2.17. Han ve Hanım
1415/1416 Senesi - Kış Mevsimi
ASPARGON HANLIĞI
Altınova Şehri - Hanedanlık Sarayı
Müge Hanım
İçim rahat bir şekilde kahvemi yudumluyordum. Yeni aşçıbaşı Ruslan Ağa'nın eli epey lezzetliymiş. Asya'ya da bir kahve yaptırmıştım. Olanlar hakkında konuşuyorduk. Suna yaşananlardan epey etkilenmişti. Rengi atmıştı. Bakışları bile değişmişti. Güçlü durmaya çalışsa da en güvendiği adamlardan dördünü elinden almam direncini kırmıştı. Yeşiltepe valisi Orhan Bey hakkında biraz yalan söylemek zorunda kalmıştım. Adam katır inadıyla ağzını bile açmamış, acılar içinde ölmüştü. Fakat Suna'ya bunun yerinde bülbül gibi şakıdığını söylemiştim. Hayal kırıklığı görülmeye değerdi.
Teoman'la evlenmeyi kabul ettiğini beyan etmişti üç gün önce. Durumu Teoman Bey'le ancak o zaman paylaşmıştım. Bu teklife oldukça şaşırmıştı. Fakat benim emrime karşı gelemeyeceğini söylemişti. Onu Suna'yı kontrol altında tutması konusunda sıkı sıkı tembihlemiştim. Saraydan çıkıyor olması demek Altınova'da özgürce gezebileceği anlamına gelmiyordu. Efran Bey'in adamları her daim eşlik edecekti. Teoman Bey'in konağından dışarı adım atmayacaktı.
Ayrıca Suna ve Sargun bağlantısıyla Gökben'in ailesine de ulaşmıştım. Ablası Sargun kraliçesiydi. Ona mektup yazmayı düşünmüştüm bu konuda. Fakat sonra vazgeçmiştim. Gökben'e fazla önem vermek gibi bir niyetim yoktu. Er geç taşralığını gösterecek ve Korkut'un gözünden düşecekti. İdil'in eğitiminin yanına bile yaklaşamazdı. Asaletin kanla değil kalple olduğunun en büyük kanıtlarından biriydi İdil. Başta yaptığı acemilikleri kenara bıraktığından beri epey memnundum ondan. Gökben anca onu uzaktan izleyebilirdi.
Gökben'in getirilmesinde Suna'nın rolü olduğunu münasip bir zamanda Korkut'la konuşacaktım elbet. Fakat bu öylece mektupla gönderilecek bir mesele değildi. Oğlumla karşı karşıya olmam mühimdi. Suna olmasaydı Gökben'in asla ortaya çıkmayacağını bilmeliydi. Bu görüşme tam olarak nasıl gerçekleşmişti bilmiyordum fakat önemi de yoktu. Önemi olan tek şey Suna'nın Gökben'i almak için Sargun'a gittiği gerçeğiydi. Bu gerçek Korkut'un aklını başına getirmeye yeterdi. En azından öyle umuyordum.
Ertesi gün kurultay raporlarını inceliyordum. Henüz karara bağlanmamış önerilerden biri kaşlarımın çatılmasına, sinirlerimin gerilmesine sebep olmuştu. Toygar'ın bu kış, on altısını bitirdikten sonra sancağa çıkması konuşulmuştu. Korkut'un on sekizinde sancağa çıkmasını daha yeni kabullenmişken şimdi de bu karar neyin nesiydi? Bu aceleye ne gerek vardı? O da on sekizine gelince çıkardı sancağa.
Teoman Bey bu fikri Yaman Han'ın önerisi olarak sunmuştu. Danışmanların çoğu bu fikre sıcak bakmıştı. Önümüzdeki günlerde konu hakkında daha çok konuşulmasına ve sonucun kesinleştirilmesine karar verilmişti. Yaman bu konuyu bana açma zahmetine bile girmemişti. Bir kez daha benden habersiz bir karar almıştı. Onda yıllardır kıramadığım bir özellikti bu.
Akşam yemeğini Yaman'ın odasında yemek üzere hazırlandım. Mor bir elbise giymiştim bugün. Ametist taç ve kolye ile elbisemi tamamlamıştım. Saçlarımı arkamda toplatmış dalgalarını belime kadar indirmiştim. Yanına gittiğimde Yaman çalışma masasındaydı. Meşhur yedi safirli kolyeyi çıkarmıştı gene. Bana göre çoktan bitmiş koleksiyona konmaya hazır hale gelmişti. Fakat Yaman hala bazı yerleriyle uğraşmaya devam ediyordu. En azından bir şeyle uğraşmak acısını daha az hissetmesini sağlıyordu.
"Hoş geldin Müge."dedi gülümseyerek.
"Pek hoş gelmedim Yaman."dedim imalı bakışlarla.
"Kurultay raporunu mu okudun?"
"Her zamanki gibi yine benden habersiz bir karar almışsın."dedim ve yanına yaklaştım iyice. Gözleri bendeydi. "Sence de oğlumuzun sancağa çıkışı benimle paylaşman gereken bir mevzu değil mi?"
"Öyle elbette fakat sana söylediğimde ne cevap vereceğini biliyorum. Çok erken diyeceksin."
"Evet erken. Erken yaşta sancağa gönderilen hanzadeler yüzünden hanlık yeterince kardeş kavgası görmedi mi?"
"Aspargon'un eğitimli hanzadelere ihtiyacı var."diye diretti. "Benim durumum belli Müge. Saklamaya çalışsak da kurultayım bile bir şeylerden şüpheleniyor artık. Hanlığın istikbalini düşünmek zorundayız." Yine bu konuya gelmiştik işte. Kabul etmek istemediğim ölümü her daim açıyordu. Kendince beni buna hazırlıyordu. Altınhisar'dan getirttiğim Altun Efendi de zehri geri çevirecek bir şey bulamamıştı. Çok zaman geçmiş, ancak acısını azaltabilirim demişti. "İçinde bir yerde bana hak vereceksin Müge."dedi usulca. Toygar'ın bu kadar erken sancağa çıkmasını istemiyordum. Ama diğer yandan Yaman haklıydı. Bu dünyadan göçüp gittiğinde acemi hanzadelerle gitmiş olacaktı. Korkut üç buçuk yıldır sancaktaydı, belli bir tecrübe edinmişti fakat Toygar için bunu söylemem mümkün değildi. Daha kendisi çocuktu.
"Yine de bunu kurultaya sunmadan önce benimle konuşmalıydın."dedim sonunda. "İtiraz etsem bile kararlarını benimle paylaşmalıydın." Güya hanlıkta han ve hanım eşit yetkilere sahipti. Fakat bu sadece kağıt üstünde bir şeydi. Hanım handanlar dışında hiçbir hanım kurultaya katılmamış, kurultayı yönetmemişti. Bu işi ya hanlar ya da baş danışmanlar yapardı. Hanımlar ise sonunda alınan kararları okurdu.
"Eminim benden sonra Korkut seninle tüm kararlarını paylaşacaktır."dedi gülümseyerek. Bir an alayla gülmemek için kendimi zor tuttum. Ne Korkut ne Toygar benimle hiçbir kararını paylaşmayacaktı. Oğullarımız ikimizin dik başlılığına sahipti. Uysal mizaçları yoktu. Daha basit birer hatun meselesinde bile ikisi de kafasına eseni yapmamış mıydı? Yine de bu durumda Yaman'ın hayallerini yıkacak değildim. Ondan sonra nasıl bir duruma sürükleneceğimizi kestirmek mümkün değildi. İlk yıllar her zaman zorlu olurdu. Yeni han kendini kabul ettirene kadar çok kere rüştünü ispat etmeliydi. Zaman gösterecekti işlerin nasıl ilerleyeceğini. Şu an bunu düşünmek istemiyordum.
"Ağrıların nasıl?"diye sordum. Dudak büktü. Pek bir değişim yok demekti bu. "Altun Efendi'nin hazırladığı ilaçlar tesir etmiyor mu?"
"Ediyor da onlar da çok uyutuyor be Müge. Son günlerimi uyuyarak mı geçireyim?"
"Kendini ne kadar çabuk alıştırmışsın bu düşünceye."diye söylendim. Bir şey demedi. Yemeğimizi yemeye koyulduk. Toygar'ın sancağa çıkacağını kabullenmem en iyisiydi. Evet başta itiraz etmiştim fakat düşününce bu şartlarda en mantıklı hamle buydu. Korkut saraydaki yerini aldığında Toygar'ı sancağa gönderir miydi bilemiyordum. Gerçi iki kardeş birbirine sıkı sıkı bağlıydı. Geçmişte yaşananlar içimde derin bir korku bırakmıştı. Boşa endişeleniyordum. Korkut elbette kardeşinin en iyi eğitimi almasını isterdi.
Yiğit'in ihaneti beklemediğimiz bir anda olmamıştı. Ben Aspargon'a geldiğimden beri bir husumet olduğu belliydi. Yıllar geçtikçe, yaşlar ilerledikçe bu husumet daha da artmıştı. Özellikle Hanzade Mete'nin ölümüyle Yiğit hamlelerini iyice açıktan yapar olmuştu. Dora Hanım'ın etkisi büyüktü bunda. Yaşasaydı bu savaşı kazanabilir miydik emin olamıyordum. Derin bir nefes aldım. Elbette kazanırdık! Gerekirse o kızıl cadıyı yatağında boğdurur evlatlarımı yine korurdum!
Birkaç gün sonra saraya Çelebilerden Güzin Hatun'u çağırmıştım kızlarıyla birlikte. Büyük kızı Birgül'e uygun bir izdivaç ayarlamak istiyordum kaç zamandır fakat henüz uygun bir aday bulamamıştım. Birgül hep Korkut'un haremine girmek istemişti fakat ben buna izin vermemiştim. Çünkü yetiştirdiğim bir hatun vardı zaten ve Çelebileri boş hayallere sürüklemek istememiştim. Fakat küçük kızı Simay için aynı şeyi söyleyemezdim. Toygar'ın hareminde en fazla Baş Zadesen olabileceğini bile bile asla vazgeçmemişti oğlumdan. Hırsları yoktu ve oğlumu dolduruşa getirmezdi. Bu da onu ikinci hanzadem için ideal bir aday yapıyordu. Zamanında Yiğit'i yoldan çıkaranların başında Zadesen Gözde geliyordu. Alemgirlerin tahta kız verme isteğiyle ne işler karıştırmışlardı. Benzer şeylerin kendi oğullarım arasında olmasını istemiyordum.
Odamda karşıladım misafirlerimi. Kızlar pırıl pırıldı. Simay o kadar heyecanlıydı ki yanakları al aldı. Güzin Hatun'un kocası Selçuk Bey kurultayda danışmandı. Muhtemelen sancak meselesinden onların da haberi vardı. Güzin Hatun sakinliğini korurken Simay için bunu söylemek güçtü. Reverans yapıp önüme dizilen minderlere yerleştiler. İkramlar getirildi önümüze. Kuru üzüm ve kuru kayısı hoşafı masadaydı. Yakında ocaktan alınmış olmalıydı. Dumanı üstündeydi hala. Kış mevsiminde ılık içecekler tercihimizdi.
"Hoşgeldiniz hatunlar."dedim gülümseyerek.
"Hoş bulduk Müge Hanım."dedi Güzin Hatun.
"Sizi neden çağırdığımı tahmin ediyorsunuzdur." Güzin Hatun başıyla onayladı. "Hanzadem Toygar'ın sancağa çıkışı konuşuluyor. On altıncı yaş gününde sancak emri eline verilecek. Hazırlıklar başlayacak ve kış bitmeden sancağına taşınmış olacak."
"Her şey gönlünüzce olsun Müge Hanım." Ne hoş bir dilek... Ne yazık ki bazı şeyler gönlümce olmuyordu işte.
"Sağol Güzin. Buraya çağırılma sebebiniz belli. Simay'ı oğlumun hareminde görmek istediğimi daha önce konuşmuştuk. Toygar sancağa çıkarken Simay da onlarla birlikte gidecek ve oğlumun haremi olacak."dedim tek seferde.
"Şeref duyarız."dedi Güzin.
Simay, "Fakat Hanzademizin haremi çoktan kurulmuş."dedi üzgün bir ifadeyle. Sakince gülümsedim.
"Kendini Hanzademe yamayan tek bir hatun. Senin gibi olabilir mi? Toygar'la kaç yaşından beri tanıyorsunuz birbirinizi?" Altınova'ya geldiğimizde Toygar dört yaşındaydı. Simay da onunla yaşıttı. Bize bağlılıklarını sunmak için saraya geldiklerinde yerlerde yuvarlanan iki çocuklardı daha.
"Kendimi bildim bileli tanıyorum Hanzademizi."dedi heyecanla.
"Sizin dostluğunuz ömürlük. Diğer hatunlara rağmen uslu durur, akıllı davranırsan Hanzadem senin kıymetini her zaman bilir. Yersiz kıskançlıklara haremde yer yoktur. Kıskançlık bir hatunun kolayca kontrolü kaybetmesine sebep olur. Kontrolünü kaybeden hatun hata yapar. Bazı hataların asla telafisi olmaz." Ciddiyetle dinliyordu beni.
"Öğütlerinizi asla unutmayacağım Müge Hanım."
"Unutma güzel kızım. Hazırlığını yapmaya başla. Sıradan bir hatun gibi gitmiyorsun hareme. Çelebelilerin kızı olarak gidiyorsun. Bunu hiçbir zaman unutma." Mutlulukla gülümsedi bana.
Onları gönderdikten sonra Asya'yı çağırdım. Başka hatunlar da seçmek gerekliydi. Korkut'un haremi kadar büyük olmayacaktı fakat sadece iki hatunla da olmazdı. Önümüzde bir ay vardı. Bir ayda hatunlar seçilirdi. Her şey hazır olsun istiyordum. Hazırlıklar kolaydı.
Şimdi yeni endişem sancak yeri olmuştu. Yeşiltepe, Bozyurt ve Bozok Ecrinok'tan sonraki sancak vilayetleriydi. Yeşiltepe'yi malum sebeplerden dolayı istemiyordum. Bozok ise Suna'nın isyankar adamlarının şehriydi ve isyancılar tamamen temizlenmemişken burası da olmayacak vilayetlerden biriydi. Ayrıca Bozok'un kuzeyinde Ertunç vardı ve Salamanlar burada yaşıyordu. Daha önce Toygar'ın haremine kızları Beyza'yı sokmak istediklerini de düşününce kesinlikle olmayacak yerlerden biriydi. Tek seçenek Bozyurt kalıyordu. Yaman'ın ilk sancak yeriydi Bozyurt. Hanlığın güney doğusundaydı. Saraya epey uzaktı. Dora Hanım'ın Yaman'ı oraya gönderme sebebi gözden uzak olmasıydı. Fakat ben Toygar'ın orada daha güvende olacağını düşünüyordum. Sonuçta Bozyurt bize bağlıydı. Önümüzdeki günlerde bu konu da netleşirdi.
***
Günler geçip giderken Suna ve Teoman'ın evliliği gerçekleşmiş Suna saraydan ayrılmıştı. Teoman'ın konağına taşınmıştı. Burası tüm gün ve gece Efran Bey'in adamları tarafından gözetim altındaydı. Suna'ya serbest bir özgürlük vermeye niyetim yoktu. Teoman Bey Suna konusunda güvenebileceğim tek isimdi. Sonuç olarak Aliş Ağa'nın mesaj oyununu ortaya çıkaran oydu. Burhan Bey, Çakır Bey ve Orhan Bey'e isyan mesajlarını da Aliş Ağa iletmişti. Suna'yı köşeye sıkıştırmada bayağı şey yapmıştı.
Sancak hazırlıkları tüm hızıyla devam ederken Toygar'ın doğum günü için de küçük bir kutlama hazırlığı yapılıyordu. Bu kutlamaya dışarıdan çağıracağım isimler sınırlıydı. Çelebiler baş davetlimdi. Kekevizadelerden sadece Tunç Bey ve Burçin'i davet etmeyi düşünüyordum. Eski Baş Danışman Türker Bey'le sarayın arası limoniydi hala. Fakat bu genç Tunç Bey'in başarılarına gölge düşürmemeliydi. Babasının hatalarının bedelini ödemek zorunda değildi. Babasından çok daha başarılı bir devlet adamı olacağını şimdiden gösteriyordu. Kekevizadeleri saraya küstürmek yanlış olurdu. Başka davetliye gerek yoktu. Zaten doğum günleri kendi aramızda yaptığımız etkinliklerdi.
Bir akşam yemeği sırasında Toygar masada sancak meselesini açmıştı. Artık haberi vardı bundan. Korkut gibi sürpriz hediye olarak sunulmamıştı önüne. Sancağa çıkacağı için oldukça heyecanlıydı. Nihayet doğru karar verildiğini söylemeden de geçmemişti. "Han babam, bir husus canımı sıkıyor."dedi Yaman'a bakarak. "Sancak yerim hakkında kimse bir şey söylemedi. Aklınızda neresi var?"diye sordu.
"Sen neresini isterdin?"diye sordu Yaman.
"Bozyurt."dedi Toygar tek seferde. Aklımdan geçen vilayeti söylemesi hoşuma gitmiş, içimi rahatlatmıştı.
"Neden Bozyurt? Hanlığın en uzak sancak vilayeti orası."dedi Yaman. Dikkatle Toygarı izliyordu.
"Öncelikle Yeşiltepe gibi hain bir hanzade çıkarmış vilayete sancak beyi olmayı kendime uygun bulmuyorum."dedi Toygar açık sözlülükle. "Bozok ise Suna Hatun'un vilayeti olarak biliniyor. Oradaki diğer hainleri görmezden gelemem. Bozyurt ise siz han babamın ilk sancak vilayeti. Orada olmak kendimi evimde hissettirecek."
Yaman'ın yüzünde tatmin olmuş bir gülüş oluştu. "Çok doğru düşünüyorsun oğlum. Ben de senin için Bozyurt'u düşünüyordum."dedi. Toygar da mutlu bir şekilde gülümseyerek karşılık verdi. Bu meselenin güzelce tatlıya bağlanması iyi olmuştu.
Toygar'ın doğum günü gelip çattığında sarayda ayrı bir telaş hakimdi. Sancağa gönderilecek hanzade her zaman heyecana sebep olurdu. Büyük salon kutlamaya uygun hazırlanmıştı. Aşçıbaşı Ruslan Ağa binbir çeşit yemek yapmıştı. Aliş Ağa'nın hantallığı onda yoktu. İşine düşkün oluşunu sevmiştim. Diğer yandan Asya Toygar için seçilen hatunların dans gösterisiyle uğraşıyordu. Küçük, geleneksel bir dans sergileyip çekileceklerdi. Sade ama hanzade doğum günü olduğunu hatırlanan bir kutlama olacaktı.
Yemeğe inmeden önce Toygar'ın yanına gitmiştim. Oğlum aynanın karşısında kendine bakıyordu. Hanedan rengimiz olan kırmızı bir kaftan giymişti üstüne. Altın işlemelerle süslü kaftanı ben diktirmiştim onun için. Koyu kumral saçlarını arkasına doğru yatırmaya çalışıyordu fakat dalgaları yüzünden bu pek mümkün değildi. Korkut'un düz saçlarının aksine Toygar'ın kabarık dalgaları vardı. "Ne kadar muntazam görünüyosun."dedim. Aynadan bana baktı. Gülümsedi. Önceki gerginliğini üzerinden atalı çok olmuştu.
"Teşekkür ederim hanım annem."dedi ve bana döndü. "Sancak kararını desteklemeniz benim için büyük anlam ifade ediyor."
"Elbette destekleyeceğim. Abinden sonra senin de sancağa çıkmak hakkın. Aldığım kararın yanlışlığını gördüm ve yeni düzenlemeye destek verdim."dedim gülümseyerek. "Sancağında en kısa zamanda başarılı olacağına inancım tam. Bozbey Kalesi'nin sakinleri hanedanlığa her daim sadık olmuştur. Seni zorlayacak hiçbir yanları yok. Hatta sana yardımcı olmak için ellerinden geleni yapacaklardır."
"Tavsiyeniz için teşekkür ederim. Elimden geleni yapacağıma emin olabilirsiniz. Hanedana layık bir hanzade olduğumu kanıtlayacağım." Kaşlarım hafifçe çatıldı.
"Sen şimdi de hanedana layık bir hanzadesin oğlum."dedim hemen. Bir şey demedi. "Hazırlığın tamamsa inelim mi?"
"Siz inin hanım annem. Ben gözdem Belgin Hatun'la geleceğim."dedi. Bir şey demeden odadan çıktım. Belgin aşkının kolay kolay biteceğini beklemiyordum fakat birkaç yıl içinde sıkılacağını görebiliyordum. Üstüne gitmek işleri daha zora sokuyordu sadece. Bu yüzden karışmamaya karar vermiştim. Hatalarını kendi fark edecekti. Tıpkı Korkut'un fark edeceği gibi. Oğullarımı bazı acı hatalarla başbaşa bırakmaya karar vermiştim. Bir anne olarak sözümü dinlemedilerse acılarını tek başlarına çekebilirlerdi.
Büyük salondaki yerimi aldım. Yaman da benden bir süre sonra gelmişti. Ağır ağır yürüyordu. Dudaklarını sıkıyordu. Oturduğunda rahat bir nefes almıştı. "Odanda geçirebilirdin bugünü."dedim elini tutarak. Onun acı çekmesine dayanamıyordum. İçimde bir yer sızlıyordu onu böyle görünce.
"Oğlumun sancağa çıkışı ilan edilecek ve doğum gününü kutlayacağız. Burada olmam gerek."dedi ve tekrar derin bir nefes aldı. "Hem bugün Altun Efendi'nin hazırladığı ilaçtan da içtim. Birazdan etkisini gösterir. Belki biraz mayışık olurum ama acısını hissetmem." Her daim beni rahatlatmaya çalışıyordu. En acı çektiği anda bile yapıyordu bunu.
Misafirlerimiz gelmeye başladığında müzisyenler hafif bir parça çalıyordu. Herkes yerleştikten sonra Toygar ve Belgin içeri birlikte giriş yaptı. Belgin kestane rengi saçlarını bukle bukle yapmış omuzlarına sarkıtmıştı. Başında zümrüt çiçeklerden bir taç vardı. Ela gözlerine koyu sürme çekmişti. Hasbükan'ın yeşil ve altın renklerinden vazgeçmemişti yine. Bileklerine Hasbükan işlemesi altın bilezikler takmıştı. Geldiği toprakları her daim vurgulayacağı belliydi.
Toygar ve Belgin yerlerine geçtikten sonra kutlama başladı. Yemekler dağıtıldı. Sohbetler edildi. Misafirlerimizle aynı masadaydık. Simay'ı özellikle Toygar'ın karşısına oturtmuştum. Belgin'e kötü bakışlarını yakalasam da Toygar'la güzel bir muhabbet kurmuştu. Eski günlere dayanan dostlukları Toygar'ın ona karşı ılımlı olmasını sağlıyordu. Henüz Simay'ın haremine alındığından haberi yoktu. Bozyurt'a gittiklerinde haberi olacaktı. Karşı çıkacağını düşünmüyordum. Sonuçta köklü ailelerden kız isteyen oydu. Simay da Çelebilerdendi.
Tatlılar dağıtılırken Toygar için seçilen harem hatunlarının dans gösterisi de başladı. "Sana hediyelerim."dedim oğluma doğru eğilerek. Yüzünde hafif bir gülüşle kızları izliyordu. Belgin rahatsızca kıpırdanmış bir müddet sonra bana bakmıştı. Ona da sakince gülümseyip önüme dönmüştüm. Haremdeki tek hatun olmak gibi bir hayali varsa aptallık etmiş demektir. Toygar'ın bakışları pek çok konuda ipucu veriyordu. Belgin de akıllı bir hatunsa bu ipuçlarını yakalardı.
Son dans müziği başladığında Belgin ayağa kalkmak için hazırlanırken Simay'a attığım bir bakışla oğluma döndü ve, "Hanzadem, gitmeden önce son dansınızı benimle eder misiniz? Kim bilir sizi bir daha ne zaman göreceğim."deyiverdi. İşte böyle Simay. Bu işi becerecekti.
Toygar, "Elbette olur. Ama bu resmiyete ne gerek var Simay? Her zaman diyorum bana ismimle hitap edebilirsin. Hadi gel."dedi ve ayağa kalktı. Toygar ve Simay kalkıp giderken Belgin kıskanç bakışlarla arkalarından onları izliyordu. Kollarını önünde bağlamış, küskün bir havaya bürünmüştü. Bir şey demedim. O kıza hükmümü keseli çok olmuştu. Gözümde zerre değeri yoktu.
"Ne kadar yakışıyorlar."dedi Burçin. Tunç Bey'le karşı tarafımda oturuyorlardı. Bir müddet Toygar ve Simay'ı izlemişti. "Toygar iyice büyüdü. Sancak onu daha da büyütecektir."
"Her hanzadeye öyle olmuyor mu zaten?"dedim sakince. "Sarayda birer çocuk gibiler, sancağa çıktıktan sonra adam olmayı öğreniyorlar."
"Öyle gerçekten." Suna'dan kopmak Burçin'e iyi gelmişti. Kendini gösterme fırsatı elde etmişti. Tunç'la evliliğine de iyice alışmış görünüyordu. "Kuzenlerimle daha yakın ilişki kurabilmeyi isterdim."diye bir itirafta bulundu sonunda. "Yıllarca Yiğit Dayımın tahta geçmesi gerektiğini savunmuştum. Fakat bu hataydı. Bana öğretilen kaidelere aykırıydı. Annemin söylemlerine epey kapılmıştım. Şimdi görüyorum ki annem bu isyanlarla hanlığımıza çok büyük zararlar vermiş." Burçin'den böyle bir cümle duymak gerçekten şaşırtıcıydı. Suna'dan çok daha kinliydi bize karşı her zaman. "Han Dayım,"diyerek Yaman'a döndü, "bu zamana kadar senden uzak durduğum için özür dilerim. Sen yapman gerekeni yaptın. Hanlığını ve tahtını korudun." Yaman sakince tebessüm etti.
"Bunu senden duymak benim için çok anlamlı."
Burçin, "Annem beni sadece büyük bir aileden mahrum etmekle kalmadı, hanlığa da düşman etti. Bunu görebilmek beni değiştirdi."
"Sarayın kapıları sana her daim açık olacak güzel yeğenim."dedi Yaman. Ben de başımla onayladım. Burçin yapmacık bir kız olmamıştı hiçbir zaman. Söylediklerinde samimiyet görebiliyordum. Bu da içimi rahatlatıyordu. En azından Suna'nın peşinden gitmeyecekti. Suna kızını kullanmak isteyebilirdi. Sonuç olarak Kekevizadelere gelin vermişti. Kekevizadelerin kurultayda her daim yeri olmuştu. Burçin'in bu yaklaşımı devam ettiği müddetçe onlardan yana endişelenmeme gerek kalmayacaktı.
Kutlama güzel geçmiş, misafirler evlerine dönmüş, bizler de odalara dağılmıştık. Geceliğimi üzerime giymiştim. Gülçin saçlarımı tarıyordu. Sena da ayaklarımı ovuyordu. Son zamanlarda gergin günlerim oluyordu ve bu ufak masajlar biraz da olsa beni gevşetiyordu. Yarın sabah Toygar yola revan olacaktı. Asya harem ağalarıyla son hazırlıklarla ilgileniyordu. Onu bu saraya geçtiğimizden beri çok yoruyordum fakat o da rahatsız değildi. Her şey ancak bu şekilde kontrol altında tutuluyordu. Güvendiği bir dost kişinin tek ihtiyacıydı bu hayatta. Asya da benim için böyleydi işte.
Arbatun'dan gelmişti benim için. Küçük bir kızken bile çok yakındık. Yaman tarafından esir edildiğimi duyunca peşine düşmüş, bir yıl sonra karşıma çıkmıştı. Bozbey Kalesi'ne işkız olarak aldırmıştım onu. Hem sırdaşım hem yoldaşımdı. Canımı emanet ederdim ona. Bazı vakitler eskisi gibi oturur dertleşirdik. Fakat saray hayatı hep resmiyet gerektirirdi. Çoğu zaman hanım ve baş kalfa olarak hareket ederdik. Bana ve görevine sadakatle bağlıydı Asya. Bu yüzden ölene dek yanımdan ayırmayacaktım onu.
Odamın kapısı hafifçe tıklandı. Gel sesimle içeri Asya girdi. "Ben de tam seni düşünüyordum Asya."dedim gülümseyerek. Ona döndüm. Yüzü kireç gibiydi. Telaşla kalktım yerinden. "Ne oldu Asya? Bu halin ne? Yoksa Yaman?"dedim ve elim kalbime gitti.
"Yaman Han fenalaştı. Hekimler başında. Kendine getiremiyorlar."dedi ve koşarak çıktım odadan.
Halim umurunda bile değildi. Kalbimdeki acı ban yetmişti. Saçlarım omuzlarımdan uçuşarak koridorlar boyunca koştum. Yaman'ın odasının önünde bir telaş vardı. Hekimler girip çıkıyordu. Odaya girmemle Yaman'ın iniltileri kulaklarımı doldurdu. Ağlar gibi inliyordu. "Yaman!"dedim nefesim kesilerek ve yanına çöktüm. Ellerini tuttum. Elleri yanıyordu. Alnına götürdüm avucumu. Ateşi vardı.
"Ben istemedim. Böyle olsun istemedim."diye ağlıyordu. Hekimler üzerini açmış soğuk suya batırdıkları bezleri her yerine koyuyorlardı. Uras Efendi elinde bir şurupla içeri girdi. Yaman'ın başını doğrultup tahta kaşıkla bir yudum içirdiler. Yaman tiksintiyle ekşitti yüzünü. "Bana kardeşimin kanını mı içiriyorsunuz? Hainler!"diye bağırdı birden. Gözleri boşluğa bakıyordu. "Onu bana siz öldürttünüz!" Bana döndü. "Sen yaptın!"diye bağırdı. İçim ürperdi. "Kardeşimin kanına girmeme sen sebep oldun Suna!" Hayal görüyordu.
"Yaman, benim, Müge. Kalbinin yegane aşkı."diye fısıldadım. Elimi yanağına götürdüm.
"Müge..."diye fısıldadı. "Kalbim, ruhum, tutkum..." gülümsedi önce. Sonra tekrar katılaştı yüzü. Elleriyle kafasına vurmaya başladı. "Aptal! Aptal! Onu hak etmiyorsun! Hiçbir zaman hak etmedin!" Ellerini yakalamaya çalıştım.
"Yapma, Yaman, ne olur yapma." Sesim titremeye başlamıştı.
"Onu üzdün! Hep üzdün!" Güçlü bir haykırış kopardı.
"Bir şey yapsanıza!"diye bağırdım hekimelere. "Ne duruyorsunuz öyle?! Bir şey yapın! Hanınızı iyi edin! Derhal!"
"Elimizden geleni yapıyoruz Müge Hanım."dedi Uras Efendi. "Fakat zehir her yere yayılmış olmalı."
"Hayır!"dedim sesim çatallaşarak. "Yayılmadı!"
"Çiğdem, Tunay, onları kurbanlık koyun gibi sattım."dedi Yaman fısıltıyla. "Onlar da diğer evlatlarım gibi gözbebeklerimdi benim. Ben onları çok kötü yerlere gönderdim. Müge, biz ne yaptık?" Bana döndü. Görüyor muydu beni? Sanmıyordum. "Kötü Yaman! Kötü!" Yine başına vurmaya çalıştı. Tüm gücümle yapıştım bileklerine.
"Çıkın dışarı!"diye haykırdım. "Hepiniz çıkın! Sadece Asya gelsin!" Herkes afallayarak bakıyordu. Yaman hala sayıklamaya devam ediyordu. "Çıksanıza dışarı!"diye bağırdım hepsine. Ağır adımlarla çıktılar. Gözlerimden yaşlar süzülürken içeri Asya girdi. "Asya,"dedim yorgun bir tonla, "bana hemen binbir gece otu bul."dedim. Hıçkırıklara boğulmamak için kendimi zor tutuyordum.
"Efe, gencecik bir çocuktu. Ona da kıydım."diyordu Yaman. "Gözüme baka baka Amca ben masumum demesine rağmen ona da kıydım! Kötü Yaman!"
"Ve yeni doğmuş bebek eşi."dedim hızla soluyarak. Asya şaşkınlıkla bana bakakaldı. "Bakma öyle. Bu kabusları def etmenin tek yolu bu. Omena zehri onu bu hale getiriyorsa ancak Omena uykusu onu rahatlatır."
Asya çıktığında Yaman'a döndüm. Sayıklamaları devam ediyordu. "O küçük çocuklar, hepsi masumdu. Ben bir canavarım! Canavar!"
"Kimse masum değildi Yaman. Hiç kimse!"diye fısıldadım. "Senin canına benim canıma evlatlarımızın canına kast ettiler! Ya onlar ölecekti ya biz!"
Sayıklamaları bitmek bilmiyordu. Geçmişte canını aldığı kim varsa adını söylüyordu. "William için hiç üzüldün mü?"diye sordu usulca. Elim alnında başını okşuyordum biraz sakinleşir umuduyla. Sorusu beni şaşırtmıştı. "Peki Edwin?"
William beni nişanladıkları adamdı. Hiç görmemiştim. Arbatun'un zengin ailelerinden birinin oğluydu. Edwin ise abilerimden biriydi. Esir alınmamın ardından beni aramak için Aspargon'a gelmişlerdi. Asya'dan sonra bulmuşlardı beni. Onlarla dönmemin mümkün olmadığını, artık Aspargon'a Yaman'a ait olduğumu söylememe rağmen vazgeçmemişlerdi. Bir gün Bozyurt çarşısında Yaman'a tuzak kurmuş öldürmeye kalkmışlardı. William çarşının ortasında "Lillian benim! Sana bırakmam!"diye bağırmıştı. Yaman ikisine karşı kendini ustaca savunmuş esir etmişti onları. Kaleye getirip önüme atmıştı ikisini de. Yaman'a kurdukları suikasti duyduğumda öfkeden deliye dönmüştüm. Beni hayatında hiç görmemiş biri için ahmakça bir hareketti. Edwin ise beni almak konusunda kararlıydı. Bir şey diyemeden kalmıştım.
"Aşığının kellesini almam canını acıtır mı Müge?"diye sormuştu. Öfkeyle bakmıştım yüzüne. Bunun doğru olmadığını bilmiyormuş gibi bakıyordu bana. Hiç acımadan almıştı canını oracıkta. Peşinden Edwin gitmişti ölüme. Aspargon hanzadesine saldıran kardeşimi nasıl kurtarabilirdim bilmiyordum. Fakat şimdi geriye dönüp baktığımda hiçbirinin önemi yoktu.
"Üzülmedim Yaman."dedim elini öperek. "Sen iyi olduktan sonra hiçbir şeyin önemi yok."
"Her yerden kan damlıyor."dedi dehşetle tavana bakarak." Yanaklarım sırılsıklamdı artık.
"İyi olacaksın Yaman. Bunlar geçecek. Birazdan çok rahat uyuyacaksın."dedim elini okşayarak.
Asya gelene kadar gece oldukça zor geçmişti. İçeri geldiğinde elinde siyah bir torba ve küçük bir bez parçası vardı. Her şeyi masaya bıraktık. Bez parçasından binbir gece otlarını çıkardım. Parmaklarımla ezmeye başladım. Diğer torbadan ise et parçası şeklinde olan eşi çıkardım. Yeni doğum yapmış birini bulmak uzun sürmüş olmalıydı. Doğum sonrası atılan bu parça ise asıl ihtiyacım olan şeydi. Bebek gibi deliksiz uyumasını sağlayacak, hesap sormak için onu rahatsız eden ruhları kovacaktı. Parçayı avucumda sıkarak bir miktar kanı otların üzerine damlattım. Küçük bir parçayı da kesip otların arasına bıraktım. Otları yakıp buhurdanlığın içine koydum. Rüyasız uyku ve öfkeli ruhları kovmak için gerekli sözlerini mırıldanmaya başlayarak tütsüyü odada gezdirdim. Asya da bana eşlik etti.
Yaman'ın sayıklamaları mırıltıya dönüştü. Gözleri yavaş yavaş kapandı. Nefesleri sakinleşti. Huzurlu bir uykuya dalana dek sözleri tekrar etmeyi bırakmadık. Nihayet her şeyi bir kenara bırakıp sadece ateşiyle ilgilenmeye başladığımda hava aydınlanmaya başlamıştı.
"Sağol Asya."dedim. O da benim gibi yorgun görünüyordu.
"Her zaman yanında olduğumu biliyorsun."dedi ve ortalıktan eşyaları toplamaya başladı. Bu malzemelerin görülmesi iyi olmazdı. Aspargon'un Omena'ya bakışı belliydi. Yaman geçmişimi kabul etmiş olsa da diğer kişiler bunu başka amaçlar için kullanırdı.
Yaman'ın ateşi düştüğünde ben de yanına uzandım bir müddet. Biraz dinlenmek iyi gelmişti. Kalktığımda sersem gibiydim. Fakat Toygar'ın uğurlamasına katılmam lazımdı. Yaman ertesi sabaha kadar kesintisiz uyurdu. Buna şüphem yoktu.
Üzerime düzgün bir şeyler giydim ve kahvaltıya indim. Toygar yol için hazırdı. Ulaş Bey de onlara eşlik etmek istemişti. Dönüşte de Ecrinok'a uğrayacak sonra buraya gelecekti. Bahar kutlamasında yine bir araya gelecektik zaten fakat gitmekte ısrarcıydı. Ordu komutanı olarak saraydan bu kadar sık ayrılmaması gerektiğini hatırlatmıştım. "Merak etmeyin Müge Hanım, ardımda bir sürü yetişmiş yeni asker var."demişti.
At arabaları hazırdı. Toygar at üstünde yola koyulmakta inat etmişti. Kış zamanı uzun süre at üstünde durmaması gerektiğini, uzun bir yolculuk olacağını söylesem de inadı inattı. "Sancağına varır varmaz hasta olup yatağa düşersen hesabını sorarım."demiştim şakayla karışık.
"Yeterince kalın giyindim hanım annem. Merak etmeyin."dedi. Gözleri etrafı taradı. "Han babam gelmeyecek mi?"diye sordu.
"Han baban dün biraz üşütmüş. İstirahat etmesi onun için daha iyi olacak."dedim. Yüzü asıldı. "Hem merak etme, bahar kutlamasında yine bir arada olacağız."
"Evet."dedi buruk bir tonla. Atına bindi. Belgin kendine ayrı bir at arabası istemişti fakat onu diğer hatunlarla aynı arabaya koymuştum. Handan günleri bitmişti artık. Özel ayrıcalıkları olmayacaktı. Simay da yolda katılacaktı onlara. Babası Simay için özel bir araba yaptırmıştı. Yanına da bir sürü eşya gönderiyorlardı. Buna hayır dememiştim. Eh, kabul ediyorum benim de tolerans gösterdiğim hatunlar olabiliyordu.
Toygar yola revan olduktan sonra gözden kaybolana kadar izledim kafileyi. Yine içim burulmuştu. Artık tüm evlatlarım ayrılmıştı saraydan. Bugün er geç gelecekti. Yine de tuhaf olmuştum. Saraya döndüğümde odama çekildim dinlenmek için. Dün gece benim için epey zorlu geçmişti.
Ertesi gün odamda yaptım kahvaltımı. Yaman'ın durumunu öğrenmek için odasına gittim. Koridorda Asya'yla karşılaştım. Yavaşça yaklaştı ve "Yaman Han'a özel bir mektup geldi bugün."diye fısıldadı. Kaşlarım çatıldı.
"Ne mektubu?"diye sordum.
"Bilmiyorum. Fakat Teoman Bey'in getirip masaya bıraktığını gördüm."dedi. Başımla onayladıktan sonra içeri girdim.
Teoman Bey hala içerideydi. Mektubu elinde tutuyordu. Masada siyah tabanlı, yakutlarla ve onikslerle süslü bir muhafaza duruyordu. Muhafazanın üstüne kırmızı renkli yılan ve gül işlenmişti. Ravesna'dandı. Bir kaşım havalandı.
"Müge."dedi Yaman yorgun bir halde. Arkasına yaslanmıştı. Geçen geceye göre dinlenmiş görünüyordu. "Seninle daha sonra konuşalım mı?"dediğinde iyice gerildiğimi hissettim.
"Neler oluyor?"dedim hem ona hem Teoman'a bakarak. Elimi uzattım mektubu almak için. Teoman önce bana sonra Yaman'a döndü. Kısa bir sessizlik oldu. "Nedir bu haliniz? Aspargon Hanımından mektup mu saklayacaksınız?"dedim sertçe. Yaman derin bir iç çekti.
"Verebilirsin Teoman Bey. Er geç okuyacak." Teoman mektubu bana uzattı. Hızla aldığım mektubu okumaya başladım.
Hanlar Hanı Yaman Han,
Gücünüzden, kudretinizden hiçbir zaman sual olunmaz. Aspargon sizin gibi şanlı bir Hana sahip olduğu için çok şanslı. Ömrünüz uzun olsun.
Aşk tanrıçası Rygveda'nın nefesi bedenlerimizi kutsadığında rahmimde çiçekler açtığını o gece anlamıştım. Ravesna toprakları gibi bereketli rahmim kışın ilk ayında bir değil iki evlat verdi size. Aspargon topraklarına layık bir han ve bir hanım.
İkisi de sağlıklı. Sizin gibi kıvırcık saçlara ve sağ omuzlarında tıpkı sizinki gibi bir doğum lekesine sahipler. Hatıra olarak oğlumuzun ve kızımızın saçlarından birer tutam gönderiyorum. Ravesna'da soyunuzun sürdüğünü bilmek, gelecekte Ravesna ve Aspargon birlikteliği için sizi rahatlatacaktır diye düşünüyorum.
En kısa zamanda evlatlarınızı ziyaretinizi umuyorum. Onlara nice kardeşler vermek, soyun tek babadan devam etmesini sağlamak en büyük gayem. Ateşinizde bir kez daha kavrulmak için sabırsızlanıyorum
Ravesna'nın meşru ve tek Kraliçesi,
Ravesna-i El'Ahilia
Mektubu okumam bittiğinde gözlerim dehşetle açılmış, inanamayarak tekrar okumuştum. Teoman Bey elindeki iki tutam saçı uzattığında tiksintiyle bakıyordum kıvırcık siyah saçlara. "Teoman Bey, bizi yalnız bırakın."dedim sakin kalmaya çalışarak. Teoman Bey başıyla onayladı ve odadan çıktı.
Yerimden kıpırdamadan Yaman'a bakıyordum. Daha iki gece önce acısıyla içimin acıdığı adama bakmak şu an midemi tiksintiyle bulandırıyordu. Uzun bir sessizlik oldu. "Bir şey demeyecek misin?"diye sordum. Cevap vermedi. "Konuşsana!"dedim öfkeyle. Mektubu havada salladım. "Ravesna fahişesinin yazdığı her kelimenin yalan olduğunu söylesene!" Hızla buruşturdum elimde kağıdı. Yüzüme bakmıyordu. Gözlerini balkon kapısına dikmişti. "Haremindeki hatunlar dururken dışarından birine, hele de başka bir ülkenin kraliçesine asla o şekilde yaklaşmadığını söyle! İnkar et! O kadının herkesin altına yatmış olabileceğini söyle!"diye bağırdım.
"Ben iflah olmaz bir adamım Müge. Bu yüzden Ulu Tanrı beni bu yarayla cezalandırdı."dedi tekdüze bir tonla.
"Ulu Tanrı'yı doyumsuzluğuna karıştırma bari!"dedim kinle. Öfkeyle soluk alıp veriyordum. Hissettiğim tek şey nefretti. Ondan da kendimden de nefret ediyordum. "Nasıl yaptın bunu? Ne zaman yaptın? Odana bile almadığın hatunla ne zaman birlikte olmuş olabilirsin?!"
"Ne önemi var? Sonuçta olan oldu."
Öfkeyle kahkaha attım. "Olan oldu! Ravesna topraklarına iki Asperan tohumu saçtın!"diye bağırdım. "Bitmek bilmeyen saray gezilerinizde mi oldu?"
"Müge."
"Cevap ver bana!" Konuşmadı. "Tek seferde miydi yoksa her gezinizde yeni bir köşeyi mi aşkınızla taçlandırdınız?"
"Ne aşkı? Benim senden başkasına-"
"SUS!"diye bağırdım öfkeyle. "Benden başkasına aşık olman mümkün değil ama benden başka dokunmadığın kimse kalmadı! Bu mu senin o çok kıymetli aşkın?! Al aşkını başına çal!"diyerek elimdeki mektubu suratına fırlattım ve öfkeyle odadan çıkıp gittim.
Boğazımda düğümlenmişti her şey. Hışımla odama girdim ve kapıları kapattım. Kimsenin girmesini istemiyordum. Odamın içinde iki üç tur gidip geldim öfkeyle. Yanaklarımın ıslanmasına daha da sinir oldum. Aptal kadın! Uçkurunu tutamayan bir adama aşık olan aptalın tekisin! Kendi gibi oğlanlar verdi sana işte! Ne olacağını sanıyordun? Her çiçeğin tadına bakan bir adamdan ne çıkacaktı? Al sana taze iki Ravesna bebeği! Tüm geceni uğruna heba ettiğin adam hala iki kalça hareketine aldanan koca bir çocuk! Acısıyla acı çektiğin, ağrısıyla içinin yandığı adam her defasında kalbini paramparça etti bıraktı. Sen ise hala o ölecek diye yaslara giriyorsun.
Acılar içinde kıvranmayı hak ediyormuş. Omena'nın bir bildiği varmış. Neden karışıyorsun ki? O senin çekeceğin acıları düşündü mü şimdiye kadar? Onca hatunu odasına alırken, kendilerini bir şey sanmalarına izin verirken senin itibarını düşündü mü? Hanzadeliğinde yapamadıklarını hanlığında yaptı işte. Bırak odasında tek başına gebersin gitsin! Yalnızlık neymiş görsün!
Öfkeyle masamdaki eşyaları yere savurdum. Han ve Hanım olarak kalmıştık yıllar boyunca. Müge ve Yaman Ecrinok'ta Yedi Gürgen Sarayı'nda ölmüştü. Bu gerçeği on iki yıldır kabullenmek istememiştim. Yirmi sene dolu dolu yaşadığımız aşk, ömür boyu sürer sanmıştım ama olmamıştı. Hanzadelerime seçtiğim hatunlara verdiğim aklı en başta kendimde kullanmaktan acizdim. Kim sevdiğini paylaşmak isterdi ki? Kim katlanırdı aşık olduğu adamın başka bedenlerde kendini kaybetmesine? Kimse!
Fakat her şey bitmişti artık! Bu sondu! Yaman bu defa sınırları aşmayı bırak her şeyi yerle bir etmişti. Bu haremdeki her hatunu hamile bıraksa bu kadar canım yanmazdı. Ama o kendini bir şey sanan, yüzsüz, dansözden bozma kraliçeden çocuk peydahlamasını ne kabul ederdim ne de sindirirdim. O günler geride kalmıştı. Ölene dek odasına dahi gitmeyecektim! Adımı inleye inleye ölüp gitsindi. Umurumda değildi. Orada tek başına ölecekti. Geride onun için bir daha kalbi sızlamayan bir Müge bıraktığını bilerek verecekti son nefesini.
***
-Toygar'ın sancak kararını nasıl buldunuz? Sancak seçimi doğru muydu?
-Simay ve Toygar nasıl bir çift olur sizce? Belgin'in bu duruma yaklaşımı nasıl olur?
-Burçin'in küçük itirafı hakkında ne düşünüyorsunuz?
-Yaman'ın fenalaşması hakkında yorumunuz nedir? Kendiyle hesaplaşması nasıldı? Müge'nin Omena'ya küçük bir şey için de olsa bulaşması geleceğe bir etki yapar mı?
-Ravesna Kraliçesinin mektubu hakkında yorumunuz nedir?
Sonraki bölüm Gökben'den olacaktır.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top