2.11. Eksik Parça

1415 Senesi - Güz Mevsimi

ASPARGON HANLIĞI

Ecrinok Şehri - Yedi Gürgen Sarayı

Hanzade Korkut

Güze girmemize rağmen havalar hala güzeldi. Aydan ve Balamir çardaklı bahçede oyun oynarken ben de onları izliyordum. İdil ve Şevval yoktu. Onları bir araya getirmiyordum artık. Çocuklarımla zaman geçirmek istediğimde sadece çocukları çağırıyordum. Böylesi en rahatıydı. Karışan, yorum yapan yoktu ve evlatlarım birbiriyle oldukça iyi anlaşıyordu.

Bazen çimenlerde yuvarlanıyorlar bazen tahta oyma oyuncaklarıyla oynuyorlardı. Balamir Aydan'a tahta kılıçla oynamayı teklif ettiğinde Aydan bir süre kılıcı tutup yere atıyor bez bebeklerine yöneliyordu. Sonra Balamir de onu üzmemek için bebeklerle oynar gibi yapıyordu. Daha bu yaşta kardeşine bu kadar düşkün olması hoşuma gidiyordu. Sahiplenici bir abi olacağı belliydi. Aydan ise küçük olmanın avantajlarını şimdiden keşfetmiş gibiydi. Balamir'e yaptığı nazları izlerken yüzümde şen bir gülüş oluyordu.

Tatlılar geldiğinde çocukları yanıma çağırdım. Koşa koşa geldiler. Aydan hemen kucağıma atladı. "Gel bakalım şekerparem."dedim ve yanaklarını ısırır gibi yaptım. Elleriyle hemen ağzımı kapattı.

"Batıyor. Sakalın batıyor."dedi yüzünü ekşiterek.

"Sakalı da bilirmiş beni kızım."dedim ve gıdıklamaya başladım. Sonra yerine oturttum ve kaymaklı ekmek kadayıfı tatlımızı yemeye başladık. Ben küçük bir parça aldım. Çocuklar daha çok seviyordu tatlı şeyleri.

Yanımıza Leman Kalfa yaklaştı. "Hanzadem bir misafiriniz var."dedi ona döndüm sorar gibi. "Ayaz Bey geldi." Şaşkınlıkla açtım gözlerimi. Üç sene önce tanışmıştık onunla. Akyel liman muhafızıydı o zamanlar. Sonra babama ondan bahsetmemle Altınhisar'da mühendislik eğitimine alınmıştı. Bu sırada Ertunç'ta ve Taşlı'da stajları olmuştu.

"Hemen alın gelsin."dedim ve işkızlara çocukları götürmesini söyledim. Ayaz Bey geldiğinde ayağa kalktım. Sırtımıza ufak yumruklar vurarak sarıldık. "Ayaz Bey. Yolun nasıl buraya düştü?"

"Güney limanlarında yeni stajlarım başlayacaktı. Ben de önce buraya gelmek istedim. Epey olmuştu."

"Evet. Koca adam olmuşsun."diye dalgamı geçtim. Güldük.

"Sizin kadar koca adam olmam mümkün değil."diyerek koluma yumruk attı.

"Birkaç gün içinde Ulaş Amcam da gelecek. Onu da gör. Birlikte ava çıkarız. Eski günlerdeki gibi."

"Daha zamanım var. Kalırım. Onu da epeydir görmedim."

Çardağa geçtik ve ona ikram yapılmasını emrettim. Bu süreçte aradaki mesafeyi kapattık. İki buçuk yıldır aldığı eğitimi, gördüğü gemileri anlattı. Ticarete olan ilgisi hala devam ediyordu fakat gemilere olan merakı iyice artmıştı. Altınhisar'ın prensipli eğitmenlerini anlatırken yüz ifadesi onu ne kadar zorladıklarını belli ediyordu. Normalde daha küçük yaştan eğitime alırlardı beyleri, hatunları. Ayaz Bey biraz benim ricamla olmuştu. Babam emrini gönderdikten sonra eğitmenler ne diyebilirdi ki? Fakat eğitmenler ondan memnun olmalıydı. Yoksa bu kadar kısa sürede staj yapmasına izin vermezlerdi. Ayaz Bey de kendini kanıtlamış olmalıydı.

Eski bir arkadaşı sarayda ağırlamak iyi gelmişti. Amcamın gelişi de içimi ferahlatıyordu. İnsan tanıdık yüzleri özlüyordu. Sancağa çıktığımdan beri üç yıl geçmişti ve her geçen yıl sorumluluğum daha çok artıyordu. Yönetimde ilerlemek benim için güzeldi.

Birkaç gün sonra amcam da geldiğinde günler benim için daha keyifli olmuştu. "Keşke Toygar da gelebilseydi."demekten alamamıştım kendimi.

Amcam, "Saray kuralları. Sancağa çıkmayan bir hanzadenin yanında han ve hanım olmadan saraydan ayrılması uygun görülmüyor." Sancak yaşı eskisi gibi kalsaydı çoktan sancağına çıkmış olacaktı Toygar. Hanım annemin her işte bir bildiği vardı elbet fakat sancak yaşının büyütülmesini hiçbir zaman anlayamadığım bir gerçekti. Aspargon hanzadelerinin eğitimini geciktirmekti bu. Sarayda teorik bilgiyle nereye kadar devam edebilirdik ki? Han babam beni hanım annemin koyduğu kuraldan iki sene evvel yollayarak iyi yapmıştı. Yoksa yirmi bir yaşında bir hanzade olarak sadece bir yıllık tecrübem olacaktı. Bence bu alay edilebilecek bir durumdu.

"Bir süre daha sabretmemiz gerek."dedim. Ben on sekizde sancağa çıktığıma göre Toygar da iki buçuk sene sonra sancağa çıkabilir demekti. "Hemen günlerimizi planlayalım. Ava çıkmamız zaten kaçınılmaz. Günü birlik olmasındansa av köşküne gidelim derim. Birkaç günümüz orada geçer. Daha sonra Ecrinok sınırlarını teftiş ederiz. Eski kaleler hala beş yüz yıllık temelini koruyor. Ayaz Bey bu konuda belki Altınhisar eğitmenleriyle konuşursun."

"Neden olmasın?"

"Benim aklıma gelenler bunlar. Siz de bir şeyler ekleyebilirsiniz."dedim. Fakat şimdilik bu yeterli gibiydi.

O gün öğleden sonrayı amcamla talim yaparak geçirdim. Kendimi geliştirdiğimi söylemesi hoşuma gitmişti. Bu defa yenilmemiştim ama yenememiştim de. Eşit bitmişti talimimiz. Elini omzuma atıp kendine çekmişti. "Büyüyüp sağlam bir delikanlı olduğunu görmek beni gururlandırıyor."

"Sayende bu seviyeye geldim. Sen bizi gerçek bir eğitimden geçirdikçe biz daha iyi olacağız." Hanım annem zaman zaman yaralandığımız bu talimleri hayatta onaylamazdı. Han babam ise bizi gerçek birer savaşçı yaptığı için destekliyordu amcamı.

Akşam yemeğinde onları iki yanıma aldım. Aydan ve Balamir misafirlerimizle yakından ilgileniyordu. Hele amcamın üstüne atıldıklarında amcam neşeyle ikisini de havaya kaldırıyor çocuklar da kahkahaya boğuluyordu.

Odama geçmeden önce Leman Kalfa'ya birkaç gün burada olmayacağımı haber verdim. Haremin kontrolünü en güzel şekilde sağlayacaktı. Kurultayımı ise Recaizadelerden Togay Bey'e emanet etmiştim. Birkaç gün bensiz idare edebilirlerdi.

Ertesi sabah kahvaltıdan sonra hazırlanıp av köşküne doğru yola koyulduk atlarla. Birkaç muhafız bizimle geldi. Muhafızlar ormanın belli yerlerine dağılırken biz de avımız için ormanın içlerine doğru ilerlemeye başladık.

"Tıpkı eski günlerdeki gibi."dedim amcama. Amcam gülümsedi.

Birkaç tavşandan sonra bu defa geyik arayışına girmiştik. Kendi aramızda yarışıyorduk. Kim ilk geyiği bulup vurursa yarışı o kazanacaktı. Ellerimizde ok ve yaylarla olabildiğince sessiz ilerlemeye çalışıyorduk. Biraz ileride bir hışırtı duyunca kulak kesildik. Gözlerimi kısıp o noktaya dikkatlice bakınca bir geyik olduğunu gördüm. Mesafe uzundu, ağaçlardan dolayı temiz bir atış yakalamak zordu. Yine de şansımı denemek için yayımı sıkıca gerdim. Görüş ararken amcam,

"İmkansız bir atış."dedi. "Boşa heveslenme."

"İzle ve gör."dedim gülümseyerek. Nefesimi tuttum, kolumu sabitledim. Geyiğin boynunu görebildiğim an yanı başımdan geçip giden bir okun sesiyle neye uğradığımı şaşırdım. Kısa bir şaşkınlığın ardından geyik vurulmuş yere yığılmıştı. Önce ne olduğunu anlamayan bir ifadeyle birbirimize baktık. Sonra benim hedeflediğim avı vurmaya cüret edenin kim olduğunu anlamak için hiddetle arkama döndüm.

Çatık kaşlarım gevşedi. Ok ve yayı tutan ellerim aşağı indi. Kulaklarımda hafif bir uğuldama başlarken kalbimdeki tekleme hızlı bir nefes çekmeme sebep oldu. "Gökben."diyebildim fısıltıyla. O ise ışıl ışıl gözlerle bu tarafa bakıyordu. Bedeni çevik bir biçimde duruyordu. Yayı indirdiğinde derin bir nefes aldı.

"Hanzade Korkut."dedi ve kısa bir reverans yaptı. "Sıradan bir avcı grubu olduğunuzu sanmıştım." Arkadan üç tane kadın çıktı.

"Buldun mu geyiği?"diye sordu içlerinden biri. Beni fark ettiklerinde donup kaldılar. "Hanzade Korkut."diyerek hepsi reverans durdu.

"Bu arazi hanedanlığa ait av köşkünün arazisidir. Buraya nasıl girersiniz?"dedim kendimi toparlayarak. Kadınlar korkuyla Gökben'e yanaşırken Gökben gök gözlerini benden ayırmadan bakıyordu.

"En güzel etlere sahip ceylanların bu ormanda dolaştığını duymuştum. Hatunların bir suçu yok. Onlar sadece bir gün de olsa evlatlarına güzel bir akşam yemeği sunmak istedi." Bir adım öne çıktı. Bir dizinin üstüne çöktü. Yayını yere bıraktı. "Eğer birinin cezalandırılması gerekiyorsa beni cezalandırın."dedi ve başını yere eğdi.

Ne yapacağımı bilemez halde kalakalmıştım. Sanki her haftasonu burada görüşüyormuşuz gibi konuşmuştuk ve şimdi önümde diz çöküyordu. Peki kalbimdeki bu anlamsız hızlanmaya ne demeliydim? Amcam ve Ayaz Bey merakla bana bakıyordu. Ben ise bildiğim tüm kelimeleri tek seferde yutmuş ve boğazımdan hiçbir ses çıkarmaz biçimde bekliyordum. "Av, vuranındır."dedim sonunda ve köşke doğru yürümeye başladım. Amcam ve Ayaz Bey de peşimden geliyordu.

"Hanzade Korkut."diye seslendi Gökben arkamdan. O yana döndüm. Ayağa kalkmıştı. "Üç haneye leziz bir akşam yemeği bahşedecek kadar cömert olduğunuz için teşekkür ederim." Bir şey demeden önüme döndüm ve yürümeye devam ettim.

Av köşküne geldiğimizde tavşanları aşçıya teslim ettim ve salona yürüdüm. Camın önünde durdum, dışarıyı izlemeye başladım. Az önce yaşananlara inanamıyordum. Bunca zaman sonra Gökben hiçbir şey olmamış gibi karşıma çıkmıştı. Ben ise donup kalmıştım. Aptal durumuna düşmüştüm.

"Korkut?"diyen amcamı duydum. Fakat ona bir cevap vermek istemiyordum. "Az önce Gökben Hatun'la karşılaştığımızın farkındasın değil mi?" Hırsla soludum.

"Evet."dedim sertçe.

Ayaz Bey, "O hatun kayıplara karışmamış mıydı?" Evet, sevgilisiyle kayıplara karışmıştı. Yıllar geçmişti aradan. Onu unutmak için her şeyi yapmışken bu şekilde karşıma çıkması kabul edilir değildi.

"Eee?"dedi amcam. Ona döndüm.

"Ne eee?"dedim hırçın bir tonla.

"Bu kadar mı?" Dikkatle beni izliyordu. Top sakalıyla oynadı bir süre. Kaşları çatıldı.

"Ne olacaktı başka? Buraya yemeğe mi davet etmeliydim? Benim arazimde kaçak dolaştığı için zindana attırmadığım için çok şanslı." Amcamın kaşları havalandı. Hayret ifadesiyle bana bakıyordu. Başka bir şey demedi. Ayaz Bey ise hiç yorum yapmadı. Gökben'i o da tanıyordu. Tanışmamıza Gökben aracı olmuştu. Sonra bir müddet mektuplarımızı onunla iletmiştik.

Akşam yemeğini yerken durgunlaşmıştım iyice. Yemeğin yanında Arbatun şarabı istedim. İki kadeh peş peşe içtim. Üçüncü kadehim doldurulurken amcam beni izliyordu dikkatle. Fakat yemek boyunca olanlar hakkında konuşmadık. Amcam ve Ayaz Bey'in muhabbetini dinledim daha çok.

Gece olup odama çekildiğimde kalbimdeki sızı da ortaya çıkmıştı. Neden böyle olmuştum birden anlamıyordum. Aylar önce sedef sandığı yaktığımda oldukça rahatlamıştı oysa. Şimdi ise gözlerimi kapattığım her an arkamı döndüğümde karşılaştığım yüzü, gözleri önümde hayat buluyordu. Öfkeyle sol tarafa döndüm. Gözlerimi açtım. Beni gafil avlamıştı resmen. Gözlerimi tekrar kapattım. Onu görmemek için gözlerimi sıkıp bırakıyordum. Bir süre sonra uykuya daldım.

Ertesi sabah uyandığımda yaşananlar rüyaymış gibi bir hisle başladım güne. Yüzümü yıkayıp üzerimi değiştikten sonra odadan çıktım. Bir asker koridorda bekliyordu. "Ne oldu asker?"

"Hanzade Korkut, bir hatun geldi. Bir tencere et kavurması getirdi. Ne yapalım, alalım mı?" Kaşlarımı çattım. Dün Gökben'le yaşadığım karşılaşma tüm gerçekliğiyle beynimden vurdu beni. Bir de buraya vurduğu etin kavurmasını mı getirmişti?

"Ben ilgilenirim."dedim ve hiddetle bahçeye çıktım. Karşımda dünkü hatunlardan birini görünce afalladım. Bahçeye çıkmamla reverans yapmıştı. "Bu nedir hatun?"diye sordum.

"Dün avlanan geyiğin etinden Hanzadem. Paylaşmak bereketi artırır, bilirsiniz. Sizin zenginliğiniz karşısında ufak bir pay. Fakat elimizden gelen bu." Demek kendi yerine hatunlardan birini göndermişti. Ne yapmaya çalışıyordu böyle?

"Düşünceli hareketiniz için teşekkür ederim hatun. Haneleriniz karnını doyurdu mu güzelce?"

"Sayenizde doyurdu Hanzadem."

"Durumunuz nedir?" Buruk bir ifadeyle başını öne eğdi. "Neden arz günlerinde taleplerinizi bana göndermediniz şimdiye kadar?" Cevap vermedi. "Ben bu vilayette herkese yardımcı olabilmek için varım. Ortada utanılacak sıkılacak bir şey yok. Adamlarıma hepinizin hane bilgilerini ver. Beylerinizin iş sorunu varsa çözülecek. Evlatlarınız eğitim görecek. Hanenize iyi bakılacak. Siz hatunların da ayrıca talepleri varsa söylemekten çekinme. Baş Zadesen İdil sizlerle ilgilenecektir."

"Sağ olun, var olun Hanzadem." Adamlara bir baş işareti yaptım. Tencereyi aldılar. Kahyalardan biri geldi elinde kağıt kalemle ve hatunun verdiği bilgileri not almaya başladı. Ben de içeri döndüm.

Düşüncelere dalmıştım. Gökben ne zamandır buradaydı? Bu hatunları nasıl bulmuştu? Onları bana göndererek üç ailenin sorununu çözmüştü. Ama neden? Benim şehrimle neden bu kadar ilgiliydi?

"Ne oldu? Gelen kim?"diye sordu amcam. Kalkmıştı. Fakat hala üzerinde bir mahmurluk vardı. Saray günlerinden sonra burada biraz da olsa dinlenebilmiş gibiydi.

"Dünkü hatunlardan biri kavurma getirmiş." Şaşırdı. Ama yüzüne muzip bir gülümseme de yerleşmişti.

"Gökben Hatun avını paylaştı yani."dediğinde gözlerimi devirdi.

"Amca, ne yapmaya çalışıyorsun?"diye sordum.

"Hiçbir şey yapmıyorum."

"Yüzündeki o ifade ne? Komik bir durum mu var?"

"Kesinlikle yok." Fakat yüzündeki gülümseme gittikçe daha çok büyüyordu. Her an sinirimi daha çok geriyordu bu gülümseme. "Kahya ne yazıyor?"diye sordu kapıya doğru göz attıktan sonra.

"Hatunların ihtiyaçlarını yazıyor. Durumları iyi değilmiş. Araştırılacak ve gerekli yardımlar yapılacak."

"Gelir gelmez şehre faydalı bir iş yaptı yani." Öfkeyle derin bir nefes alıp verdim. "Her neyse. Kahvaltı hazır mı? Sahanda kavurmalı yumurta falan mı yesek? Şöyle ekmekleri bana bana. Saray kahvaltılarından sıkıldım artık."

"Olur tabii."dedim ve bu yönde haber gönderdim aşçıya.

Ayaz Bey'den hala ses seda yoktu. Biz de bahçeye çıkmıştık. O hatun gitmişti çoktan. Ulaş Amcam ise bir şey söyleyecek gibi duruyordu. Fakat bir şey söylemesini istemiyordum. Dünden beri yaşadığım karmaşa bana yetiyordu şu anda.

"Sence neden gelmiştir?"diye sordu sonunda. Dünden beri cevap veremediğim sorulardan biriydi.

"Bilmiyorum. İlgilenmiyorum." Gözlerim bahçenin her yerinde geziniyordu. Sohbetin devam etmesini istemiyordum. Amcamın bana yan yan baktığını hissediyordum. "Neden bu konuyu diretmeye çalışıyorsun amca? Olan oldu biten bitti."

"Fakat ilginç değil mi sence de? Belki seninle konuşmak istiyordu. Fakat yanında bizi görünce vazgeçti."

"Benim onunla konuşacak bir şeyim yok. Ayrıca benimle konuşmaya niyeti olsaydı yanında o hatunlarla burada dolaşmazdı." Yine bir şey söyleyecek gibi olunca lafını kestim. "Amca lütfen bu konuda bir şey söyleme. Konuşacak bir şey yok. Gerçekten."

"Tamam, sen öyle diyorsan öyledir."dedi ve sessizliğe gömüldük. Bir süre sonra Ayaz Bey'in esneyerek içeriden çıktığını duyduk ve ona döndük. Kollarını havaya kaldırmış geriniyordu.

"Uzun zamandır böyle uyumamıştım."

"Aşk olsun. Üç gündür sarayda rahat edemedin mi?"dedim.

"Saray da ciddi bir ortam. Uykucu bir imaj çizemezdim." O da yanımıza geldi. Bir süre bahçede oturduk. Kahvaltımız çardağın oraya kurulmaya başlayınca biz de oraya geçtik. Afiyetle yedik. Sonra atlarla ormanda gezintiye çıktık.

Dünden beri aklım yeterince bulanıktı. Biraz da olsa bu gezintiyle kafamı dağıtmak istiyordum. Fakat mümkün olmuyordu. Bir şekilde zihnim dönüp dolaşıp Gökben'i getiriyordu önüme. Bu da gerilmeme sebep oluyordu. Şimdiye kadar hayatımda her şey yolundayken bana bu şekilde hissettirdiği için hem ondan hem kendimden nefret ediyordum. Ne olmuştu sanki dün? Alt tarafı karşı karşıya gelmiştik. Başka? Adam akıllı bir şey konuşmamıştık bile. Ama gözleri... Başından beri tutkunu olduğum gözleri kalbimdeki katılığa sızmış beni ele geçirmeyi başarmıştı.

Atımın yularını çekip durdum. Diğerleri de benimle birlikte durdu. "Bir terslik mi var?"diye sordu Ulaş amcam. Evet bir terslik var. Zihnimde, kalbimde yoğun bir terslik var ve bunu konuşacak kadar rahat değilim. Ben gardını bu kadar çabuk indiren biri olmadım hiçbir zaman. O halde şimdi neden böyle zorlanıyordum?

"Saraya dönmeye karar verdim."dedim ve atımı ters istikamete çevirip dört nala koşturdum. Amcam ve Ayaz Bey peşimden gelmedi. Anlamışlardı durumu. Saklamayı başaramamıştım. Yüzümün girdiği hali tahmin etmek zor değildi.

Saraya girdiğimde atı seyise teslim ettim. Hızlı adımlarla odamın yolunu tuttum. Koridorda Leman Kalfa'yla karşılaştık. Bana sorar gibi bakıyordu. Yakın bir zamanda dönmeyeceğimi söyleyip bir gün sonra gelmeme şaşırmıştı. "Hanzadem, bir sorun yok değil mi?"

"Yok Leman Kalfa. Hamamı hazırlat. Kimseyi de alma. Yalnız kalmak istiyorum."dedim ve odama girdim. Kapıyı kapatmamla derin bir nefes aldım. Odam sessizdi. Dışarıdan kuş sesleri geliyordu. Göğüs kafesim öfkeyle kalkıp iniyordu. Kalbimde hoşuma gitmeyen bir sızı vardı. Her an beni daha çok rahatsız ediyordu. O anda takılıp kalmıştım. Arkamı dönmemle bana bakan gök gözler... Yıllar beni katılaştırırken ondan hiçbir şey almamıştı. Yüzündeki ifade aynıydı. Gözleri alev alevdi. Sadece daha çevikti.

Üzerime hamama uygun bir şeyler giyip ara kapıdan hamama geçtim. Bir müddet burada kaldım. İyice gevşedim. Zihnim biraz olsa rahatlamıştı. Tabi meyveli likör karışımının da bunda etkisi vardı.

O akşam benim için çok durgun geçmişti. İdil birkaç kez sormuştu halimi fakat avda yoruldum deyip geçiştirmiştim. Bu konuyu konuşacağım en son kişi oydu. Yüzümü gördükçe onun da keyfi kaçmıştı. Onu bu duruma dahil etmeyi hiç istemezdim fakat kendimi neşelendirmenin yolunu da bulamıyordum.

Ayaz Bey iki gün sonra saraydan ayrıldığında ben de amcamla Ecrinok çarşısına indim. Hem esnafı teftiş ediyor hem de insanlarımla muhabbet ediyordum. Böyle şeyler kafamın dağılmasını sağlıyordu. Geçen gün gelen kadınlardan birinin kocasına küçük bir deri dükkanı açmıştık. Mesleği buydu. Fakat borçları sebebiyle dükkanını kapatmak zorunda kalmıştı. Şimdi bir yıllık kirasını ödeyerek, hammaddesini karşılayarak yeni bir dükkan vermiştim ona. Bir yıl boyunca vergi de almayacaktım. Adamın dükkanına uğrayıp deri bot siparişi verdim. Ayrıca saray çalışanlarını da buraya yönlendirmiştim deri ürün ihtiyaçları için.

Buradaki işimiz bittiğinde başka dükkanlara geçecekken ileride bir pansiyonun girişinde beni izleyen Gökben'i görmek bir kez daha olduğum yere çakılmama sebep olmuştu. Amcam da fark etmişti onu. Uzun bir süre birbirimize bakınca, "Gitmeyi düşünmüyor musun?"diye sordu.

"Hayır."dedim kesin bir şekilde ve diğer dükkana ilerlemeye başladım. Esnafa işlerini sorarken,

"Hanzade Korkut. Biraz konuşabilir miyiz?"diyen Gökben'in sesini duydum. Hemen arkamdaydı. Esnaf merakla ona bakarken arkamı döndüm. Uygun bir şekilde reverans halinde duruyordu. Esnafın önünde onu tersleyemezdim.

"Söyle hatun. Mesele nedir?"dedim. Yerdeki bakışlarını yavaşça kaldırdı. Güneş ışığıyla parçalara ayrılan gök gözleri gözlerimi buldu. Pembe dudakları hafif aralık, kumral saçları dalga dalga omuzlarından beline dökülüyordu. Gözlerimin içine böyle derin bakarken karşısında tamamen savunmasız kalmaktan hoşlanmıyordum.

"Yardıma muhtaç hatunlara kısa sürede yardımcı olduğunuz için teşekkür etmek istedim. Bugün onlarlaydım. Sayenizde hayata daha umutla bakıyorlar."dedi minnet dolu bir gülümsemeyle. Gerçekten sadece o hatunlar için mi çıkmıştı karşıma?

"Ecrinok'un sancak beyi olarak üzerime düşeni yaptım."dedim. "Hatunları bana gelmeleri için cesaretlendirdiğin için ben teşekkür ederim. Oysa halkıma karşı her daim açık davranıyorum."

"Ortalama bir durumdan bir anda kötü bir duruma düşenler için yardım istemek her zaman kolay olmaz. Bir süre daha kendi başlarının çarelerine bakmak istemişlerdi fakat durumları gerçekten kötüydü."

"O kadar yakından mı tanıyordun hatunları?"diye sordum hayretle.

"Bir süredir tanışıyoruz. Sohbet etme fırsatımız oldu. Ben de burada ne kadar harikulade işler yaptığınızı bildiğim için sizinle konuşmaları için teşvik ettim."

Bir süre durduk. Konuşmadan bakıyorduk birbirimize. Fakat onun gözlerine bakmaya devam etmek beni iyi etkilemiyordu. Gözlerimi kaçırdım. Çarşıya uzanan yola çevirdim bakışlarımı. "Başka bir şey yoksa işimi yapmaya devam edeceğim."

Cevap vermedi. Gitmek için hareketlendim. "Hanzade Korkut."dedi birden. Ona döndüm. Soran gözlerle bakıyordum. Bir şey söylemek ister gibi dudaklarını sıkıyordu. "Hükmünüz daim olsun." Bir şey demedim. Arkasını dönüp uzaklaştı. Çarşının ara sokaklarında kayboldu. Beni daha beter sorulara boğarak gitti.

Ellerimi arkamda bağlamış öylece bakıyordum arkasından. "Devam edelim mi?"diye soran amcamın sesiyle ona döndüm. Başımı iki yana salladım yaşananlar karşısında.

"Bu neydi şimdi?"diye söylenmeden edemedim. Amcam yüzünde muzip bir ifadeyle bana bakıyordu. "Cevap vermen için sormadım bu soruyu."dedim hızlıca. Yürümeye devam etti. Teftişimizin kalanında kafam allak bullaktı.

Saraya döndüğümüzde günlerdir devam eden durgunluğum had safhadaydı artık. "Korkut,"dedi İdil usulca koluma dokunarak, "Hastalandın mı? Rengin atmış." Elini elimin üstüne gezdirdi. "Senin için endişeleniyorum."

"İyiyim İdil. Endişelenme."dedim gülümsemeye çalışarak. Elimin üstündeki elini tuttum. "Peş peşe dışarı çıktığım için güneş çarpmış olabilir."

"Dikkat et kendine lütfen. Sensiz ne yaparız?" Elimi yanağında gezdirdim.

"Telaş etme. Toparlanırım birkaç güne."

Önümüzdeki günler daha iyiye gider, unuturum derken daha beter oluyordu her şey. Zihnimden onu atmaya çalıştıkça bir şekilde düşüncelerime sızıyor ve tüm günüm onu düşünmekle geçiyordu. Neden gelmişti? Amacı neydi? Neden karşıma öyle çıkmıştı? Bana ne söylemek istemişti de vazgeçmişti?

Ulaş Amcamla talim yaptığımız bir gün zihnimi biraz olsun dağıtmayı hedeflemiştim. Kılıç ve kalkanla çalışıyorduk bugün. Normalden daha hırçın vuruşlarım vardı. Amcamı zorluyordum. Fakat sonunda amcamın aniden abanmasıyla kendimi sırt üstü yerde buldum. "Kontrol nerede Korkut?"dedi tepeden bana bakarken. Arkasından vuran güneş gözlerimi kamaştırdı. "Tamam gücünü görüyorum, bu güzel ama kontrolsüz saldırılar seni böyle yıkar." Hızla toparlandım ve kalktım. "Dengeni sağla."dedi sertçe.

Duruşumu toparladım ve tekrar başladım saldırı-savunma hareketlerine. Bu defa dengem daha iyiydi. Vuruşlarım sertti fakat kısa sürede yine amcam tarafından alt edilmiştim. "Odaklanmıyorsun!"dedi kaşları çatık bir halde. "Bu cüsseyle yıkılmaman gerek."

"Olmuyor! Tamam mı?! Olmuyor!"diyerek kalkanı yere fırlattım. Bir an birbirimize baktık. Amcam sakince nefes alıp verdi. Yüzünde anlayışlı bir ifade vardı.

"Neden onunla yüzleşmeyi denemiyorsun?"dediğinde kaşlarım çatıldı. Reddeder gibi buruştu yüzüm. "Günlerdir zihnini dolduran soruları ona sorabilirsin. Cevaplamaktan çekineceğini sanmıyorum. Sonuçta özel bir araziye tesadüfen girmesi mümkün değil ve tam da senin teftişe çıktığın gün karşına çıkması plansız olamaz. Senin çarşıya inmeni beklemiş olmalı."

"Bunlarla nereye varmak istiyorsun?"

"Bence Gökben buraya seni görmek için geldi."dedi tek seferde. "Saraya görüş talebinde bulunacak biri değil. Bir müddet seni gözetlemiş olabileceğini düşünüyorum. Yoksa nasıl tam ava çıktığımız gün özel bir araziye girmiş olacaktı?"

"Peki ya o üç kadın?"

"Korkut."dedi ve elini omzuma koydu. "Aşk bu kadar sorguya gelmez. Git ve aklındaki her şeyi ona sor." Bunu yapmak istemiyordum. Belki de istiyordum. Bilmiyorum. "O her şeyi bırakıp karşına çıktı değil mi? Sen neden bunu yapamayasın? Aspargon'un veliaht hanzadesi bir hatundan mı çekiniyor?"

"Ne münasebet!"

"O zaman sorun ne?"

Belki de amcam haklıydı. Gidip sormalıydım neden geldiğini. Amacını öğrenmeliydim. Ama nerede olduğunu bile bilmiyordum. Onu araması için saraydan kimseyi görevlendiremezdim. Hiç yoktan ortaya çıkan bir hatunu neden merak ettiğim fazla sorgulanırdı. Zihinlere durduk yere sorular sokmaya gerek yoktu. Belki de çarşıda beni izlediği pansiyonda kalıyordu.

Akşam yemeğinden sonra ilk işim tebdili kıyafetle o pansiyona gitmek oldu. Pansiyon sahibi beni görünce şaşkınlıkla bakakaldı. Pansiyonda kalan kişileri sordum. Birkaç isim saydı. İsimler arasında Gökben de vardı. Gidip çağırmasını istedim ve ağzını sıkı tutması için bir kese altını tezgaha bıraktım.

Gökben merdivenlerden inip önümde durdu. "Seninle konuşmak istiyorum."dedim.

"Konuşabiliriz."dedi sakince.

"Burada olmaz." Dışarı çıktık. Çarşı çok kalabalık olmasa da sokakta gidip gelenler hala vardı. Atıma bindim. Elimi ona uzattım. Bir süre bu fikri sorgulayarak baktı bana. Sonra elini uzattı. Arkama oturması için yukarı çektim onu. Usta bir hareketle yerleşti. İki sene ona dış yaşam hakkında pek çok şey öğretmiş olmalıydı. "Bana tutunman gerekecek."dedim, ellerini belime doladı. Sırtımda sıcaklığını hissetmemle derin bir iç çektim. Atı ilerlettim.

Çarşının dışına çıkana kadar hiçbir şey konuşmadık. Etrafta kimsenin olmadığına emin olduktan sonra bir yerde durdum. Yardımımı almadan indi. Ben de peşinden indim. Gecenin karanlığında tek ışık kaynağı ay ve yıldızlardı. Bana döndü. Yüz ifadesi sabaha göre daha katı görünüyordu. Bu değişimi anlayamamıştım. "Seni bekliyorum."dedi. "Konuşmak istiyorum dedin."

"Neden geldin?" İlk sorum buydu. Bir süre cevapsız öylece baktı bana.

"Gidecek başka yerim yoktu."dediğinde kaşlarım çatıldı.

"Sevgiline ne oldu?" Dudaklarını birbirine bastırdı. Gözlerini kırpıştırdı ve gökyüzüne baktı bir süre.

"Hevesini alan her erkeğin yaptığı gibi kayıplara karıştı."dedi ve gözleri beni buldu. Şaşırmıştım. Onu teslim ettiğim gün oldukça kararlı görünüyordu. Bunca zamanda ne olmuştu da o büyük aşk bitmişti merak etmiştim. Fakat bunu soracak değildim. "Bir korsandan ne beklenir ki?"diye devam etti. "Hata bende. Fazla iyi niyetliydim o zamanlar. Bana farklı bir hayat sunabileceğini sandım." Sesinde hiçbir titreme hiçbir üzüntü yoktu. Bu ayrılığa daha çok öfkeli gibiydi. "Her şey beş parasız kalana kadarmış."diyerek bitirdi konuşmasını.

"Burada ne yapmayı düşünüyorsun peki?"

"Bilmiyorum. Yardıma ihtiyacı olan soylu hatunlar vardır illa. Çocuklarına bakarım, işlerini görürüm. Ecriniddinlerin ve Recaizadelerin oldukça cömert aileler olduklarını duydum. Hizmetçi arayışları olup olmadığını sorarım. Bir süre beni idare edecek kadar çalışırım."

"Ne zamandır buradasın?"

"Birkaç hafta oldu. Henüz bir iş çıkmadı."

"Pansiyonda nasıl kalıyorsun?"

"Pansiyonun temizliğini ve yemeklerini yapıyorum. Böylece ücretsiz kalabiliyorum."

"Peki neden Ecrinok?" Bir süre cevap vermeden gözlerime baktı. Ay ışığında gözleri daha donuk gözüküyordu.

Derin bir nefes aldı. "Burası daha sakin. Beni tanıyan kimse yok. Diğer vilayetlere göre kendime uygun bir iş bulma ihtimalim daha yüksek." Gelişinin nedeni ben değildim yani. "Ve kendimi burada daha güvende hissediyorum."derken gözlerini gözlerimden bir saniye bile ayırmadı. Bir süre bekledi. Sonra fısıldar gibi, "Çünkü sen buradasın."dediğinde kalbim anlamsızca hızlandı. "Aspargon'daki tüm vilayetler arasında güvenebileceğim tek yer senin olduğun yer. En azından bir müddet burada olacağım. Sonra nereye giderim bilmiyorum."

"Burada istediğin kadar kalabilirsin."dedim hızla. Başka bir yere gitme düşüncesi beni rahatsız etmişti. Ayrıca bunca zaman sonra bana güvendiğini söylemesi de hoşuma gitmişti.

Minnetle gülümsedi. "Sana daha yakın olabilmeyi isterdim."dedi ve başını yere eğdi. "Fakat bunca yaşanandan sonra bunun mümkün olmadığının farkındayım. Her şey daha farklı olabilseydi." İçten içe bunu ben de isterdim. Gözleri beni bulduğunda devam etti, "Zamanı geri getirmek mümkün olsaydı keşke." Gözleri içimden geçip daha ötede bir yere daldı birden. Sonra devam etti. "Geç oldu. Artık dönsek iyi olur."

İçimdeki bir yan henüz dönmek istemiyordu. Daha pek çok soruya yanıt bulmak ve bütün gece pek çok şey hakkında konuşmak istiyordum. Fakat dönmemiz ikimiz için de daha iyi olacaktı. Atıma bindim. Elimi uzattım. Bu defa önüme oturdu. "Çok yorgunum."dedi hüzünle ve başını omzuma yasladı. Hatırladığım zambak kokusu buram buram burnuma dolarken yola koyulduk.

Yolu uzattığımı fark ettikçe ana yola yaklaşmak için kendimi zorluyordum. Delice bir istekle bu anın hiç bitmemesini istiyordum. Şimdiye kadar gördüğüm en güzel rüyanın içindeydim sanki. Saçları üzerimden uçuşurken tenine karışan zambak kokusu içime huzur dolduruyordu. Belki de bir rüyanın içindeydim. Günler süren bir rüya olmalıydı.

"Çarşıya yaklaştık."dedim sakince. Oturuşunu dikleştirdi. Öne döndü. Belinin iki yanından uzanan ellerim onu kavramamak için zor duruyordu. Bunu yapmamak için atın yularını sıkabildiğim kadar sıkıyordum.

Pansiyonun yakınında durdum. Yine benden yardım almadan indi. Bana döndü. Bir süre öylece bakıştık. "İyi geceler Korkut."dedi sakince gülümseyerek.

"İyi geceler Gökben."dedim ve içeri girdi. Pansiyon sahibinin meraklı gözlerle beni izlemesini umursamadım. Atın yönünü diğer yana çevirdim ve atı yürüterek sarayın yolunu tuttum.

Yol boyunca aklım kesinlikle başımdan uçup gitmişti. Bundan emindim. Geçen gün bu hislerim için kendime kızıyorken şu anda bunu hissetmeye ihtiyacım olduğunu fark etmiştim. Öyle uzun zamandır katı ve hissiz geçmişti ki günlerim, bu gece hiçbir şey olmamasına rağmen bana ilaç gibi gelmişti. Çölleşmeye yüz tutan kalbime birkaç damla su düşmüştü.

Saraya geldiğimde odama doğru yürürken adımlarım kendiliğinden gidiyordu. İçeri girip kendimi yatağa bıraktığımda dudaklarımda şapşal bir gülümseme vardı. Kalbim ise normalden daha hızlı atıyordu. Hayatımın eksik parçası bir anda karşıma çıkmış gibi hissediyordum kendimi. Ama tam bir tamamlanma gerçekleşmemişti. Eksik parçanın yerini biliyordum sadece. Onu almam ise...

Derin bir iç çekip yüz üstü döndüm. Karşıma çıkabilecek formaliteleri düşündükçe suratımı yastığa gömmek daha iyi hissettirmişti. Bir süre yaşanabilecek karmaşayı düşünüp keyiflendim. Sonrasında ise hızla sırt üstü yattım tekrar. Kaşlarımı çattım yine. Bu kadar çabuk mu teslim olmuştum ona? Yıllar sonra karşıma çıkması yetmiş miydi? Kafamı yastığa vurdum birkaç kez. İnsanın duygularına söz geçirememesi ne berbat bir şeydi.

Sonraki günlerim kısmen daha sakin ama merak içinde geçmişti. Şu an neredeydi, ne yapıyordu? Bunları bilememek içimi huzursuz ediyordu. Ulaş Amcam o gece ne konuştuğumuzu sormamıştı. Kendini beni gözlemlemeye bırakmış gibiydi. Yeni bir tavsiye de vermiyordu. Bir şeyler söylese daha iyi değil miydi? Belki de benim konuşmamı bekliyordu. Ama ne konuşacağımı ben de bilmiyordum.

Odamda günlük raporları incelemeye çekildiğim bir gün Bilgiç Ağa odama geldi. "Hanzadem size bir paket geldi." Kaşlarım çatıldı. "Direkt size vermemiz emredilmiş. Önce kontrol etmemi ister misiniz?"

"Yok, getir bakalım."dedim. Saman rengi kağıda sarılmış bir şeydi. Paketi masama bıraktı. Dikkatlice açtım. Kağıt epey sarılmıştı. Birkaç tur sonunda içindeki ortaya çıktı. Gümüş kaplı bir el aynası ve tutma yerine bağlanmış bir not önümdeydi.

"Hanzadem?"dedi Bilgiç Ağa şaşkınlıkla bana bakarak.

"Kimseye bir şey söylemek yok Bilgiç Ağa."dedim hemen. "Beni yalnız bırak." Odadan çıktığında notu çözdüm ve hızla açtım.

Görüşmemiz gerek. Eğer senin için de uygunsa bu gece aynı yerde buluşalım. Seni bekliyor olacağım.

İsim yoktu. Fakat kimin gönderdiği belliydi. Gökben benimle görüşmek istiyordu. Ulaş Amcamın her zaman dediğini yapıp kalbimi dinleyecektim bu defa. Ne diyeceğini merak ediyordum. Görüşmeye gitmeye karar verdim.

Geceyi iple çektim denebilirdi. Çocuksu bir heyecan kaplamıştı içimi. Bastırmaya çalışıyordum ama pek mümkün değildi. Atımın üstünde ilerlerken ne konuşmak istediğini merak ediyordum. Geçen akşam onu getirdiğim yere geldiğimde kimseyi göremedim önce. Erken gelmiştim belki de. Bir müddet sonra duyduğum at nalı sesleriyle yola döndüm. Gökben beyaz bir atın üstünde bu yana geliyordu. Dik duruşu, at üzerindeki kontrolü ile bu işte ne kadar ilerlediği fark edilir derecede belli oluyordu. Atını benimkinin yanında durdurup indi.

"Biraz geciktim. Pansiyonda işlerim uzadı."dedi karşımda durunca.

"Önemli değil." Rahat gözükmeye çalışıyordum. "Ne hakkında konuşmak istemiştin?"

Kelimeleri seçmeye çalışır gibi duruyordu. Fakat bir yerden başlaması gerektiğinin farkındaymış gibi iç çekti. "Ben sana karşı çok açık konuşamadım."dedi sakince. "Geçen akşam ve önceki karşılaşmalarımızda sana söylemek istedim ama ne diyeceğimi nasıl söyleyeceğimi bilemedim. Sonunda yersiz bir konuşma olacağına karar verip her defasında vazgeçtim."

"Konu ne? Bana karşı her konuda açık olabilirsin. Geçmiş yıllar için seni yargılayacak değilim. Bana düşmez."

Minnettar bir şekilde gülümsedi. Başını yana eğdi. "Senin olgun bir adama dönüştüğünü görmek beni mutlu etti."dedi ve duruşunu düzelterek devam etti. "Fakat bu konu seni fazlasıyla aşan bir konu." Yine hüzünlü bir ifade gelmişti yüzüne. Tekrar derin bir nefes aldı. Kendinde bunu söyleyecek güç bulmaya çalışıyor gibiydi. "Bunca zaman sonra sana bunu demeye hiç hakkım yok. Yüzüm de yok. Ne düşüneceğini gerçekten bilmiyorum. Buraya pişmanlıkla gelen biri gibi gözükmek istemiyorum. Ama buraya gelirken aklımdan geçen şey yanına gelmekti. Tam anlamıyla yanına gelmek."dediğinde ne düşüneceğimi bilmiyordum gerçekten.

Cevap verecek gibi olduğumda izin vermeden hızla devam etti. "Fakat benimki hayalperestlikti. Hayatımda bu sürede çok şey değişti ama gördüğün üzere hayalperestliğimi bir kenara atamadım. Harem kuralları belli. Benim ne yaptığım da belli. Kendimi diğer kızlar gibi sana sunamayacağım ortadayken, bunu Müge Hanım başta olmak üzere pek çok kişi yüzüne vuracakken sana bu isteğimi söylemek sadece boş yere kafa karıştırmak olurdu."

"Peki neden şimdi söylüyorsun?"diye sordum. Gözleri hüzünlüydü.

"Şimdi söylüyorum çünkü burada kaldığım günler boyunca fark ettim ki senin yanına yaklaşamayacaksam, seni sadece uzaktan izleyeceksem, birbirimizden apayrı geçen bir ömrümüz olacaksa burada daha fazla kalmamın anlamı yok. Bu ikimize de derin bir ızdıraptan başka bir şey vermeyecek." Gidecek miydi? Bunca zaman sonra karşıma çıkıp bana bunları söyleyip tekrar gidecek miydi gerçekten? "Ben kör değilim. Sen de acemi biri değilsin. Karşılaştığımızdan beri olanları biliyoruz. Seni görebilmek için girdiğim çabalar, senin bana gelmelerin, gözlerime bakarken gözlerinde oluşan ışıltı..." Dudağı titriyordu şimdi. "Sana bunları yaşatmaya hakkım yok Korkut. Sen burada mutlu olmayı hak ediyorsun."derken sesi çatallı çıkmıştı. Yutkunduğunda gözlerinde biriken yaşları görebiliyordum. "Ben yarın sabah buradan ayrılacağım. Beni bir daha hiç görmeyeceksin. Sana söz veriyorum. Bir daha bu şekilde hayatına girmeyeceğim. Lütfen beni affet. En başında buraya gelmemeliydim."dedi ve hızla atına yöneldi.

"Gökben. Gitme."dedim fakat sesim o kadar cılız çıkmıştı ki Gökben atına bindiği gibi uzaklaşmaya başladı. Ben de çevik bir hareketle atıma binip peşine takıldım. Beynim kazan gibi kaynıyordu. Söylediği kelimeler defalarca zihnimden geçiyordu. Kalbim ise onu bir kez daha kaybetmek istemediğine emindi. Geçmişte ne yaşanmış olursa olsun önemi yoktu. Kimse ne beni ne onu bununla yargılayamazdı. İzin vermezdim buna. "Gökben!"diye bağırdım arkasından. "Dur!"

"Bırak bu işin peşini ne olur!"diye bağırdı bana dönerek.

"Lütfen dur! Konuşalım!" Fakat beni duymuyordu. Atını daha hızlı sürüyordu. Çarşıya sapan yol ayrımına gelmiştik artık. Fakat o yola sapmak yerine şehri diğer taraftan dolaşan yola saptı. O da konuşmak istiyordu işte.

Gecenin karanlığında gidebildiğimiz kadar gittik. Saçları deli gibi savruluyordu atın üstünde. Yaklaştıkça zambak kokusu burnuma doluyordu esintiyle. İyice yanına geldiğimde atımı yanaştırdım ve yularını kaptığım gibi güvenli bir şekilde yavaşlattım ikimizi de. Durduğumuzda gözlerinden inci gibi iniyordu yaşları.

"Neden geldin peşimden? Bıraksaydın da gitseydim. Olmayacak bir şey bu."dedi yaşlarını silerek. Atlarımızdan indik. Karşı karşıya geldik tekrar.

Son derece kararlı bir tonla konuştum. "Peşinden geldim çünkü eğer bunu üç sene önce yapabilmiş olsaydım hayatımız bambaşka olabilirdi. Geldim çünkü ben hiçbir zaman seni kalbimden silemedim. Çünkü seni bir kez daha kaybetmek istemiyorum."dedim gözlerine bakarak.

"Kurallar..."dedi. İşaret parmağımı dudaklarına götürdüm susması için.

"Aspargon Hanlığı'nın veliaht hanzadesi olarak kararıma kim karışabilir? Daha önce bunu yapacak gücüm yoktu fakat artık bu güce sahibim.  Kurallar her daim değiştirilebilir. Eğer sen istersen, ben istersem karşımızda kim durabilir?" Söylediklerim onu biraz olsun rahatlatmıştı. "Benimle gel Gökben." Ellerini tuttum sıkıca.

"Emin misin? Bunu başarabilir miyiz?"

"Elbette başarabiliriz. Fakat bu defa senin kendi çabanla yükselmen gerek."dedim. Kaşlarını çattı. "Kalbimde her daim sen olacaksın. Fakat çabaladığını görmek istiyorum. Eğer benim için geldiysen bunu kanıtlamalısın."

"Seni hayal kırıklığına uğratmayacağıma emin olabilirsin."dedi ve ellerimi sıkıca tuttu. "Seninle geleceğim. Her zorluğa senin için göğüs gereceğim ve göreceksin, bu kararından asla pişman olmayacaksın."dedi mutlulukla.

Kalbim coşkuyla dolmuştu. Yıllar sonra istediğim olmuştu. Bunca zaman sadece onu beklemiştim ve o bana geri gelmişti. Geçmişi değiştiremezdik ama geleceği belirleyebilirdik. Önümüzde zorlu bir süreç vardı. Kurallar katıydı fakat kurallar değişirdi. Birlikte çabaladığımız müddetçe kimse önümüze geçemezdi. Ben onun için çabalamaya hazırdım. Peki o benim için çabalamaya ne kadar hazırdı? İşte bu zaman gösterecekti.

***

-Korkut'un iç savaşı nasıldı? Kalbinin sesini dinlemekle iyi mi yaptı? İleride pişman olur mu?

-Gökben'in Korkut'un karşısına çıkış biçimleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

-Ulaş Bey'in konuşmaları olmasa Korkut gene de gider miydi Gökben'le konuşmaya? Ulaş'ın bu konuda etkisi olmuş mudur?

-Sizce Gökben tamamen dürüst mü olmalıydı? İllio ve Ailios hakkındaki gerçekleri saklamakla iyi mi etti? Dürüst olsaydı Korkut daha farklı davranır mıydı?

-Haremde Gökben'i neler bekliyor tahminleriniz var mı? Bu defa Gökben haremde yapabilir mi?

(Yeni Korkut-Gökben temalı kapak için Elizabethstark1 e kocaman teşekkürler. Her kapakla ayrı ilhamlar oluyorsun bana)

Sonraki bölüm İdil'den olacaktır...

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top