddet sonra salona ağalardan biri geldi. Elinde lacivert kadife kumaşla kaplı bir kutu vardı. Han babamın önüne bıraktı kutuyu ve çıktı.

Han babam, "Tebrik ederim oğlum. Her geçen yıl soyun biraz daha büyüyor. Büyük ailenle mutlu ve mesut olasın." Eli önündeki kutunun üzerinde gezindi. "Gökben Hatun için bir hediyem var." Masadaki herkesin yüzünden şaşkın bir ifade geçip gitti. "Gel kızım."dedi Gökben'e. Gökben diğer taraftaki yerinden kalktı ve han babamın önüne geldi. Reverans yaptı. Han babam kutuyu açtığında elmaslarla süslü, yan yana iri safirlerin dizildiği göz alıcı bir kolye ortaya çıktı. Yıllar önce başladığı yedi safirli kolyeydi bu. Gök gözlü gelinim için yapıyorum dediği kolyeydi. Hanım annem kaşlarını çatarak hediyeye bakıyordu. "Güzel günlerde takmanı dilerim."dedi han babam ve ayağa kalktı. Hareketlerinde zorlanıyordu. Fakat büyük bir gayretle Gökben'in yanına kadar gitti. Kolyeyi aldı ve boynuna taktı. Yedi safirli kolye Gökben'in boynunda parıl parıl parlıyordu. Gözleri kolyenin etkisiyle iyice öne çıkmıştı.

"Çok teşekkür ederim Han'ım. Çok güzel bir kolye."

"Sana da çok yakıştı."dedi han babam ve yerine geçmek için hareketlendi. Masanın yanınan geçerken bir an duraksadı. Yüzünde acı bir ifade gördüğümde, "Han babam?"dedim korkuyla ve han babam birden yere yığıldı. Gökben onu yakalamaya çalışsa da han babam iri bir adamdı. Kollarının arasından kayıp gitti.

"Yaman!"diyerek hanım annem yerinden fırlayıp gitti yanına. "Ağalar!"diye bağırdı. İçeri ağalar koştu. "Çabuk, Yaman Han'ı odasına taşıyın! Uras Efendi derhal odasına gelsin!"

Hepimiz han babamın başına toplandık. Ağalar koltuk altlarından ve bacaklarından yakalayıp odadan çıkarırken biri de başını tutuyordu. "Hanım annem, neler oluyor?"diye sordum korkuyla. Kalbimde acı bir çarpıntı vardı. İlk defa han babamı böyle görüyordum.

"Bir şey olduğu yok Hanzadem. Bir şey dokunmuş olmalı. Yaşı ilerledikçe bazı yemekler dokunur oldu."dedi hanım annem. "Siz, siz odanıza geçin. Ben han babanızla alakadar olurum. Telaş edecek bir şey yok." Ağaların peşinden odadan çıktı.

Ulaş Amcam endişeyle arkasından bakıyordu. Toygar'ın gözlerinde de korku vardı. "Amca, bu daha önce de oldu mu?"diye sordu yanımıza yanaşarak. Sesindeki titremeden onun da benden farkı olmadığı anlaşılıyordu. Ben de amcama bakıyordum. Amcam ise konuşmaya niyeti yokmuş gibi bakakalmıştı kapının arkasından. Bizim babamız, onun abisiydi.

"Yaman Han bunu da atlatacaktır."diyebildi. O da kapıya yöneldi. Biz de peşinden gidecekken masaya döndüm. İdil, Şevval, Gökben endişeyle bana bakıyorlardı. "Siz odalarınıza dönün."dedim. İdil öne çıktı,

"Ben de geleyim. Seni bu durumda yalnız bırakmak istemiyorum."

Gözlerim karnına takıldı, "Olmaz. Senin dinlenmen gerek. Eminim her şey yoluna girecektir."

Toygar, "Belgin sen de odana dön."dedi ve salondan çıktık.

Amcamızın peşinden babamın odasına gittik. Kapının önünde bekliyorduk. Bizi içeri almıyorlardı. Fakat birkaç hekim daha içeri girince bunun normal bir durum olmadığını biliyordum. Basit bir yemek dokunması için bunca hekime gerek olmazdı. Tesirli bir şurup yeterdi.

Bekleyişimiz uzadıkça koridorda bir oraya bir buraya gitmeye başladık. En son ortada amcamla karşı karşıya gelince durdurdum, "Sen bir şey biliyorsun. Söyle."dedim. Konuşmaya niyeti yoktu. "Amca!" Kapılar açıldı. Hanım annem karşımdaydı. Pür dikkat bize bakıyordu. Sessizlik uzadı da uzadı. Sonu da dudakları aralandı ve konuştu.

"Ulu Tanrımız han babanız için biçtiği ömrü sona erdirdi. Onu kutlu bahçelerine aldı." Kulaklarım uğuldamaya başladı birden. Bu gerçek olamazdı. Kızaran yeşil gözleri beni buldu, "Aspargon toprakları artık senindir. Aspargon tahtı seni bekler. Ömrün uzun, hükmün daim olsun Korkut Han!"

Elindeki hüküm mührünü bana uzattı. Elim havaya kalkarken her yerimin uyuştuğunu hissediyordum. Soğuk, metal mühür avuçlarıma bırakıldığında sanki tüm dünya elime çökmüştü. Hanım annem başıyla selam verirken Ulaş Amcam ve Toygar da selam durdu. Arkadaki hatunlar reverans yaparken benim gözlerim odasında üzeri beyaz bir örtüyle örtülü yatan babamdaydı. İnanamıyordum ölü olduğuna. Örtüyü üzerinden atıp hiddetle "Bre gafiller, hanınız ölmedi!"diyerek kalkması an meselesiymiş gibiydi. Fakat olmadı. Kalkmadı.

"Korkut'um."dedi hanım annem usulca.

"Hanım annem."diyebildim fısıldayarak.

"Gel benimle."dedi çatallaşan sesiyle ve koluma girerek beni başka bir odaya götürdü.

"Han babam ne olacak?"

"Cenaze için hazırlık emri verdim. Yarın ikindi vakti hanedan mezarlığına defnedilecek." Girdiğimiz oda ferahtı, sessizdi. "Bir hafta sonra tahta çıkış merasimin olacak."

"Bu nasıl oldu?"diye sordum gözlerine bakarak. "Han babam neden öldü?" Dudakları titredi bir an. Yutkundu hemen. Gözleri kızardı da kızardı. Hızla kapattı gözlerini. Bir müddet bekledikten sonra açtığından yeşil gözleri çakmak çakmaktı. "Bir şey oldu ve bunu bizden sakladınız."

"Hakkın var oğlum. Bir şey oldu ve bunu sizden sakladık." Derin bir nefes aldı. "İkinci Artena Seferi'nde yaralandığında okun ucunda ölümcül bir Omena zehri varmış."dediğinde gözlerim hiddetle açıldı. "Çar Yegor han babanı zehirlemiş."

"O itin sadece elini değil, başını da almalıydım!"dedim öfkeyle. "Önce ilk evladımı aldı benden, şimdi de han babamı!" İçimde kaynayan bir hırs yükseliyordu. Avuçlarımı sıktım. "Han olarak yapacağım ilk sefer Melbros'a olacak!"

"Sakin ol Korkut'um. Öfkeyle karar verme. Acımız çok taze. Han babanın intikamı elbet alınacak. Fakat şimdi değil." Öfkeyle odanın içinde dönmeye başladım. Bir oraya bir buraya giderken düşüncelerim karmakarışıktı. Han babamın zehirlenerek öldürüldüğü düşüncesi beni alt üst etmişti. "Her şeyin bir vakti var. Bunun da vakti gelecek."

"Neden sakladınız bunu bizden?" Hala kabullenemiyordum babamın ölümünü. Daha az önce kahvaltıda yanıbaşımızdaydı. Şimdi ise yoktu. "Söyleseydiniz belki, belki," gözlerim yanmaya başlamıştı. Belki bu kadar ağır gelmezdi. Derin bir nefes aldım.

"Bilmeniz hiçbir şeyi değiştirmeyecekti. Bu zehri geri almanın hiçbir yolu yoktu. Sadece yavaşlatabildik. Bu da han babana üç sene kazandırdı. Sizin de bununla meşgul olmanıza gerek yoktu." Oldukça serinkanlı duruyordu karşımda. Kendini güçlü tutmaya çalışıyordu. Ama o da hayat arkadaşını kaybetmişti. İçinde fırtınalar koptuğuna emindim. "Bir müddet yalnız kalmak istiyorum Korkut'um. İlgilenmemiz gereken çok şey var. Ama şimdi biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var."dedi ve odadan çıktı. Tek başıma kalakaldım.

Sessizlikle birlikte gerçekler daha çok içime işlemeye başladı. Sedire oturduğumda han babamın ölümünü idrak ediyordum. Ölmüştü. Daha demin yanımızda bizimle konuşan, tebriklerini ileten han babam artık yoktu. Hayat tuhaftı. Bu kadar kısaydı işte. Ölüm bu kadar ani ve keskindi. Bir an önce varken bir an sonra yoktu.

Zihnimi dolduran diğer mesele Yegor'du. Bu kadar hırs bürümüştü gözünü demek. Fakat her şeyin bir karşılığı olacaktı. Ondan bunun hesabını soracaktım. Bir han öldüğünde dış ülke anlaşmaları yeni hanla yenilenirdi. Melbros için çok farklı şeyler planlıyordum. Madem o küçücük toprağa sığamadılar o toprakları benim yapmaktan çekinmeyecektim!

Bir müddet sonra odamın kapısı yavaşça vuruldu. Ses veremedim. Kolu indi ve içeri İdil girdi. Kapıyı kapattı. Bir süre öylece baktık birbirimize. "Olanları duydum."dedi üzgün bir tonla. Yanıma yaklaştı. Sedire oturdu. Elimi tuttu. "Başımız sağ olsun." Bir şey diyemedim. Ne diyebilirdim ki? "Müge Hanım odasına geçti. Beni buraya gönderdi. Bazı şeylerin emrini vermen gerekiyor." Öylece yüzüne bakıyordum. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. "Yaman Han yarın için hazırlanmak üzere Heymolla Mabedi'ne alındı. Han odasındaki eşyalar için düzenleme yapılması gerekiyor. Mahzene kaldırılacaklar, dağıtılacaklar ayrılmalı."

"Ne bu acele?"dedim birden. "Han babam daha yeni vefat etmişken."

Derin bir nefes aldı. "Bu işlerin halledilmesi gerek. Han sen olduğun için senin mühürlü emrin olmadan yapılamıyor. Mühürler de yenilenecek. Ayrıca Ecrinok'tan buraya taşınmamız için ayarlamalar yapılacak. Leman Kalfa'ya ben gereken mektubu yazarım. Fakat senin mühürlemen gerekiyor. Ve yeni rütbelerin tayini." O kadar çok şey saymıştı ki bir anda hayatımın ne kadar değiştiğini anlamam zorlaşıyordu. Ben daha az önce bir hanzadeydim. Tek sorumluluğum Ecrinok'tan ibaretti. Şimdi ise Aspargon Hanı olmuştum ve her şey benden soruluyordu. "Müge Hanım artık Büyük Hanım olacak, bizler Hanzen olarak anılacağız. Balamir Haner, Aydan Haneş ünvanlarını alacak. Sen bir eş seçene dek en azından bu ünvanları kullanabilecekler."

"Sen gerekli evrakları yaz İdil. Ben iyi hissetmiyorum. Şu an ne yapacağımı bilmiyorum." Elimi sıktı iyice.

"Sana yardımcı olmak için buradayım zaten. Biz hanımızı kaybettik, sen ise babanı kaybettin. Bunları benim ayarlamam daha kolay olacak."

"Sana güveniyorum."dedim yanağını okşayarak. "Gereken neyse yap. Akşam tekrar istişare ederiz."

Odadan çıktı. Bir müddet sonra ben de çıktım. Toygar ve Ulaş Amcamı buldum. Amcamın odasındaydılar. İçeri girmemle baş selamı yapmalarını bir an garipsedim. İkisinin de yüzü allak bullaktı. Kardeşime yaklaştım ve birbirimize sıkıca sarıldık. Gözleri kızarmaya yüz tutmuştu. Hızlıca kırpıştırarak yaşları dağıttı. Amcama döndüm. "Sen babamın durumunu biliyor muydun?"diye sordum.

Toygar, "Ne durumu?"derken amcam ifadesizce bana bakıyordu. Elbette biliyordu. Onun kardeşiydi. Olanları anlattım Toygar'a. Kaşları çatıldı. Amcama döndü. "Neden bizim haberimiz olmadı?"

Amcam, "Kimsenin haberi olmadı. Yaman Han'ın ölüme adım adım gittiği bilgisi herkesle paylaşılacak bir bilgi değildi."

"Ama Yegor bunu biliyordu!"dedim hiddetle. "Ve kuzey vilayetlerindeki isyanlarında bu yüzden bu kadar rahattı. Han babamın gücünü kaybettiğini biliyordu. O şehirleri bu yüzden almaya çalışıyordu."

Amcam, "Her isyan askeri birlik göndermeye gerek kalmadan bastırıldı Korkut. Yegor o şehirleri almak istiyorsa ciddi bir savaşa girmek zorunda."

"O halde han babamın ölümüyle bu savaş kaçınılmaz demektir!"dedim gözlerimden ateş saçarak.

Toygar, "İstediği gibi saldırsın! Aspargon sahipsiz mi kaldı? Han abim, komutan amcam ve ben ona karşılık vermeyi biliriz!"

Amcam, "Senin savaşa katılman uygun olmaz. Daha sancağında yeterince tecrübe edinmedin."

Toygar hırsla, "Han abim Birinci Artena Seferi'ne katıldığında sadece yarım sene tecrübeliydi!"

Amcam, "Yaşı senden büyüktü. Seni riske atmak için çok erken. Hele bir her şey belli olsun, bunu öyle konuşuruz." Bana döndü. "Kurultayda işler nasıl olacak? Danışmanlar kalacak mı?"

"Bir müddet kalacaklar. Zaman gösterecek kimlerin kalmaya devam edeceğini."dedim. Kurultayın sadakati, işlevi belirleyecekti nelerin değişeceğini. "Konuşacağım ilk konulardan biri Melbros Seferi olacak."

"Yegor savaş ilanında bulunmadan bunları konuşmaya gerek yok. O gün gelirse kurultayda her şey konuşulur."dedi amcam son olarak ve konuyu kapattı. Yönetimde ve askeriyede bizden daha tecrübeliydi. Onu dinlemek ikimiz için de en iyisi olacaktı. Fakat her şeyin bu kadar hızlı değişmesi bana hala rüya gibi geliyordu.

Bir anda büyük bir değişimin içine düşmüştüm ve adapte olmak zor geliyordu. Bir gün bunun olacağını biliyordum fakat bu kadar erken olacağını beklemiyordum. Han babam bile tahta otuz beş yaşında çıkmıştı. Ben ise yirmi iki yaşımı bir ay sonra bitirecektim. Han babamla daha uzun yıllarımız olacağını hayal etmiştim.

Akşam yemeğini odamda yedim. İdil sessizdi. Han babamın odasının yarına kadar hazır olacağını söylemişti fakat bunun önemi yoktu. Yazdığı evrakları masaya bırakmıştı. Masama geçip evrakları incelemeye başladım. Han babamın tüm eşyalarının mahzene kaldırılmasını yazmıştı. Bir an acımasızca gelmişti bu bana. Fakat en doğrusu buydu. Devlet işleri beklemeye gelmezdi. Düzen devam etmek zorundaydı. Hanım annemin Büyük Hanımlık belgesinden sonra zadesenlerin hanzenlik belgeleri geliyordu. Kaşlarım çatılmış bir şekilde İdil'inkine bakıyordum. "Kendini Hanzen İdil olarak yazmışsın."dedim ve ona baktım. Hala yerdeki minderlerde oturuyordu.

"Usüllere göre Baş Zadesen de Hanzen olarak alır yeni ünvanını."

"Sen Baş Hanzen olacaksın İdil."dedim ve kağıda bunu ekledim. "Bunca yıldan sonra sıradan bir hatuna denk mi görüyorsun kendini?"

"Nasıl uygun görürsen."dedi gülümseyerek. Kağıdı mühürledim. Bunca şeyi onunla birlikte yaşamıştık. Bugünü onun sayesinde bu kadar rahat geçirmiştim. Ona haksızlık edemezdim.

Hanım annemden aldığım hüküm mührüne benim sembolüm de eklenmişti bu vakte kadar. Çapraz kılıçların üstündeki taç standart hanedan mührüydü. Tacın çıkıntıları rütbeleri belli ederdi. Han ve Hanım için altı çıkıntı bulunurdu taçta. En yüksek rütbe buydu. Hanzadeler beş, handanlar dört çıkıntılı kullanırdı. Toygar ve benim mühürlerim şimdiye kadar beş çıkıntıya sahipti. Fakat han oluşumla benim neslim öncelik elde ediyordu. Bu sebeple Toygar'ın mühründeki taç üç çıkıntıya, Bengü ablamınki ise iki çıkıntıya düşecekti. Hanım annem için nasıl bir mühür olacaktı bilmiyordum. Tarihimizde Büyük Hanımlar azdı ve onlara özel bir mühür tasarlanmamıştı. Mühürlerin kime ait olduğunu ise çapraz kılıçların altına yerleştirilen minik semboller belli ederdi. Benim sembolüm çember içinde nokta idi. Toygar çember içinde çarpı sembolünü seçmişti.

Evlatlarımın Haner ve Haneş ünvanlarını da onaylamıştım. Geçici ünvanlardı bunlar. Ben evliliğimi yapana kadar kullanabileceklerdi. Sonrasında ise evliliğimden hariç evlatlarım Hatun ve Bey ünvanını alacaktı. Dora Hanım zamanında yapılan bir düzenlemeydi bu. Han babamın başkasından evladı olmamasına rağmen hanım annem de devam ettirmişti bu kuralı. Daha önceki dönemlerde yaşanan haner ve haneş isyanları bu kararın sürdürülmesinde etkiliydi. Önemli olan meşru çocuklardan soyu devam ettirmekti.

Tarihte yaşanan en ciddi sorunlar meşruluğun gözardı edildiği dönemlerde olmuştu. İlk kriz Kanlı Berke döneminde görülmüştü. Berke Han kimseye nikah kıymayarak evlatları arasında bir taht kavgasına sebep olmuştu. Gerçi kendisi meşru olduğu halde isyanla başa gelen bir handı. Daha sonraki dönemlerde hanerlikten başa geçen Görkem Han vardı. Kendinden önceki dönemin isyanlarında talih ona gülmüştü. Son nikahsızlık dönemi ise Gülşah Hanım devrinde yaşanmıştı. O da hiç kimseye nikah kıymamış ve nikahsız evlatlarının arasında ciddi bir isyanın patlak vermesine sebep olmuştu. Başa oğullarından Haner Yağız geçse de halk onu hiçbir zaman han olarak kabul etmemiş, bir sene içinde tahttan indirerek yerine Gülşah Hanım'ın meşru kardeşi Hanzade Kaya'yı getirmişti. Kaya Han'dan sonra dedem Kubat Han geliyordu ve o dönemde Dora Hanım gayrı meşruluğun önüne geçebilmek ve soyun evlilikten olan çocuklardan devam edebilmesi için haner ve haneş ünvanlarını kaldırmıştı. Böylece evlilik dışı olan çocukların hanedanlık gözünde de halk gözünde de hiçbir önemi kalmıyordu.

Benzer bir durumun evlatlarım arasında yaşanmasını istemezdim. Nikah konusunda acelem yoktu. Han babam tahta çıkar çıkmaz hanım anneme nikah kıymıştı. Fakat ondan önceki hiçbir han bu konuda acele etmemişti. Ben de beklemeyi seçiyordum. Daha babamın ölümünden bir gün bile geçmemişken bunun derdine düşemezdim. Fakat İdil'in yerinin de bilinmesi önemliydi. Baş Zadesenimdi ve Baş Hanzenim olmayı hak ediyordu.

Gece odamdan çıktım ve Heymolla Mabedi'nin yolunu tuttum. Han babamı son kez görmek istiyordum. Mabet sarayın bahçesindeydi fakat en uzak noktadaydı. Heymolla ailesi tarafından kurulmuş ve onlar tarafından idare ediliyordu. Heymollalar Ulu Tanrı inancında öne çıkan bir aileydi. Bu işi onlardan daha iyi kimse yapamazdı.

Önemli kişilerin cenazeleri burada hazırlanırdı. Dua etmek için buraya gelinirdi. Ulu Tanrı'yı dualarımızda anardık evet fakat onlar kadar düşkün olmadığımız bir gerçekti. Bu mabede hayatım boyunca sadece bir kez gelmiştim. Yiğit Amcamın isyanındaydı. Han babam, hanım annem ve kardeşlerime bir şey olmaması için dua etmiştim.

Mabede girdiğimde muhafızlar beni karşıladı. Han babamın bulunduğu hücreye gittim. Yüksek şamdanlarla aydınlatılmıştı içerisi. Çiçek kokularından tütsüler yakılmıştı. Han babam en güzel kıyafetleriyle hazırlanmış, tabutunda uzanıyordu. Üzerine sürülen maddeler sayesinde teni hala canlı gözüküyordu. Sanki her an gözlerini kırpıştıracak, göğsü her an inip kalkacakmış gibi pür dikkat izledim bir süre.

Hiçbir şey olmadı. Ne gözleri kıpırdadı ne göğsü nefesle doldu. Ruhu bedeninden çekilmiş, sonsuza dek terk etmişti bizi. Onunla buraya geldiğimden beri baş başa, doya doya konuşmadığımı fark ediyordum. Daha bana anlatacağı nice hikayeler vardı. Hepsi onunla birlikte gitmişti. Belki politikada iyi değildi ama savaş meydanları onun yeriydi. Han babam bu şekilde ölmemeliydi. Son seferinde şehit olmak ona daha çok yakışırdı.

Birkaç adım sesi duyduğumda arkama döndüm. Hanım annem siyahlar içinde karşımdaydı. Başına taç takmamıştı. Siyah ipek bir kumaş alttan sıkıca tutturduğu saçlarından salınıyordu. Üzerindeki tek ziynet parmağındaki inci yüzüktü. Han babamın nikah hediyesiydi ona.

"Hüznümüz için karanlığın çökmesini beklemişiz ikimiz de."dedi çatallı sesiyle. Yavaşça yaklaştı. Tabutun yanına geldi. Elini han babamın saçlarında gezdirdi. "Sanki bir şeyler eksik kaldı, değil mi?" Sorusu bana mıydı han babama mıydı anlamamıştım. "Yetmedi zaman." Han babamın donuk yüzüne dokundu. "Neler yaşadık, neler atlattık. İnsan sanıyor ki mücadele her daim devam edecek. Fakat bir anda insanın nefesi kesiliyormuş böyle." Derin bir iç çekti. Bana döndü. "Ravesna Kraliçesi babandan ikiz bebek doğurdu."dediğinde kaşlarım çatılarak bakakaldım. Bir an etrafımızı kolaçan ettim birileri var mı diye. "Yalnızız. Merak etme."

"Bundan emin miyiz? Kraliçe yalan söylüyor olabilir."

"Han baban kabul etti. Bebeklerde han babanın doğum lekesinin aynısı varmış." Hızla inip kalktı göğüs kafesim. Bunca yıl hanım annemden başkasından çocuğu olmamıştı han babamın. Bu düşünce öyle gerçekdışı gelmişti ki... "Biz elbette reddettik. Kabul edecek de değiliz. Kraliçenin her daim oynak olduğunu yaydırdım her yerde. Kimden olduğu belli olmayan bebekleri bize yıkmaya çalıştığını anlattırdım. Han babanın tek evlatları bunca zaman sizdiniz. Bundan sonra da bu böyle olacak. Halk o kadının iddiasına inanmayacak."

"Halk nereden duydu bunu?"

Gözlerini devirdi birden. "Birileri bazı ailelere bir şeyler fısıldamış. Oradan oraya derken Altınova'da bir dedikodu halini almış. Ben de karşılığını verdim."

"Zaten bizden olduğunu kabul etsek bile ne yapabilir ki? Bebekler Aspargon dışında. Kurallar belli. Meşru çocuklar başa geçebilir. Kimse tanınmayan iki çocuğun peşine düşmez."

"Aspargon'da düşmeyebilir. Fakat yıllar önce Tipkos'a kaçırılan Haneş Karaca soyu Tipkos kraliyet ailesinde devam ediyor." Gülşah Hanım'ın Tipkoslu Exios'tan olan kızıydı Haneş Karaca. Çıkan isyanlarda babası tarafından Tipkos'a kaçırılmıştı. İlerleyen yıllarda kraliyet ailesiyle evliliği gerçekleştirilmişti. Exios kızının soyunun bir gün Aspargon'a döneceğini ummuş olmalıydı. "Onun torunları ve bu bebekler arasında kıyılacak nikahla Aspargon soyunun güçlü bir şekilde devam ettiğini iddia edip toprak almaya çalışabilirler."

"Arada Hasbükan var. Üstelik kendi kanlarını, hanedanlarını inkar etmek anlamına gelmez mi bu?"

"Toprak uğruna kimler neleri feda ediyor oğlum. Kızını evlendirip isyanı destekler, oğlunu da varisi ilan eder. Kızıyla yeni topraklar kazanırken oğluyla iktidarını sağlamlaştırır." Han babama mağrur bir bakış attı. "Hasbükan'a da çok güvenme. Akın Han hala Hanlığının ilanına dair bize bir şey göndermedi. Bir sene oldu. Bizim desteğimize ihtiyacı olmadığını böyle gösteriyor kendince."

"Fakat her geçen yıl Gerbena'ya kuzey topraklarını kaybediyor."dedim sertçe. "Yardım almadan ne yapmayı düşünüyor?"

"Her şey olabilir. Ravesna Kraliçesi isyanına onu da ortak etse Tipkos-Ravesna-Hasbükan birlikteliği kapımıza dayanır. Çıkarlar kesiştiği müddetçe kimlerin birlik olacağını öngörmek zor. Bu sebeple han babanın intikamını ertelemek zorundasın. Melbros'a bir sefer yerine anlaşmaları yenilemek, ablanla aranı iyi tutmak işimize gelir. Gerbena'da da bir ablan var. Onlar da Hasbükan'ı meşgul etmeye devam edebilir. Bu yüzden Artena'nın fethini de şimdilik ertelemen gerekebilir. Simir Makos, Arbatun ve Gerbena ile ilişkilerimiz sağlam olduğu müddetçe Tipkos, Ravesna ve Hasbükan için endişelenmemize gerek kalmaz."

"Gerbena ve Aspargon'un sağlıklı bir ittifak sürdüreceğine inanıyor musun gerçekten?"diye sordum.

"Siyaset bu. Çıkarlar uyduğu müddetçe pek çok ülkeyle anlaşma yapılabilir."

Hanım annem düşünceleriyle beni etkilemişti. Her şeye rağmen hala bunları göz önünde bulunduruyordu. Olabilecek her ihtimali değerlendirmeye çalışıyordu. Önümüzü görmeden hareket etmememiz en mantıklı hareketti. Her hanın ilk yılları zorlu olmuştur. Bu yılları kritik isyanlar geçirmeden atlatmaya çalışmak hanlığın geleceği için de daha iyi olacaktı. Yegor'a olan nefretimi, kinimi ülkemin çıkarları için ertelemek zorundaydım. Sonrasını ise dengeler yerini bulduğunda düşünecektim.

"Önce konumunu sağlamlaştırmak, kendini kanıtlamak zorundasın oğlum."diyerek düşüncelerimi desteklemişti. "Sana güçlü bir hanlık devretmek için elimizden geleni yaptık. Fakat içerde de işler pek iç açıcı değil." Daha ne olabilirdi? "Suna'ya bir koyun gibi tapınanlar ortadan kalkmadıkça, iç birliğimiz sağlanmadıkça, dışarıda güçlü olamayız."

"Her şeyini elinden aldığınızı sanıyordum."

"Aldık. Canı hariç her şeyini aldık. Buna rağmen destekçileri peşini bırakmıyor."

"Ne umuyorlar? Ünvanını almasaydınız bile benim başa geçmemle zaten hiçbir hükmü kalmayacaktı. Mührü bile elinden alınacaktı." İki çıkıntılı taç mührü Bengü ablama geçiyordu. Suna'nın kağıt üzerinde hiçbir etkisi kalmıyordu. "Hükümsüz birinin peşinden gidecek kadar akılsızlar demektir."

"Hastalıklı bir birliktelik bu oğlum. Bunu kırmak kolay olmayacak. Bunları sana şimdi anlatıyorum çünkü ne şartlar altında bu tahta oturacağını bilmek seni daha güçlü kılacak."

"Suna'nın kellesini vurdurabilirim."dedim tek seferde.

"Bunu senden daha çok istediğimi biliyorsun. Fakat ülkedeki yayılmasının gerçek boyutlarını görmeden bu adımı atmayı güvenli bulmuyorum. Suna'yı ele geçirdiğimizde boynunu vurmak için her türlü isyanı göze almıştım fakat han babanın durumunun her geçen gün kritikleşmesi beni durmaya itti. Taht değişimi kolay değil. İçeride ve dışarıda kendini kabul ettirmeden sağlam adımlar atamazsın. Üstelik Balamir daha çok küçük. Yine de onun hanzade olmasını sağlarsan işler biraz da olsa sağlamlaşabilir. Hem İdil Hatun ikinci evladınıza gebe."

"Bunun için henüz erken hanım annem. Fakat dediğiniz her şeyi dikkate alacağıma, adımlarımı buna göre atacağıma emin olabilirsiniz. Ulu Tanrı sizi başımızdan eksik etmesin. Aspargon'a güç katan en kudretli hanım benim gözümde sizsiniz." Hafifçe gülümsedi.

"Burası benim evim. Evimi korumak zorundayım. Tıpkı sizin yapacağınız gibi."

Odama döndüğümde gece hiç rahat geçmedi. Hanım annem beni aydınlatırken zihnim karamsarlığa bürünmüştü. İç ve dış tehditler ciddi boyutlara ulaşabilirdi. Ravesna ikizleri bu yüzden canımı çok sıkmıştı. Henüz bebeklerdi, belki önümüzdeki on beş yirmi sene sorun olmayacaklardı fakat ülkeler arası çocukların nişanlanması da yapılan bir şeydi. Hasbükan ise ilk defa Aspargon'dan uzak duruyordu. Yüzlerce yıllık birlikteliğe ket vuran sebepleri merak etmiştim doğrusu. Üstelik beni çocuk görüp doğu sınırımızda sorunlara da sebep olabilirdi. Sonuçta isyanla abisini tahttan indirmişti. Devrik Alkan Han'ın han babamla yakın ilişkileri bilinen bir şeydi. Akın Han'ın Aspargon'u müttefik olarak görmediği ve görmeyeceği ortadaydı. Melbros'tan önce Hasbükan sınırını güvene almam daha iyi olacaktı.

Ertesi sabah sarayda yas vardı. Bir hafta boyunca sürecekti. Hepimiz siyahlar içindeydik. Cenaze için dünden her yere haber salınmıştı. Gelebilen herkes saraya geliyordu bugün. Tahta çıkışım bir hafta sonra olacaktı. Yine de bana biat ediliyor, hükmüm tanınıyordu. Değişimin bu kadar çabuk kabul edilmesine hayret ediyordum. Daha kalbimizdeki acı taptazeydi fakat halk beni çoktan benimsemişti. Sanki herkes bugünü büyük bir heyecanla beklemiş gibiydi.

İkindi vakti yaklaşırken ellerimizde kırmızı karanfillerle hanedan mezarlığına doğru yola koyulduk. Önde hanım annem, ben, Bengü ve Toygar, arkada İdil, Şevval, Gökben ve Belgin. Bizim gerimizde Ulaş Amcam, Burçin ve Tunç Bey. Kurultay üyeleri, saray çalışanları, halk...

Han babamın tabutu mezarlığa getirtilmişti. Yeri çoktan kazılmıştı. Dedem Kubat Han ve büyük annem Dora Hanım'ın yanına gömülecekti. Heymolla Mabedi'nin çalışanları geldi ve tabutu yerine indirdi. Öbür hayatı için güzel dileklerde bulunan duaları okudular ve üzerini toprakla örttüler. Ellerimizdeki karanfilleri mezarın üstüne bıraktık ve dönüşe geçtik. Bizden sonra pek çok kişi de ellerindeki çeşitli çiçekleri mezarın üstüne bıraktı. Babamın mezarı çiçek bahçesine dönmüştü.

Yas yemeğinin ardından han odasına geçmiştim. Eşyalar değiştirilmiş, her şey yenilenmişti. Hanım annem bazı eşyaların hala yapım aşamasında olduğunu, bir hafta içinde her şeyin tamamen biteceğini söylemişti. Çok da önemli değildi. Han babam olmadan bu odada bulunmak eksik hissettiriyordu. Kalbimde bir boşluk oluşmuştu ve dolması mümkün değildi. O kadar ani gelmişti ki bu ölüm, atlatmak zor geliyordu. Sessiz odanın içinde gözümün önünden geçiyordu babama dair tüm anılar. Bir daha onu göremeyecek olmanın ağırlığı kalbimi ağrıtıyordu. Bu gerçeğe alışmam zaman alacaktı.

***

Yas süreci sarayda yaşanırken kısa kurultay toplantıları devam etmişti. Birkaç gün babamın anısına toplanılmamış olsa da taç giyme töreni öncesinde üç kez bir araya gelmiştim yeni danışmanlarımla. Han babam zamanında birkaç kez kurultaya katılmıştım, bu yüzden çoğunu tanıyordum. Yeni isimleri de aklıma yazmıştım. Önümüzdeki günlerde beni, bizi nelerin beklediğine dair kısa konuşmalar yapmıştık. Taç giyme töreninden sonra dış ülkelerle yenilenecek anlaşmalar hakkında kısa konuşmalarımız olmuştu. Yeni bir anlaşma taslağı vardı Gerbena hakkında. Detaylar daha sonra konuşulacaktı.

Ecrinok'tan eşyalarımızın, çalışanlarımızın taşınması hala devam ediyordu. Leman Kalfa'nın da gelmesini istemiştim. Asya Hatun baş kalfaydı evet ama ben Leman Kalfa'ya alışmıştım. Onunla devam etmek istemiştim. Bu yüzden hareminden onu sorumlu tutmuştum. Baş Kalfa Asya görevine yine devam edecekti fakat daha çok hanım annemle ilgilenecekti.

Törenden önceki akşam Gökben'i çağırttım yanıma. Onunla güzelce görüşememiştik olanlardan sonra. Odama geldiğinde yüzü gülümsemeye çalışsa da endişesini görebiliyordum. Reverans yaptıktan sonra hızlıca yanıma geldi ve sıkıca sarıldı bana. "Günlerdir seni göremedim. Nasıl olduğunu öğrenemedim. Neden beni uzak tuttun?"diye sordu sarılırken. Burnuma gelen zambak kokusu içimi huzurla doldurmuştu. Kollarımı bedenine doladım. Bir süre böyle durdum. Sakin ve huzurlu.

"Halledilmesi gereken meseleler vardı. Her şey büyük ölçüde halledildi."dedim. Sarılmayı bıraktık. Gök gözleri gözlerimdeydi.

"Her anında yanında olabilmek istiyorum Korkut. Her zorluğu birlikte aşalım istiyorum. Sana yardımcı olamadığım her gün kendimi çok kötü hissettim."

Elimi yanağında gezdirdim. "Şu an yanımdasın."dedim sakince. Onu görmek beni mutlu ediyordu.

"Acına ortak olamadım."dedi üzgünce. "Sana destek olamadım."

"Bunu istemen bile yeterli. Bir şekilde geçecek hepsi. Zaman her şeyin ilacıdır." Sıkıca sarıldı bana.

"Yaman Han'ın öldüğünü öğrendiğimde çok üzüldüm. İyi bir adamdı. Her şeyden öte, senin babandı." Bir müddet öyle durduk. Sonra uzaklaştı ve gözlerime baktı tekrar. "Yasımız yarın bitiyor. Yarın senin devrin başlıyor. Hanlığın daim olsun Korkut Han."dedi ciddiyetle. Ellerimi tuttu. "Ne olursa olsun senin yanında olacağım." Gülümsedim. Parmak uçlarında yükseldi ve dudaklarımı öptü. Beni heyecanlandıran tadı dudaklarıma sızarken ona karışmak istedim. İyice kendime çektim ve daha yoğun öpücüklere boğdum dudaklarını. Gece bizimdi artık. Sadece o ve ben vardık. Onun yanında kendimi bambaşka hissediyordum. Kalbim hala yerinden çıkacakmış gibi atıyor midemde bir şey kıpır kıpır ediyordu. Gökben benim kalbimin tek sahibiydi. Tek gerçek buydu.

Uyumadan önce kollarıma uzanmıştı. Çıplak tenlerimiz birbirine değiyordu. Terden nemlenen saçlarında parmaklarımı gezdiriyordum. O da parmağıyla üzerimde şekiller çiziyor ara ara sakallarımla oynuyordu. "Gece hiç bitmese."dedi fısıltıyla ve derin bir iç çekti.

"Güzel olurdu."dedim ve saçlarından öptüm.

Uykuya daldık. Ertesi sabah için dinç olmalıydım. Güzelce dinlenmeli, sabah sıkı bir kahvaltı yapmalıydım. Halkımın karşısına güçlü ve kuvvetli çıkmalıydım. Yeni bir devir başlayacaktı. Benim devrim. Korkut Han devri. Hanlığımı ileriye taşımak benim en büyük vazifemdi. Gücümüze güç katmak tek emelimdi. Geride duran bir han olmaya niyetim yoktu. Savaşlarım, seferlerim olmalıydı. Siyaseti en iyi şekilde yapmalıydım. Adımı tarihe yazmalıydım. Unutulmaz olmalıydım.

Gökben'in aniden kıpırdanmasıyla uyandım. Daha sabah olmamıştı. Gün bile ağarmamıştı. Rahatsızca kıpırdanıyordu yanımda. Alnı boncuk boncuk ter içindeydi. "Hayır, yapma, ne olur, bırak onları."diye mırıldanıyordu ağlar gibi. "Yalvarırım, bırak, bırak onları."

"Gökben."diye fısıldadım omzuna dokunarak.

"İllio, Aillios..."dedi ağlayarak. O an kalbime bir hançer saplandı sanki. "Hayır." Ellerini yüzüne kapatmış ağlıyordu.

"Gökben..."diyebildim boğazım düğümlenerek. Sakinleşmeye başladı. Yüz ifadesi gevşedi. Nefesleri durgunlaştı. Uyumaya devam etti. Fakat beni soktuğu hal bambaşkaydı. Duyduğum kelimeler karşısında öylece kalakalmıştım. Bedenim buz tutmuş, tek bir kasım bile hareket etmekten acizdi.

Sonunda bedenimde güç buldum ve hızla yataktan çıktım. Kendimi balkona attım. Hala o korsanın adını sayıklıyordu! Hala onu unutmamıştı! Gözlerime bakarken, yanımda olmak istediğini söylerken bile kalbi onun için atıyordu! Bu gerçek beni mahvetmişti. Nefesim daralıyor, kalbim sıkışıyordu. Aşık olduğum kadının hala başkasını düşlediğini bilmek bu koca sarayın üstüme yıkıldığını düşünmek gibiydi. Enkaz altında can versem bu acı histen çok daha iyiydi. İllio ve Aillios... O korsana bu şekillerde sesleniyordu demek. Kalbimi çalan kadın belki de benim için hiçbir şey hissetmiyordu.

Öfkeyle nefesim hızlanmıştı. Hızla içeri girdim. Yatakta öylece uzanıyor uyumaya devam ediyordu. Bir an için ağalara seslenmek ve idam fermanını vermek istedim! Bana sadakati yoksa bu sarayda da işi yoktu!

Fakat sonra onsuz olmak istemediğim gerçeği ağır bastı. Kendimden nefret ettim o an. Yumruklarımı öfkeyle sıkarken ondan vazgeçemediğim için kendimden tiksindim. Onun aşkı beni çaresizleştiriyordu. Yutkundum ve çalışma masamın başına oturdum. Az önce yaşananlardan sonra hiçbir şey olmamış gibi onun yanına yatamazdım.

Gün ağardığında gözlerim uykusuzluktan yanıyordu. Berbat gözüktüğüme emindim. Güya bugün için güçlü olacaktım. Ne gücü? Daha kalbime söz dinletememiş, zihnimi toplayamamıştım. Bir de hanlık tacını başıma takacaktım.

Hızla odadan çıktım ve hamamı hazırlamalarını söyledim. Gökben uyandığında da hazırlanmak için odasına geçmesini söylemelerini emrettim. İçimdeki acı her an öfkeye dönüşürken suyla rahatlamayı umuyordum. Fakat mümkün görünmüyordu. Dün geceden beri zihnim allak bullak olmuştu. Çok büyük bir sorumluluk üzerimdeydi. Halkımla resmi olarak selamlaşacaktım. Fakat ben kalbimdeki sancıya takılıp kalmıştım. Hem insan hem han olmak böyleydi demek. İnsani duygularımı bastırmayı ise zamanla öğrenecektim. Önce insan mı olmalı yoksa han mı olmalı sorusu zamanla şekillenecekti. Fakat han olacaksam kişisel hislerim öne çıkamazdı. Hanlığımı düşünmek ve buna göre adım atmak zorundaydım.

Odama döndüğümde kendime sürekli bunu hatırlattım. Korkut bir kenarda bekleyecek, Korkut Han bugün halkını selamlayacaktı. Yaşananları ise başka zaman düşünecektim. Karnında evladımı taşıyan bir hatunun ölüm emrini vermek fevri bir karardı.

Bugün için özel dikilen kaftan hanedanlık rengi olan kırmızı ağırlıklıydı. Üzerinde altın rengi işlemeler vardı. Belime kalın bir kemer takılmış, bana özel yakut süslemeli altın taç başıma yerleştirilmişti. Kılıcımı kuşanmış karşılama odasının yolunu tutmuştum.

İçeri girdiğimde tahtın önünde açık mavi elbisesi içinde Gökben duruyordu. Adım seslerimi duyunca bana dönmüştü. Kumral saçları sıkıca toplanmış, başında ince altından, küçük safirlerle süslü taç, boynunda han babamın hediyesi yedi safirli kolye vardı. Yüzünde enfes bir gülüşle bana bakıyordu. Gök gözlerinin içi gülerken gecemi ve bugünümü, belki de kalan ömrümü, kabusa çeviren o rüyayı hatırlamadığı belliydi. Aklında hala başkası varken nasıl böyle gülümseyebiliyordu hayret etmiştim. Ben ona kalbimi teslim etmiştim ve o ellerinde paramparça etmişti. Fakat bundan haberi dahi yoktu.

"Bugün senin günün."dedi reverans yaptıktan sonra. Yanıma yaklaştı. Ellerimi tutmak istedi. Geri çektim. Kaşları çatılarak bana baktı. "Bilmeden bir kusur mu işledim?"diye sordu. İçim bir kez daha acıdı dün gecenin etkisiyle. Fakat bir şey demedim. Bugün Korkut'un duygularına yer yoktu. Bugün Korkut Han olmalıydım.

"Hazırlıklar başlayacak. Sen de buna göre hazırlan. Hanım annem her şeyi önceden söylemiştir. Provalar yapılmıştı zaten. Bir an önce yerini alsan iyi olur."

"Her şey başlamadan önce seni görmek istemiştim. Sabah erkenden ayrılmıştın yanımdan."

"Hazırlanmam gerekiyordu."dedim mesafeli bir tonla. Kaşları çatıldı.

"Birlikte kalkabilirdik."

"Ben böyle uygun gördüm. Şimdi, yerini al Gökben Hatun. Bugün uzun olacak."dedim katı bir tonla. Şaşkınca bana bakıyordu. Fakat onunla daha fazla konuşmak, onu daha fazla görmek istemiyordum. Olanları sindirmem mümkün müydü bilmiyordum. Fakat karşımda olduğu her an içimde çalkalanarak büyüyen öfkeyi tetikliyordu. "Dediğimi işitmedin mi?"

Hızla reverans yaptı, "Nasıl istersen Korkut Han."dedi ve karşılama odasından çıktı. Yalnız kaldığımda böylesi daha iyiydi.

Tahta doğru yaklaştım. Basamakları çıktım. Altın taht önümdeydi. Hanlık görünürde bu kadar basitti. Taht ve taç ile han oluyordun. Her daim han babamı üzerinde gördüğüm bu taht artık benimdi. Tahtıma oturduğumda hayatımın dönüm noktasının geldiğini biliyordum. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

Halkım, "Korkut Han çok yaşa!" nidalarıyla beni coşkuyla karşılarken elimle selamladım onları. Hanım annem en önde, yanında İdil ve Balamir gururla beni izliyordu. İdil'in eli belirginleşen karnındaydı. Şevval ve Aydan biraz gerideydi. Aydan meraklı gözleriyle hem beni hem insanları izliyordu. Onların arkasında da Gökben vardı.

Gözlerim gök gözlerindeyken hakkında verebileceğim hükümler hızla zihnimden geçip gitti. İhtimaller zincirini bir kenara koymak zor oldu. Daha fazla düşünmemek için önümdeki kalabalığa döndüm. Coşkulu halkımı izlerken derin bir nefes aldım. Geçen hafta Hanzade Korkut Ecrinok'ta kalmış, bugün Korkut Han yeniden doğmuştu. Gün benim günüm, devir benim devrimdi artık.

***

-Yaman Han'ın ölümü ve Gökben'e hediyesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

-Korkut İdil'i Baş Hanzen yapmakla iyi mi yaptı?

-Müge Hanım'ın Ravesna, Hasbükan ve Suna uyarıları hakkında ne düşünüyorsunuz?

-Gökben'in gafının sonuçları ne olacaktır? Tahminleriniz var mı?

-Korkut'un devri hakkında beklentileriniz neler?

Sonraki bölüm İdil'den olacaktır. Artık "Baş Hanzen İdil"

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top