2.18. Hediye

1416 Senesi - Bahar Mevsimi

ASPARGON HANLIĞI

Altınova Şehri - Hanedanlık Sarayı

Zadesen Gökben

Altınova Hanedanlık Sarayı'nda katıldığım ilk ve son bahar kutlamasının üzerinden tam dört yıl geçmişti. İlk gidişimde sarayın ihtişamının gözümü nasıl kamaştırdığını hatırlıyordum. Yıllarca bana anlatılan Hanedanlık Sarayı'na ilk girişimde bir masal diyarında olduğumu sanmıştım. Duvarlardaki resimler, sütunlardaki ince işlemeler, kubbelerdeki şekiller beni kendine hayran bırakmıştı. Yaman Han ve Müge Hanım ulaşılmaz kimseler gibi gözükmüştü gözüme. Koridorlarda kaybolup kendimi Korkut'un odasında bulduğumda gümüş kaplı bir aynanın ilgimi çektiğini hatırlıyordum. Suna'nın hep anlattığı hikayem önümdeymiş gibi hissetmiştim. Korkut'un odaya girmesiyle elim ayağım birbirine dolaşmış, korkudan bayılacağımı sanmıştım.

Şimdi ise her şey bambaşkaydı. Ne Hanedanlık Sarayı masal diyarı, ne Yaman Han ve Müge Hanım ulaşılmaz kimseler ne de Korkut beni korkudan bayıltacak biriydi. Hepsi benim kadar insandı. O zamanki heyecanlarım çoktan geçmişe karışmıştı. Şu an için gerilmeme sebep olan tek şey orada Suna'yı görme ihtimalimdi. Onu görmek kendimi kaybetmeme sebep olur muydu kestiremiyordum. Herkesin içinde geri dönüşü olmayan bir krizin eşiğine gelmek istemezdim. Onunla hesaplaşmam ayrı olacaktı. Bu sebeple kendime hakim olmayı başarmak zorundaydım. Yine de içimde bir yan onu görmemeyi diliyordu. Onu düşünmek bile öfkemi kabartırken onu görmek beni ne hale getirirdi bilemiyordum.

Altınova sınırına yaklaştığımızda üç at arabasının sonuncusunda tek başıma oturuyordum. İlk araba İdil ve Korkut içindi. Balamir de onlarla birlikteydi. İkinci arabada Şevval ve kızı Aydan vardı. Ben de son arabadaydım. Rütbelere göre sıralama buydu. Evlatlarım olsa bile Şevval'in gerisinde olacaktım. Beni hepsinin önüne geçirecek tek şey hanım nikahıydı. Bu ise öyle kolayca elde edebiledeğim bir şey değildi. Korkut şu an İdil'in yanındaydı ve onu tek seferde çiğneyip geçmeyeceğini çok güzel anlatmıştı. Fakat ben de gecelerini doldurmak için kullanacağı bir hatun olmak için gelmemiştim buraya. Zaman sonra ilk arabada ben, Korkut ve evlatlarımız olacaktık. O vakte kadar sabırlı olacak, kendimi kanıtlayan işler yapacaktım. Herkes taşralı kızın olabildiği Hanımı görecekti.

Hatalarım olacaktı fakat bunu en azda tutmak için elimden geleni yapacaktım. İdil gibi bir eğitimim olmadığının farkındaydım. Müge onu hanım olmak için yetiştirmişti, Suna ise beni şımarık bir handanın bakışıyla yetiştirmişti. Sıfırdan yükselen biriyle, her şeye sahip olarak doğan birinin hayata bakışı asla aynı olamazdı. Bu keskin ayrımı zamanla daha iyi görebiliyordum. Suna'nın bana tek katkısı aldırdığı derslerdi. Bunun dışında hiçbir şey yoktu.

Eğer handanlar sarayda böyle yetiştiriliyorsa kendi kızlarımda buna asla izin vermeyecektim. Her istedikleri hemen olmayacaktı. Kendilerini ispatlamak için çalışacaklardı. Sevgim her zaman onlarla olacaktı fakat mesele eğitime gelince şımarık birer saray kızı olmalarını istemiyordum. Oğullarım da güçlü birer adam olacak şekilde yetişecekti. Hanzade şımarıklığında onlara da iznim olmayacaktı. Çocuk yaşta oynayacaklar, yaşları ilerledikçe sorumluluklarının bilincinde olacaklardı.

Derin bir nefes aldım. Daha çok vakti olan şeylerdi bunlar. Henüz bir evlat sahibi bile değildim. Belki de hiçbir zaman evlat sahibi olamayacaktım. Bu kadar emin hayallere kapılmam doğru değildi. Yine de elimde olmadan bunları düşünürken buluyordum kendimi. Evet buraya bir amaç için gelmiştim fakat evlatlarım olursa bu amaca daha sağlam tutunmamı sağlarlardı. Çünkü o zaman sadece kendi intikamımla bitmeyecekti her şey, onlar için de bir gelecek inşa etmem gerekecekti. Bu geleceğin sapasağlam olması için bana onlar güç verecekti.

Araba yavaşlayarak durduğunda dışarıda heyecanlı bir uğultu vardı. "Hanzade Korkut çok yaşa!" nidaları başlamıştı. Sarayın ana kapısından geçiyor olmalıydık. Perdemi iyice araladım. İnsanlar Korkut'u karşılamak için gelmişti. Ellerinde rengarenk çiçekler vardı. Arabalara atıyorlardı. Bir müddet sonra arabalar tekrar hareket etti ve ana kapılardan geçtik. Biraz daha gittikten sonra son kez durduğumuzda kapım açıldı. Ağalardan biri inmem için yere tahta basamaklar bıraktı. İşte yine buradaydım. Son kez Toygar'ın doğum gününde kaçmak için geldiğim saraya bu defa bambaşka hedeflerle gelmiştim.

Korkut, İdil ve Balamir çoktan arabalarından inmişti. Onları Şevval ve Aydan takip ediyordu. Ben de arkalarından tek başıma gidiyordum. Saraydan içeri girdiğimizde her şey ilk gördüğüm gibiydi. Birkaç dekorasyon değişmişti sadece. Karşılama salonuna girdiğimizde sırayla han ve hanımı selamlamaya başladık. "Hoş geldiniz oğlum."dedi Müge Hanım gülümseyerek. "Güzel torunlarım kocaman olmuşlar. Gelin bakayım yanıma."dedi ve çocuklar ona doğru koşturdu sevinçle. İkisine de sıkıca sarıldı ve yanaklarını öptü.

"Sizi görmek güzel."dedi İdil saygıyla. "Yıllar sizden hiçbir şey kaybettirmiyor." Acı bir tebessüm yerleşti Müge Hanım'ın dudaklarına.

"Sağol güzel kızım."dedi torunlarının başlarını okşarken. Gözleri bir müddet benim üzerimde durdu. Sonra Korkut'a hitaben, "Hepinizin odaları hazır. Baş Zadesen ve senin için eski odanı hazırlattım. Zadesen Şevval ve Zadesen Gökben için gözde koğuşlarından iki oda ayarladım. Hepiniz sarayda rahat edeceksiniz." İdil'in yeri burada da ayrıydı. Müge Hanım bunu göstermekten çekinmiyordu.

"Toygar geldi mi?"diye sordu Korkut.

"Bu gece, en geç yarın sabah burada olurlar. Sizden çok önce yola revan olmuşlardı. Fakat Bozyurt uzak bir vilayet. Oradan gelmek uzun sürüyor."

"Sağ sağlim gelsinler de görüşürüz bir şekilde."

Bir müddet giriş salonunda bekledik. Korkut ve İdil Yaman Han ve Müge Hanım'la sohbet ediyordu. İkisi de yorgun gözüküyordu. Yaman Han kısa bir süre için fazla çökmüştü. Sanki onu son gördüğümden bu yana on yıl geçmiş gibi. Bir zamanlar kopkoyu olan saçları kırlaşmıştı. Yüzüne çizgiler oturmuştu. Müge Hanım ona göre çok daha iyi görünüyordu. Yıllar ondan bir şey almamıştı. Fakat yüzündeki yorgun ifade belli ediyordu kendini.

Odalarımıza dağıldığımızda bana küçücük bir oda ayarlandığını görüp alayla güldüm. Müge Hanım dışarıdan hiçbir ifade vermese de politikadaki becerisini her daim gösteriyordu. Çok büyük bir beklentim yoktu zaten. Yine de ondan öğrenmem gereken çok şey olduğunu düşünüyordum. Suna onu yönetimden anlamayan, yaptığı her şey elinde patlayan, zekasının sadece Yaman Han'ı elinde tutmaya yettiği bir kadın gibi anlatırdı hep. Fakat bunlar da onun yalanlarından başka bir şey değildi. Müge Hanım kesinlikle güçlü bir kadındı. Duruşuyla, konuşmalarıyla, seçtiği kelimelerle, yaptığı hamlelerle kendini ispatlıyordu. Onunla daha iyi bir başlangıç yapabilmek isterdim. Fakat bu artık mümkün değildi.

Odamın camlarını açtım. Bir müddet bahçeyi izledim. Kutlama için her şey hazırlanmıştı. Bahar kutlamaları Aspargon'da şenlik havasında geçerdi. En çok da Hanedanlık Sarayı'nda hissedilirdi bu duygu. Geçen yıl Kisre'de İllio ve Ailios'la katılmıştık kutlamalara. Gözlerin yanmaya başladığında onları her daim hatırlayacağımı biliyordum. Unutmak mümkün müydü? İnsan ilk aşkını, ilk evladını unutabilir miydi? Hele de acımasızca elinden alındılarsa bu mümkün olabilir miydi? Asla.

Kalbimde başlayan sancının geçmesi için uzun bir müddet derin nefes alıp verdim. Belki bir gün canım daha az yanardı. Fakat o gün ne zaman gelecekti bilmiyordum. Bildiğim tek şey şu anda, burada geçmişin yasına yer olmadığıydı.

Akşam yemeği için odadan çıktığımda kapımda bekleyen muhafızlar bana bahçeye kadar eşlik etti. Kutlamalar başlamıştı. Altonova'nın insanları karışık olarak gelmişti. Bahar kutlamasında halk arasında ayrım yapılmazdı, saray herkese açık olurdu. Yine de köklü aileler kendini belli ediyordu. Bazı yüzlerde diğerlerine olan küçümseme belirgindi. Nerede olursak olalım yukarıda olan aşağıdakini küçük görürdü. Bazen can sıkıcı olurdu bu.

Hanedan masasında bana ayrılan yere ilerledim. Korkut ve İdil görünürde yoktu. Şevval kızıyla gelmişti. Kızıyla konuşuyor bir yandan onu güldürüyordu. Yaman Han da yerindeydi. Masanın önüne gelince reverans yaptım. Gülümseyerek karşıladı reveransımı. Yerime ilerleyeceklen adımı seslendi. "Gökben Hatun."

"Buyurun Yaman Han."dedim ona dönerek.

"Seni tekrar sarayda görmek güzel. Bu defa kendi isteğinle buradasın." Gülümsedim.

"Teşekkür ederim. Evet, bu defa kendi isteğimle buradayım."

"Kalbinin seni doğru yönlendireceğine eminim küçük kız. Kalbine her daim kulak ver. Gök gözlerindeki acıya rağmen gülümsemeni ancak kalbin sağlayabilir."dediğinde afallamıştım. Fakat usulca gülümsedi. "Hepimiz zor zamanlar geçirdik. Bu buruk ifade zaman zaman hepimizde oldu. Önemli olan acıdan, kederden sıyrılmayı bilip güzel günleri yakalayabilmektir."

"Tavsiyeniz için teşekkür ederim."dedim ben de gülümseyerek ve yerime geçtim. Etrafı izlemeye başladım.

Korkut ve İdil bahçeye çıktığında İdil Korkut'un kolundaydı. Balamir annesinin elini tutuyordu. İdil'in karnı belli oluyordu artık. İkinci evlatlarını beklediklerini tüm Altınova gözle görmüştü. Onlar bahçeye girince bir an sessizlik oldu ve herkes onlara döndü. Yüzlerde gülücükler açtı. Halk tarafından seviliyorlardı. Korkut'un geleceğin hanı olacağını herkes kabul etmişti. Yerlerine oturduklarında herkes konuşmalarına geri döndü. Korkut Aydan'la ilgilenirken Şevval'e sıradan şeyler sordu. Sonra gözleri beni buldu. "Sen nasılsın Gökben Hatun? Dinlenebildin mi? Odan rahat mıydı?"

"Dinlendim Hanzadem. Odam rahattı. İlginiz için teşekkür ederim."dedim kibarca. Başkalarının yanında aramızda bir resmiyet vardı. Saray kuralları bunu gerektiriyordu. Başbaşa kaldığımızda senli benli konuşurduk fakat nezaket gereği diğerlerinin yanında mesafemizi korumamız gerekiyordu.

"Gökben?"diyen bir sesle diğer tarafa döndüm. Burçin şaşkınlıkla bana bakıyordu. Yıllar sonra onu görmek beni de şaşkınlığa uğratmıştı. Aslında şaşırmamam gerekirdi. Elbette bahar kutlamasında sarayda olacaktı.

"Burçin."diyerek ayağa kalktım. Bir an sıkıca sarıldık birbirimize. Korkut'a döndüm. "Hanzadem, izniniz olursa Burçin Hatun'la konuşmak isterim."dedim. Başıyla onayladı ve masadan ayrıldım.

"Seni burada göreceğimi hiç tahmin etmezdim."dedi Burçin. Hareme gelişimin bir devlet meselesi olmasını ben de beklemiyordum zaten. Müge Hanım da bir şey dememiş olmalıydı. "Ne oldu, yolun nasıl buraya düştü?" Bir an her şeyi anlatmak istedim. Suna'nın oyununu, Catherine'in ihanetini, ailemi kaybedişimi... Fakat sonra bu bilgilerin onu ileride tehlikeye atabileceğini düşünüp vazgeçtim. Bunları sadece dahil olanlar bilmeliydi. Bilen sayısı sadece beni tedirgin eder, gelecekte risk oluştururdu.

"Geldim işte. Nasıl olduğunun ne önemi var?"dedim kolunu okşayarak. "İşler beklediğim gibi gitmedi. Yolum buraya düştü." Gözleri yerinde oturan Korkut'u buldu.

"Seni hareme kabul ettiğine göre kalbi hala senin için çarpıyor olmalı. Bunca zaman sonra hala sana vurgun." Ses tonunda ufak bir hayranlık sezmiştim. "Hem kuralları bile hiçe saymış. Müge Hanım nasıl engel olmadı acaba? Ayrıca ne zamandır haremdesin? Hiç duymadık."

"Sıradan bir hatunun hareme girişi kurultayda neden konuşulsun ki?" Hem Müge Hanım'ın beni sessizce göndermeyi umduğuna emindim. "Güzden beri buradayım." Şaşkınlıkla baktı bana. "Sen anlat biraz. Sen neler yaptın? Görüşmeyeli epey oldu."dedim.

Kekevizadelerin oğlu Tunç Bey'le evlendiğini söyleyince şaşırmıştım. Suna'nın ona cezasıydı bu. Fakat zaman içinde yeni ailesinde huzuru bulduğunu söyleyince onun adına sevinmiştim. Aşk evliliği değildi ama birbirlerine duydukları saygı bir şekilde ilerlemelerini sağlıyordu. Suna'dan uzaklaşmak ona da iyi gelmişti. Eski soğukluğunu atmıştı üzerinden. Onların masasına geçtik. Yıllar sonra bir dostla karşılaşmak bana o kadar iyi gelmişti ki bütün geceyi bu masada geçirebilirdim. Eşi Tunç Bey'le de tanışmıştım. Kibar biriydi. Konuşkandı. "Babanız Baş Danışman değil miydi? O niye burada değil."diye sordum. Son hatırladığıma göre Kekevizadelerden Türker Bey Baş Danışman yapılmıştı. Tunç Bey'in yüzü asıldı. Fakat hemen toparladı.

"Babam Baş Danışmanlıktan azledildi."dediğinde kaşlarım çatılmıştı. Diğer yandan Suna'nın saraydaki etkisinin azaldığını düşünmek beni eğlendirmişti. Fakat bunu yüzüme yansıtmam kabalık olurdu.

"Peki yeni Baş Danışman kim?"

"Teoman Bey."dediğinde kaşlarım iyice çatılmıştı. Suna'nın sarayına sık sık gelir, gelemediğinde mektup yollardı. Burçin'le bakıştım bir an. O da bunları biliyordu fakat bir şey dememişti. "Suna Hatun'un son olaylarında gösterdiği başarılardan dolayı Yaman Han ve Müge Hanım böyle uygun gördü."diye açıkladı kısaca. Bu karardan memnun olup olmadığını anlayamamıştım. Sonuçta ailesi kurultayda güç kaybetmişti. Canı sıkılmış olmalıydı.

"Suna Hatun?"diye sordum aklıma takılan diğer meseleyi.

Burçin hızlıca anlattı. Suna'nın Güney Denizi'nde sebep olduğu diplomatik karmaşayı, bir müddet gizlenmeye çalışmasını, bu olayın aydınlanmasında Teoman Bey ve Efran Bey'in rolünü, Suna'nın önce zindana sonra oda hapsine alınması, rütbesini, mülklerini, hazinesini kaybedişini... Bunlardan kimse bahsetmemişti bana. Neden anlatsınlardı ki? Herkesin gözünde geçici bir hevestim. Ciddiye alınacak bir yanım yoktu. Fakat şimdi bir şekilde öğrenmiştim. Zamanla devlet işlerinde iyice öne çıkmam gerektiğini biliyordum ve bunun için uygun bağlantılar kurmam şarttı. Sağlam dostlar edinmeliydim.

Duyduklarım beni önce şaşırtsa da sonra içime adaletin yerini bulduğuna dair bir sevinç yerleştirmişti. Suna'nın çok övündüğü handanlık elinden alınmıştı. Bu gerçekten harika bir haberdi. Fakat sonunda Suna'nın Teoman Bey'le evliliğini söylediğinde sevincimin kursağımda kaldığını hissettim. Bu gerçek olmamalıydı...

"Suna ve Teoman Bey?"dedim şaşkınlıkla. Biraz daha yaklaştım masaya. "Bu Suna'ya tekrar bir güç kazandırmaz mı?"

Tunç Bey, "İşte benim gibi düşünen biri."dedi heyecanla. Burçin ise emin değildi bu durumdan.

"Teoman Bey annemi alaşağı ederek yükseldi. Annem bu ilişkiden nasıl bir çıkar sağlayabilir ki?"diye sordu. Evet görünürde böyleydi ama Teoman Bey'in Dora Hanım Sarayı'na gelip gidişleri, Suna'yla gizli toplantıları bu işte bir iş olduğunu düşünmeme sebep oluyordu. Teoman Bey Suna'nın sadık dostuydu. Fakat Suna'nın her şeyi kaybetmesinde ciddi bir rolü olmuştu. Yine de Suna onunla evliliği kabul etmişti. Çok karışık bir durumdu. Görünen ve görünmeyen meseleler olduğunu düşündürüyordu. Fakat çözemiyordum.

En son Burçin, "Zaman gösterecek diyelim."dedi ve konuyu kapattı. Belki de annesinin her açığını ortaya dökmek istemiyordu. Her şeye rağmen annesiydi. Bu kısmı hep unutuyordum. Suna'ya olan nefretim o kadar büyüktü ki herkes böyledir sanmak benim hatamdı.

Kendi masamıza döndüğümde Müge Hanım çoktan gelmişti. Gözleri üzerimdeydi. Bir şey söyleyecek gibi duruyordu fakat ben oturana kadar konuşmamıştı. Yemekler yenmiş, oyunlar oynanmıştı. İlk gün bitip misafirler gittikten sonra odalarımıza geçecekken Baş Kalfa Asya gelmişti hızlı adımlarla. "Hanımım Hanzade Toygar geliyor."demişti. Müge Hanım'ın gözleri ışıl ışıl olmuş dudakları heyecanla gülümsemişti.

"Yalnız mı geliyor?"diye sordu.

"Bilmiyorum. Bir at arabası var."dedi Asya. Müge ve Yaman kalktılar. Korkut da peşlerinden gitti. İdil Balamir'i elinden tutarak kendi koridorlarına saptı. Şevval de uzaklaşırken ben de odama geçtim. Daha ilk günden her şeye dahil olarak göze batmak istemiyordum. Toygar'ı karşılamaya gitmeme Korkut'un bir şey demeyeceğini biliyordum. Fakat aynı şeyi Müge Hanım için söyleyemiyordum.

Ertesi sabah kahvaltı bahçeyedeydi. Hava çok güzeldi. Çiçekler rengarenkti. Henüz bahçe kalabalıklaşmamıştı. Sakinliğin tadını çıkarıyordum. Hizmetliler servise başladığında Korkut'un yaklaştığını gördüm. "Günaydın."dedi gülümseyerek.

"Günaydın." Yanımda durdu. Bir müddet konuşmadık. Önümüzde uzanan yemyeşil ve rengarenk bahçeyi izledik. "Sanki arkamızda koca bir saray yokmuş gibi düşündüğümde bu manzara insanın içine huzur dolduruyor."dedim sakince.

"Öyle."diye yanıtladı. "Elçin ve Toygar'la bahçede oynadığımız oyunları hatırlıyorum. Hepimizin sadece birer çocuk olduğu ve oradan oraya koştuğumuz, yuvarlandığımız zamanlar güzeldi."

"Diğer ablaların katılmaz mıydı?"

"Bengü her daim hanım annemle olurdu. Onunla çardakta oturur sohbet ederdi. Ayça da onlara katılırdı bazen. Fakat o kütüphaneyi severdi. Altınhisar'dan gelen kitapları ilk o incelerdi. Hoşuna gidenleri alır okurdu. Çiğdem uzaktan bizi izlerdi. Aklından neler geçtiğini bilemezdik hiçbir zaman. Elçin onu davet ettiği her seferinde burun kıvırır daha ciddi işlerle uğraşmamız gerektiğini söylerdi. Elçin ise her zaman biz daha çocuğuz, elbette oynayacağız, derdi. Tunay'a gelince, o daha çok han babamızın boş zamanlarını kollardı. Han babamıza en düşkün oydu. Yemeklerde hep onun yanına otururdu. Han babam da onu çok severdi. Bize göre daha kırılgan olduğu için ona hep şefkatle yaklaşırdı. Biri Tunay'ı kırdığında han babam karşısına dikilirdi."

"Yine de en kırılgan kızını başka bir ülkeye gelin vermiş."dedim imayla. "Sınırları korumak için hanedan evlilikleri mantıklı görülebilir fakat bir insanı hele de evladını istemediği bir evliliğe zorlamak bana acımasızca geliyor." Kendi evlatlarımdan bu şekilde ayrılmayı düşünmek bile beni rahatsız ediyordu. Henüz bir evladım yoktu fakat anneliğin nasıl bir şey olduğunu biliyordum. Ben yapamazdım.

"Han ve Hanım olarak düşünmek gerek."dediğinde kaşlarım çatılarak ona döndüm.

"Ne yani, yıllar sonra kızın Aydan'ı öylece bir ülkeye satabilecek misin?" Sesim hiddetli çıkmıştı. Sorum karşısında o da duraksamıştı. "Cevabın yok mu?"

"Aydan daha çok küçük."dedi kaşları çatılarak.

"Ama bir gün büyüyecek ve genç kız olacak. O zaman onu mesela İlgerun'a gönderebilecek misin sırf dostluk daim olsun diye?" Cevap vermekten kaçınır gibi bir hali vardı. "Sen de hoşlanmadın bu fikirden kabul et."

"Evet, hoş bir fikir değil. Küçük kızımdan ayrılma düşüncesi beni rahatsız etti."diye itiraf etti. Bu itirafı içini rahatlatmıştı. İleride bu tür bir teklif önümüze getirildiğinde hemen kabul etmeyeceğini gösterirdi. Zamanla bu tür bir düşünceye kapılmamasını sağlayabilirdim. "Başka şeylerden mi bahsetsek?"dedi konuyu değiştirmeye çalışarak. "Mesela kutlamanın ilk günü nasıldı?"

Güldüm. "Burçin'le görüşmek iyi oldu. Bunun dışında Müge Hanım'ın benden rahatsızlığını hissetmemek mümkün değil."

"Alışacak zamanla."

Arkamızdan gelen sesle o yana döndük. Toygar yüzünde ışıl ışıl bir gülümsemeyle yaklaşıyordu. Boyu ne kadar uzamıştı. Saçları güneşle iyice kumrallaşmıştı. Dalgaları uzamış kulaklarını geçmişti. Korkut'un aksine saçını uzun kullanıyordu. Arkasında da bir hatun vardı. Kestane rengi, bukleli saçları omuzlarının arkasından salınmıştı. Koyu yeşil bir elbise giymişti. Boynunda zarif, altın bir kolye vardı. "Günaydın."dedi Toygar neşeyle. "Gökben Hatun, sarayda olduğunu duyduğumda kulaklarıma inanamadım. Gerçekten buradasın."

"Hanzadem, seni görmek ne güzel."dedim reverans yaparak. "Gerçek bir delikanlı olmuşsun."

Gülümsedi. "Zaman geçiyor." Yanındaki hatunu gösterdi. "Gözdem Belgin'le tanışmanı isterim. Kendisi bir müddet misafirimizdi. Eski Hasbükan Hanının kızıdır. Yaşananlardan sonra burada kaldı ve birlikte sancağa gittik." Eski Hasbükan Hanının kızı vurgusu dikkatimden kaçmamıştı.

"Saraya hoş geldin Belgin Hatun."dedim. Yaşça benden küçük ve rütbece benden düşük olduğu için saygı hitabıyla konuşmaya gerek duymamıştım.

"Hoş buldum Gökben Hatun."dedi kibar bir gülümsemeyle. Bu gülümseme samimiyetten uzak hissettirmişti.

"Zadesen Gökben."dedim düzelterek. Toygar o şekilde hitap edebilirdi fakat hatunlar arası rütbelerin önemi bu sarayda değişmeyen bir kural gibiydi ve her hatun buna göre konuşurdu birbiriyle.

Kaşları şaşkınlıkla kalkıp indi. "Hanzade Korkut'a evlat vermeden zadesen olan tek hatunun Baş Zadesen İdil olduğunu sanıyordum."dedi masumca.

Bir an, veliaht hanzadenin hareminde olmanın ayrıcalığı diyecektim fakat bu durumun Korkut ve Toygar arasında soğuk bir gerilime sebep olacağını düşünüp vazgeçtim. "Yedi Gürgen Sarayı'nda yaşanan her olaydan haberinin olmaması gayet normal Belgin Hatun."dedim gözlerine bakarak. Ela gözlerinden bir ateş geçip gitmişti sanki. "Yaşadığın olaylar için üzgünüm. Burada kendine yeni bir yer edinmene sevindim. Toygar harika biridir."dedim ve Toygar'a gülümsedim.

"Teşekkür ederim Gökben Hatun. Beni şımartıyorsun."dedi Toygar gözlerini yere indirerek. "Kahvaltıdan sonra birlikte at binelim."dedi bize bakarak.

Korkut, "Çok iyi olur."dedi heyecanla.

"Benim için de uygundur."dedim Korkut'a dönerek.

Belgin, "Bahar kutlamalarının ortasında uygun olur mu?"

Toygar, "Neden olmasın? Biz Aspargon'un hanzadeleriyiz. Canımız at binmek istediğinde bineriz."

Belgin derin bir nefes aldı. "At binmede iyi olmadığımı biliyorsun."dedi rahatsızca.

"Hasbükan'da handanların at binmesine izin vermiyorlar mı?"diye sordum.

"Aspargon'da da izin verilmiyor diye biliyorum."dedi hızla bana dönerek.

"Burada öyle bir kural yok. Prenses Elçin'in handanlık zamanında çok iyi bir at binicisi olduğunu duymuştum."dedim ben de.

Korkut, "Doğru. Elçin pek çok şehre at üstünde gitmiştir. At arabalarından hiçbir zaman hoşlanmamıştır. Ayrıca Çiğdem de atıyla yakın vilayetlere gidip gelirdi. Bengü'nün de kendi atları var Bilgecik'te."

"Eminim Toygar sana Bozyurt'ta binicilik eğitimi alman için yardımcı olacaktır."dedim Belgin'e bakarak.

Toygar, "Her zaman söylüyorum bunu." Belgin bir şey demedi. "İstemiyorsan sarayda kalabilirsin."dedi Toygar sonunda.

"Kendimi daha rahat hissederim sarayda."dedi sonunda ve karar verilmişti.

Ulaş Bey'le de konuşmuşlardı. Ayrıca Toygar'ın en yakın arkadaşı, yaveri Alperen de bizimle gelecekti. Kahvaltı sırasında karar Müge Hanım ve Yaman Han'a bildirildiğinde Yaman Han sorun etmemişti. Müge Hanım ise bahar kutlamaları sırasında hanzadelerin saraydan uzaklamasının doğru olmayacağını söylemişti. Toygar akşam olmadan döneceğimizi söylese de yüzündeki ifade değişmemişti ve keskin bakışları benim üzerimde durmuştu uzun bir süre. Bu bakışların ardında çok karmaşık şeyler döndüğünü hissediyordum fakat neye yoracağımı kestiremiyordum. İdil'in bu habere hiçbir tepki vermemesi ise beni daha çok şaşırtmıştı. Sadece Korkut'a dikkatli olmasını söylemişti. Sakince kahvaltısını etmeye devam etmişti.

Kahvaltıdan sonra ahırlara doğru yola koyulduk. Toygar ve Korkut sancaklar hakkında sohbet ediyordu. Korkut ona tavsiyelerde bulunuyor, Toygar dikkatle dinliyordu. Daha alışma sürecindeydi. Kurultay toplantılarında bazen konuşacak bir şey bulamadığından yakınıyordu. Korkut da ona sabırlı olmasını ve vilayetini tanımak için her şeyi iyi gözlemlemesini, vilayetin tanınmış aileleriyle dostluk kurmasını öğütlüyordu.

Atlar hazırlandığında yola koyulduk. Saray arazilerinde gezindik bir müddet. Sonra dört nala koşturduk. Sıkı bir yarış olmuştu. Sırayla herkes öne geçmiş geri düşmüştü. Sonuç olarak yarışı ben kazanmıştım. Hepsi bunu ağırlıkça hafif olmama verse de "Atın dilinden sizden daha iyi anladığımı kabul edin."demiştim.

Korkut gülümsemiş yanıma gelmişti. Elini yüzümde gezdirerek, "Orası kesin. Atla bir olmuştun ve seni bu şekilde izlemek çok güzeldi."demişti gözlerime bakarak. Dudaklarımdan hafifçe öpmüştü. "Her gün sana daha çok hayran olacağım bir şey yapıyorsun."dediğinde samimiyetle gülümsemiş bu defa ben dudaklarına bir öpücük bırakmıştım.

"Varlığınla bana cesaret veren sensin."diye fısıldamıştım.

Sonra aramızda kılıç talimi yapmıştık. Bana karşı yumuşak oluşları dikkatimden kaçmamıştı. Ulaş Bey gelişime açık olduğumu söylediğinde gülümsemiştim. Toygar ise yılların bana hoş bir vahşilik kattığını söylemişti. Bu tabir hepimizi güldürmüştü. O ise aldırmadan, "Asperan Hanedanlığına özgür ruhlu kadınlar lazım. Hanım handanlar boşa mı adını tarihe yazdı."demişti. "Özümüzde özgürlüğe düşkünüz ve özgür hatunlar yanımızda olmalı. Sen hayatında olduğun için abim çok şanslı."

Saraya döndüğümüzde bahçe yine kalabalıklaşmıştı. Masadaki yerlerimizi aldık. Eğlenceleri seyrettik. Gün öylece geçip gitti. Ertesi sabah kahvaltıda Burçin ve Tunç Bey de vardı. Müge Hanım onları tam karşımıza oturtmuştu. İlk iki günden sonra sarayın o kadar kalabalık olması beklenmiyordu. Söylenene göre geçen yıl yedi günün yedisi de oldukça yoğun geçmiş. Fakat özel misafirler varmış. Bu yıl sıradandı.

Kahvaltının sonuna geldiğimizde Müge Hanım Burçin'e bakarak konuştu. "Dün gece anneni görmeye gitmişsin." Burçin ifadesiz bir yüzle Müge Hanım'a bakıyordu.

"Bundan daha doğal ne olabilir Müge Hanım? Annemi görmemi yasaklamadınız bildiğim kadarıyla."dedi mesafeli bir tonla. "Her şeye rağmen o benim annem. Durumunu merak ettim."diye açıkladı daha sakin bir şekilde.

"Elbette bu senin en doğal hakkın. Suna'nın kızı olmayı sen seçmedin."dedi Müge Hanım. "Fakat Gökben Hatun'un gelişinden sonra Suna'yla görüşmen çok şüphe uyandırıcı."dediğinde Burçin'in yüz ifadesinin bir benzeri benim yüzüne yerleşmişti: hayret ve inanamama.

"Ne demek istediğinizi anlamadım."dedi Burçin. Korkut da pür dikkat onlara bakıyordu.

Müge Hanım'ın dudaklarında alaycı bir gülüş vardı. "Kimi kandırıyorsunuz siz?"dedi sakince. "Daha önce aile konuşması yaptığında samimi olduğunu düşünmek istemiştim. Fakat yanılmışım. Gökben'le konuştuğunuz şeyleri Suna'ya, Suna'yla konuştuğunuz şeyleri de Gökben'e yetiştirdiğini tahmin etmek hiç zor değil. Bari basit bir mektupla yapsaydınız bu işi. En azından bu kadar çabuk ele vermezdiniz."

"Ne demek oluyor bu?"dedik Burçin'le aynı anda. Müge Hanım buz gibi gözlerle bana döndü.

"Seni Sargun'dan almak uğruna diplomatik krizi göze alan bir kadınla haberleşmediğinize inanmak aptallık olurdu."dedi tek seferde. Sargun'da yaşananlar hızla gözümün önünden geçip giderken midem o kadar kasıldı ki yediklerim neredeyse ağzıma kadar çıkmıştı. Ekşi tadı yutkunarak defetmeye çalıştım. Öfkemi bastırmak için derin bir nefes aldım. "Nasıl ikna etti seni dönmeye merak ediyorum. Yaşadığın taşra hayatından çok mu sıkılmıştın? O korsan seni memnun edemiyor muydu artık?"

"Hanım anne!"dedi Korkut sertçe. Fakat Müge Hanım'ın geri adım atmaya niyeti yoktu. Bu defa Korkut'a döndü.

"Gerçekleri konuşmak canını yakıyor biliyorum. Fakat bu hatun Aspargon'a Suna ile geldi! Haremine onu Suna soktu! Yıllar önce yapamadığını şimdi yaptı! Bir vatan haininin yetiştirmesini yatağına soktuğun gerçeğini konuşmak zorundayız!"

Korkut hiddetle ayağa kalktı, "Bunun yeri tüm ailenin bir arada olduğu kahvaltı masası mı? Bir hanıma yakışır şekilde davranmanızı beklerdim! Gökben Hatun'a olan nefretiniz aile sofrasına saygısızlık edecek kadar gözünüzü kör etmiş!"

"Gerçekleri bilmek herkesin hakkı."dedi Müge Hanım ısrarla. Fakat tüm bu tartışma beni daha kötü bir hale sokuyordu. Midem çalkalanıyordu adeta. Yaşananlar gözümün önünden gitmiyordu. Ailemin katledilişini silip atamıyordum. Tüm bunların Suna'nın lütfedip beni alması olarak ortaya sunulması her şeyi haykırma isteğimi kamçılıyordu. Fakat yapamazdım.

Yaman Han, "Müge, yeter."dedi durgun bir tonla. "Bu konu ne seni ne beni ne de bu masadaki diğerlerini ilgilendirmez. Bırak Korkut ve Gökben kendi aralarında halletsin."

Müge Hanım sinirle bir kahkaha attı. "Oğullarımın odasına giren hatunların her şeyi beni ilgilendirir! Bu hanedana tohum verecek herkes beni ilgilendirir ve ben torunlarımın bozuk soylardan gelmesine müsaade etmeyeceğim! Hele Suna'nın yerleştirdiği bir casustan torun görmeye hiç niyetim yok!" Korkut öfkeyle salonu terk ederken hızla ayağa kalktım. Yaman Han'ın gözlerine bakıyordum.

"Gidebilirsin kızım."dedi usulca ve peşinden gittim. Koridor boyunca hızla yürüyordu. Bu durumu düzeltmek zorundaydım.

"Korkut, bekle. Müge Hanım'ın söylediği hiçbir şey doğru değil!"diye seslendim.

"Konuşmak istemiyorum. Salona geri dön."dedi yürümeye devam ederken. Adımlarımı hızlandırdım. Yanına geldiğimde kolundan tutmak istedim fakat hızla geri çekti. "Sana geri dön dedim. Şu an konuşmak istemiyorum!" Gözleri ateş saçıyordu. Yüzüme bile bakmıyordu.

"Suna'yla hiç karşılaşmadım. Müge Hanım'ın ne dediğini bilmiyorum. Suna'nın neler yaptığını bilmiyorum ama sana yemin ederim o kadını gittikten sonra bir kez bile görmedim."

"Sargun meselesi ne o halde? Oraya gittiğini söylemiştin."

"Gezi amaçlıydı. Pek çok yere gittim. Sargun da bunlardan biriydi." Odasının önüne gelmiştik. İçeri girdiğinde peşinden girdim. İtiraz etmedi. "Aspargon'da pek çok vilayeti gezdikten sonra Sargun'a geçtim. Ailemi bulabileceğimi ummuştum."dedim sonunda. Bir takım gerçeklerden uzaklaşmamam daha iyi olacaktı. "Anılarımı hatırlamaya başladığımda Sargun'la ilgili şeyler vardı. Onları bulurum ve yeni bir yaşamım olur diye düşünmüştüm."

Konuşmuyordu. Pencerelerden dışarıyı izliyordu. Yüzüme bakmaya niyeti yoktu.

"Korkut lütfen beni dinle. Sana tüm kalbimle doğruları söylüyorum. Aquilo beni terk ettikten sonra ailemi bulmak istedim."

"O korsanın adını anma!"dedi öfkeyle. Ses tonundaki katılık ürkütmüştü beni.

"Sargun'da-"

"Yeter!"diyerek bana döndü. "Burçin'le ne konuştunuz o gün?"diye sorduğunda afallamış bir halde ona bakıyordum. Bana inanmıyordu. Müge'nin anlattığı hikayede gerçeklik payı görüyordu.

"Korkut, benim Suna'yla hiçbir işim olmaz. Ondan ölümüne nefret ediyorum. O kadın benim hayatımı mahvetti."

"Soruma cevap ver."

"Ona casusluk yaptığıma inanıyor olamazsın."

"Cevap ver Gökben!" Gözlerindeki nefret içimi donduracak düzeydeydi. Bu nefret bana mıydı Suna'ya mıydı ayırt etmek güçtü. Her şey daha yolun başında paramparça olmak üzereydi. Buna izin veremezdim. Hele böyle asılsız bir hikaye yüzünden olmasına asla izin veremezdim! Gerçekleri bile göğüslemeye razıydım ama bu şekilde bir iftirayı kabul etmem mümkün değildi.

"Burçin'le..."dediğimde gözlerimin karardığını, bedenimin uyuştuğunu hissettim. "Burçin'le..."dedim tekrar fakat sesim çıkmadı. Yer ayaklarımın altından çekilirken Korkut'un yüzünü seçemez oldum. Dengemi kaybettim ve bacaklarım beni daha fazla taşımadı.

Gözlerimi açtığımda yatakta uzanıyordum. Kulaklarım uğulduyordu. Uğultu yavaş yavaş geçtiğinde doğruldum. Korkut yatağın ucunda oturuyor beni izliyordu. Bayılmıştım. Bu iftirayı kabullenememiştim. "Burçin'le görüşmediğimiz sürece neler yaptığımızı konuştuk."dedim çatallı sesimle. Boğazımı temizleyerek sesimi normalleştirmeye çalıştım. "Yemin ederim başka hiçbir şey konuşmadık. Dün gece annesine gidişi tesadüften-"

"Şşş."dedi ve bana doğru yaklaştı. Ellerimi tuttu. "Evladımızı daha fazla böyle şeylerle üzmeyelim."dediğinde kaşlarım çatıldı. Söylediği şeyi idrak ettiğimde ise gözlerim dolu doluydu.

"Bizim, bizim bir,"

"Evet Gökben. Bizim bir evladımız olacak. Gebesin. Hekimler muayene etti." Dudaklarımı ısırdım birden.

Karmakarışık duygular içindeydim. Korkut'un ellerini sıktım. Her şeyden sonra bir kez daha anne olacaktım. Buruk bir sevinçti. Kaybettiğim oğlumdan sonra hayata daha sağlam tutunacağım bir hediyeydi. Elimi karnıma götürdüm heyecanla. Korkut da aynısını yaptı. "Senin Suna'yla hiçbir ilgin olamayacağını biliyorum Gökben. Gözlerinde görüyorum bunu. Öfkeme yenildim. Sofrada yaşananlar beni bir hayli gerdi. O korsanın adının geçmesi bile seni hiç kimseyle paylaşamayacağımı bir kez daha hatırlattı bana. Geçmişin hayaleti de olsa adınızın anılmasına katlanamıyorum." Elini yanağımda gezdirdi. "Biz her şeyi bilerek bu yola çıktık. Bizi bunlarla yaralamaya çalışacaklarını bilerek başladık. Fakat ilk sınanmada kendimi kaybettim."

"Önemi yok. Hiçbir şeyin önemi yok Korkut."dedim ellerimi yüzüne götürerek. Koyu gözlerinin içine bakıyordum. "Bu bebek bizi daha güçlü kılacak. Aşkımızın en güzel meyvelerinden biri olacak. Ailemiz için her şeye birlikte göğüs gereceğiz. Daha nice evlatlarımız olacak ve onlara güçlü bir hanlık bırakacağız." Dudaklarından öptüm uzun uzun. Ellerimi sakallarında gezdirdim. "Artık yeni bir devir başlıyor Korkut. Bu bebek pek çok şeyi değiştirecek. Gönülden inanıyorum buna."diye fısıldadım.

***

-Gökben'de gelişmeler var mı? Eksik yönleri sizce neler?

-Sizce hanedanlar ve ülkeler arası politik evlilikler gerekli mi? Bir ülke politik evlilik olmadan da güçlü olabilir mi? Gökben ve Korkut'un bu konudaki düşüncelerine ne diyorsunuz?

-Gökben-Burçin ve Gökben-Toygar karşılaşmalarını nasıl buldunuz? Ben kendimi nostaljik hissettim yazarken. Gökben'in Teoman-Suna evliliğine yorumu hakkında ne düşünüyorsunuz?

-Müge Hanım'ın kahvaltıda ortaya attığı mesele hakkında yorumunuz nedir? Korkut ve Gökben bu konuda sorun yaşar mı? Korkut Suna'nın casusu olabileceğine dair şüpheye düşer mi ileride?

-Gökben'in gebelik haberine tepkiniz ne oldu? Bu bebek gerçekten bir şeyleri değiştirecek midir?

Bölümü beğendiyseniz oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin. Yorumlar kendimi değerlendirmem konusunda bana çok yardımcı oluyor. Kendimi daha iyiye götürebilmem için dış gözlere, sizlere ihtiyacım var. Bana bu şekilde yardımcı olabilirsiniz 🤗

Sonraki bölüm Korkut'tan olacaktır.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top