2.16. İhanet
1415 Senesi - Kış Mevsimi
ASPARGON HANLIĞI
Altınova Şehri - Hanedanlık Sarayı
Suna Hatun
Zifiri karanlıkta kıpırtısız halde yatıyordum. Boğucu bir sessizlik hakimdi. Keskin yosun kokuları burnumu dolduruyordu. Ellerim kucağımda birleşmişti. Saçlarım etrafa dağılmış hafif bir rüzgar esiyordu üzerimden. Saçlarımın kıpırtısı boynumu gıdıklıyordu. Su sesi geliyordu. Suyun üzerinde tahta bir şey yüzüyordu. Ellerimi serbestçe iki yana bıraktığımda parmaklarımın buz gibi suya değmesiyle ürpererek geri çektim. Gözlerimi açtım. Zifiri karanlık gitmiş, soğuk bir kış akşamı gelmişti. Koyu gri bulutlar gökyüzündeydi. Doğrulduğumda gölün ortasında tahtadan bir mezar yatağında bulunduğumu fark ettim. Bu beni suyun soğuğundan daha çok ürpertti.
Kıyıya baktım. Bir kalabalık vardı. Beni izliyorlardı. Yüzlerinde hiçbir ifade olmayan tanıdık yüzlerde gezindi gözlerim. Yaman, Müge, Korkut, Toygar, Burçin, Teoman... Korkut öne çıktı. Elinde ok ve yay tutuyordu. Okun ucunu kıyıda yanan ateşe tuttu bir müddet. Alev alan oku yayına yerleştirdi ve iyice gerdi. Gözlerim dehşetle açılırken parmakları arasındaki ok serbest kaldı. Koyu gri gökyüzünü bir anka kuşu gibi yardı. Ayaklarımın dibine düştü. Hayır diye haykırmak istedim. Sesim çıkmadı. Samanlar tutuşurken ayaklarımı kendime çekmeye çalıştım, hareket etmediler. Bir an sonra tahtanın üzerinde kaskatı yatar halde buldum kendimi.
Bacaklarım gittikçe ısınıyor, korkunç bir acı bedenime doğru ilerliyordu. Gözlerim dehşetle açılmış bir şekilde gökyüzüne bakıyordum. Hiçbir kasım oynamıyordu fakat bu acıyı derimin en derininde, kemiklerimde hissediyordum. Bedenim, kollarım, yüzüm korkunç bir ateşle sarıldığında gözlerimden yaşlar bile akmıyordu. Beynimi patlatacak kadar kuvvetli bir acıydı hissettiğim. Derim kuruyor, etlerim kavruluyor, kemiklerim alevin sıcaklığından çatırdıyordu. Alevler yüzüme ulaştığında bu acının bitmesini, binlerce kez ölmeyi diliyordum.
Yataktan fırlayarak uyandığımda boynumdan aşağı ter su içindeydim. Hızla nefes alıp veriyordum. Boğazım kurumuştu. Odanın küçük penceresinden giren loş ışıkta sürahiyi aradım. Bir bardak doldurdum ve kana kana içtim. Bedenim sırılsıklamdı. Tenimin hala yandığını hissediyordum. Koridordan gelen ayak sesleriyle dikkat kesildim. Kısa adımlarla koşan birinin sesini duyuyordum. Ardından çocuk kahkahası duyar gibi oldum. Kapımın altından yansıyan ışığın önünden geçip giderken kahkaha da uzaklaştı. Saraydaki konuklardan birinin çocuğu olmalıydı. Fakat bu koridorda ne işi vardı?
Elimdeki bardağı sehpaya bıraktım. Yataktan çıktım. Pencereyi sonuna kadar açtım. Burnuma hala yanık kokusu geliyordu. Sarayın en ücra köşesinde, güneş görmeyen bu odada oda hapsindeydim aylardır. Fakat artık sabrımın sonuna gelmiştim. Bozok, Boztepe ve Yeşiltepe'ye isyanları için onay vermiştim. Bugün yarın bir ayaklanma haberi sarayda patlak verirdi. Bundan sonrasını onlar düşünecekti. Ben aylar önce uyarımı yapmıştım.
Camı kapatıp yatağın kenarındaki küçük dolabı açtım. Yaman insafa gelmiş bana birkaç parça kıyafet temin etmişti. Müge'ye kalsa zindanda kir pas içinde sefil bir şekilde yaşayacaktım. Öfkeyle soludum ve üzerimi değiştirdim. Basit kıyafetlerdi hepsi. Müge özellikle seçmiş olmalıydı. Kendilerince bir takım önlemler almışlardı bana karşı. En başında handan unvanımı almak geliyordu. Bu kıyafetler de bunu hatırlatmak için bu kadar basit, bu kadar sıradandı. Sanki onların kağıt üstünde yaptığı birkaç şey gerçeği değiştirecekti. Yaman kadar ben de bu hanedanın üyesiydim. Damarlarımda akan hanedanlık kanını kimse değiştiremezdi.
Dora Hanım Sarayı'nı da elimden almışlardı. Hizmetlilerimi bilmediğim yerlere dağıtmışlardı. Bilinen mal varlığımı hazineye aktarmışlardı. Sanki koca Aspargon üzerindeki tek toprağım Bozok'taki saray, tek mal varlığım onların bildiği kadarmış gibi... Buradan çıktığımda hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyordum. Yaman tahttan indirilecekti. Müge zindana kapatılacaktı. Tahta Korkut çıkacaktı. Eğer benimle geçinmenin yolunu bulmazsa bu defa onu da tahttan indirecektim ve yerine küçük oğlu Balamir'i koyacaktım. İdil'i saf dışı bırakmak kolaydı. Balamir hanlığı idare edecek yaşa gelene dek vasisi olarak hanlığı ben yönetecektim. Sonra kenara geçecek tüm desteğimi ona verecektim ve Aspargon yükselerek büyümeye devam edecekti.
Kapımın kilitleri dönmeye başladığında kahvaltımın geldiğini anlamıştım. İçeri her defasında farklı işkızları gönderiyordu Müge. Hiçbirini tanımıyordum. Tanımaya zamanım da olmuyordu. Fakat önemli değildi. İşkız kahvaltı tepsisini bırakıp çıktığında ilk işim haşlanmış yumurtaları kontrol etmek oldu. Birinin altı daha yumuşaktı. Parmağımla biraz zorlayınca küçük bir boşluk oluşturacak şekilde içeri çöktü. O yumurtayı alıp hızlıca kabuğundan ayırdım. İçinde az miktarda beyazı kalan yumurta benim yeni mesajımı taşıyordu. Aliş Ağa gizli mesajları saklama konusunda kendini aşmıştı artık. Saraydaki tek sadık dostlarım o ve Teoman'dı.
Her şey hazır. Bu gece ayaklanmalar başlıyor.
Teoman'dandı bu kısa not. Burada olduğum süre boyunca bu şekilde haberleşmiştik. Benim yerime her şeyi ayarlamıştı. Müge de gelmiş buradan çıkabilmem için tek şartın Teoman'la evlenmem olduğunu söylemişti. Ne dahice bir fikir! Alayla gülüyordum bunu düşündükçe. Benim Teoman'la evlenebileceğimi nasıl düşünmüştü? Şaşılacak şeydi. Teoman sadık bir dosttu fakat buradan çıkabilmek için elimdeki tek seçenek değildi. İsyan sonuçlandığında zaten dışarıda olacaktım. Teoman'la evliliğim söz konusu olamazdı.
Öğlene doğru karnımdaki yara yine sızlamaya başlamıştı. Yaman Uras Efendi'ye bir ilaç hazırlatmıştı bunun için. Merhemi sürmek için elbisemi sıyırdım. Yine kıpkırmızı olmuştu etrafı. Hem inceden acıyor hem de içten içe kaşınıyordu. Bazı zamanlar su topluyor irine çeviriyordu. O zamanlar midemi bile yakıyordu sancısı. Aylardır geçmeyen bu yaranın güçlü bir zehirle açıldığına emindim artık. Belki de Sargun'daki o hekim çocuk bu hale getirmişti bilerek. Ne de olsa benden kurtulmak istemişti Catherine. Hazır açık bir yara varken temiz bir zehirle bu işi halletmeye kalkmışlardı. O zehirli merhemde kim bilir ne vardı.
Uras Efendi'nin merhemini güzelce sürdüm. Bir müddet sonra sızıyı azaltmaya başladı. Derin bir nefes aldım. Tekrar su doldurdum kendime. Son zamanlarda içim yanıyordu sık sık. Hayatımda içmediğim suyu bu sıralar içiyordum. Çoğu gece boğazım kupkuru bir halde kalkıyordum yataktan. Yaranın yan etkilerine bağlıyordum bu durumu.
Akşama doğru odamın kapıları açıldı tekrar. Akşam yemeğinden hemen önce gelen misafirim Müge'ydi. Gece mavisi bir elbise giymişti. İhtişamlı taşlarla süslüydü elbisenin omuzları. Yüksek tacı başındaydı. Siyah saçlarını alttan topuz yaptırmıştı. Ellerini önünde birleştirdiğinde inci yüzüğü öne çıkıyordu. Yaman'ın hediyesi aynı zamanda evlilik yüzüğüydü.
Yüzüme bir gülümseme yerleştirdim. "Aylık ziyaretini yapmamıştın, ben de merak etmiştim nerelerdesin diye."dedim alayla.
Müge'nin dudakları da yukarı kıvrıldı. "Hala bir karar vermedin sanıyorum."dedi ellerini önünde birleştirerek. "Teoman Bey'le evlenme fikri ömür boyu burada hapsolma fikrinden daha mı beter geliyor yoksa?"
Güldüm. "Teoman ve benim evliliğim asla olmayacak Müge. Boşa hayaller kuruyorsun. Hem olsa bile her halükarda dışarı çıkacağım. Bu şekilde senin için daha riskli olmaz mı? Burada beni kontrol altında tutabildiğiniz için rahat olduğunuzu sanıyordum."
"Bana kalsa çoktan kellen bedeninden ayrılmıştı. Ama Yaman hala sana kıyamıyor."
"Kardeşlik bağını herkes anlayamaz. Hele senin gibi güç uğruna kardeşlerine sırtını dönen biri asla!"
"Sana kendimi anlatacak değilim Suna Hatun."dedi unvanı özellikle vurgulayarak. "Buraya gelme sebebim başka. Sargun'da ne işler karıştırdığını biliyorum."dediğinde kaşlarım çatılarak ona baktım. Ne biliyordu? Ortaya yem mi atıyordu? Elinde gerçekten bir şey olmayabilirdi.
"Hayatımda hiç bulunmadığım bir yerde ne karıştırmışım ben de merak ettim."dedim bozuntuya vermeden.
"Yalanları bir kenara bırak artık. Akyel'e yanaşan geminin Sargun Kraliyet Limanı'ndan kalktığını biliyorum." Yeşil gözlerini bir an bile kırpmıyor gözlerini üzerimden ayırmıyordu. Ufak bir mimikten açığımı arıyordu.
"Sana yanlış bilgi vermişler. Ticari gemilerim Simir Makos, Arbatun ve İlgerun dışında başka bir deniz ülkesiyle alışveriş yapmıyor. Sargun'dan şimdiye kadar hiçbir şey getirtmedim."
Müge alayla güldü. "En büyük vurgununu nasıl unutuyorsun? Gökben'i oradan aldığını biliyorum. İnkar etmeye kalkma. Gökben'in bir kraliyet ailesine mensup olduğunu yeni öğrenmediğine eminim. Başından beri bunu biliyordun ve kızı ailesine teslim etmek yerine sarayında esir ettin. Ailesi tarafından yetiştirilseydi eminim gerçek bir soylu gibi davranırdı ama talihsiz kız senin elinde heba oldu gitti. Kendini bir taşralı sandı ve buna göre hareket etti. Beceriksizliğin basit bir hatunda bile açıkça görülürken kalkmış hanlığın işlerine karışıyorsun."
Dudaklarım memnun olmayan bir şekilde büzülmüştü. Gökben'in kimliğini öğrendiyse Aquilo denen o korsanı ve çocuğu da öğrenmiş olabilirdi. Fakat bu konuya hiç girmediğine göre belki de bu kısmı öğrenememişti. Yoksa Gökben'i haremden nasıl attırdığını ballandıra ballandıra anlatırdı. "Teslim oluyorum. Beni yakaladın."dedim sonunda. "Evet Gökben'in kraliyet mensubu olduğunu başından beri biliyordum. Onu saraya alırken geçmişini araştırmıştım. Aspargon tahtına kanı asil birileri yakışırdı. Tıpkı İlgerun Hanı'nın kızı olan hanım annem Dora Hanım gibi."dedim.
Gözlerini devirdi. Alayla güldü. "Keşke asalet kanla olsaydı. Dora Hanım senin gibi bir kızı olduğu için utanırdı. Hanlığa verdiğin zararın haddi hesabı yok. Dora Hanım en azından kaybettiğinde durmayı bilirdi. Sen? Dora Hanım'ın seni hiçbir zaman gözde evladı olarak görmemesine içerleyerek attın adımlarını."
"Tıpkı Çiğdem gibi. O da annesinin hiçbir zaman gözbebeği olmadı. Hanlığına ters adımlar atmaktan çekinmedi."dedim hızla.
"En azından o Gerbena İmparatoriçeliğine oynuyor. Sen neye oynuyorsun? Tahta geçmeye de niyetin yok. Böyle bir güç kimde olursa olsun başa geçerdi. Fakat sen bu gücü boşa harcıyorsun ve harekete geçmediğin her gün müttefik kaybediyorsun. En sadık askerlerin bile boş hamlelerinin peşinden gitmeyi reddediyor."
"Bu güce sahip olamadığın için canın sıkılıyor olmalı. Rütbeye bağlı olmayan sadakat her hükümdarın hayalidir. Ben basit bir hatunken bile bu sadakate sahibim. Siz ise..."devamını getirmedim. Devrilmeye mahkum birer han ve hanımdan ibaretlerdi benim gözümde.
"Sana sunduğum teklifi düşün Suna. Teoman Bey'le evlen ve hayatın kurtulsun. Aksi takdirde gün gelip Yaman bu diyardan göçüp gittiğinde tahta geçen Korkut'un sana bu kadar tolerans göstereceğini hiç sanmıyorum."
Alayla güldüm. "O da babası gibi olursa vay haline."
"Yaman'ın sakin mizacı sadece Tunay'da mevcut. Geri kalan evlatlarımın öfkesi ne yalan söyleyeyim bana benziyor. Hele Korkut'un sana olan kini hiçbir evladımda yok. Bir zamanlar sana en yakın olan şimdi sana en uzak. Gözde cariyesinin yine senin sayende Aspargon topraklarına getirildiğini ve haremine sokulduğunu öğrenince aynı toleransı göstermeye devam edecek mi acaba merak ediyorum. Ne dersin?"
"Korkut'un ona duyduğu aşkın sınırı olduğunu sanmıyorum. Yaman'ın sana olan aşkından bile daha büyük bir aşk duyuyor ona. Gökben'in nasıl geldiğinin bir önemi yok. Önemli olan artık yanında oluşu. Aksi takdirde bir korsanla kaçtığı bile bile onu haremine neden kabul etsin? Gökben'i tüm geçmişiyle kabul etti o."
"Tüm geçmişi... Senin elinden çıkan bir hatunun göründüğü gibi olmadığına tüm cihan şahit olur. Bakalım o hatunla ilgili daha neler öğreneceğiz?"dedi ve ellerini nihayet serbest bıraktı. "Sana şimdiden afiyet olsun. Bu gece özel bir menü hazırlatıldı senin için. En sevdiğin yemekleri yapmış Aliş Ağa. Sana bir türlü kıyamıyor." Arkasını döndü ve odadan çıktı.
Kapılar defalarca kilitlenirken kollarımı önümde bağlayarak oturmaya başladım. Gökben'in kimliğini öğrenmesi bir şeyi değiştirmeyecekti. Beni endişelendiren o korsan ve bebekti. Evliliği ve bebeği öğrenilirse çok daha ciddi bir soruna sebep olabilirdi. Gökben bir şekilde kendini Korkut'a kabul ettirmişti. Korkut o korsanla olan geçmişi göz ardı etmişti. Fakat evlilik ve bebek konusunu ne kadar göz ardı ederdi bunu tahmin etmek zordu. Bu konuda sanırım Catherine kendi önlemini almıştı. Benim oraya gittiğimi öğrenen Müge Sargun limanlarındaki her hareketi inceletirdi. O patlamayı öğrendiği vakit işin peşini bırakmazdı. Geride hiçbir görgü tanığı bırakmamıştık. O gün orada olan herkes öldürülmüştü. Fakat ya biri gözden kaçtıysa?
Rahatsızca kıpırdandım. Ayağa kalktım ve odanın içinde gezinmeye başladım. Yine o ayak seslerini duyduğumda olduğum yerde durdum ve kulak kesildim. Küçük bir erkek çocuk koridorda koşuyordu. Şen kahkahaları peşinden geliyordu. Kapının altındaki yansımadan görmüştüm geçip gidişini. Sonra geri gelmişti. Adımları yavaşlamış kapının önünde durmuştu. Sakince nefes alıp verdiğini duyuyor gibiydim. Burnuma yine yosun kokusu geliyordu. Fısıltıyla konuşuyordu kendi kendine. Kapıya iyice yaklaştım. Bir tekerleme söylüyordu. "Küçük çocuk uslu dur. Yaramazlığın sonu kötü olur. Eğer gece erken uyumazsan, deniz canavarı gelip seni bulur." Simir Makos dilindeydi tekerleme. İçimi ürpertiyordu her tekrarında. Fısıltısı hırıltılı çıkıyordu. Yosun kokuları odaya doluyordu.
"Burada olmaman gerek."dedim sakinliğimi korumaya çalışarak. Sesler kesildi. Koridordan hiçbir ses gelmiyordu. Kapının altındaki gölgelerin bir oraya bir buraya hareket ettiğini görebiliyordum. "Kimin çocuğusun sen? Burada kaybolursun."dedim. Fısıltıyla verdiği cevabı anlamadım. "Seni duyamıyorum." İyice yaklaştım kapıya. Kulağım kapının kilidinin oradaydı. Fısıltılarını ayırt etmeye çalıştım.
"Benim babam Simir Makoslu, annem Sargunlu."dediğinde kalbimin sıkıştığını hissettim. Kapının kilitleri dönmeye başladığında korkuyla kendimi geri attım. Fakat dengemi kaybedip yere düştüm. Kilitler dönerken gidebildiğim kadar geri gittim. Kapı açıldığında karşımda elinde tepsiyle başka bir iş kız duruyordu. Arkasında iki kişi daha vardı. Onların da ellerinde aynı tepsilerden vardı. En öndeki şaşkınca bana bakıyordu. Hızla kalktım ayağa.
"Neye bakıyorsun sen öyle?"dedim sertçe. "Saray konuklarının çocukları buraya kadar geliyor kimsenin ruhu duymuyor. Az önceki çocuk nereye gitti gördünüz mü?" Yüzündeki tuhaf ifade daha tuhaf bir hal aldı. "Cevap versene hatun!"
"Dışarıda kimse yoktu Suna Hatun."deyince setçe azarladım.
"Ben Handan Suna'yım! Hadsiz seni! O dilini keserim senin!" Başını yere eğdi. "Simir Makos'tan misafirler mi geldi?"diye sordum. Başını iki yana salladı.
"Sarayda konuk olarak kimse yok."dedi ve içeri girdiler. Ellerindeki üstü kapalı tepsileri bıraktılar. "Afiyet olsun Handan Suna." Hepsi odadan çıktı ve kapılar tekrar kilitlenmeye başladı. Ben de şamdanları yaktım. Hava iyice kararmaya başlamıştı artık.
Koltuğa oturdum. Bir müddet öylece durdum. Az önceki olay zihnimi esir almıştı. Kapının önünde bir çocuk vardı. Bundan emindim. Söylediği tekerlemeyi duymuştum. Sorduğum soruya cevap vermişti. Kızlar benimle oyun oynuyordu. Beni delirtmeyi umuyorlardı. Fakat onlara teslim olacak değildim. Böyle basit oyunlarla beni delirtemeyeceklerdi. Buradan birkaç gün içinde çıkacaktım. O vakit herkes yaptığının bedelini ödeyecekti.
Yemek tepsisine uzandım. Kapağı kaldırmamla dehşetle ayağa fırlamam bir oldu. Metal kapak yere yuvarlanıp bir köşeye giderken çığlığım boğazımda durmuştu. Tabağın ortasında Aliş Ağa'nın başı duruyordu. Gözleri baygın bir şekilde açıktı. Ellerim buz kesmiş diğer kapalı tepsilere bakıyordum. Olduğum yerde donmuştum. Görebileceğim şeyler beni ürkütüyordu. Fakat cesaretimi toplayıp bakmak zorundaydım. Hızlanan nefeslerimin arasında derin bir nefes çektim ve nefesimi tutarak masaya yaklaştım. Titreyen ellerle tepsinin birini açtım. Bozok valisi Burhan Bey'in başı önümdeydi. Gözleri dehşetle açılmış kalmıştı. Diğer tepsiyi açtım. Boztepe valisi Çakır Bey'in başı da oradaydı.
Kapakları yere fırlattığım gibi kapıya gittim. Kapıyı yumruklamaya başladım. "Bana derhal Müge'yi çağırın! Duydunuz mu beni?!"diye bağırdım. "Açın kapıları! Müge'yle konuşacağım! Açın dedim size! Ben Handan Suna'yım! Size emrediyorum!" Karşılık veren yoktu. "Bugün karşımda olanlar yarın hesabını verecekler! Cezalandırılmak istemiyorsanız kapıları şimdi açarsınız!"
Uzun bir müddet böyle devam etti. Ne ses vardı ne hareket. Koridor sessizliğe bürünmüştü sanki. Kapının altına baktığımda ışık olmadığını fark ettim. Ne kadar kapıyı yumruklarsam yumruklayayım karşılık gelmiyordu. Öfkeyle soluk alıp veriyordum. Arkamı döndüm. Üç baş sanki direkt bana bakıyordu. Gözlerimi hızla kapattım. Bu iğrenç manzaranın bedelini ödetecektim. Bana sadık tek adamlar onlar mıydı sanki? Aspargon'un yarısı benimdi!
Gecenin sessizliği sarayı esir aldığında yorgunlukla yere çöktüm. Sırtımı duvara yasladım. Masayı görmek istemiyordum. Bedenim buz kesmişti. Ellerimle kollarımı sarmıştım. Isınmaya çalışıyordum. Yatağa gidip battaniyeyi alacak değildim. O başların yakınından bile geçmek istemiyordum. Mumlar eriyip bittiğinde çok daha korkunç bir hal almışlardı. Dışarıdan vuran yıldızların ışığıyla gözleri cam gibi parlıyordu.
Tüm gece beni burada bırakmışlardı. Ertesi sabah da koridordan ses gelmiyordu. Kahvaltı için bile kimse gelmemişti. Odanın içi apaydındı. Kesik başlar yerlerinde duruyordu. Yayılmaya başlayan koku burnuma girdikçe midem bulanıyordu. Tekrar ayağa kalkıp kapıya vurmaya başladım. "Hatanızdan dönmek için hala geç değil! Şu an kapıyı açarsanız canınızı bağışlarım!"dedim. Ne bir ses ne bir kıpırtı vardı koridorda.
Zaman geçmek bilmezken öylece kalmıştım odanın içinde. Biri bana ihanet etmişti. Teoman'ın akıbeti ne olmuştu acaba? Onu da yakalamışlar mıydı? Onu yakaladılarsa basit bir infazla hayatına son vermezlerdi. Ağır sorgulara alırlardı. Benimle ilgili en çok şey bilen oydu. Başka isimler için işkenceler ediyor olabilirlerdi. Müge askeri bir müdahalenin nasıl karşılanacağını biliyordu. Bu sebeple işini sessizce halletmişti. Yine de her şeye rağmen ayaklanma başlamış olabilirdi. Bu mümkündü. İlla valilerin komutasında olmak zorunda değildi. Tüm askerler biliyor olmalıydı.
Gece çöktüğünde ne koridorda ne sarayda bir hareket yoktu. İsyan patlak vermiş olsaydı Bozok'tan buraya gelmek yarım günlük mesafeydi. Çoktan çarpışmaya başlamış olurlardı. Demek isyan başlamamıştı. Odadaki koku dayanılmaz bir hal almıştı. Önümdeki suratlar yavaş yavaş gerilmeye başlamıştı. Sanki her an şekil değiştiriyorlardı.
Kapının altından bir hareket duyduğumda dikkat kesildim. Bir kağıt içeri itilmişti. Hızla eğildim aldım.
İfşa olmak üzereyim. Tüm dikkatler üzerimde. Bir müddet hiçbir şekilde iletişim kurmamız mümkün değil. Yeşiltepe valisi Orhan Bey bize ihanet etti. Hakkında saraya uzun bir rapor yazılmış. Bütün yolsuzlukları rüşvetleri açığa çıkmış. Canını kurtarmak için isyanı açık etti. Müge Hanım ve Yaman Han onu bir yerde saklayacakmış fakat oradan cesedini bile kimse bulamayacaktır. Bu iş uzayabilir.
Bu mümkün değildi! Orhan Bey bana en sadık adamlardan biriydi. Yeşiltepe Yiğit'in sancak vilayetiydi. Yiğit'in isyanında birlikte hareket etmiştik. Yiğit'in ölümünden sonra bana bağlılık yemini etmişti. İhanet edeceğine canını verirdi. Mektubu hızla buruşturdum. Bunu kabullenemiyordum. Bu işin arkasında başka bir iş vardı.
Teoman hala ifşa olmamıştı. En azından bu iyi bir haberdi. Bana haber ulaştırmanın bir yolunu bulduysa beni buradan çıkarabilirdi de. Hala umut vardı.
İki gün sonunda artık bedenimde güç kalmamıştı. Ne yemek, ne su getirilmişti üç gündür. Odanın ortasındaki kafalar iğrenç bir hal almıştı. Mosmorlardı ve her yerlerinde kurtlar yürüyordu. Odanın içindeki kokuyu ayırt edemiyordum bile. Kusmak için öğürdükçe midemden çıkan tek şey sarı renkli sıvıydı. Dudaklarım kupkuru kalmıştı. Kapının köşesinden hareket bile edemiyordum. Burada ölüme terk etmişlerdi beni. Bundan emindim. Açlıktan, susuzluktan kendi kendime ölecektim ve aylar sonra çürümüş cesedimi almak için geleceklerdi buraya.
Kapının kilidiyle oynandığını duyunca kulak kesildim. Anahtar kilide girmiş yavaşça çevirilmişti. Kapı açılırken ayaklarıma çarpmıştı. İçeri harem ağaları girmişti. Ağızlarında eşarplar vardı. Önce bana bakmışlar sonra masaya yönelip oradaki başları bir torbaya doldurup odadan çıkmışlardı. Sonra içeri elinde kalın bir mendille Müge girmişti. Beni köşede görünce acır gibi bakmıştı. "Hala ölmemişsin. Çok azimlisin."dedi.
"Tebrikler Müge."dedim kısık sesimle. "Oyunu iyi oynadın. Seni hafife almışım."
"Beni hep hafife alıyorsun ve karşılığını buluyorsun." Odadaki kokudan kaynaklı yüzünde tiksinme ifadesi vardı. Mendil tamamen engelleyemiyor olmalıydı. "Orhan Bey'in canını ne kadar sevdiğini görmeni isterdim. Bir çocuk gibi yalvara yalvara döküldü isimleri. Bu kadar geniş bir ağa sahip olduğunu fark edememek benim hatam."
"Ve Yaman'ın."
"Yaman'ı bırakalım bir kenara. Bu hanlığın benim sayemde ayakta kaldığını kabul et Suna. Sana rağmen bu hanlığa zarar gelmesine izin vermedim. Vermem de! Evlatlarım, torunlarım bu hanlığı yönetmeye devam edecek! Fakat sen bunu ne kadar görebilirsin orası belirsiz."
"Ne istiyorsun?"
"Asıl sen ne istiyorsun?"diye sordu. "Ölmek mi? Yaşamak mı? Ülkede patlak verecek iç isyanı göze alıyorum ben. Senin her adamın son nefesini verene dek bu ülkeyi savaşa sürüklemeyi göze alıyorum. Sen bu hanlıktan sökülüp atılana dek savaşım bitmeyecek."
"O halde neden canımı şimdi almıyorsun? Hadi durma! Beni öldür ve cesedimi meydanda sallandır. Bakalım göze aldığın savaş sadece Aspargon'la mı sınırlı kalıyor." Gözleri kısıldı. "Size Hasbükan'ın yükselen ismini destekleyin dediğimde beni ciddiye almadınız. Eh, ben de kazanan ismi destekledim. Burada bir iç savaş çıktığında Akın Han ona kimin destek çıkmadığını, Hanlığını kimin tanımadığını unutmayacak! Ben öleceğim belki ama Aspargon toprakları arkamdan paramparça olacak. Çiğdem sizin hükmünüzü çiğneyeli çok oldu. Kayınbabasını ikna edip kuzeyden koca bir parça almak işine gelecek. Ayça doğup büyüdüğü toprakların başkalarına geçmesindense kendi elinde bulunmasını isteyecektir. Kraliçe olmasına haftalar kalan Elçin de farklı davranmayacak. Kızların ülkeyi paramparça edecek. Ve sen sırf beni öldürme riskini göze aldığın için Aspargon'u parçalanmaya sürükleyen Hanım olarak anılacaksın!"
"Bu kadar konuşabildiğine göre bir gün daha beklemeliymişim."dedi umursuzca. "Açlık ve susuzluk bile seni terbiye etmemiş. Hala olmayacak ihtimaller düşünüp kendini teselli etmeye çalışıyorsun. Buradan çıkabilmenin tek yolu var. O da Teoman Bey'le evlenmek. Tercih senin. Beni her konuda hafife aldığın gibi bunda da hafife alıyorsun. Bahsettiğin şeylerin hiçbiri olmayacak çünkü Aspargon gerçek han ve hanımına biat etmiş durumda."dedi ve odadan çıktı.
Ardından içeri bir işkız girdi. Elinde yeni bir tepsiyle. Bir kase çorba, bir parça ekmek, su dolu sürahi ve boş bir bardak vardı içinde. Tepsiyi tabureye bırakacağı sırada, "Yatağa bırak."dedim. "O tabureleri de dışarı çıkar."
"Senden emir almıyorum Suna Hatun."dedi işkız bilmiş bir ifadeyle. Tepsiyi tabureye bıraktı ve odadan çıktı. İşkızların bazıları terbiyesiz ve hadsizdi. Midem bulanarak baktım tepsiye. Üç gündür orada duran başlar hala oradaymış gibi midem çalkalanıyordu.
Kendimi zorlayarak yerden kalktım. Cam günlerdir açık olmasına rağmen odanın içi havalanmamıştı. Yatağıma oturdum ve kaseyi elime aldım. Karnım çok acıkmıştı. Bir şeyler yemezsem iyice güçsüz düşecektim. Birkaç kaşık yedim. Ekmeğe yanaşmadım. Bayat ve küflü gözüküyordu. Çorba da belki birkaç günlüktü. Kaseyi geri bırakıp bir bardak da su içtim. Şimdi biraz daha kendime gelmiştim işte.
Yataktan kalktım ve tepsiyi yere bıraktım. Üç taburenin üçünü de tek tek camdan aşağı fırlattım. Bunları odamda istemiyorsam istemiyorumdur. Gözümün önünde durmayacaklardı!
Ah Müge, sana bunların hesabını sormaz mıyım ben. Beni düşürdüğün bu halin bedelini ödetmez miyim ben sana. Şimdilik kazandığını düşün bakalım. Teslim olduğumu san. Kimseye boyun eğmediğimi sen de zamanla anlayacaksın.
Teoman Bey madem buradan çıkışımın tek yolu o halde bu evliliği kabul edecektim. Çıktıktan sonra ise çok daha büyük bir oyun için hesaplarımı yapmaya başlayacaktım. Bana bunları reva gören herkesi tarihe karıştıracaktım. Ne Yaman kalacaktı geriye ne Müge. Ben kendi devrimi başlatacaktım. Madem bu gücü kullanırken başa geçmek şarttı. O halde ben de başa geçecektim!
***
-Müge'nin Suna için hazırladığı küçük sürprizi nasıl buldunuz?
-Suna'nın duyduğu çocuk gerçek miydi, hayal miydi?
-Suna Teoman'la evlenerek doğru kararı mı verdi? Çıktığında dediklerini yapabilir mi? Ya da neler olur? Tahminleriniz var mı?
Sonraki bölüm Müge'den olacaktır.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top